Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

21 Mayıs 2024, 20:50:58

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,265
  • Latest: rizab
Stats
  • Toplam İleti: 8,828
  • Toplam Konu: 4,368
  • Online today: 205
  • Online ever: 554
  • (18 Mayıs 2024, 06:22:10)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 177
Total: 177

Görüşmelere müdahale edilecek: Öcalan artık İmralı'dan PKK'yı yönetemeyecek

Başlatan kilimanjaro, 30 Haziran 2010, 17:11:45

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Adalet Bakanlığı, Apo'nun PKK'yı yönetmesini engellemek için düğmeye bastı. Öcalan'ın örgütü İmralı'dan yönetememesi için gerekirse konuşmasını yarıda kesmeye hazırlanıyor.

GÖRÜŞMESİ KESİLECEK

Bakanlık, AİHM davası sürdüğü için avukatlarıyla görüşme hakkı olan Öcalan'ın örgütü İmralı'dan yönetememesi için gerekirse konuşmasını yarıda kesmeye hazırlanıyor. Öcalan'ın PKK'ya avukatları aracılığıyla talimat verdiği belgeleniyor.

AVRUPA'DA UYGULANIYOR

Apo'nun avukatları aracılığıyla verdiği talimatlar, örnekleriyle toplandı ve İngilizce'ye çevrildi. Almanya ve İngiltere'de bu tür görüşmelerde suç unsuruna rastlanırsa, görüşmenin kesilmesi kuralı uygulanıyor.

Adalet ve Dışişleri bakanlıkları cezaevinden verdiği talimatlarla PKK'yı yönettiği gerekçesiyle Öcalan'ın görüşmelerine müdahale hakkı istiyor. Taleplerine uluslararası destek arayan iki bakanlık, Öcalan'ın İngilizce'ye çevirdiği siyasi mesajlarını ilgili kuruluşlara gönderecek

İMRALI Cezaevi'ndeki Abdullah Öcalan'ın avukatları aracılığıyla ilettiği talimatlarla terör örgütünü yönetmesini engellemek üzere harekete geçen Adalet ve Dışişleri bakanlıkları özel bir çalışma başlattı. Gizli yürütülen ve uluslararası ayağı da bulunan çalışmanın ayrıntılarına ulaşıldı.

Çalışma kapsamında Öcalan'ın bugüne kadar örgüte ilettiği talimatlar 6 sayfalık bir rapora dönüştürüldü ve İngilizce'ye çevrildi. Adalet Bakanlığı, "Öcalan'ın avukatları aracılığıyla örgüte şifreli talimat verdiği görüşmeleri yarıda keserek; müdahale edebilme olanağı" istiyor. İşte çalışmanın ayrıntıları:

DİĞER ÜLKELER:

Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü Öcalan gibi terör hükümlüleri hakkında diğer ülkelerdeki uygulamalara ilişkin bir çalışma yaptı. Almanya ve İngiltere gibi ülkelerdeki açık görüşme sırasında, bir suç unsuruna rastlanması durumunda görüşme yarıda kesilebiliyor.

ŞİFRELİ MESAJ VERİYOR:

Öcalan'ın avukatlarıyla görüşmeleri, konuşulanların duyulamayacağı ancak güvenlik nedeniyle görüşmenin izlenebileceği şekilde yapılıyor. Görüşmeler dinlense bile Öcalan avukatlarıyla şifreli konuşuyor veya Kürtçe mesajlar veriyor. Kürtçe'yi çok iyi bilen personele ihtiyaç duyuluyor.

AVUKATLAR TAŞIYOR:

Öcalan yazılı metin yollayamıyor ama avukatları aracılığıyla istediği mesajı dışarı iletiyor. Bu kapsamda avukatlar hakkında 95 dosya açıldı. Bazı avukatların görüşmeye girmesi engellenirken, bazıları hakkında dava açıldı. Ancak bu da çözüm olmadı. Yetkililer sırada çok sayıda avukat olduğunu ifade ediyor.

KARDEŞLERİ DE DEVREDE:

Müebbetlik mahkûmlar kardeşleriyle görüşemiyordu. Ancak Danıştay ve Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi kararlarından sonra Öcalan, kardeşleriyle de görüşmeye başladı. Mesaj akışı için yeni bir yol açıldı.

İşte verdiği talimatlar

Öcalan'ın İmralı'dan verdiği ve İngilizce'ye çevrilerek uluslararası kuruşlara iletilecek siyasi mesajlardan bazıları şöyle:

(Anayasa değişikliği sürecinde BDP'ye) Değişikliği desteklemeyin. Pazarlıkta olmayın.

(Yaz aylarına giriliyor, turizm bölgelerinde eylem olmasın, turistler zarar görmesin ifadesi) Yetkililer mesajın şifreli olduğunu, "Terör örgütünün eylemlerini turizm bölgelerine kaydırması" anlamına geldiğini değerlendiriyor.

AİHM'deki davası

AİHM'de Öcalan'ın kaldığı İmralı Cezaevi koşullarına ilişkin dava sürüyor. Öcalan'ın 12 kez hücre cezasına çarptırıldığını belirten avukatları, savunmalarında cezaevi koşullarına ilişkin şunları öne sürdü:

"Güvenlik gerekçesiyle avukatları ve ailesiyle sınırlı olarak yapabildiği görüşmeler dışında başka hiç kimseyle, hiçbir şekilde ilişkiye geçememiştir. Müvekkilimiz hiçbir zaman telefon hakkını kullanamamıştır.

11 yıldır televizyon izleme hakkından yararlanamamaktadır, 11 yıldır bir kez bile ziyaretçileri ile açık görüş yapamamıştır, görüşmelerde Kürtçe konuşmasına izin verilmemiştir.

Dışarıdan gelen mektuplar kendisine verilmediği gibi, dışarıya mektup göndermesine de izin verilmemektedir." Hükümetten AİHM'ye verilen cevapta iddialar yalanlandı, hücrenin uluslararası standartlara uygun olduğu ve haklarının ihlal edilmediği belirtildi.

Türkiye zor durumda kalmasın diye...

ADALET Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı'nın böyle bir çalışma yapmasının nedeni Öcalan'ın avukatlarıyla yaptığı haftalık görüşmelerden kısa süre sonra mesajlarının terör örgütüne yakınlığıyla bilinen internet sitelerinde yayınlanması ve PKK'nın kanlı eylemlere kalkışması.

Adalet Bakanlığı İmralı'da bir revizyona gidebilir ve Öcalan'ın, terör örgütüne mesaj gönderdiği görüşmelerini dinleyip, suç unsuruna rastladığında müdahale edebilir ancak yetkililer bunun Türkiye'yi uluslararası arenada güç duruma düşüreceğini belirtiyor.

Öcalan'ın suç unsuru içeren görüşmeleri ancak avukatlar ayrıldıktan sonra tespit edilebiliyor ancak o zaman da iş işten  geçmiş oluyor.

Adalet Bakanlığı, bir taraftan bu konuda bazı önlemler almaya hazırlanırken, bir taraftan da haklılığını ortaya koyan tezlerini uluslararası kuruluşlara ve çeşitli Avrupa ülkelerinde muhataplarına anlatacak.

http://mobil.haberturk.com/gundem/haber/527532-imraliya-ayar
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Artan terör saldırılarından sonra Öcalan'ın muhatap alınması konusunu gündeme geldi. Sedat Laçiner ise tam aksini düşünüyor ve İmralı'dan PKK'yı yöneten Öcalan'ın etkinliğini kırmak için önerilerde bulundu.

Nursel Tozkopran'ın röportajı

Gazeteler, internet siteleri, televizyonlar, radyolar... Son bir haftadır hiçbir haberi, hiçbir haber tartışma programını kaçırmıyorum.
Biranda tırmanışa geçen terör olayları beni haber manyağı yaptı.
Her okuduğum ya da izlediğim şehit haberleri ile yıkılıyorum. Ve haber ya da haber tartışma programlarının neticelerine umut bağlıyorum.
Terör olayları bitecek mi, kim bitirecek, çözüm nedir diye o kanaldan bu kanala geçiyorum.
Hangi gazeteci ya da hangi alanında uzman kişi nasıl bir çözüm sunuyor, ne diyor...
Başbakan ne diyor, muhalefet liderlerinin çözüm önerileri nedir...
Çıldırmış durumdayım. Artık şehit haberi duymak istemiyorum. Terörü unutmak huzur, barış içinde yaşamak istiyorum.
Yazılarını da çok yakından takip ettiğim uluslararası ilişkiler, uluslararası güvenlik ve Türk dış politika uzmanı Doç. Dr. Sedat Laçiner'i aradım. Kendisine gündeme dair her şeyi sordum.

-Bazı gazeteciler, "Şayet akan kanı durduracaksa PKK muhatap alınsın" diye çok gürültü kopartan bir seçeneği dillendirdiler... Siz bu öneriyi şok edici buluyor musunuz?

Akan kan terör örgütü muhatap alınarak durmaz. Bunun dünyada örneği de yok. IRA ve ETA örneklerini bilmeden, okuyup incelemeden konuşanlar çok. Terör örgütü ile müzakere etmek demek bölünme pazarlığını yapmak demektir. Zaten PKK ne istediğini açık ve net bir şekilde ortaya koydu. Sonra karşınızda aklı başında makul insanlar yok ki: PKK'nın bugüne kadar öldürdüğü 16 yaş altı çocuk sayısı 395. Örgüte katılanların ezici bir çoğunluğu 16 yaş altı çocuklar. 12, 13 yaşında pek çok çocuk Kandil'de terörist olarak yetiştiriliyor. Örgütün öldürdüğü sivil sayısı 5 bin 700'den fazla. Yani PKK'ya terörist örgüt diyemiyorsanız dünyada kimseye bu etiketi, yapıştıramazsınız. PKK ile müzakere etmek, onu muhatap almak her şeyden önce ilkesizlik olur, demokratik değerlerle de çelişir. Bu durumda hak aramanın bir yolu olarak şiddet meşrulaşmış olur.

Sorun PKK'nın talepleri mi?

PKK muhatap alınırsa PKK'nın talepleri bellidir: Ayrı bir devlet istiyorlar, Öcalan için Barzani'nin konumuna benzer bir statü, teröristler içinde meşru savunma gücü payesini bekliyorlar. Eğer bunları vermeye hazırlarsa bunu PKK ile oturup konuşmadan da yapabilirler, kimse kimsenin elini tutuyor değil. Fakat bu durumda da terörün biteceğini, bölgenin huzura kavuşacağını sanmıyorum. Nihayetinde PKK terör dışında bir şey yapmayı bilmiyor. Asıl yapılması gereken PKK'yı değil Kürtleri muhatap almak, şiddet ile çözüm olacağı konusundaki ümitleri bitirmektir. Özellikle Öcalan'ın dışarı çıkma ümitleri de sona erdirilmelidir. Öcalan siyaseten idam edilmelidir. Aksi takdirde Öcalan dışarı çıkabilmek için gücünü sık sık ispat etmeye çalışacak ve terörü etkili bir araç olarak görecektir."

-Siyasilerin mutabık kalması sorunun çözülmesini kolaylaştırır mı?

Elbette kolaylaştırır. Özellikle AK Parti ve CHP'nin bu konuda ortak bir tavır geliştirmesi çözümün yarısı gibidir.

KAN TERÖR ÖRGÜTLERİNİN GIDASIDIR

-MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin "Olağanüstü hal" talebi oldu, bu öneri neredeyse hiçbir kesimden kabul görmedi ama bildiğim kadarıyla MHP hala bu talebin arkasında duruyor. MHP'nin bu talebi için ne diyeceksiniz?

Terör sıkıyönetim ve OHAL dönemlerinde serpildi, güçlendi ve bugünkü sorun halini aldı. Türkiye'de demokrasi çok fazlaydı da terör böyle bir ortamda büyüdü değil ki. Türkiye sertlik anlamında bu sorunu çözebilmek için her türlü önlemi denedi. Denenmiş ve başarısız olmuş yöntemlerde ısrar etmek doğru olmaz. Bu arada "OHAL gelsin, çare budur" diye bir reçete olmaz. Bunu kahvelerde konuşurlar, fakat bir siyasi partiye birkaç cümlelik reçeteler yakışmaz. Tüm siyasi partilerin karşımıza çok boyutlu, çok kapsamlı rapor ve analizlerle gelmesi lazım. OHAL önerisine dönecek olursak OHAL, tam da PKK'nın istediği haldir. Çünkü terörist daha fazla çatışmadan korkmaz. Aksine davasını sürdürebilmek ve daha çok adam devşirebilmek için çatışma artsın ister. Kan terör örgütlerinin gıdasıdır, daha fazla hak ve özgürlük ise terörü zayıflatır.

HALA ŞEHİT CENAZELERİNDEN RANT UMAN SİYASİLER VAR

- Medya'da bu terör olaylarını veriş konusunda çok ciddi eleştirilere muhatap oldu. Özellikle şehit cenazelerinin dramatize edilmesi nedeniyle... İçişleri bakanı Beşir Atalay da "terör olayları ne kadar etkili ve acıları derinleştirici verilirse, örgütün o kadar propagandası yapılmış olur" dedi. Yine Bakan Atalay'ın deyimiyle medya gerçekten terörün ekmeğine yağ sürüyor mu?

Medyanın rolü konusunda medyanın yönetim tarafından iyi yönlendirilemediğini düşünüyorum. Terörle mücadelede ülkelerin enformasyon merkezleri olur. Çünkü terörle mücadele bir propaganda savaşıdır. Savaş imgeler üzerinden verilir. Örgüt eyleminin abartılı bir şekilde haberleşmesini isterken devletler kendi başarılarını abartıp, örgütün başarısını minimum göstermeye çalışır. Bu nedenle Batı'daki cenazeler uzun törenlere dönüşmez, acılı insanlar çok fazla görüntülenmemeye çalışılır. Aynı şekilde bayraklara sarılmış birçok tabutu yan yana göstermek bir devlet için iyi değildir. Bu tür törenlerde generaller, siyasiler vs. ağlamamalı, acizlik gibi algılanabilecek işaretleri vermemelidirler. Medyanın bunlara dikkat etmesi gerekir, ancak medya açısından asıl hatayı siyasiler ve bürokratlar yapmaktadırlar. Bizde hala şehit cenazelerinden rant uman siyasiler vardır. Oysaki şehit cenazelerinde slogan atılmaz, bağırılıp çağrılmaz. Bu ayıptır, her şeyden önce bu durum medeni değildir. Cenazede sessiz kalınır, o sessizlik pek çok şey söyler. Fakat burada asıl hataların devlet eliyle yapıldığını görüyoruz. Hal böyle olunca sadece medyayı suçlamak doğru olmaz.

Medyadan kaynaklanan hatalara gelince, ilk sorun reyting kaygısı ile ham görüntülerin dahi yayına sürülmesi. İkinci olarak medya kanlı canlı, kavga eden tartışan konukları tercih ediyor. Bu tür kişiler ise terör saldırılarının arttığı dönemlerde ortamı rahatlatıcı değil, ortamı daha da gerici açıklamalar yapmaktadırlar. Hatta eğer konuklar kavga etmiyorsa moderatör kavga çıksın diye konukları tahrik etmektedir. Medyada bir diğer sorun ise kalitesizliktir ki bu burada detayına giremeyeceğimiz kadar karmaşık bir konudur.

PKK ÖCALANI KULLANIYOR, ÖCALAN  DA PKK'YI

-Şimdi yeniden en başa dönmek istiyorum. Terör çok kanlı yüzüyle son iki haftadır tekrar gündemimize girdi. Neden şimdi?

2000'li yıllardaki terörü öncesinden ayıran en önemli özellik örgütün sokaktan gelen fiili desteği önemli oranda kaybetmiş olmasıdır. Sokakta Kürtçülük artsa da, azalsa da şiddet ile bu işlerin çözüme kavuşacağı yönündeki inanç Kürtler arasında dip yapmıştır. Bunun en önemli nedeni ise Kürt sorununda ve genel olarak demokratikleşmede yaşanan iyileşmelerdir. Örgüt o zamana kadar Kürtçenin yasak olmasından ve ağır insan hakları ihlallerinden beslenmiştir. Türkiye Kürtçenin önündeki yasakları kaldırıp, bir de 24 saat Kürtçe yayın yapmaya başlayınca, bunlara ek olarak insan hakları alanında kaydadeğer gelişmeler ardı ardına yaşanınca PKK'nın davası çökmüştür. Geriye neredeyse bir tek ayrı bir devlet hayali kalmıştır. Ayrı bir devlet dışında PKK'nın mücadelesini üzerine oturtabileceği bir sebep kalmamıştır. Özerklik için dahi yöntemin silahlı mücadele olmayacağını artık hemen herkes kabul ediyor. Aslına bakarsanız bu değişimin en çok da PKK farkında... Fakat yeni koşullara uyum sağlamakta zorlanıyor. Özellikle yaşlılar kendilerine ne olacağının hesabı içinde. Öcalan ise kısa vadede dışarı çıkmak dışında bir şey düşünmüyor. Ardından yeni bir Barzani olmak istiyor. Fiili bir başbakan gibi davranabilen bir adam olmanın hesabı içinde. PKK Öcalan'ı kullanıyor, Öcalan PKK'yı. En çok kullanılan ise elbette BDP.

PKK demokratikleşmenin kendisini önemsiz ve işlevsiz bıraktığını da biliyor, Kürt sorununda yeni bir döneme girildiğinin de farkında. Eğer el çabukluğu gösterip yeni bir forma girmezse PKK ile birlikte örgütün Öcalan, Karayılan gibi isimleri de tarih olacak. Sorun ise PKK terör dışında bir yöntem bilmiyor. Aynı zamanda uzun vadede terörün işe yaramayacağını da biliyorlar. Bu nedenle kısa döneme sıkıştırılmış yoğunlaştırılmış terör ile demokratikleşmenin açığını yakalayıp muhatap haline gelmeye çalışıyorlar. Eğer bunu başarırlarsa Kürt sorununun bundan sonraki kısmının da önemli bir aktörü olabileceklerini düşünüyorlar. Fakat dikkat edilirse terör eylemlerine Türkiye'den katılım sayısı geçmişle kıyaslandığında oldukça az. Çünkü taleplerin önemli bir kısmı karşılandı. PKK terörü bir hafiflese devletin Kürtleri ve Kürt kimliğini kucaklaması, hatta dışarıda dahi Kürtlüğün en önemli temsilcisi olması işten bile değil. Zaten içeride biriken nefret ve kin tohumlarının boşalması da böyle olacak, yani içerideki gerilim dışarı atılarak, dışarıda ortak çıkarlar oluşturularak sorun zaman içinde çözülecek.

Burada en önemli sorun devletin demokratik açılımda, yani siyasi açılımda muhatap bulamamasıdır. PKK, BDP'nin (DTP) muhatap olmasına engel oldu. Muhatap adresi olarak İmralı, yani terör örgütünün başı gösterildi. Oysa ki böyle bir örnek yok. Dünyanın hiçbir yerinde Öcalan kadar kanın içinde olan bir kişi ile müzakere yapılamaz. Eğer BDP kendisini reddetmeye devam eder ise ya açılım suya düşecek, ya da devlet ve toplum PKK ve uzantıları dışında muhataplar ortaya çıkaracak. Aslına bakılırsa Türkler kendilerine düşen kısmını yerine getiriyorlar. Türk aydınları Ergenekon'a da, diğer devlet içi çeteleşmelere de cesurca karşı çıktı. Güneydoğu'daki insan hakları ihlallerini ortaya çıkaranlar daha çok Türkler oldu. Türkiye aynısını Kürtlerden de bekliyor. Kürt aydınlarının, halkın, esnafın, aklı yeten herkesin bu meselede muhatap boşluğunu doldurması, Kürtler ne istiyor bunu ortaya koyması lazım. Böylece PKK dışında gerçek muhataplar ortaya çıkar. Anlayabiliyorum, PKK bu insanları tehdit ediyordur, fakat hepimizin iyiliği için bu cesareti göstermemiz gerekiyor. Kim bilir belki de böyle bir gelişme karşısında PKK da değişir ve sürece olumlu katkı yapmaya başlar.

-PKK yeniden şehir hedeflerine yönelirken neyi amaçlıyor?

PKK işlevsiz kaldığının farkında... Bu nedenle format değiştirmeye ve silahlı gücünü yok olmamak için elinde tutmaya çalışıyor. Kırsalda sonuç alınamayınca şehir örgütü haline gelmeye çalışıyorlar. Fakat silahı ellerinde asla bırakmıyorlar. Önce belediyeleri aldılar, şimdi bu belediyelerin etrafında paralel bir devlet kurmaya çalışıyorlar. Gerek KCK, gerekse diğer şehir terör eylemleri hep aynı hedefe dönük, fiili bir devlet gücü yaratabilmek. Şehir eylemlerinin, özellikle batıdaki eylemlerinin bir diğer hedefi de toplumun sinir uçlarıyla oynayarak onu bir an önce örgütün istekleri doğrultusunda pes ettirebilmek. PKK bir yandan zamanının kalmadığını düşünüyor, diğer taraftan da Irak'taki gelişmeler ve Türkiye ile ABD ve İsrail arasındaki gerilim nedeniyle büyük fırsatların her an doğabileceğini düşünüyor. Yani bir oldubittiye hazırlık yapıyor.

PKK'nın önemli bir hedefi şehir örgütü haline gelmek. Eğer başarabilirse eylemleri büyük şehirlerin sokaklarına da taşımak istiyor. Terörü silahlı bir sivil direnişe çevirebilirse meseleyi iç savaşa kadar götürebilir. En azından hayalleri bu yönde.

ÖCALAN, ÇİMENTO GİBİ BİRLEŞTİRİCİ BİR FAKTÖR

-Tüm bu olup bitenlerde Öcalan ne kadar etkili, rolü nedir?

Öcalan birleştirici bir faktör. Çimento gibi. Aslında PKK'da doğrudan bir gücü yok. Fakat efsane haline geldiği için onun dışında bir kişinin PKK'yı bir arada tutamayacağını herkes bildiğinden alternatifsiz lider konumunda. Sokağı da, dağı da bir arada tutuyor. O da bunun farkında. Ancak zaman zaman hakim olamadığı olaylar olduğunu da görüyor. Ancak bunu dışarıyla fazla paylaşmıyor ki gücü sorgulanmasın.

Diğer taraftan Öcalan kendisini hapse sokan gücün Türkiye olmadığını düşünüyor. "Beni buraya ABD, İngiltere ve İsrail koydu" diyor. Böyle olunca onu oradan çıkaracak güçler de yine bunlar olacaktır sanıyor. O yüzden doğru zamanı bekliyor. Devlet kendisiyle temasa geçince seviniyor. Uzun süre aranıp sorulmadığında ise unutulduğunu sanıp eylem işaretini veriyor. Bugün Öcalan rahatlıkla hapisten mesajlarını örgüte ve sempatizanlarına yollayabiliyor. Bu da Türkiye'nin ayıbı.

Bazıları Öcalan ile anlaşılarak terörün durdurulabileceğini sanıyor. Oysa ki terörün önemli bir nedeni de Öcalan'ın hala dışarı çıkabileceğini sanması. Onun bu ümidinin beslenmemesi, aksine kırılması şart. Yani Öcalan ve PKK artık dışarı çıkmayacağını bilmeli ve terör yaparak bir sonuç alamayacaklarını anlamalı. Ancak devlette bazıları bir yandan Öcalan'ın bu umutlarını besleyecek mesajlar veriyorlar, diğer taraftan da artan terör olaylarından şikâyet ediyorlar. Açılımı hala Öcalan'la yapabileceğini sananlar var. Belki KCK operasyonlarının açılım ile birlikte durmasının bir nedeni de bu oldu. Öcalan'ı kızdırmamak için bu tür önlemler alınmış olabilir. Fakat bu çok yanlış bir bakış açısıdır.

12 EYLÜL KÜRTLERİN ANA DİLİNİ YASAKLADI

-Halkalı'daki son saldırıda şehit edilen uzman Jandarma Çavuş Çağlar Bölük'ün eşi "Ben de Kürdüm size mi kaldı hakkımızı savunmak" diyerek PKK'ya sitem etti. Siz bu cümleyi nasıl okudunuz?

Kürdün hakkını savunmak ne yazık ki bir dönem en azından görünüşte PKK'ya kaldı. Bunu inkâr etmek mümkün değil. Bu da Türkiye devletinin büyük ayıbıdır. 12 Eylül rejimi Türklüğe yakışmayacak şekilde Kürt kökenli vatandaşlarımızın ana dillerini yasaklamıştır. Oysaki Türkler başka milletlerin dinine, diline ve kültürüne duydukları saygı ile ün yapmışlardır. Osmanlı yıkılırken hiçbir etnik grubun dili yasak değildi. Bu anlamda 12 Eylül'ün ve elbette 27 Mayıs'ın Kürt politikaları Türklük için bir utanç kaynağıdır. Kürt ve Kürtçe eşkıyanın kucağına atılmıştır. Zaman bazı yetkililer tarafından Kürtlerin gözünün içine baka baka "siz Kürt değilsiniz" denmiştir. Elbette Kürdü savunmak PKK'ya kalmaz ama, Kürdün yalnız bırakıldığı, dışlandığı, eziyetlerden geçirildiği de açıktır. Bu dönemde tüm Türkiye'de büyük sıkıntılar yaşanmıştır. Devlet ile vatandaşları arasındaki ilişkiler çok yara almış ve aslına bakarsanız sadece Kürtler değil, Türkler de hakkı savunulacak hale gelmiştir. Hal böyle olunca Avrupa Birliği'nden, ABD'ye, terör örgütlerinden uluslar arası sivil toplum kuruluşlarına kadar pek çok sözde savunucu Türkü ve Kürdü devletine karşı korumaya kalkmıştır. Bunun temel sorumlusu ise ne yazık ki devletin bizzat kendisidir. PKK'ya Kürdün hakkını koruma cüretini veren hatalara iyi bakmak ve istismar edilen sahaları kapatmak gerekir. Sevindirici olan ise PKK gibi sahte savunucuların Kürtler arasında bekledikleri iltifatı bulamamasıdır. Demokratikleşme devam ettikçe PKK'nın asıl yüzü de herkes tarafından daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Bugün Türkün de, Kürdün de haklarını savunan bir devlete doğru ilerlemekteyiz.

-Kanlı saldırıları göz önüne alırsak, PKK ile Kürt sorunu ne kadar yan yana koyabiliriz veya birbirinden ayırabiliriz?

Kürt sorunu, terör ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi kalkınma sorunları birbirlerini ile iç içe sorunlardır. Birbirlerini beslerler, zaman zaman neden-sonuç ilişkisine dönüşebilirler. Fakat birbirinden ayrılan çok önemli yönleri de vardır. Burada işleri en çok kötüleştireni terördür. Eğer terör kabul edilebilir bir seviyeye indirilebilirse kalkınma sorunu, ardından da Kürt sorunu kabul edilebilir düzeylere gerileyebilir. Fakat şunu unutmamak gerekir bu 3 sorunun birbirinden bağımsız nedenleri de var ve ayrı ayrı çözüm paketlerinin geliştirilmesine de ihtiyaç var."

BDP, PKK'NIN TBMM ŞUBESİ GİBİ ÇALIŞAN SÖZDE PARTİ

-BDP'nin tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

BDP, DTP olarak ilk meclise geldiğinde şahin ve güvercinleri olan bir parti idi. Bugün ise güvercinlerinin kanatları yolunmuş, şahinlerin insafında, PKK'nın TBMM şubesi gibi çalışan bir sözde parti durumunda. Süreci kolaylaştırmak yerine kraldan çok kralcı davranıyor, bazı milletvekilleriyle terörü kınamak bir yana onu kutsuyorlar dahi. Burada fikri namus konusunda ciddi sorunlar görüyorum. BDP-PKK çizgisi dışında Kürt siyasetinde ve Kürtçü siyasette çoğulculuğa ihtiyaç var. Bu çizgi aslında Kürtleri temsil ediyor değil. Kürtler genelde dindar insanlardır, oysa BDP tavanına bakarsanız neredeyse din karşıtı insanlardan oluşuyor. Taban ile tavan arasındaki farklar bundan daha fazla. Bu da gösteriyor ki Kürt kökenli insanlar ya mecbur kaldıkları için BDP'ye oy veriyorlar, ya da Ankara'ya protest mesajlar gönderebilmek için.

AÇILIMIN ADI DAHİ PKK'YI PANİKLETMEYE YETTİ

-Açılımın tam olarak uygulanmamasının kanlı saldırıların artmasına neden olduğu söyleniyor. Sizce de böyle mi?

Açılımın uygulanamaması tamamen DTP'nin ve PKK'nın tavrına bağlıdır. Önce DTP kendisinin muhatap alınamayacağını açıkladı ve PKK'yı gösterdi. Ağustos 2009'da ise PKK açılıma karşı olduğunu, bunun kendisini tasfiye süreci olduğunu davul zurna ile ilan etti. Bir de bunun şerefine 30 Ağustos'ta silahlı saldırıda bulundu. Ne yazık ki Hükümet bunu doğru okuyamadı. Ortada muhatabı kalmadığı halde Hükümet sanki hiçbir şey değişmemiş gibi yola devam etti ve Habur faciasını yaşadık. Habur'un savunulabilecek hiçbir tarafı yok. Açılımın en sonunda, belki 2, belki 5 yıl sonra yaşanması gereken bir manzarayı en başta yaşatırsanız kendi kendinize zarar vermiş olursunuz. Öyle de oldu. Gelenler terörist kıyafeti ile Türkiye'ye girdiler. Ardından pişman olmadıkları halde yasalar zorlanarak salıverildiler. Oysaki böyle bir hesap yapılmışsa buna uygun yasal düzenlemeler de yapılmalı, hâkim ve savcılar zor durumda bırakılmamalıydı. Alınabilecek pek çok önlem vardı. Belli ki açılım süreci iyi yönetilemedi, hatta çok kötü yönetildi. Fakat açılımın adı dahi PKK'yı panikletmeye yetti. PKK açılımın başından bu yana açılımı boğmak için canla başla çalışıyor. Her türlü manevrayı yapıyorlar. Bazen sokağı karıştırıyorlar, bazense dağı. Böylece açılımın içinin dolmasını engelleyip, kendileri doldurmanın peşindeler. Ne yazık ki açılım sürecindeki yönetim yanlışları terör örgütünün açılımı baltalama ve istismar etme çabalarına zemin hazırlıyor.

-Hükümetin dış politikasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Kimilerin eleştirdiği gibi izlenen yanlış dış politika mı tüm bunlara neden oldu?

Hükümet dış politikada pek çok başarıya imza attı. Ancak dış politikada 99 başarı 1 başarısızlık ile biranda ortadan kaybolabilir. Dış politikada gücünüzü abartır, yaptığınız eylemlerin hiçbir maliyeti olmadığını düşünürseniz bunu fena halde ödersiniz. Türkiye'nin gücünü hesaplamada abartılı davrandığı kanaatindeyim. 2001 yılında deprem ve ekonomik krizle beli bükülmüş Türkiye'nin 2002 seçimlerinden sonra geçen 7-8 yılda büyük devlet haline dönüştüğünü söylemek garip olur. Türkiye hala orta büyüklükte bir devlettir. Belki daha güçlüdür, fakat içeride bu kadar çok açığı olan bir devletin küresel sorunlarda bu kadar belirgin bir şekilde taraf olarak algılanabilecek hamlelere girişmesini riskli buluyorum. İçeri düzeltilmeden dışarıya hamle yaparsanız açığınızı birileri anında kapatır.

Buna ek olarak Türkiye enerjisini çok geniş bir alana yayıyor. Türkiye'nin tüm bunlara yetecek kadar enerjisi olduğunu sanmıyorum. (Sürecek)

http://www.haber7.com/haber/20100629/Laciner-Ocalan-siyaseten-idam-edilmeli.php

Terörist kovalarken fotokopici oluyorlar!

25 yıllık terörle mücadelede 3 ay eğitim almış er ve erbaşların kullanılmasına artık son verilmesi TSK'nın da gündeminde. Peki profesyonel ordu bu sorunu çözer mi? "Hayır" diyen Sedat Laçiner'in ilginç tespitleri var...

Nursel Tozkoparan'ın, Dış Politika Uzmanı Doç. Dr. Sedat Laçiner'le yaptığı röportajın ikinci bölümü

TSK terörle mücadelede profesyonel sisteme geçme hazırlığında. Yani artık 3 ay eğitim almaş vatan evlatları teröristlerle burun buruna bırakılmayacak... Çeyrek asrılık terör sorununun çözümü için geç kalınmış olan bu yöntem tek başına yeterli mi peki?

Uluslararası ilişkiler, uluslararası güvenlik ve Türk dış politika uzmanı Doç. Dr. Sedat Laçiner'e göre "hayır" değil.

Sınırın taşınması ve profesyonel askerlik meselesini konuştuğumuz Laçiner, TSK'nın bütütünüyle profesyonelleşmesini ve zorunlu askerliğin sembolik bir veya birkaç aylık temel eğitim şeklinde verilmesi gerektiğini belirtiyor. Laçiner'in çok ilginç tespitleri de var.

"Terörle mücadelede sadece profesyonellik tek başına yeterli değildir, çünkü iyi bir yüzbaşı veya iyi bir teğmen demek her işi yapabilir biri demek değildir." diyen Laçiner, terör bölgesinde  görev yapan subay, astsubay ve uzman erbaşların 2 yıl sonra tam kıvamına gelmişken alakasız yerlere tayin edildiğine dikkat çekiyor.

Doç. Dr. Sedat Laçiner, "Dağda terörist kovalarken birden bire kendisini Ankara'da fotokopi çeker halde bulan pek çok kişi biliyorum." diyerek çok ilginç bir noktaya dikkat çekiyor...

Yazılarını da çok yakından takip ettiğim uluslararası ilişkiler, uluslararası güvenlik ve Türk dış politika uzmanı Doç. Dr. Sedat Laçiner'i aradım. Kendisine gündeme dair her şeyi sordum.

[Abdullah Öcalan'ın PKK üzerindeki etkinliğinin nasıl kırılması gerektiğini anlatan Sedat Laçiner'le yaptığımız röportajın dün yayınlanan birinci bölümünü okumak için tıklayınız]

-Devlet Bakanı Hayati Yazıcı teröre karşı alınacak önlemleri sıralarken "Sınır taşımayı da konuşalım" dedi. Sınır güvenliği ve sınırın yerinin bazı bölgelerde kaydırılması konusunda siz ne düşünüyorsunuz. Bu bir çözüm olabilir mi?

Türkiye'nin Irak ve İran sınırları oldukça zorlu coğrafyalardan geçiyor. Özellikle Irak sınırı doğal değil, kimi yerlerde 2-3bin metreden geçiyor. Bu da savunmayı zorlaştırıyor. Bu durumda ya savunmayı dağın bu tarafında kuracaksınız, ya da diğer tarafta. Sınır değişikliği yapılabilirse elbette daha iyi korunabilir. Bir tür takas olabilir. Ancak şu anki ortam bu tarz düzenlemelere çok da uygun durmuyor. Eğer sınırı iki tarafı da mutlu edecek tarzda düzenleyebilirseniz neden olmasın, ancak bu göründüğünden daha zor bir iştir. Ayrıca sadece sınır değişikliği ile sınırlarınızı daha güvenli hale getiremezsiniz. Önemli olan sınırın her iki tarafında da güvenlik ve huzurun olmasıdır. Örneğin Fransa ile Belçika arasında doğru düzgün sınır bile yoktur. Aynı şekilde silahlar yığılı iken güvenli olmayan Suriye sınırımız bugün büyük oranda güvenlidir. Demek ki sınırları sadece silahlar korumuyor. Karşı tarafta dostlar bulabilirseniz, birlikte bir hayat geliştirebilirseniz sınırınız da güvende oluyor.

ÜÇ TEMEL ÖNLEM

Sınır güvenliği için ne gibi önlemler alınabilir?

Kısa vade sınır güvenliği için 3 temel önlemi almak mümkündür. Bunlarda ilki sınırın savunması güç yerlerinde ortak güvenlik alanları oluşturulabilir. Bu alan içinde her iki devlete de hareket serbestisi verilir. Yani zorlu bölgelerde Türk güvenlik güçleri 3, 5, 10 km derinlikte, artık ne kadar ihtiyaç varsa sanki kendi topraklarındaymış gibi hareket edebilirler. Bu durumda aynı hakkı istemesi halinde Irak tarafına da vermesiniz gerekebilir. İkinci olarak sınırda kimsenin giremeyeceği ortak sahalar oluşturulabilir. Örneğin bir dağın iki taraftaki kısmında da yerleşimden ve serbest geçişten arındırılmış noktalar oluşturulabilir. Bu bölgelerde özellikle hava saldırıları da serbest bırakılabilir.

Üçüncü önlem ise Kuzey Irak'ta, o bölgenin egemenlik dengelerini bozmadan, Türk sınırına yakın bölgelerde birkaç tane büyük askeri üs oluşturulabilir. Türk askerleri ve istihbaratçılarını barındıracak bu üsler karakol gibi değil, etrafına sıcak takip yapabilecek güç ve donanımda olmalıdır.

Yukarıda saydığımız önerilerin Irak tarafına çok sıcak gelmeyeceğinin farkındayım. Ancak bu önerilerin ABD ve Irak'a kabul ettirilebileceğini düşünüyorum.

PROFESYONELLEŞME OLMAZSA OLMAZ BİR İHTİYAÇTIR

-Yine çözüm önerileri üzerinden gidersek, terörle başa çıkmak ve kayıpları önlemek konusunda "profesyonel ordu" önerisi yeniden tartışılmaya başlandı. Profesyonel ordu hakkında ne düşünüyorsunuz?

Her meslekte profesyonelleşme esastır. Profesyonelliği her işte ararken, dünyanın en tehlikeli işlerinden diyebileceğimiz askerlikte aramamak mantıklı değildir. Kaldı ki günümüzde askerlik daha fazla uzmanlığı gerektirmekte, profesyonelliğin ötesinde çok detay konularda uzman olmak şart hale gelmektedir. Eğer bu ikisini TSK başaramazsa geçmişte kalan bir ordu olarak çok gerilerde kalır. Başka bir deyişle terör olsun ya da olmasın TSK için profesyonelleşme olmazsa olmaz bir ihtiyaçtır. Bunun için Türkiye'nin gerekli kaynağı da vardır. Bu bağlamda Ordu'nun tamamen profesyonelleşmesi, zorunlu askerliğin sembolik bir veya birkaç aylık temel eğitim şeklinde verilmesi gerekir.

ORDULAR YOK ETMEK ÜZERİNE KURULU YAPILARDIR

-Terörle mücadeleye gelirsek...

Temelde terörle mücadele özellikle ülke içinde ordu ile yapılabilecek bir iş değildir. Ordular yok etmek üzerine kurulu yapılardır. Ülke içinde ordunuzu ne kadar çok kullanırsanız o kadar çok hem ülkenize, hem de ordunuza yazık edersiniz. Bir düzenli orduya şurada terörü bitir demek ona yapılabilecek en büyük zarardır. Profesyonel dahi olsa düzenli birliklerle, konvansiyonel savaşa göre yapılanmış ve eğitilmiş kişilerle bu iş olmaz. Eğer ordu içinde ayrı bir terörle mücadele birimi kurulursa o zaman durum değişir. Fakat unutmayınız, bu da zordur. Kurumlar bir günde zihniyet değiştiremezler. Eğer kurduğunu terörle mücadele birimlerini normal subaylar ile kurup, ordu içinde klasik emir-komuta zincirine bağlayacaksanız onun adı ne olursa olsun özü ordunun diğer birimlerinden çok da farklı olmayacaktır. Bu nedenle bu tür birimleri polis veya MİT içinde oluşturmak, ya da bağımsız bir yapılanmaya gitmek daha akla yakın geliyor. Eğer ordu içinde profesyonel ve terörle mücadelede uzman bir oluşuma gidilirse bu da kabul edilebilir.

Profesyonel orduya geçiş bu sorunu çözmeye yeterli mi?

Terörle mücadelede sadece profesyonellik tek başına yeterli değildir, çünkü iyi bir yüzbaşı veya iyi bir teğmen demek her işi yapabilir biri demek değildir. Nasıl ki poliste trafik polisini narkotiğe veremezseniz orduda da belli uzmanlaşmaların olması gerekiyor. Ayrıca terör bölgesine Batı'dan gelen kişiler tatiller ve izinler düşüldüğünde 2 yıldan az bir süre bu bölgelerde görev yapıyorlar. Meseleyi tam kavramaya başladıkları sırada yeniden ilgisiz bir bölgeye tayinleri yapılıyor. Dağda terörist kovalarken birden bire kendisini Ankara'da fotokopi çeker halde bulan pek çok kişi biliyorum. Bu örnek geliştirilebilir yönlerimizden sadece bir tanesi. Kısacası teröristle mücadele yönetiminde ciddi reformlara ihtiyaç olduğu anlaşılıyor.

ZORUNLU ASKERLİK DÜNYANIN EN BÜYÜK İSRAFLARINDAN

- Genelkurmay bu konuda görüşünü açıkladı. Asker neden karşı profesyonel orduya?

Genelkurmay'da profesyonel ordunun güçlü taraftarları da var. Ancak diğer gündemleri teknik ihtiyaçların karşılanmasına engel oluyor olabilir. Nihayetinde zorunlu askerlik sadece terörle ilgili bir konu değil. Bazı generaller zorunlu askerliği tüm Türkiye'yi tornadan geçirme, Türk insanını Cumhuriyet değerleri doğrultusunda eğitme aracı olarak görüyor. Oysa bu kanı çok yanlış. Askere gidenlerin ordu veya cumhuriyet konusunda terbiye edildiklerini, doğru yola ulaşıp sivil hayata dönmedikleri defalarca kanıtlandı. Diğer taraftan askerlikte profesyonelleşme ve uzmanlaşma çoğunluğun hayali. Çünkü asker de acemilerle uğraşmaktan bıktı. Askere alınanların yarıdan fazlası sorunlu insanlar.

Nasıl sorunlu?

Çünkü o yaşlarda sorun çok. İşsizlik var, evlenme dönemi, ana babadan ayrılma çağları gibi. Bu insanları bir teğmene, bir yüzbaşıya verdiğiniz zaman hem zaman ve enerjileri boşa gidiyor, hem de psikolojileri bozuluyor. Dahası verdikleri emekler sonuç verse bile en nihayetinde bu sonucu 1 yıl kadar kullanabiliyorsunuz, sonrasında kalifiye elemanınız sivil hayata dönüyor, her şey yeniden başlıyor. Aslına bakarsanız zorunlu askerlik dünyanın en büyük israflarından biri. Bu kişilerden hem istediğiniz verimi alamıyorsunuz, hem de subaylarınız meşgul ediyorsunuz. Ayrıca zorunlu askerliğini yapanların işe uygun bir motivasyonları da yok. Ya aşırı istekliler, ki bu çok da istenen bir durum değildir, ya da korku ve endişe içinde teskere sayıyorlar. Geçicilik hissi içindeki bir askerde birikim oluşması ve belli yeteneklerin geliştirilmesi de oldukça zordur.

Ordu içinde profesyonelliğe karşı çıkan bazı kişilerin belirttikleri gerekçeler ise son derece zayıf. Örneğin askere maaş verirsek vatan aşkları azalır, motivasyonları azalır diyorlar. Oysa bizim subaylarımızın hepsi maaş alıyor ve vatan aşklarında herhangi bir azalma olduğunu sanmıyorum.

HÜKÜMETİN TEK HATASI

-Yaşadığımız bu kanlı terör olayları ile ilgili hükümete, orduya ve medyaya karne vermenizi istesem, önce hükümetin karne notu ne olur?

Hükümet 7 yıldır terörle mücadelenin ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarında çok radikal önlemler aldı. Bunun sonucunda sokaklarda şiddete eğilim azaldı. Hükümetin tek hatası teröristle mücadele, yani silahlı mücadele kısmında zayıf kalması. Bu konuda Hükümeti MHP, CHP ve diğer partilerden farklı görmüyorum. Teröristle mücadelede ne yazık ki AK Parti de kendisinden öncekiler gibi "asker, polis ne istemiş de vermemişim" diyor. Oysa onların güvenlik bürokrasisinin gözetim, denetim, sevk ve idaresini yapması gerekir. Üstelik bunu bürokrasi istese de yapması gerekir, istemese de. Sonuçta elinde silah ortada dolaşan 5-6 bin insan olunca yaptığınız reformlardan sonuç alamıyor, siyasi reformlara ise neredeyse hiç geçemiyorsunuz.
Kurumlara not vermek bana düşmez. Ancak ortada büyük bir dağınıklık olduğu ortada...

-Terörle mücadeleden asıl sorumlu olan kurum hangisi, Genelkurmay mı, İçişleri Bakanlığı mı?

Bu bile belli değil. Yasalar başka bir şey söylüyor, uygulama ise bambaşka. Terörle mücadelede kurumlara tek tek not verilmez, çünkü bu mücadele topyekun bir mücadeledir. Eğer her şeyi mükemmel yapıyor da bir yerde vahim hatalar içindeyseniz yaptığınız iyi şeyler tam tersi sonuçlara da neden olabilir. Örneğin ekonomik iyileştirmeleriniz, kültürel hakları genişletmeniz bir karakolunuz basıldığında başka hedeflere hizmet edebilir. O nedenle eşgüdüm ve kurumlararası uyum bu mücadelede hayatidir. Fakat hepsinden önce şoför mahallinin boş kalmaması, yani hükümetlerin kaptan koltuğuna oturması gerekiyor. Aksi takdirde kendi başına yol alan kurumların başarılı olması mümkün değildir.

Özellikle bu son kanlı terör olayları nedeniyle ordu da ilk kez yüksek sesle eleştirilmeye başladı. Ordunun karnesi nasıl sizce?

Ordu'nun ve diğer kurumların yapıcı bir şekilde eleştirilmesinde sorun yok. O anlamda yapıcı olmak kaydıyla eleştiri ortamını sağlıklı buluyorum. Ancak kurumların da eleştirilerden yararlanma kabiliyetlerini arttırmaları gerekir. Eleştirileri saldırı olarak almamalı, yapılan eleştirilerde haklılık payı gözüküyorsa bunları uygulama alanına yansıtmak şarttır. Daha da önemlisi ordu hatalarında kendisini eleştirmeyi bilmeli, üstler astların görüşlerini daha çok dinlemeli ve böylece pek çok önlenebilir yanlış medyaya düşmeden giderilebilmelidir.(Bitti)

http://www.haber7.com/haber/20100630/Terorist-kovalarken-fotokopici-oluyorlar.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.