Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

29 Nisan 2024, 14:53:41

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,824
  • Toplam Konu: 4,365
  • Online today: 112
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 98
Total: 98

Hz. Mevlânâ'dan günümüze mesajlar.., Ahmed Şahin, Zaman

Başlatan kilimanjaro, 21 Aralık 2011, 22:53:48

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Hz. Mevlânâ 738. vuslat yıldönümünde yine gündemimizi güzelleştirmekte, yaşadığı özel ve güzel örneklerden bazılarını tekrar etmeye yine ihtiyaç duymaktayız. İşte günümüze mesaj yüklü misallerinden bazıları...

****

Mevlânâ Hazretleri, ziyaretine gelen bir genci kendi oturduğu makamına buyur eder, kendisi de gencin karşısına geçip iki dizi üzerine yere oturmayı tercih eder. Çevredekiler Mevlânâ'nın makamını bir gence terk edip karşısında hürmetle diz çöküşünü fazla bularak bunun sebebini sorarlar. Şöyle açıklar Mevlânâ bu saygının sebebini:

-Bu genç der, Kur'an'ı ezberlemiş bir hafızdır. Kalbinde Kur'an'ın tamamı yazılıdır. Siz sokakta üzerinde Allah yazılı bir kâğıdı görünce hemen hürmetle eğilip alıyor, üzerindeki tek kelimenin hatırı için onu yüksek bir yere koyarak saygı gösteriyorsunuz. Ben de kalbine Kur'an'ın tamamı yazılı bir gence hürmet ediyor, hafızasındaki Kur'an'a karşı saygımı ifade ediyorum...

Kur'an'a böylesine derin saygı içinde olan Hz. Mevlânâ, bir ara güzel sesli hafızın okuduğu ayetleri dinlerken gözyaşlarını tutamayıp ağlamaya başlar. Bu sırada yanında uyuklamakta olan biri de ansızın uyanıp baktığı Mevlânâ'nın gözyaşlarını görünce şaşkın halde sorar:

- Efendi Hazretleri niçin ağlıyorsunuz der, gözyaşı dökecek ne var ortalıkta?

Mevlânâ uykulu adamın anlayacağı dilde anlatır ağlama sebebini:

-Güzel sesli hafızların okuduğu Kur'an sesi bana Cennet kapısının açılış sesi gibi geliyor da ondan ağlıyorum, der...

Esneyen adam da başını sallayarak, "Bana da öyle geliyor!.." der.

Mevlânâ küçük bir düzeltme yapar:

-Senin işittiğin ses, der, Cennet kapısının açılış sesi değil kapanış sesi olmalıdır. Çünkü der, açılış sesi ağlatır, kapanış sesi uyku getirir!

****

Bir talebesi evlenmiş, hayata karışmıştı. Ziyaretine geldiğinde kılık kıyafetinden talebesinin ihtiyaç içinde olduğunu anladı. Fakat halkın içinde mahcup etmeden nasıl yardımcı olabileceğini düşünüyordu. Bu sırada oturduğu kapının arkasından kalkıp gitmek üzere olan talebesine seslendi:

-Osman! dedi, sen eksiden çok mütevazı biri idin, gelip elimi öperdin. Halbuki şimdi uzakta oturuyorsun, ne yanıma yaklaştığın var ne de elimi öptüğün!

Osman mahcubiyetle Mevlânâ'nın yanına gelip eline sarıldı. O sırada avucu içine önceden hazırladığı altını kimsecikler görmeden Osman'ın avucu içine koyarak elini kapatan Mevlânâ, şu tembihte bulunmayı da ihmal etmedi:

- Osman dedi, ben el öptürmeyi çok severim, sık sık gelip elimi öpmeni istiyorum, anlaşıldı mı?!.

Osman avucu içindeki altını sıkı sıkıya tutarak çıkıp evin yolunu tutarken bu zarif anlayış karşısında öylesine duygulandı ki, yol boyunca gözyaşlarını durduramadı...

****

Bir defasında Mevlânâ da zikir halkasına katılmış, çevresiyle birlikte zikrediyordu. Tam bu sırada bir sarhoş da halkaya girip zikretmeye başladı. Ancak sarhoş dengesini tutamıyor, yanındakilere çarpıyor, rahatsızlık veriyordu.

Tutup dışarı atmak istediler. Sarhoş çıkmak istemeyip direnince zorlamalar başladı. İş tekme tokada kadar varınca Mevlânâ sordu:

-Ne yapıyorsunuz öyle?..

-Sarhoştur dediler, aramızdan ayrılmak istemiyor, biz de çıkarmaya çalışıyoruz.

İşte bu sırada söyledi tarihî sözünü:

- Demek şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz!.

Ne muhteşem bir uyarı bu! Hem de kitaplık çapta uyarı!..

-Şarabı o içmiş, sarhoşluğu siz yapıyorsunuz!

Anlaşılan sarhoş da olsa saf dışı edilmesini istemiyor, hor hakir görülerek dışarı atılmasına razı olmuyordu...

Bu sebeple tarihî uyarısına şu cümleyi de ilave ediyordu:

-Düşene herkes tekme atar, bir tekme de siz atmayın!

****

Bir gün yolda giderken kendisini gören bir papaz oturduğu yerden hemen ayağa kalkıp sonra iki büklüm halde aşağı eğilerek saygıyla selamladı kendisini. Bu tevazuu gören Mevlânâ ise papazdan daha aşağıya eğilerek selamına karşılık verdi. Bu duruma itiraz eden bir Müslüman, "Bir papaza karşı bu kadar aşağıya eğilmek olur mu?" deyince:

- Elbette olur, dedi ve gerekçesini şöyle anlattı:

-Tevazuda da papazı geçmemiz gerekir!

Ne dersiniz, bize de mesaj var mı bu örneklerde?..

a.sahin@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1217110
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

#1
Şeyh İle Padişah

   Bir padişah bir şeyhe bir gün:

   - "Benden bir şey dile." dedi.

   Şeyh cevap verdi.

   - "Ey padişah bana bunu söylemekten utanmıyor musun? Hele biraz daha yüksel de öyle konuş. Benim iki kölem var, onlar çok basit kimseler oldukları halde her gün sana hükmederler, emrederler?" dedi.

   Padişah bundan dolayı kızdı.

   - "Ey Şeyh bu sözün hatalı bir söz, kim bana emredebilir, o dediğin kişiler kimlerdir, söyle!" dedi.

   Şeyh gülerek cevap verdi:

   - "Sana emreden kölelerimden biri kızgınlık, diğeri şehvettir." dedi.



Yolun Kenarına Diken Eken Adam

   Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekti. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başladı. Gelip geçenler:

   - "Bu dikenleri sök, insanları rahatsız etmesinler." demeye başladılar. Fakat adam bunları duyuyor fakat aldırmıyordu. Bir gün Allah'ın bir velisi ona:

   - "Mutlaka bu dikenleri sök." dedi.

   Adam itiraz etmedi.

   - "Evet mutlaka bir gün sökerim." dedi.

   Adam ha bire yarın yarın dedikçe dikenler büyüyüp kuvvetleniyordu.

   Veli adama:

   - "Ey vaadinde durmayan adam, sök şu dikenleri bu işi sürüncemede bırakma." dedi.

   Adam:

   - "Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka bu işi yapacağım." dedi.

   Allah'ın (c.c.) velisi bunun üzerine şu sözleri söyledi:

   - "Sen, hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun, fakat şunu bil ki her geçen gün o dikenler büyüyüp güçleniyor, dikenleri sökecek olan sen ise güç kuvvet kaybediyorsun, dikenler gün geçtikçe gençleşiyor sense ihtiyarlıyorsun."

   * Cömertlik, şehvetleri lezzetleri terk etmektir.

    * Dağ vardır sesi iki misli aksettirir, dağ vardır sesi yüz misli aksettirir.




Sağırın Hasta Ziyareti

   Bir gün anlayışlı yol, yordam, hal hatır bilen bir zat bir sağıra:

   "Komşun hasta" diye haber verdi.

   Bunun üzerine sağır düşündü ve kendi kendine:

   "Bu sağır kulaklarla komşumun sözünü anlamam mümkün değil, fakat yine de gitmek lazım gitmezsem olmaz." diye düşündü. Sonra kendi kendine şöyle dedi:

   "Hastayı ziyarete giderim ona:

   "Ey benim sevgili dostum nasılsın?" derim o zaman elbetteki

   "İyiyim yahut da hoşum şükürler olsun." diye cevap verecek.Ondan sonra:

   "Ne çorbası yedin?" diye sorarım. O da:

   "Mercimek çorbası." diye cevap verecek o zaman ben de:

   "Afiyet olsun, dedikten sonra hekimlerden kim geliyor, seni kim tedavi ediyor?" diye sorarım. O:

   "Filan hekim." deyince:

   "O hekimin ayağı çok uğurludur, o çok usta bir tabiptir o geldi mi işin yolunda demektir. Biz de onu denedik neye elini sürerse, kimi tedavi ederse onun işi tamam demektir." derim.

   Sağır kafasında soruları ve cevapları kurarak komşusunu ziyarete gitti; selam verdi:

   "Nasılsın komşun?" diye sordu.

   Komşusu inleyerek:

   "Ölüyorum." dedi.

   Sağır daha önce düşündüğü ve tasarladığı gibi:

   "Çok şükür." deyince buna hastanın canı çok sıkıldı.

   "Bu ne biçim komşu, galiba benim kötülüğümü düşünüyor." diye düşündü. Tam bu sırada:

   Sağır devam etti:

   "Ne yedin?" diye sordu.

   Hasta kızgınlıkla:

   "Zehir!" dedi.

   Sağır sükunetle:

   "Afiyet olsun." dedi. Bunun üzerine hasta iyice sinirlendi, fakat sesini çıkarmadı, sağır devam etti.

   "Tedavi için hekimlerden kim geliyor?" dedi.

   Artık dayanamayan hasta:

   "Başımdan defolup git be adam, kim gelecek Azrail geliyor!" diye bağırdı.

   Bunun üzerine sağır:

   "Ha o mu, onun ayağı çok uğurludur, artık üzüntüyü bırak sevin, neşelen." dedi.

   Artık hastanın üzüntüsünün sınırı yoktu, adeta kahrolmuştu.

   Sağır, komşuluk hakkını ödedim, hasta komşumun halini hatırını sordum diye sevinerek dışarı çıktı.

   Hasta bu sırada:

   "Bu adam benim düşmanımmış, kötülüğümü istiyormuş, bugüne kadar anlayamamışım." diye düşünüyordu.

   * Ebucehil'in oğlu iman edip müslüman oldu, Hz. Nuh'un oğlu yanılıp küfürde kaldı.



Hz. Ömer'in Yangını Söndürmesi

   Hz. Ömer döneminde bir yangın çıktı bu o kadar şiddetli bir yangındı ki ateş taşları bile kuru odun gibi rahatlıkla yakıyordu.

   Yangın çok büyüktü ve her an daha da büyüyordu. Yangın büyüdükçe büyüdü; evleri, yapıları hatta kuşların kanatlarını ve yuvalarını tutuşturmaya başladı.

   Kısa bir sürede alevler şehrin yarısını sardı:Artık su kar etmiyordu. Halk ateşe kova kova su ve sirke döküyordu, fakat nafile.

   Yangını söndüremeyen halk Ömer'e koşmaktan başka çare bulamadı.

   "Ya halife yangını söndüremiyoruz, bize yardım et diye yalvardılar."

   Hazret-i Ömer işin aslını ve sırrını biliyordu.

   - "O yangın Allah'ın (c.c.) alametlerindendir. Sizin cimrilik ateşinizin bir şulesidir. Yangına su serpmeyi bırakın cömertlik edip fakirlere, yoksullara yardım edin, yiyecek içecek dağıtın, cimriliği bırakın." dedi.

   Bunu duyan halk itiraza başladı:

   - "Biz cömert insanlarız fakirleri doyuruyor yoksullara yardımda yarışıyoruz." dediler.

   Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a.):

   - "Siz adet haline getirdiğiniz için yoksula yardım ediyorsunuz. Allah (c.c.) rızası için değil. Sizin derdiniz, maksadınız, övünmek, gösteriş yapmak. Yoksa siz Allah'ın (c.c.) rızasını gözetmiyorsunuz. Bunu terk edin ki Rabbim size merhamet etsin." buyurdu.

   * Dış alemdeki ateşi su söndürür. Fakat şehvet ateşi kıyamete kadar sürüp gider.



Hz. Ali'nin (k.v) Cevabı

   Müşrik bir kişi bir gün Hz. Ali'ye (k.v) dedi ki:

  - "Allah'ın (c.c) koruyuculuğuna elbette inanmışsındır."

  Hz. Ali (k.v) :

  - "Evet, dedi. O koruyucudur, ganidir."

  O müşrik yahudi :

  - "Öyleyse kendini şu yüksek damdan at ki ben buna şeksiz şüphesiz inandığına kani olayım." dedi.

  Bunun üzerine mü'minlerin Emiri :

  - "Sus ve defol git ki bu cür'etin yüzünden başına bir dert gelmesin. Kulun Rabbini sınaması hiç yaraşır mı? Kulunu sınamak Rabbin (c.c) işidir. O her an kulunu sınar. Kulun haddine mi düşmüş ki böyle bir edebsizliğe kalkışsın." dedi.

  * Ey hayrı, şerri bilmeyen, sen kendini sına, başkasını değil.



Gül Kokusundan Bayılan Adam

  İri yarı adam bir gün güzel koku satanların pazarına gelince aklı başından gitti yere yıkılıp bayıldı, yol ortasına bir ölü gibi yığıldı kaldı...

  Bunu gören halk başına üşüştü.

  Başına toplananlardan kimi kalbini yokluyor, kimi yüzüne gül suyu döküp duruyordu.

  Bilmiyorlardı ki adamcağız gül kokusundan bayılmış...

  Kimi bileklerini, başını ovuyor kimi öd ağacına şeker karıştırarak tütsü yapıyor, bir başkası elbiselerini çıkarıp üstünü hafifletiyordu.

  Birisi nabzını yokluyor, öbürü ağzını kokluyor - şarap mı içti, esrar mı çekti, afyon mu yuttu -, anlamaya çalışıyordu.

  Bir türlü adamın neden bayıldığını anlayamıyan halk şaşıp kaldı.

  Son çare olarak akrabalarına haber vermeye karar verdiler. O bayılan kişinin akıllı ve anlayışlı bir kardeşi vardı. Bu haberi alır almaz yanına biraz köpek pisliği alarak koşup geldi. Çünkü kardeşi köpek bakıcısıydı köpek pisliği kokusuna alışmıştı. Gül kokusu duyunca bu yüzden bayılmıştı. Kardeşinin yanına varınca, o akıllı kişi, kimse anlamasın diye önce halkı dağıttı, sonra ağzını kulağına götürerek okuyormuş gibi yaptı, bu arada gizlice köpek pisliğini burnuna götürerek koklattı, koklatır koklatmaz adam ayılarak kendine gelmeye başladı.

  Halk şaşırdı :

  - "Bu ne büyük bir efsun bir sihir.." dediler.



Hz. İsa'ya (a.s) Sorulan Soru

   Akıllı, gönlü açık biri İsa (a.s)' dan :

   - "Alemde her şeyden daha sarp daha güç olan nedir?" diye sordu.

   Hz. İsa (a.s) gülerek cevap verdi :

   - "Ey uyanık ve akıllı er, dünyada en sarp ve en güç şey Allah'ın (c.c) gazabıdır. Çünkü o gazaptan cehennem bile su gibi erir, titrer." buyurdu.

   Bunun üzerine adam şöyle sordu :

   - "O zaman Allah'ın (c.c) bu şiddetli gazabından nasıl korunup kurtulmalı?" dedi.

   Hz. İsa (a.s) :

   - "Kızdığı zaman kızgınlığına, hırsına yenilmemekle bundan korunabilirsin...

   Kötü kişiler bu hırsın ve kızgınlığın madeni gibidir. Kötü kişinin kızgınlığı en vahşi hayvanın kızgınlığından daha beterdir. Allah'ın (c.c) gazabından korunmak için kızgınlıktan sakın." dedi.




Hz. Ömer (r.a) Ve Hırsız

   Hz. Ömer (r.a) halifeliği döneminde bir hırsızı cellada teslim etti.

   Hırsız yalvararak bağırdı :

   - "Ey insanların efendisi beni bağışla ne olur, çünkü bu benim ilk suçumdur!.."

   Hz. Ömer (r.a) :

   - "Yalan söylüyorsun ey zelil kişi, çünkü Allah(c.c) hiç bir zaman ilk suçta hemen gazaba gelip ceza vermez. Lütfunu izhar etmek için suçları defalarca örter, fakat sonunda adaletini göstermek için cezalandırır. Yakalandığına göre bu senin ilk suçun olamaz." dedi.



Dünyanın Hali

   Dünya arzusu ve şehveti külhana (Külhan: Hamamları ısıtan, hamamın altında bulunan kapalı ve geniş ocak, cehennemlik) benzer, takva ise hamama... Böylece takva hamamı, şehvet külhanıyla aydınlanır.

   Takva sahipleri böylece bu dünya külhanında zevk ve sefa içindedirler. Çünkü onlar, hamama girerek yıkanıp temizlenmişlerdir.

   Bu dünyadaki zenginler, hamamı ısıtmak için tezek taşıyanlara benzerler. Cenab-ı Rabbül Alemin, hamam ısınsın tavlansın diye onlara bir hırs vermiştir.

    Hamama giren, yüzünden, yüzündeki temizlik ve güzellikten bellidir.

   Külhandakiler de yüzlerindeki ve ellerindeki kir, duman ve işten belli olurlar.

   Bu dünyada mal toplayan ve onunla övünen : "Ben şu kadar, bu kadar mal topladım." diyen gerçekte ; "Bu kadar tezek, bu kadar fışkı getirdim." diyor. Bu sözler aslında yüz kızartıcı sözlerdir. Fakat külhanda çalışanlar aralarında bununla övünürler.

   - "Sen akşama kadar altı küfe tezek getirdin. Halbuki ben hiç zahmet çekmeden, yirmi küfe tezek taşıdım." derler.

   Külhanda doğup temizlik nedir görmeyen kişi elbete misk kokusundan incinir, hasta olur."



Kötülere Dua Eden Vaiz

   Memleketin birinde bir vaiz vardı. Minbere çıkar çıkmaz kötülere duaya başlar :

   - "Ya Rabbi kötülere, fesatçılara, isyancılara, yol kesenlere merhamet et, hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kafir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamet et." derdi.

   Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı.

   Halk bir gün başına toplandı :

   - "Biz böyle şey de görmedik neden kötülere dua edip duruyorsun?." dediler.

   Vaiz dedi ki:

   - "Ben onlardan iyilikler gördüm, bu yüzden onlara dua etmeyi adet edindim. Onlar bana o kadar kötülüklerde bulundular, o derece zulmettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayırlara ulaştırdılar. Ne zaman dünyaya yönelsem onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim ; bu yüzden de iyiliklere taraf kaçtım, iyiliklere yöneldim, kısaca beni o kurtlar yola getirdi. Benim iyiliğime sebep onlardır. Onlara dua etmeyeyim de kimlere edeyim..."



Aptal Aşığın Hali

   Ahmak bir aşık sevgilisine tenha bir yerde ulaşınca, onu hemencecik sarıp öpmeye kalkıştı ...

   O dünyalar güzeli sevgili geri geri çekilerek o aptal aşığı azarladı .

   - "Küstahlık etme, edebsizliğin, hayasızlğın lüzumu yok, aklını başına topla!.." diye bağırdı.

   Aşık bunun üzerine şaşırıp kaldı.

   - "Burası ıssız tenha bir yer ikimiz yapayalnızız in yok cin yok, su ortada duruyor, suyun başında da benim gibi çılgın bir susuz, artık nasıl sabredebilirim.

   Görüyorum ki hafif hafif esen aşk rüzgarından başka bir şey yok, vuslatımıza kim mani olabilir, kim halimizden haberdar olabilir." dedi.

   Sevgili sesini daha da yükselterek aşığını iyice azarladı :

   - "A!.. akılsız aşık.. Meğer sen aşık değil budalanın tekiymişsin. Sen bilmiyor musun ki her hareket edeni bir hareket ettiren vardır. Rüzgarı esiyor gördün mü, bil ki onu bir estiren bir harekete getiren var. O da her şeyi Yaradan Yüce Allah'tır!.." dedi.



Mecnun'un Köpeği Öpmesi

   Mecnun Leyla'nın aşkıyla yanıp dururken bir gün bir köpeği yakaladı. Öpüp koklamaya başladı. Bunu görenler başına toplandılar onu tan etmeye, ayıplamaya başladılar :

   - "A!.. akılsız Mecnun sen iyice işi azıttın. Bu yaptığın deliliğin de azgınlığın da sınırını aştı. Hiç köpek öpülüp sevilir mi? Köpek daima pis şeyler yer, gerisini bile diliyle yalayarak temizler, o necis bir hayvandır."

   Bunları duyan mecnun güldü :

   - "Ne gafil ne cahil kimselersiniz siz. Sizin gördüğünüz bu köpek sıradan bir köpek değil o Leyla'nın mahallesinin köpeği... Bu köpek benim için en değerli bir varlıktır, Allah'ın (c.c) çözülmez bir sırrıdır. Birçok yer varken o Leyla'nın mahallesini mekan tutmuş kutlu bir hayvandır.

   Sizin gözünüzde aşağılık bir hayvan olan bu köpeğe bir de benim gözümle bakın bakalım. O zaman da böyle düşünebilecek misiniz?

   Sizin gözünüzde rastgele bir hayvan olan bu köpek benim sırdaşım, gamdaşımdır. Onun gözleri Leyla'mı gören mübarek gözlerdir. Onun ayakları Leyla'mın bastığı topraklarda dolaşan ayaklardır. Ben bu gözleri nasıl öpmeyeyim, bu ayaklara nasıl yüz sürmeyeyim." dedi.



Allah'ı (c.c) Zikretmenin Karşılığı

   Adamın biri her zaman "Allak Allah" diye zikreder bu zikirden dolayı ağzı bal yemiş gibi tatlanırdı.

   Bir gün şeytan gelip :

   - "Ne durmadan Allah Allah deyip duruyorsun bunca zamandır Allah demene karşılık bir kerecik olsun Allah (c.c) "lebbeyk kulum." dedi mi sana... Hiç sende utanma sıkılma yok mu? Daha ne kadar Allah deyip duracaksın?" dedi.

   Bunun üzerine adam utandı sıkıldı zikri bıraktı. Gönlü kırılmış bir halde yattı uyudu.

   Rüyasında Hz. Hızır'ı gördü. Hızır ona :

   - "Neden yaptığın güzel işi terk ettin "Allah Allah" diye zikretmeyi bıraktın." dedi.

   Adam :

   - "Yaptığım onca zikre karşılık verilmedi. "lebbeyk-buyur-" sesi gelmedi. Kapıdan kovulmaktan korktum." dedi.

   Bunun üzerine Hz. Hızır :

   - "Senin Allah demen, Allah'ın (c.c) lebbeyk kulum - buyur kulum - demesidir. Allah (c.c) isminin zikrini herkese nasip eder mi, bunu sana nasip etmesi az şey mi?. dedi.



Günahsız Ağızla Dua Etmek

   Cenab-ı Rabbül Alemin Hz. Musa'ya :

   - "Ya Musa bana günahsız bir ağızla dua et!.." diye buyurdu.

   Musa (a.s) :

   - "Yarabbi bende öyle bir ağız yok ki, sana nasıl günahsız bir ağızla dua edeyim." dedi.

   Bunun üzerine Allah-u Teala :

   - "Başkalarının ağzıyla dua et çünkü sen başkalarının ağzıyla günah işlemiş olmazsın, öyle hareket et ki diğer insanlar gece gündüz sana dua etsinler. Veya kendi ağzını temizle, Allah'ın (c.c) adı temizdir onu zikreden ağız temizlenir." buyurdu.



Hz. Bilal'in Hatası

   Hz. Bilal-ı Habeşi ezan okurken "Hayye" kelimesini "Heyye" diye telaffuz ederdi. Bazı münafıklar Allah'ın (c.c) Resulüne (s.a.v) gelip :

    - "Ey Allah'ın (c.c) Rasulü İslam binasının kurulduğu bu zamanda böyle bir hata doğru olmaz. Bilal'den daha güzel, daha doğru ezan okuyan birini tayin et." dediler.

   Bunun üzerine Allah'ın (c.c) Rasülü (s.a.v) hiddetlenerek Yüce Allah'ın (c.c) gizli alametlerinden bir iki işaret söyledikten sonra :

   - "Bilal'in "Heyye" demesi Allah'ın (c.c) ininde yüzlerce "Hayye" den ve boş sözden daha makbuldür. Karışıklık, fitne çıkarmayın gidin ki ben de sizin sırrınızı açığa çıkarıp önünüzü ve sonunuzu söylemeyeyim. " buyurdu.



Köylünün Şehirli Dostunu Köye Davet Etmesi

   Köylünün birinin bir şehirliyle ahbaplığı vardı. Köylü şehire indiğinde şehirli dostunun evine gider kurulur, aylarca yer içer, şehirlinin dükkanına gider ihtiyaçlarını temin ederdi.

   Köyüne dönerken şehirli dostu bütün ihtiyaçlarını temin eder ondan para pul almazdı.

   Köylü her şehire gelişinde şehirli dostunu köye davet eder :

   - "Sevgili dostum, sen hiç gezmeye gitmez, şehirden dışarıya çıkmaz mısın. Allah aşkına bütün aileni, çoluk çocuğunu, akrabalarını alıp köye gel şimdi bahar, tam da gül mevsimi, köyde her yer güllük gülistanlık, her yer cennet gibi... Eğer şimdi gelmezsen bari yazın meyve, sebze zamanı gel bana misafir ol aylarca sana ve ailene hizmet ederek mutlu olayım." dedi.

   Şehirli onu başından savmak için geleceğini vadetti. Bugün, yarın derken aradan sekiz yıl geçti.

   Köylü her yıl :

   - "A efendim ne zaman geleceksin bu yıl da kış geldi çattı." deyince

   Şehirli dostu bir bahane bulur :

   - "Bu yıl felan yerden misafir geldi, filan iş çıktı gelemedim, seneye gelirim." diye başından savmaya çalışırdı.

   Bunu duyan köylü üzülür, yakınır, yalvarırdı .

   - "Ey sevgili dost, ailem, çocuklarım seni bekliyor, hasretle yollarını gözlüyor, bizi daha fazla bekletme ne olur."

   Aradan aylar yıllar geldi geçti. Köylü şehire gelip aylarca kalma alışkanlığını sürdürdüğü gibi şehirliyi köyüne davet etmeyi de sürdürdü.

   Köylünün bu samimi ısrarı üzerine şehirlinin hanımı, çocukları :

   - "Senin köylüye bu kadar hakkın, bu kadar emeğin geçti. Adam bizi davet edip duruyor, artık bir de biz gidip onda misafir olalım." demeye başladılar.

   Bunun üzerine şehirli de köye gitmeye karar verdi. Hazırlıklar tamamlandı. Şehirli ailesiyle birlikte köye doğru yola çıktı.

   Köyün yolunu bilmediklerinden aylarca oradan oraya dolaştılar, günlerce yollarda perişan oldular.

   Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra şehirli, dostunun köyüne varıp kapısına geldi. Bir anda bütün yorgunluklarını, perişanlıklarını unuttular. Nihayet köye gelmiş, menzile ermişlerdi. köylü dostları şimdi bin bir ikramla onlara çektiklerini unutturacak ikram ve hizmetlerde bulunacaktı. Fakat hayret köylü dost onlarla hiç mi hiç ilgilenmiyordu.

   Şehirli köylünün kapısına varıp :

   - "Sevgili dostum beni davet edip duruyordun. İşte geldim." dedi.

   Köylü sanki hayatında ilk defa şehirliyi görüyordu.

   - "Sen kimsin, seni tanımıyorum." deyince şehirli :

   - "Nasıl olur yıllarca her şehre gelişinde evimde misafir kaldın, aylarca sana hizmet ettim beni nasıl tanımazsın." diyecek olduğunda köylü:

   - "Ben Allah aşkıyla öylesine kendimden geçmişim ki hiçbir şeyin farkında olmadığım gibi, senin de kim olduğunu bilmiyorum, seni tanımıyorum." dedi.

   Şehirli perişan bir vaziyette ailesinin yanına döndü. Günlerce yürümüş, yollarda perişan olmuşlardı. Adım atacak halleri yoktu. Uzun zaman köylü dostunun kendilerini tanımasını ve içeri almasını aç susuz beklediler. Fakat nafile aradan beş gün geçti gündüzleri sıcaktan kavrulup geceleri soğukta titrediler. Beşinci gece şiddetli bir yağmur başladı. artık bıçak kemiğe dayanmıştı. Şehirli köylünün kapısına vararak yumruklamaya başladı.

   Köylü, uzun bir bekleyişten sonra nihayet bin bir nazla kapıyı açtı :

   - "Kimsin, ne istiyorsun, ne var?." deyince

   Şehirli :

   - "Bütün yaptıklarım sana helal olsun istersen beni öldür, yalnız bu karanlık ve yağışlı gecede bize sığınacak bir yer ver." dedi.

   Köylü :

   - "Orada bağcının gece eline yayını alarak kurtları beklediği bir klube var, eğer yayı eline alıp kurtları beklemeyi göze alırsan, bu hayvanlarımı beklersen, orayı size veririm, orada kalın yoksa istediğin yere gidebilirsin." dedi.

   Şehirli seve seve bunu kabul etti.

   - "Aman o kulübeyi göster ne olur, sabaha kadar gözümü kırpmadan bekler, eğer kurt gelirse onu okla vururum, bundan başka da ne istersen yaparım yeter ki bu karanlık gecede bizi bu şiddetli yağmurun altında bırakma.." dedi.

   Şehirlinin ailesi o küçücük kulübeye sığındı, bu daracık yerde adeta üst üsteydiler, gecenin karanlığı, yağan yağmur, onları perişan etmişti.

   Şehirli eline okunu yayını alıp kurt beklemeye başladı. "Eğer kurt gelir de ben görmeden bir zarar verirse köylü saçımı sakalımı yolar." diye düşünüyor, gözlerini dört açıyor, her tarafı dolaşıyordu. Derken karanlığın arasında bir kıpırdanma fark edince, kurdun geldiğini sanıp oku fırlattı. Kurdu vurdu. Kurt tepeden yuvarlanırken yellendi.

   Bunun üzerine köylü yatağından fırlayıp geldi. Bağırıp çağırmaya başladı :

   - "Bre ahmak sen ne yaptın benim sıpamı vurdun!..." dedi.

   Şehirli şaşırdı :

   - "Aman efendim ne sıpası, hayvanlara zarar vermesin diye kurdu vurdum."

   Köylü iyice kızdı :

   - "Ben tanımaz mıyım, benim sıpamı vurdun!.."

   Şehirli iyice şaşırmıştı :

   - "Bu karanlık ve yağmurlu gecede bunu nasıl anladınız, sıpayı kurttan nasıl ayırt edip tanıdınız?." dedi.

   Köylü : "Sıpayı yellenmesinden tanıdım." deyince şehirlinin kanı beynine sıçradı. Köylünün yakasına yağıştı :

   - "Bre ahmak, bre sersem sahtekar...Hani Allah'ın (c.c) aşkından kendinden geçmiştin. Hiçbir şeyin farkında değildin. Gece yarısı bu zifiri karanlıkta bir eşek sıpasını yellenmesinden tanıyorsun da, gündüz ortası kırk yıllık dostunu tanımıyorsun. Masken düştü sahtekarlığın ortaya çıktı. Sıpanın yellenmesi seni rüsva etti, gerçek yüzünü ortaya çıkardı. İşte, Allah (c.c) insan böyle rezil eder." dedi.
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.