Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

19 Mayıs 2024, 23:36:08

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,265
  • Latest: rizab
Stats
  • Toplam İleti: 8,828
  • Toplam Konu: 4,368
  • Online today: 128
  • Online ever: 554
  • (Dün, 06:22:10)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 123
Total: 123

Devlet görevlisi seks şantajı yaparsa, Cemal Demir, haber7.com

Başlatan kilimanjaro, 29 Temmuz 2009, 14:23:52

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Haklı olarak "böyle devlet görevlisi olur mu?" diye soracaksınız. Bizde bu tür soruların usta ayağı sayın Süleyman Demirel'in free-kick tekniğiyle cevap verecek olursak "devlet şantaj yapmaz". Benim paylaşacağım hikayede olaylar geçmişte ve okyanusun bu tarafında cereyan ediyor. Türkiye ile bir alakası yok.   

Geleceği parlak bir üniformalı devlet memurunun seks skandalı sonrası kariyerini bitirmek zorunda kalmasını anlatan haberler geçen hafta Türkiye medyasına yansıdı. Hep beraber okuduk. "Hani Türkiye'den bahsetmeyecektin?" diye eliniz cebinize gitti ama sakin olun. "Tarihin en büyük seks şantajcısının" hikayesini durup dururken anlatmadığımı zapta geçireyim istedim, o kadar.   

Hikayenin esas oğlanını anlatmadan önce, şunu diyeyim. Washington'da seks ve politika her zaman için gayrı resmi gündemin ilk sıralarında yer alan bir konu. Bu gerçeğe sadece, gazete haberlerinde, okuduğum her biyografi ya da yakın tarih kitabında da şahsen gördüm. Amerikalı bazı gazeteciler Washington için "dünyasının seks başkenti" tabirini kullanıyor ama biraz farklı ülkelerin tarihini okumuş herkes bilir ki, dünyadaki bütün başkentler, "özel amaçlı saunaların", sadece üyelerin girebildiği "özel genelevlerin", "kulüplerin", "görevli" orospuların dolu olduğu şehirlerdir. Hal böyle olunca da başkentlerde sık sık seks skandalları yaşanır. Kasedi ortaya çıkan devlet görevlileri de olur, ilişkileri ortaya çıkan devlet başkanları da... Ama bu foto-kaset endüstrisinin boyutları ve derinliği kamuoyuna pek yansımaz. Yani, "Organize işler. Her zaman."   

Bu noktada hemen ceza alanına ukala bir orta da yapayım. Washington DC'yi çeviren Interstate 495 çevre oto yoluna "Capital Beltway" de denir. "Belt" çevreleyen ya da "kemer" demek. Kennedy suikastını araştıran Warren Komisyonunun raporunun açılış cümlesinde yer aldığından beri, Amerikan politik medya jargonunda bu çevre otoyolundan içeri kalan kısma, yani gerçek başkente "Inside the Beltway" denir. Bu kemerin içinde, başkan, bakanlar, senatörler, temsilciler meclisi üyeleri, generaller, lobiciler, think tank profesyonelleri ve bir de orospular görev yapar. Siz Amerikan hiciv ustalarının bu "kemer" nitelemesinden yıllardır ne tür dokundurmalar çıkardıklarını artık tahmin edersiniz. 

Geleyim, henüz kendisini tanımayan mektup arkadaşlarımla tanıştırmak istediğim kahramanımız J. Edgar Hoover'a. Amerikan Federal Soruşturma Bürosu FBI'ın kurucusu ve ilk başkanı. FBI kurulmadan önceki hali olan Soruşturma Bürosunun ise 1924 yılından itibaren 6'ncı ve son başkanı. Hoover'ın ABD iç güvenlik örgütünün başına geçtiği sene 1924. Peki emeklilik tarihi? O yok işte. 1972 yılında hayatını kaybettiğinde hala FBI başkanıydı. Tam 48 yıl. Bir demokraside bir bürokratı tam 48 yıl ülkenin en hayati kurumlarından birinin başında ne tutabilir? 

Calvin Coolidge ABD başkanıyken göreve başlıyor ve sonraki başkanlar Herbert Hoover, Franklin D. Roosevelt,  Henry Truman, Dwight Eisenhower, John F. Kennedy, Lyndon Johnson ve Richard Nixon döneminde bile hala FBI Başkanı olarak devam ediyor. Ta ki Hoover, 77 yaşındayken 2 Mayıs 1972 yılında yüksek tansiyondan hayatını kaybedinceye kadar. Soruyu ağır çekimde tekrar izletmek istiyorum.

Bir demokraside bir bürokratı tam 48 yıl ülkenin en hayati kurumlarından birinin başında ne tutabilir? Bunun resmi bir cevabı yok. Ama herkesin bildiği bir sırrı var: şantaj. Özel olarak ise seks dosyaları. 

Birçok yakın tarih araştırmacısı ve gazeteci Edgar Hoover'ın tarihin en büyük "dosyacılarından" biri olduğunda müttefik. Bir tarihçi, Hoover, "hakkında dosya sahibi olmadığı kimseyle buluşmazdı" diyor. ABD Başkanı Truman 12 Mayıs 1945 günü yazdığı notta, Hoover'ın ve ekibinin "başları sıkıştığında kullanmak için herkes hakkında seks dosyası ve şantaj malzemesi biriktirmesinden" yakınmış ve böyle giderse bizim de Gestapomuz olacak demiş. ABD'de yayınlanmış birçok biyografide Hoover'ın şantajları konusunda anlatılan yığınla hatırayı bulabilirsiniz. Ben sizin için Columbia Üniversitesinde medya ve politka ilişkisi konusunda doktora dersleri veren David Eisenbach'ın geçtiğimiz Mart ayında yayınlanan "The Beltway Unbuckled" adlı muhteşem çalışmasından bir bukle seslendirmek istiyorum.

1963 yazında, Senato araştırma komisyonu, Doğu Alman göçmeni bir fahişe olan Ellen Rometsch adı etrafında, ABD başkanı John F. Kennedy'inin koltuğunu kaybetmesine yol açabilecek bir soruşturma başlatır. Bir Batı Alman subayının karısı olarak Washington'a gelen Rometsch sıradan bir fahişe değildi. KGB adına casusluk yaptığında şüpheleniliyordu. Rometsch kısa zamanda, Washington'da politikacıların, bürokratların takıldığı Quorum Club'ın üst düzey müşterilere giden birkaç kadınından biri oldu. Çapkınlıklarıyla ünlü Kennedy kardeşler de çok geçmeden Rometsch'in ağına düşmüştü. Kulübü işleten ise, başkan yardımcısı olmasına rağmen Kennedy'den hiç hazzetmeyen Lyndon Johnson'a yakınlığıyla bilinen Bobby Baker'dı. Baker'ın resmi tek görevi Senato çoğunluk lideri sekreterliğiydi. Ancak görünürde kamu görevlisi olan bu adam Washington'un en zenginlerinden biriydi. Daha sonra bazı soruşturmalarda mafya ile işbirliği içinde olduğu vesaire de ortaya çıktı ama şimdi bu bizim mevzumuz değil, Oliver Stone ilgilensin. 

BİR TÜR MONİCA LEWİNSKY SKANDALI

Baker, fahişe Rometsch'i başkana tanıştıran isim. Bir tür Monica Lewinsky skandalı patlamak üzeredir. Üstelik konu Des Moines Register gazetesinde de üstü kapalı şekilde gündeme gelmiş ve isim verilmeden "çok üst düzey" müşterilerden bahsedilmişti. Üstelik Rometsch'in yanı sıra Maria Novotny ve Suzy Chang gibi komünist ülke göçmeni iki fahişe daha skandalın parçasıydı. Bu iki fahişenin birkaç ay önce İngiliz Savaş Bakanı John Prufumo'nun başını yakan seks skandalının da kahramanları olması ise tabloyu Başkan John F. Kennedy ile kardeşi Adalet Bakanı Robert F. Kennedy için daha vahim hale getiriyordu.

Kennedy kardeşler yüzmeleri imkansız bir denize düştüklerini görünce, 2 yıldır kovabilmek için formül aradıkları FBI Başkanı J. Edgar Hoover'a sarılmaktan başka çare bulamadılar. Hoover'dan Senato komisyonunun soruşturmasını "bir şekilde" durdurmasını istediler. Bilmedikleri bir şey vardı. Hoover zaten olan biten herşeyi başından beri biliyordu ve skandalı Des Moines Register gazetesinden Clark Mollenhoff 'a sızdıran da Hoover'ın ta kendisiydi. Bu arada, "Bir bürokrat hangi yetkiyle Kongre soruşturmasını durdurabilir ki?" diye düşünmüyorsunuzdur artık umarım. Elbette yetki ile değil, "illegal dosyaların gücü adına!" durdurabilirdi. 

Mevkime dönecek olursam, Hoover, Kennedy kardeşlerin kendisinden nasıl bir yardım istediğini çok iyi anladı ama iki şartla bu yardımı sunacaktı. 1 - Görevden alınması bir daha asla gündeme gelmeyecekti ve 2 - Martin Luher King'i teknik takibe almasına FBI'dan sorumlu Bakan Robert Kennedy karışmayacaktı. Kennedy'ler şartları kabul edince, Hoover Senato'da iki partinin liderleri olan Demokrat senatör Mike Mansfield ve Cumhuriyetçi senatör Everett Dirksen ile Mansfield'in evinde 3'lü bir toplantı yaptı. Toplantıda ne konuşulduğu resmen hiç açıklanmadı ama tarihçilere göre Hoover, senato liderlerine onlarca senatör hakkında elinde tuttuğu malzemelerden özet bir sunum yaparak, Senato'nun Başkan Kennedy'nin seks hayatı hakkında soruşturma kararı alması halinde "Washington'da kimsenin güvende olmayacağını" söyledi. Sunumdan sadece birkaç saat sonra, Senato araştırma komisyonu Rometsch skandalı konusunda soruşturmaya gerek olmadığını açıkladı. Kennedy azledilmeye kadar gidecek bir skandaldan kurtulmuştu. Dokümanter David Eisenbach'ın anlattığına göre Kennedy birkaç gün sonra arkadaşı Ben Bradlee ile bu konu hakkında konuşurken, "Hoover'ın senatörler hakkında sahip olduğu kirli bilginin büyüklüğünü bilsen şaşkına dönerdin" demiş. 

Hoover, aynı hafta Martin Luther King'in bütün yaşam alanlarına dinleme cihazlarını kurmuştu bile. Ta ki 5 yıl sonra 4 Nisan 1968 günü Martin Luther King, 'sayın faili meçhul'ün kurşunlarıyla 39 yaşında bu dünyaya veda edinceye kadar. Elbette hikayenin bu kısmına başkan olan John Kennedy şahit olamadı. Anketlerdeki yüksek halk desteği, görevden alınmasına yol açabilecek Ellen Rometsch skandalının tarih olması ve 1 sene sonraki seçimde zaferin çantada keklik gözükmesinin rahatlığıyla 22 Kasım 1963 sabahı Dallas'a geldiğinde kendisini karşılayanlar arasında "sayın faili meçhul" de vardı ve tarih Başkan Kennedy için o sabah Dallas'ta durdu.  Bakan olan Robert Kennedy ise hikayenin, Martin Luther King'den sadece 2 ay sonrasına kadar olan kısmını görebildi. California önseçimini kazanıp başkanlık yoluna tam gaz girdiğinin ertesi günü, 6 Haziran 1968'de yine "sayın faili meçhul" tarafından öldürüldü. 

Git-gel başınızı ağrıtıyorum ama mevzuyu dar alandan çıkarabilmek için acilen geriye, 1924 yılına dönmemiz lazım. ABD'nin federal iç güvenlik biriminin 29 yaşındaki bir gence emanet edildiği tarihe. Aslında 5 yıl daha geriye gidip Hoover'ın 24 yaşında Adalet Bakanlığı İstihbarat şubesi müdürlüğüne getirildiği 1919'a kadar gidecektim lakin, "ama sen de çok gittin" demenizden korktum. Yani 29 yaşında Soruşturma Bürosunun başına getirildiğinde 7 yıllık kurum tecrübesi zaten vardı. Muhalif herkesi "komünistlikten" , "vatan hainliğinden", ya içeri tıkan ya da ipe götüren 1917 - 1927 arası 10 yıllık döneme Amerikan siyasi literatüründe "red scare" dönemi deniyor. Ben, -birinci "bu kış komünizm gelecek" -  dönemi diyorum. İkincisi ise, 1945 - 1955 arası yani McCharty döneminde çekildi bu filmin ama başrolde yine Hoover vardı. 1924 - 1935 yılları arasında 11 yıl Soruşturma Bürosu'nu yöneten Hoover, adamlarına silah taşıma, operasyon yapma ve tutuklama yetkisi verilmesi talebiyle Kongre'nin kapısını çaldı. 1935 yılında Kongre bu talebi yasalaştırdı ve Soruşturma Bürosunun adı Federal Soruşturma Bürosu (FBI) oldu. Hoover da ilk başkanı olarak atandı.

Hoover'ın, "şantaj dosyalarını arşivleme" alışkanlığı ve uzmanlığını öğrendiği yer ise maalesef bir kütüphane. Hukuk eğitimi aldığı yıllarda Kongre Kütüphanesi'nde yarı zamanlı çalışıyordu. Milyonlarca kitap içinde aranan kitabı çabucak bulmaya yarayan katalog sistemini, Soruşturma Bürosunun başına geçer geçmez uygulamaya koydu. 20'nci yüzyıl "fişlemenin altın çağı" ise bunu Hoover'a borçluyuz. Herkesi fişlemeye başladı. Birkaç yıl içinde tam 450 bin vatan haini, biyografik bilgileriyle fişlenmişti bile.  "Herkes hakkındaki her bilgi önemliydi ve bir bilgi kırıntısının bile işe yarayabileceği bir nokta gelebilirdi". 

10 Mayıs 1924 günü, yani Soruşturma Bürosunun başına geldiği gün bütün adamlarını, başkentte ne kadar önemli varsa onları takibe gönderdi. Emir açıktı: "Bana herkesin açığını bulun". Bu çalışma yöntemine uyanlar kurumda kaldı gerisi tasfiye edildi. "Gidersem başkentteki herkesi yanımda götürürüm" diyen bir adama da on yıllarca kimse karışamadı. Geçen yıl ortaya çıkan ses kaydında Başkan Nixon, 1972 yılında kendinden önceki 7 başkan gibi Hoover'dan nasıl kurtulabilirim diye epey uğraştıktan sonra vazgeçtiğini itiraf ediyordu. Hoover'ın tepesinde bulundukları piramidi tutan bir noktada mevzilendiğini ifade eden Nixon, "Ordan çekersek hepimizi de beraber götürür" diyordu. 

ETME BULMA DÜNYASI

Gelgelelim, başkanları bile korkutan bir güce sahip olan Hoover'ı da korkutmayı başaran bir güç vardı: Mafya. Peki nasıl oluyordu da başkanların bile dokunmaktan çekindiği "devlet içindeki devlete", mafya "posta" koyabilmişti? Hoover herkesi nasıl süt dökmüş kediye çevirdiyse öyle: seks şantajı ile. Kısa bir 'flash-back'ten sonra yayına devam edeceğim.

Edgar Hoover, dikkatini çeken kendinden 5 yaş genç FBI memuru Clyde Tolson'u 1930 yılında yardımcısı yaptı. Hoover, 1972 yılında öldüğünde Tolson hala FBI Başkan yardımcısıydı. FBI Başkanı Hoover ile yardımcısı Tolson'un meslektaşlığı tarihte örneği bulunmayan bir "yakınlığa" sahip olunca dikkat çekti. İkisi de hayatı boyunca bekar kalan Hoover ve Tolson on yıllar boyunca hafta içi hergün öğle yemeğini Washington'daki ünlü Mayflower Hotel'de beraber yediler. Çarşamba akşamları Tolson'un evinde, Cuma akşamları Hoover'ın evinde akşam yemeği yiyor, cumartesi günleri ise at yarışı seyretmeye gidiyorlardı. Tam 41 yıl bu düzende yaşadılar. Washington Post muhabiri, hergün aynı vakitte Mayflower Hotel'de öğle yemeği yemeye gelen çifti görmek için otele nasıl gittiklerini, "Hayvanat bahçesi ziyaret eder gibi gidip ikilinin yemek yiyişini seyrediyorduk" şeklinde anlatıyor. Yakınlıkları bununla sınırlı değildi elbette. İkili gece kulüplerine beraber takılıyor özel partilere beraber katılıyordu. Tatile bile beraber çıkıyorlardı. Ve hatta Hoover 1972 yılında öldüğünde mirasını yardımcısı Tolson'a bırakacaktı. Tolson, hayatının geri kalan 3 yılını Hoover'ın kendine miras kalan evinde geçirdi. Öldüğünde de Kongre Mezarlığında Hoover'ın birkaç metre yakınındaki mezara defnedildi. Mezarda bile ayrılmayan ikili FBI içinde, "J. Edna and Mother Tolson" lakabıyla anılıyordu. Kendisi de eşcinsel olan ünlü gazeteci Truman Capote ise ikili için "Johnny and Clyde" lakabını kullanıyordu. 

Hoover'ın seksüel tercihi daha ilk yıllarından itibaren dikkat çekmeye başladı. Ama gerçek şu ki Hoover ölünceye kadar kimse bunu açık açık konuşmaya yazmaya cesaret edemedi. Çünkü herkes gazeteci Ray Tucker'ın başına gelenleri biliyordu. 19 Ağustos 1933 günü araştırmacı gazeteciliğin ilk örneklerinden Collier's Magazine'de yayınlanan özel dosya haberinde Tucker ilk kez Hoover'ın cinsel kimliği hakkında imalarda bulundu. Ancak dergi daha yayınlanmadan muhabir Tucker'ın bütün özel hayatı kamuoyunun gözleri önüne serilmişti bile. Time dergisi de bir keresinde biraz da mahcub bir edayla, "Hoover yanında bir kadınla hiç görülmüyor. Sıklıkla Clyde Tolson olmak üzere hep erkeklerle bir arada"  diye yazmış. Hoover'ın özel hayatını yazan gazetecinin iç çamaşırının renginin bile mahremiyeti kalmazdı. Bir diğer ilginç nokta ise, kadın elbisesi içindeyken çekilmiş fotoğrafları olduğu ifade edilen, gay grup seks partilerine katıldığının şahitleri olan Hoover'ın gaylere karşı sert tutumuydu. Amerikan gay hareketinin temsilcileri, Hoover'ın bu yaklaşımını "kendinden nefret" psikolojisi olarak nitelendiriyorlar.   

Şimdi bu flashback'ten mevzuya geri döneyim. İlk defa, New York Post'un ve New York Daliy News gazetelerinde uzun yıllar muhabirlik ve köşe yazarlığı yapan Pete Hamill'in mafyadan görüştüğü bazı kilit isimlere dayanarak ortaya çıkardığı şayia şu: 20'nci yüzyıldaki en büyük Amerikan mafya babalarından biri olan Meyer Lansky, "Hoover ve Tolson'un tatillerinde bir plajda seks yaparken çekilmiş fotoğraflarını elinde tutuyordu." Yahudi mafyasının güçlü ismi Lansky, İtalyan mafyasındaki birkaç ortağıyla beraber, kumardan fuhuşa kadar birçok kara sektörü kontrol ediyordu. Las Vegas'ı Las Vegas yapanların başında geliyordu Lansky. 

YAHUDİ VE İTALYAN MAFYA BABALARININ RAHATLIĞI

İşte, on yıllarca herkesin aklını kemiren "Nasıl olur da en basit muhalif yazarın bile nefes alamadığı iklimde, Yahudi ve İtalyan mafya babaları bu kadar rahat hareket ediyordu?" sorusunun cevabının da bu fotoğraflar olduğu kaydediliyor.  Her şey karışan Hoover, 40 yıllık saltanatı boyunca mafyaya ciddi anlamda hiç karışmadı. 1930'ların başında Midwest'te bazı mafya babaları tutuklandı ve hatta öldürülenler oldu ama bu Chicago'daki FBI başkanı Melvin Purvis tarafından yürütülen biraz da kişisel inisiyatifli bir mücadeleydi. Ki, Hoover, FBI'ın üç numaralı adamı haline gelen Purvis'i kısa zamanda kurumdan ayrılmaya zorladı. Purvis, bir mafya babasını öldürdüğü silahıyla 56 yaşında "intihar" etti. Gerçek şu ki, Hoover döneminde FBI tarafından sonuçlandırılan tek bir dişe dokunur mafya dosyası yok. 1959 yılında Hoover'ın 489 ajanı "vatan haini" aydın ve politikacıları takiple görevliyken, başkenti sarıp sarmalamış yolsuzluk ve mafyayı takiple görevli sadece 4 ajan vardı. FBI, Hoover öldükten sonra yoğun şekilde mafyanın üzerine gitmesi de bu konudaki şüpheyi artırıyor. 

Ömrünü vatan haini aramaya ve herkes hakkında dosya tutmaya harcamış bu sorunlu devlet görevlisinin bir renkli özelliğine daha dikkat çekmeden edemiyorum. Edgar Hoover, 20'nci yüzyılın en büyük masonlarından biriydi. İskoç Ritüeli Dergisinde yayınlanan bir dosyaya göre 9 Kasım 1920 günü gerçek masonluğun başlangıcı sayılan 3'ncü derece masonluğa kabul edildi. 1955 yılında ise artık 33'ncü dereceden Mason olmuştu. Masonlar arasında "Dünya Yüce Konseyinin Anası" şeklinde nitelendirilen Washington merkezli  "Güney Masonik Bölgesi" locasının üyesiydi.   

Eski FBI ajanı Arthur Murtagh, 1990 yılındaki bir röportajında, Hoover'ın organizasyon yeteneği ile ülkenin iki unsurunu diktatörce yönetmeyi başardığını itiraf ediyordu. Murtagh'a göre bunlardan biri FBI'dı diğeri Amerikan halkının beyniydi. Halkı, yıkıcıların devleti ele geçirmekte olduğu hakkında korkutmayı başarmıştı zira. Eski FBI ajanlarından Joseph Schott, "Sola Dönüş Yok" başlıklı otobiyografisinde Hoover'dan her gün talimat notları aldıklarını anlatırken artık gülebileceğimiz bir kurum içi diktatörlük örneğini aktarıyor. Birgün, Hoover kendisine gelen bir bilgi notunun kenarına "sınıra dikkat" diye not düşüp geri iade ediyor. FBI'da kimse "niye?" diye soramıyor. Ve tam bir hafta FBI birçok güvenlik unsurunu da harekete geçirerek Kanada ve Meksika sınırlarında devriye yapıyor. Bu ağır ve maliyetli yük bir şekilde Hoover'a aktarıldığında ise gerçek ortaya çıkıyor. Hoover, kendisine iletilen notta, yazının, kağıdın çerçevenin dışına taşmasına kızdığı için "sınıra dikkat" notu düşmüş meğerse. 

Hoover öldüğünde "hayat sırdaşı" Clyde Tolson'ın günlerce FBI'da dosya imha etmekle uğraştığı iddia edilir. Tolson'un imha ettiği dosyalardan en önemlileri politikacılar hakkında olanlardı. Senatörler hakkında 883 dosya ile milletvekilleri hakkındaki 722 dosyanın içeriklerini kimse öğrenemedi. 

Hoover tam 48 yıl Washington DC'nin derin gücüydü. Paranoyak bir psikolojinin devletin hayati kurumlarının başına geçtiğinde nelere yol açabileceğinin en ibretli örneği oldu. Döneminde, içinde ABD başkanı da dahil onlarca kilit isim faili meçhul kurbanı oldu. Mafya ve yolsuzluk ise adeta patladı. Biraz 20'nci yüzyıl tarihi okuyan herkesin malumudur ki, bir ülkede faili meçhuller gerçekleşip, insan hakları ihlalleri, düşünce ve ifade hürriyeti üzerinde baskı artıyorsa, kesinlikle yolsuzluk ve mafya da o dönemde zirveye çıkıyor. 

MİLADIN İLK ELLİ YILINDA FİLİSTİN'DE YAŞASA

Bu ruh halindeki adamların, kendisi gibi düşünmeyen herkesi, yabancı ajanı görmesi hukuki değil psikolojik bir sorun. Hoover'ın aşırı milliyetçi tutucu kimliği de aslında ibretlik. Mafya Küba'dan Las Vegas'a New York'tan Florida'ya cirit atarken, halkın çıkarını savunan ya da savaşlara karşı çıkan aydınlarla, gazetecilerle, politikacılarla uğraşmayan bu zihniyet, en büyük zararı yine ülkesine veriyordu. New York Times gazetesinin 1970 yılında yayınladığı bir mektupta enfes şekilde ifade edildiği gibi, "Bay Hoover eğer Milattan Sonra ilk 50 yıl içinde Filistin topraklarında dünyaya gelseydi, Nasıralı adam ve 11 arkadaşını, yıkıcı faaliyetten dolayı takibe alırdı." Hoover'dan geriye kalan bazı dosyaları 1974 yılında gördükten sonra dönemin Adalet Bakanı Laurence Silberman şu demeci verecekti:  "J. Edgar Hoover, adeta pislik toplayan bir kanalizasyon gibiymiş. Artık inanıyorum ki kendisi tarihimizin en kötü kamu görevlisiydi".

Washington'daki FBI binasının adı hala Edgar Hoover. Demokrat Partili Senato Çoğunluk Lideri Harry Reid bir süredir senatör arkadaşlarıyla beraber bu binanın isminin artık değiştirilmesi için mücadele veriyor.

Bugünlerde ABD'de bazı demokrat kalemlerin, vicdanlı insanların da sık sık vurguladıkları gibi bir devlete ve topluma en büyük zararları en büyük kötülükleri devletin derinliklerine karanlıklarına sinen etik ve evrensel değer yoksunu "yetkililer" verir. Ülke güvenliğine en büyük tehdit de bu tür resmi görevlilerden gelir. Hukuk, her şeyden önce bu en büyük tehdide karşı vardır. 

En baştaki soruya geri döneyim. Bence de "devlet şantaj yapmaz." Yapan kim olursa olsun artık devlet değildir, eşkıyadır. Onunla mücadele de herkesin görevidir.

http://www.haber7.com/haber/20090729/Devlet-gorevlisi-seks-santaji-yaparsa.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Üzerinden nerdeyse 3 ay geçti ama hala bazı mektup arkadaşlarım bana o fotoğrafı soruyor. "Seks şantajıyla 8 başkan eskitti" başlıklı mektubuma ekli fotoğraf galerisinde yer alan bir resim birçoğunuzun dikkatini çekmişti. FBI'ın başında tam 48 yıl "kalmayı" başaran Edgar Hoover'ın bir Mason locasında çekilen "külahlı" fotoğrafı dersem muhtemelen unutmuş olanlarınız da hatırlar. Hoover'ın kafasına giydiği ve üstünde "hilal yıldız ve zülfikar kılıcı" ve hepsinin üstünde yer alan "almas" yazısı ile bu "masonik külah" merak uyandırmıştı. O külahı kaldırıp altındaki öyküyü henüz duymamış mektup arkadaşlarımla da paylaşayım da, "bu ne karmaşık bi dünya be" diye hep beraber heyheylenelim istedim.

Geçenlerde, Obama'nın Mısır'da "Essalamu Aleykum" diye konuşmasına başlaması bir "ilk" gibi yansımıştı medyaya. Oysa bizim meşhur külahın öyküsünde, daha 1900 senesinde "Selamun Aleykum" diyen bir ABD başkanı da başrolde. Beyaz Saray'ın balkonundan "selamun aleykum" diye selamlama yapan ABD başkanı da, ona o gün  "assalamu aleykum" diye cevap veren binlerce fesli Amerikalı da Müslüman değil. Nerdeyse tamamı Anglo Sakson. Tabii ki selam işi bununla sınırlı değil. Tam 140 yıldır ABD'de aralarında sadece başkan değil, FBI başkanı, üst düzey bürokratlar, Kongre üyeleri, yargıçlar, gazeteciler, işadamları ve sair birçok etkili ve yetkili de olan bu masonlar, Mekke, Elmas, El Kuran, El Melaike, Ömer, Bektaş, Ali ve benzeri isimler verdikleri "mahrem mahfillerinde", başlarına fesler takıp, sarıklar bağlayıp biz Müslümanlar gibi selamlaşıyorlarmış meğer.

Külahın öyküsü pek bir sürrealist hal aldı. İşkillenmeye başladınız. Belki de haber okuma modundan çıkıp "Kurtlar Vadisi Selamun Aleykum" versiyonu seyretme moduna girdiniz ve mektubun geri kalanı için eliniz çerez tabağına uzandı. Hakkınız var. Ben zaten bu Amerikanın 19'ncu yüzyılın ikinci yarısı ile 20'nci yüzyılın ilk yarısı arasındaki tarihini artık çekirdek çitlemeksizin okuyamıyorum. Çekirdek çitlemenin devrimci bir eylem olduğuna inandığımı ve çok desteklediğimi de zapta geçireyim bu arada.

Külahı önüme koyup başlayayım. Kim bu adamlar? Kendileri "Shriners" diye anılıyor. "Shrine" İngilizce "tapınak" ya da "türbe" demek. Ben "Şirinler" diye okumaktan kendimi alamıyorum gerçi ama bu Şırinırların resmi adı da görkemli; Ancient Arabic Order of the Nobles of the Mystic Shrine. Yani ki, Mistik Tapınağın Soylularının Kadim Arabi Tarikatı. Yazılı literatürlerinde uzun müddet daha çok resmi adlarının baş harflerinden oluşan kısaltmayı kullanmışlar. Yani, A.A.O.N.M.S.  Tabi bu harflerdeki gizli adlandırma  için jokere gerek yok, bir kelime bir işlem yapın ve şifreyi çözün: A MASON.

Bu eğlenceli harf karıştırma mevzusu essah mı bilmiyorum ama bu tarikatın masonluğu öykümüzün mirengi noktası. Şırinır tarikatı bir Mason örgütü. Bu tarikata girmenin tek şartı var: Mason olmak. Ama öyle her hangi bir Mason olmak da yetmiyor. Tapınaklarda komik elbiseler giymekten ibaret ayin pratiği ve iş bağlantısı ya da kariyeri için "birader" bağlantısı peşinde koşmaktan ibaret aidiyet çemberindeki çaylak masonlara kapılar kapalı. En azından 5-6 yıl öncesine kadar kapalıydı. Nerdeyse 140 yıl boyunca sadece 32 ve 33'ncü derece masonlar bu tarikata girebiliyordu. Genç masonlar da 2000'li yılların trendine uyarak rahatsız olunca kapılar onlara da açıldı.

Bir sahne ileriye iki sahne geçmişe giden mehteran senaryolu dizi film gibi olacak ama "hür ve kabul edilmiş öykümüzün" ta başına geri dönüyorum. Sene 1870. Henüz Wall Street tam inkişaf etmediği ve henüz ABD dünyayı yönetir hale gelmediği için komplosuz loca hayatında sıkıntıdan patlayan Manhattanlı bir grup mason kendilerince eğlenceli bir gelenek başlatırlar. Shrinerlar klişe bir hikaye anlatır başlangıçları hakkında. Aynı zamanda dönemin en ünlü aktörü olan William Florance birader, Berberi Müslümanların da yoğun şekilde yaşadığı Marsilya'ya, sonrasında ise Mısır'a yaptığı gezide gördüklerini loca sohbetlerinde anlatır. Locanın, Masonların "aşırı elit olmuş hastalığı"nın pençesinde zebun olduğundan her daim yakınmasıyla meşhur en etkili elemanı doktor Walter Fleming bunu çok ciddiye alır ve tarikatı kurar. Tarikatın, bütün kostümleri, isimleri ve lakaplarını Fleming koyar.

13 Ağustos 1870 günü kurulan tarikatın ilk yılında iki kurucu ortak dışında 11 üyesi olur. İlk tapınak New York'ta Mekke Camii adıyla kurulur. Zira bu Mason tarikatı toplandıkları yerleri, "temple (tapınak)" olarak değil, "mosque (cami)" olarak adlandırmakta. 30 yıl sonra 1900 yılında ABD genelindeki sayıları 55 bine ulaşır. "Cami" sayıları ise 82'ye. Tamamı 32 ya da 33'ncü dereceden 55 bin masondan bahsediyorum, çekirdek çıtırtısı arasında gürültüye kurban gitmesin.

Tüm Şırinırların en üst yönetimine Emperyal Büyük Konsey adı veriliyor. Her yıl büyük emperyal oturum toplantısı yapıyorlar.

Tabi o günlerde masonluk bugünkü gibi ayıp bir meslek olmadığı için bügünkü gibi yüksek duvarların arkasında köşe bucak saklanmıyorlardı. Hepsi mertçe, "masonsam masonum kardeşim" diye yüzümüze apaçık derlerdi. Takiyeci değillerdi. Dışarıda ulusalcı milliyetçi, locada sermayeci küreselci takılmıyorlardı.

Hatta o şeffaf günlerinde belli başlı şehirlerde topluca resmi geçit bile yapabiliyorlardı. Bu Şırinırların resmi geçitleri ise pek renkli bir hal almıştı. Siyah püsküllü kırmızı feslerini kafalarına geçirip nerden bulduklarını henüz bilemediğim develeriyle resmi geçit törenleri yaparlardı. Mektubun başında anlattığım Beyaz Saray selamlaşması da böylesi resmi geçitlerden birine ait.

Fred Van Deventer'in 1959 yılında yayınladığı "Parade to Glory: Shriners History" namlı kitabında anlattığına göre, yıllık büyük Şırinır konseyi için toplanan Shriner Masonlar 23 Mayıs 1900 günü Beyaz Saray'ın önünde resmi geçit töreni yaptılar. Yürüyüş kortejindeki 3 bin Shriner masonun en arkasında yürüyen emperyal postnişin John Atwood, Beyaz Saray'ın balkonundan korteji selamlayan "mason biraderleri" ABD Başkanı William McKinley'e, "selamun aleykum" diye yüksek sesle selam verdi. "Selam vermenin sünnet, almanın farz olduğunu" bilip bilmediğini bilmediğim McKinley, kamuoyuna açık şekilde Müslüman selamlaşması yapan ilk ABD başkanı oldu muhtemelen. En azından daha eskisini buluncaya kadar adamımız McKinley.

Tabi bu tabloyu Deventer, loca dedikodularına dayandırmıyor. Washington Post gazetesinin o günkü nüshasında yayınlanan haberden aktarıyor. Washington ahalisinin bu enteresan mason kalabalığa ilgisine de dikkat çekiyor Washington Post. Gazeteye göre, dükkanınn önüne cami maketi diken esnaflar bile var.

Korteje eşlik eden Deniz Piyadeleri (Marine Corps) Askeri Bandosunun da Shriner'lara jest olsun diye o gün üniforma yerine İslami kostümler giydiğini söylersem, kelli felli bir topluluktan bahsettiğime artık ikna olursunuz umarım. Postnişin John Atwood, konseyin açılış toplantısında, "Kıtanın her yerinden Müslümanların Mekke'ye toplanması gibi buraya toplandık" demiş o gün. Nizami adam, ahbap insan Jonathan Curiel, bu sözü, "Shriner'ların Mekke'si Washington DC ise, kabeleri de Beyaz Saray'dır diye anladığını söylüyor.

Tabi 3 bin Shriner 3 gün sonra 23 Mayıs 1900 günü Beyaz Saray'da onurlarına verilen resepsiyona da katılıyor. Hepsi kafalarında fesleri, çoğu entari ve cüppeleriyle. Bu egzantrik Beyaz Saray tablosunu hayal etmekle vakit kaybetmeyelim 21 yıl zıplayalım ve daha esaslısına gidelim. 9 Mayıs 1921 günü Beyaz Saray bir başka görkemli Shriners buluşmasına ev sahipliği yapar. Bu kez kendilerine sadece bir mason biraderi olarak değil, ilk Shriner ABD başkanı olarak Warren Harding ev sahipliği yapar. Bunun detayı ise New York Times gazetesinin o günkü nüshasında, "Harding gives Salaam at Shriners parade (Harding, Shriners yürüyüşünde 'selam' verdi)" manşetiyle yer alan haberde anlatılıyor. 2 sene sonra 5 Haziran 1923 günü Harding, Beyaz Saray'ın önünden resmi geçit yapan 25 bin Shriners Masonunu, Beyaz Saray balkonuna kafasında kırmızı fesle çıkarak selamlayarak bir başka ilke imza attı. ABD Başkanı Harding'in kafasındaki fesin üstünde üyesi olduğu Shriners tapınağının adı yazılıydı; "Aladdin".

Balkonda Harding'in yanında ise Birinci Dünya Savaşının efsane ismi kudretli Amerikan generali John Pershing duruyordu. Kendisi de Shriner olan Pershing, fes yerine askeri üniforması ile selamlamaya çıkmayı tercih etmişti. Shriners tarikatının altın yıllarıydı. ABD'deki üye sayıları 500 bini geçmişti. Bunların arasında, Harding'in yanı sıra, Truman, FDR, Gerald Ford gibi ABD Başkanları da, mareşal Omar Bradley ve mareşal Douglas MacArthur gibi genelkurmay başkanları da, Hoover gibi FBI başkanı da vardı.

Shrinerların içinde sadece politikacılar yoktu. Astronot Buzz Aldrin'den, rüzgarla giden aktör Clark Gable'a, kasabamızın şerifi John Wayne'den, kulak pası ilacı Nat King Cole'a, Irving Berlin'den, Johnny Cash'a kadar birçok ünlü isim de Shrinerdı.

Paketten tabağınıza biraz daha çekirdek dökün zira bu öykü daha çok çekirdek götürür. ABD'nin en kudretli adamlarının üyesi olduğu bu mason tarikatının tapınakları da, İslami mimari örneklerine göre inşa ediliyordu ki bir kısmı bugün ble ayakta bu binaların. Girişte tepelerine ise Latin harfleriyle ama Arapça "La Galib İllallah (Allah'tan başka galib yoktur)" yazıyorlardı. Pittsburgh'da bulunan "Suriye Camisi" ise en meşhurlarından biri haline gelmişti. 1960'lı yıllara kadar şehre gelip de namaz kılmak için yer arayan birçok Müslüman hakiki cami sanıp yanlışlıkla bu tapınağa gidermiş.

Masonlara ait Pittsburg Suriye Camii'ni meşhur edense başkanlık seçimi kampanyaları olmuş. Kendisi de gayet ihlaslı bir Shriner olan Başkan Harry Truman, 1952 yılında başkanlık kampanyası sırasında bu camide biraderlerine ve Amerikan halkına seslendi. ABD'de televizyondan yayınlanan ilk başkanlık kampanyalarından biridir bu. Tam 8 yıl sonra bir başka başkan adayı John F Kennedy'nin de yolu bu tapınağa düştü. Kennedy, Nixon'a karşı en sert çıkışlarından birini bu "cami" locada yaptı.

Mason "camiinde" oskar töreni

Shriners camileri 20'nci yüzyıl boyunca sadece politikaya değil, elit sosyal hayata da damga vurdular. Los Angeles El Melaike Mabedi, tam 10 kez Oskar ödül törenlerine ev sahipliği yaptı. O zamanlar "artizlik" yapan Ronald Reagan ve eşi Nancy hanım da bunlardan birinde El Melaike'nin revaklı hatlı İslami mimariye sahip ortamında ödül törenine katıldılar. Dünyanın en önde gelen golf mekanlarından biri de Shriner biraderlere ait. 2006 yılında yaklaşık 1 sene yaşadığım Chicago'da ikamet ettiğim Mount Prospect adlı nezih banliyönün yakınlarında ultra lüks bir kulüp dikkatimi çekmişti. Golfün en prestijli mekanlarından biri olan bu kulübün adı Medine'ydi ve kapısının girişinde "Allah be with you (Allah seninle olsun)" yazıyordu. Büyükçe bir cami kubbesine sahip olan ana binanın dışında Medinah Country Club adlı bu kulüp arazisi içindeki en büyük gölün adı da "Hatice". Golfün en prestijli müsabakası olan PGA Championship'e defalarca ev sahipliği yaptı ve dünyanın her tarafında  milyonlarca golf tutkunu elit Medine tesislerini hayranlıkla seyretti. Golfün efsane ismi Tiger Wood, bu tesiste iki defa PGA şampiyonu oldu.

Shriners'lar nerdeyse 100 yıl boyunca başlangıçlarını Hz Ali'ye dayandırdılar. Çok emin değilim, konu üzerinde de çalışmaya devam ediyorum ama Avrupa'daki bazı Bektaşi masonlardan etkilenmiş olma ihtimalleri var. Son 20 yılda İslamı çağrıştıran isim, sembol ve kıyafetlerini yavaş yavaş terketmeye başladılar. Toplandıkları mahfilleri artık "Cami" olarak değil, "Shriner merkezi" ya da "tapınak" olarak adlandırıyorlar çoğunlukla. Ama birçok Shriner tapınağı orijinal ismiyle bugün de devam ediyor. Georgia eyaletinin Savannah şehrindeki Omar Temple ya da St louis Medinah Temple, North Carolina'daki Rofelt Pasha Temple, Minnesota'daki Osman Temple, New Hampshire'da Bektash Temple gibi. Shriners tarikatı kurulduktan sonra bazı gerçek Müslümanların da üye olduğunu gösteren işaretler var. New York Times gazetesinin internetten kolaylıkla ulaşılabilecek 7 Haziran 1883 tarihli sayısında "Abdel Kader's Masonic Friends (Abdulkadir'in Masonik dostları)" başlıklı enteresan bir haber var. Shriners Emperyal Konseyinin toplandığı belirtilen haberde, "Mekke'deki mason locası Ali Tapınağının başında bulunan Şeyh Abdulkadir'in Şam'da 26 Mayıs'ta hayatını kaybettiği" belirtildikten sonra Shrinerların, "Doğu Yarım Kürenin Shriner Mason Postnişini" olan Şeyh Abdulkadir'i andığı kaydediliyor.

Shrinerlar bugün de hala "Selamun aleykum – ve aleykum selam" diye selamlaşıyorlar. Hala bazı açılış ve resmi törenlerinde Allah adını anıyorlar. Ama günümüzde Shriner dendiğinde artık ilk olarak hastaneleri akla geliyor. ABD'nin her yerine yayılan Shriner çocuk hastaneleri, İslam'ın beş şartından biri olan zekattan esinlenerek kurulmaya başlanmış. Hayırsever hastaneleri olarak biliniyorlar. Bunlar sahalarımızda görmek istediğimiz faaliyetler. Masonlar hep bu tür işler yapsın bak karışan olur mu...

Shriner ritüellerinde, antik Mısır'dan Sufizme yoğun bir doğu etkisi görülüyor. Ama tamamı sembolik boyutta. Müslümanlıkla imani ya da dini hiçbir bağları kesinlikle yok. Edward Said'in bunları oryantalizmin şahı padişahı gibi görmesi boşuna değil. Ama işte bir de şu var ki, ABD'de İslam'a ve Müslüman dünyasına ait ilk bilgiler ilk tanışmalar Shriner'lar vasıtasıyla oldu. "Nation of İslam" adlı organizasyonun kurucusu Elijah Muhammed'in de onun ilham aldığı Noble Drew Ali'nin de birer Shriners mason olması tesadüf değil.

Elijah da Drew Ali de, Elijah'ın sonradan Allah olduğunu iddia ettiği Wallace Fard da Chicago'daki "Moorish Science Temple (Endülüs Bilim Tapınağı)" üyesiydiler. Bu belki de üçlünün İslam hakkındaki yüzeysel bilgilerinin ve Shriners'larınki gibi sembolik vurgularını açıklayan şeydir, bilemem. Kaldı ki Nation of İslam'ın bayrağı da kırmızı zemin üstüne hilal yıldız. Bunun Türkiye'den çok Shriners'larla alakası var. Çünkü Shriner'ların da sembolü hilal yıldız. Nation of İslam içinde ilk defa İslam ile tanışan Malcolm X'in, hacca giderek gerçek İslam ile tanışması ve siyah ırkçılığını terk ederek daha barışçı ve evrensel bir yapıya bürünmesinden hemen sonra öldürülmesini de not edeyim. Malcolm'un katli ile ilgili bütün komplo teorilerinin bir ayağında Elijah Muhammed'in diğer ayağında ise o dönemde bir nevi ergenekona dönüşmüş FBI'ın başındaki Hoover'ın olması da belki de tesadüf değil. 
Laf döndü dolaştı geldi meşhur külahın sahibine. Gelmiş geçmiş en kudretli Shriner belki de tam 48 yıl FBI başkanlığı yapan Edgar Hoover'dı. Hoover, Beyaz Saray'ın ilk Shriner mukimi olan Başkan Warren Harding döneminde Adalet Bakanlığında çalışmaya başladı. Harding'in yardımcısı Coolidge tarafından soruşturma bürosunun başına atandı ve 48 yıl FBI başkanı olarak kaldı. O fotoğrafta Hoover'ın başındaki külahın hikayesi budur vesselam.

Gel gelelim, bu külah ABD'de mason karşıtı Hıristiyan grupların da komplo teorilerine meze oluyor. Shriners masonların İslami isim ve sembollerini baz alan bu Hıristiyan gruplar, "masonluğun İslamın truva atı olduğunu ve masonların ABD'nin Müslümanlarca işgalinin gizli askerleri olduklarını" savunuyorlar. Lütfen bana katılın: "Bu ne karmaşık bi dünya be?".
Sağolun.   

Boğazınızda bir kuruluk var değil mi? Çekirdeği fazla kaçırdık ondandır. Sıcak limonlu bir ıhlamur iyi gelir. Bu meretin de bitmeyinceye kadar başından kalkamıyorsun.

Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20091019/ABDyi-yoneten-Musluman-Masonlar.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.