Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

08 Mayıs 2024, 09:54:28

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 129
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 93
Total: 93

İdealist bir gençlik hareketinin ibretlik sonu: Hippi'lerden geriye ne kaldı?

Başlatan kilimanjaro, 22 Ağustos 2010, 03:44:54

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Hippi'lerden geriye ne kaldı?, Cemal Demir, haber7.com

Aşkın Yazı'ndan geriye ne kaldı?

                                                     ''Love is all you need. (bütün ihtiyaç olunan sadece aşk)'' - Beatles –

Herşey Wall Street Journal ve New York Times gazetelerine verilen bir ilanla başladı. İşadamı John Roberts ve arkadaşı Joel Rosenman, verdikleri ilanda, "paramız var ama ne yatırım yapacağımızı bilmiyoruz. Bize fikir verecek ortaklar arıyoruz" dediler. 5 bin iş önerisi geldi. Bunların içinde Michael Lang ve Artie Kornfeld'in teklifi hoşlarına gitti.

Dörtlü kafa kafaya verip, Michael Lang'ın yazlarını geçirdiği, New York'un 2 saat kadar kuzeyindeki küçük Woodstock kasabasında bir müzik kayıt stüdyosu kurmaya karar verdiler. Olaylar hiç beklemedikleri bir şekilde gelişti.

Tam 41 yıl önce yine böyle bir Ağustos günü, New York'un 2 saat kuzeyindeki 2 kilometrekarelik tenha bir alanı dolduran yarım milyon kişi ile, 20'nci yüzyılın en çok konuşulan sosyal etkinliklerinden birine imza atarken buldular kendilerini. Projeleri ve paraları arazinin çamuruna gömüldü ama isimleri tarihe yazıldı. Aslında bu mektubu, geçen yıl bu sıradışı etkinliğin 40'ncı yıl anmalarına katılma şansı bulduğum Woodstock'tan yollayacaktım ama kısmet bu yazaymış. Woodstock'ta 1969 yazındaki etkinliği başlatmadan önce, eğer ''şimdi bunca yoğun gündemin arasında ne işimiz var orda'' demeyecekseniz sizi herşeyin başladığı 1950'li yılların New York'una ve bu şehrin en özel tarihe sahip mahallesi olan Greenwich Village'a, ya da bu mühim ''mahlenin''  ahalisinin telaffuzuyla 'Vilıc'a davet ediyorum. 

Bencileyin yol tutkunlarnın ve kaderin bahtına hep yolları düşürdüklerinin yolu bir gün bir şekilde Jack Kerouac ve çetesi ile kesişir. "Samimi bir halk adamı" olan şair, romancı, aktivist, seyyah Kerouac ve arkadaşları sadece Amerika'da değil bütün dünyada birkaç kuşağın hayatında derin izler bıraktılar. Genç kuşaklar üzerindeki etkisi sebebiyle önemsediğim için New York'taki macerasını bina bina takip ettim son birkaç yılda. Onun ve arkadaşlarının yaşadığı mekanları dolaştım. Dahası, onun baş yapıtı olan 'On the Road (Yolda)' macerasındaki birçok Amerikan şehrine de hasbelkader yolum düştü. 

Nasıl ki Türk aydınları uzun yıllar İstanbul'un Ankara'nın İzmir'in dışına çıkmadıysa, Amerikalı okumuşlar, elitler de uzun yıllar Kuzey doğu Amerika (New York, Boston, Virginia), California ve kısmen Chicago'nun dışına pek çıkmadılar.

İkinci Dünya Savaşı sonrası, ABD'nin önde gelen şehirlerinin yanı başında kırlık ormanlık muhitlerde 'suburb' adı verilen üst-orta sınıf 'banliyölerin' oluştuğu yıllar. İşte Kerouac'ın çetesindeki birçok isim, bu 'suburb(sabörb)'lere yerleşen konformist ve muhafazakar ailelerin çocukları.

Manevi boyutundan sıyrılmış ve hayatı, iş-kariyer- suburb üçgenine mahkum eden kapitalist muhafazakarlığın ruhlarında yarattığı derin boşlukla arayışına başlayan bu kuşak, Amerika'nın taşra şehirlerine eyaletlerine doğru kendilerini yollara vurdu. Kerouac, 1947, 1949 ve 1950 yıllarında yaptığı yolculukları 1951 yılında Manhattan'daki ucuz dairesinde 3 haftada kaleme aldı. Yazılışından 8 yıl sonra okuyucuyla buluşan ''On the Road'' 20'nci yüzyılın en çok okunan yol kitaplarından biri oldu.

Beatnik kuşağı

Kerouac, dostu Alen Gingsberg, Gregory Corso ve birkaç Columbia Üniversitesi öğrencisi, 1950'lerin başından itibaren, "Beat kuşağı" diye anılan kültürel hareketin çekirdeğini oluşturdular. Konformist Amerikan hayat tarzına başkaldıran bu bir grup genç şair, yazar, şarkıcı sonraki yıllarda kendi hayatlarında ve etkiledikleri gençlerde, doğu mistizmine, uyuşturuculara, cinsel devrime art arda kapılar açtılar. Şiirin yayılmasına berbat şairlerin ortaya çıkmasına da neden oldular. "Beat Generation" tanımını ilk defa 1948 yılında Kerouac kullandı. Genelde kuşak denildiği için bunun oldukça kalabalık bir hareket olduğu sanılır. Bunlardan Hettie Jones, bir defasında, ''Aslında bir kuşak olamazdık. Çünkü hepimiz bir araya geldiğimizde benim oturma odama sığıyorduk'' diye yazmıştı.

Aslında "Beat" kelimesini gruba, ekibin homoseksüel ve berduş üyesi Herbert Huncke getirdi. "Bitkin" , "hayatın vurgununu yemiş" gibi bir anlamda kullanıyormuş Huncke bu kelimeyi. Kerouac ise bu anlamı  "upbeat (neşeli müzik temposu)" gibi anlamlarla canlı hale getirir.

20'li yaşlarındaki bu grup, 1950'lerin ortasında bir süreliğine San Francisco'ya taşınınca, hem kendileri hem de San Francisco tarihin en büyük ''alt kültür'' hareketlerinden birinin odağına dönüştü. San Franciscolu nizami gazeteci, orijinal adam, velud kalem Herb Caen, o günlerde uzaya fırlatılan Sovyet uydusu Sputnik'ten esinlenerek bu Beatçileri "Beatnik" diye adlandırdı. Artık herkes "Beatniklerden" bahsediyordu.

Beat'li Hippiler

1960'lara gelindiğinde Beatnik kuşağı yerini, bu alt kültürün belirgin özelliklerini çok daha ileri götürecek yeni bir kuşağa bırakacaktı; Hippiler.  Malcolm X, 1964 tarihli meşhur biyografisinde, Hippi kelimesinin, 1940'lı yıllarda Afrika kökenli Amerikalılarca, 'zenciden daha çok zenci gibi yaşayan beyazları' tanımlamak için kullanıldığını yazıyor.
Aslında Hippi'den önce 'hipster' tedavüle girdi. İlk defa Harry Gibson ve Eddie Choe tarafından kullanılan 'hipster' kelimesi, beatnik'lerce, 1940'lı ve 1950'li yıllarda caz ve swing müzisyenler için kullanılmaya başlandı.

Alışılmışın dışında giyinen, alışılmışın dışında bir müzik dinleyen (rock'n roll), alışılmışın dışında bir kültür geliştiren bu kuşağın ilk temsilcileri, ABD'nin iki ucunda kümelenmeye başladılar. En doğudaki New York'un 'Village' semti ve en batıdaki San Francisco'nun Haight-Ashbury bölgesi. Village her ne kadar hippiliğin teorisinin ve ilk kıvılcımlarının doğduğu yer olsa da dünya gündemine ''Haight'' ile girdi. New York'tan gelen hippilerin yerleştiği bu arka mahallede, daha sonra adı San Francisco State Üniversitesine dönüşecek ''SF College'' öğrencileri de okullarını terkederek, saykadelik ilaçları tüketip kendilerini hiçliğe bıraktıkları komünal bir sosyal çevre oluşturdular. Bu ucuz mahalle bir anda ünlendi. ABD'nin her yerinden gençler buraya gelip bu çevreye katıldı. 1966 Haziran ayında 15 bin hippi yaşıyordu bu mahallede.

1950'lerin sonunda Village kafelerine takılan beatnik liderler, gençler, kendilerinden olanı, banal olmayan anlamında, 'hip' diye anıyordu. New Yorklu beatnik'lerden Chan Romero 1959 yılında ''Hippy Hippy Shake (Hippi hippi salla)'' diye bir şarkı yazmıştı. 1963 yılında bu şarkı ile İngiliz grup, ''The Swinging Blue Jeans'' dünya müzik listelerine fırtına gibi girdi.

5 Eylül 1965 günü 'hippi' kelimesi ilk defa medya tarafından kullanıldı. San Francisco'lu gazeteci Michael Fallon, ''Beatniklerin yeni cenneti'' başlıklı yazısında, Haight semtine taşınan bu yeni kuşak Beatnikler için 'hippi' kelimesini kullandı. O da Norman Mailer'den ilham almıştı. Ancak bu isimlendirme kitle medyasının dikkatini ancak 2 yıl sonra çekebildi. ''Beatnik'' kelimesinin mucidi olan San Francisco Chronicle gazetesinin köşe yazarı Herb Caen, günlük yazılarında sık sık ''hippi'' kelimesini kullanarak, kelimeyi genel kabul gören bir isme dönüştürdü. Hippiler, Herb Caen'e her zaman saygı gösterdiler. Tam 30 yıl sonra 1997 senesinde öldüğünde, cenazesi için ABD'nin her yerinden toplanan bir zamanların binlerce hippisi, cenazeyi San Francisco sokaklarından havafişekler patlata patlata dolaştırdıktan sonra defnettiler. 

Leyla'dan geçme faslı...

Amansız bir arayışın pençesine düşmüş bu hepsi birbirinden zeki ve asabi insanlar, sadece coğrafyanın yollarına değil, çocukluğumuzdan itibaren "alıştırıldığımız" dünyanın ötesine yolculuk yapmanın yollarına da kendilerini vurmaya hazırdılar. Kapitalizmden kaçarken Budizme iyice yönelmeye başladıkları dönemdir bu aynı zamanda. Bu yollardaki samimi arayışlarını "bir yönüyle" ben bizim kültürümüzdeki bir içsel yolculuğa benzetiyorum. Umuyorum tasavvuf konusundaki cehaletimle hatalı bir benzetme yapmam ama yine de paylaşayım.

İnsan-ı kamil olma yolunun yolcusu, beka ve inşa makamından önce bir zeval ve fena makamı tecrübe eder. Doğduktan sonra ebeveynimizden, ailemizden, okullardan, çevremizden tevarüs ettiklerimzie oluşan 'benlik' ve 'entelekten' kurtulma süreci (fena) sonunda ulaştığımız safi benlik zeminine bir inşa süreci (beka) başlar.

Beatnikler benliklerini, entelektlerini parçalamaya çoktan başlamışlar ve sosyal hayatın her prensibini sorguluyorlardı ama ulaşacakları 'hiçlik' makamından sonrası için hiçbir fikirleri yoktu.

Tek istedikleri parçası olmaya zorlandıkları sosyal düzeni, çocukluklarından itibaren anne babalarından, çevrelerinden tevarüs ettikleri kimliklerini yıkmaktı. Ancak bu "fena" yolunun sonunda çok fena bir mürşit edindiler; kimyasal maddeler.

Beyaz tavşanın peşinde

Marihuana en masumu ve tek doğal olanıydı. Ancak, marihuanada kimse durmuyordu. En kötüsü de psychedelic (halüsinojen) ilaçlardı. En başta da bir kuşağı mahveden, kısaca 'asit' dedikleri LSD (lysergic acid diethylamide). Psychedelic kelimesini ünlü kara ütopya yazarı Aldous Huxley meşhur etti. George Orwell'in komünist ve faşist dünyadaki zorba totaliter diktatörlüğün ürpertici destanı yazdığı yıllarda, Huxley de, insanların boyunlarını korkuyla değil gönüllü şekilde teslim ettiği kapitalist totaliterliği, "Cesur Yeni Dünya" adlı sıradışı karşı ütopyada yazarak, 'beat kuşağını' çok etkilemişti. 

Huxley, "The Doors of Perception (Algının Kapıları)" adlı kitabında, bizzat kendi uyuşturucu tecrübesini anlattı. Psychedelic ilaçların, beynin algı filtrelerini devre dışı bıraktığına ve bu sebeple de insanın günlük basit eşyalarda bile normalde algılamadığı birçok detayı algılamaya başladığına inanıyordu. Bir psikiyatristin gözetiminde ''meskalin'' adlı ilaçtan alan Huxley, ilacın etkisinde gördüklerini "Algının Kapıları" kitabında anlattı. Huxley, "Adem'in yaratılışı esnasında hissettiklerini yaşadığını" iddia etti. Bu kitap, Beatnikler ve devamı olan kuşakların üzerinde çok derin etki bıraktı. Rock tarihinin en efsane gruplarından biri olan "The Doors" adını Huxley'in bu kitabından aldı.

Özgürlüğe niyet beyaz köleliğe kısmet

Beatnikler ve Hippiler,  insanlık tarihinin en kitlesel uyuşturucu tüketim hareketinin aktörleri oldular. İnsan insan olalı, hiçbir kuşak yeryüzünde bu kadar çok kimyasal madde merkezli yaşamamıştı. Özgürlükleri için ''otomatize edilmiş toplum''dan kaçarken, önemli bir kısmı, LSD 25, DMT, mor sis, MDMA, turuncu günışığı, sentetik meskalin, psilocybin, morfin, STP ve benzeri isimlerle anılan birçok kimyasalın kölesi haline geldiler. Yeryüzünde çok ciddi bir politik ve kültürel açılım yapabilecek hareket, birkaç yılda, uyuştu ya da ''uyuşturuldu''. Geçenlerde okuduğum ve doğruluk derecesini bilmediğim bir analizde, hippilerin 'derin devlet' tarafından uyuşturucuya gömüldüğü iddia ediliyordu.   

CIA'yi bilmem ama bir başka aktörün açık faaliyeti vardı. İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD'de boy veren ilaç endüstrisi, bu fırsatı çok iyi kullandı. Dow Kimya'nın reklam afişlerinden biri, "Better living through chemistry (Kimya ile daha iyi bir yaşam)" şeklindeydi. Henüz reçeteli hale gelmemiş envai uyuşturucu hap üretiyor ve satıyorlardı.

Şarkıları, şiirleri, kitaplarında bir ara sadece uyuşturucu ve uyuşturucu etkisinde gördükleri vardı. John Lennon'un yazdığı, "With a Little Help From my Friends" şarkısında bahsettiği arkadaşı uyuşturucuydu. Beatles'ın "Lucy in the Sky With Diamonds" şarkısı da, Jimmy Hendrix'in Purple Haze'ı da...

Hippilerin o dönemdeki en etkin müzik grubu olan The Grateful Dead, çoğu konserine halisünasyonlar gördüren LSD almış halde çıkıyordu. O dönemin en güçlü 'asit üreticisi' olan Owlsley Stanley'in elinde maymun olmuşlardı. The Grateful Dead'ın üyeleri bile bir dönem LSD satıcılığı yapacaktı. Grubun menajeri olan ve ''Ölümle Yaşamak'' kitabının yazarı Rock Scully, The Doors'un efsane adı Jim Morrison'un da Stanley'in pençesine düşenlerden biri olduğunu iddia ediyor. Oliver Stone da, The Doors adlı ünlü belgeselinde grup üyelerinin uyuşturucu dramını etkileyici bir şekilde sergiliyor. O zamanlar Yardbirds ve Cream gibi gruplarda gitaristlik yapan Eric Clapton, ''Cocaine'' diye bir şarkı yazarken, ünlü grup Velvet Underground, "Heroine" adlı bir şarkı yapıyordu.
Ancak çok geçmeden yaşanan trajedilerle keşfettikleri bu ''renkli'' dünyanın bir bataklık olduğunun farkına varacaklardı.

''1960'ları hatırlıyorsan, o zaman gerçekten orada değildin''

Gelmiş geçmiş en efsanevi gitaristlerden biri olan Jimi Hendrix henüz 28 yaşında barbitürat dozaşımından, şarkıcı Janis Joplin henüz 27 yaşında eroin-alkol-valium dozaşımından, Rock müziğin en efsane isimlerinden biri olan Jim Morrison henüz 27 yaşında eroinin tetiklediği kalp krizinden ölecekti. Tabii ki bununla sınırlı değildi. Who grubunun bateristi Keith Moon, Rolling Stones'un gitaristi Brian Jones, Grateful Dead'in gitaristi ve solisti Jerry Garcia, Sublime'dan Brad Nowell, Blind Melon üyesi Shannon Hoon ve ismi duyulmamış binlercesi, 'Harikalar Dünyasına' girdiklerini sandıkları deliklerde genç yaşlarında can verdiler.

Boşuna,  "1960'ları hatırlıyorsan, o zaman gerçekten orada değildin" demiyorlar.
Bugün bile yaşayan birçok kıdemli Hippi o günlerdeki bu kontrolsuz gidişatlarını izahta güçlük çekiyor. Kapitalist düzenin banal tutuculuğuna isyan edip özgürleşmeye çıktıkları yolda kimyanın köleleri haline gelmelerini esefle üzüntüyle anıyorlar. 

Hippi ağabeylerden biri, "Elimize tutuşturulan her hapı alıyorduk. Yeni bir deneyim yaşıyorduk. Pandoranın kutusunu açmış gibiydik. Kutu hap doluydu. Birgün yeryüzünde herşeyin bir hapla çözüleceğine inanıyorduk. Her derdin her ihtiyacın ayrı hapı olacaktı. İlaç endüstrisinin büyük yalanına fena halde inanıyorduk." diye anlatıyor.

Beat kuşağının en önemli temsilcilerinden şair Gary Snyder, 1974 yılında verdiği bir röportajda uyuşturucu konusunda kendilerini bir serbestliğe bırakmalarından duyduğu pişmanlığı anlatacaktı. "Beat Kuşağının bir sürü kayıp verdiğini" anlatan Snyder, "Kerouac bile kayıp. Daha 1960'larda ben ve Allen, gençlere açıktan asit (LSD) almalarını tavsiye ediyorduk. Şimdi geriye baktıkça birçok kaybın sorumluluğunu görüyorum" diye yakınacaktı. Uyuşturucu için şarkılar yazan Eric Clapton bugün kurduğu Crossroads uyuşturucu ve alkol rehabilatasyon merkezi adlı hayır organizasyonuyla bu illetin pençesine düşmüş zavallıları kurtarmaya çalışıyor.

Tabii ki bu trajedi bütün 'hippiler'' ve bütün ''hippilik' için geçerli değildi. Bu insanlar sadece içlerinden bazılarının dramlarıyla değil, sosyal ve politik mücadeleleri, kıyafetleri, barışçılıklarıyla da temayüz edip, önemli izler bıraktılar.

Nehru ceket, İspanyol paça, aşk kolyesi...

En başta görünümleri farklıydı. Erkeklerin çoğu saç ve sakal uzatıyordu. Hindistan Başbakanı Nehru'nun meşhur ettiği ve onun adıyla anılan yakasız düğmeli ceket giyiyorlardı. Bugün bizde daha çok muhafazakar erkeklerin sembolü haline gelen yakasız gömlek de hippiler arasında çok popülerdi. Hippi kızlar, Hindistan ve Tibet stili rengarenk desenli fistanlar giyiyordu. Hem hippi kızlar hem hippi erkekler, çoğunlukla ev yapımı olan tesbih kolye takıyorlardı. ''Love beads (sevgi tesbihi)'' diye anıyorlardı bu boncuk kolyeyi. Birçoğu elbiselerini kendileri dikiyorlardı. Sade, basit kıyafetlerdi. Renkli bandanalar çok yaygındı.

Ve tabii ki bizim sırrını arayıp bulamadığım şekilde ''İspanyol paça'' dediğimiz, Anglo Saksonların ise ''bell-bottom'' dedikleri pantolonlar... 1960'lı yıllarda Hippi kızlar daha çok giyiyordu. 1970'li yıllarla beraber erkekler de yaygın şekilde giymeye başladı. Ve bir kuşağın mensubu büyüklerimizin, ağabeylerimizin, ablalarımızın ''güleriz'' diye fotoğraflarını biz 1980 ve sonrası kuşaklardan saklamasına neden olan 'görünüş' ortaya çıktı. 

Hippi görme turu

Muhafazakar orta sınıf Amerikalılar bu görüntüyü yadırgıyordu haliyle. San Francisco'da  Haight'a New York'ta Village'a otobüslerle bu muhafazakarları taşıyan ''hippi görme turları'' bile vardı. Otobüslerinden inmeden Hippileri seyrediyorlardı. New York'taki hippilerin bir kısmı, ''kendilerine böyle hayvanat bahçesinde görülmeye gelinen hayvanlarmış muamelesi yapılmasına'' tepki olarak, ''orta sınıf muhafazakar aileleri görme turu'' düzenlemeleri olay olmuş. Medyanın olağanüstü ilgi gösterdiği gezide bir otobüs dolusu hippi, banliyölerde çimlerini biçen, köpeklerini gezdiren orta sınıf aileleri seyretmiş.

Hippiler, 1970'li yıllarda dünyaya açıldılar. Rengarenk desenlerle boyadıkları vosvos minübüsleri ile ülke ülke şehir şehir aylak aylak dolaştılar. Gittikleri şehirlerden biri de İstanbul'du. Yıllarca Sultanahmet'i mesken tutan Hippilere, uzun saçları, bakımsızlıkları nedeniyle halkımızın 'bitliler' ünvanı verecekti.  Amerikalı efsane komedyen Bob Hope da, o dönem benzeri bir düşüncedeydi: ''Hippi, tarzan gibi giyinen, Jane gibi yürüyen ve Çita gibi kokan kişidir''

''Or...pu Çocukları'' fakirlere bedava yemek dağıttı

Hippilerin sosyal aktivizmleri de farklıydı. Toplumun merkezine 'paranın' oturmasına çok tepkiliydiler. San Fracisco'da ''Diggers'' adını verdikleri bedava sığınma evleri vardı mesela. Bedava hizmet veren klinikler kurdular. Fakirlere yoksullara bedava yemek, sebze meyve dağıtan organizasyonlar kurdular. Yıllar içinde artan oranda müthiş bir sosyal aktivizm içine girdiler. Hippi hareketin içinden kopup gelerek, New York'ta kurulan ''Motherfuckers (Oru..pu Çocukları)'' grubunu özellikle anmadan edemiyecem. Rock grubu Jefferson Airplane'in ''We can be together'' adlı güzel şarkısındaki ''Up against the wall motherfuckers'' mısraından adını alan bu grubun halen yaşayan üyelerinden, sonradan Müslüman olan efsane hippi Amiri Baraka ile Central Park'taki bir şiir programı sonrası tanışma şerefine de ulaştım. ''Or..pu Çocukları adlı bu grup New York'ta fakirlere yardım kampanyları ya da Wall Street'e karşı eylemleriyle ilgili haberlerde, büyük sermayenin sahibi olduğu ana akım medyayı oldukça zor durumda bırakıyorlardı. Medyayı, ''Orus..pu Çocukları fakirlere bedava yemek dağıttı'' ya da ''O..pu Çocukları Wall Street'i protesto etti'' başlıkları atmak zorunda bırakıyorlardı.  Bugün bile keyifleniyorlar anlatırken o günlerini...

Hippilerin küreye yayılan en belirgin etkilerinden biri ise nükleer silahlara, savaşlara, ırkçılığa ve sömürüye karşı oluşturdukları ciddi bilinç ve aktivizm oldu. Özellikle Vietnam savaşına karşı ciddi direnç gösterdiler.  Budizm etkisiyle birçoğu vejetaryen oldu. Çevre kirliği ve tabiata duyarlılık konusundaki erken bilinçlerine ise şapka çıkarmamak mümkün değil. Organik tarımı ve tabii yiyecekleri savundular. Dünyanın insanlar tarafından korkunç şekilde kirletildiğine ilk dikkat çeken hippi hareketi oldu. Kullan at – tüket kültürüne karşı, geri dönüşüm (recycile) kavramını modern hayatın içine onlar soktu. Bebek mamalarının patladığı dönemde, bebeklerin anne sütüyle beslenmesi gerektiğini bir tek onlar savundular. Ama o dönemin modern toplumu fabrikaların ürettiği herşeye adeta yapışan bir karakterdeydi. Hint yemeklerine dadandılar. Köri, dahl, basmati pirinci, tofu, soya fasulyesi vs bu dönemde Asya'nın dışına çıkarak, Yeni Dünya'da patladı.

Aşkın Yazında açan çiçekler

Beatles'ın 8'nci albümü olan ''Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band''ın raflarda yerini aldığı 1 Haziran 1967 günü başlayan yaza ''Summer of Love (Aşk Yazı)'' deniyor. Hippiliğin, arka sokaklardan meydanlara çıktığı dönemdir bu. Haight Ashbury'e 100 bin Hippi toplandı o yaz. Diğer on binlercesi de New York'tan Chicago'ya, Roma'dan Londra'ya her yerde...

Adını her andığımda tarifsiz bir hüznün saygıyla gelip kalbime yerleştiği şair Allen Ginsberg, 1965'te yazdığı bir yazıda, savaşlara karşı eylemlerin bir çiçek fırtınasına dönmesi gerektiğini ve herkesin çiçek taşıyarak, karşılarına çıkacak polise, askere, politikacıya çiçek uzatmasını savundu. Buna ''flower power (çiçek gücü)'' dedi.

California Üniversitesinin Berkeley Kampüsünde başlayan bu gelenek Hippi hareketin sembolü haline geldi. Bundan dolayı, ''flower child (çiçek çocuk)'' adıyla da anılmaya başladılar. Saçlarına birer toka gibi çiçek taktılar. Savaş karşıtı gösterilerinde çiçekle süsledikleri binlerce balonu gökyüzüne bıraktılar. Abbie Hoffman'ın organizasyonuyla, karşı çıktıkları Vietnam savaşında ölen gariban Amerikan askerlerini anmak için Çiçek Tümenleri kurarak, şehirlerde 'resmi geçit' törenleri yaptılar.
Silahlı Güçler Bayramı'nı, Çiçek Gücü Bayramı olarak kutlamaya başladılar. Bayramdaki askeri geçit törenlerine karşı Central Park'ta alternatif barış yürüyüşü yaptılar. 21 Ekim 1967 günü Washington DC'de toplanan 100 bin Hippiden 30 bin kadarı gruptan ayrılarak Pentagon'a yürüdü. Binlerce askerin kurduğu barikatla karşılaşan grup, askerlerin tüfeklerinin namlularına çiçek koyarak, hippiliğin sembolü olan fotoğrafların doğmasına neden oldu. Dağılmaları çağrısına sivil itaatsizlik gösteren grup zor kullanılarak dağıtıldı. 647 kişi tutuklandı. Özel ajanlar gösteri alanında 10 bin çiçek topladı.

Village Voice gazetesini kuran ve bugünlerde ''Tanrı Hakkında (on God)'' adlı kitabıyla yatıp kalktığım Norman Mailer, ''Gece Orduları'' adlı romanında Pentagon önündeki o günü enfes anlatıyor.

Çamurdan gelip çamura döndüler

Aşkın Yazı, benim bu mektuba başladığım yerde sona erdi. Hippilerden Michael Lang ve Artie Kornfeld ile para kazanmaktan başka dertleri olmayan yatırımcılar John Roberts ve Joel Rosenman, New York'un hemen kuzeyindeki Catskills dağının eteğindeki Woodstock kasabası yakınlarında Max Yasgur'a ait boş arazide 3 gün sürecek bir konser organizasyon yaptılar.

''Barış ve Müzik dolu 3 Gün'' adı ile duyurulan konserin sıradışı olacağı 14 Ağustos günü anlaşılmaya başlandı. Bir gün önceden ABD'nin her yerinden binlerce genç ve Hippi konser alanına gelmeye başladı. Kişi başı bilet ücreti 18 dolardı. Ama bir süre sonra insan akınına bilet gişelerinin dayanamayacağı anlaşılınca pes edildi ve fiilen ücretsiz konsere dönüştü. 15 Ağustos günü araziye yarım milyona yakın insan gelmişti. Yolu bile olmayan araziye ulaşmak isteyen yüzbinler, ufacık kasabada muazzam bir trafik keşmekeşine sebep olmuştu. İnsanlar onlarca mil uzaklıktan yürümek zorundaydılar.

18 Ağustos'a kadar devam eden etkinlik, Ağustos güneşinden de mahrum olmuştu. Zaman zaman gök boşalırcasına halini alan yoğun yağmur, her tarafı çamur deryası yapmıştı. Havada kesif bir marihuana kokusu vardı.

Ama kimse kötü şartlara rağmen yerini terketmedi. Yüzbinlerce genç o çamur deryasında 3 gün geçirdi. Organizatörlerin en büyük korkusu ise elektrik direklerinin fırtınayla, adeta suyun içinde dolaşan binlerce kişinin üzerine devrilerek korkunç bir faciaya yol açmasıydı. New York Times, ilk gün, ''Catskills'de kabus'' başlıklı başyazısında, ''Nasıl bir kültür böylesine devasa bir kargaşa üretebilir?'' diye sordu. Sonradan bu önyargılı yaklaşımlarından dolayı gazete özür dileyecekti. New York Valisi Nelson Rockefeller eyalet ordusunu bölgeye sevkederek konseri dağıtmayı bile düşündü.

Cep telefonunun, internetin olmadığı bir çağ. Aşırı kullanımdan dolayı iflas etmiş bir kaç ankesörlü telefon dışında hiçbir iletişim aracı yok. ABD'nin her yerinden yüzbinlerce aile gazeteleri okudukça, çocuklarının akıbeti hakkında derin bir paniğin ülke geneline yayılmasına neden oldu.





Gençlerse başka havadaydı... Kimler çıkmadı ki 3 gün 3 gece boyunca açık kalan sahneye... Jimi Hendrix, Joe Cocker, Santana, Grateful Dead, Joan Baez, Arlo Guthrie, Janis Joplin, Jefferson Airplane ve daha onlarca grup ve sanatçı. Bob Dylan hastalandığı için gelemedi. Beatles, son anda bilinmeyen bir sebeple katılmaktan vazgeçti. The Doors ve Led Zepplin de son anda konser alanına gelmeyenler arasındaydı.

Yarım milyon kişinin şehirden 70 kilometre uzakta boş bir arazide 3 gün geçirmesini düşünün. Hazırlık 20 – 30 bin kişiye göre yapılmış. Yiyecek bittiği zaman, çevre kasabaların halkı, gençlere yiyecek bağışında bulundu. En ilginci de arazisinde Amerikan alt-kültürünün sembolü haline gelen organizasyonun yapıldığı Max Yasgur'du. 49 Yaşındaki bu Cumhuriyetçi ve muhafazakar çiftçi, ironik şekilde Hippi kuşağının kahramanı oldu. Ama 1970'li yıllarda yeni konser taleplerini kabul etmedi. Çiftçilik yapacağım dedi. 1973 yılında öldü. New York eyaleti ve yerel yönetim meclisi Woodstock'ta yeni bir konseri yasaklayan yasalar çıkardılar. Woodstock, Taksim Meydanının onlarca yıl 1 Mayıslara kapanması gibi on yıllarca konserlere kapandı. Ta ki 1989 yılında 20'nci yıl kutlamasına 20 bin kişi katılıncaya kadar. Ve geçen yıl da binlerce kişinin 40'ncı yıldönümü için bir kez daha Woodstock arazisine gelmesine tanık oldum. Kasabanın bütün ekonomisi artık nerdeyse Woodstock alanını ziyaret eden turistlere dayalı.

Filmlere konu oldu, şarkılara konu oldu, romanlara şiirlere konu oldu Woodstocks... Abbie Hoffman, 1970'li yıllarda şiddet olaylarına karışıp tutuklandığında kim olduğunu soran hakime, ''Woodstock milletindenim'' cevabı verecekti. Aşkın Yazı Woodstock'ta zirveye çıktı. Ve sonra da yerini Hippi güzüne bıraktı. Hippi yıldızlar art arda genç yaşta ölmeye, çiçekler solmaya, kültürün bünyesinden onlarca şiddet hareketi çıkmaya başladı. 1967 yılında, ''Çiçeğin gücünün ağlaması yankılansın ülkede. Asla solmayacağız. Bırakın binlerce çiçek açsın'' diye yazan Abbie Hoffman bile daha sonra şiddete bulaştı. Hippilerin bir kısmı şehirleri, modern yaşamı terkederek Vermont, Maine gibi ücra eyaletlere gidip köylerde, kurdukları çiftliklerde tarım yaparak yaşamaya başladı.

Kerouac, Woodstock'tan yaklaşık 2 ay sonra 47 yaşında öldü. Vicdanın şairi Allen Ginsberg 1997 yılında 71 yaşında öldü. Abbie Hoffman 1989 yılına öldü. Muhtemelen ecel geldiğinde de yine birşeyleri protesto ediyordu. En son CIA'yi protesto ederken görülmüştü. 69 yaşındaki çınar Bob Dylan hala Hippi türküleri söylemeye devam ediyor. Cat Stevens Müslüman oldu. Beatles'tan birtek Paul mcChartny kaldı. ABD'nin heryerinde birinci ağızdan Woodstock maceralarını dinleyeceğiniz onbinlerce ihtiyar hippi hala yaşıyor.

Yine böyle bir Ağustos ayında, semamızda bıraktıkları vicdani çığlıklarını hayırla yadetmek ve ses vermek, büyük yanlışlarından, trajedilerinden ibretler devşirmek, ve Bob Dylan'ın dilinden dökülen ana sorunun cevabının hala havada olduğunu kayda geçirmek için mektup yazma işi de bana düştü.

'How does it feel to be on your own, (Kendi kendine kalakalmak nasıl hissettirir?)
With no direction home, (Eve dönüş yolunun hiçbir işareti yokken)
Like a complete unknown, (Bir meçhule gider gibi)
Like a rolling stone?''(Yuvarlanıp duran/avare bir taş gibi)

- Bob Dylan -

Cemal Demir - Haber 7
cemaldemir111@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20100809/Hippilerden-geriye-ne-kaldi.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.