Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

03 Mayıs 2024, 13:52:14

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 156
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 126
Total: 126

Dağlıca baskınıyla ilgili bilinmeyen şok edici gerçekler

Başlatan kilimanjaro, 09 Kasım 2009, 03:03:25

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Dağlıca gerçekleri
Taraf/MEHMET BARANSU - Istanbul - 03.11.2009
 
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun "Bizi savaşa sürüklüyordu" dediği Dağlıca baskınından hemen sonra medya, cephedeki yerini almıştı. "Bir Millet Ayakta" başlıkları manşete çıkmış, Ergenekon sanığı Hurşit Tolon, "12 şehit için 12 gün eylem" kararını almıştı

Dağlıca baskınından sonra Türkiye bir yol ayrımına gelmişti. Ya savaşa yönelecekti ya da ortak akılla hareket edip barışa. Biz bu yolu seçtik. Dağlıca belki Türk-Kürt savaşı çıkarmak için yapılmıştı."Bu sözler Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından Kuzey Irak'ta Mesut Barzani'yle yapılan görüşme sonrası dile getirildi. Dışişlerinin en yetkili ismi demokratik açılımın dönüm noktası olarak "Dağlıca" baskınına işaret etti.

Peki Dağlıca baskınının perde arkasında neler yaşandı? Genelkurmay Başkanlığı Kuzey Irak'a girme kararını nerede aldı? Hükümeti Irak'a girme fikrinden kim, neden vazgeçirdi? Kuzey Irak'a girilmesiyle Türkiye'de planlanan oyunun perde arkasını yansıtan istihbarat raporlarında neler vardı? Ergenekoncular bu işin neresindeydi? Başbakan R.Tayyip Erdoğan, Amerika'ya hangi dosyalarla gitti? Bu dizi Dağlıca baskını sonrası Ankara'da yaşananlara ve bir dönemin kritik virajına ışık tutacak.

Türkiye Dağlıca baskını haberini Cumhurbaşkanı halkın seçmesiyle ilgili referanduma gittiği 21 Ekim 2007 Pazar günü sabah saatlerinde öğrendi. Haberi ilk kez kamuoyuna duyuran isim hürriyet.com.tr internet sitesinde Saygı Öztürk'tü. Öztürk'ün haberine göre saldırı Dağlıca Taburuna yapılmamış, yoldan geçen askeri bir konvoya düzenlenmişti. Dağlıca'dan Yeşiltaş'a sevkiyat yapan 10-12 araçlık askeri konvoy, Avaşin  Köprüsü üzerinde saldırıya uğramış, saldırıda 12 asker şehit olmuş, 16 asker yaralanmış, 13 asker de kaybolmuştu.

Kamuoyu sandığa giderken aldığı bu haberin şokunu üzerinden atamamışken, gün boyu Genelkurmay Başkanlığı'ndan ve yetkililerden açıklama bekledi. Saldırıdan sonra sessizliğe bürünen karargahtan ilk açıklama olayın üzerinden yaklaşık 15 saat sonra geldi. Genelkurmay Başkanlığı, saldırının konvoya değil, tabura düzenlendiğini geldiklerini açıkladı. Açıklamada kayıp asker sayısı hakkında ise herhangi bir bilgi verilmedi.   

Tüm Türkiye olup bitenleri yayın akışlarını kesen televizyon ekranlarından izlerken, bu kez 8 askerin kayıp olduğu son dakika gelişmesi olarak duyuruldu.
Kiev'de ABD Savunma Bakanı Robert Gates ile görüşen Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise bu haberi yalanladı. PKK'nın elinde Türk askeri olmadığını açıkladı.

Savaş tamtamları çalıyor
Saldırının üzerinden çok geçmemişti ki medyada savaş tamtamları çalmaya başladı. Dağlıca baskınından 4 gün önce meclisten 19 red oyuna karşılık, 507 oyla geçen "Tezkere" hatırlatılarak, Türkiye'nin biran önce Kuzey Irak'a girmesi gerektiği seslendiriliyordu. Medya savaş senaryolarını hazırlamış, haritaları yazı işleri masasına yaymıştı. Medyaya özellikle de Doğan grubuna bakılırsa, sınırda askeri yığınak yapılmış, Irak'ın kuzeyine girilmesine ramak kalmış, hatta bordo bereliler sınırı geçmişti.

Gazetelerde "Bir Millet Ayakta" başlığıyla, Türkiye'nin teröre karşı tek yürek olduğu,  Gümüşhane'den Edirne'ye, tüm Türkiye'nin işini, okulunu bırakarak meydanlara koştuğu, meydanların hükümete sınır dışı operasyon için "Daha ne duruyorsunuz" dediğini manşetlerden okuyucuya duyuruldu.

Tahrik eden yayınlar
Fatih Çekirge ise 22 Ekim 2007 tarihinde Hürriyet internet sitesinde yazdığı yazıyla "Sınır ötesi resmen başladı" diyecekti. "12 şehit haberi geldikten sonra. Ankara'ya düşen soru şu:

- Sınır ötesi harekat ne zaman olur? Dün bu konuyu bir komutanla konuştum... Açık sözü şu oldu:

- Sınır ötesine geçmek artık bir detaydır. Bu harekat resmen başlamıştır. Türkiye Irak'ın kuzeyinde büyük bir savaşın içine girmiştir. Sınırın önemi artık yoktur. Haritalar artık buna göre açılmıştır...

Evet, gelinen nokta bu... Evet bu basit bir terör olayı değildir. Bu bir savaştır. Ve devlet de kararlılığını cenaze törenlerinde değil, savaş alanında gösterir..."

Medyada dört koldan savaş senaryoları yazılıp, "Ne duruyorsunuz. Kuzey Irak'a biran önce girelim" sesleri yükselirken, daha sonra Ergenekon operasyonunda sanık olacak isimler de boş durmuyor, tüm Türkiye'yi eylem yapmaya çağırıyordu. Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, Dağlıca baskınındaki saldırıyı protesto etmek amacıyla 12 şehit için 12 gün boyunca 1 dakikalık "ışık kapatma eylemi" yapılması çağrısında bulundu. Aynı gün Aygün eylemin startını Hurşit Tolon'la birlikte verdi.

Tolon ve Aygün'den kampanya
Aygün ve Tolon imzalı protesto eylemi yapılırken, Ankara kulislerinde ise Susurluk sürecinde yaşanan bir planın benzerinin yeniden devreye sokulduğu kulaktan kulağa fısıldanıyordu. Susurluk kazasının ardından da çetelere karşı "Bir dakika karanlık eylemleri" başlatılmış ancak eylem kısa süre sonra hedefinden saparak Refahyol hükümetini devirmeye yönelik eylem haline gelmişti. İddiaya göre Aygün ve Tolon aynı taktiği izleyecek, AKP'yi hedef alacaklardı.

Türk basını başta olmak üzere Ergenekoncuların savaş tamtamları çalması, Barzani'nin "Türkiye Kuzey Irak'a girerse karşılık veririz açıklaması" çok geçmeden sokağa yansıdı. Türkiye'nin her yerinde başlayan protesto gösterilerinde, Irak'a 'hemen girilmesi' isteniyordu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Barzani'nin açıklamalarına sert bir yanıt verdi: "Benim muhataplarım bellidir. Irak terör örgütüne karşı üzerine düşeni yapmazsa Türkiye hakkı olan şeyi yapmakta kararlıdır. Terörün asıl hedefi aramızdaki kardeşlik duygusunu baltalamaktır. Buna izin vermemeliyiz."

Köşk'te güvenlik zirvesi
Saldırının ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün başkanlığında Çankaya Köşkü'nde teröre karşı Güvenlik Zirvesi toplantısı yapıldı. Toplantı'ya Başbakan Tayyip Erdoğan, Kuvvet Komutanları ilgili bakanlar, MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü katıldı.  Zirvenin ardından yapılan yazılı açıklamada özetle "Terör örgütünün bu hain saldırılarla toplumumuzun birlik ve beraberliğini bozmak amacı güttüğü aşikardır. Buna karşılık halkımızın haklı tepkisini gösterirken, kardeşlik duygularına zarar verecek davranışlardan kaçınmalıdır" denildi. Cumhurbaşkanı Gül, bir gün sonra bu kez tüm siyasi parti liderleriyle Köşkte ayrı ayrı buluştu.

Ahmet Türk devrede
DTP Grup Başkanı Ahmet Türk  Cumhurbaşkanı Gül'le yaptığı görüşmenin ardından partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısına "yaşamını yitiren tüm evlatlarımıza Tanrı'dan rahmet, ailelerine başsağlığı diliyorum" diyerek başladı. Türk, gerginliğin ve kaosun Türklere ve Kürtlere pahalıya patlayacağını herkesin bilmesi gerektiğini belirterek "Bin yıldır birlikte yaşamış olan halklarımızın sevgiyle kucaklaşabileceği bir ortamı hazırlamak için hepimize önemli görevler düşüyor" dedi.

Türkiye PKK'dan öğrendi
Türkiye baskının şokunu üzerinden atamamışken, kayıp asker belirsizliği kamuoyunu iyice gerdi. Kamuoyu bu belirsizliği giderecek açıklama beklerken, Türkiye, PKK'nın elinde 8 askerinin olduğunu Genelkurmay Başkanlığı'ndan değil, PKK'ya yakınlığıyla bilinen internet sitelerinden öğrendi.

Başbakan Recep Tayip Erdoğan da ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın kendisini arayarak Türkiye'nin operasyon yapmaması için birkaç gün süre istediğini açıkladı: "Birileri istiyor diye olağanüstü hal ilan edemeyiz. Talabani'nin  açıklamaları bizi tatmin etmiyor. Medyada yapılan yayınlar toplumsal psikolojiyi olumsuz etkiliyor. Sınır ötesi için çıkarılan tezkere bugünler için çıkarıldı. Gereken adım neyse atarız."

ABD'den sert mesajlar
ABD Başkanı George Bush adına Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi sözcüsü Gordon Johndrú tarafından yapılan açıklamada PKK'nın saldırılarının kabul edilemez olduğu ve hemen durması gerektiği açıklandı.  Aynı gün İngiltere Dışişleri Bakanı David Miliband da saldırıları sert dille kınadıklarını açıkladı.

ABD Savunma Bakanı Robert Gates de Türkiye'nin PKK'ya yönelik sınır ötesi bir operasyon yapması için elinde teröristlerin tam yerini belirleyecek bir istihbarat olması gerektiğini belirtti. Baskından bir gün sonra Bakanlar Kurulu toplantısının ardından açıklama yapan Cemil Çiçek, "İçinde bulunduğumuz durum nedeniyle kapsamlı açıklama yapamıyoruz. Tezkereyi dolapta dursun diye çıkarmadık" dedi.

Hürriyet'in anketi
Cumhurbaşkanı başta olmak üzere, başbakan ve hükümet sözcülerinin yaptığı açıklama, Doğan grubunu tatmin etmedi. 25 Ekim'de Hürriyet gazetesi internet sitesinden ilginç bir anket düzenledi. "12 Mehmetçik'in şehit edilip, 8'inin de kaçırılması Türkiye'nin sabrını taşırdı. Ülke sokaklara dökülüp, "artık yeter; birşeyler yapılsın" sesini gür bir şekilde duyurdu. Tezkeresi elinde hükümet, "gereken neyse yapılacak" diyor. Ancak bu yapılanlar yükselen öfkeyi dindirmiyor. Bu tür bir durumla İsrail karşılaşsa, ne yapardı? Oyunu kullan ankete katıl" denilen anketin sonucunda, katılımcıların büyük bir çoğunluğu yüzde 62.6'yla "Büyük bir kara harekatı başlatırdı" cevabını verdi. Katılımcılar ikinci seçenek olarak da yüzde 24.5 ile "Kuzey Irak'ı bombalardı" dedi. 

Ülke gündemi sınır ötesi operasyona kilitlenmişken, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt,  Avusturya'nın Ankara Büyükelçiliği'nde verilen milli gün resepsiyonunda Başbakan'ın Bush'la 5 Kasım 2007 günü yapacağı görüşmeyi bekleyeceklerini açıkladı.

Büyükanıt'ın intikam yemini
Bu açıklamaya rağmen medyadaki savaş tamtamlarından Büyükanıt da etkilendi. Büyükanıt 29 Ekim kutlamaları için TSK mensuplarına hitaben uzunca bir mesaj yayımladı. Mesaj gazetelerde "intikam yemini" başlığıyla verildi. Büyükanıt "Bize bu acıları yaşatanlara, o acıları, hayal bile edemeyecekleri bir yoğunlukta yaşatacağız ve bu konuda kararlıyız" dediği mesajını "Ne mutlu Türküm diyene" sözleriyle noktaladı.

http://www.taraf.com.tr/haber/43290.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Asker, Dağlıca baskını sonrası Kuzey Irak'a girmek için harekete geçti. Kamuoyundaki tepkilerden etkilenen Erdoğan da operasyona sıcak bakıyordu. Ancak devreye giren MİT, 'Türk-Kürt savaşı çıkar' diyerek Başbakanı vazgeçirdi

Harekâtı son anda MIT önledi
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından Çankaya'da  5 Eylül 2007 tarihinde ilk resepsiyonunu verdi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün vereceği ilk resepsiyona askerlerin katılıp katılmayacağı ise merak konusuydu. Çok geçmeden bu sorunun cevabı geldi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt ve kuvvet komutanları, "Ordu komutanlıklarını ziyaret" edecekleri mazeretini bildirip, resepsiyona katılmayacaklarını Köşk'e bildirdi. Büyükanıt ve beraberindeki kuvvet komutanları Erzincan, Kayseri ve Malatya'da ordu komutanlıklarını denetleyeceklerdi.

Kuvvet komutanlarının resepsiyona katılmayacaklarının ortaya çıkması üzerine bu kez gözler Çankaya'da Gül'ün vereceği resepsiyonda Genelkurmay'ı kimin temsil edeceğine çevrildi. Genelkurmay'ı temsilen Köşk'e ilginç bir isim çıktı. Abdullah Gül'ün bir dönem milletvekilliği yaptığı Refah Partisi'ni iktidardan uzaklaştırmak için Sincan'da tanklara yürüyüş emrini veren Erdal Ceylanoğlu Köşk'e çıkan isimdi. TSK, Kara Kuvvetleri Eğitim ve Doktrin Komutanı Orgeneral Ceylanoğlu'yla, Cumhurbaşkanı'na mesaj verdi. Komuta kademesinde Genelkurmay 2. Başkanı, Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı, Harp Akademileri Komutanı ve Donanma Komutanı Ceylanoğlu'nun üstünde yer alıyordu ve tüm bu isimler Ankara'da görevlerinin başındaydı. Genelkurmay Başkanlığı Köşk'e Sincan'la ismi bütünleşen bir ismi göndererek Köşk'e mesajını sunmuş ve Erzincan yolunu tutmuştu.

Kara harekatı Malatya'da alındı
Genelkurmay Başkanlığı tezkere henüz Meclis'e gelmeden aylar önce Kuzey Irak'a yapılacak kara harekatı planlarını işte bu yolculukta yaptı. 5 Eylül 2007 tarihinde Erzincan, Kayseri ve Malatya'da ordu komutanlıklarını ziyaret eden komutanlar, Kuzey Irak'a girilmesi kararını Malatya'da 6 Eylül 2007'de aldı. Cumhurbaşkanı'na verilen mesajın ardından, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ve beraberindeki kuvvet komutanları Erzincan'daki incelemelerini tamamlayıp, 5 Eylül günü buradan Malatya'ya geçti. Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Metin Ataç, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aydoğan Babaoğlu ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Işık Koşaner, 2. Ordu Komutanlığı'nı ziyaret ettiler. 2. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız ile görüşen komutanlar, denetlemelerin ardından da akşam saatlerinde sınır ötesi operasyonları görüşmek üzere toplantı yaptılar.

Toplantıda Büyükanıt, Kuzey Irak'a kesinlikle girileceğini belirtti. Toplantıda, Kuzey Irak'a hangi noktalardan, kaç kişiyle girileceği ayrıntılı olarak ele alındı. 2. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız'a çalışmalara başlaması talimatı verildi. Türk Silahlı Kuvvetleri Irak'a Iğsız komutasındaki 2. Ordu Komutanlığı'nca girecek, diğer ordu komutanlıkları da kendisine destek verecekti.

Toplantının ardından Büyükanıt ve beraberindekiler Ankara'ya dönerken, Iğsız çalışmalara başladı. Ankara'dan gelen raporlarla tüm hedefler tek tek belirlenip buna göre bir harekat planı hazırlandı.

TSK, 2. Ordu Komutanlığı komutasında hazırlıklarını tamamlamış, sınırötesi operasyon yetkisi veren tezkereyi beklemeye başlamıştı. Türk Silahlı Kuvvetleri'ne, PKK'ya karşı sınırötesi operasyon yetkisi veren tezkere ise Malatya'daki toplantıdan 40 gün sonra 15 Ekim 2007'de Bakanlar Kurulu'nda imzalandı. Ardından da tezkere TBMM Başkanlığı'na sunuldu. 
Bakanlar Kurulu'nun imzaladığı tezkere iki gün sonra Meclis gündemine geldi. 17 Ekim 2007'de Sınırötesi harekat için Başbakanlık tarafından hazırlanan bir yıl süreli tezkere TBMM Genel Kurulu'nda 507 kabul, 19 ret oyu ile kabul edildi.

Tezkerenin TBMM'de görüşüldüğü sırada ABD Başkanı Bush, "Kuzey Irak'a operasyon Türkiye'nin çıkarına değil" açıklamasında bulunup, Türkiye'ye "Sınırı ötesine geçme" uyarısı yaptı.
Beyaz Saray'da basın toplantısı düzenleyen Bush, ABD Kongresi'nden Ermeni tasarısını gündeme getirmemelerini istedi ve şöyle konuştu: "Türkiye'ye açıkça söylüyoruz ki Irak'a daha fazla asker göndermeleri çıkarları açısından iyi olmayacaktır. Bölgede zaten bir kısım askerler bulunduruyorlar. Sorunun çözülebilmesi için, Türklerin de bu ülkeye yığınla asker göndermesinden daha iyi yollar var."

Başbakan ilk günlerde Irak'a girme fikrine sıcak bakıyordu
Tezkerenin kabul edilmesi ve Bush'un açıklamalarından dört gün sonra ise Türkiye güne Dağlıca Taburu'na yapılan baskınla uyandı. 12 askerin şehit olduğu, sekiz askerin kaçırıldığı bilgisi Türkiye'yi ayağı kaldırmış, her yerde protesto eylemleri yapılmaya başlanmıştı. Medyanın biran önce Kuzey Irak'ı işgal edilmesi yönündeki haberleri ise AK Parti cephesinde kafaları karıştırmaya başlamıştı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, baskının yapıldığı ilk günlerde medya ve sokaktaki hareketlerden etkilenmiş, Kuzey Irak'a girme fikrine sıcak bakmaya başlamıştı. Tezkerenin hayata geçirilebileceği fikrini kurmaylarıyla tartışıyordu. 

Başbakan aynı günlerde MİT Başkanı Emre Taner'le de görüştü. Taner, Başbakan ile yapacağı görüşmeye elinde bir dosyayla geldi. Dosyada Kuzey Irak'a girilmesi halinde nelerle karşılaşılacağını içeren istihbari bilgiler vardı. MİT'in raporuna göre K. Irak'a yapılacak bir kara harekatı Irak ve Türkiye'yi karşı karşıya getirebilirdi. K. Irak'a girmek savaş çıkmasını göze almak demekti. MİT'in Erdoğan'a sunduğu rapora göre PKK'yla mücadelede farklı bir yol izlenmesi mümkündü. Bölgedeki yetkililerle yapılan temaslar yoğunlaştırılabilir, PKK demokratik açılımlarla tasfiye edilebilirdi. Bunun için yol haritası da belirlenmişti. Bu belirlenen yol haritası da Başbakan Erdoğan'a sunuldu.

Baskında başka planlar var
Başbakan Erdoğan'a aynı günlerde farklı kanallardan istihbarat bilgileri de geliyordu. Gelen en ilginç bilgilerden biri Dağlıca Baskı'nın önceden bilindiği ama hiçbir önlemin alınmadığı yönündeydi. İddiaya göre Dağlıca saldırısı bir planın parçasıydı ve baskından sonra iki ülke savaşa sokulmak isteniyordu. Türkiye'nin Irak'a girmesi intihar anlamına gelecekti ve Amerika'daki bazı şahinlerle Türkiye'de ilişkide oldukları bazı "derin yapılar" bu planı hazırlamışlardı.

Başbakana gelen istihbarat bilgileri arasında önemli bir ayrıntı daha vardı. Ergenekon olarak adlandırılan yapı içerisinde bulunan bazı kişilerin Kuzey Irak'a girilmesi halinde gelecek her şehit cenazesinin ardından yapacakları gösterilerle hükümet zor durumda bırakılacak faaliyet içerisinde olduklarıydı. Bu kişilerin nihai hedefinin de hükümeti iktidardan uzaklaştırmak olduğu da iddia ediliyordu. 

Başbakanlığa gelen bir diğer bilgi de Genelkurmay Başkanlığı'yla istihbarat paylaşımı yapan ABD'nin Ankara'daki ofisinin, Dağlıca baskınıyla ilgili bazı bilgileri baskından saatler sonra Genelkurmay Başkanlığı GES Komutanlığı'na ilettiği iddiasıydı. İddiaya göre Genelkurmay Başkanlığı Karargahı'na çok yakın olan bu birim, istihbarat bilgilerini filtrelemiş, baskından yaklaşık dört saat sonra ilk bilgileri Genelkurmay Başkanlığı GES komutanlığına iletmişti. Konuyla ilgili raporlar da Başbakanlığa ulaştırılmıştı.

Başbakan MİT başta olmak üzere istihbarat birimlerinden aldığı bu raporları değerlendirdikten sonra 5 Kasım 2007 tarihinde Bush'la yapacağı toplantı sonucu nihai kararını vereceğini yakın çevresine açıkladı. Raporları da beraberinde alıp Amerika'ya gitti. Amerika yolunda Başbakan Erdoğan'ın, Bush'tan PKK'nın Kuzey Irak'taki kamplarının dağıtılmasını, elebaşlarının yakalanmasını, örgüte lojistik desteğin kesilmesini ve anlık istihbaratın paylaşılmasını isteyeceği konuşuluyordu.

Bush'la 5 Kasım 2007 günü yapılan görüşme sonrası her iki ülke arasında "Anlık istihbarat paylaşımı" kararı alındığı açıklandı. Bush, Türkiye'ye, "Kuzey Irak'a girmeyin ancak terörle mücadele önemli olan istihbarattır. İstihbaratı paylaşalım yani teröristler sizin sınırınıza yaklaşmadan biz istihbarat verelim anında vurulsun" dedi.

Yapılan anlaşmaya göre Türkiye'yle istihbarat paylaşımı yapılacak, Genelkurmay'daki ikinci komutanların arasında bir mekanizma kurulacaktı. Bu doğrultuda ABD Genelkurmay Kurmay Başkanı Yardımcısı Cartwright, Türk Genelkurmay 2. Başkanı Ergin Saygun ve Irak Koalisyon Güçleri Komutanı Petraeus ortak çalışacaktı.

İki lider görüşmenin ardından basının karşısına çıktı. Başbakan Erdoğan'ın yüzündeki rahatlık dikkatlerden kaçmıyordu. ABD Başkanı Bush, PKK'nın Amerika, Türkiye ve Irak'ın ortak düşmanı olduğunu söyledi ve şu açıklamayı yaptı: "Daha iyi istihbarat paylaşımını görüştük. Katilleri yakalamak için daha iyi bilgiye ihtiyacımız var. Bu anlamda üçlü bir mekanizmadan bahsettik. Ordularımızın en üstteki ikinci yetkililerinin irtibat kurabilmelerini konuştuk. Sayın Başbakana çok net bir şekilde şunu ifade ettim. Bu sorunun çözülmesi için kararlı olduğumuzu söyledim."

İstihbarat paylaşımı yapılacak
Başbakan Erdoğan ise Stratejik ortaklar olarak dünyada terörizme karşı ortak bir mücadelemiz var. Bunun sonucu olarak Kuzey Irak'ta konuşlanmış terör örgütü için ne yapabiliriz bunu görüştük. İstihbarat paylaşımına öncelik veriyoruz. Terörist liderleri ve kamplarının ortadan kaldırılması için temenni ediyorum ki bu çalışmalar en kısa zamanda sonuçlanacaktır. Çünkü Irak'ın ve Kuzey Irak'ın istikrarı bizim için önemlidir."

Yapılan görüşme sonucu varılan "Anlık istihbarat paylaşımı" anlaşmasıyla Türkiye, kara harekâtından vazgeçti. Öncelikli hava harekatına verilecek, nokta hedef tespit edildikten sonra kamplar uçaklarla vurulduktan sora imha edilecekti.

Yapılan anlaşma neticesinde 25 Aralık 2007 günü "Anlık istihbarat paylaşımıyla" ilgili ilk operasyon da Kuzey Irak'taki PKK kamplarına yapıldı. Genelkurmay Başkanlığı F-16'ların vurduğu Kandil görüntülerini basına dağıttı. Nokta hedef tespiti yapılan kampların, bombalarla vurulduğu görüntüleri tüm Türkiye'de olduğu gibi dünyada da yankılandı.

http://www.taraf.com.tr/haber/43342.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Medya, baskının ardından kaçırılan erleri günah keçisi yaparak dikkatleri başka yöne çekiyordu. Er Ramazan Yüce 'vatan haini' ilan edilmişti. Oysa gerçekler daha farklıydı

Psikolojik harekât yapıldı
Dağlıca baskınının ardından Genelkurmay Başkanlığı'ndan aldıkları emirlerle "Asimetrik Psikolojik Harekât" düzenleyen medya organları, askerin baskındaki ihmallerini ortadan kaldırmak için ince taktikler yapmaya başlamıştı.

26 Ekim 2007 tarihli Hürriyet internet sitesi ilginç bir mizanpajla okuyucularının karşısına çıktı. Siteye girenler siyah bir bantla karşılaştı. Halen sitede bulunan bu bandın üzerinde "Siz kurtulmadan siyahtayız" deniyordu. Kaçırılan askerler Türkiye dönene kadar Hürriyet internet sitesi açılış sayfasının siyah bant olacağını kamuoyuna duyurdu. Ne var ki, kaçırılan er sayısı sekiz olmasına rağmen, bandın üzerinde yedi erin ismi vardı. Kaçırılan sekiz er arasında bulunan Er Ramazan Yüce'nin ismi sayfalarda görünmüyordu. Site beş gün siyah çıkmaya devam etti. Günler sonra ise Yüce'nin isminin neden siteye yazılmadığı ortaya çıkacaktı.

Medyadan asimetrik savaş
Genelkurmay Başkanlığı, baskının sorumluluğunu bir erin üzerine yıkmaya başlamış, Er Ramazan Yüce'yi suçlu ilan etmişti. Yüce'nin suçlu gösterileceğini günler önce derin kulislerden öğrenen Hürriyetçiler de bu ismi siteye yazmamış kısa süre sonra da bütün oklarını Yüce'nin üzerine çevirmişti. "Yüce hain ve ihbarcıydı. Baskının tek sorumlusu da oydu!"
Hürriyet internet sitesinin siyah çıktığı günlerde Roj Tv, kaçırılan erlerden üçünün görüntülerini yayınladı. Görüntülerde askerlerin TSK aleyhine konuşmaları yer almış ve bu konuşmalar da yoğun bir şekilde eleştirilmişti.

Medyada asimetrik psikolojik operasyonlar devam ederken, Başbakan Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı George Bush'un yaptıkları görüşme sonucu anlık istihbarat anlaşmasına vardıkları 5 Kasım'dan bir gün önce PKK'lıların kaçırdığı sekiz asker, Kuzey Irak'a giden DTP'li milletvekillerine teslim edildi. Ardından da askerler Türkiye'ye getirildi.

Teslim sırasında basına yansıyan görüntüler, askerlerin PKK'lılarla tokalaşması ise büyük tartışmalara neden oldu. "Devlet gazeteleri" ayağı kalkmış, görüntüleri eleştirmeye başlamıştı. Devlet gazetelerinin yanı sıra bu manzaradan etkilenen bir isim de dönemin Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin'di. Şahin, askerlerin teslim edilmesi sırasında ekrana yansıyan görüntülere adeta ateş püskürüyor, askerler ölselerdi daha iyi olurdu anlamına gelen sözler sarf ediyordu. Şahin "Kendilerinin kurtulmuş olmasından fazla bir sevinç duyamadığımı ifade etmek istiyorum. Bizim askerimiz, bizim Mehmetçiğimiz vatanı korurken gerektiğinde her an şehit olmayı göze alan bir askerdir" dedi.

Bakan Şahin'in bu açıklamaları, ailelerin tepkisini çekti. Açıklamalar bir biri ardına gelmeye başladı. Piyade Er Fatih Atakul'un annesi Aynur Atakul, "Bakan bey öyle konuşacağına keşke beni anlımdan vursaydı" dedi ve şu açıklamayı yaptı: "Ben oğlumu büyük bir gururla askere gönderdim. Ölseydi daha mı iyi olacaktı? Konuşmak bakana kolay geliyor."

8 askere ihanet suçlaması
Benzer tepkiler diğer ailelerden de geldi. Türkiye bir yandan sekiz askerin teslim edilmesi görüntülerini konuşurken, bir diğer yandan da Bakan Şahin'in açıklamalarını tartışmaya başlamıştı. Şahin'in sözlerinin ardından sekiz erin ailesini yıkan ikinci haber ise askeri savcılıktan geldi.

Diyarbakır'a getirilen sekiz er 10 Kasım 2007'de sorgularının ardından tutuklandı. Van Jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı'na çıkarılan 8 asker, "Suçun vasıf ve mahiyeti askeri disiplini aşırı derecede sarsmış olması, Büyük zararlar doğuran emre itaatsizlikte ısrar suçunun işlendiğini gösteren kuvvetli delilerin bulunması ve izinsiz olarak başka ülkenin topraklarına geçmek" gerekçeleriyle tutuklanıp askeri cezaevine kondu. Askeri savcılık sekiz askerin bazılarını "ölmedikleri için" vatana ihanetle suçlamıştı.

Er Ramazan Yüce ise bir anda medyanın önüne atıldı. "İhbarcı, hain, PKK'lı" sıfatlarının yanı sıra, PKK'lılara taburun bilgisini vermekle suçlanıyordu. Tüm sorumluluk genç bir erin sırtına yüklenmiş, vatana ihanet ettiği tüm dünyaya ilan edilmişti.

Medya sorumluyu buldu: Ramazan Yüce
Medya, asimetrik psikolojik savaşı o kadar ileriye götürmüş ki er Ramazan Yüce'nin babasının PKK'lı olduğunu, Diyarbakır Cezaevi'nde öldüğünü de iddia edecekti. Yüce'nin babası olduğu belirtilen yalan bir isim ortaya atılmış, asimetrik psikolojik savaş tavan yapmaya başlamıştı.

Peki gerçekler Genelkurmay Başkanlığı'yla ortaklaşa asimetrik psikolojik savaş yapan "Devlet medyası"nın dediği gibi miydi? Suçlu er Ramazan Yüce ve sekiz arkadaşı mıydı? Dağlıca'da neler yaşanmış, askerler kaç saat çatışmışlardı? Er Yüce baskını önceden haber vermiş miydi? En önemli soru ise Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a sunulan raporlarda denildiği gibi Dağlıca baskını önceden biliniyor muydu? Kim neden önlem almamıştı?

'Müebbetlik soru'
Türkiye bu ve buna benzer soruların cevabını bulabilmek için 15 Kasım 2007'de yaşanacak bir gelişmeyi beklemek zorundaydı. 15 Kasım, Taraf gazetesinin yayın hayatına başladığı gündü ve tıpkı Dağlıca baskınında olduğu gibi Türkiye tüm gerçekleri Taraf sayesinde öğrenmeye başlayacaktı. Taraf'ın Dağlıca baskınıyla ilgili ilk haberi Neşe Düzel'in yayın hayatına başladığımız ilk gün Osman Pamukoğlu'yla yaptığı söyleşi olacaktı. Ardından 6 Ocak 2008 tarihli Taraf "Müebbetlik soru" manşetiyle okuyucularının karşısına çıkacak ve yetkililere 10 hukuki soruyu soracaktı:

1- Askeri savcının hazırladığı iddianamede en ağır cezayı istediği Ramazan Yüce gerek ifadesinde, gerek avukatıyla görüşürken 'Ben PKK'nın Dağlıca'ya baskın yapacağını dinledim, katırlarla geldiklerini termal kamerayla gördüm, hepsini rapor ettim' dedi. Yüce'nin bu sözünü ettiği raporlar nerede?

2- Er Ramazan Yüce birliğin telsiz dinleme ve kestirme görevlisi ve günlük rapor vermek onun temel görevi, bu yüzden 'Rapor vermedi' denemez. Eğer gerçekten vermediyse, bu temel görevini savsaklayan bir er, çatışma günü bile nasıl hala en kritik mevzideki en önemli görevde tutulmaya devam edildi?

3- Yalan söylediğinin anında belgeleneceğini bile bile 'Ben PKK'nın gelmekte olduğunu bildirdim' diyen telsizci er Ramazan Yüce'nin söylediklerini bu durumda gerçek kabul etmek doğal değil mi? Öyleyse böyle hayati bir istihbaratı veren bir askerin PKK'lı olduğunu ileri süren savcı ne kadar inandırıcıdır?

4- İddianamede er Yüce'nin PKK'lı olduğunun kanıtlarından biri olarak silahını kullanmamış olması gösterildi. O ise ifadesinde 'Silahımla bir şarjör ateş ettim, ama sonra silah şişti' dedi. Silah da ortada yok ve incelenemedi, o halde Yüce'nin silahını kullanmadığı, dolayısıyla PKK'lı olduğu nasıl ileri sürülebildi?

5- PKK'nın rehin aldığı ve şimdi yargılanmakta olan sanıkların hemen tümü cephanelerinin yetersiz, silahlarının arızalı olduğunu, çatışma sırasında namlularının şiştiğini söyledi. Savcı ise 'Doğru değil, silahlardan biriyle 174 mermi atılmış' demektedir. 174 mermi atılan bir silahın şişmesi doğal değil mi?

6- İddianamede yine Yüce'nin PKK'lı olduğunun kanıtı olarak bir süre önce arkadaşlarına 'Ben sivilde dağa gideceğim' dediği yazıldı. Bu kadar kritik bir görevdeki bir asker için bu suçlama inandırıcı mı? Bu nasıl rehavettir ki bunu söyleyen bir asker üstlerine bildirilmedi ve baskın anında bile o mevzideydi?

7- Sonradan, Dağlıca baskını sırasında çatışmanın 36 saat sürdüğü resmen açıklandı. Bu askerler o 36 saatin hangi diliminde teslim oldu? Eğer çatışmanın son anlarında teslim oldularsa bu doğal değil mi ve asıl sorulacak sorunun şu olması gerekmez mi: O saate kadar neden askerlerin yardımına gidilmedi?

8- Yok, askerler çatışmanın hemen başında ve er Ramazan Yüce'nin teşvikiyle teslim oldularsa ve dolayısıyla Yüce gerçekten PKK'lı ise, başına bunların geleceğini bile bile neden geri döndü? Bu kadar saf militanları olan PKK, bir tabur askerle korunan bir sınır tepesini kimseye fark ettirmeden nasıl basabildi?

9- Şu soruyu sormak kamuoyunun hakkı değil mi: PKK'nın burnu dibindeki bir askeri time, saatlerce süren çatışmaya rağmen neden yardıma gidilmedi? Er Yüce ve öteki yedi asker, onları kurtarmaya gidildiği halde 'Bizi kurtarmayın' dedikleri için mi 'vatana ihanet'e varan suçlamalarla karşı karşıyadır?

10- Bir süre önce İran'ın esir aldığı İngiliz askerleri çıkarıldıkları televizyonda bu sekiz askerden çok daha 'yenmez yutulmaz' şeyler söyledi ama dönüşte serbest kaldı. Devletlerinin saklamak istediği bir şey olmadığı için olabilir mi?

http://www.taraf.com.tr/haber/43420.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Baskında günah keçisi ilan edilen kaçırılan erlerin PKK'yla üç saat aralıksız çatıştıkları belirlenirken, üç komutanın da aynı gün izin yaptığı ortaya çıktı. PKK'nın bölgedeki hareketliliği ise saldırı öncesi Genelkurmay'a rapor edilmişti.

Erler çatışmada komutan düğünde
Taraf, 13 Ocak 2008'den itibaren 10 gün boyunca Dağlıca baskınındaki ihmaller zincirini açıklamaya başladı. Erlerin avukatlarından alınan iki klasör iddianameyi tek tek inceleyen Taraf'ın ortaya çıkardığı gerçekler kamuoyunda deprem etkisi yarattı.

Dağlıca baskınından önce taburun emniyetini sağlayan bölükteki asker sayısı 250'den 80'e düşürülmüştü. Bu bölükteki askerlerin bir kısmı taburun emniyetini sağlamak için Keri Tepesi'ni tutuyordu. Baskının yapıldığı ve taburu korumakla görevli tepedeki nöbetçi erlerin sayısı 100'den 26'ya indirildi. Baskından yaralı olarak kurtulan Piyade Ufuk Çelik, baskın sonrasında bölükteki asker sayısının azaltılmasıyla ilgili olarak şu bilgileri verdi: "Taburun emniyetini sağlamak için Keri Tepesi'ni bizim bölük tutuyordu. Bölüğün mevcudu yaklaşık 250 kişi idi. Ancak 20 Ekim 2007 tarihine kadar 1986/3 tertip erler terhis olup gidince, tabur komutanının emriyle her bölükten yaklaşık 30'a kişi seçilip alınarak Buğra Bölük Timi oluşturuldu. Bu tim tabur karargahının olduğu bölgede operasyon için hazır tutuluyordu. Bölük mevcudumuz 80 kişiye düştü. 26 kişi de Keri mevzilerinde 10 gün görevde kalmak durumunda oldu.

Mevziler boş bırakıldı
Yeterli sayıda asker olmaması nedeniyle hakim tepeler boş bırakıldı. Her mevzide üç asker bulunması gerektiği halde, bu sayı bire düşürüldü. Her iki uçtaki mevzilerin orta noktasındaki bir mevzi de, yine asker sayısının yetersizliği nedeniyle boş bırakıldı. Hakim tepeler olan Geper, Gerçek Keri ve 2522 rakımlı Oramar Tepesi, asker yetersizliğinden boş kalan mevzilerdendi.
Bu mevziler PKK'lıların geliş yolu üzerindeydi ve korunmasız oldukları için PKK'lılar bu bölgeleri herhangi bir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi, daha sonra da baskın düzenlendi. Hava soğuk olduğu için çadırda ısınan erlerin bir kısmı baskın anında panikten tabura doğru kaçtı.

Tim bir mermi bile atmadı
Bir görevi de nöbet tutan erleri korumak olan yeni oluşturulmuş Buğra Bölük Timi, baskın anında taburda bekletilmesine rağmen çatışmaya girmedi, taciz ateşi bile açmadı. Asker sayısının yetersizliği nedeniyle iki ağır makineli silah mevzisinin boş olduğu da ortaya çıktı. MK19 bomba atar mevzi de boş bırakılmıştı. Bunun üzerine PKK'lıların baskından önce görüldüğü bölgeye ateş açıldı. Ancak tüm mermiler ve toplar kısa düştü. Dağlıca'da görevli Piyade Çavuş Ufuk Çelik, bu olayı ifadesinde şöyle anlattı: "Telsizle durumu tabura ilettik. Bu bölgeye taburdan havan ve topçu ateşi açıldı, ama mermiler hep kısa düştü. Havan ve topçu menzili dışında kaldılar."

Komutan düğündeydi
Dağlıca baskınından altı saat önce, PKK'lılar bölgede yine görüldü. Tabur Komutanı Yarbay Onur Dirik'in düğünde olduğu ortaya çıktı. Çelik ifadesinde "Tabur komutanı o sırada köydeki düğünde olduğundan üsteğmenimize telsizden herhangi bir emir verilmedi. Bu yüzden bölük komutanımız gece uyumamamız ve dikkatli olmamız gerektiğini söyledi" diyerek yaşananları ve komutanın düğünde olduğunu açıkladı. Dirik baskından sonra Hakkâri Asliye Ceza Mahkemesi tarafından alınan ifadesinde "Baskın günü bölgenin gözetlendiği ve teröristlerin görüntüsü bana telsizle bildirildi" diyerek görüntü alındığını kabul etti.

Projektörlerle aydınlatma yapıldı
Baskın sırasında, yüksek noktalardaki bölgeler projektörlerle aydınlatıldığı için nöbet tutan erler çok rahat görülüyordu. Çelik, ifadesinde bu olaya da yer verdi: "Herkes önemli bir olayın olabileceğinden endişe duyarak gerilmişti. Hepimiz diken üstündeydik. O gün sis vardı ve ortalık projektörlerle aydınlatılıyordu. Bu nedenle bulunduğumuz tepede personel, yakın mesafeden rahatça görülüyordu."

Nöbete el bombasız gönderildiler
Dağlıca baskını sonrası ifadeleri alınan tüm erler bölgeye el bombasız gönderildiklerini açıkladı. Erlerin tümü "Son 10 günde, göreve gelirken her askerin üzerinde bulunan taarruz el bombaları savunma bombalarıyla değiştirilmek üzere tabur komutanının emriyle toplatıldı. Biz yeni el bombalarını almadan, yani el bombasız Keri Tepesi'ne gelmiştik. Sadece mevzilerde 30 kadar el bombası vardı. Üç saat çatıştıktan sonra bu bombalar da bitti" şeklinde ifade verdi.

Komutanın itirafı
Tabur Komutanı Onur Dirik, Van Askeri Mahkemesi'ne verdiği ifadede erlerin nöbete el bombasız gönderildiklerini kabul etti ve şöyle dedi: "Olaydan önce bir el bombasının pimi çekilirken kaza yaşandı. El bombalarının sakıncalı olacağı düşünüldü. Bu nedenle olaydan önce, arızalı olabileceği gerekçesiyle el bombaları toplatıldı."

Çatışan erlere yardım gelmedi
Er Ramazan Yüce'nin baskın anında erleri teslim olmaya ikna ettiği iddia edilmesine rağmen, çatışmanın başladığı saat 00:20'den, teslim olunan 03:20'ye kadar çatışmanın sürdüğü, bombaların ve mermilerin bitmesi üzerine teslim oldukları ortaya çıktı. Yüce'nin başına saplanmış olan şarapnel parçaları ve PKK'lılarla çatıştığı da erlerin ifadelerine yansıdı.
Baskın sonrası esir alınan sekiz er, bayrak direği yanında toplu halde bir saat bekletildi. Ardından yaya olarak iki gün süren K. Irak'a intikalleri yapıldı. Bu süre boyunca baskını yapanlar helikopterlerle takip edilmedi. Erlerin kaçırıldığı gerçeği, iki gün boyunca kamuoyundan gizlendi.

Silahlar tutukluk yaptı
Başta Keri Tepesi olmak üzere baskının yapıldığı tepelerde askerlerin kullandıkları silah ve uzun menzilli bombaatarların tutukluk yaptığı ortaya çıktı. Tabur Komutanı Dirik mahkemeye gönderdiği tutanakta silahların tutukluk yapmasının mümkün olmadığını belirtirken, tutukluk yapmayan silahların listesini rapor olarak sundu. Ancak daha sonra yapılan incelemelerde silahların tutukluk yaptığı ortaya çıktı.

Baskın günü taburda bulunan üç komutanın da izinde olduğu ortaya çıktı. Tabur, baskın anında komutansız kalmıştı. Dirik bu durumu şu sözlerle açıkladı: "Bölgede bölük komutanı bulunmamasının sebebi, birinin izinde olması, diğerinin ertesi gün icra edilecek izin konvoyunun yol emniyet görevini sevk ve idare edecek olması ve birinin de birkaç gün sonra yapılacak operasyonun komutanı olarak görevlendirildiği için dinlendiriliyor olmasıdır. Bölgedeki iki bölük komutanı izinli olduğu için lider personelin tecrübe ve yetenek durumu dikkate alınarak gerekli düzenleme yapılmaktadır."

Helikopter isteği karşılanmadı
Dağlıca baskınından iki gün önce PKK'lıların bölgede dokuz katırla görüldükleri tabura üç kez rapor edildi. PKK'lıların bölgede görülmesi üzerine taburdan helikopter talebi yapıldı. Ancak taburun helikopter isteği uygun görülmedi. Piyade Er Recep Can, helikopter isteğinin reddedilmesini ifadesinde şöyle belirtti: "Olay gecesinden iki gün önce öğlen saatlerinde dokuz on katırla üç kişilik görüntü tesbit ettik. Bu görüntü Çağdaş Üsteğmen tarafından tabur komutanına bildirildi. Akabinde kobra helikopter talebinde bulunuldu, ancak talep uygun görülmedi."
Bunun yanı sıra çatışma esnasında da helikopterlerin yardıma gelmediği ortaya çıkacaktı.

Askerler ifadeyi geri aldı
Taraf'ın ortaya çıkardığı bu gerçekler üzerine 1 Şubat 2008 tarihinde Van Askerî Mahkemesi'nde Dağlıca baskınının ilk duruşması yapıldı. Daha önce medya tarafından vatan hainliği ve ihbarcılıkla suçlanan Er Ramazan Yüce'nin baskının çok önceden komutanlarına bildirdiği ortaya çıktı. PKK'lılar "suya gidiyoruz" şifresini kullanmış Yüce de komutanlarına baskını haber vermişti. Mahkemede kaydı tutulan telsizlerin kayıtlarının silindiği ortaya çıktı.

Duruşmada ayrıca tutuklu diğer yedi er daha önce Ramazan Yüce hakkında Yarbay Onur Dirik'in yanında verdikleri ifadeyi geri aldılar. Bu da askerlerin baskı sonucu Er Yüce'yi suçladıklarını ortaya koydu. İki gün süren duruşma sonucu tüm askerler tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Iğsız'dan Dirik'e plaket
Ardından 15 Mart 2008'de Taraf, 12 askerin şehit olduğu, sekizinin de rehin alındığı PKK baskınından 15 gün sonra, dönemin 2. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan Iğsız'ın saldırıya uğrayan birliğin komutanı Yarbay Onur Dirik'e plaket verdiği ortaya çıktı. Onur Dirik'e ödül veren Hasan Iğsız, bir dönem Dirik'in babası emekli Tümgeneral Erdoğan Dirik'in komutasında çalıştı. Baba Dirik'e bağlı tabur komutanlığı yaptı. Baba Dirik aynı zamanda dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın da devre arkadaşıydı. Bir dönem baba Dirik'in emri altında görev yapan Iğsız, yıllar sonra oğul Dirik'e komutanlık yapacak ve Büyükanıtla birlikte kendisini koruyacak kişilerin başında gelecekti.

Taraf 15 Mart 2008'de Dağlıca baskınıyla ilgili başka bir gerçeği daha ortaya çıkardı. Dağlıca 3. Motorize Piyade Tabur Komutanlığı'nda 14 Ocak 2008'de malzeme deposunda yangın çıkmıştı. Yangında depoyla birlikte çok sayıda askeri mühimmat malzemesi yanmış ve tamamı kullanılmaz hale gelmişti. Zarar gören malzemeler arasında çok sayıda el bombası, roketatar, havan topu ve silah da vardı. Taburda görevli bir yetkili Taraf'a "Komutanımız Onur Dirik yangına müdahale etmeyip malzemelerin yanmasını seyretti" açıklamasında bulunmuştu.
Yangın sonrası iki rapor hazırlanmıştı. İlki üç sayfalık zarar gören malzeme listesi, ikincisi ise 40 sayfalık ayrıntılı kaza raporuydu. 45 dakika yangına müdahale yapılmadığı ortaya çıktı. Kaza raporunda yangının elektrik kontağından çıktığı iddia edildi. Bu yangın Dağlıca'da delillerin karartıldığı yönünde iddiaları güçlendirdi.

İnternete düşen itiraf
Onur Dirik tüm bu belge ve bilgilere rağmen açığa alınmadığı gibi hakkında her hangi bir soruşturma da açılmadı. Dirik'in internete düşen ses kaydı üzerine Genelkurmay Başkanlığı harekete geçti. Dirik ses kaydında baskındaki hatalarını kabul ediyor ve Genelkurmay Başkanı başta olmak üzere tüm kuvvet komutanlarına ağır küfürler ediyordu. Baskındaki hatalar üzerine Dirik hakkında soruşturma açmayan kurum, küfürler üzerine kendisini kızağa çekti. Dirik Afyon'da konuşlu İkmal Komutanlığı Lojistik Şube Müdürlüğü'ne atandı.

Saldırı istihbaratı gelmişti
Taraf, 25 Haziran 2008'de ise Dağlıca baskınını Genelkurmay Başkanlığı dahil tüm kurumların dokuz gün önce bildiğine dair istihbarat raporlarını yayımladı.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt tarafından da bir gün sonra doğrulanan "İvedi" damgalı, 12 Ekim 2007 tarihli, Van Bölge Komutanlığı'ndan gönderilen "3590-2292-07/İDAM (63939) mesaj no'lu istihbarat raporunda, Dağlıca Taburu'na yapılacak saldırı istihbaratı, Genelkurmay Başkanlığı başta olmak üzere tüm birimlere baskından dokuz gün önce şu ifadelerle bildirilmişti:
"Hakkâri-Yüksekova İkiyaka Bölgesi'nde faaliyet gösteren Zindan sorumluluğundaki TÖ. (Terörist Örgüt) grubunun işbirlikçileri aracılığıyla, Dağlıca 3. Motorize Tabur Komutanlığı'nın faaliyetleri hakkında bilgi almaya çalıştığı, önümüzdeki günlerde Dağlıca bölgesinde bulunan Keri Tepe üs bölgesi ile Geper olarak adlandırılan bölgede icra edilecek faaliyet esnasında askeri birliklere yönelik eylem yapmayı planladıkları..."

Dağlıca baskının dokuz gün önce bilindiğinin ortaya çıkmasının ardından bu kez de Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinden birinde, Kurmay Albay Onur Dirik'in baskından yaklaşık bir yıl önce Ergenkon zanlısı Asuman Özdemir'le yaptığı haberleşme kayıtları ortaya çıktı. Dirik yakın ilişki içinde olduğu anlaşılan Asuman Özdemir'e dağlıca fotoğrafları ve kimi askeri bilgileri mail yoluyla yollamıştı. Yarbay Dirik'in Ergenekon zanlısına gönderdiği fotoğraflarda askerlerin konuşlandığı tepeler, stratejik noktalar ve hareket biçimleri gibi hayati bilgiler, sanki üste brifing veriyormuş detaylılığında, oklu açıklamalarla aktarılmıştı.

http://www.taraf.com.tr/haber/43452.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

"Dağlıca'da açık açık satıldık" Dağlıca baskınından sağ kurtulan er Demirkaya'nın anlattıkları Taraf'ın bugüne kadar yazdıklarını doğruluyor. 'Helikopter geç geldi. Silahlar bozuktu. Yardım göndermediler'

Dağlıca baskınındaki ihmaller başta olmak üzere perde arkasında yaşananları anlattığımız dizimizin son bölümünde, baskında sağ kurtulan bir erin ses kaydına yer vereceğiz. Er Levent Demirkaya'nın baskınla ilgili anlattıkları Taraf'ın bu güne kadar yazdığı tüm ihmalleri doğruluyor. Kayıt çok uzun olduğu için küçük bir bölümünü yayımlıyoruz. İşte o gün yaşananlar.

"Akşam saatlerinde saat 12'ten sora çatışma başladı. Keri ve meri bölgesinde. Çatışmadan önce  Çağdaş Üsteğmenimiz "Arkadaşlar, sağda solda adamlar olabilir. Gündüzcüler uyumaya devam etsin ama silah hücum yeleğini giysin" dedi. Daha 1 dakika veya 30 saniye geçmemişti, çok yoğun bir şekilde bize ateş edilmeye başlandı.

Çok hâkim noktalardan ateş ediyorlardı. Çevremizden de el bombası geliyor devamlı. Çadırın arkasına atladım. Ateş etmeye başladım. Emirsiz. Yarım saat kırk beş dakika kadar o şekil de çatıştık. Ondan sonra İşte Soner astsubayın vurulduğunu gördüm. Çok boğuk bir sesle, acayip bir ses tonuyla "Galiba vuruldum" dedi. Kulağımda hala. Sonra, önce silahı sonra kendi yuvarlandı yanıma geldi. Biz bir tane ateş ediyoruz, adamlar bize on tane ateş ediyor. Biz zaten üç tane roket yemişiz. Devamlı roket atıyorlar bize. El bombası, roket.

Ondan sonra ben kafamı kaldırdım, yukardan bir tane adam "asker ağalar teslim olun" dedi. PKK'lı. Öbür tarafın ele geçirildiğini fark ettim. Çünkü "Bizi öldürmeyin, bizi de öldürmeyin" diye sesler geliyordu.

Bize "teslim ol" dediler. PKK'lı adam bayrağı kaldırdı, fırlattı. Biz de ona ateş ettik. Bir arkadaşım artık şehit mi ettiler bilmiyorum "sen ne zaman Türk askerinin teslim olduğunu gördün" dedi. Ondan sonra sesi soluğu kesildi. Kimdi bilmiyorum. Ondan sonra Lokmanla iki arkadaşımız "biz buraya çatışmaya geldik" dedi ve peşlerine doğru gitti. Şehit oldular.

Komutansız savaştık
Biz iki saat kimseden emir almadık. Komutan yoktu çünkü. Üç tane asker yaralı komutanın başında bekledi. Ortada devamlı roket yediler, bomba yediler.  O yaralı komutanı  3'ü kurtardı. Allah mermi değdirmiyor mu? Değdirmiyor. Açıkta böyle. Bir tane mermi gelmedi adamlara. Gelmeyince gelmiyor.

Helikopter çatışmadan beş saat sonra geldi. Öbür tarafın hepsinin çöktüğünü biliyorum. Çünkü oradan ses kesildi. Sadece bize çalışıyor adamlar. Helikopterler çok geç kaldılar. Biz çatışıyoruz, 56 kişiyiz. Adamlar 300 kişi. Her yerden ateş ediyorlar. Büyük ağır dokça silahlar kurmuşlar. Beş saat gelmeyen helikopterin sesini duyan adamlar 'JÖH'ler geliyor' deyip kaçmaya başladı.

Alay komutanımız PKK'lıları megafonla tahrik ederdi
Bir de bizim alay komutanımızın onları çok tahrik ediyordu. Bir kaset var, devamlı dağın tepesinde kasetini dinletiyor. "Siz bize ne yapabildiniz bu güne kadar? Attığınız hangi mermi bize geldi? Hangimizi öldürdünüz? Biz sizi öldürürüz, siz bize hiçbir şey yapamazsınız."

Çatışma saatlerce sürdü. Çağdaş Üsteğmen "10 taneye yakın şehidimiz var çocuklar, dikkatli olun" dedi. Sağa sola yayıldı 5 -6 arkadaşımız. Ondan sonra şehitleri bulduk. Ben üç dört tanesini bulunca dayanamadım artık. Ben dedim aramayacağım.

Mühimmatlarını (PKK'lıların) bulduk. Mühimmatlarını buluyoruz adamlar yok. Ben deliriyorum. 'Ya ben kaç tane ateş ettim' diyorum. 'Dün adamlar önüme diziliydi' diyorum. Arkadaşım diyor ki "Ben iki kişiyi burada öldürdüm Levent." Silahı var, kendisi yok.

Helikopter geldi. Dağılmadılar. Adamlar hala dağlarda bekliyor. Kobraya karşılık veriyorlar. F-16'ya karşılık veriyor. Ondan sonra saat sekize doğru, JÖH tim geldi. İlk timi çok kolay indirdik. Üçüncü indirmede son inene mermi sekti, kafasına geldi. Ondan sonra Çağdaş Üsteğmen'e bağırdı yukardan bizimkilerden birisi. Çağdaş Üsteğmenimiz ateşlerin içine girmek istedi. Bizde koşuyoruz yani ateşe koşuyoruz. Adamı alacağız ama ölmek için alacağız. Adamı işte zor bela çektik oradan.

Helikopterler bir türlü gelmiyor
Bekliyorum ben böyle. Adamın başında. Ya kısmetsizlik. Saat sekiz helikopter istiyoruz, helikopterler gitti gelmiyor, gece 12 ye kadar. 12'de düşen havan bu sefer adamın ayağına düştü. Aynı adamın ayağına düştü. Ayağı sallanmaya başladı. Saat oldu 10, yine helikopter gelmiyor. Artık ben çıldırdım. Kafayı yiyorum. Ben Allah'a yalvarıyorum. Bir kişi daha olmasın, bu da şehit olmasın.

Yemek için tüp getirmiştik. Tüpü attırıyorum. Tüpün yanına el bombası düşüyor. O tüpü attırmasam, belki 10 kişi aynı yerde öleceğiz. Yani öyle şeyler.  Çatışma hala sürüyor ama bekle bekle bekle bekle. Çatışma sırasında bazen ben bırakıp gitmek zorunda kalıyorum. Ateş ediyorum sağa sola. Adamlar aç.  Zaten 72 saattir uyumamışız. Helikopter gelmiyor.

Bozuk silahlar bizde yenileri depoda
Onların silahları çok kuvvetli. Bizde de var. Bizimki de kuvvetli ama adamlar nerde bozuk silah var,  kusura bakmayın devlet bize vermiş. Nerde lanet makine var, bizde. Hiç biri çalışmadı. O silahların hiç biri çalışmadı. Bizim kayıplarımız bu yüzden. Benim elim armut toplamıyor. Ben aslanlar gibi, beni esir alan adama karşılık verdim. Ama arkadaşlarımın hiç birinin silahı çalışmadı. Çalışmıyor ya. Büyük bir ihtimal.  Ondan sonra depolardan bir silah, bir silah. Kanaslar manaslar çıktı. Tı tı tı tı tı. Böyle tarıyor, ateş ediyor. Ses yok silahta. Sonradan çıktı. İki timimiz, 40 tane bixi çıkmış. Gıcır gıcır. Sonradan çıkıyor. Mg3'ler çıkıyor. Olay yerinde var ama askerde yok. Yatıyor orada.  Depolar dolu. Görüntü işte. Ben derdim hep komutana depoyu düzeltirken. 'Komutanım bunu niye vermiyorsunuz, şunu niye vermiyorsunuz, bunu niye vermiyorsunuz?' Yasak derdi.

Şehitlerin kollarını kırmışlar
Tabur sabah sekiz de vuruluyor, Gece 10' da helikopter yolluyorlar. Ya böyle bir şey görmedim. Saat 8'i sekiz geçe oraya helikopter gelmesi gerekiyor. Sekiz dakikada Yüksekova'dan,  15 dakika Hakkari'den geliyor.

Şehitlere tören düzenlendi. Elbiselerini falan gördüm. Aralarına girdim, kimlik aradım. Yani isimlik.  Birde o. ç..., PKK'lılar  sırf iz olsun diye şehitlerin sağ kollarını  kırmışlar. Moralim bir bozuldu. Belki ömrüm boyunca unutamayacağım tek şey budur.

Yardım göndermediler
Eksiklikler şöyle. Şimdi çatışmaya girdik saat 12 de. Saat sekiz de, sekiz dakikada helikopter geliyor. 12 de çatışmaya girsek, 12 buçuk ta Skorsky,  kobralar gelseydi olay daha farklı olurdu. Şehit sayımız az olurdu.  İçimize girip adam alamazlardı. Ondan sonra özel JÖH'lerden duyuyorum ben.  Adam diyor ki "Saat 12 buçukta hazırdık ama bizi olay yerine atmadılar" diyor adam. "Biz çok gelmek istedik." Adamlar çok gelmek istemiş, yalvarmışlar, adamları atmamışlar olay yerine. Bizi yalnız bırakmışlar. Yani biz orada çatışmışız beş saat. Mühimmatımız bitmiş, silahımız bitmiş, paramparça olmuşuz.

Ama beşte geldi helikopter. Kobra helikopteri bana diyor ki "Bana ateş ediyorlar." Bu çatışma. Adam sana ateş edecek. Kobraya ateş ediyormuş. Mantıklı bir şey mi? Diyor ki bana ateş ediyor. Ya sen iyi misin dedim.  Ateş edecek senin söylediğin laf mı?  "İnersem (lap lap böyle yaptı) beni vuracaktı" diyor. Çatışmanın ortasındasın gerekirse vurulacaksın ya. Ben de vurulacağım. 12 kişi vuruldu şehit oldu. Bunun açıklamasını yap dedim bana.

Bugün göstermelik faaliyet yapıyorlar
Şimdi günde 25 helikopter faaliyeti var. Niye önceden yoktu? Niye şimdi var? İşte bunlar aklında kalıyor adamın.  Adam beşten önce gelebilirmiş. Niye beşte geldi? Sekiz'den önce gelebilirmiş. Niye sekiz de geldi? İşte kızdığım nokta.

Taburdan gelme yok. Köprüyü patlatmışlar, sonra bir tim aldık biz. İkide filan. O adam vurulduktan sonra. Çatışarak, çatışarak timi çıkardık yukarı. Bir timimiz geldi o şekilde. 25 kişilik. İnsan taburdan sürüne sürüne gelir yardıma.

Teröristlerin hazırlık yaptığını görüyorduk ama komutanlar tedbir almadı.
Sağımızdan geçiyorlar solumuzdan geçiyorlar. (PKK'lılar) Bırakın geçsinler. Çatışmadan önce adamlara diyoruz ki iki tane katır iki tane adam buzul dağına gidiyor. Bir kobrayla vuralım, gelsin. Gelmeeezzz. Devletin parası az. Tabur komutanına aynen söyledim. Beşer milyon bu devlet para verecek kadar bu devlette adam yoksa, çıkarıp vermezse, ben toplarım dedim.

Katırları önceden görmüştük
Ondan sonra işte dokuz katır gördük. Onlar uzaktan gidiyor. Bu sefer emniyeti almışlar. Atıyoruz vuramıyoruz. Atıyoruz vuramıyoruz. Adamlar gidiyor diyoruz. Komutan tamam diyor. 'Ben uzmana söylüyorum, uzman gidiyor oradaki üsteğmene, üsteğmen gidiyor aşağıdaki yüzbaşıya, yüzbaşı tabur komutanına, tabur komutanı Yüksekova'ya, Yüksekova da gidiyor tugay komutanlığına, tugay komutanlığından gidiyor 2. Ordu Komutanı'na, oradan Ankara'ya gidene kadar adam arkamızı dolaşıyor, bizim etrafımızı sarıyor. 12 tane şehit verdik. Niye? Hiç yoktan 20 yaşında adam öldü.

Adamların Cudi kampı önümüzde. Adamın mağaradan çıktığını görüyoruz. Bunu bildiriyoruz. Kale almıyorlar. Komutana 'PKK'lılar karşımda, mağarada' diyorum. Telsizle bildiriyorum. "Bırakın geçsinler, orada otursunlar, yatsınlar, bir şey olmaz" diyor.  Adam orda karşımda mağarada, sigara içiyor, bana el sallıyor. Ama adamın (komutanların) umurunda değil. Bırakmışlar, boşlamışlar orayı. Devletin politikası bu işte.

Sonradan da ben iyi olmadım mı niye olmuyorsun sakin olmuyorsun diyor. Bana 'git, gelme. Sana rapor verirler' diyor. Sen bana bu saatten sonra 50 yıllık rapor yazsan ne olur. Benim ömrüm boyunca o 12 kişi aklımdan gitmeyecek. Beni satan devletle işim olmaz . Adamlar göz göre göre çıktı gitti. Açıkça söyleyeyim. Siz olsanız böyle bir devleti, böyle insanlar olsa bekler misiniz? Ne diyorum, üç kişi bir tane adamı kurtarmak için, yanından 3-5 saat ayrılmadı. Bir de devamlı küfreden adamdı yaa. Ama bırakabilir, gidebilirdi. Bırakmadılar.

Şu anda gitmek istemiyorum. (Dağlıca'ya) Beni satan devletle orada işim olmaz benim. Diyorum 'satıldık ya, açık açık satıldık.' Ben bunun aynısını söyledim. Böyle bir şey görmedim dedim. Ben milliyetçiyim kardeşim. Benim milliyetçiliğim stadın önüne gidene kadar değil. Her zaman, ben her zaman devletimi savunurum. Şu anda bile göreve hazırım ama orada değil. Orada bir takım işler dönüyor, karışık işler, karanlık işler. Ben de çözemiyorum. Adamlar oraya yeniden mühimmat yığıyor. Niye?

Milletin gözünü boyamak için mühimmat yığıyor. Diyarbakır'dan mühimmat getiriyor. Bugüne kadar Hakkâri'de mühimmat mı yoktu? Ya orası acayip bir yer.

http://www.taraf.com.tr/haber/43510.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

MUSTAFA GÜRLEK - İstanbul 

13 askerin şehit düştüğü, 8 erin de kaçırıldığı Dağlıca baskınına ilişkin yeni ses kaydındaki bir detay, dinleyenlerin kanını dondurdu. Kayıtta, şehit sayısının artması üzerine Garnizon Komutanı Albay Metin Yerlikaya'nın "Gitti benim alay komutanlığım..." diyerek, terfi alamayacağından endişe duyduğu iddia ediliyor. Ancak, ismi ihmalle anılan Albay Yerlikaya, 2008 YAŞ'ta Çanakkale İl Jandarma Alay komutanı yapılmış. Yerlikaya, halen Van İl Jandarma Alay Komutanı.

Dağlıca'da 13 askerin şehit edildiği 2007'deki baskına ilişkin internete düşen yeni ses kaydı çok tartışılacak iddialar içeriyor. Albay Vural E. ile Albay İsmail C. arasında geçen konuşmada, baskının perde arkasında yaşananlar anlatılıyor. İhmal iddialarını doğrulayan kayıttaki bir detay ise 'bu kadar da olmaz' dedirtiyor. Albay C., Dağlıca'da Mehmetçikler şehit düşerken dönemin Yüksekova Garnizon Komutanı Albay Metin Yerlikaya'nın "Gitti benim alay komutanlığım." diyerek, terfi alamayacağından endişe ettiğini aktarıyor. "Dedik komutanım gitmez bu dedik. Dağlıca 60 kişi. 60'ının da ölecek hali yok ya." şeklinde teselli ettiklerini belirtiyor. Ancak, 2008'de toplanan Yüksek Askerî Şûra'nın, ismi ihmalle anılan komutanın endişelerini gideren bir karara imza attığı ortaya çıktı. Baskında şehit düşen askerler yerine alay komutanı olamayacağını düşünen Albay Yerlikaya, YAŞ'ta Çanakkale İl Jandarma Alay Komutanlığı'na getirilmiş. Ardından da Van İl Jandarma Alay komutanı yapılmış.

Ses kaydındaki o komutanın iki ayrı ile alay komutanı olarak atandığı, aynı baskınlar çerçevesinde ismi ihmalle anılan bir başka komutanın terfi ettirilerek Harp Akademileri komutan yardımcılığına, bir başka subayın ise yarbaylıktan albaylığa yükselerek Afyonkarahisar'a tayin edildiği ortaya çıktı.

Ses kaydında konuşan Albay Vural E., dönemin komutanı Y.'nin Dağlıca'da Mehmetçikler şehit düşerken kendisine haber verildiği anda neler yaptığını şöyle anlatıyor: "Hareket Merkezi önce beni aradı. 'Komutanım' dedi, 'Dağlıca'yı taciz ediyorlar.' 'İyi' dedim. '6 tane yaralı varmış' dediler. 'İyi takip edin' dedim kapattım. 10 dakika geçmedi 'komutanım 6 şehit'. Ana dur lan ne oluyor falan dedim apar topar gittik." Albay İsmail C. de çatışma yaşanırken merkezden alınan bilgileri ve yapılanları şöyle dile getiriyor: "Yüksekova'nın yanlış bilgi vermesi. 12'yi çeyrek geçe saldırı başladı. Yirmi geçe ben Harekat Merkezi'yle görüşüyorum. Çatışma yoğun gidiyor. Herhangi istenen bir şey yok. Silahlı helikopter istedik. Ondan sonra çatışma başladı. Yaralı, şehit sayısı yok. Saat 03.00'te Keritepe'ye ateş edilmiyor. Keritepe'den karşıya ateş edilmiyor. Keritepe telsizlere cevap vermiyor. Bizim Metin Y. (Yüksekova Garnizon Komutanı Kurmay Albay) dedi ki; 'Gitti benim alay komutanlığı, gitti benim alay komutanlığı'. Karadenizli bir müteahhit var ya onu aradı telefonla dedi "Dağlıca basıldı, gitti benim alay komutanlığı". Sorabilirsiniz ona. Dedik komutanım gitmez bu dedik. Dağlıca 60 kişi. 60'ının da ölecek hali yok ya. Derken üsteğmen, sözleşmeli üsteğmen walkie-talkie ile bağlantı kurdu. 'Şehit var 6 tane. 10 kişi kayıp, 10 tane yaralı var'."

www.terörihaneti.com isimli internet sitesine düşen ses kayıtlarında Dağlıca baskını sırasında bölgede görev yapan diğer komutanlarla ilgili de ihmal iddiaları yer alıyor. Örneğin Balyoz soruşturmasında sanık olarak gündeme gelen dönemin 3'üncü Taktik Tümen Komutanı Tümgeneral Yurdaer O. ile ilgili şok ifadeler kullanılıyor. O.'nun otopsilere müdahale ettiğini anlatan komutanlar, 'silahlar bozuk' iddialarıyla gündeme gelen Dağlıca'daki silah deposu yangını ile ilgili ses kayıtlarında şu itiraflarda bulunuyor: "Dağlıca olayında depo yanarken bir resim sızdı. Ve bunu bilen kimse yok. Süleyman Y. kendisi çekiyor ve Yurdaer O.'ya veriyor. Bununla ilgili resmi bir açıklama yapan kimse yok. Dağlıca'dan sonra yandı ve avukatlar silahların kriminal incelemesini istemeye karar verdikten sonra yaklaşık 10 gün sonra depodaki silahların hepsi yandı. Silahlar arızalı falan. Ondan sonra birbirini vurmalar olmuş orda. Otopsiye de Yurdaer O. müdahale etmiş. Biliyorsun olayla ilgili hiç tahkikat açılmadı. Ama bütün o şeylere rağmen korgeral oldu (Yurdaer O.). Araba aldı, karavan yaptırdı." Baskından sonraki 2008 YAŞ kararlarında terfi alarak korgeneralliğe yükselen O., Van Jandarma Asayiş Kolordu komutanı olarak bölgede görev yaptı. 2010 YAŞ kararlarında Harp Akademileri Komutan Yardımcılığı'na getirildi.

Kanlı baskının gerçekleştiği akşam çatışma haberini Dağlıca köyünde katıldığı düğünde alan Yarbay Onur D. de istihbarat raporlarına rağmen gerekli önlemi alamamakla sorumlu tutulmuştu. Saatler süren çatışmada 13 asker şehit olmuş, 16'sı yaralanmış ve 8 asker de kaçırılmıştı. Baskınla ilgili sorumlu komutanlar hakkında bir tahkikat ve soruşturma başlatılmamıştı. Tahkikatın başlatılmamasını ise internete düşen ses kaydında yer alan "Biliyorsun olayla ilgili hiç tahkikat açılmadı." ifadeleri doğruluyor. Baskından bir ay sonra ise, dönemin 2. Ordu Komutanı Orgeneral Hasan I., Yarbay D.'ye üstün başarı plaketi vermişti. 2008 YAŞ kararlarında yarbaylıktan albaylığa terfi eden Onur D. , Kara Kuvvetleri Komutanlığı Afyonkarahisar İkmal Komutanlığı'nda görev yapıyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1052740&title=alay-komutanligi-gitmemis
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.