Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

30 Mayıs 2024, 02:28:59

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,265
  • Latest: rizab
Stats
  • Toplam İleti: 8,828
  • Toplam Konu: 4,368
  • Online today: 124
  • Online ever: 554
  • (18 Mayıs 2024, 06:22:10)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 93
Total: 93

Frans$func['entity_fix']('305')z t$func['entity_fix']('252')ccar$func['entity_fix']('305') $func['en

Başlatan kilimanjaro, 11 Eylül 2009, 12:48:08

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

İstanbul'da yaşanan sel felakatindeki yağma görüntüleri 200 yıl öncesinin İstanbul'unda yaşanan ve kitaplara akseden bir tabloyu canlandırdı gözümün önünde. Ülkemizin şu an içinde bulunduğu halden bu nedenle utandım. Nerden nereye dedim.

1800'lü yılların başı...

O tarihlerde İstanbul'un Karaköy semti İstanbul'un en önemli ticaret merkezidir. Osmanlı Devleti'nin sadece Anadolu'ya açılan ticari kapısı değil, aynı zamanda ithalat ve ihracatın da merkezidir. Karaköy o yıllarda yerli yabancı çok sayıda insan kaynamaktadır.

O tarihlerde henüz tren ulaşımı devreye girmediğinden, İstanbul'a gelen yabancı tüccarların kullandığı en önemli ulaşım aracı gemilerdir. Avrupa'dan gemilerle gelen yabancı tüccarlar ve seyyahlar Karaköy limanına ayak basarak İstanbul'a giriş yapmaktadırlar.

Haliyle o tarihlerde kağıt para, çek vb. mübadele araçları henüz kullanılmaya başlanmadığından, tüm alışverişler altın ve gümüş paralar üzerinden yapılmaktadır.

Fransa'dan gelen bir gemiden inen ve Karaköy rıhtımına adımını atan bir Fransız tüccar, hem İstanbul'a ilk ayak basmanın şaşkınlığı, hem de kalabalığın itiş kakış etkisi ile üzerinde taşıdığı altın kesesini yere düşürür.

Yere saçılan altınlar kalabalığın arasında ayaklar altında sağa sola yayılır gider. Fransız tüccar altınlardan bazılarının denize yuvarlandığını da görür. Olaya şahit olan kalabalıkların hemen altınlara saldırması, hatta denize yuvarlanan altınların peşinden suya atlayanlar olduğunu da görünce, "bittim ben" diye düşünür. Fransız tüccar panikten saçını başını yolmaya başlar.

Yukarıda da anlattığımız gibi bankaların olmadığı, 'ben paramı kaybettim, bana şu kadar havale edin' demenin mümkün olmadığı o dönemde yabancı bir ülkede beraberinde getirdiği altınları kaybetmek demek, herşeyini yitirmek anlamına gelmektedir. Fransız tüccarı perişan eden durum da yabancı bir ülkede içine düştüğü bu çaresizliktir.

Çöküp kaldığı yerde başını ellerinin arasına almış kara kara düşünürken, insanların kendisine doğru geldiğini fark eder.

Her gelen önüne altın koyar. Önüne altın koyanlar arasında, üstü başı su içinde gençler de vardır. Fransız tüccar fark eder ki, altın kesesini düşürdüğünde altınlara doğru hamle yapan, hatta denize düşen altınların peşinden suya atlayan insanlar, kendi altınlarını toparlayabilmek için mücadele veren insanlardır. Nitekim kalabalık dağıldığında ve altınlarını saydığında hiç eksik olmadığını fark eder.

Bu nesli kim yetiştirdi?

Çarşamba günü İstanbul'da yaşanan sel felaketinin hemen ardından bazı insanların yağma amacıyla afet bölgesinde cirit atması, üstelik bu rezaleti kameralar önünde pervasızca icra etmeleri birçok vatandaşın kanını dondurdu.

Bazı vatandaşlarımız su ortasında can derdi ile boğuşurken, kendi canını riske etme pahasına suya atlayıp mal kapmak isteyenlerin hali vicdan sahibi insanları şoke etti.

Spor camiasının yakından tanıdığı ve sevdiği işadamı Abdurrahim Albayrak'ın şirket binası da, sel felaketinin en dehşetli yaşandığı yerin tam ortasında kaldı. O gün olan bitenleri dehşet içinde anlatan Abdurrahim Albayrak, afetin olduğu günün gecesinde sahur vakti şirketten dışarıya çıktığında, altında pahalı araba, yan koltukta modern giyimli genç bayanın da bulunduğu bir ailenin de yağma için ortada cirit attığını görünce gözlerine inanamadığını söyledi. Hali vakti yerinde olduğu anlaşılan kişilerin bile yağmacı birer çapulcu haline gelmesi herkesi şaşırttı.

O kadar ki, çeşitli vilayetlerden yağma amacıyla araç tutup gelenler olduğu anlaşıldı. İstanbul'da felakete neden olan selde yaşanan ölüm ve yağma olaylarıyla ilgili Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlatmış.

Şimdi sormak lazım. Bu insanlar hangi iklimde, hangi şartlar altında, ne tür telkin ve öğretilerle yetişti, yetiştirildi. İçinde yaşadıkları çevrelerde ve aile ortamlarında günlük sohbet konuları nelerdi? Bu yağma duygusunu tetikleyen saikler neler oldu, nerden kaynaklandı?

Atatürk'ün, "Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır" şeklinde güzel bir sözü var. Şu an gelinen noktayı sadece öğretmenlere yıkmak işin kolayına kaçmak olur. Kimse suçu başkasında aramasın. Herkes suçlu...

Öğretmenleri yetiştiren öğretmenler, şu an yaşayan neslin aileleri, ikliminde nefes aldıkları akraba ve toplumsal çevreleri, izledikleri programlar, okudukları kitapların muhteviyatı, en çok izlenen filmler, programlar, bakın bakalım her birinde verilen mesajlara... Ne öğretiyorlar, neyi telkin ediyorlar?

Siyasete ilgi duyanların birçoğu neyi yağmalamaya talip oluyorlar? Üçbeş kuruş maaşı olan kamu görevlerine insanlar gerçekten neden iştiyakla saldırıyorlar?
Osmanlı Devleti, yukarıda verilen örnekteki ruhu yitirdiği için yıkıldı. Diğer nedenler çok tali faktörler. İşin özü budur.

Ah Fransız tüccar ah... Ne kadar şanslıymışsın.

200 yıl öncesinin İstanbul'unda değil de önceki günkü İstanbul'da yaşananlara şahit olsaydın, kendi derdini unutur bu milletin haline yanardın.

Ama düzelecek... Az sabır... Bu da bir imtihan.

Ali Kırca dün akşam Siyaset Meydanı'nda çok uğraştı ama, 200 aracını sele kaptıran Abdurrahim Albayrak'a "nerde bu devlet?" dedirtemedi.

Asıl soru, "nerde bu millet" meselesidir.

Bu toplum şu haliyle şu an ki idarecileri bile hak etmiyor. Bu ülkenin devleti şu haliyle bile şu anki milletten daha iyidir. Çünkü süt nasılsa kaymağı öyledir.
Ne diyor ayette; "Şüphesiz ki, bir toplum kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez." (Ra'd, 11)

Dönüşüm alttan yukarıya doğru olursa sağlıklı olacaktır.

Yani önce bizden...

http://www.haber7.com/haber/20090911/Fransiz-tuccari-sasirtan-kese-vakasi.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Şemseddin-i Sivasi'nin Menakıh-i İmam-ı Azam isimli eserinde şöyle yazılıdır:

İmam-ı Azamın babası Sabit (rahmetullahi aleyh) küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi idi. Yüzü gayet nurlu olup zühdü, salahı ve ilmi pek çok idi.Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu. Suda bir elma gördü. Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi. Fakat tükrüğünde kan gördü. Şimdiye kadar böyle bir hâl görmediği için tükrükteki kanın bu elmadan ileri geldiğini tahmin etti. Yediğine pişman oldu.  yazının devamı için→ Elmanın sahibini bulup helalleşmek için dere boyunca gitti. Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü. Sahibini sordu. Bu zatın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demeyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler. Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi anlattı, ya parasını almasını veya helal etmesini istedi.

Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğrenmek için şöyle dedi:
- Yediğin elmam için ne vereceksin?
- Altın gümüş neyim olsa veririm.
- Ben altın gümüş istemem ama, eğer kıyamette senden davacı olmamı istemezsen bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir.
- Teklifin nedir?
- Yapacaksan söyleyeyim...
- İslamiyet'e uygunsa yapabilirim.
- Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeye razı olursan o zaman elmayı sana helal edebilirim.

Sabit hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti. Düğün hazırlığı yapıldı. Sabit hazretlerinin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu. Hemen kayınpederine koşup, (Efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok, tam tersi!) Kayınpederi tebessüm ederek, (Evladım o benim kızımdır, senin de helalindir. Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir. Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır. Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır. Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir. Var git helalinin yanına, Allahü teâlâ mübarek ve mesut etsin.)

İşte bu evlilikten, yani böyle ana babadan İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri dünyaya geldi.
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.