Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

14 Mayıs 2024, 13:07:29

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,826
  • Toplam Konu: 4,366
  • Online today: 285
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 173
Total: 173

El Fetih Lideri Mahmud Abbas'tan Rum kesimine destek!

Başlatan kilimanjaro, 12 Temmuz 2009, 01:55:29

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Kıbrıs Rum kesimine dün beraberinde bir heyetle giden Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, görüştüğü Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas ile karşılıklı destek beyanında bulundu. İki liderin mesajları, Abbas'ın Türk kesimine karşı Rumlara destek verdiği şeklinde yorumlandı.

Rum basınının haberlerine göre, Hristofyas, Abbas'la görüşmesinden sonra yaptığı açıklamada, Filistin'in Rum halkının "mücadelesine" verdiği destekten ve Rum yönetiminin tezlerini İslam Konferansı Teşkilatı'nda (İKT) gündeme getirmesinden dolayı Mahmud Abbas'a teşekkür etti.

Hristofyas, "Her iki tarafça uzlaşılan ilkeler temelinde, Filistin halkının cefasına son vermek ve Filistin'in kalbinde bulunduğu Ortadoğu sorununa barışçı bir çözüm getirmek için yeniden yaratıcı bir diyaloğun başlamasını istiyor ve bunun çok yakında başlayacağına inanıyoruz" dedi.

AB içinde Filistinli "kardeşlerinin" davasını her zaman yapıcı şekilde desteklediğini ve desteklemeye devam edeceğini ifade eden Hristofyas, Güney Kıbrıs'ın kısa süre önce Ramallah'ta temsilcilik açma kararı aldığını, Rum tarafındaki Filistin temsilciliğinin seviyesinin de yükselmekte olduğunu kaydetti.

Hristofyas, Filistin'le ekonomi, turizm ve eğitim alanlarında ikili anlaşmaların da çok yakında ilan edileceğini açıkladı.

Mahmud Abbas da "Güney Kıbrıs'ın Filistin halkının haklarının yeniden tesisi, iki devletli bir çözüm çerçevesinde, başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız bir Filistin devleti kurulması mücadelesine verdiği istikrarlı destek için" Hristofyas'a teşekkür etti.

"Güney Kıbrıs'ın, yol haritası ve Ortadoğu sorununun çözümüne yönelik Arap inisiyatifine verdiği desteğin, İsrail'le müzakere çabalarında ellerini çok büyük ölçüde güçlendirdiğini" kaydeden Abbas, "Filistin toprakları içinde, Ramallah'ta temsilcilik açma kararınız bizi ziyadesiyle memnun etti, aynı zamanda bize, aramızdaki ilişkileri daha da pekiştirme gücü verdi ve haklarımız için verdiğimiz mücadelenin siyasi çıtasını yükseltti" diye konuştu.

Hristofyas'a davet

Güney Kıbrıs'taki Filistin temsilciliğinin yükseltilmesinin, Filistin ile Güney Kıbrıs arasındaki iyi ilişkilerin göstergesi olduğunu ifade eden Abbas, Kıbrıs Rum yönetimi lideri Hristofyas'ı, "en kısa zamanda Filistin'e beklediğini" söyledi.

Filistin Devlet Başkanı Abbas, Rum Meclisi Başkanı Marios Garoyan ve Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Hrisostomos'la da ayrı ayrı görüştü.

Garoyan, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, Abbas ile Kıbrıs sorununu, Ortadoğu'daki son durumu ve Filistinlerin Ortadoğu'da barışın sağlanması için yaptıkları çalışmaları ele aldıklarını belirtti.

Marios Garoyan, Güney Kıbrıs ve Filistin arasındaki mevcut ilişkileri ve özellikle iki parlamento arasındaki işbirliğinin güçlendirilmesi konusunu görüştüklerini kaydetti.

Başpiskopos Hrisostomos da görüşmede Filistinlerin en yakın zamanda kendi devletini kurulmaları dilediğinde bulunduğunu söyledi.

Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi'nin Filistinlere destek vermeye hazır olduğunu ifade eden Başpiskopos Hrisosotomos, "Filistin ve Kıbrıslı Rumların ortak mücadele verdiğini" savundu.

Abbas, dün geldiği Güney Kıbrıs'taki temaslarını tamamladı.

http://www.cnnturk.com/2009/dunya/07/09/filistin.lideri.abbastan.rumlara.destek/534369.0/index.html
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Filistin ve genel olarak Ortadoğu coğrafyasında neler olup bittiğini yakından tanımayan bazı insanlar bu haber karşısında hemen, "Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur, Araplar haindir, "one minute" çıkışına Filistinlilerin cevabı" gibi ipe sapa gelmez yüzeysel tepkiler vererek Mahmud Abbas gibi işbirlikçi kuklaların ve bu tür kuklaları oynatan kuklacıların ekmeklerine yağ sürüyorlar. Oysa Mahmud Abbas işbirlikçi bir kukladır ve hiçbir şekilde Filistinlileri temsil etme hak ve yetkisine sahip değildir. Tıpkı Ortadoğu'da halklarından kopuk bir siyaset takip eden bir çok kral ve diktatör gibi! Şu husus bile meseleyi aslında açıkça ortaya koyuyor: Ortadoğu'da terör estiren ve "terörist devlet" tanımını sonuna kadar hak eden İsrail, ne hikmetse, serbest seçimler neticesinde Filistinlilerin çok büyük bir bölümünün oylarını alarak iktidara gelen Hamas yerine ısrarla Filistin'de muhataplarının Mahmud Abbas olduğunu açıklıyor ve Hamas'la hiçbir şekilde ilişki kurmuyor, dahası Hamas milletvekilleri, bakan ve parti ileri gelenlerinin bir bölümünü öldürüyor, büyük bir bölümünü ise tutuklayarak hapse gönderiyor ve dünyanın gözleri önünde Gazze'de dehşetengiz bir katliama girişerek Hamas'ı bitirmeyi amaçlıyor! Neden acaba diye düşünenler lütfen internette biraz araştırma yapsınlar ve ön bilgi açısından aşağıdaki haber ve makaleye göz atsınlar. Özetle, işbirlikçileri şiddetle kınayalım, lanetleyelim ama masum ve mazlum Filistinlilere lütfen dil uzatmayalım!
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Dün gece Türkiye'ye gelen Mahmud Abbas, Özgür-Der'in çağrısıyla Fatih'te protesto edildi. Mahmud Abbas'ın İsrail ve ABD'nin uşağı olduğunun vurgulandığı eylemde Filistin halkını Abbas'ın değil, ancak İslami direnişin temsil edebileceği ifade edildi.Özgür-Der'in çağrısıyla 13.00'te Fatih Saraçhane Parkı'nda toplanan Müslümanlar, Abbas'ın işbirlikçi kimliğine; Gazze kuşatması ve katliamındaki sorumluluğuna dikkat çekerek Filistin'in muhatabı olarak alınmasını protesto ettiler. Filistin'i ancak Filistin halkının seçtiği Hamas mensuplarının ve İslami direniş erlerinin temsil edebileceğini belirten Müslümanlar, açtıkları pankart ve taşıdıkları dövizlerle; attıkları sloganlarla Abbas'ı ve tüm işbirlikçileri tel'in ettiler.

"İşbirlikçi Mahmud Abbas Filistin Halkını Temsil Etmez!", "İsrail İle İşbirliği Suçtur!" yazılı pankartların açıldığı eylemde Arapça, Türkçe, İngilizce "Mahmud Abbas, İsrail'in Suç Ortağıdır!", "İsrail Uşağı Abbas, Türkiye'ye Hoş Gelmedin!" yazılı ve Hamas logolu dövizlerin yanı sıra direniş önderlerinin resimleri taşındı.

Eylemde bir konuşma yapan Haksöz Dergisi yazarı Rıdvan Kaya, 27 Aralık'ta başlayıp tam 3 hafta süren vahşetin Siyonist işgalin gerçek yüzünü ortaya koyduğu gibi işbirlikçiliğin sefaletini de açığa çıkardığını belirtti. Kardeşlerimizin vahşice katledildiği bir vasatta dahi iktidar hesaplarıyla ABD-İsrail planlarında rol üstlenen işbirlikçiler olduğunu ifade eden Kaya, "Filistin cumhurbaşkanı" sıfatını taşıyan Mahmud Abbas'ın da bu işbirlikçilerin önde gelenlerinden olduğunu söyledi.

"Bizler 60 yıldır süren Siyonist işgale akidevî bir perspektiften ve ilkesel bir bütünlük içinde karşı çıkan Müslümanlarız. Aynı şekilde işbirlikçiliği de bağışlanmaz bir suç görüyoruz. Bu vesileyle dün Türkiye'ye gelen Mahmut Abbas'a hoş gelmedin diyoruz!" diyen Rıdvan Kaya, her şeyiyle işbirlikçiliğin prototipi olan Abbas'la ilgili şunları söyledi: "29 Nisan 2003'te Başbakanlığa getirilişi ABD'nin gözden çıkardığı Yaser Arafat'ı dengeleme siyasetinin sonucuydu. Ocak 2005'te düşük katılımlı bir seçim sonucu Arafat sonrasında cumhurbaşkanlığına seçildi. İsrail'e karşı hep tavizkâr politikaları ile gündemde olan Abbas, bölgede diğer işbirlikçi devletler Mısır, Ürdün, Suud rejimleri ile yakın irtibat kurdu."

ABD'nin İslami direnişi ezmeye yönelik 2 ayaklı planının, öncelikle Muhammed Dahlan çetesinin darbe girişimi ve Mahmud Abbas'a silah ve para desteği vererek Hamas'ı zayıflatma çabası olarak yansıdığını belirten Rıdvan Kaya, Abbas'ın manda yönetimi döneminin yerli görevlilerini andıran bir tutum içinde olduğunu ifade etti. Abbas'ın, BM'de geçen yıl Endonezya ve Katar'ın Gazze ablukasının kaldırılması teklifine karşı çıktığını hatırlattı ve Abbas'ı şöyle özetledi:

→ Direnişe karşı uzlaşmacılığı, teslimiyeti temsil ediyor.
→ Halkın seçtiği Hamas hükümetine karşı darbeciliği temsil ediyor.
→ Batı Şeria'da 800'den fazla Müslümanı zindanlarda tutarak zorbalığı temsil ediyor.
→ Gazze örneğindeki gibi, koltuk hırsıyla işgalciye arka çıkmakla ihaneti temsil ediyor. 

Başbakan'ın Davos konuşmasına da atıfta bulunan Rıdvan Kaya, sözlerini şöyle sürdürdü: "Başbakan meşhur Davos konuşmasında bir ifşaatta bulunmuş, işbirlikçiliğin sefaletini ortaya koymuştu. Ankara'da Olmert ile görüşmesinde barışı sağlamak adına bazı adımların atılması gerektiğini, bu çerçevede Hamas mensubu Meclis Başkanı, bakanlar ve milletvekillerinin serbest bırakılması gerektiğini söyleyince Olmert ne demiş: Mahmut Abbas kriz geçirir!" 

Kaya, sözlerini şöyle bitirdi: "Tüm bu manzara açık, net bir işbirlikçilik tablosunu ortaya koyuyor. Böylesi bir zatın Filistin halkını temsil edemeyeceği açıktır. Bu yüzden Türkiyeli yetkililere Filistin halkı adına Mahmud Abbas'ın konuşamayacağını hatırlatıyoruz."

Daha sonra söz alan Ahmet Varol, normal şartlar altında görev süresi sona eren Abbas'ın yerine yeni başkan seçilene kadar Meclis Başkanı'nın vekâlet etmesi gerektiğini söyledi. Hamas hükümetinin Meclis Başkanı olan Aziz Duveyk'in halen Siyonist zindanlarda tutsak olduğunu hatırlatan Varol, Filistin halkının, Abbas'ı değil, Hamas'ı temsilci olarak seçtiğini belirtti.

Abbas ve yardımcılarının El-Fetih hareketi içerisinde dahi meşruiyetlerinin kalmadığını belirten Ahmet Varol, normal şartlarda gerçekleştirilecek bir seçimde El-Fetih içindeki işbirlikçi kadroların ağır bir yenilgiye uğrayacağını belirtti. Mahmud Abbas ve yönetimine karşı hareket içerisinde ciddi tepkilerin olduğunu vurgulayan Ahmet Varol, nitekim son Gazze saldırılarında El-Fetih kadrolarından da direniş saflarında çarpışan unsurların olduğunu açıkladı. El-Fetih hareketinin önde gelen şahsiyetlerinden ve Arafat'ın en yakın arkadaşlarından Faruk Kaddumi'den, Abbas'ın el-Fetih'i temsil etmekten çok uzak olduğu bilgisini aktaran Varol, Türkiye'de de Filistin'in temsilcisi olarak Hamas'ın muhatap alınması gerektiğini vurguladı.

Eylemin sunumunu yapan Murat Özer de Davos zirvesini hatırlatarak; Davos'taki duruşun takdir edilmesi gerektiğini belirtti. Ancak esas olarak Başbakan'ın sözlerinin arkasında durması gerektiğini ifade eden Özer, İslam dünyasında hangi ülkede Siyonist pilotların eğitim uçuşu yaptıklarını; Mısır haricinde nerede İsrail elçisi olduğunu, hangi ülkede bu derece silah anlaşması yapıldığını sordu. Türkiye'nin İsrail ile fiiliyatta geniş işbirliği içinde olduğunu belirten Özer, Başbakan'ın "öldürmeyi iyi bilenler"le bu ilişkileri sona erdirerek sözünde durmasını istedi. Hükümetin, en azından yeni yapılan insansız uçak anlaşmalarını iptal etmesi gerektiğini belirten Özer, bunu da yapamıyorsa çaresiz olduğunu açıklamasını istedi. Özer, İslami direnişin Gazze'de olduğu gibi Irak ve Afganistan'da öğretici olduğunu; Siyonizm'e ve emperyalizme karşı canları pahasına mücadele edenlerin İslam ümmetinin onuru olduklarını belirterek sözlerini bitirdi.

Eylem boyunca "İşbirlikçi Hainler Hesap Verecek!", "İşbirlikçi Abbas Filistin Halkını Temsil Edemez!", "Filistin Hamas'tır Abbas Uşaktır!", "İşbirlikçiler Yenilecek Direnen Filistin Kazanacak!", "Emperyalizm İslami Direniş Kazanacak!", "Hamas'a, Cihad'a, Direnişe Bin Selam!", "Siyonist Elçilik Kapatılsın!", "Konya Üssü Kapatılsın!", "Hain Abbas Türkiye'den Defol!", "İslami Direniş Onurumuzdur!" vb sloganlar atıldı ve tekbirler getirildi.

Eylem Özgür-Der adına Kevser Çakır'ın okuduğu basın bildirisiyle sona erdi.

BASIN BİLDİRİSİNİN TAM METNİ:

Filistin Halkının Meşru Temsilcisi İslami Direniştir!
İŞBİRLİKÇİ MAHMUD ABBAS, FİLİSTİN HALKININ TEMSİLCİSİ OLAMAZ!
07 Ocak 2009

Filistin halkının değil ABD, İsrail ve işbirlikçi Arap rejimlerinin fahri temsilcisi, Gazze katliamının baş sorumlularından işbirlikçi Mahmud Abbas dün gece itibariyle Türkiye topraklarına ayak basmış bulunuyor.

Filistin halkının Siyonist işgale karşı onurlu mücadelesinde ihaneti tercih etmiş, ABD ve İsrail terör devletlerinin işbirlikçisi hüviyetini kazanmış olan bu adam, maalesef Filistin halkının temsilcisi olarak Ankara'ya çağrılmıştır. Oysa işbirlikçi kimliği bizzat Başbakan Erdoğan'ın ifadeleriyle izhar edilen bu adamın temsilci sıfatıyla muhatap alınması ciddi anlamda çelişkili bir durum arzetmektedir. Görev süresi 9 Ocak tarihinde bitmiş olan ve Filistin halkını temsil etme özelliği olmayan bu adamın, hukuksuz bir şekilde Filistin Başkanlığı koltuğunda oturduğu bilinmektedir. Böyleyken muhatap alınmış olması kabul edilemez bir durumdur. Nitekim Filistin'in tek meşru temsilcisi, halkının kahir ekseriyetinin tercihiyle hükümetini kurmuş olan Filistin Başbakanı İsmail Heniye'dir.

Oslo sürecinde İsrail'i tanıma yolunda imzalar atarak, "barış adamı" makyajıyla bir Truva atı misyonuna soyundurulan ama aslında bütün dünya Müslümanlarının "ihanet ve uzlaşma süreci" olarak nitelediği Oslo görüşmelerinde, Siyonist İsrail devletini Filistin halkı ve örgütleri nezdinde yasallaştırma çabası içinde olan; Gazze'de kadın ve çocukların kanının dökülmesinde parmağı olan; direniş önderlerinin adreslerini nokta operasyonlar için Siyonist katillere bildiren; katliamdan sonra direnişin tamamen bitirileceğini umarak, "Peki bu saldırılardan sonra ben ne olacağım?" diyerek Siyonist çete liderlerinden siyasi akıbetiyle ilgili garantörlük isteyen; ambargonun sürdürülmesi için Mısır'dan talepte bulunan bu adam Filistinlilerin değil, olsa olsa Filistin'i esaret altında yaşatan ABD, AB, Siyonist çete ve işbirlikçi Arap rejimlerinin temsilcisi olarak Türkiye'ye gelmektedir.

Abbas yönetiminin Filistin'de yapageldiği tek şey Siyonist rejimin emellerini gerçekleştirebileceği bir ihanetin süreklileştirilmesinden başka birşey değildir. Göreve geldiği günden bu yana Abbas yönetimi, Hamas'ı mafyatik çete faaliyetleriyle köşeye sıkıştırmak, direnişçileri ve hatta süregelen mezalimi protesto eden Filistinlileri tutuklayarak esir etmek ve Gazze direnişi esnasında Hamas ve İslami Cihad mensuplarını ispiyonlamak ve kalleşçe arkadan vurmaktan başka bir işlev görmemiştir.

Filistin Cumhurbaşkanlığı görev süresi sona ermesine rağmen; hukuksal anlamda Filistin özerk yönetiminin temsilcisi sayılamıyacak olan bu adamın görevini zora dayalı olarak sürdürmeye çalıştığı, ABD-AB ve işbirlikçi Arap rejimlerinin zoraki destekleriyle ayakta tutulduğu, Hamas'a rağmen Filistin halkının temsilcisi konumunda gösterilmeye çalışıldığı aşikârdır.
Mademki bu hainin Türkiye'ye çağrılması gafletine düşülmüştür o halde en azından Siyonist zulme sessiz kalmasının ve ihanetlerinin hesabı sorulmalıdır. Siyonist çete liderleriyle birlikte yargılanması gereken bu kuklaya da Davos'ta kuklacıya gösterilen tavır sergilenmelidir. Bu vesileyle bir kez daha vurgulamak istiyoruz ki, Davos'taki tutum söylemde kalmamalı, fiili adımlarla sürdürülmeli, Siyonist çete ile ilişkiler kesilmeli, tüm askeri ve stratejik antlaşmalar iptal edilmelidir! İşbirlikçiliği affedilmez bir suç olarak gören bizler bu yüzden dün Türkiye'ye gelen Mahmud Abbas'a hoş gelmedin diyoruz! Abbas'ın Filistin halkını temsil edemeyeceği ve Filistin halkı adına konuşamayacağı açıktır. Filistin halkının meşru temsilcisi halkın desteklediği, Siyonist işgale karşı onurlu bir mücadele veren Hamas'tır.

Özgür-Der

http://www.ozgurder.org/v2/news_detail.php?id=669
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Uluslararası ilişkilerin ve bu ilişkilerin tetiklediği ittifakların ironisi şaşırtıcıdır. Filistin halkına ve pek çok Arap ülkesine savaş ilan eden, ancak başka pek çok Arap rejimi ve kimi Filistin liderleri ile ittifak kuran İsrail sömürgeci yerleşimine bakın örneğin.

Hashemite-Siyonizm ilişkileri ve Maronite Kilisesi-Siyonizm ilişkileri uzun zamandır bilinmektedir ve tüm bunlar belgelerle ispatlanmıştır, ancak on yıllardır İsrail'in Arap rejimlerine verdiği desteğin pek de belgesi yoktur. İsrail'in Mısır'ı 1967'de işgal etmesinin Cemal Abdül Nasır'ı ortadan kaldırma amaçlı olduğu yeni yeni kabul ediliyor, -Cemal Abdül Nasır ABD destekli diktatöryal rejimlerin bir numaralı düşmanıydı- ABD ve daha öncesinde İngiltere ve Fransa, Nasır'ı yok etmek için 1950'lerden bu yana darbeler planlıyor, ancak başarılı olamıyorlardı. İsrail, böylece rejimleri Nasır'ın ve Nasırizmin tehdidi altında bulunan 'Okyanustan Körfeze' Arap monarşilerine (birkaç da cumhuriyete) çok büyük bir hizmet yapmış oldu. Bunun devamında 1970'de İsrail'in Ürdün ordusunun Filistin Kurtuluş Örgütü gerillalarına saldırılarındaki askeri müdahalesi, 1978 ve 1982'de FKÖ'ye Lübnan'da düzenlenen nihai saldırılar, FKÖ'nün "devrimci" potansiyeli ve kararlı duruşunun bu rejimler üzerinde yarattığı baskıyı azaltması konusunda çok büyük bir "görevi" yerine getirmişti. İsrail istihbaratı on yıllar boyunca pek çok Arap rejimine politik muhaliflerini ortadan kaldırmaları ve diktatörlüklerini korumaları konusunda yardım etmiştir. İsrail istihbaratının bonkörlüğünün en önde gelen örneklerinden bir tanesi Morokko ve Omani diktatörlükleridir.

İsrail'in Arap rejimlerine hizmeti adım adım devam etmektedir. Hizbullah'ı yok etmek için düzenlenen 2006 Lübnan saldırısı, Hizbullah'a düşman olan Arap rejimlerini ve neoliberal Arap entelektüellerini çok sevindirmiş ve özellikle Suudi medyası bu operasyonda aktif olarak kullanılmıştır. Güney Lübnan'a yönelik ağır saldırılar ve binlerce Lübnanlının katledilmesi Hizbullah'ı güçlendirse, İsrail'in askeri gücünü zayıflatsa da, işgal, İsrail'in Arap ittifakları tarafından fazlasıyla onaylanmıştır. Aslında 2006 yılından bu yana, neoliberal Arap entelektüelleri İsrail'in Arap ittifakları gibi, sözde İran "tehdidi"nin kendi emirleri ve İsrail'in yararına nötralize edilmesi için açık çağrılar yapıyorlar. ABD bunu İsrail'in bölgeye tam olarak entegre edilmesi için çok büyük bir olanak olarak görüyor, öyle ki ABD Körfez'deki ittifaklarına İsrail'in tam merkezinde durduğu yeni bir bölgesel ittifak oluşturulmasının sinyallerini veriyor. Bahreyn Dışişleri Bakanı, birkaç hafta önce İsrail'e Arap Ligi'ne katılma önerisi yaptı. Sömürgeci yerleşimi İran'a karşı bölgesel ittifaka davet eden böylesi öneriler son bir kaç ay içerisinde pek çok kez tekrarlandı.

2006'dan bu yana, Ramallah'taki işbirlikçi Filistin Yönetimi kadar Arap rejimleri ve neoliberal Arap entelektüelleri de, onları Hamas ve Hizbullah'tan yalnız ve yalnız İsrail'in kurtarabileceğini anlamış bulunuyorlar. Hamas ve Hizbullah'ın her ikisi de, bölgede İran'a ve tüm ilerici güçlere karşı oluşturulacak ABD ve İsrail ittifaklarının en büyük tehdidi konumunda bulunmaktadır. Bunlar gizli ümitler de değil üstelik, tartışmaları kamuoyuna da yansıtılan özel toplantılarda tartışılan stratejiler. Gazze'de bir buçuk milyon Filistinlinin soykırıma uğratılması üzerine Arap medyasında yürütülen tartışmalar ve İsrailli yetkililerin deklarasyonları çok az etki bırakmışa benziyor. İşbirlikçi Filistin Yönetimi, Arap rejimleri ve İsrail arasında neoliberal Arap entelektüellerinin de desteği ile gerçek bir açık ittifak, kurulmuş durumda ve bu ittifak İsrail'in tüm Arap dünyasında demokratik olarak seçilmiş tek hükümet olan Hamas'ın yok edilmesinde taşeron olarak kullanılmasını öngörüyor.

Tam da bu noktada, Hamas'ın serbest seçimlerde demokratik olarak seçildiğini ve seçilmiş görevlilerin ve milletvekillerinin İsrail işgal güçleri tarafından kaçırılarak İsrail cezaevlerine gönderildiklerini, işbirlikçi Filistin Yönetimi'nin Hamas'ın ofislerini yerlebir ettiğini, karşı grevler örgütlediğini ve işbirlikçi Filisitn Yönetimi bürokrasisinin Hamas'ın yönetimine girmeyeceği işaretleri verdiğini bir kez daha hatırlamak gerekiyor. Tüm bunlar Hamas'ın iktidardan düşürülmesi için ABD, İsrail ve işbirlikçi Filistin Yönetimi Gazze'de Hamas liderlerine yönelik suikastler düzenlenmesinin ardından gelişmişti. İsrail'in son 10 gündür döktüğü kanlar tüm Arap dünyasının ve tüm Filistinlilerin demokratik yollarla seçilmiş yetkililer tarafından değil diktatörler tarafından yönetilmesini garanti altına almak için gerçekleştirilmiş son çabalardan biriydi.

Pek çok kişi Arap rejimlerinin ve işbirlikçi Filistin Yönetiminin nasıl olup da böylesi küstah bir "ihanet" içerisinde bulunduklarını düşünüp duruyor. "Halk tarafından tahtlarından indirilmekten korkmuyorlar mı?" sorusu sıkçı sorulan bir soru. Yanıt olarak elbette bir "hayır" yankılanıyor. Arap rejimlerinin İsrail ile işbirliği içinde olması yeni bir durum değil; yeni olan, bu konuda açık davranmaları, ancak bunun için mükemmel derecede iyi bir nedenleri var. 1940'larda ve '50'lerde bu rejimler, İsrail ile ittifaklarını açık biçimde deklare edemezlerdi, çünkü onları alaşağı edebilecek halk hareketleri ve uluslararası hareketler mevcuttu. Aslında, İsrail ile yürüttükleri Bağdat Paktı gibi gayri resmi işbirliği anlaşmaları nedeni ile ağır bedeller de ödediler. Soğuk Savaş, üçüncü dünya devrimciliği, Arap ulusalcılığı, Sovyetler Birliği, Çin, Nasır, tüm bunlar göz önüne alınması gereken etmenlerdi. Sedat 1970'lerin sonlarında İsrail ile açık işbirliğini ilan ettiğinde bu etmenlerden bir kaçı mevcuttu, ancak bugün hiçbiri kalmadı. ABD, İsrail ve temel Arap ittifakları 1967'den bu yana bu etmenleri kademe kademe ortadan kaldırdı ya da nötralize etti, bu da bölgede ABD'nin çıkarlarına hizmet eden bir İsrail-Arap diktatörlükleri ittifakının kurulması yolunu açtı. Bu Arap rejimleri ABD'nin eğittiği, petrol paraları ve ABD yardımları ile fonlanan gizli polisleri ve baskıcı güvenlik mekanizmaları ile terör ve korku imparatorlukları olarak hüküm sürüyorlar.

İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, El-Cezire sunucusu kendisine İsrail'in Arap rejimleri ile Gazze katliamı konusunda bir anlaşması olup olmadığını sorduğunda yanıt vermekten kaçınmış ve böylesi bir anlaşmanın varlığını reddetmişti, ancak Arap dünyasında Hamas'ın İsrail'in olduğu kadar kendilerinin de düşmanı olduğunu "düşünenler"in varlığını onaylamaktan geri kalamamıştı. İsrail ve uluslararası kurumlar, Batı Şeria cezaevine aparthayd duvarı içinde bağımsız bir Filistin devleti garanti ederken, İsrail'in Filistinli vatandaşlarına ulusal haklarından vazgeçmeleri ve sınırdışı edilmeyi vaat eden de aynı Tzipi Livni'ydi. Geçtiğimiz hafta onun Gazzelilere yönelik savaşı başladığında, Livni bu savaşın yalnızca güvenlik amaçlı olmadığını aynı zamanda İşbirlikçi Filistin Yönetimi'nden farklı olarak işbirliği içinde olmayan Filistinlilerin paylaşmadığı İsrail "değerleri"ni koruma savaşı olduğunu da açıklıyordu. Livni elbette haklıydı. Etnik temizlik idealleri ve planları İsrail'i ari bir Yahudi devleti kurmak olan Livni ve İsrail liderliğinden farklı olarak pek çok Filistinli, bu Yahudi İsrail'in ariliğini kirletecek olsa da kendi toprakları üzerinde yaşamak istiyor.

Livni ayrıca İsrail'in değerlerinin "özgür dünya" ve "özgür dünya"nın ittifakları olan bağımlı Arap rejimleri tarafından da paylaşıldığını beyan ediyordu. Onun değerlerinin Suudi destekli Arap entelektüelleri ve Ramallah güvenli bölgesine yerleştirilen işbirlikçi Filistin Yönetimi liderliği tarafından da paylaşıldığını eklemek durumundayız. İsrail'in modern değerleri ABD'nin Araplara ya da Müslümanlara karşı yürüttüğü savaş değerleri gibi değil daha çok sömürgeciliğin altın çağında ve ötesinde hüküm süren Avrupa değerleri gibidir. Livni ve İsrail liderleri insan haklarından, demokrasiden ve adaletten evrensel değerler olarak söz ederken, bunları yalnızca Yahudilere uygular ve Filistinlilerin haklarını reddederler. Bu salt İsrail'e özgü bir hile değildir. Frantz Fanon'un ölümsüz sözlerini hatırlayın: "Avrupa her bulduğu yerde, her köşe başında, dünyanın bütün köşe başlarında insanlığı katlederken, insanlıktan söz etmekten asla vazgeçmeyecektir."

Filistin cephesine dönecek olursak, Filistin işbirlikçi ve darbe lideri Mahmut Abbas'ın resmi başkanlık süresi 9 Ocak'ta sona eriyor. İsrail, İşbirlikçi Filistin Yönetimi lideri olarak onun görev süresini, 1993 Oslo Anlaşmaları uyarınca uzatmaya niyetli. Binlerce Filistinli yaralanır ve katledilirken dünya güçleri eğlenmeye devam ediyor. Bu yeni bir gelişme değil. ABD ve Avrupa'nın işbirlikçileri tarafından başka nüfuslar soykırıma uğrarken genelde olan bu, bu durum İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi soykırımı devam ederken de aynıydı. 19 Nisan 1943'te İngiltere ve ABD, Bermuda'da düzenlenen bir toplantıda, tahminen Nazi işgali altındaki Avrupa'da Yahudilerin durumunu tartışmak için toplanmıştı. Bugün aynı zamanda, Nazilerin Varşova Gettosu'nda Yahudilere büyük bir saldırı düzenledikleri ve hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaştıkları gündü. Bermuda Konferansı'ndan neredeyse hiçbir sonuç çıkmadı ve Varşova Gettosu'na yönelik saldırı aralıksız devam etti. Varşova Gettosu'ndaki direniş Nazilerle birlikte işbirlikçi Yahudileri de yöneldi ve direnişçiler katledilmeden önce ellerindeki çok sınırlı sayıdaki silahla cesurca mücadele etti. Onların ayaklanması ve direnişi Filistinlilere hep esin kaynağı olmuştur. FKÖ'nün en parlak dönemlerinde örgüt, bu Yahudi kahramanları selamlamak için Varşova'daki anıtlarına çiçek bırakacaktı.

Szmul Zygielbojm, Polonya'da Yahudi Sosyalist Partisi Bund'un lideri idi ve 1939 Nazi işgaline karşı direnişin bir parçası idi. Esir düştü, ancak sonrasında serbest bırakıldı ve Yahudi Konseyi'nin -İsrail tarafından yaratılan işbirlikçi Filistin Yönetimi'nin Nazi uyarlaması- bir üyesi oldu, konseyin görevi Varşova'da bir Yahudi Gettosu kurmaktı. Zygielbojm, Nazi yönetimine karşı çıktı ve Belçika'da, Fransa'da ve ABD'de sürgünde yaşadı, 1942'de Londra'da sürgündeki Polonya hükümetine katıldı. 12 Mayıs 1943'te Varşova Gettosu'na girildiğini ve pek çok savaşçının katledildiğini duyduğunda kaldığı odaya geri döndü ve Nazi işgali altındaki Avrupa'da Yahudilerin durumuna karşı eylemsizlik ve duyarsızlık içerisinde olan ittifak güçlerini protesto etmek için intihar etti. Yoldaşları, Nazilere karşı direnerek hayatlarını verirken yaşamaya hakkı olduğunu düşünmüyordu. Zyielbojm, intihar mektubunda, Polonyalı Yahudilerin katledilmesinde Nazilerin sorumlu olduğunu söylerken ittifak güçlerinin de eylemsizlikleri ile bu suçu paylaştıklarını söylüyordu:

"Polonya'dan gelen son haberler Almanların Polonya'da kalan son Yahudileri de vahşice katlettiğini şüphe götürmez biçimde kanıtlıyor. Gettonun duvarları arkasında şimdi bu trajedinin son sahneleri oynanıyor.

Polonya'da yaşayan Yahudi ulusunun katledilmesinin suçu öncelikle bu eylemi bizzat gerçekleştirenlerindir, ancak dolaylı olarak bu suç tüm insanlığındır, ittifak devletlerinin ve hükümetlerinin, halklarınındır. Zira onlar bu vahşetin durdurulması için hiç bir gerçek adım atmamıştır. Savunmasız milyonların katledilmesine, kadınlara, erkeklere, çocuklara işkence yapılmasına sessizce tanıklık ederek onlar da bu sorumluluğun ortağı olmuşlardır....

Temsilcisi olduğum Polonyalı Yahudiler katledilirken sessiz kalmaya ve yaşamaya devam edemem. Varşova Gettosu'nda yoldaşlarım kahramanca direnişlerinde ellerinde silahları ile şehit düştüler. Onlar gibi ölmeme izin verilmedi, onlarla ölmeme izin verilmedi, ancak ben onlara aitim ve yerim onların kitlesel mezarlarıdır.

Ölümümle, Yahudi halkının katledilmesine karşı sessiz kalan ve buna izin veren dünyanın sessizliğine vurgu yapmak istiyorum..."

Judenrant'ı Oslo anlaşmaları ile kurulduğundan bu yana yöneten işbirlikçi Filistin Yönetimi, İsrail yönetimine direnme çabasında bile bulunmadı. Liderliğin bir üyesi bile İsrail'e hizmet etmemek için istifa etmedi. İsrail'e pek çok onursuz hizmet sağlayan Mahmut Abbas, Zygielbojm'un asil ilkelerinden hiçbirine sahip değildir ve onun yolunu izleyemez.

Öte yandan, Filistin halkı tüm korkunç bir yoksulluk ve yoksunluğa rağmen işgalcilere karşı kavgalarını sürdürüyor. Filistin halkı, tıpkı kendilerinden önce Zygielbojm'un yaptığı gibi İsrail'i olduğu kadar Abbas'ı, onun kliğini, Arap rejimlerini, ABD ve Avrupalıları da anlıyor. Zygielbojm, dünya güçlerini eylemsizlikleri ve duyarsızlıkları nedeniyle suçluyordu, ancak Filistin sorununda, dünya ve bölge güçleri suçun direk uygulayıcıları ve aktif katılımcılarıdır.

Gazze Gettosu Ayaklanması'nı bastırmak ve savunmasız nüfusunu yok etmek büyük İsrail askeri makinesi ve İsrail'in sadist politik liderliği için görece kolay bir iştir. Ancak asıl mesele, İsrail'e karşı direnme konusunda iyice kararlılık kazanan Filistinlilerdir. İsrail'in son terörist savaşının temel kurbanları yaralanan ve öldürülen binlerce Filistinli iken, bu sürecin kaybedeni de Abbas ve onun işbirlikçi kliği olacaktır. Şimdi Filistin direnişinin tabi tutulduğu sınav, İsrail'in Filistin nüfusunu yok etme, topraklarını çalma, yaşama alanlarını yıkma, onları gettolara hapsetme ve direnmeden ölme dayatmalarına karşı direnişe devam etmek üzerinedir.

Siyonist gaddarlığa karşı Filistinlilerin yaşamlarında yüzyıl boyunca değişmeden kalan tek şey onları dünyadan silmeye çalışan Siyonist projeye karşı direniş olmuştur. Siyonizm, devşirdiği Arap ve Filistinli işbirlikçilerden Filistin direnişini sona erdirmelerini istedi. Ancak hiçbiri bunu başaramadı. Siyonizmin öğrenmeyi reddettiği ders, İsrail ne kadar barbarca katliamlar gerçekleştirirse gerçekleştirsin, Filistinlilerin özgürlükleri için mücadele etmeyi bırakmayacaklarıdır. Gazze Gettosu Ayaklanması, sömürgeciliğe ve İsrail'in sömürgeci barbarlığına karşı Filistin direnişinin son örneği olmuştur ve Filistin halkının, ırkçı Avrupa sömürgeciliğinin kendi bağırlarında yeşermesine asla izin vermeyeceğini bir kez daha göstermiştir.

*Joseph Massad, New York Colombiya Üniversite'sinde Arap Politikaları bölümünde yardımcı professör olarak görev yapmaktadır.

Kaynak: www.electronicintifa.net adresinden www.atilim.org tarafından alıntılanarak çevrilmiştir.

http://www.filistindayanisma.org/oku.php?yazi_no=1189
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

#4
Açıklamaların en etkileyici ve sarsıntıya yol açan yanı önemli bir Fetih lideri tarafından yapılmış olmasıydı.

Örgütün şu anki liderinin siyasi rakibi olması sebebiyle iftira atmış olabileceği söylenebilir. Ama belgeli konuştuğu ve bir de böyle bir iddianın iftira olması durumunda sadece siyasi rakibi değil aynı zamanda örgütü de ciddi şekilde etkileyeceğinin göz ardı edilemeyeceği düşünülürse bu ihtimalin zayıf olduğu sonucuna varılır.

FKÖ Siyasi Daire Başkanı ve Fetih Örgütü Genel Sekreteri (Arapça isimlendirmeyle Sır Emini) Faruk Kaddumi 14 Temmuz 2009 akşamı Ürdün'ün başkenti Amman'da düzenlediği basın toplantısında FKÖ lideri Yasir Arafat'ın zehirlenerek öldürüldüğünü, bunun da Ariel Şaron, Mahmud Abbas ve Filistin Özerk Yönetiminin eski güvenlik şefi Muhammed Dahlan üçlüsünün ortak komplosu olduğunu söyledi. Kaddumi, Arafat'a suikastın ABD istihbaratından bazı elemanların da katıldığı ve zikredilen üçlünün yer aldığı bir toplantıda kararlaştırıldığını, Arafat'ın bu toplantının tutanaklarını ele geçirip kendisine ilettiğini ifade etti. O bunları ayrıca el-Cezire'ye yaptığı konuşmada da etraflıca anlattı ve kendisinin belgeyle konuştuğunu, Arafat'a suikast planının kararlaştırıldığı toplantının tutanaklarının elinde bir belge olarak bulunduğunu vurguladı ve söylediklerinin yalan olduğunu iddia edenlerin bu belgenin de sahte olduğunu ispat etmelerini istedi.

Kaddumi'ye bu bilgileri ve belgeleri neden daha önce açığa çıkarmadığının sorulması üzerine de eline teyit edici yeni belgelerin geçmesini beklediğini söyledi. Fakat bizim tahminimize göre şartları ve ortamı uygun görmemesi daha etkin bir engel oluşturmuştur.

Abbas yönetiminin, bu bilgilerin gündeme getirilmesine ve suikast planının yapıldığı toplantıyla ilgili belgenin gün yüzüne çıkarılmasına ilk cevabı el-Cezire'nin Batı Yaka bölgesindeki bürosunu kapatmak oldu. Oysa söylenenlerin iftira ve belgelerin sahte olması durumunda televizyonun bürosunu kapatmak yerine yine aynı kanal vasıtasıyla konuşulanların asılsızlığını ortaya koyacak delilleri kamuoyuna açıklaması daha mantıklı olurdu. Çünkü böylesine ciddi iddiaları gündeme getiren kanalın etkilenen tarafa savunma hakkı verme ve onun elindeki delilleri de kamuoyuna açıklamasına imkân tanıma sorumluluğu vardır. Ayrıca el-Cezire'nin bu sorumluluğu yerine getirme duyarlılığı gösterdiği biliniyor.

Fetih'ten bazı kişiler 78 yaşındaki Kaddumi'nin bunama belirtileri gösterdiğini ileri sürdüler. Bir bilgi yaşlı birinin ağzından çıktığında etkilenenlerin sığınma yerleri "bunama" gerekçesi oluyor. Oysa bunamanın bir tanımı vardır ve Kaddumi'nin böyle bir belirti göstermediğini onu yakından tanıyan herkes biliyor. Ayrıca elinde önemli bilgi ve belgeler olduğunu, yeri ve zamanı geldiğinde açığa çıkaracağını önceden de söylüyordu. Eğer sebep bunama olsaydı, şartların hassasiyetini dikkate almadan daha bu meseleye dokunduğu günden itibaren ulu orta konuşurdu. Üstelik sadece laf üretmiyor sahteliği ispat edilemeyen belgeyle, bizzat Arafat tarafından ele geçirildiğini ve kendisine ulaştırıldığını söylediği belgeyle konuşuyor.

Aslında Arafat'ın zehirlenerek öldürüldüğü bundan önce de konuşuluyordu ve bazı önemli bilgilere işaret edilmişti. Bu işte Dahlan'ın parmağının olduğu hususu da gündeme gelmişti. Kaddumi'nin açıklamalarında yeni olan ise bu işte bizzat Abbas'ın parmağının olduğu, suikast planının yapıldığı toplantıya onun da katıldığı ve herhangi bir itirazda bulunmadığı bilgisidir. Zaten meselenin can damarına basan da işte bu bilgidir.

Anlaşıldığı kadarıyla Siyonist işgal devleti Fetih örgütü içinde kendi desteklediği Abbas kanadının yönetimi ele geçirmesi için, şartların ve zeminin müsait olduğu dönemin değerlendirilmesi amacıyla suikast yöntemini devreye sokmuş, Abbas ve kadrosu da ya bu yönteme sessiz kalmak ya da fiilen katkıda bulunmak suretiyle komploya iştirak etmiş böylece bir liderlik yarışına girilmeden gizli darbe yöntemiyle amaca ulaşılmıştır.

Bütün bu gelişmelerin Fetih içinde gerginliğe ve bölünmeye yol açacağı tahmin ediliyor. Arap dünyasının ileri gelen düşünür ve yazarlarından Fehmi Huveydi, Kaddumi'nin açıklamalarıyla birlikte örgüt içinde çatlakların kendini belli etmeye başladığını, bunun birtakım yazışmalarda açığa çıktığını ifade etti. Huveydi yorumunda, parçalanmış bir Fetih'in kendini işgal devleti karşısında daha zayıf hissedeceği ve onun yapacağı telkinlere daha fazla boyun eğeceği konusundaki endişelerini de dile getirdi.

Gelişmelerin tam da Fetih'in Ağustos ayı başında işgal altındaki topraklarda düzenlenmesi planlanan altıncı kongresi öncesine denk gelmesinin nasıl bir sonuç vereceğini de göreceğiz.

http://www.habervaktim.com/yazar/16081/abbas_kimin_adami.html
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.