Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

15 Mayıs 2024, 20:20:30

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,264
  • Latest: Elçin
Stats
  • Toplam İleti: 8,826
  • Toplam Konu: 4,366
  • Online today: 198
  • Online ever: 549
  • (13 Ocak 2023, 13:23:05)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 190
Total: 190

Peygamber Efendimizin hayranlık uyandıran hallerinden, Ahmed Şahin, Zaman

Başlatan kilimanjaro, 13 Mayıs 2010, 00:59:49

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

Kutlu Doğum sahibinin hayranlık uyandıran hallerinden, Ahmed Şahin, Zaman

En çok sevdiği hizmet, yoksullara yardım hizmetiydi. Nitekim bir gün yine davet ettiği yoksullara önceden hazırladığı yardımlarını sırayla dağıtmış, alanlar da sevinçle evlerine dönmüşlerdi ki, tam o sırada uzaklardan koşarak gelen bir başka yoksul, dağıtımın bittiğini, kendisine verilecek bir şeyin kalmadığını anlayınca oraya yığılakalmıştı. Şefkatle baktığı bu yoksula da:

- Üzülme dedi, sana da bir çare bulabiliriz. Bulduğu çareyi de hemen orada anlattı. Buradan doğruca Medine çarşısına git, ihtiyaçlarını satan dükkanlara gir, ne lazımsa al, sonra de ki: "Mal benim borç Resulullah'ındır!."

Yoksul adam, tereddüt edince de tekrar etti. Unutma dedi: "Mal benim borç Resulullah'ın diyecek, gerisini düşünmeyeceksin!" Böylece yoksula verecek bir şeyi kalmayınca borçlarını üstlendi, mahrum kalmasına gönlü razı olmadı.

Mütevazı olmayı, vazgeçilmez vasfı kabul etmişti. Bu sebeple misafirlerine bizzat kendisi hizmet eder, ikramda bulunurdu. Bir gün çölden gelen biri, "Kim bu insanların büyüğü?" diye sordu. O sırada misafirlerine bardaklarla içecek ikram ediyordu. "İnsanların büyüğü insanlara hizmet edendir!" diye cevap verdi. Bu sözüyle hem büyüklerin insanlara hizmet edeceğini ifade etmiş hem de aradığı kimsenin kendisi olduğuna işarette bulunmuştu. Zaten hizmet edilmeyi değil, hep hizmet etmeyi sever, hizmeti tercih ederdi. Nitekim bir yolculuk dönüşünde herkes hurmalıkta istirahate çekilmiş dinlenirken, bazıları onlara yemek hazırlamak üzere harekete geçmişlerdi. Biri, yemek yapayım, biri, su getireyim, derken biri de ben de ateş yakayım, deyince, "Öyle ise ben de odun toplayayım." dedi. Biz bu hizmetleri yaparız, siz istirahat buyurun, diyenlere de:

-Bilirim ki sizler bu hizmetleri yaparsınız, ama ben hizmete seyirci kalmayı değil, hizmete iştirak etmeyi severim, diyerek kalkıp odun toplayarak hizmet edilen değil, hizmet eden olmayı tercih ettiğini göstermiş oldu.

Komşularının yemediğini yemez, giymediğini de giymezdi.

Bir gün bir sepet dolusu taze hurma getirip kendisine uzattılar:

- Turfanda hurma, henüz kimsecikler yemedi, ilk olarak zatınıza getirdik, dediler. Oynayan çocukları gösterdi:

- Götürün bu turfanda hurmaları şu oynayan çocuklar yesinler. Ben komşularımın yemediğini yemem. Ne zaman komşularımız da turfanda hurma yemeye başlarsa işte o zaman getirin, ben de komşularımızla birlikte gönül rahatlığı içinde turfanda hurma yiyebilirim, buyurdu.

Faydalı icat ve teknolojik buluşların kim tarafından bulunursa bulunsun sahip çıkılıp Müslümanların istifadesine sunulmasını isterdi.

Bir gün bir tüccar sahabi Şam'daki Hıristiyanlardan aldığı bir kandili getirip mescide asmıştı. Gelenler bunun Hıristiyanların buluşu olduğunu öğrenince, 'Müslümanların mescidine Hıristiyan'ın buluşunu mu asıyorsun?' diye tereddüt göstermişlerdi.

Az sonra Efendimiz (sas) gelip dumansız, külsüz yanıp ışık veren kandili görünce, 'Kim getirdi bunu?' diye sordu. Suçlu gösterir gibi gösterdiler. Bunun üzerine kandili getiren Temimdari'ye tebessümle bakarak şöyle dedi:

- Sen bizim mescidimizi aydınlattın, Allah da senin kabrini aydınlatsın!.. Sözlerine şunu da ekledi:

- Faydalı şeyler Müslüman'ın kaybettiği malı gibidir. Hangi ırk ve dinde görülürse görülsün sahip çıkılıp Müslümanların istifadesine sunulmalıdır.

Evet, şimdi düşünme sırası. "Bir saat düşünmek bir sene nafile ibadetten üstündür!" diye de uyarmıştı bizleri.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=975461
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

İslam'ın doğduğu devrede dünyada iki büyük devlet vardı. Biri doğudaki ateşperest İran devleti, ikincisi de İstanbul'da hüküm süren Bizans İmparatorluğu.

Dünyanın bu iki büyük devletinin halkına karşı uyguladığı yönetim anlayışına kısaca bir göz atalım. Sonra Medine'de yeni başlayan İslam'ın yönetimiyle kıyaslamasına geçebiliriz.

O günkü İran'ın ateşperest hükümdarı, koyduğu vergileri anlatmak için halkı topladığı meydanda konuşurken, fakirin birinin feryadına muhatap olur:

-Efendimiz, susuz araziden de vergi alacağım, diyorsunuz. Benim gibi hep kurak arazide yaşayan bir fakir, yağmursuz mevsimde mahsul vermeyen araziden nasıl vergi verecek?

Halkın içinde yönetimine hakaret edip isyan teşvikçiliği yaptığı gerekçesiyle İran'ın ateşperest hükümdarı, zavallı fakiri kalabalığın gözleri önünde ateşe attırarak yaktırmaktan çekinmez, kimse de bu vahşete karşı çıkma cesaretini kendinde bulamaz!..

Bir de o günkü Şarki Roma İmparatorluğu'nun merkezi olan Bizans'a göz atalım.

İmparator, yapımını başlattığı Ayasofya kilisesinde ülkenin dört bir yanından toplattığı esirlerle birlikte bir kısım halkı karın tokluğuna çalıştırıyordu. Bu cebri çalışmaya katılmak istemeyenler ise, o günkü hipodromda yağız atların kuyruğuna bağlanarak paramparça ettiriliyor, karın tokluğuna çalışmak istemeyenlere böylece gözdağı verilmiş olunuyordu.

O günkü dünyanın iki büyük devletindeki yönetimin halka uyguladığı muamele bu vahşet ve dehşetteydi!.

Şimdi bir de Kutlu Doğum sahibinin Medine'de başlattığı anlayışa bakalım. O günkü dünyaya rağmen nasıl bir yönetim örneği sunuyor, nasıl bir gönül alma örneği veriyordu insanlara?

Mescidine topladığı halka hitaben yaptığı tarihî konuşmasında şöyle sesleniyordu tüm insanlara: Tarih: 5 Haziran 632.

-Ey insanlar! Yönetiminizde bulunduğum müddet içinde kimin sırtına bir kamçı vurmuşsam işte sırtım gelsin o da bana vursun!.. Kimin kalbini incitecek bir söz söylemişsem işte kalbim gelsin o da bana aynı şeyi söylesin!. Kimin hakkını almışsam işte malım, gelsin o da benden hakkını alsın!

Şunları da ekliyordu sözlerine:

-Sakın içinizden biriniz demesin ki, hakkımı isteyecektim ama Resulullah'ın darılacağından korktum da isteyemedim.. Şunu iyi bilin ki, benim inancımda hakkını isteyene darılmak yoktur. Tam aksine benim en çok sevdiğim kimse, benden hakkını isteyen kimsedir. Ancak bu suretle Rabb'imin huzuruna yönettiğim insanların hakkını yüklenmeden çıkabilirim!.

Dinleyenlerden biri ayağa kalkarak:

-Ya Resulallah der, öyle ise benim zatınızda üç dirhem alacağım var, onu istiyorum!.

Bu isteğinden dolayı yanındakiler onu ayıplamadıkları gibi, kendisi de hiçbir korku ve endişe hissetmeden ifade eder isteğini. Halbuki diğer yönetimlerde halkın içinde böyle bir hak isteğinin cezası, ya ateşe atılmak, yahut da at kuyruğuna bağlanarak dere tepe sürükletip paramparça ettirilmek iken Allah'ın Resulü bakınız, ne diyor bu isteğin sahibine:

-Bu alacağın nereden kaldığını da anlatır mısın?. Adam cevap veriyor:

-Hani çölden gelen bir fakir yardım istemişti de, sizde bulunmadığından ben vermiştim, onu talep ediyorum..

Bu açıklamadan sonra Resulullah'ın cevabı şöyle olur:

-Amcamın oğlu Fazlı! Kardeşimiz üç dirhemi benim adıma vermiş, hemen öde!.

İşte Kutlu Doğum asrında dünya öyle, biz de böyle örnek veriyorduk..

- Fatebiru ya ülil ebsar!. Düşünün ey basiret sahipleri!

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=974990
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Resulü Ekrem Efendimiz'in (sas) hizmetinde bulunan Enes (ra), hatıralarını anlatırken şöyle der:

-Bir terzi Resulullah'ı (sas) yemeğe davet etmişti. Ben de beraber gittim. Eve girdiğimizde sofrayı ortada hazır bulduk. Arpa ekmeği, güneşte kurutulmuş et ile kabak ve bir de çorba vardı. Oturup yemeği birlikte yedik..

Hadis alimleri, Hz. Enes'in anlattığından çıkardıkları hükümleri şöyle sıralarlar:

1- İnsan kendisinden aşağı görüntüde olanların davetine icabet etmelidir. Resulullah (sas) de sıradan bir terzinin davetine icabet buyurmuş, aileyi memnun etmiş, bir ayırımda bulunmamıştır.

2- Davetlere efendi hizmetçi ile, işveren de işçisiyle gidebilir, sofraya birlikte oturabilirler. Nitekim Efendimiz hizmetçisi Enes ile gitmiş, sofraya birlikte oturmuşlardır. Yeter ki, bu kimseler münasip terbiye almış, adab-ı muaşereti öğrenmiş olsunlar.

Hz. Enes'in anlattığı hatıralardan anlaşılıyor ki, Resulullah (sas) ümmeti arasında sınıf meydana getirmez, herhangi bir sınıfın da tarafını tutmaz ya da karşısında olmazdı. O, hem işçinin hem de işverenin, hem efendinin hem de hizmetçinin taraflısıydı, hem alıcının hem de satıcının yanında olduğu gibi. İşverene hitaben, 'Çalıştırdığınız işçinin hakkını teri kurumadan verin!' hatırlatmasını yaparken, 'Unutmayın, aldatan bizden değildir!' ikazını da eklemişti. Demek ki ister işçi, ister işveren olsun her ikisi de aldatmamalıdır. İşçi işinde doğru çalışmalı, hileye yönelmemeli, işveren de işçinin hakkını vermeli, aldatma yoluna gitmemeliler. Çünkü aldatanlar Resulullah'ın sünnetine uyanlardan değildirler. İşçi de olsa, işveren de olsa..

Çağrıldığı davete işçisiyle giden, yemeğe hizmetçisiyle birlikte oturan, giydiği elbisenin kumaşını hizmetçisiyle paylaşıp aynı kumaştan giyinen Resulullah(sas), muhatap olduğu insanları, işiyle, mesleğiyle, yahut da sahip olduğu maddi imkânıyla da değerlendirmezdi.

Toplumu tümüyle kucaklayan Resulullah'ın ölçüsü, insanların Allah'a itaati, sünnetine bağlılığı idi. Nitekim Rabb'imiz de ayetinde öyle buyuruyordu:

-Sizin en değerliniz Allah'tan en çok korkanınızdır!.

Fırsat bulduğu anlarda, aile fertleri arasına girip ev işlerinde onlara yardım etmekten geri kalmayan Efendimiz (sas) ile ilgili bir hatırasını da Hz. Cabir şöyle anlatıyor:

-Resulullah'ın (sas) huzuruna girmiştim, onu evde kabak doğrarken gördüm. Dedim ki:

-Ya Resulallah bu kabağı niçin bu kadar küçük doğruyorsun? Buyurdu ki:

- Küçük parçalara bölerek yemeğimizin bereketini çoğaltmış oluyorum!.

Hadis alimleri derler ki:

-Resulullah (sas) ev işlerinde yardım ederken, iktisadı öğretmeye, israfı önlemeye, bereketi de çoğaltmaya niyet ederdi. Nitekim bir gün Ebu Zerr'e yemeğin bereketini çoğaltması konusunda şöyle tembihte bulunmuştu:

-Ya Eba Zer! Çorba pişirdiğinde suyunu çok koy ki, komşuna da gönderme bereketi bulasın.

Çalıştırdığı yoksul işçisinin perişanlığına seyirci kalan bir işvereni görünce ikazını şöyle yapmıştı:

-Kimin yanında çalışan işçisi varsa kendi yediğinden yedirsin, kendi giydiğinden giydirsin!

Unutmayın, işçileriniz Allah'ın size emanet ettiği kardeşlerinizdirler.

Resulü Ekrem Efendimiz az gelirliyle bizzat meşgul olurken, kendisi de o yoksulun hayatını bizzat yaşamış, eline imkân geçtiğinde onların hayatından yukarı çıkıp da üstlerine baskı unsuru gibi dikilmemişti. Onun çevrenin fakirlerinden daha mütevazı hayatını birlikte yaşayan Aişe validemiz de bu konuyu şöyle anlatır:

-Bazı sabahları eve gelince 'Kahvaltılık bir şey yok mu?' diye sorar, yok deyince de hiç üzüntü işareti vermeden rahatlıkla:

-Öyle ise ben de bugün oruca niyet ediyorum! derdi.

Yani toplumun her kesimine öyle sahip çıkar, fakat kendisi de böyle yaşardı.

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=951976
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

İnsanlığın hedefinde Kutlu Doğum'unu kutladığımız Zat'ın gösterdiği örnek anlayış, yaşadığı sosyal adalet söz konusudur. İnsanlık ulaşabilirse bu hedefe kurtulacak, benimseyebilirse o muhteşem anlayışı mutluluğa erecektir.

Bu sözlerimizin boşta kalmaması için örnek hayattan bazı misaller arz edelim. Bakalım yirmi birinci asır insanının hedefinde kim var, birlik beraberliği, huzur ve saadeti hangi anlayışın özünde bulması söz konusu görelim.

Misallere "Müslüman'ın derdiyle dertlenmeyen bizden değildir!" diyen Kutlu Doğum sahibinin çevresinin derdiyle dertlenme örneğinden başlayalım isterseniz. Sonra yetiştirdiği yöneticilerinin bu anlayışa ne kadar sahip çıkıp bağlı kaldığına bakabiliriz.

Bir Kurban Bayramı sabahı namazdan sonra geldiği evinde Efendimiz'e erkenden hazırlanmış kurban eti takdim ederler. Tebessüm eden yüzünde bir tereddüt işareti dolaşır:

- Şu anda çevremizdeki komşularımız da et yiyorlar mı? diye sorar.

- Hayır, derler, biz herkesten önce sizin için hazırladık. Önce siz yiyin, sonra onlara göndereceğiz!

Elinin ucuyla önündeki tabağı öteye iterken şöyle der:

- Götürün bu tabağı önümden. Komşumun yemediğini yemem, giymediğini de giymem. Ne zaman komşularımızın bacalarından et piştiğini gösteren dumanlar yükselirse o zaman getirin, onlarla birlikte et yiyebilir, onlarla birlikte bayram yaparım!.

Bu, Kutlu Doğum sahibinin, komşularının yemediğini yemeyişinden, yani onların derdiyle dertlenmesinden bir misal.

Bir misal de O'nun halifesi Hazreti Ömer'den verelim. Bakalım yönettiği halkın haliyle nasıl halleniyor, gördüğü örneği nasıl benimsemiş bulunuyor.

Bir iftar sofrasında soğuk bal şerbeti ikram ederler. Bardağı dudağına değdirmesiyle çekmesi bir olur:

- Bu ne? der.. Ürkek sesle cevap verirler:

- Bal şerbeti, sizin için özel olarak hazırlatmıştık. Sert sesle sorar:

- Benim idare ettiğim halkım da şu anda soğuk suyla yapılmış bal şerbeti içebiliyor mu?..

- Nerede?.. derler. Onlar hele bir sıcak suyu bulsunlar!.. Kelimelere basarak konuşur:

- Ben, der, yönettiğim insanların yemediğini yemem, giymediğini de giymem. Götürün bu soğuk bal şerbetini, getirin halkımın içtiği sıcak suyu. Halkından ayrı yaşayan yöneticilerden olmaktan Allah'a sığınırım.

Bu da O'nun halifesinden bir misal. Bir misal de ordu kumandanından verelim.

Suriye taraflarında Rumlarla yapılan savaşta akşam olur, taraflar çarpışmaya ara verirler. Sıcak kumların üzerine sofralar serilir, açlıktan takatsiz düşmüş mücahitler kuru ekmek, sıcak su ile yanık hurmadan ibaret sofralarına yönelirler. Ancak kumandan Halid bin Velid'in sofrasında kuru değil yumuşak ekmek, sıcak değil soğuk su var. Hayretle sorar:

- Akşama kadar deve sırtında bekleyen bu ekmekleri güneş nasıl kurutmamış? Suyu nasıl ısıtmamış?. Derler ki:

-Biz bu ekmek ve suyu eştiğimiz kum çukurlarındaki nemli zeminde sizin için sakladık!.

- Askerlerimin sofrasında da böyle yumuşak ekmek, soğuk su var mı? diye sorar.

- Hayır, derler. Onların sofrasında, deve üzerinde kurumuş ekmek, ısınmış su var! Kumandan hiddetlenir:

- Kaldırın bu yumuşak ekmekle, soğuk suyu. Bana askerimin yediği kuru ekmekle, içtiği sıcak suyu getirin. Savaşta birlik olup da yemekte ayrılan kumandanlardan olmaktan Allah'a sığınırım!. Bizim önek aldığımız zatlar böyle yapmıyorlardı, biz de yapmayız.

1439. doğum yılını kutladığımız Zat'ın anlayışından örnekler sunarken bir daha anlıyoruz ki, insanlık bu ideal hedefe henüz varamamış, komşusu açken tok olarak uyuyan bizden değildir, dert ortaklığına henüz ulaşamamıştır. Ulaşırsa aradığı birlik beraberliği bulacak, komşusunun derdiyle dertlenme kahramanlığını göstermiş olacaktır. a.sahin@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=977550
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Başlık olarak sunduğumuz bu cümle, bir hadisin ikazından başkası değildir.

Allah Resulü Efendimiz ucuz malı pahalı fiyatına, kusurlu malı kusursuz yerine satan bir satıcıyı görünce bu ikazı yapmış:

-Müşterisini aldatan bizden değildir, demiştir.

Bu ikazı daha önceleri duymuş olan okuyucum ise aldatıldığını anlayınca şaşırmış da:

-Hangi yerde, hangi malda aldatan bizden değildir acaba? diye sorma gereği duymuş.

Elbette aldatmanın yeri, zamanı ve mekânı yoktur. Müslüman hiçbir yerde, hiçbir zaman, hiçbir malda müşterisini aldatmaz! Daha doğrusu aldatamaz, daha açığı aldatmamalıdır.. Şayet helal kazancına haram karıştırmak istemiyorsa, çoluk çocuğunu, aile efradını haram lokmayla besleyen hayırsız aile reisi durumuna düşmek istemiyorsa..

-Bu malı satan Müslüman'dır, öyle ise beni aldatmaz, diyebilmelidir insanlar.

-Bu komşu dindardır, öyle ise bana zarar vermez, diyebilmelidir komşular..

-Pazarlarda malın sağlamını öne, çürüğünü de arkaya dizerek, müşterisini aldatmaz bu Müslüman satıcı, diye düşünülebilmelidir müşteriler..

Hem müşterisini aldatacak, hem de aldatan bizden değildir diyen Resulüllah'ın şefaatine layık olduğunu düşünecek. Bu garip gelmiyor mu aldatmaktan çekinmeyen adama?

Nitekim Medine pazarında gezerken sattığı malın görünen kısmı ile görünmeyen kısmının aynı olmadığını anlayan Efendimiz soruyor:

-Bu nedir böyle ey Allah'ın kulu? Malın üstü başka, altı başka. Görünen kısmında iyisi, görünmeyen kısmında ise başka türlüsü var çünkü!. Bundan sonra meşhur ikazını yapıyor:

- Dikkat et! Aldatan bizden değildir. Malın üstü nasılsa altı da öyle olmalı, önünde ne varsa arkasında da aynı olmalıdır. Alıcı sonunda bir aldatma ile karşılaşmamalıdır..

Tezgâhın önünde dizili mallar cazip görüntüde, ancak arkasındakilerin kimi çürük, kimi ezik, kimi de defolu. Size öndeki sağlamlar gösterilmekte, poşete arkadaki çürükler, ezikler, defolular sıkıştırılmakta, eve gelip de masanın üzerine boşaltınca aldatıldığınızı anlamakta, üzülmektesiniz. Tabii sizin içinizde bir aldatılmışlık hissi, aldatanın içinde de bir kurnazlık, akıllılık duygusu... Hani nerede kaldı o müthiş ikazın gürlemesi: -Aldatan bizden değildir!

İmam-ı Azam efendimizin giyim eşyası sattığı dükkânında çalışan tezgâhtarının, sattığı elbiselerin parasını patronuna teslim ederken bir defolu takımı da defosuz elbise olarak sattığı anlaşılıyor. Kusurlu malın kusursuz mal fiyatına satıldığını anlayan Hazreti İmam, fazla parayı elinde yılan, akrep tutar gibi tutarken:

-Çabuk diyor, malı sattığın müşteriyi bul, aldığın fazla parayı özür dileyerek sahibine iade et! Yoksa ben şu anda müşterisini aldatan Müslüman gibi hissetmeye başladım kendimi. "Aldatan bizden değildir!" buyuran Efendimiz'in yüzüne nasıl bakarım sonunda?.

Tezgâhtar Yunus bin Ubeyd, Kûfe sokaklarında koşar adımlarla müşteriyi arar ve nihayet bulur, aldığı fiyat fazlasını özür dileyerek iade eder. Bundan sonra rahatlayan İmam da son ikazını yapar:

-Bir daha ucuz malı pahalı mal fiyatına satma yanlışlığı yapar da, müşteriyi aldatma hatasına düşersen, seni bu tezgâhta tutmam mümkün olmaz, bunu böyle bil!

Evet, Resulullah (sas) böyle emretmiş, O'na gerçek manada ümmet olanlar da böyle uygulamışlardır.

Bundan dolayı İslam'ı geriden seyreden tüm insanlara bir daha tekrar ediyoruz ki:

- Bilerek aldatan bizden değildir!. Şefaate layık ümmetten sayılmazlar. Bu böyle bilinmeli, aldatan Müslüman'ın yanlışı İslam'a değil, o Müslüman'ın şahsına mal edilmelidir. a.sahin@zaman.com.tr

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=988077&title=aldatan-bizden-degildir
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.