Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

04 Mayıs 2024, 00:21:08

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 160
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 150
Total: 150

Boşanma aşamasına gelen evliliklerin yüzde yetmişi romantizmle kurtarılabilir

Başlatan Avukat, 26 Haziran 2010, 12:19:48

« önceki - sonraki »

Avukat

Cengiz Hortoğlu Hukuk Fakültesi mezunu başarılı bir avukat. Ancak daha çok ulaşım, sağlık ve çocuk hakları konulu toplumsal sorunların çözümüne yönelik araştırmalara attığı imzasıyla tanıyoruz biz onu. Yaşam koçluğu eğitimi alan Hortoğlu, Akşam gazetesinde 3 yılı aşkın süre yazarlık yaptı. Pek çok başarılı kadın ve aile programının danışmanı olarak perde gerisinden toplum hayatına olumlu katkılarda bulunan ünlü yazar aynı zamanda imza atmış olduğu kitaplarla da okurların gönlünde taht kurmayı başardı.

Hortoğlu son olarak İkbal Günpınar ile birlikte imza attığı farklı kitabı ile evlilikleri kurtarmak ve çareyi boşanmakta arayan çiftleri mutlu günlerine geri döndürmek için kolları sıvadı.

Aşkın Bir Yüzü adlı kitap, çıktığı ilk günden bu yana olumlu tepkiler aldı. Erkek gözüyle Cengiz Hortoğlu'nun Kadın gözüyle İkbal Gürpınar'ın aynı evlilikteki sorunların iki ayrı cepheden nasıl yanlış algınabildiğini gözler önüne seren projenin tasarımcısı Cengiz Hortoğlu'nuna eserle ilgili merak edilenleri sorduk.

İşte sorularımız ve yazarın mütevazılığı bir an olsun elder bırakmadan verdiği cevaplar...     

> Bir evlilik hikâyesini iki ayrı yüzü ile kadın ve erkek kanadından ayrı ayrı anlatarak, eşlerin birbirini anlamasının önemini vurgulayan roman oluşturmak enteresan ve hakkı teslim edilmesi gereken bir proje. Nasıl doğdu?

>  4-5 yıldan bu yana nasıl olabileceğini düşündüğüm bir projeydi. Mesleğim gereği karşılaştığım insanları dinledikçe, toplumsal önemini fark etmiştim. Biliyorsunuz asıl gerçek algılanan şeydir. Evliliklerdeki ilişkilerde çoğunlukla iki tarafında son derece iyi niyetli ama birbirlerini tam olarak anlayamadıkları için sorun yaşadıklarını görüyordum. Aslında ikisi de iyi niyetli, ikisi de iyi şeyler istiyor ama birçok evlilikte çiftler birbirlerinin ne söylediğini algılayamama problemi yaşıyorlardı. Yaptığımız çalışmalarda eşlerin bana sürekli söylediği söz şuydu: "Eşim beni anlamıyor!"

> Her iki tarafta mı?

> Evet, aslında farklı üsluplarla iki tarafta aynı şeyi söylüyordu. İki tarafı da dinleyip de onlara "Bakın aslında eşiniz şunu söylemek istiyor" dediğim zaman "Hay Allah, ya ben bunu böyle anlamamıştım" diyorlar.  "Siz, eşini anlayamıyorsunuz, sorun burada" dediğim zaman duruyor ve düşünüyorlar.

Yeni özünde iki taraf da kendini ifade etme çabası içinde ama maalesef karşı tarafı anlama çabası içinde değil. Problemlerin en çok buradan kaynaklandığını gördüm. Yapılan boşanma başvurularının yüzde 30'unda hakikaten ciddi sorunlar yaşanıyor. Ama yüzde 70'inde sanıldığı gibi ciddi sorunlar yok, boşanmalarını gerektiren ciddi sorunlar söz konusu değil.

BOŞANMA AŞAMASINA GELEN EVLİKLERİN YÜZDE 70'İ KURTARILABİLİR

> Yani ayrılmak isteyen çiftlerin yüzde 70'inin evliliği kurtarılabilir diyorsunuz. 

> Evet, yüzde 70'i kurtarılır. Yüzde 30'unda hakikaten "bu ilişki bitmiş, çare yok" diyebiliniz ama yüzde 70'inde benim yakaladığım ortak nokta, romantizm ve sevginin yeterince yaşatılamaması. Boşanmak taleplerinin, evliliğin artık monotonluğa dönüşmesinden kaynaklandığını hissettim. Sevgide azalma olduğundan iki taraf birbirinin hatalarını önemsemeye başlıyor. "Aa, sen de işte böyleymişsin" diyor. Oysa sevgi ve romantizm yaşatılıyorsa iki taraf da birbirine daha hoşgörülü yaklaşıyor ve birbirini daha çok anlıyor. Birbirlerinin kusurlarını daha az görüyor ve onarıcı yaklaşımlar sergiliyor. 

İŞİN SIRRI ROMANTİZM

> Romantizm dediğimizde genelde sürekli olarak özel atmosferlerde, biraz daha ritüelli farklı beklentiler algılanıyor. Yani bir anlamda bulutlara götürme anlamı yakalanıyor ve öyle bir anlam çıkartılabiliyor. Romantizmden kastınız bu değil sanıyorum.

> Tabi tabi. Somutlaştırayım ben onu. Diğeri de makul ölçülerde zaman zaman olmalı ama işte asıl kastımız daha hayatın içinden davranışlar. Mesela eşinizle birlikte dışarıda, soğukta oturuyorsanız, ceketinizi çıkartıp eşinizin omzuna koymanız bir romantizmdir. El ele yürümek bir romantizmdir. Birlikte baş başa bir tiyatroya gitmek, sinemaya gitmek... Yani sadece iki kişi olmak suretiyle yapacağınız her eylem romantizmdir. Hele eşlerin birlikte bir tatil yapması bu romantizmi layıkıyla zirveye taşır. Eşlerin birbirlerini empatiyle dinlemesi ve "seni seviyorum, sana saygı duyuyorum" demesi romantizmdir. Ya da bir yemek yerken mum ışığı olur, romantizmdir. Gidip de bir akşam üzeri terasa, balkona ya da bahçeye çıkıp bir kahve içmek, hiç kimse olmadan sohbet etmesi romantizmdir.

Romantizm denildiğinde algılanacaklar çok marjinal şeyler değil. Yani benim romantizmle kastettiğim bu. Mesela bir arkadaşım anlatmıştı. İstanbul'da büyük deprem yaşandığında eşine zarar gelmesin diye ona vücudunu siper eden bir vatandaşımıza eşi "Sen beni gerçekten seviyormuşsun ben buna şimdi inandım" demiş... Budur işte romantizmin zirvesi, sevginin samimiyetinin göstergesi...

> Yani aslında çözüm çok basit ama nedense biz insanlar onu zorlaştırıyoruz....

> Maalesef biz çözümleri çoğunlukla çok başka yerlerde arıyoruz. Yani "ben seni çok seviyorum, sen benim için önemlisin seni anlıyorum" demek kadar basit ifadeleri seslendirmekten kaçınıyoruz. Oysa bunlar iki tarafın da birbirine olan duygularını müthiş şekilde dinamikleştirir. Eşlerden biri "eşim bana değer veriyor. Ben onun için değerliyim" diyebildiği zaman karşıdaki insan da bundan olumlu etkileniyor. Birbirini daha değerli görmeye başlıyorlar.

Yapılan birçok araştırma eşler birbirinden ayrıldıkları zaman,  kendileriyle ilgili konuşma süresinin 7 dakikayla sınırlı olduğunu gösteriyor. Kendileriyle ilgili konuşma süresi bu kadar. Başka onular daha uzun konuşuluyor; ev konusu, iş konusu, çocuklarıyla ilgili sorunlar... Ama birbirleriyle ilgili konuşma süreleri bu kadar az.

İşte bu birazcık özen, birazcık farkındalık ile pek çok ilişki sorununu böyle bir kitapla bir şekilde çözeceğine inandığım, onlara yardımı dokunacağını umduğum için projeyi hayata geçirmeyi çok istedim. Çünkü biliyorsunuz aile toplumun temelidir. O yüzden kutsal aile yapısı diyoruz. Bu toplumun bireyleri olarak hepimizin evlilikteki ilişkileri düzeltmek için ne yapmamız gerek diye düşündüm ve böyle bir girişim içine girdim.

İNSANLAR BİRBİRİNİN KIYMETİNİ KAYBEDİNCE ANLIYORLAR

> Boşanma davaları ile ilgili inanılmaz rakamlar veriyorsunuz, inanmak ta güçlük çektik!

> Maalesef inanılması zor ama gerçek 70 saniyede bir kişi eşinden boşanmak için mahkemeye başvuruyor. Bunların içinde velayet davaları da var, aile içi şiddet olayları da, ama ne olursa olsun bu çok ciddi bir sayı. Vahim bir artış var. Bir önceki yıla göre %10'dan fazla artış görülüyor. On yılı baz aldığınız zaman %30'un üzerinde artış söz konusu. Bu rakamlar karşısında duyarsız kalmak mümkün değildi. Sağlıklı toplum yapısının temelini oluşturan ailenin kurtarılması için çözüm aramamız gerekiyordu. Biraz da bu çözüm arayışı doğurdu bu çalışmayı. 

Biliyorsunuz, siz bir öykü yazmaya başladığınız zaman karakterler sizi yönlendirmeye başlıyor. Karakterler kendi içinde çözüm arıyor. Bu süreçte daha önceki düşüncelerimi dahi değiştiren birçok şey ortaya çıktı. Güzel bir özlü söz vardır: Sorunu çözmenin en önemli yolu sorunu yaratanları ortadan kaldırılmasıdır. Nedenleri ortadan kaldırınca sorunlar da çözülüyor. Kitabın öze ve hedefi de bu işte.  Kahramanımız Murat, sakin bir insan olmasına rağmen eşine karşı şiddet kullanıyor. Hiç istemediği halde yapıyor bunu. Ve bundan büyük pişmanlık, acı, üzüntü duyuyor.

Romanda şunu görüyorsunuz, insanlar birbirlerinin değerini kaybettiklerinde anlıyorlar. Aslında hava gibi, su gibi eşiyle 24 saat birlikteyken o insanın değerinin fazla farkına varmıyor ama ne zaman boşanmayla karşı karşıya kaldıkları anda bu işin ciddiyetini anlıyor, kavrıyor... Bu konuda gerçekten çok geniş bir çalışma yok. Ama bizim yaptığımız çalışmada...

> Kitabınızda olduğu gibi genelde bizde boşanmaya yol açan sorunlar ikili ilişkilerdeki çatlaklardan çok ikili ilişkiye müdahale edenlerden doğuyor. Bunlar da genelde yakın akrabalar oluyorlar... 

> Tamamen doğru  tespit. Yaptığımız çalışmada da bunu gördük. Aslında aileler karışmasalar çok basit şekilde çözülebilecek bir çok küçük sorun onlar karışınca büyüyor. "Sana bunu nasıl yapar?" sorusunu soruyorlar. "Sen benim kızımsın, sana bunu nasıl yapar?" ya da "Sen benim oğlumsun, sana bunu nasıl yapar?" soruları olayı çözmek yerine çıkmaza sokuyor...  Tabi ki ailelerin çocuğuna sahip çıkması önemli bir konu ama ona ne zaman sahip çıkılacağını çok iyi bilmek lazım.

"BOŞANMA DAVASI AÇMAYA ZORLAYAN ANNE BABALAR VAR"

> Ne zaman ve ne kadar müdahale edileceğinin bilincinde olmak lazım diyorsunuz? 

> Ne zaman ve ne kadar müdahale edileceği önemli çünkü bazen kaş yapayım derken göz çıkartılıyor. Bu konuda sayılamayacak kadar çok örnek vaka var. Hatta çocuklarının boşanması için avukata giden anne-babalar var. Boşanacak olan kadın gitmiyor, annesi babası geliyor. "Boşanacak hanım nerede?" diyorsunuz, "O karışmaz" diyorlar! Bu boyutlarda vahim vakalar olabiliyor. Tabi anne baba her ne yaparsa yapsın çocuğun iyiliği için yaptığını düşünüyor. Fakat iyilik zannıyla yaptığı işin vahim sonuçlar doğuracağını göremiyorlar...

Bir araştırmalarda da bunu gördük. Ailem bize karışmasa bizim evliliğimiz çok daha iyi yürürdü diyen çok çift var. İyi niyetli fakat zarar getiren müdahaleler çok oluyor ne yazık ki.

Günümüzde çekirdek aile kavramı son derece önemli, bunu kabullenmek gerekiyor. Bakıyorsunuz adam 20 yıllık evli, "ailen kim?" dediğin zaman annesini, babasını söylüyor!. Bu, çok ciddi sosyal vaka! Eşi ve çocuklarından daha önce anne, baba ve kardeşlerini sayan aile babası var! Oysa onun aileniz denildiğinde aklına öncelikle eşi ve çocukları gelmeli. 

> Evlilik konusunda bu tarz ikili bir çalışma daha önceden denendi mi?

> Ben yok olarak biliyorum. Araştırdım da ama bulamadım başka varsa da...

GÖRDÜNÜZ OLAYLAR BİLE BİLGİĞİNİZ GİBİ OLMAYABİLİR

> Evliliği konu alan benim bildiğim de yok. İki yazarın bir ilişkiyi kadın ve erkek gözü ile ayrı ayrı anlatması algılama hatalarını daha vurucu ve etkili gösteriyor. 

Yaşanan olay aynı ama algılamalar farklı. Kahramanımız Murat ile Melike'nin yaşadığı bir aşk hikâyesindeki sorunlar anlatılıyor. Murat yaşanları kitaplaştırıyor, baskıya vermeye hazırlanıyor. Masanın üzerindeki kitabı eşi Melike görüyor, okuyor! "Ama olaylar böyle değildi ki!" diyor. İkisinin ortak olay yaşadılar ama olay onun gözüyle anlatıldığı zaman bakıyorsunuz ki aslında her iki taraf da birbirini tamamen yanlış algılamış. Yani aynı olayı birlikte yaşayan iki eşin olanları aynı şekilde algılayamadığından hareketle, karşı tarafın olayı nasıl algıladığı fark edildiğinde ilişki kurtuluyor diyoruz...

> Algı farklığını neler oluşturuyor olabilir?

> Kahramanlarımızın yetişme tarzları, kültürleri, yaşam standartları tamamen farklı. Kendi değer ve yargılarına göre yorumluyorlar aynı vakaları ama farklı sonuçlara ulaşıyorlar.

İLİŞKİYİ KURTARMAK İÇİN EN İYİ YÖNTEM MEKTUP YAZMAK

> Sosyal yaşamın da kilit noktası bu söylediğiniz şey.  Yani bir olay yaşanıyor ama onu siz ayrı değerlendiriyorsunuz, öbürü ayrı değerlendiriyor. Burada ortak paydalar oluşturma önem kazanıyor sanırım. Onu nasıl yapmak lazım?

> "Ne yapayım?" diye gelenlere "Bazen konuşmak çok zor olabilir. Dinlemek de çok zor, birbirinize mektup yazı." diyorum. Konuşmaya çalışmak tartışma doğurabiliyor. Çünkü iki taraf da birazcık kişiliğe yönelik söz söylendiği anda aniden parlayabiliyor. Sorun ne ise birbirinize bunu kırmadan, dökmeden yazın tavsiyesinde bulunuyorum.

Anlaşmazlık çeken eşlere en büyük tavsiyem budur; eşinize, "şu gün şöyle bir olay yaşandı. Bende bu böyle bir etki yarattı. Aslında ben bunu senden beklemezdim. Beklediğim şuydu diye yaşadıklarını ve duygularınızı" yazın, onlar da size bunun cevabını yazsın. Bu pek çok olumsuzluğu ortadan kaldırıyor.

Çünkü insan yazarken hem daha dikkatli oluyor, hem daha çözüm odaklı düşünüyor. Yazarken o konuda hem kendinizi bir kez daha sorgulama imkânı da buluyorsunuz. Hem de yazdığınız zaman bilinçaltına iki kere gidiyor mesaj. Hem okurken hem yazarken gidiyor. Karşıdaki insan okuyunca o da kendi hataları varsa bunu görebiliyor. Bu çok önemli bir yöntem. Mesela en az 4 bin kişiyle görüştüm bu konuda yaptığım çalışmalarda. 8 yıldır, yaptığım çalışmalarda sürekli şunu görüyorum ki iki tarafın da birbirine tahammülü yoksa o evlilik kurtarılamıyor. "Sen hep böylesin" tarzı konuşmalarda 5. dakikadan sonra iki tarafta birbirinin kişilik haklarına saldırıya geçiyor. Empati ile dinleme bırakıldığı anda çözümden tamamen uzaklaşılıyor. Bu yüzden ben yazma tekniğinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

> Aşkın bir yüzü imza attığınız kaçıncı kitap oldu?

> Altıncı kitap. Evlilikle ilgili üçüncü kitabım oldu aynı zamanda.

> "Sonunda Kardelen" eserinde evlilikle ilgili tehlikeli sözleri konu almıştınız. Evliliğin Şifreleri vardı ondan önce de...  Üçüncü kitap da sanırım üç hafta kadar okuyucuyla buluştu. Tepkiler nasıl, neler deniyor?

> Gelen maillerden, mektuplardan bazıları gerçekten gözlerimi yaşarıyor inanın. İkbal Hanım'a da geliyor tabi. Hatta ona gelen mail sayısı benden daha çok. Çünkü hem sitesi, hem programları nedeniyle daha çok göz önünde olduğundan insanların ona ulaşmaları daha kolay oluyor.

Gelen mesajların çoğunda ortak nokta şu: "Ben okudum, çok etkilendim, eşime okutmaya çalışıyorum". Bu ifadenin yaygınlığı bizi şaşırttı. "İkinci defa okudum" diyenler var. "Eşime çok daha anlayışlı olmam gerektiğini, onu anlamaya çalışmam gerektiğini öğrendim" diyenler var. "Allah korusun, biz bu hataları devam ettirirsek biz de mi boşanmaya gideceğiz? Kendime çeki düzen vermeye başladım" diyenler var.  Seviniyoruz tabi insanları etkilemeyi başardığımızı görmekten.

"Bundan sonra nasıl davranmam gerektiğini anladım" diyerek teşekkür eden var, "Ben bunu daha önce okusaydım kesinlikle eşimden boşanmazdım, hata yapmışım, onu anlamalıymışım" diyenler oluyor.

ROMANIN İYİSİ KÖTÜSÜ YOKTUR, ETKİLEYENİ ETKİLEMEYENİ VARDIR

> Kitap yaşanmış bir öyküden mi alındı?

> Yaşanmış öykülerden diyelim. Kitap yaşanmış olayların kurgulanması. Yaşanmış hayatların kurgulanması daha doğrusu.

Bu çalışmada, her insana dokunan bir bölüm var. Her insanın hayatında bir şeyler bulabileceği bir hikâye anlattığımız. Çoğu kısmı yaşanmışlıklardan alınmış bir hikâye. İnsanların ruhuna dokunmaya çalışıyoruz.

Bilirsiniz romanın iyisi veya kötüsü yoktur. Etkileyeni ve etkilemeyeni vardır. Şunu yapmak çok kolaydır: Bir iyi, bir kötü karakter koyarsınız ortaya. Kötü hep kötüdür, kötülük yapar. İyi de ona karşı mücadele verir vs... Bizim öykümüzde insan doğallığı ile var. İşin içinde insan olunca, hatası da oluyor, sevabı da...  Ama insan yaptığı hatalardan dolayı kendini sorguluyor.  Hepimiz öyle değil miyiz? Hem iyi hem kötü taraflarımız var. Bu kitabın en önemli özelliği bu! Karakterlerin kendilerini sorgulamaları, hata yaptıklarında bunu ifade edebilmeleri, özür dileyebilmeleri, kendilerinin de haklı olabileceğini düşünmeleri. Yani burada en önemli şeylerden biri de bu. Okur kendisini kahramanın yerine koyuyor ve diyor ki "evet ben de bu hatayı yapmışım" ya da "bu hatayı devam ettirirsem bunun sonu ayrılığa gider, dikkat edeyim" de der.

NEDEN İKBAL GÜRPINAR?

> Kitapta partner yazar olarak neden İkbal hanımı seçtiniz?

> İkbal hanım çok samimi bir insan. Samimiyeti kitaba da yansıyor. Kendiside bir hayatında çok önemli sorunlar yaşamış. Aynı zamanda bir kaç sene kadın programları yaptı. Kadınların sorunlarını en iyi bilen isimlerden olması tercih nedenlerin başında geliyor. Sözünde duran ve birlikte iş yapılabilecek ahlak ve karakterde insan olması da önemliydi. Sağ olsun bu kadar işin arasında zamanını ayırıp, kitabın hazırlanmasına razı oldu. İkbal hanım ileride başka çalışmalarda da  işbirliği yapabileceğimiz değerli bir insan..

> İnsan nefsini tahrik eden bir soru sorayım. İşin psikolojik tarafı var çünkü. İkbal hanımın sonuçta bir ekran yüzü, bu da onu biraz daha öne çıkartı kitapta sanki. Nitekim siz de ona sizden fazla mail geldiğini söylediniz. Kıskandığınız anlar oluyor mu?

> İnanın, hiç önemli değil. İsterse kitapta sadece onun ismi olsun. Bunu samimiyetle ve içtenlikle söylüyorum. Önemli olan kitabın başarısı ve topluma sağlayacağı yarar, kazandıracağı artılar.  Toplumun temeli olan aile yapısına bir katkı sağlayalım da benim ismim dahi olmasın hiç önemli değil, bunu samimiyetle söylüyorum.

Amacım ismimin öne çıkması değil, kitabımın öne çıkması. İnsanlar bunu okusun, hayatlarına uygulasın hedefini gözetiyorum.  Ben Güneydoğu'da büyüdüm, kadınlara yönelik şiddetin yoğun olduğu yerlerden geldim. Bilirim yaşanan acıları. Önemli olan insanların acılarını, mutsuzluklarını azaltmak, onları başarılı ve mutlu kılma yolunda adım atabilmek. Biz sonuçta bu toplumun insanlarıyız, bu toplumun okulunda okuduk, bu toplumun vergisiyle yaşadık. Topluma olan borcumuzu bir şekilde ödemek zorundayız. Ben de o borcun bir kısmını bu kitapla ödemiş olmayı umuyorum.

AVUKATLAR MÜŞTERİSİ BOŞANSIN İSTER Mİ?

> Yaptığınız arabuluculuk ile mesleğiniz arasında çelişki yok mu? Genelde avukatlar normal olarak mesleğinin gerektirdiğini yaparak para kazanmayı hedefler diye düşünülüyor. Vatandaş boşanacak ki o parasını alsın. Ya da nafakasını alsın ki belirli bir oranını avukat kazanabilsin. Siz böyle bir meslek yürütürken, evlilikleri kurtarmaya yönelik girişimler yapmanız ve size boşanmaya gelenlere ''Boşanmayın'' demeniz tuhaf çelişki değil mi?

>Bu tamamen insanın hayat anlayışı ile ilgili bir durum. Şu an ben öncelikle danışmanlık yapıyorum artık avukatlık yapmıyorum ama bu önemli değil. Çünkü yaptığım dönemde de bakışım farklı değildi. Avukatlar için boşanma davaları çok önemli davalar. Sonuçta avukatlar da insan. Boşanma davasında ilk başta çocuğu düşünüyorsunuz. Onun hayatının alt üst olmamasının önceliyorsunuz. Bir yandan tabi ki mesleğiniz var ama öte yandan asıl önemli olan insanın hayatıdır. Herkesin düşüncesi öncelikle doğru düzgün gitmesinden yanadır.

Evlilik her şeye rağmen yürümüyorsa elbette vatandaş gidecek bir avukata, elbette boşanma davası açacak ama benim bir çok meslektaşımın da ilk tercihi evliliği kurtarabilmektir. Bir çok meslektaşımın böyle hareket ettiğini biliyorum.

İnsanların idealleri vardır bunun daha ötesi yok. İnsanlar mutsuzluktan şikayet ediyorlar.  Ben de onlara diyorum ki "siz hiç misiniz?" Tanımadığınız bir insan için iyi bir şey yapıyorsanız, bundan daha mutluluk verici ne yapılabilir? Yaşamın belki de anlamı bu. Almadan vermek, toplum için bir şeyler yapmaktan güzel şey yok. Siz de bunun aynısını yapıyorsunuz. Şu an sizin yapmış olduğunuz meslekten bu kadar keyif alma nedeniniz bu değil mi? Asıl keyif aldığınız şey yaptığınız haberlerle bir insanın hayatına katkıda bulunmak değil mi? Bence mutluluğunuzun nedeni bu. Siz mutlu olmadıktan sonra böyle sosyal içerikli haberleri istek ve hevesle yapa bilir misiniz?


http://www.haber7.com/haber/20100625/Evlilikleri-kurtarmanin-ilaci.php

kilimanjaro

Batı'da çok büyük nispette çökmüş bulunan aile, Batılılaşma sürecindeki ülkemizde de büyük bir hızla çökmeye doğru gidiyor. Bunun sebeplerini iyi tahlil edebilmek için önce bazı rakamlara bakmakta fayda var.

Avukat M. Şerif Sağıroğlu'nun yayınladığı araştırmaya göre, boşanmayla ilgili rakamların kayıt altına alındığı 1930 yılı ile 2008 arasında ülkemizde 3 milyon 4 bin 148 kişi boşanmış. Ülkenin ekonomik yönden en geri, halkın en fakir olduğu 1940 ile 1949 yılları arasında 58 bin 395 çift boşanırken, en fazla kalkındığına inanılan 2000 ile 2007 yılları arasında ise 603 bin 622 çift boşanmış. Daha ilginç bir rakam olarak, 2000 ile 2006 yılları arasındaki, yani 6 yıldaki boşanma sayısı, 1940 ile 1999 yılları arasındaki, yani 59 yıldaki sayıya neredeyse eşit. Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) verilerine göre, 1990 yılında 25 bin 712 olan boşanma sayısı, 2004 yılında 88 bin 736'ya çıkmış. Yani, 1990-2004 arasını kapsayan 15 yılda boşanma oranı yüzde 245 artış göstermiş. 2007 yılında 94 bin 219 çift boşanırken, bu sayı 2008 yılında % 5,7 artarak 99 bin 663'e yükselmiş. İçinde bulunduğumuz 2010 yılının 2. dönemini kapsayan Nisan-Mayıs-Haziran aylarında 32 bin 743 çift boşanmış. Bu rakamı 2010'un tamamı için genel-geçer kabul edersek, bu yıl boşanmaların sayısı 110 bini aşacak demektir.

TÜİK'in rakamlarıyla ilgili bir gerçek var ki, bunlar, daha çok muhtarlık verilerine dayanıyor. Boşanmayla sonuçlanan davalardan bazıları ise muhtarlıklara yansımıyor. Dolayısıyla daha gerçekçi olması gereken Adalet Bakanlığı'nın boşanmayla ilgili rakamları çok daha yüksek. Meselâ, TÜİK verilerine göre 2008 yılında 99.663 aile, Adalet Bakanlığı'na göre ise 166.389 aile yok olmuş.

Ailede yaşanan çöküntüyle ilgili bir diğer gerçek, muhafazakâr bir parti olan ve döneminde ikide bir dindarlığın arttığı ileri sürülen AK Parti'nin iktidar yıllarında boşanmalar, rakamların ortaya koyduğu gibi, önceye nazaran % 100'den fazla artış göstermiş. TÜİK'in rakamlarına gore 2003'te 50.108 aile boşanırken, 2010'da bu rakamın 110 bini aşacağı anlaşılıyor.

Yine, TÜİK'in bir araştırmasına göre, ailelerde çocuk sayısı arttıkça boşanmalar azalıyor. 1993 ile 2003 yılları arasında boşanan çocuksuz çift sayısı 175 bin 132 iken, 1 çocuklu 98 bin 243, 2 çocuklu 73 bin 683, 3 çocuklu 29 bin 273 ve 4 çocuklu 11 bin 787 çift boşanmış. Çocuk sayısı azaldıkça boşanma sayısı dramatik biçimde artıyor. Boşanmalarda çocuk sahibi olamamanın kadınlar için % 1,4, erkekler için binde 8'lik bir nispette sebep teşkil ettiği nazara alındığında, fazla çocuğun aileleri korumada son derece etkili olduğu görülüyor.

Ailenin çöküş sebeplerini tahlil edebilmede bir başka önemli veri, boşanmanın sebepleri. TÜİK'in 2006 yılı verilerine göre, birinci sebep, aldatma: Kadınlarda % 31,9, erkeklerde % 34,8 nispetinde boşanma sebebi. Daha sonra, kadınlarda % 21, erkeklerde % 20 nispette sorumsuzluk ve ilgisizlik; kadınlarda % 17, erkeklerde % 0 nispetinde dayak/kötü muamele; kadınlarda % 12,2, erkeklerde % 3,6 nispetinde içki ve kumar; kadınlarda % 3,9, erkeklerde % 14,5 nispetinde eşlerin birbirlerinin ailelerine karşı saygısız davranması geliyor. Diğer sebepler ise, önemsiz denecek nispette. Meselâ, pek çok büyütülen ekonomik sebep olan evin geçimini sağlayamama, kadınlar için % 1,1, erkekler için ise % 1,4'lük bir nispet oluşturuyor.

Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü'nün değerlendirmelerine göre, 2005 yılı rakamlarıyla boşanmalarda İstanbul % 22, Asıl Ege % 19, Akdeniz % 13, İç Ege % 12, Marmara % 7, Orta Anadolu % 6, Batı Karadeniz % 6, Güney-doğu Anadolu % 4, Doğu Karadeniz % 2, Orta-doğu Anadolu % 2, Kuzey-doğu Anadolu % 1'lik bir nispete sahip. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu'nun Türk ailesinin hangi bölgelerde daha güçlü olduğuyla ilgili araştırması da, bu rakamları aynen destekliyor.

Bu rakamların ne manâya geldiğini inşaallah gelecek hafta incelemeye çalışalım.

ali.unal@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazarno=1028
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

Avukat

AA

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2011 yılının dördüncü döneminde 137 bin 386 çift evlendi, 28 bin 370 çift boşandı.

TÜİK, 2011 Ekim-Kasım-Aralık dönemini kapsayan dördüncü çeyreğe ilişkin Evlenme ve Boşanma İstatistiklerini yayımladı. Yıllık veri ise üçer aylık istatistikler MERNİS'e göre güncellendikten sonra açıklanacak.

2011 yılı son çeyrek verilerine göre, söz konusu 3 aylık dönemde 137 bin 386 çift evlendi. Evlenenlerin sayısında bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 0,8 azalış meydana geldi. Evlenme sayısında en büyük azalış yüzde 8,9 ile Kuzeydoğu Anadolu Bölgesinde, en büyük artış ise yüzde 1,5 ile Doğu Marmara Bölgesinde görüldü.

-İstanbullular geç evleniyor-

Dördüncü çeyrekte, ortalama ilk evlenme yaşı erkeklerde 26,5, kadınlarda 23,2 olarak belirlendi. Erkek ile kadın arasındaki ortalama ilk evlenme yaşı farkı 3,3 oldu.

İstatistiki Bölge Birimleri Sınıflamasına göre en yüksek ortalama ilk evlenme yaşı, erkeklerde 27,5, kadınlarda 24,4 ile İstanbul'da görüldü.

En düşük ortalama ilk evlenme yaşı ise erkeklerde 25,5, kadınlarda 21,8 ile Orta Anadolu Bölgesi'nde gerçekleşti.

-Boşanmalar da azaldı-

Söz konusu dönemde boşanma sayısında, bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 3,3 azalış meydana geldi. 2010 yılının dördüncü çeyreğinde 29 bin 326 çift boşanmıştı, rakam 2011 yılının aynı döneminde 28 bin 370'e geriledi.

Boşanma sayısında en fazla düşüş, yüzde 23,6 ile Orta Anadolu Bölgesinde görüldü.

Bu dönemde boşanmaların en fazla arttığı bölge ise yüzde 4,5 ile Akdeniz Bölgesi oldu.

-Boşanmaların dörtte 1'i, 16 yıldan uzun evliliklerde görülüyor-

2011 yılının son çeyreğinde, boşanmaların yüzde 39,7'si, evliliğin ilk 5 yıllık döneminde gerçekleşti. Boşanmaların yüzde 20,5'i, 6-10 yıl arası süren evliliklerde, yüzde 14,6'sı 11-15 yıl arası evli çiftlerde meydana geldi.

Boşanmaların 4'te 1'inin (yüzde 24,9) 16 yıl ve daha uzun süre evli kalan çiftlerde görülmesi dikkati çekti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1266219&title=evlenme-ve-bosanma-istatistikleri-aciklandi