Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

14 Mayıs 2024, 14:21:47

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,826
  • Toplam Konu: 4,366
  • Online today: 285
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 163
Total: 163

Çin Doğu Türkistan'da soykırım yapıyor!

Başlatan kilimanjaro, 08 Temmuz 2009, 09:06:49

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Dünya Uygur Kongresi Genel Başkan Yardımcısı Tümtürk, Çin yönetiminin Uygurlara sistematik soykırım uyguladığını iddia etti. Tümtürk'e göre Çin kendilerini köle işçi olarak çalıştırmak istiyor ve asimile ediyor

Dünya Uygur Kongresi Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk, Urumçi'de yaşanan olayları AKŞAM'a anlattı.

Tümtürk, Çin'in Uygur Türklerine yönelik olarak uyguladığı politikaların sistemli bir asimilasyon ve soykırım politikası olduğunu belirterek, 'Çin'in yıllardır bize yaptığını Hitler Yahudilere yapmadı. Tarihte ne Firavun ne Nemrut böyle bir şey gerçekleştirmedi' diye konuştu.

Seyit Tümtürk, dünya kamuoyu ve Türkiye'nin olaylara verdiği tepkiye Uygur Türkleri olarak sevindiklerini de ifade ederken, yapılan açıklamaların halen yetersiz olduğunu ve artık harekete geçilmesi gerektiğini vurguladı.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde halen devam eden olaylar sadece bir taciz olayına mı dayanıyor?

Kesinlikle hayır. Son bir hafta içinde gerçekleşen bütün olaylar tarihi bir baskıtılmışlığa dayanıyor. Doğu Türkistan Çin işgali altında. 35 milyonluk nüfusu ve 1 milyon 828 bin km2'lik yüz ölçümüyle, çok büyük bir coğrafyayı kapsıyor. Sincan Uygur Özerk Bölgesi, 1949 yılında Komünist Çin'in bölgeli işgaliyle birlikte tamamen asimilasyon politikalarına maruz kalmış, Çin Komünist Partisi'nin politikalarıyla dönüştürülmeye çalışılmış bir coğraya...

Taciz olayıyla patlak veren durum, yıllardır süren politikaya karşı bir tepki...

Çin tarafından başlatılan katliam, tam olarak 23 Haziran'da, Doğu Türkistanlı köle-işçi olarak tabir edebileceğimiz, 2 genç kızımıza Çinli işçiler tarafından sarkıntılık yapılmasıyla başladı. Tacizi gören ve hazmedemeyen Uygur işçiler, bu kişileri biraz tartaklamış. Ama sonra olay yatışmış. Sonra aradan 3 gün geçiyor. Sayın Cumhurbaşkanımız bu sıralarda, Çin'in resmi davetlisi olarak ülkede bulunuyor ve Urumçi'yi ziyaret ediyor. 26 Haziran gecesi saat 02.00 sularında, 600 Uygurlu işçimizin yattığı misafirhane, yaklaşık 3000 kişilik bir Çinli grup tarafından basılıyor. Ellerinde sopalar silahlar olan bu grup yaklaşık 300 kardeşimizi orada katlediyor. Bu olay dünya kamuoyundan da basından da saklanıyor. Bu olaylar Cumhurbaşkanımız Urumçi'den ayrıldıktan hemen sonra ama Çin temaslarına devam ederken yapılıyor. Bu cumhurbaşkanımıza karşı nezaketsizliktir, nezaketsizliktir. Daha önce de Çin tarafından bu tür hareketler yapılmıştı.

ÖLÜ SAYISI 600 CİVARINDA
Olayların sadece Uygur Türklerine değil, Türkiye'ye de karşı yapıldığını mı düşünüyorsunuz?

Ben bu hareketin devletimize karşı yapıldığı kanaatini taşıyorum.  2002 yılında da Devlet Bahçeli Başbakan Yardımcısıyken Urumçi'ye düzenlediği ziyaret sırasında, üniversitelerde Uygurca yasaklanmış ve bizim tarih kitaplarımız yakılmıştı. Bu hareketler, Çin'in provokasyonudur.

Size gelen ölü sayısı farklı mı?

Bize gelen bilgilere göre ölü sayısı 600 civarında. 26 Haziran gecesi yaklaşık 300 soydaşımız katledilmişti. Çinli askerler ölü sayısını az göstermek için ölüleri toplayarak meçhul yerlere gömüyor.

Olayların asıl nedenlerinden birinin de köle-işçilik olduğu belirtiliyor...

Bakınız, son 5 yılda 300 bin genç kızımız Çin'in iç bölgelerine işçi-köle olarak götürüldü. Yani yurtlarından, ailelerinden uzaklaştırıldılar. Aynı 5 yıllık proje kapsamında yine ilköğretim çağındaki çocuklarımız ailelerinin yanından zorla alınarak, Çin'in iç bölgelerine gönderildi. Tamamen İslami düşünceden ve Türk kültüründen uzaklaştırıldılar. 1984 yılından beri uygulanan tek çocuk politikası çerçevesinde 25 yılda 15 milyon Türk evladının doğmasına dahi izin verilmedi.

BİZİ ASİMİLE EDİYORLAR
Bu sizce bir devlet politikası mı?

Tabii ki... 1950'lerde Çinliler Sincan'da sadece yüzde 3'ken, şimdi yaklaşık yüzde 70-80 nüfus yoğunluğuna sahip. Örneğin Urumçi, Doğu Türkistan'ın başkenti olmasına karşın yıllardır uygulanan, idamlar, tecritler, şiddet uygulamaları ve asimilasyon politikaları nedeniyle, neredeyse tamamen Çinlileşmiş durumda. Tüberküloz dünyada bitmişken, bölgede her 4 kişiden birinde görünüyor. AIDS, Uygur bölgesinde 7-8 yıl önceye kadar hiç yokken bugün, Çin'deki sayının neredeyse 2 katına ulaşmış durumda. Bunların tümü asimilasyon yöntemi. Çin bizi her şekilde asimile etmeye çalışıyor. 1967-1997 yılları arasında 11 nükleer deneme gerçekleştirildi.

İNTERNETLE DUYURDUK
Çin bunları reddediyor.

Biz yıllardır çığlık çığlığa bağırıyoruz. Böyle bir soykırım dünyanın neresinde var. Firavun, Nemrut, Hitler bile bunun gibi bir şey yapmadı. Çinlilerin bize yaptığını Hitler Yahudilere yapmadı. Bugün bize en fazla soru, 'Neden Filistinliler, Çeçenler gibi siz de mücadele vermiyorsunuz?' Ben çok net söylüyorum bizim mücadelemiz çok daha yüksek boyutlu veriliyor. Ama 1 milyar 300 milyonluk bir güçle mücadele ediyorsunuz. Ayrıca ülke kapalı bir rejimle yönetildiği için sesimizi dünyaya duyuramıyoruz.

Bu kez olaylar tüm dünya basınında yer aldı. Hatta ABD'den bile konuyla ilgili bir açıklama geldi.
Çünkü bugün internet ve diğer iletişim araçlarının imkanları Doğu Türkistan'daki bu vahşeti ve katliamın gizlenmesine izin vermemiştir. Çin bu katliamı gizleyememiştir. İnternet aracılığıyla biz Doğu Türkistan'dan dakika dakika haber alıyoruz. Uydu telefonuyla sürekli konuşuyoruz. Bu Doğu Türkistanlılar için bir fırsat. Biz bu bağlantılar aracılığıyla sesimizi dünyaya duyurmaya çalışıyoruz.

TEPKİLER YETERLİ DEĞİL
Dünya kamuoyunun verdiği tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünyanın ilk günkü tepkisi yeterli olmamakla birlikte bizi sevindirdi. BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon'un açıklamaları bir nebze olsun, Çin'in bu katliamı durdurması telkini içeriyor. Akabinde İslam Konfenransı Örgütü Genel Sekreteri Ekmelettin İhsanoğlu'nun girişimi de bizi sevindirdi. Ama bunların hiçbiri yeterli değil. Dünyanın bu sistemli politikaya artık seyirci kalmaması gerekiyor.

Türkiye Uygur Türklerine yeterli destek verdi mi?

Sayın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun Uygur halkının güvenliğinin sağlanmasıyla ilgili Dışişleri Bakanlığı aracılığı ile yaptığı açıklama bizi memnun ettti. Fakat ne yazık ki bu da bizim beklentimizi karşılamadı.Türkiye'de ben inanıyorum ki, 70 milyon Uygur Türkü var. Anadolu Türkleşme'den önce biz hepimiz o coğrafyada yani anayurdumuzda birlikte yaşıyorduk. Bugün birçok devlet adamımızın kökeninin araştırdığımızda Doğu Türkistan'a dayandığını görürüz.

'Dünya Uygur Kongresi'nin olayları kışkırttığı iddiasıyla ilgili görüşünüz?

Dünya Uygur Kongresi uluslararası hukuk çerçevesinde kurulmuş, uluslararası bir sivil toplum kuruluşudur. Doğu Türkistan'da terör varsa, bu da Çin'in mazlum Uygurlular üzerinde uyguladığı devlet terörüdür. İnsanlık alemi bu onursuz katliamı tabii ki kabul etmeyecektir.

Çin'e 'One Minute' deme zamanı
Ankara, Urumçi'deki gelişmeleri yakından takip ederken, diplomatik girişim yapmaya hazırlanıyor. Ankara'nın konuyu sözlü olarak BM Güvenlik Konseyi'nden gündeme getireceği vurgulanırken, Çin'in de üye olduğu Asya İşbirliği ve Güven Arttırıcı Önlemler Konferansı (CICA) bünyesinde de Pekin yönetimine yönelik kınama çıkarmak istiyor. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından bilgilendirilirken, Çin'e ziyaretinin son durağında Sincan Üniversitesi'nde fahri profesörlük unvanı alan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül gelişmeleri bire bir izliyor. Dünya Uygur Kongresi Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistan Kültür ve Dayanışma Derneği Başkanı Seyit Tümtürk, 'Başbakanımızın 'one minute' duruşunu şimdi görmek istiyoruz. Şimdi Çin'e 'one minute' zamanıdır' dedi. Tümtürk'ün uydu telefonu ile irtibart kurduğu bir Uygur da Erdoğan'dan yardım istedi.

http://www.aksam.com.tr/2009/07/08/haber/dunya/1924/cin_soykirim_yapiyor.html
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki olayları "an be an" takip ettiklerini belirterek, "Bu görüntüleri kamu vicdanının ve Türkiye'nin kabul etmesi mümkün değildir. En kısa zamanda başta Çin Dışişleri Bakanı olmak üzere, ABD, İngiltere, İsveç, Fransa ve ilgili diğer ülkelerle de telefon temaslarıyla olayın bizim açımızdan taşıdığı hassasiyeti her düzeyde gündeme getirmeye devam edeceğiz" dedi. Türkiye- Körfez İşbirliği Konseyi'nin toplantısının ardından soruları yanıtlayan Davutoğlu, şunları söyledi:

ÖZEL BİRİM OLUŞTURULDU
Bakanlığımızda oluşturulan bir birimle her an gelişmeleri takip ediyoruz. Dün (önceki gün) ve bugün İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'yla üç kez görüştüm. Atılacak adımları birlikte değerlendireceğiz. Ayrıca Çin Büyükelçiliği Maslahatgüzarı dün bakanlığımıza davet edilerek bilgi alınmış, Türkiye'nin duyduğu kaygı ve üzüntü aktarılmıştır. Temasa geçtiğimiz BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Siyasi Komitesi ve KİK Konseyi açıklama yaptı. Burada önemli olan insani durumun düzeltilmesi ve basına yansıyan görüntülerin sorumlularının tespit edilmesidir. Biz dostluğuna önem verdiğimiz Çin Halk Cumhuriyeti'nin ve aramızda dostluk köprüsü olduğuna inandığımız Uygurların kaderi ile ilgili olarak bize de söyledikleri şekilde şeffaf bir tutum sergileyerek en kısa zamanda bölgede disiplini sağlamak ve insani durumu düzeltmek için gerekli adımları atacaklarına inanıyoruz." Davutoğlu daha sonra Fransa, İsveç, İran ve İngiltereli meslektaşlarını arayarak konuyla ilgili teatide bulundu.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2009/07/09/davutoglu_takipteyiz
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Çin'de Komünist Partisi Urumçi Komitesi Sekreteri, 'Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki olayları çıkaran kişileri idam edeceğiz' dedi.

Bugün bir basın toplantısı düzenleyen Li, bölgenin merkezi Urumçi'de 5 Temmuz'dan bu yana süren etnik şiddetten sonra istikrarın sağlandığını, güvenlik güçlerinin caddelerin kontrolünü ele aldığını belirtti. Li Cı, cinayetten suçlanan çok sayıda kişinin gözaltına alındığını ve bunların çoğunun öğrenci olduğunu kaydetti.

Urumçi Belediye Başkanı Jerla İsamudin, pazar günü başlayan olaylarda pazartesi akşamına kadar 156 kişinin hayatını kaybettiğini, 1080 kişinin yaralandığını aktardı. Olaylarda 11'i polis aracı olmak üzere 60 taşıtın, 209 dükkanın ve iki binanın tahrip edildiğini ifade eden İsamudin, toplam 56 bin 850 metrekarelik bir alanın da ateşe verildiğini dile getirdi.

ÇİN DIŞİŞLERİ: "GÖZALTILAR, CAN VE MAL GÜVENLİĞİ İÇİN"

Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Çin Gang, Urumçi'de patlak veren şiddet olaylarına karşı alınan önlemlerin yasal ve haklı olduğunu savundu. Çinli sözcü, bu önlemlerin farklı etnik gruplara mensup halk tarafından da desteklendiğini iddia etti.

Çin Gang, Pekin'de düzenlenen olağan basın toplantısında, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nde yasaların uygulanmasıyla görevli makamların bazı şüphelileri gözaltına almasının, halkın can ve mal güvenliğini korumayı amaçladığını vurguladı. "Hiçbir ülke gibi Çin de bu tür sabotaj ve şiddet olaylarına izin veremez" diyen Sözcü, aksi takdirde ülkenin hukukla yönetilen bir ülke ve hükümetin sorumlu bir hükümet olamayacağını anlattı.

Çin İslam Derneği Başkanı imam Cın Guangyuen, Urumçi'deki olaylara karışan suçluların eylemlerini şiddetle kınadı. Cın, Çin Uluslararası Radyosu'na verdiği mülakatta, "İslam dini barışçı bir din. 5 Temmuz olaylarının düzenleyicileri ve katılımcıları İslam dinini temsil edemez. Eylemlerinin milli ve dini sorunlarla ilgisi yok" ifadelerini kullandı.

"DURUM KONTROL ALTINDA"

Çin Komünist Partisi Sincan Uygur Özerk Bölgesi Komitesi Sekreteri Vang Lıçüen, devlet televizyonuna verdiği demecinde, Urumçi'de meydana gelen "ciddi sabotaj ve şiddet olaylarından" sonra durumun kontrol altına alındığını duyurdu.

Vang, Han milliyetinden bazı vatandaşların sokağa dökülmesiyle ilgili olarak, "Her milliyetten vatandaşa, etnik çatışmaya neden olmak yerine, evine dönerek, asayişin bir an önce sağlanmasına katkıda bulunması çağrısı yapılmalı" diye konuştu.

Bu arada, sabah saatlerinde Urumçi'de 200 kişilik bir grup protesto gösterisi düzenledi. Yetkililer, Han Çinlilerinin yaşadığı mahalleleri ayırmak için polisin kordon altına aldığı yerin yakınlarında toplanan Uygurların, Hanları protesto ettiğini açıkladı. Taşlı sopalı göstericilerden biri, dün gece 300 kadar Hanın güvenlik kordonunu geçerek evlere saldırdığını ve bir lokantaya zarar verdiğini, hatta 50 yaşındaki bir kişiyi dövdüğünü ve bu yüzden protesto gösterisi düzenlediklerini beyan etti.

Polis, dün, Uygurların eylemlerinden rahatsız olduklarını söyleyerek karşı saldırıya girişen sopalı Han Çinlilerini dağıtmak için tazyikli su kullanmıştı.

http://www.haber7.com/haber/20090709/Cin-Olaylari-cikaranlari-idam-edecegiz.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Müslüman Uygur Türkleri ile Han Çinlileri arasında etnik çatışmaların patlak verdiği Türkistan'da gerilim sürüyor. Çin yönetimi, resmi rakamlara göre 156 kişinin hayatını kaybettiği 5 Temmuz olayları sebebiyle dün Türkistan'daki camilerde cuma namazını yasakladı. Uygurlar ise yasağa rağmen camilere koşarak bazı camilerin ibadete açılmasını sağladı. 
 
Huilerin (Çinli Müslümanlar) gittiği diğer camilerin de önlerinde toplanan birkaç yüz kişinin tepkisi üzerine kapılarını açtığı kaydedildi. Uygur bölgesinin başkenti Urumçi'de cuma sonrası düzenlenen protesto gösterisine Çin polisinin müdahale ettiği bildirildi. Yüzlerce kişi, cuma namazından sonra polisin çevresindeki yolları kapattığı Ak Cami'nin yakınında toplandı. Kalabalığa müdahale eden polisin 5-6 kişiyi tutukladığı ifade edildi.

Pekin yönetimi, Urumçi'de yeniden sokağa çıkma yasağı ilan ederken tarihî Kaşgar kentini yabancıların ziyaretine kapattı ve kentte bulunanların da ayrılmasını istedi.

Uygurların çoğunlukta bulunduğu Kaşgar'daki yetkililer, "gazeteci ve yabancıların kentten ayrılmaları gerektiğini" belirterek, "kentte karışıklık olmadığını, ancak ziyaretçilerin güvenlikleri açısından bu kararın alındığını" kaydetti. Ancak yabancıların bölgeden uzaklaştırılması kentte Uygurlara yönelik 'yeni bir kıyım'ın işareti olarak yorumlandı.

Bu arada, Çin Dışişleri Bakanlığı, Türkistan'da "5 Temmuz günü meydana gelen olaylarda ölenlerin çoğunluğunun Han milliyetinden olduğunu" ileri sürdü. Yeni Çin Haber Ajansı da, bölgesel kaynaklara dayandırdığı haberinde, ölü sayısının 156'dan 184'e çıktığını duyururken, bunlardan sadece 46'sının Uygur olduğunu iddia etti. Öte yandan ABD Kongresi Temsilciler Meclisi'nde, Çin'in Uygurlara karşı uyguladığı her türlü şiddet eylemini kınayan karar tasarısı hazırlandığı bildirildi.

Uygurlar için gıyabi cenaze namazı kılındı

Türkistan'da Uygurların maruz kaldığı şiddet olayları sebebiyle Çin yönetimine Türkiye'den tepkiler devam ediyor. Dün yurdun çeşitli yerlerinde, hayatını kaybeden Uygurlar için gıyabi cenaze namazı kılındı. İstanbul, Ankara, Bursa, Edirne, Sivas gibi illerde cuma namazını müteakiben kılınan cenaze namazlarının ardından Pekin hükümeti protesto edildi ve Çin bayrakları yakıldı. Çin mallarını da yakan vatandaşlar, bu ülkede üretilen mallara boykot çağrısı yaptı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=868210&title=uygurlar-cuma-yasagini-deldi
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Başbakan Erdoğan, İtalya'ya hareketi öncesinde bir açıklama yaptı. Erdoğan, Dünya Uygur Kurultayı Genel Başkanı Rabia Kadir'in, başvuru yapması halinde kendisine vize verileceğini de aktardı. 

Rabia Kadir'e vize kararı sevinçle karşılandı 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki olaylara ilişkin girişimleri başlattıklarını belirterek, ''Dışişleri Bakanlığımız konuyla ilgili olarak Çin'in Ankara Büyükelçisi'ni bakanlığa çağırarak kendileriyle gerekli görüşmeler yapıldı. Bunun bir vahşet olduğunu söyledik ve bu vahşetin süratle durdurulmasının gereğinden bahsettik'' dedi.

KARAR SEVİNÇLE KARŞILANDI

Erdoğan'ın sözlerinin ardından Rabia Kadir'in Türkiye'ye gelmek için başvuruda bulunacağı belirtildi.

Bu müjde Uygur Türkleri içinde büyün sevinç yaşanmasına neden olurken, Dünya Uygur Türkleri Genel Başkan Yardımcısı ve Doğu Türkistanlılar Derneği Genel Başkanı Seyit Tümtürk, "Sayın Başbakanımızla görüştüm. Rabia'nın Türkiye'ye gelmesi çok önemli. Sayın Başbakanımız iki tarafı da uzlaştıracak. Bu konuda insiyasif alacaktır. Dünyada bunu yapabilecek ender liderlerden biridir kendisi. Biz onun ağzına bakıyoruz. 35 milyon Müslüman Türk onun ağzına bakıyoruz. Sayın Başbakanımıza çok teşekkür ediyoruz" diye konuştu.

Tümtürk, sözlerini şöyle sürdürdü: "Bizim anavatanımızdan başka rahat yaşayabileceğimiz tek ülke Türkiye'dir. 250 milyonluk Türk dünyası, 1 buçuk milyar İslam aleminin lideri Türkiye'dir. Açık konuşuyorum. Rabia'nın Türkiye'ye gelmesinde hiç bir sorun yoktu. Mesut Yılmaz hükümetinin eliyle Türkistanlıların sesi Türkiye'de boğuldu. Rabia'nın Türkiye'ye gelmesinde hiç bir sorun yoktu çünkü."

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=867713
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

İtalya'daki G-8 Zirvesi'nin ardından Türk basın mensuplarına açıklamalarda bulunan Erdoğan, Türkistan'daki olaylara ilişkin, "Bir taraftan evrensel değerleri konuşacağız, insan haklarını konuşacağız, öbür taraftan bunlara seyirci kalacağız; bu olacak iş değil." dedi. 
 
Zirvede bir araya geldiği liderlere bu düşüncelerini ifade ettiğini anlattı. Liderlerin de 'bu durumun üzerine de hassasiyetle eğilmek gerekir' diye düşündüğünü aktardı. Erdoğan, yaşanan olayların, ikili ilişkiler veya menfaatler değil, insan unsuru noktasından ele alınması gerektiğini söyledi. Başbakan, Pekin yönetimine de faillerin yakalanarak gerekli yaptırımların uygulanması çağrısında bulundu.

Türkiye'nin konuyu BM Güvenlik Konseyi'ne taşıma girişimi karşısında Çin'in 'veto' kartını kullanmasına kesin gözüyle bakılıyor. Nitekim Pekin yönetimi dün, bunu hatırlatır biçimde, "Bu durum iç işlerimize karışmak anlamına gelir." dedi. Hemen ardından ise Ankara'dan bir açıklama geldi: "Türkiye'nin, iç işlerinize karışmak gibi bir niyeti yoktur, olmamıştır." Uygurların iki ülke arasında 'dostluk köprüsü' olduğu da vurgulanarak. Ankara için Uygurlar 'beşinci kol' değil... Türkiye'nin Pekin'den 'haklı talepleri' var. 'Uygurların, barış, güven ve huzur içinde yaşamaları için gerekli ortamın sağlanmasını' istiyor.

Türkiye, ilk günden itibaren çok dikkatli adımlar attı. Hem Pekin ile Ankara arasındaki ilişkilerin olumsuz etkilenmemesi hem de Uygur Türklerinin yaşadığı ortamın iyileştirilmesi için. Bu noktada, Cumhurbaşkanı'nın, "Bizim için önemli olan oradaki kardeşlerimizin kendi devletleri içerisinde özgürce, mutlu ve mesut olmaları." sözünün altının çizilmesi gerekiyor.

Başbakan'ın sözleriyle birlikte Ankara'da, yeniden Urumçi olaylarının Güvenlik Konseyi'ne taşınmasının artıları-eksileri hesaplanıyor. BM'nin insan haklarıyla ilgili organlarına taşınması görüşü daha fazla kabul görüyor. Ancak son noktada Başbakan'ın 'arkadaşlarımızla değerlendireceğiz' dediği ihtimal 'siyasî talimat'a dönüşürse diplomatlar mesailerini buna ayıracak.

Doğu Türkistan'da yüzlerce kişinin öldüğü, binden fazla kişinin yaralandığı olaylar sebebiyle Çin'e toplumun her kesiminden tepki yükseliyor. Tüketiciler Birliği, Çin ürünlerine boykot çağrısında bulunurken, konsolosluk önünde toplanan gruplar Çin mallarını ateşe verdi. Hükümet ise Uygur Türklerine yönelik 'vahşet'i Birleşmiş Milletler'e (BM) taşıyacak. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, G–8 Zirvesi için bulunduğu İtalya'da Çin'de yaşananları gündeme getirirken, liderlere Türkiye'nin hassasiyetlerini aktardı. Gazetecilerin soruları üzerine ise Erdoğan, olaylar için kullandığı 'vahşet' ifadesinin arkasında olduğunu belirtti, "Yaşananlara seyirci kalamayız." dedi. Konuyu BM Güvenlik Konseyi'ne taşıyacaklarını açıklayan Başbakan, "BM Güvenlik Konseyi'nde Çin daimi üye, biz geçici üyeyiz. Orada bu işin değerlendirilmesi, görüşülmesi gerekir diye inanıyorum." dedi. Türkiye için önemli olanın 'menfaatler değil, insanî değerler' olduğunu belirten Erdoğan, Çin'den adaletli bir yaklaşımla failleri bulmasını istedi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de olayları endişe ve üzüntüyle takip ettiğini belirtti.

Uygurların anası Kadir: Olayları BM heyeti araştırsın

'Uygurların anası' olarak bilinen Dünya Uygur Kongresi Başkanı Rabiye Kadir, Başbakan Erdoğan'ın vize sözünün ardından Türkiye'ye geleceğini açıkladı. Kadir, Ankara'dan, bağımsız bir araştırma komisyonunun bölgeye gönderilmesi için BM ve Çin hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmasını istedi.

Ölenler için gıyabi cenaze namazı kılındı

Uygur Bölgesi'nde hayatını kaybedenler için dün yurdun çeşitli yerlerinde gıyabi cenaze namazı kılındı. İstanbul, Ankara, Bursa, Edirne ve Sivas'ta cuma namazını müteakiben kılınan cenaze namazlarının ardından Pekin hükümeti protesto edildi ve Çin bayrakları yakıldı.

Pekin'e göre; Urumçi'de yaşananlar Çin'in iç işi

Çin yönetimi, Doğu Türkistan'da yaşananların BM Güvenlik Konseyi'ne götürülmesine karşı çıkıyor. Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Çin Gang, Urumçi'de 5 Temmuz'da meydana gelen şiddet olaylarının Çin'in iç işi olduğu-nu savunarak Güvenlik Konseyi'nde tartışılması için bir neden bulunmadığını söyledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=868209&title=turkiye-uygur-bolgesindeki-olaylari-bmye-tasiyor
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Prof. Dr. Ahat Andican, D. Türkistan'daki son olayları değerlendirdi. Andican, "Sovyetler nasıl parçalandıysa, Çin'de baskıcı Komünist yönetimi sürdüremeyip dağılacak." dedi ve ekledi.

UMUT YAVUZ-FARUK ÇAKI'nın röportajı

"Sovyetler Birliği nasıl sanki üçüncü bir dünya savaşı olmuş gibi parçalandı. Adeta kendi iç dinamikleriyle, dışarıdan doğrudan bir müdahale olmadan parçalandı. Çin'de de er veya geç böyle birşey olmak durumundadır. Mao'nun ölümünden itibaren Çin'de büyük bir değişim yaşanıyor; ekonomi liberalleşiyor."

MERKEZ DIŞINDA SERMAYE BİRİKİMİ

"Çin'de şimdi merkezin dışında bir sermaye birikimi gerçekleşiyor. Bir burjuvazi sınıfı ortaya çıkıyor. Sermayenin bir özelliği var, iktidara ortaklık talep eder. Kendini ve geleceğini güvence altına almak için bunu ister. Çin'de de bu olacaktır. Çin bu açmazla bir süre sonra karşı karşıya gelecektir. Rusya'da olduğu gibi."

SSCB NASIL ÇÖZÜLMÜŞTÜ?

"Rusya'da da uluslararası rekabet şartlarını karşılayamayacak bir ekonomik yapılanma olduğu için Gorbaçov Perestroyka ve Glastnost politikalarını gündeme getirmiş ve çözülmeyi başlatmıştı. Çin de uzun vadede kendi iç dinamikleri ve ABD gibi büyük güçlerin dış baskılarıyla mutlaka bu noktaya gelecektir."

Etnik çatışma değil, devlet terörü

Doğu Türkistan'daki son olaylar nasıl başladı?

Çin'in doğu sahillerinde Guang Dong diye bir eyalet var. Bu eyalette Hong Kong ile Çin Devleti'nin ortak olduğu büyük bir oyuncak fabrikasının işçileri arasında bir çatışma oldu. Burada 600 kadar da Uygur işçisi çalışıyor. İki uygur kızına Çinli işçilerin sarkıntılık etmesi ve buna karşı Uygur işçilerin doğal olarak harekete geçmesi sonucu orada bir etnik çatışma ortaya çıkıyor. Orada, iddiaya göre 2 Uygur Türkü ölüyor. Ama Uygur diasporası daha çok Uygur Türkü'nün öldüğünü iddia ediyor. Sonuçta fabrika yönetimi bir karar alıyor. Burada başlangıçta olaylarda ölenler Uygur olmasına rağmen Uygur işçileri suçlu kabul ediliyor. 600 işçi askıya alınıyor, işten çıkarılıyor. Bu olay 30 Haziran'da vuku buluyor. Bunun üzerine ise Temmuz'un ilk günlerinde, işte geçtiğimiz Pazar günü, Urumçi'de Doğu Türkistanlı öğrenciler, bu olayları protesto amacıyla bir gösteri başlatıyor. Başlangıçta 1000 dolaylarında kişiyle başlıyor, sonra daha da büyüyor. Bunun üzerine Çinli paramiliter güçler, polisler olaya müdahale ediyor. Çin Halk Kurtuluş Ordusunun zaten orada üssü var. Buradan tanklarla geliyorlar. Emniyet güçleri tarafından kalabalığın üzerine ateş açılıyor. Resmî rakamlara göre 156, Uygur diasporasına göre 1000'e yakın insan ölüyor. Çin resmî haber ajansı ise şöyle servis yapıyor. Diyor ki; "Uygur Türkleri Çinlilere saldırıyor ve Çinlileri öldürüyor." Nitekim Çin haber ajansının servis yaptığı ilk haberde ölenlerin çoğunun Han Çinlisi olduğu söylendi. Yalandı bu. Sonradan zaten bu haberi de servisten kaldırdılar. Bu olayların başlamasından iki gün sonra bu sefer Han Çinlileri bu haberlerden etkilendiği için bir de galeyana gelip sokaklara dökülüyor. Nerede bulurlarsa bir Uygur Türkü, linç etmek istiyorlar. Bu şekilde olaylar bir süre devam ediyor. Ta ki Çin kuvvetleri Han Çinlilerine de müdahale edene kadar. Yani bu bir kaç gündür olan hadiselerin esas ruhu bu.

Peki yaşanan gerginliğin temel sebebi ne?

Doğu Türkistan dediğimiz Uygur Özerk Bölgesinin tarihsel gelişimi içinde Çinle devamlı bir bağımsızlık mücadelesi vardır. Bu ta 17.yy'dan itibaren başlayan bir süreçtir. Zaman zaman Çin burada hakimiyet ilân ediyor. Buna karşı Doğu Türkistanlılar da bağımsızlık mücadelesi veriyor. Nitekim 1800'lerde bir Yakuphan devleti kuruluyor, Kaşgar merkezli. 15 yıl devam eden ve Osmanlı'ya da tabi olan bir devlet bu. Osmanlı koruyor bu devleti yani. Sonra Çinliler yeniden işgal ediyor. Bunu takiben 1933'te yeniden bir Doğu Türkistan devleti kuruluyor. Sonra yeniden Sovyetlerin etkisiyle Çinliler hakim oluyor. Sonra 1944'te yeniden bir Doğu Türkistan Cumhuriyeti ilân ediliyor, ama 1949 yılında Mao komünistlerinin hakimiyeti ele geçirmesiyle bu da çok kısa süreli bir devlet oluyor. 1955'te ise bölge Uygur Özerk Bölgesi ilân ediliyor. Çinlilerin yönetim anlayışı "Bunlar bir azınlıktır, ama yönetim itibariyle bölge Çin'e aittir. Çin'e bağlı bir bölgedir, bunlar da burada yaşayan bir azınlıktır" şeklinde. Zaten özerk bölge ilânı da kâğıt üzerinde bir özerkliktir. Uluslar arası hukuk bağlamında bir özerklikten söz etmek mümkün değil. Çin'in içinde böyle beş özerk bölge daha var. Bunlarda da durum farklı değil. Buralarda hep Çinliler nüfusun büyük bölümünü oluşturuyor. Bu Çin devletinin politikasının bir sonucu. Aynı politikayı Tibet ve Doğu Türkistan'a da uygulamaya çalışıyor. Bugün sözgelimi Urumçi'de nüfusun yüzde 80'i Han Çinlisi olmuş durumda. Fakat daha önemlisi bölgenin ekonomik açıdan bir ayrımcılığa tabi tutuluyor olmasıdır. Eğitim konusunda çocukların kendi dillerinde eğitim göremiyor olmasıdır. Muhakkak Çince eğitim alma zorunluluğu olmasıdır. Bölgede Uygurların idarî konularda, hukukî alanda neredeyse hiç görev alamamaları... Ayrıca bölgede sanayi yatırımları minimal seviyededir. Çin'in hep başka bölgelerinde çalışmak zorunda kalıyor Uygur Türkleri. Örneğin işte 600 uygur işçisi Guang Dong'ta çalışıyor. Bu Doğu Türkistan'a 4000 km uzak bir yer. Sen fabrikayı oraya kuracağına Doğu Türkistan'a da kurabilirdin. Ama Çin yönetimi öyle yapmıyor. Tıpkı Sovyet yönetiminin sanayi tesislerini Türkî cumhuriyetlere değil de gidip hep Ukrayna, Belarus'a ve Rusya'ya kurması gibi, aynı politikayı Çin komünistleri de uyguluyor. Bütün bunlar tabiî ciddî bir gerginliğe yol açıyor. Bundan dolayı da her bir kaç ayda bir, herhangi ufak bir nedenle dahi olsa, olaylar çıkıyor. İşte Doğu Türkistan'da yaşanan olayların temel sebebi budur özetle.

Peki olaylarda kayıpların bu kadar olmasının esas sorumlusu kim?

Bu olaylarda kayıpların bu kadar olması tamamen Çin Devleti'nin sorumluluğundadır. Biraz da Çin bunu bilerek yapıyor. Yani gösteri yapmakta olan grubun üzerinde devlet olarak ateş açarsan, katliâm yaparsan olay büyür. Ama bunu yapmayıp polisle çevrelersen, güvenliği sağlarsan, onlar da protestolarını yapıp dağılırlar. Demokratik ülkelerde olduğu gibi yani... Olay sıradan bir halk gösterisi olurdu. Ama burada uygulanan tam bir devlet terörü olmuştur.

Peki bu olayların Cumhurbaşkanının ziyaretinden sonra meydana gelmesinin bir anlamı var mı?

Bence bir rastlantı olmuştur. Doğrudan bu ziyaretle alâkası olduğunu düşünmüyorum.

Çin bu olaylara "bizim iç işimizdir" diyor. Bu bizim açımızdan böyle olabilir mi? Ayrıca Çin'in BM'de veto hakkı var. Çin durdurulabilir mi?

Kim durdurabilir?

Şimdi size iki örnek vereceğim. Başbakan yardımcımız "Biz bunu Birleşmiş Milletlere götüreceğiz" dedi. Bir bakanımız da "Biz Çin mallarını boykot edeceğiz" dedi. Sonra danışmanı hemen yalanladı bu açıklamayı. Dedi ki, "Bu bakanımızın şahsî kanaatidir"... Böyle açıklamalar olabilir mi? Böyle birşeyi çıkıp söylüyorsan, bir yere dayanarak söyleyeceksin bir bakan olarak. Böyle keyfe keder açıklama yapamazsın. Sonra çıkıp danışmanın seni yalanlarsa, bunun anlamı nedir? Tam bir siyasî rezalet olmuştur. Bu iki şeyi örnek verişimin sebebi şu: Esas problem Çin'in dünya genelinde çok büyük bir ekonomik ve siyasî güç oluşudur. Bu olaylar başladığından beri batıda ABD başta olmak üzere İKT dahil hiçbir kurum hiçbir beyanatta doğrudan doğruya Çin'i suçlayan, devleti suçlayan, "Sen burada vatandaşın üzerine ateş açtın, devlet terörü yapıyorsun, bunu yapma" şeklinde doğrudan yapılmış hiçbir açıklama yok. "Bu bir etnik çatışmadır" denildi hep. Çin devletine "Çatışan tarafları itidale dâvet et" deniyor. Sanki orada çatışan iki taraf var ve devlet arabuluculuk yapacak. Burada anlayış zaten Çin'in tam da istediği gibidir. Onlar baştan beri etnik çatışma diye servis yaptı. Bizim basın da hep böyle yansıttı olayları. "Sincan'da etnik çatışma" diye verildi hep haberler. Guang Dong'ta olan şey etnik çatışma olabilir, ama Urumçi'deki olaylar etnik çatışma falan değildi. Düpedüz devlet terörü yaşanmıştır orada. İKT ve hatta bizim Başbakanımız bile "orantısız güç" demiştir. Peki bu gücü kullanan kim. Bu hiç telâffuz edilmiyor. Diplomaside satır araları çok önemlidir. Sen burada Çin hükümetini doğrudan muhatap almadığın sürece söylediğin şeyler hep havada kalır. "Sorumluların bulunması" diyorlar. Sorumlu devletin kendisi yahu. Kendi kendini mi yargılayacak yani? Şimdi bu durumda Çin'i durdurmak çok zor. Çin "Bu benim kendi iç meselem" diyor. Ondan sonra dış ülkeler de hepsi zımnî olarak bunun böyle olduğunu kabul ediyor. Hillary Clinton "Olayların ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz" diyor. Halbuki aynı Batı, Andican'daki olaylarda ciddî mânâda tepki vermişti. Bütün diplomatik yolları kullanıp olayları durdurmuştu. Ama aynısını burada yapamıyorlar. Şimdi özetlersek Çin'in bu büyük ekonomik gücü, bu ülkelerin ciddî olarak tepki vermesini engelliyor.

Peki siz devletimizin dış politikasını yönetiyor olsaydınız, ne yapardınız?

Şimdi şunu kabul etmek lâzım. Doğu Türkistan konusunda Türkiye'nin elinde güçlü kartlar yok. İkincisi Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri dış Türk bölgelerinde meydana gelen bu tip olaylarda, hiçbir zaman açık destek verme yoluna gitmemiştir. Dış politika olarak cumhuriyetin ilk yılından beri bu böyledir. "Bu mesele bizim meselemizdir" hiç dememişiz. Hiçbir dönemde bu böyle olmamıştır. Devlet geleneğinde bu yoktur. Bunun tek istisnası Bulgaristan'daki olaylardır. Onda da direkt olarak Bulgar devletine bir yaptırım girişimi olmamıştır, sadece Bulgaristan devletinin baskısı sebebiyle oradan göçen Türkler Türkiye'ye alınmıştır. Yani Türkiye'de böyle bir devlet geleneği yok. Başka bir devletin sınırları içerisindeki Türk gruplarının, Türkiye'de diaspora anlamında faaliyet göstermelerine izin verilmiştir, destek verilmiştir, maddî-manevî olarak ama uluslar arası politika anlamında destek verilmemiştir. Bundan özenle kaçınmıştır Türkiye Cumhuriyeti. Şimdi de aynı şey geçerli. Bu doğru mudur değil midir? Bu bir devlet tercihidir. Ama bu meselede bana göre Türkiye'nin davranışı üç katmanlı olmak zorunda. Bunun bir katmanını Türkiye yapmaktadır. Bu diaspora teşekküllerinin, Kafkaslar için olsun, Balkanlar için olsun, Orta Asya için olsun, Orta Doğu için olsun, hepsi için geçerlidir. Türk milletlerin diasporaları Türkiye içerisinde faaliyet göstermektedir ve desteklenmektedir. Türkiye tarih içinde bunu hep yapagelmiştir. Bizim daha az yaptığımız ikinci katmana gelince, bu grupların organizasyonlarında dış dünyada destek vermek. Meselâ bu gruplardan bir tanesi "devleti olmayan bir teşkilât" kurmuş. Birleşmiş Milletler tarafından da kabul edilmiş. Şimdi buna lojistik destek verilmesi. Dış dünyadaki destekten kastım bu. Bu ikinci katmanı da kısmen yapmışız. Üçüncü katman ise kendi dış politikasında bir kart olarak kullanmaktır. Türkiye bunu yapmamaktadır. Bu kademeyi yapmakta baştan beri bir gelenek oluşmamıştır. Herhangi bir şekilde yapmaya kalktığında ise uluslar arası camiada "ne oluyor kardeşim. Pantürkizm yapıyorsun, panislamizm yapıyorsun" şeklinde tepkiye yol açıyor. Siz eğer kurulduğunuz günden itibaren böyle davrandıysanız bu artık böyle algılanmaya devam eder. Türkiye böyle birşey yapmaya kalksa yer yerinden oynar. Aynı Türkiye 1920'lerden sonra bunu yapagelseydi, her şey daha farklı olabilirdi.

Hiçbir umut ışığı yok mu bu konuda? Acaba Çin de Rusya gibi olur mu ileride?

Reel politika anlamında baktığımız zaman bundan sonraki dönemde böyle bir şey gerçekleşmek durumundadır. Sovyetler Birliği nasıl sanki üçüncü bir dünya savaşı olmuş gibi parçalandı. Adeta kendi iç dinamikleriyle, dışarıdan doğrudan bir müdahale olmadan parçalandı. Sebepleri tartışılır belki, ama sonuçta kendi iç dinamikleridir. Çin'in böyle benzeri bir gelişme göstermesi mümkün müdür? Bence uzun vadede olmak durumunda. Ama ne zaman olur kestiremiyorum. Peki niye olmak zorundadır böyle birşey? Mao'nun ölümünden itibaren Çin'de büyük bir değişim yaşanıyor. Çin'in o dönemden itibaren politikasında ciddî değişiklikler oldu. Yapılan şey şu. Merkezde bir komünist, tek parti yönetimi. Totaliter bir yönetim fakat ekonomide liberalleşme. Yani marksizm doktrinleriyle hiç uyuşmayan, komünizmin ruhuna aykırı bir anlayış. Biliyorsunuz komünizmin temel anlayışı mülkiyetin olmayışıdır. Her şey ortaktır. Mülkiyet bir anlamda hırsızlık olarak kabul edilir. Özel sektör yoktur. Fakat Çin bu değişimi Mao'dan sonra yaşamıştır. Şu anda Komünist yönetimin idarî açıdan tüm unsurları hâlâ geçerlidir. Üniversitelerde rektörün yanında, fabrikalarda müdürün yanında falan hep bir komünist parti sekreteri mevcuttur. Her bölgede valinin yanında bir komünist parti sekreteri vardır, onlar yönetmektedir. Fakat aynı Çin ekonomide kesinlikle liberalleşmeye gitmiştir. Bunu niye anlatıyorum? Dünya tarihini incelerseniz görürsünüz, ülkelerde demokratikleşme ve halkın ön plana çıktığı yapılanmalar, hep bir sermaye birikimi, burjuvazi ile paralel gitmiştir. Sermaye birikimi olmamışsa, eğer sömürgeyse bağımsızlığa yönelik, totaliterse demokratikleşmeye yönelik talepler ortaya çıkmaz. Çünkü sermaye kendisini koruyabilmek için bunu isteyecektir. Osmanlı'da vakıfların kurulma sebeplerinden biri de budur zaten. Şimdi aynı şey bütün ülkelerde de böyledir. Çin'de şimdi merkezin dışında bir sermaye birikimi gerçekleşiyor. Bir burjuvazi sınıfı ortaya çıkıyor. Sermayenin bir özelliği var, iktidara ortaklık talep ediyor. Bunda sermayenin kimde olduğu önemli değildir. Ahmet olmuş, Mehmet olmuş fark etmez. Sermaye iktidara ortak olmak ister. Kendini ve geleceğini güvence altına almak için bunu ister. Çin'de de bu olacaktır. Çin bu açmazla bir süre sonra karşı karşıya gelecektir. Şu anda şöyle veya böyle idare ediyorlar. Ama aynen Rusya'da olduğu gibi.. Rusya'da da uluslar arası rekabet şartlarını karşılayamayacak bir ekonomik yapılanma olduğu için Gorbaçov Perestroyka ve Glastnost politikalarını gündeme getirmiş ve çözülmeyi başlatmıştır. Çin de uzun vadede kendi iç dinamikleri ve ABD gibi büyük güçlerin dış baskılarıyla bu noktaya gelecektir. Ama bunun ne zaman olacağı konusunda birşey söyleme şansımız yok. Ama muhakkak olacaktır.

Rabia Kadir'e vize verilmediğinden Başbakan'ın haberi vardı  

Bu olaylar iç savaşa gider mi?

Hayır iç savaşa gitme şansı yok. Çin Doğu Türkistan'da özellikle çeşitli terör örgütleri olduğu iddiasında ise de, bu kesinlikle gerçeği yansıtmamaktadır. Buradaki halkın böyle bir iç savaşa gidecek bir durumu yoktur. Çin daha önce Taliban kamplarında Sincanlıların eğitildiğini iddia ediyordu. ABD bu kampları bastı topu topu 20 tane Doğu Türkistanlı bulundu. Bunların büyük bölümü Çin vatandaşı bile değil. Çin'in baskısı sebebiyle kaçıp gitmişler Afganistan'a. Terör eğitimi almak için gelmiş de değiller. Nitekim Guantanamo'ya götürülen 20 kadar Uygurlunun hiçbirinin terörist olmadığı anlaşıldı. Sonra ABD bunları verecek ülke bulamadı. Çin böyle dayanaksız iddiaları gündeme getiriyor. Şimdi sorunuza gelecek olursak. Neden bunları anlattım? Kafanızda bir fotoğraf oluşsun diye. Şimdi iç savaş olması için bir gerilla gücü olması lâzım, silâh olması lâzım. Bir örgütlü ve silâhlı gücün olması gerek. Ama bu yok Doğu Türkistan'da. Kendini ellerinde sopalarla korumaya çalışan bir halk var. Ayrıca, ayrılıkçı hareketlerin hiçbiri eğer bir dış güç tarafından desteklenmiyorsa, varlığını devam ettiremez. Dolayısıyla Doğu Türkistan'da böyle bir ihtimal yoktur.

Şimdi bu olaylarla Türkiye'deki bazı bölücü hareketler arasında da bağ kurulmak isteniyor, siz ne diyorsunuz?

Tabiî bu önümüze getirilecektir. Gayet normaldir. Rusya'nın Çeçenistan sorunu gündeme geldiğinde de, Rusya PKK konusunu gündeme getirmiştir. O zaman dönüp Türkiye'ye "Senin memleketinde de ayrılıkçı hareketler var, sen niye onlara izin vermiyorsun" denilecektir. Denilmiştir ve denilmeye devam edilecektir.

Bir kaç sene önce Rabia Kadir'e vize verilmeme konusunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Başbakan'ın vize talebinden haberi bile olmadığı söyleniyor?

Başbakan'ın bu konudan kesinlikle haberi vardı. Bir ithamda bulunmak istemem, ama başbakanın haberi olduğunu ben biliyorum. Bu talep gündeme geldiğinde ve red edildiğinde benim de konuyla ilgili bilgim vardı. Başbakan'ın bu konuda bilgisi olduğuna da eminim. Bir heyet olarak Başbakana gidilip, olayın aktarıldığını da biliyorum. Ama muhtemeldir ki, Başbakanın bakışı içerisinde bu olay, çok da bilgisi yoksa, ehemmiyet vermemiş olabilir. Dış işleri yetkilileri de "Efendim bu çok uygun değildir, dış politikada Çinle ilişkilerimize zarar verir" dediyse, Başbakan o zaman vize talebinin geri çevrilmesi talimatı vermiş olabilir. Ancak şu da var ki, bugün bu konu bu boyutta Türkiye'nin önüne ilk defa gelmiştir. Türkiye ne yazık ki olayla, Batı basınının ilgilendiği ölçüde ilgileniyor ve bilgi sahibi oluyor. Büyük ölçüde Batıya endeksliyiz. Batı basını ne kadar yazıyorsa, biz de o kadar yazabiliyoruz. Basının ilk bir kaç günde ve halen vermiş olduğu "Sincan'da etnik çatışma" başlıklarından bu anlaşılıyor. Bir kere bölge Sincan değil. Doğu Türkistan'dır. Olay etnik çatışma değil, devlet terörüdür. Ama haberlerde Çin resmî ajansına ve dış basına bağımlı kalırsanız, böyle yanlışlar yaparsınız.

Ahat Andican kimdir?

Prof. Dr. Ahat Andican,1950 yılında doğdu. 1968 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'ne girdi ve 1974 yılında doktor oldu. 1991 yılında profesör olarak akademik kariyerini sürdürdü. Dr. Andican, mesleki çalışmalarının yanında Türk dünyası ile ilişkilerinin kurulmasında görev aldı. 1995 seçimlerinde Anavatan Partisi'nden İstanbul Milletvekili seçildi. 30 Haziran 1997'de kurulan Mesut Yılmaz Hükümetinde Türk Cumhuriyetleri ve Türk Toplulukları ile ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanlığı ve Hükümet Sözcülüğü görevini yürüttü.

Andican, halen İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Ana Bilim Dalındaki görevini yürütüyor.

Yeni Asya Gazetesi

http://www.haber7.com/haber/20090712/Andican-Rusya-gibi-Cinde-dagilacak.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

#7
Dünya Uygur Kongresi lideri Rabia Kadir, Türk halkının Uygur Türklerine sahip çıkmasından ve Erdoğan'ın olayları soykırım diye nitelendirmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

ABD'de sürgünde yaşayan, Uygur Türklerinin "Ana"sı 62 yaşındaki Rabia Kadir, AA muhabirine, Uygur Türklerinin geçmişten bugüne yaşadığı olayları, çözüm yollarını, kendisinin cezaevinde yaşadıklarını ve lider konumuna nasıl geldiğini anlattı.

Bütün Uygur Türklerinin ve kendisinin yaşamının trajedilerle dolu olduğunu söyleyen Kadir, kendisinden önce de Mesut Sabir, Mehmet Emin Buğra ve İsa Yusuf Alptekin gibi kişilerin Uygur Türklerinin geleceği için mücadele ederek hayatını kaybettiğini ifade etti.

Kadir, daha önceden dünya basınına seslerini yeteri kadar duyuramadıklarını belirterek, "Bizim mücadelemiz, şimdi dünya basınına taşınmıştır. Bu sefer geleceğimize ümitle bakıyoruz. Bütün Türk halkı, ataları aynı olan Doğu Türkistanlı kardeşlerini bağrına bastı. Bunun için çok minnettarım ve ben bu trajedinin zaferle biteceğine inanıyorum. İnşallah bu sefer bütün dünyanın ve Türk halkının desteğiyle biz bu işin sonuna çıkacağız" diye konuştu.

Kadir, "Doğu Türkistan Cumhuriyeti'nin kurulduğu zamanki Ahmet Can Kasım ve İlhan Töre gibi liderlerin büyük bir suikasta uğrayarak öldürüldüğü için 40 yıldır lidersiz kaldıklarından" bahsettiklerini bir röportajda söylediğini belirterek, şöyle konuştu:

"Liderlerimiz sürekli öldürüldüğü için oradaki insanları ve dışarıdaki Türkleri bir araya toplayıp sesimizi bütün dünyaya duyuran bir kişi çıkamamıştır. Liderlerimiz çıkmışsa da Türkiye ile sınırlı kalmıştır. Bütün dünyanın desteğine ulaşamadık. Maalesef bütün dünya, Uygur Türklerinin Doğu Türkistan'da dökülen kanlarıyla bizi tanımaya başladı. Bütün dünya halkı şimdi 'Uygur Türklerinin liderleri kimdir' diye sormaya başladı. İsa Yusuf Alptekin gibi liderlerimiz döneminde bu soru sorulmamıştı. Liderlerimiz, Türkiye'deki Türklerin desteğini almışsa da maalesef bütün dünyanın desteğine erişemedi. Şimdi bu dökülen kanlarla ben kendimi bu pozisyonda bulmuş bulunmaktayım. Ben, tarihimize cevap vermek için değil, şu anda vatanımızda dökülen kanlara cevap vermek için çıktım. Gerek İsa Yusuf Alptekin gerekse Mehmet Emin Buğra... Hepimiz Uygur Türklerinin hürriyeti için hizmet verdik, vermekteyiz. Şimdi her gün vatanımızdan gelen haberlerle ağlıyoruz. Bütün Türk kardeşlerimizin, İsa Yusuf Alptekin gibi beni de aynı Uygur Tüklerinin sesi olarak kabul etmesini istiyorum."

-"TÜRK KARDEŞLERİMİZ BİZE SAHİP ÇIKTI, GÖNLÜM RAHAT"-

Geçmişte de bu tür olaylarla karşılaştığını söyleyen Kadir, şöyle devam etti:

"Hayatımda bu tür katliamlarla en az 10 kez karşılaştım. Çinliler 1951-1954 yılları arasında yaklaşık 60 bin aydın ve tarihçimizi katlettiler. Bunlar arasında Özbek, Kırgız, Kazak kardeşlerimiz de vardı. Onlar bağımsızlıklarını ilan ettikten sonra, onlara dokunamadıkları için hedef Uygur Türkleri oldu. 1997 yılında Gulca, 1990 yılında Barın vakası ve 1987 yılındaki olaylarda aynıdır. Katliamlarda yüz binlerce insan öldü. Bu sefer özellikle Türk halkı sesimizi duyup bize destek verdi. Kendi menfaatlerini bir kenara bırakarak, bize destek verdikleri için teşekkür edecek söz bulamıyorum. İnşallah Türk kardeşlerimiz bize destek oldukları için bir şey kaybetmez. Uygur Türkleri orada ölüyor, işkence çekiyor ama gönlümde bir rahatlık var, Türk kardeşlerimiz bize sahip çıktı. Bu yüzden kendimi çok mutlu hissediyorum."

"Çin'de Türk olmakla başka bir millet olmak arasında çok büyük fark olduğunu" ifade eden Kadir, "Biz Türk olduğumuz için Çin'in önünde 'pantürkist' olarak nitelendiriliyoruz. Bütün Uygur Türkleri bu lakap altında cezalandırılıyordu. 11 Eylül saldırılarından sonra da Müslüman olduğumuz için terörist-dinci gibi lakaplar eklendi. Bizim Türk ve Müslüman olmamız Çin'in işine gelmiştir. Yıllarca bu yüzden bize işkence ettiler" dedi.

-"LİDER OLMAYI BEN PLANLAMADIM"-

Rabia Kadir, Uygur Türklerinin lideri olmayı kendisinin planlamadığını kaydederek, "Orada yaşayan bütün Uygur Türkleri gibi vatanına ve milletine olan sadakatından dolayı onlarla birlikte mücadele verdiğini ve nasıl bu konuma geldiğini kendisinin bilmediğini" ifade etti.

Kadir, "Milletime olan sevgim için hayat boyu mücadele verdim ve kendimi burada buldum. Hatta ben Uygurlara lider aramıştım, fakat bu süre içerisinde halkım beni bu konuma getirdi" dedi.

Çin'de tutuklanarak 6 yıl hapiste kaldığını hatırlatan Kadir, yaşadığı günleri şöyle anlattı:

"Çin parlamentosunun üyesiydim. Bu pozisyonda Çin hükümetinin kanunları içerisinde kendi halkımın sesini duyurmaya çalıştım. Çin hükümetine karşı hiçbir yanlış yapmadım. Halkımın sesini duyurdum. 'Barış içinde beraberce yaşayalım' dedim. Benim suçum 'neden, niçin, niye' diye sormaktı. 'Uygur Türkleri size her şeyini verdi, daha ne istiyorsunuz, bizi rahat bırakın' dedim. 'Halkım, barış ve huzur içinde yaşamak istiyor' dedim. 'Bizim dinimize dokunmayın, ramazanda oruç tutabilelim, namaz kılabilelim, bizi rahat bırakın' dedim. Bunun gibi bir sürü sorunlarımızı söyledim. 1997 yılındaki Gulca olayının bütün gerçeklerini ortaya çıkardım. Olayla ilgili gerçekleri toplayarak Amerika'daki delegasyona sunmak için gideceğim sırada Çin hükümeti beni tutukladı. 2 sene karanlık zindanda kaldım. 6 sene içinde başkalarıyla konuşmam, kitap okumam ve yazma haklarım çiğnendi. Gülme hakkım bile elimden alındı. Uygur Türklerini önüme getirip işkence yaparak, 'hadi bunları kurtar' dediler. Şu anda da benim bütün maddi varlığım elimden alınmış durumda, sadece geçinebiliyorum, karnım doyuyor."

-"KENDİ GELECEĞİMİZİ KENDİMİZ ÇİZMEK İSTİYORUZ"-

Rabia Kadir, Urumçi'de meydana gelen son olaylarda Çin hükümetinin ölü sayısını 186 olarak duyurduğunu belirterek, şunları kaydetti:

"Bizim kendi kaynaklarımıza göre bu sayı bundan kat kat fazla. Yaralıların sayısı da söylenenden çok fazla. Yaralıların çoğu direk hapse götürüldüğü için net bir sayı verilmemekte. Tutuklu sayısını 1500 söylediler. Biz buna da inanmıyoruz. Çinliler, Uygur Türklerini sokaklara çıkarıp onlarla güzel pozlar verip bütün dünyaya propaganda yapmaya başladılar.

Türk halkının Sincan Uygur Özerk Bölgesi'ndeki Uygur Türklerine sahip çıkmasına ve özellikle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ve olayları 'soykırım' diye nitelendirmesinden minnettarım. Türkiye'nin verdiği destekten dolayı Uygur halkının geleceği için daha çok ümitliyim. Türk halkından bu güçlü desteğini devam ettirmesini, hatta tutuklu bulunanların serbest bırakılması için çaba göstermesini istiyoruz. Şu anda okullardaki Uygur ve Çinliler birbirine girmiş durumda. Türk hükümetinden, Çin hükümeti ile bizim aramızda bir diyalog kurulması için yardımcı olmasını ümit ediyoruz.

Önceki gün Amerikan parlamentosundaydım. Orada Uygurlara ilişkin bir kanun çıkarmak için çalıştıklarını bildirdiler. ABD, Japonya, Almanya ve İngiltere de Türkiye'nin gösterdiği destekten dolayı bizim arkamızda. Başbakan Erdoğan'ı göstermiş olduğu cesaretten dolayı tebrik ediyoruz."

Kadir, "Çin hükümeti ile bir masaya oturup konuşabilirsek onların planları nedir bunları öğrendikten sonra daha detaylı konuşabiliriz, ancak kendi geleceğimizi kendimiz çizmek istiyoruz" dedi.

Uygur Türklerinin bir gün mutlaka özgürlüklerine kavuşacaklarına inanmalarını, barış ve sabırla beklemelerini söyleyen Kadir, "Mutlaka o beklenen günün geleceğini ve bunu bütün dünyanın göreceğini" kaydetti.

Kadir, çok kısa süre içinde Türkiye gelmek istediğini, ancak gününü belirlemediklerini de sözlerine ekledi.

http://www.haber7.com/haber/20090712/Rabi-Kaderden-Turkiyeye-tesekkur.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Çin'in kuzeybatı topraklarını oluşturan ve Uygur Türklerinin tarihî ana vatanı olan Doğu Türkistan'da meydana gelen protesto eylemlerini çok kanlı ve acımasızca bastıran Çin hükümetine karşı AK Parti hükümetinin verdiği tepkiler içeride ve dışarıda ciddi bir tartışma yarattı. 

Batı basını Türkiye'nin Uygurlara yakın ilgi göstermesini ve Başbakan Erdoğan'ın konuyu G–8 gibi uluslararası platformlara taşımasını pan-Türkist bir perspektif ve diaspora etkisi olarak yorumluyor. Konu Türk iç siyasetinde de ciddi bir ayrışma noktası haline gelmiş durumda. İdeolojik olarak Türkiye'de milliyetçiliğin sözcüsü konumundaki MHP'nin genel başkanı Bahçeli, Başbakan Erdoğan'ın Gazze çatışması sırasında Filistinlilere gösterdiği ilgiyi Urumçi'deki olaylara göstermediğini iddia ederek Erdoğan'ı yeterince milliyetçi olmamak ve hatta üstü örtülü biçimde İslamcı olmakla itham etti ve Başbakan'ı Çin'e de "one minute" demeye davet etti. CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen ise Başbakan'ın Çin'e yönelik sert açıklamalarını "ölçüyü kaçırmak" olarak niteledi. Türk medyası ise konuya daha çok Uygur diasporasına dayanarak oldukça geniş bir yer ayırdı. Ancak medyadaki kalemler söz konusu Çin olunca oldukça ihtiyatlı ve çekingen bir dil kullanmayı tercih ettiler. Yazarlar arasında Erdoğan'ı duygusallık ve hamaset edebiyatı yapmakla suçlayanlar dahi var. Hatta önde gelen dış politika yazarlarından biri olan Cengiz Çandar, Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik kitabını referans gösterip Doğu Türkistan'ın Çin'in stratejik derinliği içinde değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatıyor Erdoğan'a. Bazıları ise İran'daki demokrasi taleplerini görmezden gelip Çin konusunda duyarlı olmayı dış politikada normatif ilkelere bağlılık konusunda hükümeti tutarsızlık ve çifte standartlı davranmakla suçluyor. İşin özeti şu: Türk toplumu olarak başta bölgenin ismi konusunda (Sincan mı, Şincian mı yoksa Doğu Türkistan mı) olmak üzere Uygur Türklerinin yaşadığı sorunlar ve bunların çözümünde Türkiye'nin nasıl bir politika izlemesi gerektiği konusunda ciddi bir kafa karışıklığı yaşıyoruz.

Doğu Türkistan kültürel hinterlandımızdır

Peki, Çin resmî rakamlarına göre 184, Uygur kaynaklarına göre en az 500 kişinin öldüğü Urumçi olaylarına biz Türkler nasıl bakmalıyız? Öncelikle en çok ihtiyacımız olan şey, bölgeye yönelik tarihî ve sosyolojik bilgidir. Uygurlar en az bizim kadar Türk'tür ve Türklük dünyasının en doğu sınırını temsil etmektedir. Tarihsel ve coğrafî olarak aramızdaki mesafeye rağmen dilleri ve kültürleri bize oldukça yakındır. Burada yaşayanlar da Türkiye'yi her zaman kendileri için son sığınak ve kendi davalarının da destekçisi olarak görmektedirler. İlginçtir ki, Anadolu'da Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyesi üzerinde Türk ulus devletini kuran Atatürk dahi ülkenin tüm zor şartlarına rağmen Doğu Türkistanlılara karşı insani ve siyasi ilgisini esirgememiştir. Örneğin 1930'larda Atatürk Doğu Türkistan'dan Türkiye'ye öğrenciler davet etmiştir. Bunlardan birisi de Mehmet Rıza Bekin'dir. Kendisi harp okulundan mezun olduktan sonra Türk ordusunda generalliğe kadar yükselmiştir. Emekliliğinden sonra ise Doğu Türkistan Vakfı'nın başına geçerek hizmet etmiştir. İkinci Dünya Savaşı sırasında bağımsız bir devlet kuran Doğu Türkistanlıların liderlerinden İsa Yusuf Alptekin dahi 1949'da Mao'nun Komünist güçlerine yenilmesinden sonra soluğu Anadolu'da almış ve ölene kadar ülkemizde davasına hizmet etmiştir. 1990'lardan itibaren dünyada giderek güçlenen Çin'in baskısı nedeniyle Türkiye, Uygur Türklerine karşı olumsuz tavır almıştır. Uygur Türklerinin Türkiye'deki faaliyetleri devam etse de, bugün asıl faaliyet merkezleri ağırlıklı olarak Almanya (Berlin) ve Washington'dur.

Şurası kesin ki, Urumçi olayları son yıllarda bölgesinde ve dünyadaki ağırlığı ve etkinliği giderek artan Türkiye'ye ve bu arada Türk entelektüellerine Türkiye'nin kültürel hinterlandını ve siyasi etkileşim alanını yeniden hatırlattı. Dahası 1990'larda Adriyatik'ten Çin Seddi'ne kadar uzandığı varsayılan bu hinterlandın aslında Çin Seddi'nin ötesine de uzandığını Özal'ın ölümünden 16 yıl sonra ancak anlayabildik. Bu şunu gösteriyor. Soğuk Savaş şartları Türk insanının ve Türk aydınının zihin dünyasını o kadar daraltmış ki, komünist heyulasını görme korkusuyla yüzümüzü ülkemizin kuzeydoğusuna doğru çeviremez hale gelmişiz. Ufkumuz Anadolu'ya hapsolmuş. Tarihsel hafızamız zayıflamış. Bugünden geçmişe baktığımız zaman, Soğuk Savaş ve Batı merkezli Türk dış politikasının 1945 sonrasında bizim ülke olarak güvenliğimizi sağlamakla birlikte, dış politikadaki düşünce ufkumuza ve tahayyül gücümüze önemli bir darbe vurduğu söylenebilir.

Dış politika ufkumuz genişliyor

1990 sonrasında çevremizde meydana gelen her olay (Bosna, Karabağ, Çeçenistan, Irak vb.) bizim içe dönük ve dünya ile ilgilenmekten korkan Soğuk Savaş mantalitemizi değiştirdi, Derrida'nın kavramıyla yapıbozuma uğrattı. Şimdi dünyadaki yerimizi, devlet kimliğimizi, olaylara bakışımızı yeniden tanımlıyoruz. Dünyayı tanıyoruz, çevremizi yakından izliyoruz. Ekonomik olarak da politik olarak da kendimize daha çok güvenmeye başladık. İnanılmaz bir girişimci gücümüz var. İçeride özgürlüklerimizi genişlettik, demokrasimiz gelişiyor. Kürt sorunu gibi tabu konularımızı artık konuşabiliyoruz. Türkiye'de hukuk devletinin temelleri güçleniyor. Bunlar şunun için önemlidir. İçeride özgürlük alanı genişledikçe, dış politikada manevra alanınız genişler ve uluslararası sistemden bağımsız davranma imkânınız artar. 1990'larda Uygurlara karşı Çin baskısına direnemeyişimizin nedeni, ekonomik zorluklarıve özellikle de derinleşen Kürt sorunuydu. Yani evimizin duvarları camdan iken, kırılganlıklarımız fazlayken, Çin'in etnik gruplara yönelik baskılarını eleştiremezdik. Bugün Başbakan Erdoğan, Gazze patlak verdiğinde İsrail'i; Urumçi söz konusu olduğunda Çin'i eleştirebiliyorsa bunun nedeni, kendi iç sorunlarını demokrasi ve hukuk devleti çerçevesinde çözebilme iradesini göstermesi ve AK Parti'nin reformcu kimliğidir.

Sonuç olarak biz Türkiye olarak Uygurların yaşadığı trajediye sessiz ve ilgisiz kalamayız. BM Güvenlik Konseyi'nde temsil edilen ve küresel aktörlüğe soyunan Türkiye, Darfur'la da Kerkük'le de ve Doğu Türkistan'daki gelişmelerle de yakından ilgilenmelidir. Hatta yanlış anlaşılmayı ve bunun getireceği riskleri de göze alarak, demokrasi, özgürlük ve insan hakları gibi çağdaş evrensel değerler temelinde Çin'e karşı yapıcı eleştirilerimizi her platformda açık yüreklilikle dile getirmeliyiz. Zira bu değerler insanî değerlerdir ve eğer 11 Eylül sonrasında Müslümanlara karşı vicdanları tamamen körelmediyse, mutlaka Batı'dan da destek bulacaktır. Türkiye'de hükümetin Çin'e yönelik çıkışını aşırı bulanlar neden korkuyor? Amaç yalnızca ekonomik çıkarlarımızı korumak mı? Yoksa Mahir Kaynak'ın haklı olarak sorduğu gibi, yeni dünya düzeninde Türkiye'nin ABD'ye karşı Çin ile birlikte mi hareket etmesini umuyorlar? Eğer böyle değilse, Türkiye'nin aydınları ve siyasî elitleri Uygurların en temel insanî talepleri olan dillerini, dinlerini ve kimliklerini daha özgürce yaşama davasına destek olmalıdırlar. Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Çinli meslektaşıyla yaptığı son telefon görüşmesi ve burada dile getirdiği Türkiye'nin pozisyonu ahlakî ve siyasî açıdan son derece uygundur ve sürdürülmelidir.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=869120&title=yorum-birol-akgun-insan-haklari-ve-diplomasi-turkiyenin-uygur-politikasi
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Çin Yönetimi Urumçu'de yüzlerce Uygur Türkü'nün öldüğü olayların faturasını Uygurlara kesti. Bin 500 kişi gözaltına alınırken, sorumlusu bulunan 196 Uygur kurşuna dizildi.

Uygur türklerinin gösterisi ölümle sonuçlandı. Çin polisi sert müdahale etti.. Bin 500 kişi gözaltına alındı. Olayların sorumlusu olanlar da kurşuna dizildi.

Kanal D'nin özel haberine göre, geçen ay bir fabrikada çinlilere uygur türkleri arasında çıkan kavganın ateşlediği olaylar sokağa taştı. Uygur Türkleri kavgada ölenlerle ilgi soruşturma açılmasını talep etti. Ama Çin hükümeti olayı örtbas etmek isteyince, Urumçi karıştı.

Günler süren olaylar sonrasında Çin yönetimi Urumçi'ye asker takviye etti.. Urumçi'de ev ev baskınlar yapıldı, Uygur Türkleri gözaltına alındı. Çin hükümeti oluyların sorumlularının idam edileceğini açıkladı ve o kararını önceki gün uyguladı..Tam 196 Uygur Türk'ü kurşuna dizildi.

Uygur Türkleri'nin nerede idam edildiği bilinmiyor. Cenazelerinin ailelerine verilip verilmediği de belli değil. Bilinmeyen sadece o değil. 600'den fazla kişiden de haber alınamıyor.

Çin yönetimi olayları kanlı şekilde bastırdı, tam 196 uygur Türkünü de idam etti.. Adeta dünyaya meydan okudu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=871197&title=cin-196-uygur-turkunu-kursuna-dizdi
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Çin'in Sincan Uygur Özerk Bölgesi'nin merkezi Urumçi'de, 5 Temmuz'da patlak veren olayların ardından hayat normale dönmeye başlasa da, Müslümanların tepkisi dinmiyor.

En az 197 kişinin öldüğü olayların ardından 16 gün geçti. Sokaklarda hayat eskiye göre daha canlı görünüyor. Ancak güvenlik güçlerinin sayısında bir azalma yok. Güvenliğin ve Uygur nüfusunun yoğun olduğu yerlerde dükkânlar kısmen açıldı.

Özellikle Uygurlar üzerindeki baskı ve korku gitmiş değil. Kimileri ölü sayısının daha fazla olduğunu söylerken, kimileri de tutuklananların idam edileceğine kesin gözüyle bakıyor. Urumçi'de özellikle Hotan, Aksu ve Kaşgar'dan gelen Uygur Türklerinin üzerindeki baskı ve korku herkesten daha fazla. Bu şehirlerden Urumçi'ye çalışmak için gelen erkeklerin çoğu, olayların ardından polisler tarafından götürülmüş. Çoğu evli olan bu Uygurların eşlerine rastlıyoruz. Kocası gözaltına alınan Kaşgarlı bir kadın, "Bizim için hayat daha da çekilmez oldu. Bizi potansiyel tehlike olarak görüyorlar" diyor.

Uygurlar, eskiden 7-10 bin dolar arasında depozito verip nüfus cüzdanı başvurusunda bulunuyor ve birkaç sene bekliyorlarmış. İsmini açıklamaktan çekinen bir Uygur, "Hele Kaşgar ve Hotan gibi şehirden olanlar için bu cüzdandan almak hayal'' diye konuşuyor. Söylediklerine göre şu an Urumçi'de oturanlara dahi nüfus cüzdanı verilmiyor.

"HAYVAN GİBİ MUAMELE EDİYORLAR"

Urumçi'nin dar sokak aralarında ilerliyoruz. Türkiye'den geldiğimizi söyleyince iki çocuk babası bir Uygur'un yüzü gülüyor. Son olaylarla ilgili olarak, "Yapacak hiçbir şeyimiz yok. Olan bitenleri Allah'a havale ediyorum. Duadan başka yapacak bir şeyimiz yok'' diyor. Derken cebinden kimliğini çıkarıyor. "Bunu yeni aldım. Nüfusumu Urumçi'ye aldıramıyorum. Yasak. Bizler bu topraklarda doğduk'' sözlerini sarfediyor. Dertli babanın gözleri yaşarıyor. "Biz insan değil miyiz? Bizlere yapılan muamele hayvandan farklı değil. Nereye gitsek hep dışlanıyoruz. Buralardan çekip gitmek istesek bile bu imkânsız. Pasaport vermiyorlar. Çok ağır geliyor doğup büyüdüğün toprakları terk etmek ama böyle yaşamaktansa ölmek daha iyi. Burada yaşayan Kazakların Kazakistan'ı var. Kırgızların Kırgızistan'ı var. Moğolların Moğolistan'ı. Ya bizim? Kimsemiz yok. Nereye gidelim? İnsanların artık yaşama hevesi kalmadı. Böyle giderse ikinci Irak olacak burası. Buradaki Komünist Parti Sekreteri Wang Lequan ne diyorsa o oluyor. Pekin'in buradaki baskı ve zulümden haberi yok. Keşke bilselerdi olup biteni. Benim iki çocuğum var. Can güvenliğimiz yok. Alıp götürürlerse kimse hesap soramıyor. Eğer bana bir şey olursa geride kalan oğullarım bunu kimden bilecek" ifadelerini kullanıyor.

Uygurların Urumçi'de kaldıkları yerler daha çok fakir mahalleler. Ekonomik haklardan yararlanamıyorlar. Uygurların cep telefonlarından yurtdışı aranamıyor ve kısa mesaj gönderilemiyor. Görüştüğümüz uzmanlar, Pekin'in, Uygurlara olan politikasını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini, aksi durumda sorununun çözülemeyeceğini dile getiriyor.

HABER İZLENİM-OSMAN EROL / URUMÇİ

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=871865&title=uygur-turklerinin-yurekleri-yakan-haykirisi
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Çin yönetimi, Uygur Özerk Bölgesi'nin merkezi Urumçi'de 5 Temmuz'da patlak veren kanlı olayların ardından herhangi bir yeni ayaklanma girişiminin 'demir yumruk' ile ezileceği tehdidinde bulundu. 
 
Bölge valisi Nur Bekri, "Düşmanın saldırgan manevralarını ezmeye kararlı bir şekilde devam edeceğiz ve suç işlemenin önüne demir yumrukla geçeceğiz." dedi. Aynı zamanda Komünist Parti'nin bölgedeki "iki numaralı" yetkilisi olan Bekri, bölgesel parlamentoda yaptığı konuşmada, güvenlik güçlerinin 5 Temmuz'daki olaylara katılanların kimliklerini belirleyerek, tutuklamalara devam ettiklerini de söyledi. "Olayları planlayan şebekeye sızıp çökerteceğiz." diyen Bekri, bölgede kontrolleri sıklaştıracaklarını ve güvenliğe yönelik potansiyel tehditleri daha başından yok edeceklerini kaydetti. Urumçi'de özellikle olayların yaşandığı At Meydanı ve çevresi ile Büyükşehir Belediyesi ve birçok önemli merkezde askerlerin konuşlu olduğu ve kontrol, gözlem noktaları oluşturulduğu kaydediliyor.

KADİR'İN TOKYO ZİYARETİ PEKİN'İ KIZDIRDI

Çin, Uygur lideri Rabiye Kadir'in Japonya'nın başkenti Tokyo'ya yapmayı planladığı ziyareti şiddetle eleştirdi. Çin'in Japonya Büyükelçisi Sui Tienkay, Kadir'in ziyaretinin son zamanlarda iyileşen Çin-Japon ilişkilerine zarar vermesine müsaade edilmemesi uyarısında bulundu. Çin, sürgündeki Dünya Uygur Kongresi lideri Kadir'i, bu ay içinde Doğu Türkistan'da meydana gelen, yaklaşık 200 kişinin hayatını kaybettiği şiddet olaylarını planlamakla suçluyor. Kadir ise bu iddiaları reddediyor. Öte yandan, RTÜK, Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü, TRT, Gazeteciler Cemiyeti ve Anadolu Ajansı temsilcilerinden oluşan 8 kişilik Türk basın heyeti, Urumçi'de çeşitli temaslarda bulundu, olayların yaşandığı bazı bölgeleri ziyaret etti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=874081&title=cinden-uygur-turklerine-demir-yumruk-tehdidi
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.