Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

08 Mayıs 2024, 12:22:03

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 129
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 103
Total: 103

Zenginler, orta sınıf ve yoksullar, Ali Bulaç, Zaman

Başlatan Avukat, 03 Mart 2010, 23:32:14

« önceki - sonraki »

Avukat

Batı'da siyasi partiler, şu veya bu sınıfı iktidara taşımak üzere kurulurlar. Biz tarihsel olarak sınıflı toplumlar değil isek bile, eşitsiz kalkınma ve devletçe empoze edilen modernizasyon politikaları sayesinde giderek katmanlar arasındaki iktisadi gelir farklılığı sınıflara dönüşüyor. Bizde de zengin zümreler, süreçlerin avantajlarını kullanarak servetlerine servet katıyorlar, yoksullar daha yoksul olurken, orta sınıf kar topu gibi eriyor.

Türkiye'nin açıklanan en zengin 100 işadamının geçen yıla göre servetleri 31 milyar dolarlık ve yüzde 55 artışla, 87 milyar dolara çıkmış. Aslında sıralamayı ilk 500 zengine kadar yapmak lazım. Görülecek ki, rakam 500'de duracak. Ötesinde bu skalada zengin yok. Kısaca Türkiye'de ekonomisi iyi giden, 500 kişilik küçücük bir zenginler müfrezesidir.

Araştırma şirketlerine göre seçimlerde neticeyi belirleyen asıl faktör yüzde 90 ekonomidir. Ekonomik tabloya baktığımızda işsiz rakamı 3 milyon 47 bin. Aslında bu sayı 6 milyondur. 3 milyon çalışan da asgari ücretle geçiniyor. Adil Gür'ün araştırmasına göre, işsizlerin yüzde 26,9'u 25 ve 30 yaş arasındaki kişilerden oluşuyor. Bunu, yüzde 24,7 ile 20 ve 25 yaş arasındakiler izliyor. 30-40 yaş arasındaki işsizlerin oranı ise yüzde 24,4. (Akşam, 1 Mart)

Zenginlerin aile ve soyadlarına dikkatle bakın, servetin belli bir kabile içinde dönüp dolaştığını görürsünüz. Bu kabilenin SDK (sivil devlet kuruluşu) hükmünde örgütlendiği kuruluş TÜSİAD'dır. TÜSİAD, Ümit Boyner'in başa gelmesiyle ufak bir hareketlilik kazandı. TÜSİAD öteden beri risk almaz, devletin otoriter, antidemokratik diretmelerine açıktan ses çıkarmaz; şu veya bu tarafa kolayca çekilebilecek esnek demeçler verir.

Dünyayı ekonomik krizin sarstığı bir dönemde, büyük sermaye yüzde 55 büyürken, orta sınıf ve yoksullar ne alemde dersiniz? Süleyman Yaşar, rakamları veriyor (Taraf, 1 Mart): "Türkiye'nin en yoksul yüzde 5'inin ödediği tüketim vergisi yükü, en zengin yüzde 5'inin ödediğinin iki katı... OECD üyesi 30 ülke içinde Meksika'dan sonra gelirin en adaletsiz dağıtıldığı ikinci ülkeyiz." Toplanan vergilerin yüzde 70'e yakını tüketim üzerinden, yani halktan toplanıyor. Dahası, devlete ödedikleri vergileri bizden topluyorlar. Dünyanın en pahalı enerjisini tüketiyoruz, en pahalı suyunu içiyoruz. Kar ve yağmurdan barajlar taştı, hiç değilse 2 ay su bedava verilmedi veya ucuzlatılmadı.

Bu ülkenin yükünü orta sınıf ve yoksullar çekiyor. Bugün demokratikleşme yolunda, cuntacıların ve çetelerin tasfiyesi yönünde büyük bir mücadele veriliyor. Bu mücadeleye destek toplumun ana gövdesinden, orta sınıftan, muhafazakâr kesimlerinden geliyor. Riski onlar alıyorlar. TÜSİAD her zaman olduğu gibi aşırı ihtiyatlı, hem nalına hem mıhına bir tutum içinde. Yeni Başkan Boyner'in bir nebze dikkat çeken demecine Güler Sabancı hemen "balans ayarı" yaptı: "TÜSİAD'ın ana rotasında değişiklik olmaz. Yaklaşımlarda değişiklikler olabilir."

Küresel sermaye ve imtiyazlı zenginler; büyük alışveriş merkezleri ve bu sene sadece İstanbul'da sayıları 109'a çıkacağı söylenen AVM'ler üzerinden esnafı piyasadan siliyorlar. AVM'ler ve büyük marketler sadece mal satmıyor, bir kültür ve yaşama biçimini de empoze ediyorlar. Serbest sularda ördeklere karşı timsahların özgürlüğünü savunanlara göre, bu dev "alışveriş merkezlerini yasaklamaya kalkışmak sosyal hayata darbe indirmek anlamına gelecek. Çünkü hafta sonlarında zaman geçirecek mekân bulamayan vatandaşlar bunalıma giriyor."

Önümüzde seçim var. Ekonomi hâlâ belirleyici. Eğer seçim öncesinde piyasaya birkaç milyar dolar pompalayarak bu handikabın aşılacağı düşünülüyorsa bunun faydası olmayacaktır. Asıl yapılması gereken, temel iktisat politikalarının orta sınıfın güçlendirilmesi ve yoksulların korunması yönünde yeniden şekillendirilmesidir. Bizde ekonominin asıl sorunu "büyüme" değildir, adaletsiz bölüşümdür. Bu adalet sağlanamıyor.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=957356&title=zenginler-orta-sinif-ve-yoksullar

kilimanjaro

Almanlar der ki "en iyi anlaşma, tarafların yakındığı anlaşmadır." Demek oluyor ki Anayasa Mahkemesi'nin kararı da iyi bir anlaşma olmuş.

Çünkü şu ana kadar Sayın Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek beyden başka kimsenin karardan memnun olduğunu görmedim.

Yargıtay ve Danıştay üyeleri, "bizim istediğimiz gibi olmadı" diyor, hükümet üyeleri de de öyle...

Peki, halk memnun mu?

* * *

Esasında halk kimsenin umurunda değil. Siyasiler, birbirine üstünlük yarışında...

Hükümet ömrünü uzatma derdinde, milletvekilleri bir sonraki dönemde de meclise girme peşinde... Yargıdaki siperleri ele geçirmiş Ergenekoncular da alan savunmasında. Askerlerin ise kafası karışık... STK'lar nüfuz peşinde. Cemaatlerin güzünü para toplama hırsı bürümüş...

Halk ise, 9-10 bin dolar olduğu söylenen gayr-ı safi milli hasıladan kendisine ne zaman bir şey düşeceğini merak ediyor.

İsraf ateşi gürül gürül yanıyor. Tenceresinde nimeti kaynayanlar rahat, kazanı boş olanlardan ise ağır dumanlar yükseliyor... Bu da tüm idealleri, değerleri, gayeleri, arka plana atıyor.

Yüksek idealleri bulunan insanlar kaldı mı bilmiyorum. Ama 'İslamcı' kesimin, 1994-96'lı yıllardaki saflığından ve temizliğinden eser kalmadığı kesin! Dolayısıyla kimin haklı kimin haksız, kimin dürüst kimin hırsız olduğu pek bir kıymet ifade etmiyor artık.

Çünkü kimsede ötekine "edepli ol yahu!" diyecek İFFET, 'sen dürüst değilsin!' diyecek SAFVET, 'adam gibi adam ol kardeşim!' diyecek HASLET kalmamış. Herkesin üzerine yeterince 'neces' (maddi kirlilik), kalbine ve ruhuna 'hades' (boy abdesti almayı gerektiren manevi kirlilik) bulaşmış.

Müslüman, Müslüman gibi müstakim, düzgün, harama karşı dik duruşlu değil ki, ötekine nasihat versin. Zalimden daha mazlum değil ki, lütf-i ilahi kendisine imdat etsin.

Halkın ekseriyeti saf ve temiz olabilir. Ama öne çıkardıkları, siyaseten beni temsil etsin dedikleri kirli. Temiz olsalar da en kısa zamanda o kadar kirleniyorlar ki, merhamete liyakatlerini kaybediyorlar.

Zaten Allah da müstahakları böyle cezalandırıyor. "Bir topluluğu helal etmek istersek, onun en suçlularını en günahkârlarını onlara baş yaparız" buyuruyor.

Eğer iktidar yaptıklarımız, bizim sandığımızın yarısı kadar dürüst kalabilselerdi, vallahi Türkiye'de mucizevî gelişmeler olur ve kısa zamanda nizam koyucu ülke olurduk!

* * *

Cenab-ı Allah bu ceberut rejiminden kurtulalım diye sayısız kere bu millete fırsat verdi. Biz hepsini, ya muhteris ve aç gözlü veya basiretsiz siyasetçilerimiz yüzünden kaybettik.

İlk fırsat 1950'de geldi. Biz şımardık, bize verilen nimeti, particilik saikıyla heder ettik. Hal ve hareketlerimizle, rejim yanlılarını yekvücut kılıp kenetlenmeye sevkettik. Öfke birikti birikti ve sonunda başlangıçta bizim safımızda olanlar da karşı tarafa geçtiler. Öfke seli taştı, bendini yıktı ve üç siyasetçi idam edildi. Umut 20 yıl ertelendi.

Sonra bu millet, AP denemesiyle yumuşatılmış bir geçiş yapmak istedi. Bu sefer de cemaatler, arpalık kapmak, biri diğerinin önüne geçmek için birbirini yemeye başladı. Siyasette birlik dağıldı. Tabii işin en başını tutan ve kimi cemaatlerce kendisine büyük misyon yüklenen siyasetçinin samimi olmayan tutumu da bunda büyük rol oynadı. Ve ardından 80 darbesi...

1983'lerde Cenab-ı Allah yeniden bir fırsat verdi bu millete. Önünü açsın da kendi coğrafyasında yaşanan zulümlere bir dur desin, diye. Millet kahir bir ekseriyetle Özal'ı ve ekibini iktidar yaptı. Fakat daha üzerinden bir dönem geçmeden iktidar yandaşları, çekirge sürüsü gibi milletin bağına bahçesini sardılar da bir anda kupkuru kaldık. Damat İbrahim'in sefâhatine rahmet okutacak, Lale devrini geride bırakacak tantanalar, israflar, talanlar ve hayâsızlıklar ortalığı kaplayıverdi. 

Talut'un askerleri (yani iktidar yandaşları) bir kere daha ırmağa ulaşır ulaşmaz suya abanmıştı. İçtikleri su (rant/haram yiyicilik), onlarda, ırmağı geçip Calut'un (rejimin ve onu ayakta tutan cuntanın) ordularıyla savaşacak mecal bırakmamıştı. Böylece Özal ile yeşeren umut da birtakım murdar hevesler uğruna harcanıp gitmişti... Ve millet bir kere daha büyük bir umutsuzluk girdabına sürüklenmişti.

"Bu iş olmayacak" diye ümitsizliğe düştüğü noktada malum 'postmodern'(!) darbe geldi. Bediuzzaman'ın, Emirdağ Lahikası'nda 'adliye vekili ve Risale-i Nur ile alakadar hâkim ve savcılarla bir hasbihaldir' başlığını taşıyan mektubunda zikrettiği, mektubunda 4 kere '50 yıl sonra' diyerek tarihini verdiği darbe! 1947'de yazdığı, Türk milletini bütün bütün sukut ettirecek, İslam ile bağlarını kesecek ve bin yıllık şanlı tarihini lekedar edecek o büyük 'varta' geldi. Bin yıl sürecek denildi.

Halbuki, Bediuzzaman tam da o tarihte milletin yeni bir çıkış yakalayacağının haberini de veriyordu. Hicrî 1417.  Miladi 1996-97'ye denk gelen o tarihte 'Allah onların velisidir ki, onları karanlıktan aydınlığa çıkarır' ayetinin cifir değeri itibarıyla, karanlıktan çıkış olması gerekiyordu. Halbuki o tarihte darbe olmuş ve bin yıl devam edeceği iddia edilmişti.

O zulüm ve baskı 5 ve 7 yıl sonra rövanşını getirecekti. Öyle de oldu. Bu millet, 'ben yaparım ve hem de düzgün yaparım' diyen bir ekibi (AK Parti) iktidara buyur etti. 'Ben seni tanıyorum. Şehirlerimi düzelttin, İstanbul'u adam ettin, Türkiye'yi de edersin' diyerek benzeri görülmemiş bir şekilde büyük bir güvenle emaneti ona teslim etti...

Şimdilerde o sürecin sonlarındayız. Bu fırsat da kaçacak mı, millet bir kere daha, onu yokluğa, uşaklığa ve karanlığa mahkûm etmiş şu rejim karşısında boynun eğip 'bir başka bahara' diyecek mi –ki onun emareleri görülmeye başladı- yoksa 'hayır bu kere, havluyu atmayacağım' mı diyecek?

Anayasa Mahkemesi'nin aldığı karar gösteriyor ki, rejim, alan savunmasına devam edecek. Daha doğrusu, tiranlığını savunacak. Milletten gasp ettiği yetkiyi ona karşı kullanmayı sürdürecek.

İşte görüyorsunuz, o makamlara gelmek için adil bir seçim yapılmasını bile istemiyorlar. "Biz kadıyız ve mahkeme bizim mülkümüzdür" diyorlar...  Milleti üç kâğıda bağlamışlar bir şekilde. Üç taş oyununda olduğu gibi, taşı geri çekse de kendisi kazanacak, ileri sürse de...

Mesela diyelim, Yargıtay, Danıştay vs. HSYK'ya aday gönderecek. Bütün üyelerin katıldığı bir seçimle önce birinci olacak isim belirleniyor. Ardından bir kere daha bütün üyelerin katıldığı yeni bir seçimle ikinci isim belirleniyor. Sonra yine bütün üyelerin katıldığı bir başka seçimle üçüncü isim belirleniyor. (Daha önce yazmıştım). Böylece her seferinde ilk ismi seçen ekip diğer adaylarını sahneye sürüyor. Hem de demokratik (!) bir yöntemle, seçimle!

Değişiklik ise diyor ki, 'Tüm üyelerin katıldığı bir seçim yapılsın; aynı seçimde en çok oy alan birinci, ondan daha az alan ikinci, diğeri de üçüncü olsun...'

Bu önerinin nesi yanlış ki koca Anayasa Mahkemesi bir tek bu maddeyi iptal ediyor?

Bu ne demek? Eğer bir tek seçim yapılsa, mesela diyelim, Yargıtay'ın 20 üyesi var. Bunların 11'i aynı kafada, diğerleri farklı. O zaman bu 11'in adayı otomatik birinci olacak. Diğer  9 kişinin adayı da ikinci olur veya üçüncü olur.

Ama işte yargı mensupları bunu istemiyor. Ya ne istiyor?  O 11 kişi, her seferinde kendi istedikleri seçilsin diye, her isim için yeniden tüm üyelerin katıldığı seçim yapılsın diyorlar. Böylece, birinci olan da ikinci olan da üçüncü olan da kendi emirber adamları olacak! Cihaneri bırakan hakime Yargıtay başkanlığı önerilmedi mi? Nasıl seçecekler peki? İşte böyle. Cumhurbaşkanı da güya önüne gelen üç seçenekten(!) birini seçmiş oluyor.

Bunun millete ve iktidara verdiği mesaj şudur: Ben yargıyı ele geçirmişim, kaptırmam!

* * *

Kaptırmasa da hakkı var. Çünkü bu işi düzeltmek isteyen de yeterince samimi değil... Yani hükümet!

Bu hükümet bütün bunları bilmiyor muydu ki, millet ona şu kadar yetki verdiği halde 7 yıl bekledi. Acaba ilk devrelerinde şu işlere girişilseydi, böyle bir tepki mi alınırdı? Hayır. Beklediler. Çünkü esasında hiçbir hazırlıkları yoktu. Gelir gelmez de Talut'un askerleri gibi suya (iktidarın nimetlerine) bandılar ve milletin asıl derdiyle hiç ilgilenmediler. Yollar, hanlar saraylar yaptılar tabii... Şantiye aynı zamanda rantiye olunca, millet yapılanları hükümetin hasenat hanesine yazmadı.

Eğer daha baştan, yani kirlenme başlamadan bu değişiklikler yapılsaydı iş çok daha kolay olurdu. İktidar, zaten müttehem olduğu bir zamanda itibarını bu değişiklikle düzeltmeye kalkışınca, iş bu hale geldi. Anayasa değişikliği, bu zamana mı bırakılmalıydı? Belediyelerin yolsuzlukla, siyasetçilerin rantçılıkla, AK Parti çevrelerinin malı götürmekle itham edildikleri şu zamana?

AK Parti, şu anda harıl harıl bahçesini temizlemekle meşgul biliyorum. Mıntıka temizliği yapıyor. Genel merkez, teşkilatı hallaç pamuğu gibi atıyor şimdi ama Bağdat harap olmuş! Bundan sonra nasıl toparlarlar bilmiyorum. Biz bu işin yapılması gerektiğini iki yıl önce söylediğimizde dışlandık. 'Bahçenizden pis koku geliyor' diyenlere sus dendi. "Millet bu iktidardan çok şey bekliyor. Milletin mukadderatının yeniden yazıldığı, bu coğrafyaya yeniden şekil verildiği, bir milletin tarihinde üç yüz yılda bir rastlanır cinsten gelişmeler yaşandığı; dolayısıyla bu dönemde milletin, güçlü bir iktidara ihtiyacı bulunduğu, bunun da ancak ve ancak 'gerçek ve doğru bir Müslümanlıkla, dürüstlükle" olabileceğini söyledik.

Hatta "eğer siz birkaç adamınızı ipe çekmezseniz (yani açığa almazsanız) birileri bu iktidarı ipe çeker de milletin bir kere daha eli koynunda kalır", dedik. Ama nafile. İktidar böyle bir şey! Altındaki sandalye sarsılmadıkça kimsenin aklı başına gelmiyor...

Şimdi mucize bitti. Deniz Baykal da yok ki imdat etsin. Asker de artık irtica mirtica demiyor. Sizin elinizde de milleti yeniden etrafınızda toplayacak projeler yok.

Üstelik karşı cephe kenetlenmiş. Ne kadar adaletten, insaftan uzak, ne kadar reşid akıldan bigane hareket ediyorlar görüyorsunuz. Arpalıkları devam etsin diye adaleti bile hiçe sayabiliyorlar. Buna rağmen büyük bir kesimden alkış alabiliyorlar!

Neden? İşte bunu sorgulamak lazım...

Çünkü biliyorlar ki, iktidar da kendilerinden farklı değil. Sen iktidar olarak tüm rantı, tüm imkânları, tüm nimetleri kendi taraftarlarına peşkeş çekersen –iddiaları bu çünkü- birileri de adaleti hiçe sayarak kendi rantını koruyacaktır. (Ben bir belediyenin tepe noktalarında görevli birilerine "Siz sıradan insanların hiçbir makul talebine –içinde küçücük bir risk olsa- olumlu cevap vermiyorsunuz, yol da göstermiyorsunuz. Buna karşılık, asla olmaması gereken tekliflerle size gelenlere 'beni de ortak edersen olur' diyorsunuz!" demiştim de itiraz bile etmemişti. Çünkü o da işlerin bozulmasından son derece muzdaripti...)

İşte Anayasa Mahkemesi'nin kararı bu kadar açık bir tavır!: Diyorlar ki "Adalet madalet umurumuzda değil. Buranın rantını size yedirmeyeceğiz!"

Hâlbuki eğer iktidar çoğunluk olarak başlangıçtaki safiyetini muhafaza etseydi –ben temiz olanları tenzih ediyorum ki çok sayıda kıymetli insan var o teşkilatta-  şu durumda yargıya yapacağı itirazlara hiç kimsenin gıkı çıkmazdı. Ama şimdi o kadar bulanmışlar ve elleri o kadar kirlenmiş ki, 'yok birbirimizden farkımız' diyebiliyorlar.

Bir gün emekli bir askere, hem de parasal işlerle çok meşgul olmuş bir emekli askere, "askerler neden iktidarların hırsızlıklarından hiç rahatsız olmuyorlar? Darbelere hep irticayı bahane ediyorlar. Hâlbuki hırsızlığı bahane etseler, millet onları destekler." diye sorduğumda, 'hırsız hırsızdan rahatsız olmaz' demişti kısaca...

Şimdi tersinden şunu demek hakkımız var; "demek hükümetler de yargıçların huzuruna çıkacak kadar alnı ak değil ki, dayatmalarına bir şey yapamıyorlar!"

Olan da millete, memlekete oluyor. Korkarım ki –inşallah yanılırım- yine bir 20 yıl kaybettik... Muktedir olanlar keselerini doldurdu. Şimdi yeni açlar gelecek. Allah millete ..... versin!

Artık, o noktalı yere  'sabır' kelimesini mi yoksa 'feraset' ibaresini mi koyarsınız yahut, 'müstahakkını mı dersiniz, o da size kalmış...

M. Ali Bulut - Haber 7
mabulut@gmail.com
http://www.haber7.com/haber/20100710/Ak-Parti-mintika-temizligi-yapiyor-ama.php
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.