Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

07 Mayıs 2024, 04:30:19

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 134
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 119
Total: 119

Peygamber efendimizin ve önde gelen Müslümanların dünya hayatına bakışı

Başlatan kilimanjaro, 22 Eylül 2009, 15:36:08

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Hicretin dokuzuncu senesinde, İslâm nûru bütün haşmetiyle Arabistan Yarımadasını kucaklamıştı. Hz. Resûlullahın elinde artık bir çok maddî imkânlar vardı. İslâm Devletinin serveti çoğalmış, Müslümanların maddî durumları oldukça düzelmişti.

Her türlü imkâna kavuşmuş olmasına rağmen Hz. Resûlullah, sade hayatından ayrılmıyor, mütevazi yaşayışına devam ediyor, lüks ve debdebeye iltifat etmiyordu.
Fakat, Ezvâc-ı Tâhirat, kadınlığın fıtratında bulunan ziynet ve dünya malına karşı meyil saikiyle dünyanın refah ve bolluğundan, giyim kuşam ve ziynetinden, bol nimetler içinde yaşamaktan nasiplerini almak istiyorlardı. Bunun için de zaman zaman Peygamberimizin etrafında toplanarak, "Bizler de başka kadınların istedikleri ziynetleri isteriz" derlerdi. Sonra da herbiri bir takım şeyler isterdi. Fakat, Peygamber Efendimiz, kendisi sâde yaşadığı gibi hanımlarının da sâde bir hayat sürmelerini ve buna rıza göstermelerini arzu ediyordu. Bunun için de isteklerine müsbet cevap vermiyordu. Ayrıca Ezvâc-ı Tâhiratın bu tarz isteklerde bulunmasından da mübârek gönülleri rahatsızlık duyuyordu.

Öte yandan Hz. Âişe ile Hz. Zeyneb arasında her nedense bir rekabet vardı. Hattâ bu yüzden Peygamberimizin pâk zevceleri iki gruba ayrılmışlardı. Hz. Sevde, Hz. Safiyye ve Hz. Hafsa Hz. Âişe'nin tarafını, Ümmü Seleme ile Ümmü Habibe, Meymune ve Cüveyriye (r.a.) ise Hz. Zeyneb binti Cahş'ın grubunu teşkil ediyorlardı.697

Ezvâc-ı Tâhirat, yine bir gün kendi içlerindeki böylesi bir rekabet neticesinde Peygamber efendimizi üzmüş ve akabinde de dünya hayatının ziynet ve refahı ile ilgili bazı istek ve tekliflerde bulunmuşlardı. Peygamberimiz hem bu duruma üzüldü, hem de hanımlarının birbirlerini kıskanmalarından fazlasıyla rahatsız oldu.

Bunun üzerine, dünya hayatının nazarındaki ehemmiyetsizliğini anlatmak, hanımlarına bir ders vermek, aynı zamanda aralarındaki kıskançlık ve çekememezliğe bir derece mani olabilmek düşüncesiyle ve neticede onların zâtına besledikleri muhabbet ve sadakâtlarını ölçmek maksadıyla onlardan bir ay uzak durmak üzere yemin etti.703 Bu yeminden sonrada, Meşrebe diye anılan çardakta tek başına yatıp kalkmaya başladı.704

İşte bu hadiseye İ'lâ Hadisesi denir. İ'lâ'nın lûgat mânâsı "mutlak yemin" dir. Fıkıh dilinde ise, erkeğin cinsî muamelede bulunmamak üzere hanımına yaklaşmamaya yemin etmesi demektir.

Ashabı Kiramın Telâşı
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) Meşrebe'de yalnız başına kaldığını duyan Sahabîler, "Hanımlarını boşamıştır" düşüncesiyle telâşlandılar. Hz. Ömer, bu telâşını şöyle anlatır:
"Medine'nin Avâli semtinde oturuyordum. Ensardan bir komşum vardı. İkimiz birer gün arayla Resûlullahı ziyaret ederdik. Ben inersem, o gün vahiy ve saireye dair ne duyarsam haberini komşuma getirirdim. O indiği zaman da aynı şeyi yapardı.

"Sıra komşumda idi. Gecenin bir kısmı geçmişti. Gelerek kapıyı şiddetle çaldı. Telâşla açtım:
"Ne var?' diye sordum.
"Büyük bir felâket' dedi.
''Ne oldu?' dedim, 'Gassanîler Medine'ye hücuma mı geçtiler?
''Hayır,' dedi, 'daha fena bir şey oldu. Resûlullah, zevcelerini boşamış!
"Bunun üzerine sabah namazını kıldıktan sonra, giyinip kuşandım ve Medine'ye indim. Hafsa'nın yanına vardım. Ağlıyordu. 'Ne diye ağlıyorsun?' dedim. 'Ben, seni Resûlullaha karşılık vermekten, kendisinden bir şey istemekten sakındırmamış mıydım?' Sonra sordum: 'Allah Resûlü sizleri boşadı mı?
''Bilmiyorum' dedi.
"Resûlullah şimdi nerede?' diye sordum.
"Şuradaki Meşrebe'de. İnzivaya çekilmiş' dedi.
"Kalktım, Resûlullahın bulunduğu yere yaklaştım. Kapıda hizmetçisi Rebâh vardı. 'Ey Rebah' dedim, Resûlullahın yanına girmem için izin iste.
"Rebâh içeri girip çıktı: 'Arzunuzu arz ettim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi.
"Dönüp Mescide gittim. Ashab-ı Kiramdan bazıları minberin etrafında üzgün üzgün oturuyorlardı. Bazısı ise ağlıyordu. Ben de biraz oturdum. Fakat, canımın sıkıntısı bir türlü geçmiyordu. Resûlullahın odasına tekrar yaklaştım. Rebâh'a 'Ömer'in içeri girmesi için izin iste' dedim.
"Köle içeri girip çıktı, 'Seni kendisine söyledim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi.
"Tekrar mescide döndüm. Minberin yanında bir müddet oturdum. Endişe ve üzüntümden bir türlü kurtulamıyordum.
"Yine Resûlullahın bulunduğu odaya yaklaştım. Sesimi yükselterek, 'Ey Rebâh' dedim, 'ben Resûlullahı görmek istiyorum. Müsaade iste. Şayet Resûlullah benim Hafsa lehinde tavassutta bulunacağımı zannediyorsa, yemin olsun ki, eğer Resûlullah emrederse onun boynunu uçururum.'Rebâh içeri girdi. Çıkınca, 'Kendilerine söyledim. Sustu, bir şey söylemedi' dedi.
"Bunun üzerine dönüp giderken, kölenin ikinci sesini işittim: 'Gir, artık sana izin verdi!'
"İçeri girdim, Allah Resûlüne selâm verdim. Hasırdan örtülü bir yatak üzerinde idi. Hasır derisinin üzerinde izler bırakmış, çizgiler belli oluyordu. Etrafıma bakındım. Bir yanda bir avuç arpa, diğer yanda asılı bir post gördüm. Gözlerim yaşardı.
Resûlullah, 'Niçin ağlıyorsun?' diye sordu.
'Yâ Resûlallah! Nasıl ağlamayayım ki? Kisrâlar, Kayserler dünyanın zevk ü sefasını sürerken, siz Allah'ın en sevgili kulu olduğunuz halde bu basit şartlar içinde yaşıyorsunuz!'
"Resûlullah, 'Ey Hattab'ın oğlu Ömer!' dedi. 'Dünya nimeti onların, âhiret saadeti de bizim olmasına râzı değil misin?'

"Sonra, 'Yâ Resûlallah! Hanımlarını boşadın mı?' diye sordum.
"Mübarek başlarını bana doğru kaldırarak, 'Hayır' buyurdular.
"Bu cevap karşısında birden bire 'Allahü Ekber' dedim.
Sonra da, 'Bütün Ashab keder içindeler. Gidip kendilerine hakikatı söyleyeyim mi?' dedim.
"Resûlullah, 'Olur' dedi ve yüzünden üzüntüsü dağılıncaya kadar konuştu. Nihayet şenlendi ve gülmeye başladı.
"Bunun üzerine çıkıp mescidin kapısına dikildim ve yüksek sesle bağırdım, 'Resûlullah, hanımlarını boşamamıştır."'705

Resûlullahın Meşrebe'den Ayrılışı
Bir ay dolunca Resûlullah, inzivadan çıkarak hanımlarıyla görüşmeye başladı. Bu sırada şu âyet-i kerime nâzil oldu:
"Ey Peygamber, hanımlarına de ki: 'Eğer dünya hayatını ve zevkini istiyorsanız, gelin boşanma bedelinizi verip sizi güzellikte serbest bırakayım.'
"'Eğer Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız, şüphesiz ki sizden iyilik yapan ve iyi kullukta bulunanlar için Allah pek büyük bir mükâfat hazırlamıştır."'706
Buna göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz (a.s.m.), hanımlarını, dünya ve dünya zîneti ile Allah ve Resûlünü tercihte serbest bırakmaya memur edilmiş oluyordu.
Âyet, nâzil olduğu sırada Efendimiz hanımlarından Hz. Âişe'nin yanında idi. İlk önce meseleyi ona açtı. Hattâ bu konuda babasına anasına danışabileceğini de beyân etti. Hz. Âişe derhal cevabını verdi:
"Ben, bu hususta mı anneme babama danışacağım! Ben elbette ki, Allah'ı, Resûlünü ve âhiret yurdunu tercih ediyorum!"707
Peygamber Efendimiz bu cevaba gülümsedi.
Diğer Ezvâc-ı Tahirât da aynı şekilde Allah ve Resûlünün rızasını ve âhiret yurdunu, dünya ve zînetine tercih ettiler. Böylece Fahr-i Kâinat Efendimize muhabbet ve sadakâtlarını ispatlamış oldular.


697. Buharî, 3:132.
703. Buharî, 7:230; İnsanü'l-Uyûn, 3:406
704. Buharî, 7:230; İnsanü'l-Uyûn, 3:406
705. Buharî, 1:31-33, 6:70; Müsned, 1:33; Müslim, 2:1109-1112; Tirmizî, 5:421; İnsanü'l-Uyûn, 3:404
706. Ahzab Sûresi, 28-29.
707. Buharî, 6:23; Müslim, 2:1113.

Kainat' ın Efendisi (ASM), Salih Suruç

http://www.resulullah.org/altsayfa.php?s=yazi_oku&id=226
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

İbn-i Mesud'un anlattığına göre Hz. Peygamber bir hasırın üzerinde uyumuştu. Ashabı Kiram, Hz. Peygamber kalktığında vücudunda izler oluştuğunu görünce: "Ey Allah'ın Resûlü! Senin için bir döşek hazırlasak da vücudunu korusa olmaz mı?" deyince Hz. Peygamber "Benim dünyayla işim ne? Ben dünyada ancak bir ağacın gölgesinde bir an dinlenen daha sonra orayı terk edip giden bir yolcu gibiyim" buyurmuştur.1

Hz. Peygamber(s.) işte böyle sade bir hayatı tercih ederdi. Bu sebeple sade elbise giyerdi. Hz. Ömer, Resûl-i Ekrem'in, Cuma ve Bayram namazlarında kıymetli elbiseler giyinmesinin iyi olacağını düşünerek, ona kaliteli bir elbise almayı tavsiye etmiş, bu elbise ile yabancı ziyaretçileri kabul etmesini söylemişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Hayır, bu doğru değildir! Bu gibi elbiseleri ancak âhiretten bir şey ummayanlar giyer" buyurdu.2

Hz. Aişe(r.anha), Resûl-i Ekrem'in aile hayatındaki sadeliği ve kanaatkârlığı şöyle anlatır: "Muhammed'in aile halkı, kendisi Medine'ye geldikleri günden vefatına kadar, üç gece arka arkaya buğday ekmeğini yememiştir."3 Bir başka rivayette Hz. Aişe şu bilgiyi verir: "Muhammed'in ailesi, kendi vefat edinceye kadar üç gün peş peşe doya doya arpa ekmeğinden yememiştir."4 Hz. Aişe, Resûl-i Ekrem'in ailesinin hurma ve su ile geçindiklerini ve ensardan olan bazı komşularının Hz. Peygamber'e hediye olarak gönderdikleri sütle idare ettiklerini söyler.5

Yeme, içme ve beslenme hususunda durum böyleydi. Ya giyim-kuşam konusunda nasıldı? Hz. Aişe bu konuda şu malumatı verir: "Bizim her birimizin ancak bir kat elbisesi vardı."6 Kızı Fatıma da aynı sadelikte yaşardı. Hizmetçisi bulunmuyordu. Evinde ocağında pek fazla eşyası yoktu.7 Hatta Hz. Fatıma'nın Peygamber efendimizden hizmetçi talep etmesiyle ilgili olay pek meşhurdur. Hâdiseyi bize Hz. Ali (ra) anlatıyor ve diyor ki:
"Evimizde hizmetçimiz yoktu. Bütün işlerini bizzat Fâtıma kendisi yapıyordu. Zaten, bütünü bir tek odadan ibaret olan bir hücrecikte kalıyorduk. O hücrecikte, Fâtıma ocağı yakar ve yemek pişirmeye çalışırdı. Çok kere, ateşi alevlendirmek için eğilip üflerken, ateşten çıkan kılvılcımlar benek benek elbisesini yakardı. Onun için elbisesi delikdeşik olmuştu. Yaptığı sadece bu değildi. Ekmek yapmak, evin ihtiyacı olan suyu taşımak da onun yüklendiği işlerdendi. Ayrıca değirmen taşını çevire çevire eli; su taşıya taşıya da sırtı nasır bağlamıştı.

Bu arada bir harp dönüşü Medine'ye esirler getirilmişti. Allah Resûlü bu esirleri, müracaat eden Medine halkına dağıtıyordu. Fâtıma'ya, babasına gidip ev işlerinde kendisine yardımcı olabilecek bir hâdim (hizmetçi) istemesini söyledim. O da gitti ve istedi..."

Şimdi, hâdisenin gerisini Hz. Fâtıma Validemiz'den dinleyelim:
"Babama gittim; fakat evde yoktu. Hz. Aişe: "Geldiğinde ben haber veririm." dedi, ben de geri döndüm.
Yatağa uzanmıştık ki, az sonra Allah Resûlü birdenbire çıkageldi. Ben ve Ali yataktan doğrulmak istedikse de O, buna mâni oldu ve aramıza oturdu. Öyle ki sadrıma temas eden ayağındaki serinliği göğsümde hissediyordum. Arzumuzu sordu. Ben de durumu aynen naklettim. Allah Resûlü birden uhrevîleşti ve şöyle dedi:
"Ya Fâtıma, Allah'tan kork ve Allah'a karşı vazifende kusur etme! Allah'ın omuzuna yüklediği farzları hakkıyla yerine getir. Kocana da daima sadık ve itaatkâr ol! Onun hakkını da gözet!
Sana ayrı bir şey daha söyleyeyim. Yatağına girmek istediğin zaman, otuz üç defa "Sübhanallah", otuz üç defa "Elhamdülillah", otuz üç defa da "Allahüekber" de. İşte bu senin için hizmetçiden daha hayırlıdır."8

Onlar bu sade yaşantılarının ve gösterdikleri büyük kanaatkârlıklarının karşılığında unutulmadılar, hem bu dünyada hem de âhirette hayırla anılmayı hak ettiler. Bütün Müslümanlara örnek şahsiyet oldular.

Notlar:
1. Tirmizî, Zühd, 44; Ahmed b. Hanbel, 1, 301; İbn Mâce, Zühd, 3
2.    Ebû Dâvûd, Libas, 10
3.    Buharî, Rikâk, 17; Müslim, Zühd, 21; Tirmizî, Zühd, 38
4.    Buharî, Et'ıme, 27; Müslim Zühd, 20, 23-25; İbn Mâce, Et'ıme, 48.
5.    Buharî, Hibe, 1, Rikak, 17; Müslim, Zühd, 28; Ahmed b. Hanbel, II, 405.
6.    Buharî, Hayz, 11; Ebû Davûd, Tahâret, 132.
7.    Bkz. Ebû Dâvûd, Edep, 109; İmârât, 20; Ahmed b. Hanbel, I, 153.
8.    Buhârî, Fezâilü'l-Ashâb, 9; Müslim, Zikr, 80, 81; Ebû Dâvud, Edeb, 100
http://www.rahle.org/modules.php?name=Content&pa=showpage&pid=14978&cid=198&baslik=KUTLU%20DO%C4%9EUMU%20ANLAMAK%20-Ele%C5%9Ftirel%20Bir%20Yakla%C5%9F%C4%B1m-%20(KER%C4%B0M%20BULADI%20)%20
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

"Rum elçisi, Medine-i Münevvere'ye siyasi bir görüşme için gelir. Halife Hz. Ömer'in sarayını sorar. Sorduğu kimseler:

"Halife'nin köşkü yoktur. Onun parlak bir gönül sarayı vardır. Kendisinin dünyaya aid yalnız, fakirlerin ve gariblerin barındığı gibi bir kulübesi vardır." derler.

Rum elçisinin bu sözler üzerine hayreti artar. Yükünü, atını, hediyelerini başıboş bırakır. Hz. Ömer Farûk'u aramaya koyulur. Her tarafta Halife'yi sorar.

Hayretle kendi kendine:

"Demek dünyada böyle bir hükümdar var ki, aynı rûh gibi, etrafın nazarından gizli kalıyor!..." diye mırıldanır Halife'ye ram olmak için, O'nu aramaya devam eder...

Bir Arap kadın:

"İşte senin aradığın Halife, şu hurma ağacının altındadır! Herkes yatakta, döşekte yatarken; O, bunların zıddı olan kumların üzerindedir! Git de, hurma ağacının gölgesinde yatan  Ömer'i gör!..." der.

Uyumakta olan Hz. Ömer'den elçiye heybet ve ruhuna hoş bir hal gelir. Elçi, muhabbet ve heybet, birbirinin zıddı iki haslet olduğu halde, bu tezadın kendi ruhunda nasıl birleştiğine hayret eder. Kendi kendine;

"Ben imparator görmüş ve onların nezdinde takdir toplamış bir kimseyim! Onlarda hiçbir heybet görmediğim halde, bu kişinin heybet ve muhabbeti şuûrumu izale etti."

"Bu Halife, silahsız, müdafaasız yerde yatıyor ve uyuyor. Ben ise, karşısında bütün bedenim ile titriyorum! Bu hal nedir? Bu hal neyin nesidir? Demek ki bu heybet, Hakk'ındır. Şu aba giyen kimsenin değildir!.." der.

Rum elçisi, böyle ruhi ihtilaçlar (çalkantılar) yaşarken, Hz. Ömer (ra) uykudan uyanır. Rum elçisi, Hz. Ömer'e ta'zim ile selam verir. Halife selam mukabele eder. Ondan sonra yüreği oynamış elçiyi can sarayına alır; huzura kavuşturur. Virane olmuş gönlünü tamir eder. Ona, ince, derin, esrarlı sözler söyler.

Elçi, hal ve makam müşahede eder.

Hz. Ömer'e ağyâr (yabancı) suretinde gelen elçi, yar olur. Bu sohbetin neşvesiyle kendinden geçer. Hatırında ne elçilik, ne de bir haber verip almak kalır..."

KAYNAK: TOPBAŞ, Osman Nuri, Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su, Erkam Yayınları Altınoluk Dizisi 20, s. 146-147
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Büyük fıkıh (hukuk) bilgini, Hanefi mezhebinin kurucusu İmam-ı Azam Ebû Hanîfe'nin (VIII. yüzyıl) ilmi faaliyetleri yanında ticaretle de meşgul zengin bir zat olduğu malumdur. Bu büyük insan, gündüz öğleye kadar mescitte talebelerine ders verir, öğleden sonra da ticari işleri ile uğraşırdı. Bir gün ders verdiği sırada bir adam mescidin kapısından seslendi:
- Ya imam, gemin battı!... (İmamın ticari mal taşıyan gemileri mevcut) İmam-ı Azam bir anlık tereddütten sonra - Elhamdülillah dedi.
- Bir müddet sonra aynı adam yeniden gelip haber verdi:
- Ya imam, bir yanlışlık oldu batan gemi senin değilmiş. İmam bu yeni habere de:
- Elhamdülillah, diyerek mukabele etti. Haber getiren kişi hayrete düştü:
- Ya imam, gemin battı diye haber getirdik "Elhamdülillah" dedin. Batan geminin seninki olmadığını söyledim yine "Elhamdülillah" dedin. Bu nasıl hamdetme böyle? İmam-ı Azam izah etti:
- Sen gemin battı diye haber getirdiğinde iç âlemimi, kalbimi şöyle bir yokladım. Dünya malının yok olmasından, elden çıkmasından dolayı en küçük bir üzüntü yoktu. Bu nedenle Allah'a hamdettim. Batan geminin benimki olmadığı haberini getirdiğinde de aynı şeyi yaptım. Dünya malına kavuşmaktan dolayı kalbimde bir sevinç yoktu. Dünya malına karşı bu ilgisizliği bağışladığı için de Allah'a şükrettim.

http://www.tumgazeteler.com/?a=1008804
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.