Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

08 Mayıs 2024, 14:13:54

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 129
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 106
Total: 106

Ordu neden bu kadar başarısız?, Gülay Göktürk, Bugün Gazetesi

Başlatan kilimanjaro, 21 Haziran 2010, 19:42:34

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

PKK'nın son katliamı üzerine Meclis Bakanı Şahin'in Genelkurmay'dan açıklama istemesi demokratikleşmede önemli bir eşiğe işaret ediyordu.
Tabii eğer bu talep söylem düzeyinde kalmaz ve Genelkurmay'ın bu başarısızlığının sebebi konusunda kamuoyuna açıklama yapmasında ısrar edilirse... Dikkat ederseniz Türkiye savunma konularını "tartışılmaz" sayan tabunun kırılması yönünde önemli adımlar atılıyor. Savunma konuları artık yavaş yavaş kamuoyu tarafından tartışmaya açılıyor. Silahlı Kuvvetler'in ilgi ve yetki alanına giren meselelerde toplum fikrini söylemeye, uygulanan politikaları eleştirmeye ve değişmesi istemeye başlıyor.
Tek tek operasyonları bir yana bırakırsak, temel soru şu: Bu halk "Ortadoğu'nun en büyük ordusu"nu besliyor; yemeyip içmeyip, ona silah ve teçhizat yetiştiriyor; bütçesini sorgulamıyor; modernleştirmek için hiçbir fedakârlıktan kaçınmıyor.
Peki neden 700 bin-800 bin kişilik bu dev ordu çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir üç-beş bin teröriste karşı silahlı mücadeleyi kazanamıyor?
Evet, teröre karşı mücadele sadece askeri alanda kazanılamaz; olayın uluslararası, siyasal, toplumsal, tarihsel, ekonomik boyutları olduğunu elbette biliyoruz.
Ama bir de askeri boyutu olduğunu inkâr etmiyorsak, konunun diğer boyutlarında yapılan hataları ya da eksiklikleri bahane göstermeden, askeri boyutta neden bu kadar başarısız kalındığının da izah edilmesi gerek.
Deprem evlerimizi yıktığı zaman mühendislerin mimarların işlerini iyi yapıp yapmadıklarını tartışıyor, hatta kimilerini mahkemelerde yargılıyoruz. Hastamız ameliyat masasında kaldığında cerrahın ustalığını sorguluyoruz. Bu savaş 30 yıldır bir türlü bitirilemiyorsa, çocuklarımız 30 yıldır sapır sapır ölüyorsa komutanlarımızın savaş yönetme ustalığının da sorgulanmasından daha doğal bir şey olabilir mi? "Bu ölümler kaçınılmaz mıydı, yoksa önlenebilir miydi? Hata neredeydi; istihbarat mı, planlamada mı, taktikte mi; yoksa işin esasında mı?" diye sorup doyurucu açıklamalar beklemek hakkımız değil mi?
Aslında bu soruların cevabı verilmedi değil, verildi ama ordu yetkilileri tarafından değil, birtakım başka uzmanlar tarafından... Ne var ki, askeri meseleleri sadece kendilerinin bildiğini sanan ve dışarıdan gelen her eleştiriyi "orduyu yıpratma çabası" olarak algılayan ve kulak vermeyi gururuna yediremeyen Genelkurmay tarafından asla değerlendirmeye alınmadı.
Aşağıya alacağım satırlar artık hepimizin yakından tanıdığı Doçent Sedat Laçiner'e ait. Laçiner'in söylediklerinin özel bir önemi var. Çünkü o bu konuda uzman... Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu'nun başkanı; ayrıca İRA terörü, Ermeni meselesi, Türkiye-AB ilişkileri, Irak Savaşı ve Türkiye üzerine yayınlanmış kitapları var. Bakın, Laçiner 2007 yılında Neş'e Düzel'le yaptığı söyleşide teröristlerle yapılan savaşın neden başarısız olduğunu, dahası böyle giderse hep başarısızlığa mahkum olduğunu nasıl anlatıyordu:
"Terörist sivrisinek gibidir. Ordu ise dev bir balyozdur. Türkiye elinde balyozla sivrisineğin peşinde koşturuyor. Siz sivrisinek olsanız, balyozdan korkar mısınız? Korkmazsınız. Balyozun üzerinize isabet etme ihtimali çok düşüktür çünkü. Bu yüzden sivrisinek insanın devamlı orasına burasına konup kanını emmeye çalışır ki, balyoz insanın kendisine vursun. (...) Doğu'da 250 bin asker var. Değil 250 bin, 2 milyon asker yerleştirin, terörist gene gelir bombasını atar. Bir ili, 50 kişiyle terörize edebilirsiniz. Çünkü ordular hantaldır. Orduyla iç güvenlik sağlanamaz. Siz 10 bin kişiyi oradan oraya sevk ederken, 50 kişi ıslık çalarak başka bir yere gidiyor. (...) Mesela Gabar Dağı'nın adı çok geçiyor. Bu dağda şu anda 35 PKK teröristi var. Bu resmi rakamdır. Peki, biz bu dağın etrafında kaç kişi bulunduruyoruz biliyor musunuz? Dağın etrafında 10 bin kadar askerimiz var bizim. Cudi Dağı'na gelelim... Orada da 100 civarında PKK teröristi var. Oysa bir
dağa hâkim olmak için binlerce insana ihtiyacınız yok. O dağa işini iyi yapan, komando eğitimi almış, SAT türü 35-100 James Bond gönderirsiniz, işi bitirirsiniz. Ama gönderilmiyor."
Bu arada, Batı'da teröristle mücadeleyi orduyla yürütmeye çalışan tek ülkenin de Türkiye olduğunu öğreniyoruz Laçiner'den. "Terörle mücadele" ve "teröristle mücadele" kavramlarını birbirinden ayıran Laçiner bu konuda şöyle diyor:
"Batılı ülkeler, teröristle mücadeleyi asla orduyla yapmıyorlar. Polisin içinde bir birim kuruyorlar. Kuzey İrlanda'da biraz orduyu işin içine soktular, sonuç felaket oldu. Sonra yeniden profesyonel güçlere döndüler."
X x x
Gördüğünüz gibi Laçiner'in 2007'de söyledikleri hâlâ güncelliğini koruyor. Teröre karşı askeri mücadelede hâlâ sivrisineklerin peşinden elimizde balyozla koşuyoruz. Askeri başarısızları sorgulayanlar yine ordu düşmanı ya da vatan haini damgası yiyor. Genelkurmay her saldırıdan sonra yine ordunun terörle mücadeledeki azim ve kararlılığından bahsediyor.
Ve kan oluk oluk akmaya devam ediyor.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/106439-ordu-neden-bu-kadar-basarisiz-gulay-gokturk-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Bundan bir süre önce Ankara'da bir olay yaşanıyor.
Bir asker elinde bir çantayla Ortadoğu Teknik Üniversitesi'nin kapısından içeri giriyor.

İlgili bölümde konusunun uzmanı hocalarla randevusu var.
Konu karakol baskınları...
Hocalarımız askeri dinliyorlar. Sorusu son derece basit...
'PKK'nın elindeki mühimmata dayanıklı karakol binaları inşa etmek mümkün mü?'

Hocalar soruyor:
'PKK'nın elindeki en güçlü mühimmat nedir?'
Uçaksavar mermisi... Bilemediniz RPG mühimmatı...
ODTÜ'deki hocalar hızlarını alamıyor tank mermisine dayanıklı bir beton geliştiriyorlar.

Bu beton Şereflikoçhisar'da Milli Savunma Bakanlığı'na bağlı tank atış alanında test ediliyor.
Maliyeti normal betondan yüzde elli daha fazla olan bu betonla yapılacak karakol binalarına PKK'nın saldırması durumunda, teröristlerin ancak bina içine girebilirse askerlerimize zarar verebileceği böylece kanıtlanmış oluyor.
Bu proje sümenaltı ediliyor.
Basılan karakollarımızın görüntülerini izlediyseniz karakolların ondülin çatılarıyla ve 'sağlam' duvarlarının nasıl delik deşik olduğunu görmüşsünüzdür.

Askerlerimizi o binalara tıkıp baskın yediklerinde sabaha kadar direnemeyecek halde bırakan sorumluların bu olaya bir yanıt vermesi gerekir.

Şayet bir yanıt yoksa...
Bir parça kabiliyet, organizasyon ve vatanseverlik gerektiren bu adımı atmayanların ellerine kan bulaşmış demektir.
Tunceli'nin Nazimiye İlçesi, Sarıyayla Jandarma Karakolu'nda dört askerimiz şehit düşmüştü.
O baskında da sorulmayan soru şuydu... Nasıl oldu da bir ambülans o karakola takviye kuvvetlerden önce ulaştı?

Bunlar yanıt bekleyen yakıcı sorular.
O karakollarda bizim için nöbet tutan çocukları koruyamayan devlet, bu sorulara yanıt vermek zorundadır.
Başbakan, Milli Savunma Bakanı, Genelkurmay Başkanı...
Çocuklarımızı baraka gibi binalarda neden ölüm nöbetleri tutturuyorsunuz?
Nasıl oluyor da bir ambülans takviye kuvvetlerden önce karakola ulaşabiliyor?

http://www.aksam.com.tr/2010/06/21/yazar/17848/serdar_akinan/bu_sorulara_kim_yanit_verecek_.html
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Böylesi ortamlarda konuşmak zordur. Ağlasan mı, bağırsan mı, sussan mı, konuşsan mı şaşarsın! Ana-babaların gözleri kan çanağıdır; yetimlerin yüzleri zamanı durduracak kadar mahzun...

Konuşmak...

Zordur, zor!

Lakin böylesi bir durumda konuşamadıktan sonra sözün ne değeri kalır?

Asıl şimdi konuşmak, sormak, sorgulamak gerek!

Bölgedeki Kürt mürşitleri, alimleri, bilgeleri dururken Dolmabahçe'de sanatçıyla, futbolcuyla vakit harcamanın anlamsızlığı üzerinde durulabilir.

KCK tutuklamaları, o korkunç kelepçe sahneleri konuşulabilir.

Habur'dan giriş yapanların daha sonra tutuklanması, "taş atan çocuklar"ın hâlâ serbest bırakılmaması dillendirilebilir.

Anaların gözyaşı dinsin diye her bedeli ödemeye hazır olduğunu söyleyen Erdoğan'ın daha sonra cesur adımlar atamamasının nedenleri sorgulanabilir.

"Demokratik açılımı" itibarsızlaştırmak için muhalefetin elinden geleni ardına koymamasının hesabı sorulabilir.

Lakin...

Gün bambaşka şeyleri sormak, sorgulamak, hatırlamak zamanı...

Mesela, 28 Şubat'ın ufunetli günlerinde PKK'nın ne yaptığını hatırlayanınız var mı?

"İslam'ın ılımlısı ılımsızı olmaz" diyerek Kürt'ü Türk'le kardeş yapan yegâne bağa topyekûn savaş açıldığı, Çarşamba sokaklarında "kılık kıyafet sürek avına" çıkıldığı dönemde PKK ne yapıyordu bileniniz var mı?

Ben söyleyeyim: Adeta rol çalmamaya özen gösteriyor; 28 Şubatçıların yürüttüğü psikolojik harpte dikkatleri dağıtmamak için "çatapat" bile atmıyordu.

Öyle ki, Kürt'ü Türk'e bağlayan "ruh kökünü" yok etme ameliyesini elini ovuşturarak seyreder gibiydi.

Halbuki "direniş örgütleri" böylesi dönemleri ganimet bilip "silahlı propaganda" yapmaya can atarlar.

Yaz tatilinde çocukların "Kur'an" öğrenmesine yasak getirecek kadar dine mesafe koyan 28 Şubat sürecini protesto niyetine yapılacak herhangi bir eylemle, en azından bölgedeki "dindar" halkın sempatisini kazanmayı amaçlarlar.

Zaten taşeron örgütlerle direniş örgütleri arasındaki en büyük fark budur.

Peki...

PKK o süreçte kimin taşeronu olarak susmuştu?

Şayet bu soruyu vuzuha kavuşturursak, şimdi de kimin taşeronu olarak silaha sarıldığına cevap bulabiliriz.

Şunu unutmayalım:

28 Şubat süreci askeri anlaşmaların görülmemiş derecede zirve yaptığı, "MİT'in "MOSSAD"la iç içe girecek kadar yakınlaştığı, Türkiye'nin "İsrail terör devleti"nin tatbikat alanı, nerdeyse arka bahçesi haline getirildiği dönemdir.

Bu dönemin ardından...

Öcalan önce Suriye'den çıkartıldı, sonra da "MOSSAD" operasyonuyla Kenya'dan alınıp Türkiye'ye teslim edildi.

PKK bu teslimattan "İsrail terör devleti"ni sorumlu tuttu. O kadar ki, Avrupa'daki "terör devleti"nin kimi elçiliklerine saldırı düzenlediler.

Ne zamanki AK Parti iktidara geldi, ittifaklar çatırdamaya, hatta yer değiştirmeye başladı.

İsrail terör devleti Amerika'daki "neocon" dostlarını devreye sokarak AK Parti'ye karşı teyakkuza geçti.

PKK önderliğinin "Siyonizm'in Ortadoğu'ya üçüncü saldırısı" gibi söylemlerden hızla uzaklaştığı, AK Parti'nin de Siyonizm'le çatışmaya başladığı süreç Davos'ta herkesin malumu haline geldi.

"Mavi Marmara" gemisi safların tastamam ayrışmasına neden oldu.

Gazze'de toplama kampı koşullarında yaşatılmaya mahkum edilen çocuklara yardım etmek için (Kürt Türk el ele, gönül gönüle) yola çıkan barış gönüllülerinden 9 kişi "İsrail terör devleti"ne mensup korsanların saldırısı sonucu şehit düştüğü dönemde, PKK, İskenderun deniz üssüne saldırdı.

Halbuki dünyanın bütün "gerilla hareketleri", dünyanın bütün "bağımsızlık savaşçıları" böylesi ortamları "fırsat" bilir. Kürtlerin, Türklerin hatta bütün bir Ortadoğu halklarının sempatisini kazanmak amacıyla "terör devletine" karşı en azından büyük bir protesto gösterisi düzenler.

Dedim ya; taşeron örgütlerle direniş örgütleri arasındaki en büyük fark budur.

PKK ne yaptı?

Filistin katliamına sessiz kalmadığımız için İsrail'le tarihin en büyük krizini yaşadığımız dönemde saldırıya geçti.

Selahaddin Eyyübi'nin torunlarına yakışır izzet ve şerefle "Biji Filistin" feryadını yükselten Kürt halkının duyarlığını da umursamadı.

Türkiye'nin her alanda, her platformda yalnızlaştırmaya ant içtiği "İsrail terör devleti"nin, "eksen kayması" heyulasıyla kara propagandaya giriştiği dönemde harekete geçti.

Peki Genelkurmay ne diyor buna?

Ne diyecek; "İsrail terör devleti"yle PKK'nın son eylemleri arasında kurulabilecek ilişkiyi "gerçek dışı" ilan ediyor!

Tam da beklediğim gibi.

Hayret, her şey nasıl da bu kadar açık oynanıyor!

http://www.yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=21.06.2010&y=SalihTuna
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Dün, "İrtica ile Mücadele Eylem Planı" iddialarıyla ilgili olarak dava açılan ve aralarında Bedrettin Dalan ile Albay Dursun Çiçek'in de bulunduğu 7 sanığın yargılandığı davanın ilk duruşması vardı.

Mahkeme reddi hâkim talebinin karara bağlanması için duruşmayı erteleyiverdi.

Ardından...

Canlı yayında, Diyarbakır'daki işadamları ve meslek örgütlerinin oluşturduğu Adalet ve Çözüm Girişimi'nin merakla beklenen bildirisini izledim.

Çocukların ölmemesi için çağrı yapıyorlardı... Devleti radikal reformlar yapmaya, PKK'yı da "eylemsizliğe" davet ediyorlardı... Bölgeye gittikçe gördüğümüz "devlet ile PKK eşitliğinin" gittikçe yaygınlaştığını, yorumlara da yansıdığını gördüm...

Ne var ki tam da bu açıklama ertesinde, Hatay'ın Hassa ilçesinde, güvenlik güçlerinin kekik toplayan köylüleri terörist zannederek ateş açması sonucu iki köylü öldü, bir köylü yaralandı.

***

Bununla birlikte, çok uzun yıllardır yaşanan şiddetin gizlediği bir derin tabu, sanki şimdi biraz daha öne çıkar gibiydi...

O tabu, şiddetin gölgesinde yıllardır önlenemeden sürdürülen kaçakçılıktı... İlk başta da, inanılmaz boyutlardaki uyuşturucu kaçakçılığı geliyordu.

İnsan kaçakçıları...

Silah kaçakçıları...

Hayvan kaçakçıları...

Uranyum kaçakçıları, kurdukları tezgâhta "cinayet ekonomisini" işletip duruyorlar...

Buradan elde edilen kanlı para hiç kesilmesin diye de "barışa" var güçleriyle direniyorlar...

***

"İhmallerin ardında uyuşturucu mu var" sorusuna da, güvenlik uzmanı Prof. Dr. İdris Bal ile konuşan Neşe Düzel'in Taraf'taki röportajının manşetinde rastladım.

Son PKK baskınında, bir askeri yetkilinin, üstelik de başbakana brifing verirken "gelenleri gördük ama kaçakçı sandık" açıklaması çok farklı spekülasyonlara yol açtı...

Prof. Bal, şöyle diyordu:

"Ordu içinde birileri PKK saldırılarında işi savsaklıyor bence. Bunlar uyuşturucu mu kaçırıyor, yoksa bölgede terörün varlığını başka emelleri için mi kullanıyorlar bilmiyoruz."

Ardından da şiddetin sürmesinin muhtemel etkilerini şöyle değerlendiriyordu:

"Türkiye istikrarsızlaşır ve hak, hukuk ve özgürlükler alanında geriye doğru gider. Ergenekon davası kapatılır. Anayasa paketi, yargı reformu gibi demokratikleşme adımları durur."

***

Terör, şiddet ve uyuşturucu...

Bir türlü toplumsal huzura kavuşamamamızın sadece "demokratikleşememe" ayağı yok, bundan karşılıklı büyük paralar kazanan uyuşturucu tacirlerinin payı da var...

Pazar günkü Radikal Gazetesi'nde "Türkiye üzerinde uyuşturucu hareketliliğinde artış" haberi Neşe Düzel röportajını tamamlar nitelikteydi...

Van'da 2008 yılında yapılan 74 operasyonda 1 ton 282 kilogram esrar ile 1 ton 230 kilogram eroin, 2009 yılında 86 operasyonda 3 ton 515 kilogram esrar ile 1 ton 60 kilogram eroin, 2010 yılının altı ayında ise 63 operasyonda 1 ton 442 kilogram esrar ile 1 ton 250 kilogram eroin ele geçirilmişti...

Ele geçirilemeyenlerin miktarını varın siz düşünün.

***

Uyuşturucuyla mücadele uzmanları, geçiş güzergâhı olan Türkiye'de, özellikle Balkan rotası üzerinden gerçekleştirilen uyuşturucu kaçakçılığının ülkeyi önemli ölçüde etkilediğini belirterek şu değerlendirmede bulunuyor:

"Dünyadaki afyon üretiminin yüzde 90'ını sağlayan Afganistan'da elde edilen uyuşturucunun bir bölümü Türkiye-İran arasındaki sınır kapılarından, geri kalanı ise katır ve atlarla Ağrı'nın Doğubayazıt, Hakkâri'nin Yüksekova ile Van'ın Başkale, Saray, Çaldıran ve Özalp ilçelerinden Türkiye'ye getiriliyor. Uyuşturucu madde sevkiyatında son üç yılda önemli artış var. Son yıllardaki yükseliş, Türkiye ve Avrupa ülkelerinde uyuşturucu kullanımında yaşanan artıştan kaynaklanıyor."

***

Son zamanlarda "taşeron" edebiyatı ağırlık kazandı...

Ama asıl "taşeronlar" galiba uyuşturucu tacirleri...

Kimsenin gücünün yetmediği ve cinayet ekonomisi sayesinde kanlı paralar kazanmaya devam eden baronlar.

Olup biten garipliklere bir de bu gözlükle bakın...

Böyle bakınca, çocukları neden öldürttükleri biraz daha netleşiyor.

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/mehmet-altan/-ordu-isi-savsakliyor-mu--273294.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilen Balyoz darbe planıyla ilgili iddianamede akıllara ziyan ayrıntılar var.

Sanıklar, darbeye zemin hazırlamak amacıyla, "terör örgütleriyle işbirliği" yapmak ve söz konusu örgütlerin birlikte eyleme soyunmasını sağlamak için planlar hazırlanmış. İddianameye göre, cunta, PKK'nın yanısıra, aşırı sol ve komünist terör örgütlerinden de yararlanmayı düşünmüş. Belgelere bir göz atacak olursanız, 12 Mart 1971 muhtırasıyla 12 Eylül 1980 darbesi öncesindeki iç karışıklıklar yeniden tezgahlanıp sahnelenecekmiş. Terörün ardından gelsin sıkı yönetim tabi! Ve cellatlar, ellerini oğuşturarak çıksın ortaya!

Bu, insanın iliklerini donduran plan, sanıklardan emekli Tuğgeneral  Süha Tanrıverdi'den ele geçirilen el yazısı notlarda yer alıyor!

Notlarda, PKK-KADEK işbirliği için kimlere görev verileceği bile belirtilmiş, iddianameye göre.

Darbe planının görüşüldüğü seminerde, dönemin kolordu komutanları arasında çarpıcı bir tartışma yaşanıyor. Korgeneral Ergin Saygun darbe sırasında ve sonrasında "aşırı şiddet kullanılmasına" karşı çıkıyor:

"Bu aşırı şiddet, TSK'yla halkımızı karşı karşıya getirir ve beklenenin tersine bazı sonuçlara yol açar!"

Gelin görünki, dönemin 5. Kolordu Komutanı Korgeneral Şükrü Sarıışık, Türkiye'yi kabuslara gömecek laflar ediyor, gene iddianameye göre:

"Kolordu Komutanlığından, yeterli güvenlik önlemlerini alabilecek bütün birliklerimi oraya görevlendiririm.   
İstanbul'un üzerine çökerim!

"Ama bir yerde de halkı karşımıza almak meselesi ayrı! Bunlar kararlarını vermişlerdir! Bu ülkeyi bölecek, parçalayacaklar ve ülkeyi başka bir siyasal düzene (rejime) taşıyacaklar. Böyle kararlı olan bir halka karşı da bizim acımasızca hareket etmek görevimizdir!

Türkiye'yi bölmek isteyenler yok mu? Var elbette! Ama bunlar bir avuç, yurt dışından yönetilip yönlendirilen, satılmış iti uğursuz. İstihbarat birimleri tam anlamıyla ve eşgüdüm içinde çalışsa, bunları derleyip toparlamak çok kolay!

Yeterki bu yolda sağlam bir irade, dipten doruğa oluşsun!

"İstanbul'un üzerine çökerim" lafı var ya?

Bu lafın bir benzeri daha var tarihde. Söyleyen, Adolf Hitler.

Varşova'yla ilgili ediyor bu lafları. "Taş taş üstüne koymayın Varşova'da. Halkın soluk alıp vercek gücü bile kalmasın!" (Albert Speer - Inside the Third Reich)

Aslına bakarsanız, darbe planları üzerine çalışacağına bunca yüksek rütbeli ve Allah'tan çoğu emekli ya da göz altında adam, Türkiye'de herkesin canını yakan terörle mücadeleye kafa yorsalar, bunca gencimizi yitirmezdik boşu boşuna. Ama o da mümkün değil eğer iddianamede yer alanlar doğruysa, çünkü tavşana kaç tazıya tut deniyormuş yıllardır!

http://www.stargazete.com/gazete/yazar/aziz-ustel/korgeneral-istanbul-un-uzerine-cokerim-haber-280033.htm
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Biliyorum, sen bir zamanlar sık sık rahatsızlık çeken o eski genç subay değilsin.
Onların bir kısmı çoktan emekli oldu, torunlarıyla oynuyor. Bir kısmı, bir zamanlar boyuna depreşip duran rahatsızlığının tehlikeli bir "çocukluk hastalığı" olduğunu anlamış durumda muhtemelen. Bir kısmı ise ordunun en tepelerine kadar çıkmış ve eskisinden daha da rahatsız...
Şimdi yeni bir "genç subaylar" kuşağı var orada ve ben merak ediyorum:
Sen, genç subay kardeşim;
Harbiye'den çıktığından bu yana kışlada geçirdiğin her gün başarısız kalmış bir darbe haberleriyle yüzleşmek zorunda kalan sen; birlikte savaştığın komutanlarının akılalmaz provokasyon planlarının altında imzasını gören; bazı hainlerin kaos uğruna kendi jetimizi düşürmeyi bile planladığını okuyan, yeraltından ordu malı silahların fışkırdığına, ordu malı bombaların orada burada patladığına tanık olan sen...
Heron İhanet kayıtlarını okuyan sen...
Rahat mısın?
Bizler, her sabah gazeteleri açtığımızda yeni bir "bomba"yla sarsılmaktan allak bullak olduk artık. Eskiden ayda bir, haftada bir gelen "bombalar" artık günde ikişer ikişer gelmeye başladı ve bu bombardıman, ordudaki kirlenmeyi yıllardır bilen, yazıp çizen bizlere bile fazla geliyor artık.
Son iki gün, sadece son iki gün içinde öğrendiklerimize bak:
Hani geçenlerde Gediktepe'deki baskın sonrasında açıklama yapan Tümgeneral PKK'lıları çoban sandıklarını söylemişti ya; meğerse o baskını yapan PKK'lılar saldırıdan on beş gün önce sınır girişinde Heronlar tarafından tespit edilmiş ve bildirilmiş ama her nedense bölgeye gelen helikopterler gruba ateş etmeden geri dönmüş. Bu kadar da değil Gediktepe Sınır Karakolu'na baskın yapılacağı, saldırıdan iki gün önce istihbar edilmiş ve acil faksıyla komutanlara bildirilmiş. Ama yine bir tedbir alınmamış.
Şimdi bu durumda genç subay kardeşim; sen de benim gibi; lanet okumuyor musun? Bu kaçıncı ihanet; o zaman ne işe yarıyor bu Heronlar, diye saçını başını yolmuyor musun? Boşu boşuna ölen silah arkadaşların için ağlamıyor musun? Neden bu savaşın bir türlü bitirilemediğini anlamıyor musun?
Yine, hani geçen mart ayında Ankara'da sivil plakalı bir kamyon bir ihbar üzerine emniyet güçlerince durdurulmuş ve kamyonda TSK'ya ait 900 küsur el bombası bulunmuş ama hemen ardından bunun TSK'nın bilgisi dahilinde rutin bir nakliyat olduğu ve güvenlik nedeniyle sivil araç kiralandığı söylenmişti de bizler de "Hay Allah biz de artık çok şüpheci olduk" diye mahcup olmuştuk ya, işte o bombaların kriminal raporu tamamlanmış.
Ve ne çıksa beğenirsin?
O bombaların Ergenekon kapsamında 59 ayrı olayda kullanılan bombalarla kardeş olduğu, Ergenekon operasyonu kapsamında 12 ayrı olayda ele geçen bombalarla aynı seriden olduğu ortaya çıkmış.
Mart ayında ihbarı yapan kişi, kamyonlardaki mühimmatın Türkiye'nin birçok bölgesine dağıtılacağını ve kirli eylemler yapılacağını iddia etmişti.
Şimdi sen, genç subay kardeşim; bundan önce daha kaç kamyonun hangi illere hangi kirli eylemler için silah tevzi ettiğini, o silahlarla neler yapıldığını -ya da yapılacağını- merak etmiyor musun?
Hem bize hem sizlere bir kez daha yalan söylenmesinden; aptal yerine konmuş olmaktan dolayı kızgın değil misin?
Son birkaç günde yediğin bu darbeler yetmiyormuş gibi, bir de Genelkurmay'ın suça bulaşmış bütün bu insanları kulaklarından tutup adalete teslim etmek yerine, korumak ve kollamak için çırpındığını gördüğünde; Balyoz sanıklarına ordu tarafından standart savunma hazırlandığını; kaçak subayların orduevlerinde saklandığını okuduğunda derin bir hayal kırıklığı ile sarsılmıyor musun?
"Ya bir de bu adamları YAŞ'ta terfi ettirirlerse, biz bu bataklıktan nasıl çıkarız" diye düşündükçe yüreğin daralmıyor mu?
Biz şaşkınız... Kirlenmeyi biliyorduk ama bu kadarını bilmiyorduk...
Sen biliyor muydun?
Her sabah gazeteleri açtığımızda yeni bir ihanet haberi okumaya içimiz dayanmıyor artık.
Biz bu kadarına dayanamıyoruz...
"Harp Okulu'ndan mezun olurken ettiği yemini hâlâ dün gibi hatırlayan kardeşim; karısını, çoluğunu çocuğunu, bilmem kaç yüz kilometre uzakta bırakıp, ıssız dağ başlarında, kuş uçmaz kervan geçmez patikalarda, kalleş bir mayının her an patlayacak gümbürtüsüyle yaşayan teğmenim, üsteğmenim, yüzbaşım; binbaşım, albayım.
Sen;
Sen uzatmalı çavuşum, başçavuşum"
Sen dayanabiliyor musun?
X x x
Evet, sabır gerçekten de kilit kelime. Şu anda sen de biz de sabrediyoruz.
Ama bu sabırda tevekkül değil umut var. Sabrediyoruz, çünkü biliyoruz ki, bu dehşetengiz tabloyla karşı karşıya olmaktan daha kötüsü, bu tabloyla hiç karşı karşıya gelememek, varlığından haberdar olamamaktır. Biz yıllarca bu tabloyla bir arada ama onu göremeden yaşadık. Böyle şeyler hep oluyordu ama biz bilmiyorduk. Şimdi görebildiğimize göre çözüm süreci de başlamış demektir.
İşte sabır gücümüzü buradan alıyoruz. Gördüklerimiz bizi kahretse de böyle gelmiş olanın daha fazla böyle gidemeyeceğine inancımız bizi ayakta tutuyor.

http://www.bugun.com.tr/kose-yazisi/111310-genc-subay-kardesim-rahat-misin-gulay-gokturk-makalesi.aspx
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.