Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

20 Nisan 2024, 16:45:47

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 92
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 73
Total: 73

Vakıflara bağış rüşvet olur mu?, Hayrettin Karaman, Yeni Şafak

Başlatan kilimanjaro, 15 Ocak 2014, 02:01:24

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Yargı eliyle Hükümete karşı yürürlüğe sokulan 17 Aralık operasyonuyla ilgili Hayrettin Karaman'ın Yeni Şafak Gazetesi'ndeki köşe yazıları:

Vakıflara bağış rüşvet olur mu?

Kör muhalefet ve kin yüzünden gözü dönmüş birileri 'Başbakan'ın yakınlarının yönetim kurulunda bulunduğu bir vakfa yapılan her bağış rüşvettir' diyebiliyorlar.

Kaynaklara baktığımızda suç olan rüşvetin şöyle tarif edildiğini görüyoruz: 'Bir kamu görevlisinin, görevinin gereklerine aykırı bir işi yapması veya yapmaması için kişiyle vardığı anlaşma çerçevesinde bir yarar sağlamasıdır.'

TÜRGEV (Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı) adı üstünde bir vakıf; burada çalışanlar da kimin nesi olurlarsa olsunlar 'kamu görevlisi' olarak çalışmıyorlar. İster iktidarda olanların gözüne girmek için olsun, ister Allah rızası için olsun bu ve benzeri vakıflara yardım edenlerin 'rüşvet verdiklerini', vakıfta çalışanların da 'rüşvet aldığını' iddia etmek saçmalamanın ötesinde bir abes örneğidir.

Tartışma konusu olan vakıf TÜRGEV değil de mesela 'çağdaş yaşamı destekleme' amaçlı bir vakıf olsaydı buraya yapılan yardımlar da, burada çalışan siyasetçi yakınları da övülecek, kendilerine ödüller verilecekti. Böyle çifte standartlara alıştığımız için artık ne şaşırıyor ne de öfkeleniyoruz; acı acı gülümseyip geçiyoruz.

Bu vesile ile adı geçen vakfın değerli ve onurlu hizmetçilerinin yaptıkları açıklamadan bir kısmını aşağıya alıyorum:

'Türkiye Gençlik ve Eğitime Hizmet Vakfı (TÜRGEV) 1996 yılında Türk Medeni Kanunu'na göre kurulmuş olup vakıf senedinde belirtilen amaçlar doğrultusunda ülkemiz gençliğine hizmet vermektedir. 18 yıldır yükseköğrenim gören binlerce kız öğrencimizin eğitimine katkıda bulunan TÜRGEV, halen 2000'in üzerinde öğrenciye hizmet vermeye devam etmektedir. Öğrencilere burs veren, en iyi şartlarda barınma hizmeti sağlayan vakfımız, ayrıca da şehit yakını ve yetim öğrencilerimize destek olmakta; burs ve ücretsiz barınma hizmetleri sağlamaktadır.'

'Vakfımız yurt işletmeciliği yaparken asla kâr amacı gütmemektedir. Hizmetlerde kâr değil, sosyal hizmet amaçlanmaktadır. Vakfımızın çalışan personeli dışında ne yönetim ne denetim kurulu ve ne de genel kurul üyeleri vakıftan hiçbir ücret almamaktadır. Yapılan tüm çalışmalar 'gönüllülük' esasına göre ve 'gençliğimize hizmet' gayesiyle yapılmaktadır.'

TÜRGEV, ENSAR, ÖNDER, İLİM YAYMA, HÜDAYİ, İSAR, BİLİM SANAT, ANADOLU PLATFORMU gibi birçok vakıf ve derneğimiz, değerlerimize sahip çıkacak, medeniyetimizi ihya ve inşa edecek bir gençlik yetiştirmek, çeşitli sosyal ihtiyaçları karşılamak, dertlilerin dertlerine derman olmak için gece gündüz çalışıyorlar. Buralarda menfaat beklemeden hizmet verenler Allah'ın sevgili kullarıdır.

Medeniyetimiz aynı zamanda bir 'vakıf medeniyeti'dir. Halkımızın genlerinde vakıf hassasiyeti mevcuttur. Kim ne derse desin halkımız bu mirasa sahip çıkacak ve bu güzel, yararlı, sevaplı hizmet alanına alakasını arttırarak devam ettirecektir.

Yerdeki bazı yaratıkların uluması gökte seyreden bulutları etkilemez, etkilememelidir!

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/vakiflara-bagis-rusvet-olur-mu/47685




İslam'a hizmet kuruluşlarına bağışlar

Çok partili demokrasiye geçmeden önce Diyanet'in kadrosu oldukça kısıtlı idi. Şehirlerde ve köylerde birçok camiin kadrolu görevlisi yoktu. Cemaat kendi aralarında topladıkları bağış para, tahıl vb.nden, din görevlisine aylık öderlerdi.

Cami, Kur'an kursu gibi din eğitimi ve ibadet yerleri yine halktan toplanan bağışlarla yapılırdı, şimdi Diyanet Vakfı, belediyeler ve vakıflar devreye girmiş olsalar da halkın bağışı devam etmektedir.

Dindar halkımız hem çocuklarının, inandıkları dinin eğitim ve öğretimini almaları, hem de gittikçe azalan ve yetersizleşen din görevlileri sebebiyle boşluğu doldurmak için 1950'den sonra okul istediler. 1951 yılında ülkemizin yedi vilayetinde yedi yıllık İmam Hatip Okulları açıldı. Hiçbirinin devlet veya yerel yönetimler tarafından yapılmış bir binası yoktu. Ya hayır sahiplerinin bağışladığı veya bazı kurum ve kuruluşlara ait boş, fakat yetersiz, eksikli binalarda öğretim ve eğitim başladı. Ben Konya İmam Hatip Okulu'na girmiştim. Binası eskiden polis koleji olarak kullanılmış oldukça eskimiş, yetersiz, okul için elverişsiz bir bina idi.

Türkiye'nin yedi vilayetinde dindar ve hamiyetli Müslümanlar kolları sıvadılar, yaptırma ve yaşatma dernekleri kurdular, halktan bağış toplayarak İmam Hatip Okulları için uygun binalar yaptırmaya koyuldular. Konya'da Hacıüveyszade Mustafa Efendi Hocamız o yaşında beni veya benim gibi öğrencilerden birini, gideceği köyden itibarlı bir zatı da yanına alarak köy köy dolaşır, öğrencilere Kur'an okutur, vaaz verdirir, sonra köylüden yardım isterdi. Tozlu yollarda, sıcak havada uzak köylere gittiğimizi, arabadan indiğimizde terin üzerine yapışmış toz ile çamurdan adama döndüğümüzü hatırlıyorum.

Bu okullar işte bu yoldan halkın bağışlarıyla yapıldı. Sonra Yüksek Okullar ve Fakülteler kuruldu, halk bunlar için de önemli bağışlarda bulundular, yurt ve okul binaları yaptılar, yapıyorlar.

Yalnız İmam Hatip Okulları ve Kur'an Kursları mı bu yardımlardan yararlandı? Elbette hayır. Dernek ve vakıfların yurt içinde ve dışında kurdukları özel okullar, kolejler, kurs ve yurt binaları, bunların zorunlu ve gelirlerinin karşılayamadığı giderlerini de yine dindar halkımız Allah rızası için karşıladılar, karşılamaya devam ediyorlar.

Şimdi Müslümanların daha hür, daha rahat oldukları bir zamanda hayır kurumlarına ve din hizmetine ait yapılara yapılan yardımların mesele yapılması, bunlara ayrılmış olduğunu ilgililerin onayladıkları ve tanıklık ettikleri meblağlara, 'mal bulmuş mağribî gibi' el koymaları, verenleri ve aracılık edenleri sahtekarlık ve hırsızlıkla suçlamaları düşündürücüdür. Toplamada, bir yerde korumada, aktarmada, kayıtta usulsüzlükler olabilir, kimse 'bunlar oluversin' demez, ama usul hatası başkadır, hayır ve hizmet sahiplerini bin pişman hale getirecek kötü muamele başkadır.

İlgililer bu paraları geri versinler vermesinler, dindar ve hamiyetli halkımız yine de hem Balkan Üniversitesi'nin, hem Osmancık İmam Hatip Okulu'nun, hem de diğer hayır ve din hizmeti yapılarının ihtiyaçlarını ibadet hazzı içinde karşılayacaklar ve bu kervan yürümeye devam edecektir.

Şunu da şimdilik kısaca not edeyim ve günü geldiğinde daha uzun yazayım:

Ben bir İmam Hatipliyim ve bu okullardan halkımızın din eğitim ve öğretimi bakımından büyük faydalar sağlayacağına inanıyorum, elimden geldiği kadar da yardımcı oluyorum. Ama biz tekelci, ayrımcı ve rekabetçi değiliz; kimse de böyle olmamalıdır. Ülkemizde ne kadar hayra hizmet kurum ve kuruluşu varsa birbirini kardeş bilmeli, hayırda yarışmalı ve hizmeti -bu arada bağışları ve imkanları- adil olarak paylaşmalıdırlar.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/islama-hizmet-kuruluslarina-bagislar/45435



Oyunu bozmak için el ele

Doğru bakan ve gerçeği görenler şu hükümde/tespitte ittifak ediyorlar:

Çevre, yolsuzluk, diktatörlük kavramları ve her zaman olan bazı münferit vakalar kullanılarak başlatılan kalkışmalar, operasyonlar, medya savaşları içeriden ve dışarıdan Türkiye'yi çökertmek/engellemek içindir.

Türkiye niçin çökertilecek ve engellenecek?

Çünkü Türkiye; çarpık, zalim, sömürücü ve sömürgeci dünya düzenine/sistemine hayır demeye başlamış, mazlum milletlerin yanında yer alarak daha adil, insani ve adalet dairesinde barışçı bir dünyanın oluşması için yola koyulmuştur. Yalnız gayri Müslim ülkeler değil, bazı zalim İslam ülkeleri de bu savaşta Türkiye'nin karşısında, emperyalistlerin safında yer almaktadırlar.

Emperyalist Batı, ümmetin varlık ve birlik garantisi olan Osmanlı'yı, savaşarak değil, unsurları birbirine düşürerek ve Müslümanları kendi aralarında savaştırarak yıktılar. Parçalanıp zayıf düşen bir devleti savaşta yenmek, biçilmiş buğday saplarını toplamak gibidir.

Müslümanların niyeti/maksadı ne olursa olsun, 'ümmete savaş açmış, zalim düzenin devamından yana' olan sömürgeci/sömürücü devletlerle işbirliği yapamaz, onlara destek veremez ve onlardan medet umamazlar. Birlik ve beraberlik içinde hareket ettikleri sürece ümmet kendine yeter; 'ötekinden imdat isteyenler zaferden ümidi kesmelidirler'.

Yeni Türk dış politikasını tenkit etmek, iyi niyetle tavsiyelerde bulunmak her vatandaşın hakkıdır. Ama halkın büyük çoğunluğunun oyunu alarak iktidara gelmiş ve halkına hesap verme durumunda olan iktidarın da 'bir dış politika' belirleyip uygulama hakkı vardır. Daha iyiyi ve doğruyu bulmak için tartışmak, fikir alış verişinde bulunmak makul ve makbul, 'beğenmiyorum diye düşmanlarla işbirliği yapmak' gayr-i meşru ve zararlıdır.

Çare:

Derin ideolojik ihtilaf sebebiyle iktidara karşı olanlar bir yana aynı kıbleye yönelen bütün insanımızın, bu yıkıcı savaş karşısında el ele vermeleri gerekiyor.

Ağaç, çevre, yolsuzluk gibi bahanelere (oltalara) takılmadan asıl maksadı görmek ve bu suikastı önlemeyi öncelemek gerekiyor. Unutmayalım ki, en büyük yolsuzluk 'vesayetin avdetidir'.

'Biz barış istiyoruz, meşru olmayan yapı içinde yokuz, devlet içinde devlet olmak gibi bir hedefimiz de yok...' diyenler bir dakika gecikmeden dillerini ve davranışlarını değiştirmelidirler. Türkiye'ye karşı açılmış savaşta, bilerek bilmeyerek, isteyerek istemeden düşmanın işine yarayacak dil ve davranış içinde olmak iç (kardeşler arası) barışın en büyük engelidir.

Dün (Cumartesi günü) gazetelerde yer alan 'çok geniş sivil toplum dayanışması ve iktidar desteği' ümitlerimizi yeşertiyor. Bütün Türkiye'yi kaplayan bu 'el ele duruş'un dışında hiçbir 'kardeş' kalmamalıdır.

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.

yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/oyunu-bozmak-icin-el-ele/48087





Rüşvete ve yolsuzluğa fetva verilmez

Benim rüşvete fetva verdiğimi, yolsuzlukların örtülmesini istediğimi söyleyen veya ima eden ahlak yoksunlarına, eğer Müslüman iseler, iftiranın, karalamanın, itibar katlinin dünyada ve ahretteki sorumluluğunu hatırlatıyorum. Müslüman değilseler, dillerinden düşürmedikleri 'evrensel ahlak kitabında yaptıklarının yeri var mı' diye soruyorum.

Benim elli civarında kitabım, binlerce sayfa yazıyı içeren sitem var; buralarda ne söylediğim, ne yazdığım ortada, bunları bırakıp da kapalı kapıları zorlayanlara sesleniyorum: Dini konuşma ve açıklama bakımından açamayacağım bir kapım yoktur, arkadan dolanmaya, casusluk yapmaya gerek yok, bana sorabilirsiniz.

Ben yolsuzluğun üstü örtülsün, yolsuzluk yapanların üzerine gidilmesin filan demem; ama:

Din, hukuk ve ahlaka aykırı olduğu halde suçu sabit olmamış, hüküm giymemiş, hükmü temyizde tasdik edilmemiş insanlara –ki, bunlar henüz masumdurlar- sırf itham ve iddialara dayanarak 'suçlu' muamelesi yapmam, yapılmasına razı olmam, onların ve ailelerinin maruz kaldıkları maddi ve manevi işkenceye itiraz ederim.

Yolsuzluk iddiaları ile ilgili bilgileri hukuka ve ahlaka aykırı olduğu halde elde edip çarşaf çarşaf ilan edenlere 'zalim ve ahlaksız' derim.

Kendilerini aynı zamanda 'savcı, hakim ve yüksek hakim' yerine koyup insanları suçlayan ve mahkum edenlere, 'yahu sizde hiç insaf, vicdan, utanma duygusu, Allah korkusu, manevi sorumluluk hissiyatı... yok mu' derim.

Şeytana ve nefse uyup ister özele, ister kamuya yönelik bir haksızlık yapan, suç işleyen, milyonların kul hakkını yiyen kimselere -bu suçlar sabit olduğunda- asla müsamaha etmem, cezalarını çekmelerini isterim; ama cezalarını çekerken de 'keşke yapmasaydılar, hem kendilerine hem çevrelerine yazık ettiler' der, üzülürüm.

Bazılarının iftira ettikleri gibi bana başbakan, belediye başkanı iken, 'Hocam, daha güçlenmemiz, davayı sağlama almamız gerek. İhale verdiğimiz kişilerin kârlarından komisyon alabilir miyiz?' diye bir soru sormadı ve ben de ne ona, ne de bir başkasına 'Evet' diye cevap vermedim.

Bana o değil ama birçok kişi, 'Devletten veya belediyelerden haklı ve meşru olarak ihale alıp istifade ve kâr eden kimseleri, yardımda bulunsunlar diye hayır kurumlarına yönlendirsek bunda bir sakınca var mıdır' diye sordular.

Buna verdiğim cevap şudur:

Hayır işlesin diye teşvik ve sevkettiğiniz kimseler Müslüman iseler ve siz istemeseniz bu yardımı yapmayacak idiyseler ve/veya bir daha iş ve ihale alamam diye bu yardımı yaparlarsa bundan ecir (sevap) alamazlar. Ama kayıtlı ve şeffaf olmaları şartıyla hayır kurumları bundan istifade edebilirler; çünkü onların bir zorlamaları ve baskıları söz konusu değildir, verenin de baskı altında verdiği bilgisine sahip değillerdir.

Hemen kaydedeyim ki, insanları bir yerlere toplayıp manevi baskı yaparak yardım toplandığında da yukarıdaki sakınca (sevap alamama) sakıncası vardır. En uygunu insanlara, baskı yapmadan, mecbur bırakmadan ihtiyacı bildirmek ve hür iradeleriyle istedikleri kadar yardım etmelerine imkan vermektir.

Bir yerlere yardım edecek diye bir kimseye 'layık, ehil, en iyisi, en hesaplısı, kamu için en yararlısı olmadığı halde' ihale verilirse yapılan ihanet olur ve elbette caiz olmaz.

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HayrettinKaraman/rusvete-ve-yolsuzluga-fetva-verilmez/45227
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.