Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

07 Mayıs 2024, 15:28:43

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 134
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 96
Total: 96

Atatürk ve Atatürkçülük, Sami Selçuk, Star Gazetesi

Başlatan kilimanjaro, 10 Mayıs 2009, 03:35:04

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Atatürk ve Atatürkçülük  

Mussolini, Hitler, Lenin, Stalin çağın modasına uydular. Onca kitap yazdılar. Ürettikleri ideolojileri, başka görüşlere soluk almayı yasaklayarak uygulamaya kalktılar. Onlar hem ideokrat, hem diktatördüler.

Oysa Atatürk, asla bir ideokrat olmadı; yapay ve geleceğe kapalı bir ideoloji yaratmaya kalkışmadı.

İşte kendi ağzından söyledikleri:

'Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir'. 'Türk ulusunun elinde ve kafasında tuttuğu meş'ale bilimdir'. 'Bilim neredeyse oradan alacağız. Ulusun her bireyinin beynine sokacağız'. 'İzlenen yolun, akılcı, mantıklı ve özellikle bilimsel olması gerekir'. 'Bilim için sınır ve koşul yoktur'. 'Öğreti istemem, donar kalırız'. 'Biz de uygulanamaz düşünceleri, kuramsal bir takım ayrıntıları yaldızlayarak, kitap yazabilirdik. Öyle yapmadık. Ulusun maddî ve manevi olarak çağcıllaşması yolunda eylemi söz ve kuramlara üstün tuttuk'. 'Ben manevi miras olarak kalıplaşmış hiçbir düstur bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır. Zaman süratle ilerliyor. Böyle bir dünyada asla değişmeyecek hükümler getirdiğini ileri sürmek, aklın ve bilimin gelişmesini yadsımak olur. Beni izlemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde aklın ve bilimin rehberliğini benimserlerse benim manevi mirasçım olurlar'.

Daha ne desin?

Atatürkçülüğün kılavuzu bilimdir. Kendisi, bir çağcıllaşma biçimidir; bilimin yaşama uygulanmasıdır. Bilimin de, dolayısıyla Atatürkçülüğün de doğasında sürekli evrim vardır.

Öyleyse dünlere bakarak yarınların keşif anahtarlarını sunan, geçmişin değil, geleceğin zaman kipi olan Atatürkçülük; kendisinden başka görüşlere katlanamayan ideolojik algılarla/dayatmalarla güdükleştirilemez, 1930'lara mıhlanamaz. Atatürkçülüğün cumhuriyetten özgürlükçü/çoğulcu/katılımcı demokrasiye doğru ilerleyen saati durdurulamaz.

Evet, Atatürk, bir diktatördü. Eğer, Batı ne yaptıysa benzerini yaparak onda tükenmeden, köksüzleşmeden, 'halka karşın, halk için' yukarıdan aşağıya dikey bir devrimle, 'haraset-i fikriye'yle uygar değerleri ulusal potada eriterek Türk insanının keşfedecekseniz, bir ölçüde baskı yapmayı, çaresiz diktatör olmayı göze alacaksınız, demektir. Ne ki Atatürk, kendisine diktatör denmesine bile katlanamamıştır.

İşte öyküsü:

Cumhuriyet yedi yaşındadır. Atatürk, Yalova'da A. F. Okyar'a şöyle der: 'Bugünkü manzaramız, diktatörlüktür. Gerçi bir Meclis vardır. Fakat içte, dışta bize diktatör gözüyle bakıyorlar. Geçen yıl Ankara'ya gelen Alman yazarı E. Ludvig, bana yönetim biçimimiz hakkında tuhaf sorular sordu. Diktatörlüğümüze kanaat getirerek geri döndü. Bunu da yazdı (...) Ben Cumhuriyeti kişisel yararım için kurmadım. Hepimiz ölümlüyüz. Ölümümden sonra, arkamda kalacak kurum bir diktadır. Ben ise millete miras olarak, bir dikta kurumu bırakmak, tarihe öyle geçmek istemiyorum'.

Oysa her şey apaçıktır.

Atatürk, izlencesini her zaman TBMM'ye danışarak uyguladı. Bütün umutların söndüğü anlarda, sürekli 'irade-i milliyeyi hákim ve kuvvay-ı milliyeyi ámil' kıldı. Bu 'irade-i milliye'nin içinde, 'sofralarımızda öküzlerimizden sonra gelen' kadının yeri yoktu. İlk nüfus sayımında kadınların da sayılmasını isteyen milletvekili TBMM'de konuşturulmamıştı. Ama O direndi, tarihe maruz kalmadı, tarih yaptı, tarih yazdı.

Peki nasıl bir diktatördü Atatürk?

Duverger'nin vurguladığı üzere, ılımlı bir diktatördü. Ölçüsü belliydi: Devrimlerin gerektirdiği oranda yasal yaptırımlara başvurmak.

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/sami-selcuk/ataturk-ve-ataturkculuk-haber-139067.htm


Atatürk ne totaliterdi ne de dine karşıydı 

Mussolini, Hitler, Lenin, Stalin, Franko, Salazar aynı zamanda birer totaliter önderdiler.

Ancak Atatürk asla totaliter bir önder olmadı. O, yukarıdaki mevkideşlerinin ve kurdukları düzenlerin şiddetle karşısında olmuştur, her zaman.

İşte öyküsü.

Yıl 1935. Recep Peker, Avrupa'da kimi ülkeleri dolaşır. Almanya'dan, özellikle Mussolini İtalya'sından çok etkilenir. 9.5.1935'te toplanacak olan CHP Kurultayına sunulmak üzere ayrıntılı bir tüzük ve izlence (program) hazırlar.

Tüzük ve izlence, dönemin tek partili totaliter/ideolojik yönetimlerindeki esaslara göre kaleme alınmıştır. Üyesi sınırlı, ama gücü ve yetkileri sınırsız bir kurul (heyet) tasarlanmıştır. Bütün kararları bu kurul verecektir. TBBM, devre dışı göstermelik bir kurum olacak, İtalya ve Almanya'da olduğu gibi, üniformalı gençlik örgütü kurulacaktır. Özellikle izlence çok ayrıntılıdır. Çocukların sütlerine varıncaya dek insan yaşamının her alanına el atmaktadır.

Zaten 'şeytan da bu ayrıntıda saklıdır'. Çünkü önerilen, tam anlamıyla faşizmdir.

Başbakan İnönü'nün onayladığı tüzük ve izlence Atatürk'e sunulur.

Atatürk'ün tepkisi çok şiddetlidir:

'Bu zorbalar kimlerdir? Bütün kuvvetleri nefsinde toplayıp tek partiyi, devleti ve memleketi kendi başlarına yönetecek olan yüksek meclisin azasını, bu zorbaları kimler seçecek? Bu zorbalar heyeti, kuvvet ve salahiyetlerini kimden ve nasıl alacak? Hayret, hayreti uzma... Bu ne sakat düşüncedir? Bu nasıl zihniyettir? Görülüyor ki, varmak istediğimiz hedef, henüz en yakın arkadaşlar tarafından bile zerre kadar anlaşılmış değildir (...) Neyse ki İsmet Paşa, Recep'in marifeti olan o saçmaları okumadan imza etmiş. Her şey olduğu gibi kalacak'.

Asıl şu cümle önemli: 'Biz öyle bir idare, öyle bir rejim istiyoruz ki, bu memlekette bir gün padişahlığa taraftar olanlar dahi bir fırka kurabilsinler' (H. R. Soyak'ın anılarından, I, s. 57-60).

Burada şaşırtıcı olan şudur: Cumhuriyeti kuran Atatürk, demokrasinin çoğulcu boyutunun iyice belirginleşmediği 1930'larda bile önsezisiyle özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi savunuyor.

Kuşkusuz bu görüş, 1961 ve 1982 anayasalarına aykırıdır. Ama olay, yaşanmıştır, gerçektir; inanılmaz bir ufku yansıtmaktadır.

Atatürk'ün karşı çıkmasıyla olası faşizm önlenir.

Atatürk'ün İslám diniyle ilgili görüşleri de biliniyor. Ama bu ilişki ya sömürülmüş ya da O haksız yere İslám'ın düşmanı gibi gösterilmiştir.

İşte öyküsü.

Fuat Köprülü, büyük bir bilim adamıdır. Onun başkanlığında bir 'Dinde Reform Kurulu' oluşturulmuştur. Kurul masa ve sandalyede namaz kılınması gibi birçok öneriyi Atatürk'e sunar. Atatürk öfkelenir: 'Dinde reformu, der, din kendi içinde din insanlarıyla yapabilir. Ben siyaset insanıyım. Luther değilim.' Kurulu kaldırır.

Görülüyor ki, Atatürk ideokrat, totaliter, Atatürkçülük ideoloji, totalitarizm değildir.

Tek kişinin yapacağı bir işi on kişi yaparsa, dokuz kişinin görünüşte işi vardır. Ama aslında dokuz kişi işsizdir. Ekonomide buna 'gizli işsizlik' denir. Atatürkçülüğü bir ideoloji olarak algılayıp onu bir totalitarizme dönüştürenler de aslında Atatürk'ü severken boğan gizli antikemalistlerdir.

Atatürk'ü ve Atatürkçülüğü gizli antikemalislerden kurtarmak, bilimsel yörüngesine oturtmak gerek. O zaman sadece Avrupa Birliğinin değil, bütün kapıların açıldığını, Atatürkçülüğün tam demokrasiye geçmede gerçek işlevini yerine getirdiği görülecektir.

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/sami-selcuk/ataturk-ne-totaliterdi-ne-de-dine-karsiydi-haber-139066.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.