Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

03 Mayıs 2024, 10:38:20

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 155
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 135
Total: 135

Sap ve saman, Engin Ardıç, Sabah Gazetesi

Başlatan kilimanjaro, 18 Kasım 2010, 02:28:39

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Türkiye' de herşeyin 28 Ekim'i 29 Ekim'e bağlayan gece başladığını sananlar vardır...
Hocam Şerif Mardin bir gün derste böyle demişti.
Bunları da gördük, "yanlış bilgi" üzerine çıkarsamalar yapanları ve varsayımlar yürütenleri de. Dogmanı kur, sonra onun üstüne uç uçabildiğin kadar.
Size anlatmıştım, "sıkı Kemalist" bir doktor arkadaşım (hani şu "darbeler bugüne kadar hep solu ezdi, bir kerecik de sağı ezse ne olur" diye saçmalayan arkadaş), "Atatürk'ten önce Türkiye'de müzik olmadığını" sanıyordu...
Şimdi de Ahmet Kekeç'ten öğrendim, Nişantaşı kızlarını görünce ihtida edip Kemalizm'i kabul eden bir imam, "cumhuriyet olmasaydı Bedri Baykam resim yapamazdı" buyurmuş.
Ahmet de soruyor: Şeker Ahmet Paşa kimdir? Osman Hamdi Bey ne iş yapardı? Son halife Abdülmecid halı ticaretiyle mi iştigal ederdi?
Osmanlı'da resim olmadığını sanan arkadaş demek ki Abdülmecid Efendi'nin "Haremde Beethoven" tablosunu görse şırakkadak düşüp bayılacak.
Tövbe tövbe, haremde Beethoven çalıyorlarmış... Haremde ne çalınır? Çalınsa çalınsa Dede Efendi çalınır.
Beethoven'i ülkemize Riyaset- i Cumhur Orkestrası getirmemiş miydi yahu? Sandıklı Belediye Bandosu da ondan esinlenmişti...
Cem Yılmaz yönetiminde Borusan Orkestrası da cumhuriyetin ne sağlam temeller üzerine kurulu olduğunun göstergesi değil miydi? Boru muydu bu?
Ankara'da tiyatro açmak için Hitler'in gönderdiği Carl Ebert olmasaydı İstanbul seyircisi tiyatro mu görmüştü hayatında?
Kimileri "cumhuriyet olmasaydı camilerden çan sesleri yükselecekti" derler.
Hayır. Çünkü Anadolu'yu cumhuriyet değil, "TBMM Hükümeti" kurtardı. Kaldı ki "kıyılarımızı" geri aldık, Sevres Antlaşması'na göre Orta Anadolu Türkler'e bırakılmıştı, buradaki camilere ilişmeyeceklerdi...
Cumhuriyetten önce "adeta hayvanlar gibi" yaşadığımız fikri, geçmişi karalamak amacıyla yeni kuşaklara böyle şırınga edilmiştir.
Cumhuriyetten önce lise de vardı, üniversite de vardı, Danıştay da vardı, Sayıştay da vardı, sinema da vardı, tiyatro da vardı, müzik de vardı, edebiyat da vardı. ("Batı tarzında" dedik.) Senato bile vardı, senato!
O sizi zevkten tir tir titreten Aşk-ı Memnu'nun kapağını açın bakın bakalım, kaç yılında yayınlanmış?
Atatürk henüz askeri okulda öğrenciyken.
Bakın bakalım Darülbedayi kaç yılından, Darülfünun kaç yılından, Sanayi-i Nefise Mektebi, Mekteb-i Mülkiye, Mekteb-i Tıbbiye kaç yılından kalma?
Bana da sık sık yöneltilen bir uyarıdır: Cumhuriyet olmasaydı hangi okulda okuyup da adam olacaktın?
Okuduğum lise 1868 yılında, okuduğum yüksek okul 1863 yılında açılmıştır.
Biri cumhuriyetten elli beş, öteki altmış yıl önce.
Demek ki cumhuriyet olmasaymış "ümmi" kalmayacakmışız.
Bütün mesele kavramları birbirine karıştırmaktan çıkıyor. Ne ilgisi var siyasi rejimle resim sanatının?
Fakat amaç beyin yıkamak.
Desteksiz sallayıp geçmişi bir yandan kötülerken bir yandan da yok saymak (bu ikisi de birbiriyle çelişkili ayrıca)...
Anlama özürlüler ve kötü yürekli ve kilolu cinsel sapıklar için özel not: Bizim amacımız da "geçmişi yüceltmek" değil.
Cumhuriyeti de severiz, kazanımlarını da küçümsemeyiz.
Yalnızca sizi "yanlış dolduruşlardan" kurtarmaktır görevimiz.
Al işte örnek: Cumhuriyetin ilk iki yılında memlekette demokrasi olduğunu, Komünist Partisi'nin bile serbest olduğunu duymuş muydunuz?
Haa, demek ki "bozkırın ortasında" da olabiliyormuş, suyun kıyısında da.
Haa, demek ki cumhuriyet başka şeymiş, dikta başka, demokrasi başka, sap başka, saman başka.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/11/13/sap_ve_saman


Theaterführer, Engin Ardıç, Sabah Gazetesi

Gene yalan, gene yalan, gene yalan! Yalaaan, yalaaan!
Ama ben bıktım, bezdim bu "kan ve yalan üzerine kurulu" ülkeden!
Yalanla pazarlanan kişi, Carl Ebert.
Hani dün sözünü etmiştik, Ankara'ya gelip "Türk tiyatrosunu kuran" kişi...
Şeker Ahmet Paşa'nın toptan ve perakende toz ve küp şeker alım satımıyla, Osman Hamdi Bey'in tarihi eser kaçakçılığıyla, Halife Abdülmecid'in halı ticaretiyle iştigal etmeleri gibi, Muhsin Ertuğrul da o dönemde İstanbul'da kabzımallık yapıyordu herhalde... (Hıh, Bizanslı parçası...)
Anlamıyor değilim, bozkırın ortasına başkent de kurulabilir. Bir tercihtir.
Ama bunun küçük bir sakıncası vardır: Herşeyi "sıfırdan" kuracaksın.
Yol yapacaksın, banka binası yapacaksın, park yapacaksın, müze yapacaksın, tiyatro yapacaksın.
Ama bunları "Türkiye'de ilk" diye pazarlarsan, ayıp olmaz mı? Bunlar İstanbul'da yokmuş gibi... (Hıh, kahpe Bizans.)
Daha önce ülkemizde tiyatro yokmuş, Carl Ebert gelmiş, Türk tiyatrosunu yoktan var etmiş.
(Bu o kadar nizam ve intizama yol açmış ki, yıllarca İstanbul tiyatrocularıyla Ankara tiyatrocuları birbirlerini hiç sevmemişler, birbirlerini küçümsemişler, birbirleriyle alay etmişler...)
Ve böylece cumhuriyet tiyatrosu da çok sağlam temeller üzerine oturmuş. "Damdaki Kemancı" falan oynadıkları zaman gözlerimiz yaşarmış.
Carl Ebert... Bir Alman tiyatro adamı... Max Reinhardt'ın öğrencisi...
Bu adamı bugüne kadar "Nazi yönetiminden kaçıp da bize sığınan" profesörlerden biri gibi tanıttılar. Yahudi değildi ama, Türkiye'ye geldiğine göre demokrat falan sayılmalıydı.
Ebert Türkiye'ye ne zaman gelmiş? 1936 yılında.
Hitler'in iktidara geldiği 1933 yılından 1936 yılına kadar Almanya'dan kaçmış da biryerlerde mi gezmiş dolaşmış? Yoksa toplama kampından falan mı kurtulmuş da soluğu özgürlükler cenneti ülkemizde almış?
Böyle bir hava yaratılmıştır.
Oysa kazın ayağı şöyledir: Carl Ebert, Almanya'dan doğrudan buraya "gönderilmiştir"... Hem de "resmi" kanallardan.
Hitler'den rica edilmiş, İstanbul'a Muhsin Ertuğrul diye bir adam bulunmadığından ya da ipe un serdiğinden, Ankara'ya "Türk tiyatrosunu kuracak" bir önder istenmiştir (Theaterführer!)
Hitler de Carl Ebert'i göndermiştir. (Kibar adamdır, rica edildiği zaman Savarona'yı da bize bırakır.)
Bu, o günlerde hiç de tuhaf ya da ters karşılanmamış, olumlu bulunmuştur.
Niçin başka bir ülkeden değil de Almanya'dan?
Çünkü Almanya'yla çok sıkı fıkıydık.
Çünkü "muasır medeniyet seviyesinin" bir ucunu "totaliter ülkeler" teşkil ediyorlardı. Diğer ucu olan İngiltere gibi, Fransa gibi ülkeler pek parlak durumda değillerdi, demokrasiler sürekli olarak prestij kaybetme sürecine girmişlerdi. 1929 İktisadi Krizi'ne ilaç olarak faşizm ve komünizmin yıldızları parlamaktaydı.
Bu o kadar böyleydi ki, aynı 1936 yılında, İsmet İnönü ve arkadaşı Recep Peker, Mussolini İtalyası'ndan kopya edilmiş bir "faşist konseyinin", seçilmiş TBMM'nin dışında ve üstünde yer alacak "atanmış" bir meclisin planlarını yapıyorlardı. (Bunu öğrendiği zaman çok kızıp köpüren Atatürk'ten bir dayak yemedikleri kaldı, sustular.)
Tabii dönem değişince, muasır medeniyet seviyesi niyetine bu kez Amerika'nın dümen suyuna girilince, Carl Ebert gibi adamlarla iş yapmış olmak, daha doğrusu genel anlamda Almanya'yla enseye tokat olmuş bulunmak, Ankara çevrelerini rahatsız etmeye başladı...
Bu minareye artık bir kılıf uydurmak şart olmuştu.
Böylece, Ebert'in, sözgelimi bir Profesör Hirsch gibi "Hitler zulmünden kaçıp bize sığınmış olduğu" palavrası ortaya atıldı.
Ama öyleleri de vardı. Peki nasıl oluyordu, hem Hitler'den adam kaçırmak, hem Hitler'den adam ithal etmek?
"Doktrinleştirirsek donar kalırız" denilmemiş miydi? Hayatta esnek ve pratik olacaksın.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2010/11/14/theaterfuhrer
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.