Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

25 Nisan 2024, 06:30:28

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 101
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 82
Total: 82

Kürt Açılımı, Toktamış Ateş, Bugün Gazetesi

Başlatan kilimanjaro, 20 Ağustos 2009, 11:14:27

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Kürt Açılımı (1)

Anadil

Son günlerde dillerden düşmeyen "Kürt açılımı" konusunda bir şeyler yazmadığımdan bahisle, eleştiren arkadaşlarım oldu. Fakat son zamanlarda bu konuda çok yazdığım için aynı şeyleri tekrarlamamak istiyordum.

Çok kısa bir tatili de vesile ederek son aylarda bu konuda yazdığım üç yazıyı yeniden yayınlamaya karar verdim. Bugün 3 Mart tarihli yazımı yeniden yayınlıyorum. Önümüzdeki salı 21 Nisan tarihli yazım, perşembe günü de 25 Nisan tarihli yazım yayınlanacak.

Kürt açılımıyla ilgili görüşlerim yıllardır değişmedi ve sanıyorum önümüzdeki yıllarda da değişmeyecek.

Her ulusun tarihinde, utanç duyulması gereken sayfalar vardır. Bunların sürekli olarak dile getirilmesi, hoş olmayan ve bence, çok yanlış bir şeydir. Fakat, unutulmaması da gerekir. Bugün, yakın tarihimizdeki böyle bir utanç döneminden söz etmek ve bu dönemin, günümüze taşıdığı kimi travmaları ele almak istiyorum.

Ancak, bu konuya girmeden önce; yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için, bir düşünce ve kanaatimi, bir kez daha dile getirmek istiyorum. Bence, Türkiye'de Türk olmak; "Türkiye Cumhuriyeti'ne, vatandaşlık bağı ile bağlı olmak ve anadili ne olursa olsun, resmi dilimiz Türkçe'yi, kamu yaşamımızda kullanmak" demektir. Ve bu anlayışım çerçevesinde; Türkiye'ye, vatandaşlık bağıyla bağlı olan ve hangi ırktan, hangi etnik gruptan gelirse gelsin; kamu yaşamında, Türkçe'yi kullanan herkesi, "1. sınıf" vatandaş sayarım ve "mutlak bir eşitlik" içinde görürüm. Ve elbette, başta Sayın Ahmet Türk olmak üzere, DTP'nin tüm milletvekillerini ve üst düzey yöneticilerini; etnik aidiyet ve duyguları ne olursa olsun, vatandaşlıktan kaynaklanan birer Türk olarak görürüm ve bu "1. sınıf vatandaşları" kendimle mutlak anlamda eşit olarak değerlendiririm.

Herhalde anlamışsınızdır. Konumuz DTP eşbaşkanı, Sayın Türk'ün; TBMM DTP grup toplantısında, konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yapması. Kimi yorumlarda; bu konuşmanın, "büyük tepkilere" yol açtığı söyleniyorsa da; bence, büyük tepki falan olmadı. BBP'li gençlerinin, cılız bir gösterisi bir yana; insanlar, sokaklara da dökülmediler. Öyle anlaşılıyor ki; pek hoşa gitmese bile toplumumuz böylesine (bence) münasebetsiz bir çıkışı, olgunlukla karşılayacak düzeye ulaşmış.

Kimileri, ulaşmaktan uzak olsalar bile...

Fakat gene de, bir değerlendirme yapmamamız gerektiğini düşünüyorum. Zaten, bu konuşmanın yapıldığı, geçtiğimiz Salı gecesi, Samanyolu Haber TV'deki "Açı" programında, bu konuyu da değerlendirmiştik. Ben, "Herhalde Ahmet Türk'ün içinde kalmış, bir uktesi vardı" demiştim. Ve bir gün sonra yaptığı basın toplantısında Sayın Türk, şu "yakıcı cümleleri" dile getiriyordu: "...Ailelerimiz ziyarete geliyordu, başka dil bilmedikleri için Kürtçe konuşmak istiyordu. Ancak Kürtçe konuşmanın hem bize hem kendilerine yönelik baskı aracı olduğunu ve bu yüzden dayak yediğimizi bildikleri için Kürtçe konuşmuyorlardı. Biz buna rağmen bazen 'nasılsın anne' diyorduk; onların yüreği kırılmadan dönmelerini istiyorduk. Sonra da bunun için dayak yiyorduk. O zamanlar kendi kendime 'bir gün resmi bir toplantıda anadilimle konuşacağım' diye söz vermiştim..."

12 Eylül utanç döneminin o "unutulmaz" Diyarbakır Cezaevi'nde yaşanıyor bunlar. Ve kendi ifadesiyle, "Kürtçe konuştuğu için" dayak yiyen Ahmet Türk, bölgesinde çok etkili bir milletvekili...

O Diyarbakır Cezaevi, bence PKK terörünün, en ciddi nedenlerinden biridir. İnsanlar orada, öyle şeyler yaşamışlar ki; ölüm bile, bazen bir kurtuluş olarak görülebilmiş.

İlginç bir rastlantıyla, o günlerde bir başka CHP'li siyasetçinin, Sayın Nurettin Yılmaz'ın, "Yakın Tarihin Tanığıyım" başlıkla yayınladığı anılarını okumuştum. Şimdi o anılardan bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum: ...İri yarı bir asteğmen, arkadan kafama copla sert bir şekilde vurdu. Donumu aşağı indirmemi istediğinde kesin olarak reddettim. 3-4 gardiyan tarafından coplandım. Ve milletvekili ve avukatların bulunduğu 37 no'lu koğuşa konuldum. Milletvekilleri Ahmet Türk, Celal Paydaş, Mahmut Bucak ve avukat Şerafettin Kaya ile avukat Hüseyin Yıldırım vardı koğuşta...

...Bana Ahmet Türk'e, Celal Paydaş'a ve Hüseyin Yıldırım'a kötü muameleyi ilke edinmişlerdi.

Bizlere 7-8 metre uzunluğundaki ağır kalaslar taşıtıyorlardı. Bir ara genç tutuklulardan biri bana ve Ahmet Türk'e yardım etmek istedi. Bu sefer hem coplandık, hem de bize ikişer kalas taşıtılmaya başlandı...

...Bir gün kokmuş yemeği verdiler bize. Yemeği iade etsek cezalandırılırız diye, tuvalete dökmeye karar verdi koğuş sorumlusu. Yemeği tuvalete dökünce, alt kattaki tuvalet tıkandı. Beni, Ahmet Türk, Celal Paydaş ile Şerafettin Kaya'yı temizlemeye çağırdılar...

...'Kollarınızı sıvayın tıkanan tuvaletin pisliklerini ellerinizle çıkarıp, tuvaleti açın dediler. Celal Paydaş bizden biraz daha iriydi, biraz da saftı. O denedi. Başarılı olamadı. Ben ile Ahmet Türk de bu görüntüye güldük. Güldüğümüzü gören 'Azrailler' o pis suyu içme cezası verdiler. Tüm direnmemize rağmen, başarılı olamadık...

...Guantanamo'dan onlarca kat daha zordu...

TBMM çatısı altında yasal olarak Türkçe dışında bir dil kullanılması, mümkün değildir.Bunu, elbette Ahmet Türk de biliyordu. Zaten, "Bundan sonraki çalışmalarımı Türkçe yapacağım" açıklamasını yaparken, herhalde bunu düşünüyordu.

Evet, yasadışı bir durum söz konusudur ama insanları, bu türden davranışlara iten duygulara da, saygı göstermek gerektiğini düşünüyorum.

12 Eylül, bir utanç sayfasıydı. İzlerinin silinmesine uğraşmak gerek.

Yaranın kabuğunu kaldırmayalım...

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/76210-kurt-acilimi-1-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Türk olmak

Çok uluslu bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde bir "ulus devlet" oluşturmak, çok zor bir şeydir.Hele bu devletin; "merkezi yapılı", bir devlet olması zorunluluğu olursa, zorluk katlanarak artar. Ne derece doğru olduğu bilinmeyen, bir "tevatür" vardır. Cumhuriyetimizin ilk yıllarında; yerel yönetimlere ağırlık veren, bir yapı oluşturma niyeti varmış.

Fakat, özellikle Şeyh Sait ayaklanmasının ardından; "ülke bölünür", korkusuyla, bu projeden vazgeçildiği ve merkezi yapının güçlendirildiği, söylenir. Ve 1920'lerin; yoksul Türkiye Cumhuriyeti, böylesine ağır bir projeyi, yaşama geçirmek zorunda idi.

Odönemin aydın ve siyasetçileri arasında; çok sayıda, "ırkçı" olduğunu biliriz. Kimileri, "Müslümanlıkla" Türklüğü, aynı şey olarak görüyor ve bunun üzerinden, ilginç bir ırkçılık yapıyorlardı. Kimileri; tüm etnik özellikleri görmezden gelerek, Müslüman halkı, Türk sayıyorlardı. Kimileri; Anadolu'daki, gayrımüslim halkın, ırk olarak Türk olduğunu, fakat farklı dinleri benimsediklerini, dile getiriyordu.

"Bir ulus yaratma" projesi, heyecan verici bir projedir. (En azından, ben heyecanlanıyorum). Bugünkü bilgi birikimimiz ve anlayışımızla, "ilkel" de gelse; Türk Tarih Tezi; aynı biçimde, "Güneş-dil Teorisi"; gibi çabalar, hep "Ulus yaratma" çabaları arasında değerlendirilmelidir. Aynı zamanda, "dilimizi yabancı dillerin boyunduruğu altından kurtarma", görevi verilen; Türk Dilini Tetkik Cemiyeti, (12 Eylül'e kadar Türk Dil Kurumu); Türk tarihini, doğru bir biçimde belirlemek için kurulan; "Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti", (eski Türk Tarih Kurumu), aynı çabaların başka tezahürleridir. Atatürk'ün, mirasının nemasının bir bölümünü; bu iki "cemiyete" bırakması, çok anlamlıdır. Aynı biçimde, bu iki cemiyeti, "devlet dairesi" olarak kurmadığı ve bürokrasi dışına taşımak istemesi de, değerlendirilmelidir.

Fakat sahte Atatürkçü ve yarı faşist 12 Eylül yönetimi; Atatürk'ün mirasına da tecavüz ederek, bu iki cemiyeti, devlet dairesi yaptı. (Fakat, Atatürk'ün parasını almaya devam ettiler). Türkiye'de; bu tecavüze, hiçbir muhafazakar hükümet, cesaret edemezdi. Zaten, böyle bir "bahane" bulsalar; o iktidarın dayandığı parti, anında kapatılır ve yöneticileri cezalandırılır...

Kimi araştırmacılar; (çoğu iyi niyetli olarak), 23 Nisan 1920'de, Ankara'da çalışmalarına başlayan Meclis'e; "Türkiye Büyük Millet Meclisi" değil; örneğin, "Anadolu Halkı Meclisi" vb. gibi bir isim konulsa, daha iyi olurdu derler. Aynı biçimde; devletimizin adını, "Türkiye Cumhuriyeti" değil; örneğin, "Anadolu Cumhuriyeti" koysaydık, yıllar sonra ortaya çıkan etnik çatışmalar olmazdı, diye düşünürler.

Hatta, rahmetli Turgut Özal'ın da, böyle bir düşünceyi dile getirdiği söylenir. Bunca yıl sonra, böyle düşünceler ileri sürmek, kolaydır. Fakat o günlerin Türkiye'sinde;(ya da Osmanlı İmparatorluğu'nda), uluslaşma çabalarının, tüm sorunları derin biçimlerde yaşanıyordu. Sevr Antlaşması; Doğu'da, bağımsız bir Ermenistan kurulmasını öngörüyordu. Aynı biçimde; Güneydoğu'da, ilerde bağımsızlığını kazanabilecek, bir Kürdistan'dan bahsediliyordu. Tüm bunlara ek olarak ve çok ilginç bir biçimde; Batı Anadolu'nun değişik merkezlerinde, bir "Çerkez Ulusçuluğu", yeşertilmeye çabalanıyordu.

Balıkesir ve Manyas yörelerinde ayaklanarak, kardeş kanı dökülmesine neden olan, Ahmet Aznavur da Çerkez'di; Düzce Hendek ayaklanmasının ardındaki, milletvekili Sefer bey de Çerkez'di; bu ayaklanmaların bastırılmasında, birinci dereceden rol oynayan Ethem Bey de, Çerkez'di. Ahmet Anzavur'a, "paşalık" unvanı veren, Sultan Vahdettin'in; "vatan haini" olmadığını yazanlara, çok şaşırıyorum. İşte ülkenin bu koşullarında; "Türkiye" dışında, bir isim kullanılmasının, çok ciddi sakıncaları olabilirdi.

Bu yazıyı yazmak için daktilomun başına oturduğumda; başka bir şeyler yazmayı düşünüyordum. (çok şaşırıyorlar ama; ben, hâlâ daktilo kullanıyor ve gerek yazılarımı, gerek diğer dilekçe vb. gibi şeyleri, daktilo ile yazıyorum. Arada sırada, bilgisayarla yazmıyor değilim.

Fakat, daktilolarıma şerit bulabildiğim sürece, ağırlık daktilo olacak). Aslında, beni daktilomun başına oturtan şey; Genelkurmay Başkanımız Sayın İlker Başbuğ'un, bilgilendirme toplantısında yaptığı konuşmada; Atatürk'ün millet tanımına, daha doğrusu, "Türk" tanımına getirdiği açıklamaya değinerek; farklı millet (ulus), tanımlarını anlatmaktı.

Fakat işin bu boyutuna, bu yazı çerçevesinde, yer kalmadı. Bir başka yazımda, bunları anlatacağım. Atatürk'ün, "Türkiye Cumhuriyetini kuran (ve orada yaşayan) insanlara, Türk denir", gibisinden yaptığı açıklamalar; o günlerin koşulları dikkate alınarak, değerlendirilmelidir. Bunun dışında, bir açıklama yapmak, "öküz altında buzağı aramak"tan başka bir şey değildir.

O günlerin Anadolu'su; Kafkaslar'dan ve Rumeli'den gelen insanlarımızın, "yurt tutmaya" geldikleri, bir ülkedir ve böylesine karışık bir etnik yapı içinde; "ırkçılığa" yer olmadığı, açıktır. Hele, Rumeli kökenli ve sarı saçlı ve mavi gözlü bir Mustafa Kemal'in ırkçı olduğunu düşünmek; tek kelimeyle, gülünçtür...

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/76401-kurt-acilimi-2-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Ulus tanımı

Genelkurmay Başkanı Sayın İlker Başbuğ'un, Atatürk'ten aktardığı "Türk" tanımı, fazla tartışmalara neden olmadı. Zaten Atatürk'ün yaptığı bir tanımın, herhangi bir tartışmaya zemin oluşturması da beklenmezdi. Ve bu nedenle, zaman zaman inkar etseler de; düpedüz geri zekalı kimi ırkçılar, bu ağır darbeyi (!), sineye çekmek zorunda kaldılar. Kendilerini, bu ülkenin "asli sahibi"; kendilerinden olmayanları da, bir tür "konuk" sanan bu "süper zekalılar"; bu kez, "halk" ve "ulus" kavramlarını birbirinden ayırarak; Atatürk'ün tanımının, halk tanımı olduğunu, ulus tanımının farklı olduğunu, dile getirmeye başladılar.

Bu kavramlar arasındaki tartışma, oldukça eskiye dayanır. Bilebildiğim kadarıyla; bütün uygar dillerde, "halk" ve "ulus", farklı sözcüklerle ifade edilmektedir. Fakat bana kalırsa, böyle bir ayrımın, fazla bir anlamı da yoktur. Yaygın bir anlayışa göre; "ulus" (millet), tarihsel ve felsefi bir kavramdır. "Halk" ise, belirli bir zaman kesimini; özellikle, içinde yaşanılan günü kapsayan, "sosyolojik" (toplumbilimsel) bir kavramdır.

Bu söylediklerimizi, bir örnek çerçevesinde genişletirsek, sanıyorum daha kolay anlaşılacaktır. Örneğin; "Türk ulusu", ya da "Türk milleti" denildiği zaman tarihten gelen ve geleceğe uzanan bir kavram açıklanmaktadır. Yani burada, bir "soyutlama" yapılmaktadır.

Buna karşılık; "Türk halkı", denildiği zaman; günümüz Türkiye Cumhuriyeti toprakları üzerinde yaşayan, Türkiye vatandaşları, somut bir biçimde, kapsam içine alınmış olmaktadır. Sosyal bilim yaşamımızın öncülerinden Ziya Gökalp de, bu iki kavramı; benim gibi, iç içe kullanmaktadır. Cumhuriyetimizin siyasal temellerinden olan, "Türkçülüğün esasları" başlıklı kitabında, "Siyasal Türkçülük" bölümünde, şu satırları görürüz "...

Halk Fırkası, hükümranlığı millete, yani Türk halkına verdi. Devletimize Türkiye ve halkımıza Türk milleti adlarını bahşetti"... Atatürk'ün bu alandaki görüşlerinin temel kaynağı da, Ziya Gökalp'in yazdıklarıdır. HHH Benim öğrenciliğimdeki sosyoloji kitaplarında, "ulus tanımı"; dil, din, ırk, tarih, kültür vb. birliği ve birlikte yaşama iradesine dayandırılırdı. Aslında dil birliği, din birliği, ırk birliği, kültür birliği, ortak bir tarih gibi unsurlar; hiç kuşkusuz, bir halk içindeki bağları güçlendirir ve uyumu artırırlar.

Ancak, ekonomik çıkarlar vb. söz konusu olduğunda; bu türden bağlar, ne denli güçlü olurlarsa olsunlar, bir gün çözülebilirler. Günümüz dünyasında, bunun sayısız örnekleri vardır. İnsanlar; değişik renk, ırk, dil, din ve kültüre sahiptir. Yukarda da kısmen değindiğimiz üzere; dünyamız üzerinde, bu unsurlar açısından türdeş (homojen) olan, hemen hiçbir devlet yoktur.

Bu durumda; bir insan topluluğunu ulus, ya da halk yapan bir din birliğinden, bir ırk birliğinden, bir dil birliğinden, ya da kültür birliğinden söz etmemiz mümkün değildir. Eğer bir devletin vatandaşları arasında; dil, din, ırk vb. birlikler olursa, yukarıda da değindiğimiz gibi; bu insanların oluşturacakları topluluk, hiç kuşkusuz uyumlu bir ulus, ya da halk olacaktır.

Ancak bu durum, her zaman gerçekleşememektedir. Hatta, bunun tam aksine; aralarında pek çok farklılıklar bulunan insanlar, uyumlu bir toplum oluşturabilmektedir. Örneğin; din, dil, ırk ve kültür açısından, oldukça türdeş olan Araplar, bir ulus devlet içinde birleşemedikleri gibi, kurmuş oldukları farklı devletlerin, birbirleriyle çatışmaları bir yana; aynı devletler içinde de, farklı çıkarların, kimi zaman çok kanlı çatışmalara yol açtığı görülmektedir.

Tabii bu halklar üzerindeki, emperyalist oyunlar, göz önünden uzak tutulmamalıdır. Arap dünyasında, bu türden ayrılıklar körüklenir ve yaşanırken; üç resmi dili olan ve çok farklı kültürlerden gelen, İsviçre halkı; ya da, sayısız ırk, dil ve kültürün, sentezini yapmış olan ABD halkı; oldukça uyum içinde görülebilmektedir.

Bir başka ilginç örnek, Almanya'dır. Aynı dil, ırk ve kültürden gelen Almanların; tarihleri boyunca, tek devlet içinde yaşadıkları dönem çok azdır. Bu istisnalardan biri de, günümüz Almanya'sıdır.

Başta, Alman bilim insanı Prof. Kessler olmak üzere; geçtiğimiz yüzyılın başında, bir dizi kamu hukukçusu ve siyaset bilimci, farklı ulus tanımları geliştirdiler. Örneğin; aynı kandan gelen insanların oluşturdukları, "kan ulusu"; aynı ırktan gelen insanların oluşturdukları "ırk ulusu" gibi. Bir de, "aynı devletin vatandaşı olmaktan" kaynaklanan, "devlet ulusu" kavramı vardır ki; Atatürk'ün, ülkemize getirdiği ulus tanımı, böyle bir tanımdır.

Cumhuriyetimizin ulus anlayışına göre; hangi ırktan, hangi dilden hangi dinden gelirlerse gelsinler; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan; anadili ne olursa olsun, resmi dili Türkçe'yi kullanan ve geleceğini, Türkiye'nin geleceği ile özdeş sayan herkes, Türk'tür. Ama, Rum asıllı Türk'tür; ama, Ermeni asıllı, ama Kürt asıllı, ama Gürcü asıllı Türk'tür... Bu anlayış, çağımız en ileri anlayışıdır.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/76537-kurt-acilimi-3-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.