Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

20 Nisan 2024, 13:00:24

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 92
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 83
Total: 83

Karadon ağıtlarından Esenyurt yanıklarına!, İbrahim Öztürk, Zaman

Başlatan kilimanjaro, 17 Mart 2012, 03:45:58

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

"... Bir sıcak somun için
Yalın kat bir don için
Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi..."

Yukarıdaki dizeleri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, çok içten okur. Ben de arabamda onun okuduğu şiirleri dinlerim. Başbakan 'Sana, Bana, Vatanıma, Memleketimin İnsanlarına Dair' adlı bu yürek yakan şiirin yazarı Erdem Bayazıt'ın Fatih Camii avlusundan son yolculuğuna çıkan tabutunu da omuzlarında taşıyan adamdır.

Ben Başbakan'ın yüreğini biliyor ve ona çok inanıyorum. Ancak ben, o değerlerin Başbakan'ın yüreğinde toprağın altına gitmesini istemem. Bu zalim, kirlenmiş, gaddar düzene yansımasını beklerim. Maalesef Başbakan'ın bütün hayallerine rağmen sistem son yıllarda artan oranlarda, 'işin ucunda para varsa, rekabet varsa, kârlılık varsa, gerisi teferruattır' şeklinde bir anlayışa doğru tepetakla gidiyor.

Daha geçen sene ağustos sıcaklarında yerin diplerinde, Zonguldak'ta, Karadon Madenleri'nde tam 30 madenci can verdi. Toprağın altından cebinde nişanlısının hediye ettiği mendil çıkan gençler vardı. Afşin Elbistan'da göz göre göre gelen toprak kaymasında hayatını kaybeden ve 11 aydır cesetlerine bile ulaşılamayan 9 işçi... 24 Şubat'ta Adana'da hidro elektrik santral inşaatında baraj kapağı yıkıldı ve 7 işçi hâlâ kayıp. Bu ağıtlar dinmeden, şimdi de Esenyurt'ta 11 genç daha can verdi. Gazetemiz Zaman 'Ucuz hayatlar' diye bunu manşete taşıdı.

Kalkınmak, insan içindir. Bu sistemde, gün geçtikçe daha da vahşileşen bu kapitalist düzende yeni türeyen sözde birçok muhafazakâr 'yuppilerin' ilkesiz bir şekilde yükseldiğini, sistemin tek kutsalının artık rekabet olduğunu görüyoruz.

Madenlerde, Tuzla Tersaneleri'nde, inşaatlardaki ölümlerin arkasında ağırlıklı olarak 'biraz daha ucuza getirme, daha çok cebe indirme' arayışı var. Kapitalizmin mabedi olarak Esenyurt'ta yükselen o alışveriş merkezindeki facia da bunlardan sadece biri. Hangisini yazalım, daha geçen senenin martında Ankara OSTİM'deki patlamada da 19 kişi yanarak, parçalanarak can verdi. Türkiye, iş kazalarında dünyada Çin'le beraber yarışıyor. Dramatik olanı, artık facialar kanıksanır oluyor. İnsanlar ağıt yakarken 'her işin bir riski var, yapacak bir şey yok' mealindeki cümleleri nereye koyacağız? Uludere'de, dağlarda, madenlerde, yangınlarda, göçüklerde hep ucuz iş gücünün bir parçası olan hayatlar son buluyor!

Daha eylül ayında İstanbul'da yapılan '19. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi'nde Başbakan'ın yaptığı konuşma hafızamda. 'Sağlıklı ve sürdürülebilir bir iş gücü arzı oluşturmak, çalışanların yaşam kalitelerini yükseltmek, işletmelerde verimliliği artırmak ve üretim kalitesini geliştirmek için iş güvenliğini artıracak adımlar atılacaktır.' dedi. Yine 'bu yaklaşımla' hazırladığınız müstakil İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı ivedilikle yasalaştırılacak' dedi. Gelişen olaylar ne diyor peki? Bu yasa daha çıkmış değil. Çıksa da muhtevası nasıl olacak? İşadamının önünü açacak, bu kesin de çalışanların üzerine toprak mı dökecek? Eminim, bu da bir gün paydaşlarla anlaşılmadan, apansız önümüze gelecek.

Denetim eksik, hatta yok. Yapılanlar göstermelik. Denetim 'ver parayı al sertifikayı' mantığı ile satılıyor. Denetimler fiilen özelleşti ve satılıyor. Garip insanların ölüleri üzerinden ticarete dönüştü. Karadon madenindeki taşeronun adı kamu ihale yolsuzluğunda da geçiyor. Kamu İhale Yasası değişirken, yerli sanayinin desteklenerek rekabetçi kılınması adına değiştirildi ancak boşluktan içeriye büyük yolsuzluklar sızdı.

Ne diyebiliriz ki! Hayatın bu kadar ucuz olduğu ülkede ölümlerden sonra sarfedilen tumturaklı sözler de bir anlam taşımıyor.

i.ozturk@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1087
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

Avukat

Son yıllardaki kazalar artık Türkiye'de sosyal barışı etkiler, haneleri perişan eder bir düzeye gelmiştir.

Önce sürüp giden facia ile yüzleşmek için Mimarlar ve Mühendisler Odası'nın derlediği son rakamları verelim.

2007-2012 yıllarında Tuzla tersanelerinde yaşanan kazalarda yaklaşık 500 işçi, Ocak 2008 İstanbul Davutpaşa'da, şehrin göbeğindeki tümüyle 'kaçak işyerinde' meydana gelen patlama sonucu 23 işçi, 2010'da 43'ü yeraltında, 18'i de yerüstünde olmak üzere Türkiye'deki maden ocaklarında toplam 61 kazada 61 kişi yaralandı, 105 kişi öldü. Buna 2011 Ağustos ayında Zonguldak Karadon Madenleri'nde can veren 30 madenciyi de ilave edelim. Şubat 2011 Ankara Ostim OSB'de meydana gelen patlamada 20 işçi, Şubat 2011'de Kahramanmaraş Afşin kömür sahasında toprak kayması sonucu 10 işçi, 24 Şubat 2012'de Adana Kozan Baraj inşaatında baraj kapağının patlaması sonucu 10 işçi ve son olarak İstanbul Esenyurt AVM inşaatında çıkan yangında 11 işçi hayatını kaybetti.

Her yıl oluşan binlerce kaza, ölüm, yaralanma, hastalık, maddi zarar, telafi edilemez manevi kayıplar, SGK'nın ödemek zorunda kaldığı tazminat ve sağlık harcamaları, mahkemelerdeki binlerce dava, Türkiye'nin iş sağlığı ve güvenliği alanındaki kötü sicili, vatandaşlar arasındaki sosyal barışın bozulması Türkiye'de bir iş sağlığı ve güvenliği açığının bulunduğunu göstermektedir. Çalışma Bakanlığı, geçen sene kayıt dışı olanlar hariç, kaza ve hastalıkların maddi boyutunu yaklaşık 6 milyar dolar olarak açıkladı.

Türkiye iş kazalarında Avrupa'da birinci, dünyada üçüncü. Birincilik için Çin'le yarışıyor. Aslında, Çin'in nüfusu, coğrafi ve iktisadi büyüklüğü, kalkınma düzeyi, insan hakları rejimi gibi hususlar dikkate alındığında, yani 'birim başı' bakıldığında Türkiye'nin Çin'i fersah fersah geçtiği rahatlıkla görülüyor.

Türkiye'de pek gündeme bile gelemeyen bir de vahim bir 'çevre felaketi' vardır. Sapanca Gölü, Eber Gölü, (Erzincan) Karasu Deresi, Gebze Dilovası derken liste uzayıp gidiyor. Türkiye'de belki de en büyük çevre felaketi, ranta teslim olan, 'kendi kendini denetleyen' belediyecilik ve şehircilik anlayışıdır.

Yüzü Avrupa'ya dönük Türkiye'nin iş sağlığı ve güvenliği (İSG) ve çevre felaketinde Çin ile yarışır durumda olması, Türkiye'nin ilkesiz bir vahşi kapitalizm tehdidi altına girdiğini, adeta Avrupa fasonculuğunun ölüm üssü ve çöplüğü haline gelmekte olduğunu göstermektedir. Sanayi Bakanlığı, yayınladığı sözde sanayi strateji belgesinde 'Avrasya'nın üretim üssü olmayı' merkeze almış durumda. Mevcut zihniyetle gidersek bunun adı 'toplu intihardır'.

Bu yazı serisinde Türkiye'nin iş sağlığı ve güvenliği alanındaki görüş, değerlendirme ve önerilerimizi sıralayacağım. Yeri gelmişken bir zihniyet deşifresi yapayım. Bu öneriler, bir işadamları derneğinin raporu için en az bir sene önce hazırlanmıştı. Araştırmaya, bilgiye ve uzmanlığa dayanan ve vicdanı da elden bırakmayan bu öneriler reddedildi. Dendi ki, 'Yönetim kurulundan bir işadamı okudu. Bu öneriler çok fazla solcu ağzıyla kaleme alınmış. Böyle rekabet edemeyiz. Bizi Ankara'da hükümete ve bürokrasiye karşı zor duruma düşürebilirmiş.' İSG ile ilgili uzman-akademisyen önerilerini bir esnaf okuyor ve reddediyor, iyi mi! Bilim adamına bakış bu. Üstelik kendisini ilgilendiren 'denetim ve düzenlemeye' eyvallah demesi bekleniyor. Türkiye'de garibanlar bu kafadaki sözde işadamı ve girişimcinin ellerinde katlediliyor. Ve hükümetin bu konulara bakışını bulanıklaştıran, hükümeti şaşı hale getiren işte bu işadamı telkinleridir. Gelecek yazıda size, reddedilen İSG önerilerini sıralayacağım.

i.ozturk@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1260681

Avukat

Son iki yazıda, 'bir sıcak somun için, yalınkat bir don için' çıktıkları maişet yolunda trajikomik bir şekilde iş kazalarında bu hayata veda eden insanları yazıyorum.

Yazmak zorundayım, zira yetim yavruları gece uykumda kıstırıyor. Kendimi kurtarmak, özgürleştirmek, yıkılan yuvalar, dul kalan anneler aşkına yazmak zorundayım.

Artık akşam kapının tokmağı çalmayacak, yorgun-iki büklüm bir baba kapının eşiğine çöküp minik yavrusunu kirli, ter kokan kucağında öpüp koklayamayacak, ucuzundan bir çikolata veremeyecek. Yetim çocuklar sabahın erken saatinde buharlı camları silerken, babasının elinden tutup okuluna doğru seğirten çocuklara öyle melun bakakalacak.

Belediye otobüsünde tanıştığım Vanlı Ali'in 11 kardeşi varmış. Bir inşatta çalışıp 600 TL'den başlık parası biriktirip, aslında tümünü de köydeki anneciğine gönderirmiş. O kara yağız Kürt Ali'nin gözlerinin içine bakarak, göğsümü doldurarak, 'biliyorsun Ali, biz kardeşiz, kader böyle yazmış' dedim. Neden bilmiyorum, koca delikanlının başını okşadım. Hora geçti, gözleri öyle dedi bana. Şimdi hangi çadırda yanmayı bekler, bilemedim doğrusu!

Neden? Son iki yazıda, 'İşin ucunda para varsa, rekabet varsa, kârlılık varsa, gerisi teferruattır anlayışı yüzünden. Türkiye'de garibanlar bu kafadaki sözde işadamı ve girişimcinin ellerinde katlediliyor. Ve hükümetin bu konulara bakışını bulanıklaştıran, hükümeti şaşı hale getiren işte bu işadamı telkinleridir.' demişiz. Şimdi bir şey daha diyelim. Kendi gafletini gariban insanların 'kaderi' olarak lanse eden siyaset esnafı günah galerisini büyütüyor.

İş sağlığı güvencesi yasa taslağı tam 2008 yılından beri Meclis'te bekliyor. Taslağa göre 50'den fazla işçi çalışan işyerleri iş sağlığı uzmanı bulunduracak. 50'den az olunca da danışmanlık almak zorundalar. 1 ile 9 işçi çalıştıran küçük işyerlerinin maliyetini ise devlet üstleniyor.

Şimdi CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na kulak veriyoruz: '2008'den beri hükümetin dört bakanı tasarıyı imzalamadığı için çıkamadı.' Neden? Açıklıyor: 'Maliye ve Hazine başta olmak üzere ekonomiden sorumlu kişiler ve onların bürokratlarının çekinceleri vardı. Zira taslağın kamuya ve özel sektöre getireceği bir maliyet var.' Peki, yüzlerce cana, yıkılan hanümanlara bedel bu çekince, bu maliyet neymiş? Muhalefet lideri devam ediyor: 'Yeni yasa ile işyerlerine aylık 100-200 lira arasında bir maliyet çıkıyor.'

Sahi, bu dönem 'bakan yardımcılığı' ihdas edildi, değil mi? Bunlar kimler, 'işadamı' abilerimiz.

CHP liderine kulak vermeye devam. 'Yasa olsa o kaza yaşanmazdı. Zira o şirket bir iş sağlığı uzmanı bulundurmak ya da tutmak zorunda olacaktı. O uzman da bu işte müteselsil sorumlu olacağı için, o çadırları mutlaka denetletmek zorunda olacaktı. Koşullar uygundur demeden adamlar çalışamayacaktı. Kayırma, torpil olamayacaktı. Ufacık önlem bile alınsa, kapı açık olsa, çadır naylon olmasa o kaza olmayacaktı.' Ve Kılıçdaroğlu son noktayı koyuyor: 'Bunun için harcanacak maliyet, azalacak iş kazaları sayesinde kendini kısa sürede çıkarır. Bir kayıp olarak bakmak doğru değil.'

Şimdi sıkı durun, tırnak içinde verdiğim 'itiraf-tespitler' CHP liderine değil, Çalışma Bakanı Faruk Çelik'e ait. Kimin, kimi, kime şikâyet ettiğini göstermek için size bir 'eşşek şakası' yaptım, affola! Bir dediği iki edilmeyen siyasi irade bunu koca bakanlarına anlatamamış. İnandınız mı?

Eskiden tanrılara kurban verilirdi, şimdi sermayedara. Bir teklifim var; gidip 'bu yasa çıksaydı siz yaşıyor olacaktınız' diye kurbanların mezar taşlarına yazsınlar. Böylece gelecek nesil, yakın tarihi bir de mezar taşlarından okur.

Unutmadan, müjdemi isterim! Bakanlar Kurulu'nda o eksik imzalar tamamlanmış, üstelik bir de 'ivedilikle' Meclis'e sevk edilecekmiş! Gerçi, Esenyurt yangınının hemen sonrasına denk gelmesi bir talihsizlik. Ancak şöyle ifade edeyim, köprü trafiği yoğundu. Hem boşuna da yanmadılar, o gece şipşak sigortaları da yapıldı. Doğruya doğru.

Bugün iş güvenliği önerileri yazacaktım, değil mi? Yazmıyorum işte!

i.ozturk@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1262316&title=oluler-aci-cekmez-kalan-saglar-bizimdir

Avukat

İki senedir bir sonraki yazıda sunacağım teklifleri anlatmaya çalışıyorum.

Ancak 'çok solcu ağzıyla yazılmış, hükümetle aramızı bozar, bürokrasi bize kıl olur, zaten rekabette zorlanıyoruz' gibi argümanlarla bu teklifler geri çevrilmişti. 2008 yılından beri konuyu sümenaltı ettiğini açıklayan hükümet de bu kanaatteymiş. Telefondan alınan İletişim Vergisi'nden 'çok rahatsız olduğunu' ifade edip bu vergi kaybını göze alanlar, yüzlerce insanın yoktan yere ocaklarına incir ağacı dikilmesine yol açan çok küçük bir maliyeti kamu ve işveren arasında bölüşmediler. Ne yani kalite, verimlilik, rekabeti bilmeyen sözde girişimcilerin tek tutanağı asgari ücretle çalışan milyonlarca gariban mı olacak? Rekabet deyince akıllarına emekçinin ensesine çökmekten başka bir şey gelmiyor anlaşılan. Bir dahaki yazıda önerilere geçmek üzere önce başlıca sorunları özetleyelim.

1. İlk kritik sorun alanı eğitimle ilgilidir. Her şeyden önce emekçiler iş kazaları ve meslek hastalıklarının birinci muhatabı ve mağdurudur. Meslekî eğitim sistemi, iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri yetersiz olup, iş güvenliği hizmetlerinden yeterince fayda sağlanamamaktadır.

2. Esasen kazaların diğer mağduru olan işveren ve temsilcileri de işçiler gibi eğitimsiz ve bilinçsizdir. Bu eğitim şart tutulmalı, ancak önce bu eğitimi verecek olanların eğitilmesi gerekmektedir. Yoksa maksat yeni türeme tiplere yeni rant kapıları açmak, haybeden sertifika dağıtmak olmamalıdır.

3. Keza İSG hizmeti sağlayanların da (kişi-kuruluşlar) y etkinlik sorunları vardır. 2004-2012 arasında yaklaşık 9.000 kişiye 'A-B-C sınıfı uzmanlık sertifikası' verilmiş, ancak daha sonra eğitimler ve sertifikalandırmalar Danıştay kararlarıyla çeşitli kereler sekteye uğramıştır. Bu A-B-C uzmanlık meseleleri nedeniyle iş güvenliği hizmeti sağlayan mühendis ve hekimler kendi aralarında bölünmüş, kendi dertlerinden neredeyse asıl konularını düşünemez hale gelmişlerdir. Zira yıllardır bu işi yapanlar, denetimler esnasında sertifikaları olmadığı vb. sebeplerle işsiz kalma korkusu yaşamış ve işsiz kalmışlardır.

4. Türkiye'deki 4857 sayılı İş Kanunu denetim ve kazaları önlemekte 'proaktif' olamamış, testi kırıldıktan sonra, yani kaza gerçekleşince cezalandırmaya yöneliktir. Türkiye'deki sistem varlığını 'korkulardan' aldığından 'en iyi kişi, iş yapmayan, risk almayandır' diye bakılıyor, iş yaptırmamaya, işi zorlaştırmaya odaklanılıyor. Böylece kendi elleriyle herkesi sistem dışına itiyor, kuralları ihlale zorluyor, kayıt dışılıkta ve vergi kaçağında olduğu gibi, sonunda da elde etmek istediği hiçbir sonuca ulaşamıyor. Acilen Kamu Personel Yasası da çıkartılarak işini iyi yapmayanlara maddî, manevî, kariyer olarak hesap sorulabilmelidir.

5. Her tarafımız kışla mantığı ile konulmuş çağdışı yasaklarla kuşatıldığı halde Türkiye adeta bir denetimsizlik cennetidir. Yüzlerce işçi çalıştıran işyerleri senelerce müfettiş-denetim yüzü görmeden çalışmaya devam edebilmektedir. Toplam kazaların % 80'i 50 kişinin altında işçi çalıştıran işyerlerinde gerçekleştiği halde ciddi bir kaza olana kadar bunlara hiçbir teknik müfettiş uğramamaktadır. Hem de nerede? Mesela, Zeytinburnu'nun ortasında! Vergilerde denetim oranı % 2 olduğu gibi, kazalardan da denetimler aylar sonra yapılmaktadır. O da ölümler yeterince 'toplu' olursa. Öyle 'münferit hadiseler' için görevlileri ve telefonları meşgul etmeyin.

6. Esasında İSG sektöründeki çalışanların en büyük sorunu, işverenlerden maaş-ücret almaları sebebiyle işlerini tam anlamıyla özgürce yapamamalarıdır. Bu açık bir çıkar çatışması, ahlakî erozyon alanıdır. Astına üstünün darbe suçunu yargılatan ağır militarizm ile, çalışanına patronunu denetlenen bu vahşi kapitalizm arasındaki fark nedir ki?

7. İşyeri hekimleri ile iş güvenliği uzmanı ayrı çalışmakta, işyerleri için fazladan külfet olmanın yanında yeterli ve gerekli fayda da sağlanamamaktadır.

8. Oda ve sendikalar siyasi görüşlerini İSG alanında dışarıda tutamadıklarından bu konuda da yeterince aktif ve etkili olamamaktadırlar. Çok haklı oldukları konuları bile doğru ifade edememekte, bazen de rant düşüncesine esir olabilmektedir.

i.ozturk@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1263998&title=is-guvenliginde-baslica-sorunlar