Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#1161
Merhabalar. Konuyla ilgili olarak İş Kanunu'nun 5. maddesini hatırlamak yararlı olacaktır:

    EŞİT DAVRANMA İLKESİ

    Madde 5 - İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.

    İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmi süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.

    İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.

    Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz.

    İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.

    İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31 inci maddesi hükümleri saklıdır.

    20 nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.


İş Kanunu'nun "işverenin haklı nedenle derhal fesih hakkı"nı düzenleyen 25. maddesinin II-d bendinde "İşçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşması..." fesih sebepleri arasında sayılmıştır. İşveren diğer haklarında olduğu gibi fesih hakkını kullanırken de elbettte eşitlik ilkesine aykırı hareket etmemelidir. Buradaki temel ölçüt, "objektif yaklaşım"dır. Şayet İşveren bu meselede objektif bir tavır sergiledi diyebiliyorsanız, elbette bahsettiğiniz şekilde de hareket edilebilmesi mümkündür. Kolay gelsin...
#1162
Merhabalar. Memur açtığı davayı kazandığına göre elbette böyle bir rücu mekanizması söz konusu olamayacaktır. Aksi halde mahkeme kararına da açıkça aykırı hareket edilmiş olur. Böyle hukuka aykırı bir işleme başvurulursa, bunun da dava konusu haline getirilmesi mümkündür. Kolay gelsin...
#1163
Avukatlık Yasasının 95/19 ve Yönetmeliğin 47. Maddesi gereğince Baro Bölge Temsilcilerinin belirlenebilmesi için meslektaşlarımızın başvuruları bekleniyor.

İlgilenen meslektaşlarımızın 15 Aralık 2010 Çarşamba günü saat 18.00'a kadar İstanbul Barosu Başkanlığına bir dilekçe ile başvurmaları gerekiyor.

Seçilecek Bölge Temsilcileri aynı zamanda Baro Meclisinin de doğal üyesi olacaklardır.

Ayrıntılı bilgi: (Ali Yıldız 251 63 25/149)

Başvuru için faks: 292 0117

BÖLGE TEMSİLCİLİKLERİ VE SAYISI
1 ADALAR 3
2 BAKIRKÖY CEZA 3
3 BAKIRKÖY AĞIR CEZA 3
4 BAKIRKÖY HUKUK 3
5 BAKIRKÖY İCRA 3
6 BEYKOZ 3
7 BEYOĞLU 3
8 BÖLGE İDARE MAHKEMESİ 3
9 BÜYÜKÇEKMECE 3
10 BEŞİKTAŞ AĞIR CEZA MAHKEMESİ 3
11 ÇATALCA 3
12 ÇOCUK MAHKEMELERİ 3
13 EYÜP 3
14 FATİH 3
15 GAZİOSMANPAŞA CEZA 3
16 GAZİOSMANPAŞA HUKUK 3
17 KADIKÖY CEZA 3
18 KADIKÖY HUKUK 3
19 KADIKÖY TİCARET 3
20 KARTAL CEZA 3
21 KARTAL HUKUK 3
22 KÜÇÜKÇEKMECE 3
23 LEVENT TİCARET MAHKEMELERİ 3
24 PENDİK 3
25 SARIYER 3
26 SİLİVRİ 3
27 SİRKECİ 3
28 SULTANAHMET 3
29 SULTANBEYLİ 3
30 ŞİLE 3
31 ŞİŞLİ CEZA 3
32 ŞİŞLİ HUKUK 3
33 ŞİŞLİ İCRA 3
34 TUZLA 3
35 ÜMRANİYE 3
36 ÜSKÜDAR CEZA 3
37 ÜSKÜDAR ÇİÇEKÇİ 3
38 ÜSKÜDAR PAŞAKAPISI 3

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=5353
#1164
Merhabalar. Sorularınıza şu şekilde cevap verebiliriz:

1) Teknik olarak hırsızlık suçunu oluşturmaz. Zira hırsızlığın konusu, bir menkul mal veya enerjidir. Sorduğunuz konuyu bu kapsamda değerlendirebilmek hukuken mümkün değildir. Konuyla ilgili 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 141. maddesi aynen şu şekildedir:

Hırsızlık

MADDE 141 - (1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.

(2) Ekonomik bir değer taşıyan her türlü enerji de, taşınır mal sayılır.



2) Sorduğunuz konu, Türk Ceza Kanunu'nun 163. maddesi kapsamında suç teşkil eder. Aslında ahlaken değerlendirirsek bu da bir çeşit hırsızlıktır. Söz konusu madde aynen şu şekildedir:

    Karşılıksız yararlanma
   
    Madde 163 - (1) Otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanan kişi, iki aydan altı aya kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
   
    (2) Telefon hatları ile frekanslarından veya elektromanyetik dalgalarla yapılan şifreli veya şifresiz yayınlardan sahibinin veya zilyedinin rızası olmadan yararlanan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.


Bununla birlikte, suçun ne şekilde işlendiği de önemlidir. İşleniş yöntemine göre bu suçun başka bir ceza maddesi kapsamında değerlendirilmesi de pekala mümkündür. Aşağıda konuyla ilgili emsal Yargıtay Kararları bulunmaktadır. Kolay gelsin...


T.C.
YARGITAY
11. CEZA DAİRESİ
E. 2006/5036
K. 2007/250
T. 25.1.2007

5237/m.163/2

DAVA : Karşılıksız yararlanma suçundan sanık Recep Terzi'nin 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 163/2. maddesi gereğince 250 Yeni Türk lirası adli para cezası ile cezalandırılmasına dair ZONGULDAK 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 27.09.2005 tarihli ve 2004/40 esas, 2005/873 sayılı kararını, dosya kapsamına göre, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 Sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun'un 9/3. madde ve fıkrasında "Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir" şeklindeki düzenlemeye nazaran 765 Sayılı Kanun ile 5237 Sayılı Kanun'un suç ve yaptırımlara ilişkin hükümleri karşılaştırılarak lehe Kanun'un tespiti ve ondan sonra lehe hüküm belirlenmesi gerektiği nazara alınmaksızın,

Kabule göre, Telekom'a ait kablolu TV yayınından kaçak ve karşılıksız olarak yararlandığı için, Mahkemece 5237 Sayılı Kanun hükümlerinin daha lehe olduğu kabul edilerek anılan Kanun'un 163/2. maddesi gereğince sanığın cezalandırılmasına, karar verilmiş ise de,

Telekom'a ait kablolu TV yayınına ilişkin hizmetinden yayın kablolarına bağlantı yapmak suretiyle bedelsiz ve kaçak yararlanmanın Türk Ceza Kanun'un açısından hırsızlık fiilini oluşturduğu gözetilmeksizin, karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 15.06.2006 gün ve 26097 sayılı yazılı emirlerine atfen Yargıtay C. Başsavcılığının 10.07.2006 gün ve YE.2006143429 sayılı ihbarnamesiyle daireye ihbar ve dava evrakı tevdii kılınmakla incelenip gereği görüşüldü:

KARAR VE SONUÇ : İddianamedeki nitelendirmeye ve Yargıtay Kanunu'nun 14. maddesine göre, yasa yararına bozma isteminin inceleme görevi Yüksek 6. Ceza Dairesine ait bulunduğundan Dairemizin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın görevli özel Daireye gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.01.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2007/6-136
K. 2007/150
T. 19.6.2007

765/m.525
5237/m.244

DAVA : Anahtar uydurmak suretiyle hırsızlık suçundan açılan kamu davası sonunda eylemlerin nitelik değiştirdiği ve bedeli karşılığı hizmet veren otomatik aletten karşılıksız yararlanma suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanıklardan İ... T... hakkındaki kamu davasının önödeme nedeniyle 765 sayılı TCY'nın 521/b ve 119. maddeleri uyarınca ortadan kaldırılmasına, sanık S... T...'un 765 sayılı TCY'nın 521/b ve 119. maddeleri uyarınca 520.174.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına, 200.000.000 lira avukatlık ücretinin sanıklardan alınarak müdahil vekiline verilmesine ilişkin olarak ... Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 06.120.2003 gün ve 486-434 sayılı hüküm katılan vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 04.04.2007 gün ve 2096-4141 sayı ile;

"... 1- Sanık İ... T...'nın, telefon kulübelerinden topladığı kullanılmış manyetik telefon kartlarının üzerine barkod ve bant yapıştırmak suretiyle, kontur yükleyip bunları diğer sanık S... T.. ile birlikte, katılan Kurum'a ait kulübelerde bulunan bilgileri otomatik sistemle çalışan telefon cihazlarına sokup kullanmaları biçiminde oluşan eylemlerinin, 765 sayılı TCK.nun 525/b-2 maddesinde tanımlanan suçu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı madde ile uygulama yapılması,

2- Sanıkların eylemine uyan 765 sayılı TCK.nun 525/b-2 maddesine göre, hükümden sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK.nun aynı suça uyan 244/4 maddelerinde öngörülen özgürlüğü bağlayıcı cezanın türü, alt ve üst sınırları bakımından, anılan Yasanın 7/2, 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddeleri ışığında 765 sayılı Yasanın sanıklar yararına olması ve aynı Yasa uyarınca uygulama yapılmasında zorunluluk bulunması,

Kabule göre de;

3- Avukatlık ücretinin katılan Kurum yerine vekiline verilmesine hükmolunması..." isabetsizliklerinden bozulmuştur.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise 31.05.2007 gün ve 29181 sayı ile;

"Konunun izah edilebilmesi için öncelikle "Bilişim alanında işlenen suç" ve "karşılıksız yararlanma suçu" yönünden ceza yasalarımızdaki düzenlemeler üzerinde durulmalıdır.

765 s. TCK'nun 525/b-2. maddesinde bilgileri otomatik işleme tabi tutan sistem hukuka aykırı olarak kullanılarak yarar sağlanması, 5237 s. TCK 244/4. maddesinde ise, "bir bilişim sistemi hukuka aykırı olarak kullanılarak" yarar sağlanması suç olarak tanımlanmaktadır.

765 s. TCK'nun 525/a maddesinde verilerin ele geçirilmesi suçu düzenlenirken "bilgileri otomatik işleme tabi tutan sistem" ibaresine yer verilmiş, ancak bunun ne anlama geldiği konusunda bir açıklama yapılmamıştır. Düzenlemeye ilişkin gerekçede "bilgileri otomatik olarak işleme tabi tutan sistem "ibaresinin yanına ( bilgisayar ) eklemesi yapılmış olması nedeniyle, kanun koyucunun amacının "bilgisayarı" işaret etmek olduğu belirtilmiştir.

Öğreti ve uygulamada "bilgileri otomatik işleme tabi tutan sistem" ibaresi hem tek başına bir bilgisayar, hem de birden çok bilgisayar veya diğer bilişim araçlarından meydana gelen bir bilişim sistemi olarak yorumlanmıştır.

5237 s. TCK'da ise, "bilgileri otomatik işleme tabi tutan sistem" ibaresi yerine, düzenlemesine uygun bir şekilde 243. maddede "bilişim sistemi" ibaresine yer verilmiş ve madde gerekçesinde "bilişim sistemini" "verileri toplayıp yerleştirdikten sonra bunları otomatik işlemlere tabi tutma olanağını veren manyetik sistem" olarak tanımlamıştır. Ayrıca "diğer bir unsur" kavramına da yer verilmemiş yalnızca "veri" kavramı kullanılmış ve bunun tüm bilişim suçlarının üzerinde işlendiği suçun konusu olduğu kabul edilmiştir.

Görüldüğü gibi, "bilişim sistemi", "bilgisayara" göre daha geniş bir alanı kapsayıp bu haliyle bir üst kavramdır. Bilgisayar verilerin depo edilmesi, saklanması, işlenmesi ve yeniden değerlendirilmesi faaliyetini gerçekleştirmesine karşın "bilişim sistemi" hem verilerin işlenmesi hem de verilerin aktarılmasını kapsar.

Özetle belirtmek gerekir ki, "bilişim sisteminde" veri iletişimi sadece bilgisayarla birlikte elektronik, manyetik veya bazı mekanik araçlarla bir ağ üzerinden sağlanabilir.

Otomatik aletlerden karşılıksız yararlanma suçu ise 765 s. TCK’nun 521/b ve 5237 s. TCK’nun 163. maddesinde bağımsız bir suç halinde yaptırım altına alınmıştır.

"Karşılıksız yararlanma" terimi ile ifade edilen fiillerin tümünde, genele sunulan ve ancak bir bedel karşılığı yararlanılabilecek bir hizmetten bedeli ödemeksizin yararlanmadır. 5237 s. TCK'nun 163. maddesi 765 s. Türk Ceza Kanunun 521/b maddesine karşılık olarak düzenlenmiş olmakla birlikte, 163. maddenin 2. fıkrasında telefon hatları ile frekanslarına hukuka aykırı olarak girilip haksız olarak yararlanılması fiilleri ortada taşınabilir bir mal bulunmaması gerekçesiyle karşılıksız yararlanma suçu olarak yaptırım altına alınmıştır.

Her iki madde de karşılıksız yararlanma suçunun maddi hareketleri, bedeli ödenmeden hizmet vermeyen otomatik aletin teknik işleyişinin fiziki bir müdahale ile devre dışı bırakılıp sunulan hizmetten yararlanılmasıdır.

Somut olayımız incelendiğinde; sanık İ... T...'nın kopyaladığı sahte telefon kartları ile bilgileri otomatik işleme tabi tutan sisteme veya 5237 s. Türk Ceza Kanununda öngörüldüğü şekliyle bir bilişim sistemine girilip verilerin işlenmesi ya da verilerin aktarılması ya da depolanması mümkün değildir. Başka bir anlatımla bu kartın bilişim sisteminin ana özelliği olan belleğine bir yazılım yükleyebilme veya silme özelliği bulunmamaktadır. Otomat makinesi olarak adlandırılan telefon cihazları ya jeton veya madeni para ya da telefon görüşme süresini belirleyen kontör yüklü manyetik kartlar aracılığıyla harekete geçirilip verdiği hizmetten yararlanılmaktadır. Cihazın kartla görüşmeye açılması sağlandıktan sonra telefon santraline bir komut verilmesi mümkün olmadığı gibi esasen verilen bir komut olmadığı ve bir sisteme bağlanılmadığından bilişim sistemlerinin temel özelliği olan komut onaylanması da söz konusu değildir. Diğer yandan bir bilişim sistemine bağlanılmadığından örneğin banka ATM kartlarında olduğu gibi bir şifreye de ihtiyaç yoktur. Kısaca burada manyetik kartın telefon makinesinin görüşmeye açılmasını sağlamaktan öteye bir işlevi bulunmamaktadır.

Nitekim, Yargıtay 11. Ceza Dairesi 19.03.2007 tarih ve 2005/8984-2007/1807 sayılı kararında, özetle sahte telefon kartları ile telefon makinelerinden arama yapılarak haksız yere konuşma yapma biçimindeki eylemi 765 s. TCK’nun 521/b ve 5237 s.TCK’nun 163. maddesinde öngörülen otomatik aletlerinden karşılıksız yararlanma suçu olarak vasıflandırmıştır.

Yukarıda açıkladığımız üzere telefon kulübelerinde bulunan telefon cihazları bir bilişim sisteminin ünitesi değildir. Bu nedenle sahte oluşturulmuş telefon kartları ile sanıklar İsmail Tatlı ve Sercan Top'un katılan kuruma ait telefon kulübelerinde bulunan cihazlardan haksız yere konuşma yapma biçimindeki eylemlerini bir bilişim sistemine hukuka aykırı olarak girilip yarar sağlanması değil otomat makinelerinden karşılıksız yararlanma suçu kapsamında değerlendirmek gerekmektedir." görüşü ile itiraz ederek, Özel Daire kararından ( 1 ) nolu bozma nedeninin çıkarılmasını istemiştir.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : İncelenen olayda;

Sanığın telefon kulübelerinden topladığı kredisi bitmiş telefon kartlarına barkod ve manyetik bant yapıştırmak suretiyle kontör yükleyip bunları diğer sanık S... T.. ile birlikte katılan Kurum'a ait kulübelerde bulunan telefon cihazlarına sokup kullandıkları, bu yöntemle kısa süre içinde toplam 35210 kontörlük görüşme yapıldığı dosyadaki kanıtlardan anlaşılmaktadır.

Yerel Mahkeme sanıkların açıklanan eylemlerinin 765 sayılı TCY'nın 521 b maddesinde düzenlenen bedeli ödendiği takdirde hizmet verebilecek otomatik makinelerden bedelsiz yararlanma niteliğinde olduğunu kabul etmiş, hükmün temyizi üzerine Özel Daire ise, eylemin aynı Yasanın 525 b maddesinin 2. fıkrasında öngörülen, bilgileri otomatik işleme tabi tutmuş bir sistemi kullanarak hukuka aykırı yarar sağlama suçunu oluşturduğundan bahisle hükmü bozmuş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise eylemin karşılıksız yararlanma suçunu oluşturduğu görüşüyle itiraz etmiştir. Görüleceği üzere çözümü gereken sorun, suçun niteliğine ilişkindir.

Suç tarihinde yürürlükte olan ve sonradan yürürlüğe yasal düzenlemeleri inceleyecek olursak;

Teknolojinin ve hizmet sektörünün gelişmesiyle birlikte, birçok alanda otomatik aletler kullanılmaya başlanmış, zamanla sözü edilen makinelerden karşılıksız yararlanma eylemlerinin artmış olması nedeniyle bu konuda bir düzenleme yapılması ihtiyacı doğmuş ve 16.06.1991 tarih ve 3756 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle 765 sayılı Türk Ceza Yasasına 521 b maddesi eklenmiştir. Anılan maddede; "ancak bedeli ödendiği takdirde hizmet elde edilebilecek otomatik aletlerden, ödeme yapmadan yararlanan kimseye, fiil daha ağır bir suçu oluşturmadığı takdirde onbeş günden üç aya kadar hapis veya yüzbin liradan beşyüzbin liraya kadar ağır para cezası verileceği" hükme bağlanmıştır.

Suçun maddi unsuru, esasen bedel karşılığında hizmet veren otomatik makinenin hizmetini karşılıksız olarak elde etmektir. Otomatik makinelere örnek olarak, tartım yapan, yiyecek ve içecek veren, fotoğraf çeken makineler gösterilebilir.

Bu eylem, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 163. maddesinde de; "otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten ödeme yapmadan yararlanan kişinin ... cezalandırılacağı" belirtilip, suç olarak düzenlenmiştir.

Öte yandan, bilgisayar kullanımının ağırlıklı olarak ekonomi alanına girmesi nedeniyle Dünyanın bir çok bölgesinde bilgisayar suçları artmaya başlamış, birçok Devlet iç hukuklarında bu konuya ilişkin yasal düzenlemeler yapmıştır. Gelişen teknoloji ve konunun karmaşıklığı karşısında düzenleme biçiminde ortak bir sisteme ulaşılamamışsa da, başlıca 2 sistem izlendiği görülmektedir.

Bunlardan birincisinde, bilgisayar boyutu geleneksel suç tipleri olarak belirtilen belirli suç kalıpları ( örneğin, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik gibi ) içerisine yerleştirilmiş, Yasamızın esinlendiği ikinci sistemde ise hızla gelişen sibernetik evrimi ile gerçekleşme metod ve usulleri de nazara alınarak bilgisayar suçlarının geleneksel suç tiplerinden bağımsız ayrı suçları oluşturduğunun kabulü ile buna göre ayrı bir düzenlenme yapılması yoluna gidilmiştir. Bu husus Yasanın Gerekçesinde "suçların uygulamada kolaylık sağlamak üzere ayrı bir bölümde toplanması tercih edilmiştir" denilerek açıklanmıştır.

Nitekim 14.6.1991 tarihinde yürürlüğe giren 3756 sayılı Yasa ile TCY'na, 525. maddeden sonra gelmek üzere, "Bilişim Alanında Suçlar" başlıklı onbirinci bab eklenmiştir.

Ceza Yasamızın bu bab’da yer alan 525 a maddesinde program, veri ve diğer unsurları hukuka aykırı olarak ele geçirmek, bunları başkasına zarar vermek amacıyla nakil ve çoğaltmak, 525 c maddesinde sahte bir belgeyi oluşturmak amacıyla sistemi kullanmak, 525 b maddesinin birinci fıkrasında, başkasına zarar vermek veya kendisine yarar sağlamak amacıyla sistemi veya verileri tahrip etmek, sistemin işlemesine engel olmak veya yanlış işlemesini sağlamak, ikinci fıkrasında ise, bilgileri otomatik işleme tâbi tutmuş bir sistemi kullanarak kendisi veya başkası lehine hukuka aykırı yarar sağlamak eylemleri cezai yaptırım altına alınmıştır. Böylece ikinci fıkradaki suç tipi ile, klasik suçlardan dolandırıcılık ve hırsızlık suçlarının bilgileri otomatik işleme tabi tutmuş bir sistemin kullanılarak işlenmesi hallerinin her ikisini birden kapsayacak yeni bir suç tipi düzenlenmiştir.

Maddede, "bilgileri otomatik işleme tabi tutan sistem" ibaresi kullanılmıştır. Bu ibare öğreti ve uygulamada, hem tek başına bir bilgisayar, hem de birden çok bilgisayar veya diğer bilişim araçlarından meydana gelen bir bilişim sistemi olarak yorumlanmıştır.

Bilişim sözcüğü ise, bilginin otomasyona tabi tutulması sonucunda işlenmesini, başka deyişle, verinin saklanması, organize edilmesi, değerlendirilmesi, nakledilmesi, çoğaltılmasını da kapsamaktadır. Madde gerekçesinde bilişim sistemi, verileri toplayıp yerleştirdikten sonra bunları otomatik işlemlere tabi tutma olanağını veren manyetik sistem olarak tarif edilmiş, "veri" kavramının da tüm bilişim suçlarının üzerinde işlendiği suçun konusu olduğu kabul edilmiştir. Bu tanımlamalardan da anlaşıldığı üzere, bilişim sistemi, bilgisayara göre daha geniş bir alanı kapsayan bir üst kavramdır. Bilişim sisteminde veri iletişimi, bilgisayarla birlikte, elektronik, manyetik veya bazı mekanik araçlarla bir ağ üzerinden sağlanabilir. Bilişim suçları ise, verilere ve/veya veri işlemle bağlantısı olan sistemlere karşı bilişim sistemleri aracılığıyla işlenen suçlar olarak tanımlanabilir.

Benzer eylem, suçtan sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 244. maddesinde de suç olarak düzenlenmiştir. Maddenin birinci fıkrasında, bir bilişim sisteminin işleyişini engelleme, bozma fiilleri, maddenin ikinci fıkrasında, bilişim sistemindeki verileri bozma, yok etme, değiştirme veya erişilmez kılma, sisteme veri yerleştirme, var olan verileri başka yere gönderme fiilleri suç olarak düzenlendikten sonra dördüncü fıkrada da, bu fiillerin gerçekleştirilmesi suretiyle kişinin haksız çıkar sağlaması eylemi iki yıldan altı yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasını gerektiren bir suç olarak düzenlenmiştir.

Ankesörlü telefonlar, manyetik kart, kredi kartı ve smart kart ile çalışan hizmet telefonlarıdır. Bu telefonlar katılan Kurum tarafından ücretsiz olarak meydanlar, hastaneler, terminaller, garlar, limanlar, metro istasyonları, askeri tesisler, toplu konut alanları gibi halka açık yerlere tesis edilmekte, ARMS olarak adlandırılan merkezi bilgisayar sistemi ile yönetilmektedir. ARMS sisteminin, suçun işlendiği bölgede hizmet veren ve kendisine bağlı olan 200 adet D-3 manyetik kartlı ankesör makinesinin çalışma bilgilerini, ( kullanılan kontör miktarı, manyetik karta ait barkod numaraları, görüşen ve görüşülen bölgeler ve numaralar, görüşme saati ve süresi v.s ) bünyesinde topladığı anlaşılmaktadır. Nitekim kopyalama yapılan manyetik kartların barkod numaraları dahi bu sayede tespit edilebilmiştir. Suç tarihinde kullanılan sistemin işleyiş biçimine gelince, bu sistemin kullanılabilmesi için iki unsura ihtiyaç vardır. Bunlardan birincisi, manyetik telefon kartı, diğeri ise kontör olarak adlandırılan kredidir. Bunlara sahip olunmadan, bir bilgi işlem biriminin parçası olan ve ARMS denilen sisteme bağlı bulunan ankesörlü makinelerden, Kurum’ca acil durumlarda kredisiz görüşme yapılabilmesine olanak sağlanmış bulunan sınırlı sayıdaki numara dışında görüşme yapılabilmesine olanak yoktur. Bu sistemde, manyetik kart üzerindeki barkodu okuyan makine, manyetik kart üzerinde kullanılmış kredi bilgileri bulunmadığı takdirde, okuduğu kartın kredi sınıflandırma özelliklerine göre 100, 60 veya 30 kontör kredi yüklemesi yapmak suretiyle kullanıma hazır hale getirmekte, kullanım süresince yaptığı hesaplamaların sonucuna göre kalan kredi miktarını saptayıp manyetik karta işlemektedir. Başka ifadeyle sistem, makineye takılan karttaki verilerin alınıp değerlendirilmesi suretiyle işlemektedir.

Somut olayda sanığın, kredisi bitmiş olan manyetik telefon kartları üzerinde yaptığı değişikliklerle, sistemin verileri farklı algılamasını sağladığı veya başka bir deyişle sisteme farklı veri yüklediği, bu suretle bilgileri otomatik işleme tabi tutmuş bir sistemi yanıltıp boş manyetik karta kredi yüklenmesini sağladığı, böylelikle hukuka aykırı yarar elde ettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, sanığın sabit olan eylemi, gerek suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Türk Ceza Yasasının 525 b maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen, bilgileri otomatik işleme tabi tutan bir sistemi kullanarak hukuka aykırı yarar sağlamak suçunu, gerekse suçtan sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının 244. maddesinin 4. fıkrasında yazılı suçu oluşturmaktadır. Uygulamada hangi Yasanın daha lehe sonuç verdiği hususu da Yerel Mahkemece değerlendirilip saptanmalıdır. Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyelerinden Kubilay Taşdemir; "Gelişen teknoloji nedeniyle bilgisayarın yaşamın her bölümünde yaygın biçimde kullanılması ve adeta günlük işlerin bir parçası olması nedeniyle bu araçların kullanılması sırasında daha önce akla dahi gelmeyen yeni suçları gündeme getirmiştir.Bu teknolojik gelişme karşısında yasakoyucu bir yandan mevzuatta kendisini hissettiren gereksinmeleri karşılayabilmek, bir yandan da Türkiye'nin üyesi olduğu çeşitli uluslararası kuruluşların tavsiye kararlarına uyum sağlayabilmek için hukuki alanda da düzenlemeler yapma gereğini hissetmiştir.

Ülkemizde bu alandaki ilk düzenleme 1991 yılında 3756 Sayılı Yasa ile TCK. na yeni maddeler ilave edilerek bazı bilişim suçlarını düzenleyen "bilişim alanında suçlar" başlıklı ( 525 a-b-c-d ) maddelerinden oluşan 11. bendin konulmasıyla olmuştur.

Bilişim kelimesi, Fransızca "İrformatigue" kelimesinden Türkçeye çevrilmiş olup Fransızca "bilgi" ve "otomatik" kelimelerinin birleşiminden türemekte ve bilginin otomasyona tabi tutulması sonucunda işlenmesini yani verinin saklanması, organize edilmesi, değerlendirilmesi, nakledilmesi, çoğaltılması anlamlarını içermektedir. Günümüzde bütün bu işlemleri yapabilme özelliğine sahip cihazlar ise bilgisayarlardır.

Bilişim suçu verilere karşı ve /veya veri işlemle bağlantısı olan sistemlere karşı bilişim sistemleri aracılığıyla işlenen suçlar şeklide tanımlanabilir. 765 Sayılı TCK. nun "bilişim alanında suçlar" başlığı altındaki 525 a-525 d maddelerinde yer alan hususlar "bilgileri otomatik sistem" tanımı üzerine konulmuştur.

01 Haziran 2005 tarihinde 5237 sayılı TCK. nunda bilişim alanında suçları karşılayacak temel hükümler getirildi. Bilişim sistemlerine izinsiz girilmesi ( m.243 ), "bilişim sistemlerindeki verilere müdahalelerde bulunulması" ( m.244 ), "bilişim sistemleri aracılığıyla haksız yarar temini. ( m. 244/4 ) gibi suçlar bilişim sistemlerini özelliğinden kaynaklanan bilişim suçlarıdır.Bu suçlar dışında bilişim teknolojilerinin getirdiği olanaklar dolayısıyla ortaya çıkan "haberleşmenin gizliliğini ihlal" ( m.132 ), "haberleşmenin engellenmesi ( m.124 ), "eğitim ve öğretimin engellenmesi" ( m.112 ), ve "kamu kurumu veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerinin engellenmesi" ( m.113 ), gibi bilişim suçları da yer almaktadır.

Bilişim suçlarının çok geniş ve sürekli ilerleyen bir alan olması nedeniyle 5237 sayılı TCK. nunda öğretide görüş birliğiyle bilgisayara karşılık geldiği belirtilen "bilgileri otomatik işleme tabi tutan sistem" yerine bu tür araçlarla işlenen suçları da kapsayabilmesi ve yeni teknolojik ilerlemelere açık olması amacıyla "bilişim sistemi" terimi kullanılmıştır. İster "bilişim sistemi" isterse "bilgileri otomatik işleme tabi tutmuş" sistem kavramı kullanılsın bununla ifade edilmek istenen genel amaçlı kullanıma müsait bilgisayarlardır.

Yoksa tek amaçlı çalışan bilgisayar destekli veya bilgisayar özelliklerinin bir kısmına haiz aletler ile atanmış bilgisayarlar bu yasanın kastettiği bilişim sistemi tabiri içinde değerlendirilemezler.

Teknik olarak bilgisayar belleğindeki programa uygun olarak aritmetik ve mantıksal işlemleri yapabilen, karar verebilen, yürüteceği programı ve işleyeceği verileri ezberinde tutabilen, çevresi ile etkileşimde bulunabilen araçtır. Diğer bir ifade ile bilişim özelliğine sahip bilgisayar yeterince kavramsallaştırılmış ve iyi tanımlanabilmiş her türlü problem üzerinde çalışabilen, bilgiyi işleyebilen, saklayabilen, organize edebilen, değerlendirebilen, aktarabilen, kullanabilen, iletebilen, değiştirebilen ve ilave yapabilen bir araçtır. Bilişim özeliliğine sahip bilgisayarı diğer aygıtlardan ayıran özellik de budur: Genel kullanabilme özelliğine sahip bir araç olmasıdır. Diğer bir ifade ile bilgisayarın dışında veya bilgisayar destekli yahut bilgisayar benzeri araçlar da bilginin otomatik işlenmesine yönelik olarak çalışabilir, ancak bunlar ile bir veya birkaç amaçlı işlem yapılabilir yoksa bilgisayar gibi bilişim alanının tamamını kapsayıcı nitelikte işlemler değil, yani atanmış bilgisayarlar bilişim özelliğine sahip araç değildirler: Örneğin, elektronik hesap, makineleri, TV. ler, çamaşır makineleri, diyaliz makineleri, röntgen cihazları, decoderler, hatta dalış bilgisayarları, arabaların yol bilgisayarları vs. bilişim alanında alanın temelini bilgisayarlar oluşturmaktadır.

Her ne kadar çoğunlukla "bilişim" ile "bilgisayar" terimleri aynı anlamda kullanılmaktaysa da gerçekte bunlar aynı şey demek değildir.

Zira, "bilişim" sözcüğü "bilgisayar" kelimesine oranla daha geniş kapsamlıdır. Bilgisayar, ( kompütür, elektronik beyin ) aritmetik ve mantık işlemi dizileriyle oluşturulmuş programlara göre verileri ( bilgileri ) otomatik işleme tabi tutan sistemlere verilen ortak isim iken, bilişim ( enformatik ) ise, bilgisayardan da faydalanılmak suretiyle bilginin saklanması, iletilmesi ve işlenerek kullanılır hale gelmesine konu olan akademik ve mesleki disipline verilen addır; yani başka bir deyişle, bilgisayar kullanma ilmidir.

Bir faaliyetin bilişim faaliyeti olup olmadığını tarif edebilmek için, o faaliyetin bilgisayar sistemine dahil olup olmadığına bakmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle şu sorunun cevabı verilmek gerekir. Faaliyet bilgisayar sistemiyle mi temellenmektedir; yoksa bilgisayar o faaliyetin gerçekleşmesine yardımcı bir unsur olarak mı kullanılmaktadır? Yani bilgisayar desteklimidir? Bankaların ATM uygulaması bilgisayar destekli olduğu için bilişim faaliyetidir. Zira bu sistem herhangi bir nedenle çöktüğünde bu faaliyet de asla gerçekleşmez. Bunun karşıtı bir örnek verilecek olursa, uçak firmalarının bilet satışlarında bilgisayar sistemlerinden yararlanmaları yani faaliyetin bilgisayar destekli olması bir bilişim faaliyeti değildir. Çünkü bu sistemler bu firmaların faaliyetini kolaylaştırmakla hızlandırmakla ve daha verimli kılmakla birlikte faaliyetin tarif edici unsuru değildir.

Otomatlar aracılığı ile sunulan ve bedeli ödendiği takdirde yararlanılabilen bir hizmetten otomatın teknik işleyişini devre dışı bırakan fiziki müdahalelerle ödeme yapmadan yararlanmak, karşılıksız yararlanma suçunu oluşturmaktadır.

163. madde, 521/b. maddeye karşılık olarak düzenlenmiştir. Maddenin gerekçesinde de açıklandığı gibi 2. fıkrasına göre, başka yada kamuya ait telefon şebekesinden bedeli ödenmeksizin ve hukuk dışı yollarla yararlanılması durumunda hırsızlık suçu oluşmaz. Çünkü ortada taşınabilir bir mal yoktur. Başkasına ait ya da kamuya ait telefon şebekesinden bedeli ödenmeksizin ve hukuk dışı yollarla yararlanılması fiili karşılıksız yararlanmanın tipik bir örneğini oluşturmaktadır. Burada söz konusu olan, telefonun verdiği hizmetten bedel ödemeden yararlanmadır.

Bu açıklamaların ışığı altında somut olaya gelirsek; sanık İsmail'in telefon kulübesinden topladığı kullanılmış manyetik telefon kartlarının üzerine barkot ve bant yapıştırmak suretiyle kontür yükleyip bunları diğer sanık Serkan'la birlikte Türk Telekom A.Ş. ne ait kulübelerde bulunan telefon cihazlarına sokup görüşme yapmışlardır.

Otomat makinası olarak adlandırılan telefonlara, jeton veya madeni para atılarak yada kontür yüklü manyetik kartlar sokularak konuşma hizmetinden yararlanılabilmektir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.04.2002 gün ve E, 2001/176-30, K.2001/757 sayılı kararında sanığın haksız olarak ele geçirdiği bir başkasına ait kart ve şifreyi kullanarak bir bankanın ATM makinasından para çekip hukuka aykırı yarar sağlama eylemi 765 Sayılı TCK. nun 525/b-2 madde ve fıkrasında düzenlenen bilgileri otomatik işleme tabi tutmuş bir sistemi kullanarak hukuka aykırı yarar sağlama suçunu oluşturacağına karar vermiştir.

Anılan kararda "... ATM lerin kullanılabilmesi için iki unsura ihtiyaç vardır. Bunlardan biri kart, diğeri kullanıcı şifresidir.Bu iki araca sahip olmadan, bir bilgi işlem biriminin parçası olan ve ona sisteme bağlı bulunan ATM makinalarını kullanmak olanağı yoktur. Belirtilen karta sahip olup, önceden sisteme tanıtılmış olan şifreyi de bilen kişi, kartı makinaya takip şifreyi kodlayarak işlem sürecini başlatabilir.

Ancak, kartı elinde bulunduran kişinin makine vasıtasıyla sisteme verdiği komutların yerine getirilebilmesi için ana kumanda merkezinin de bu komutları onaylaması gerekir. Örneğin nakit para çekilmek istendiğinde hesapta para yoksa veya günlük çekme limiti dolmuş yada herhangi bir nedenle hesap ana merkez tarafından kullanıma kapatılmışsa komut onaylanmayacağından işlem yapılamaz. Bu olgu da gösteriyor ki, ATM makinaları bilgileri otomatik işleme tabi tutmuş bir sistemin ünitesidir.", denilmektedir.

Oysa telefon cihazının kontür yüklü sahte kartla görüşmeye açılması sağlandıktan sonra telefon santraline komut verilmesi mümkün olmadığı gibi esasen verilen bir komut olmadığı ve bir sisteme bağlanılmadığından bilişim sistemlerinin temel özelliği olan komut onaylaması da söz konusu değildir. Diğer taraftan bir bilişim sistemine bağlanılmadığından ATM kartlarında olduğu gibi şifreye de ihtiyaç yoktur çünkü bir bilişim sisteminin ünitesi değildir.

Manyetik kart yanlıca telefon makinasını görüşmeye açmaktadır. Kaldı ki, para, jeton hatta uygulamada rastlanıldığı üzere buzdan oluşturulan sahte jetonlarla dahi telefon otomatlarından görüşme yapılabildiği rastlanılan eylemlerdendir.

Bilişim suçları ile ilgili verilen kararların hukuki denetimini yapan Yargıtay 11. Ceza Dairesi, 19.03.2007 gün, 8984/1807 sayılı kararında, sahte telefon kartları ile telefon makinalarından haksız konuşma yapma eylemlerinin 765 Sayılı TCK. nun 521/b ve 5237 Sayılı TCK. nun 163 maddelerinde öngörülen otomatik aletlerden karşılıksız yararlanma suçuna oluşturacağını belirtmiştir.

Yukarıda açıkladığım nedenle, sahte oluşturulmuş kartlarla kuruma ait telefon kulübelerindeki cihazlardan haksız yere konuşma eylemlerinin bir bilişim sistemine hukuka aykırı olarak girilip yarar sağlanması suçunu oluşturmayıp, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazında da belirtildiği gibi otomat makinalarından karşılıksız yararlanma suçunu oluşturacağı düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne karşıyım." görüşü ile,

Diğer dört Kurul üyesi ise; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında gösterilen gerekçenin haklı nedenlere dayandığını ileri sürerek itirazın kabulü gerektiği yolunda karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,

2- Dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 19.06.2007 günü oyçokluğu ile karar verildi.
#1165
AK Parti, hakim ve savcıları sevindirecek bir kanun tasarısı hazırladı. TBMM Başkanlığı'na sunulan tasarıda hakim ve savcıların yaptıkları işlem ve verdikleri karardan dolayı haklarında tazminat davası açılamamasını öngörüyor. Bu işlem ve kararlarla ilgili tazminat davalarında sadece devletten tazminat istenebilecek.

AK Parti Bolu Milletvekili Fatih Metin, AK Parti Siirt Milletvekili Mehmet Yılmaz Helvacıoğlu ve AK Parti Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak'ın imzasını taşıyan bazı kanunlarda değişiklik öngören kanun teklifi Meclis Başkanlığı'na sunuldu. Buna göre, taslakta Askerlik Kanunu, Teklif Devlet Memurları Kanunu, Devlet Memurları Kanunu, Devlet Memurları ile Hakimler ve Savcılar Kanunu'nda da bazı değişiklikler öngörüyor.

HAKİM VE SAVCILAR TAZMİNAT ÖDEMEYECEK

Hazırlanan taslağın Hakimler ve Savcılar Kanunu kısmında hakim ve savcıların bir soruşturma, kovuşturma veya davayla ilgili yaptıkları işlem ve verdikleri karar nedeniyle haklarında tazminat davası açılamayacak. Yine hakim ve savcıların işlem, kovuşturma, işlem veya verdikleri kararlar nedeniyle sadece devlet aleyhine tazminat davası açılabilecek.

Devlet aleyhine açılacak tazminat davalarında ise söz konusu işlem ve kararların "kanuna ve hukuka aykırı" olması temel ölçü alınacak. Aykırılığın dayandırılabileceği gerekçelerde de "kayırma ve taraf tutma, düşmanlık ve kin", "sağlanan menfaat", "farklı bir anlam yüklenmeyecek kadar açık ve kesin bir kanun hükmüne aykırılık", kararın "soruşturma evrakında veya duruşma tutanağında mevcut olmayan bir sebebe dayandırılması", ilgili evraklarda "tahrifat", "hakkın yerine getirilmesinden kaçınma" veya "CMK ile ilgili düzenlemelerindeki hükümler" olacak.

Tazminat davasının açılması, hakime ve savcıya karşı bir ceza kovuşturmasının yapılması ya da mahkumiyet şartına bağlanamayacak. Devlet aleyhine açılacak tazminat davaları ilgili hakim ve savcının görev yaptığı yerdeki asliye hukuk mahkemesinde, eğer dava asliye hukuk mahkemesinin görevinden kaynaklanıyorsa en yakın yerdeki asliye hukuk mahkemesinde ele alınacak. Bu davalar ilgili hakim ve savcıya re'sen ihbar edilmiş sayılacak.

Tazminat istemli davalar, kovuşturma sonucunda verilen hükmün ya da davalara ilişkin kararın kesinleştiği tarihten itibaren 6 ay içinde açılabilecek. Eğer tazminat kararı verilirse, devlet ilgili kararın kesinleşmesinden itibaren 1 yıl içinde "görevini kötüye kullanan" hakim ve savcıya rücu edecek.

GÖRÜLMEKTE OLAN DAVALARI DA KAPSAYACAK

Bu arada, CMK'da değişiklik öngörülen teklife göre kanun, düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihte görülmekte olan davalar, kesinleşmemiş hükümler, temyiz aşamasında olan kararlar için de uygulanacak. Görülmekte olan davalar da devlet aleyhine devam edecek. Yargıtay'daki davalar görevli ve yetkili asliye hukuk mahkemesine devredilecek.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1061774&title=hakim-ve-savcilar-tazminat-davasindan-kurtuluyor
#1166
Merhabalar. Ben de yukarıdaki değerlendirmeye aynen katılmakla birlikte küçük bir ilave yapmak istiyorum: Bildiğiniz gibi günümüz iş hayatında eskiye kıyasla rekabet koşulları her sahada giderek ağırlaşıyor. Öte yandan ülkemiz her zamankinden daha fazla AB üyelik hedefine yakın duruyor. Globalleşen, vizelerin kaldırıldığı, uluslararası ticaretin ve turizmin sürekli geliştiği bir dünyada elbette bir yabancı dili, özellikle de İngilizce'yi (hukuk diline vakıf olacak şekilde) öğrenmek ve imkan dahilinde yurt dışında yüksek lisans yapmak da gelecek hedefleriniz açısından çok faydalı olacaktır diye düşünüyorum. Öğrenim hayatı, kişinin kendisini geliştirebilmesi için bir daha kolay kolay bulamayacağı kadar her yönüyle müsait bir dönem. İçinde bulunduğunuz bu dönemin elinizden geldiğince kıymetini bilin... Öğrenim hayatınızda başarılar dilerim...
#1167
2013 Yılında uygulanacak olan yeni "Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi" 29.12.2012 tarih ve 28512 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. İşte yeni tarife:

AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ

GENEL HÜKÜMLER

Konu ve kapsam

MADDE 1 – (1) Bütün hukuki yardımlarda avukat ile iş sahipleri arasında geçerli ücret sözleşmesi yapılmamış olan veya avukatlık ücretinin kanun gereği karşı tarafa yükletilmesi gereken durumlarda, Avukatlık Kanunu ve bu Tarife hükümleri uygulanır. Bu Tarifede belirlenen ücretlerin altında avukatlık ücreti kararlaştırılamaz. Aksine yapılan sözleşmelerin ücrete ilişkin hükümleri geçersiz olup, ücrete ilişkin olarak bu Tarife hükümleri uygulanır.

Avukatlık ücretinin kapsadığı işler

MADDE 2 – (1) Bu Tarifede yazılı avukatlık ücreti kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır. Avukat tarafından takip edilen dava veya işle ilgili olarak düzenlenen dilekçe ve yapılan diğer işlemler ayrı ücreti gerektirmez. Hükümlerin tavzihine ilişkin istemlerin ret veya kabulü halinde de avukatlık ücretine hükmedilemez.

(2) Buna karşılık, icra takipleriyle, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Sayıştay'da temyizen ve bölge idare ve bölge adliye mahkemelerinde itirazen görülen işlerin duruşmaları ayrı ücreti gerektirir.

Avukatlık ücretinin aidiyeti, sınırları ve ortak veya değişik sebeple davanın reddinde davalıların avukatlık ücreti

MADDE 3 – (1) Yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, ekli Tarifede yazılı miktardan az ve üç katından çok olamaz. Bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi niteliği ve davanın süresi göz önünde tutulur.

(2) Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur.

Birden çok avukat ile temsil

MADDE 4 – (1) Aynı hukuki yardımın birden çok avukat tarafından yapılması durumunda, karşı tarafa bir avukatlık ücretinden fazlası yükletilemez.

Ücretin tümünü hak etme

MADDE 5 – (1) Hangi aşamada olursa olsun, dava ve icra takibini kabul eden avukat, Tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanır.

Davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulhte ücret

MADDE 6 – (1) Anlaşmazlık, davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulh nedenleriyle; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce giderilirse, Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin yarısına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonra giderilirse tamamına hükmolunur.

Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret

MADDE 7 – (1) Görevsizlik, yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine, davanın nakline veya davanın açılmamış sayılmasına; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce karar verilmesi durumunda, Tarifede yazılı ücretin yarısına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonraki aşamada ise tamamına hükmolunur. Şu kadar ki, davanın görüldüğü mahkemeye göre hükmolunacak avukatlık ücreti ikinci kısmın ikinci bölümünde yazılı miktarları geçemez.

(2) Davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur.

(3) Kanunlar gereği gönderme, yeni mahkemeler kurulması, işbölümü itirazı nedeniyle verilen tüm gönderme kararları nedeniyle görevsizlik, gönderme veya yetkisizlik kararı verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmedilmez.

Karşılık davada, davaların birleştirilmesinde ve ayrılmasında ücret

MADDE 8 – (1) Bir davanın takibi sırasında karşılık dava açılması, başka bir davanın bu davayla birleştirilmesi veya davaların ayrılması durumunda, her dava için ayrı ücrete hükmolunur.

Nafaka, kira tespiti ve tahliye davalarında ücret

MADDE 9 – (1) Tahliye davalarında bir yıllık kira bedeli tutarı, kira tespiti ve nafaka davalarında tespit olunan kira bedeli farkının veya hükmolunan nafakanın bir yıllık tutarı üzerinden Tarifenin üçüncü kısmı gereğince hesaplanacak miktarın tamamı, vekalet ücreti olarak hükmolunur. Bu miktarlar, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde davanın görüldüğü mahkemeye göre belirlenmiş bulunan ücretten az olamaz.

(2) Nafaka davalarında reddedilen kısım için avukatlık ücretine hükmedilemez.

Manevi tazminat davalarında ücret

MADDE 10 – (1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.

(2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.

(3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.

(4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından vekalet ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir.

İcra ve iflas müdürlükleri ile icra mahkemelerinde ücret

MADDE 11 – (1) İcra ve İflas Müdürlüklerindeki hukuki yardımlara ilişkin avukatlık ücreti, takip sonuçlanıncaya kadar yapılan bütün işlemlerin karşılığıdır. Konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, bu Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. Şu kadar ki takip miktarı 1.833,33 TL'ye kadar olan icra takiplerinde avukatlık ücreti, tarifenin ikinci kısmının, ikinci bölümünde, icra dairelerindeki takipler için öngörülen maktu ücrettir. Ancak bu ücret takip miktarını geçemez.

(2) Aciz belgesi alınması, takibi sonuçlandıran işlemlerden sayılır. Bu durumda avukata tam ücret ödenir.

(3) İcra mahkemelerinde duruşma yapılırsa Tarife gereğince ayrıca avukatlık ücreti hükmedilir. Şu kadar ki bu ücret, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünün iki ve üç sıra numaralarında gösterilen iş ve davalarla ilgili hukuki yardımlara ilişkin olup, Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenecek avukatlık ücreti bu sıra numaralarında yazılı miktarları geçemez.

(4) Tahliyeye ilişkin icra takiplerinde bir yıllık kira bedeli tutarı, Nafakaya ilişkin icra takiplerinde nafakanın bir yıllık tutarı üzerinden, icra mahkemelerinde açılan istihkak davalarında üçüncü kısım gereğince hesaplanacak ücretlere hükmolunur.

(5) Borçlu itiraz süresi içerisinde borcunu öderse tarifeye göre belirlenecek ücretin dörtte üçü takdir edilir. Maktu ücreti gerektiren işlerde de bu hüküm uygulanır.

Tarifelerin üçüncü kısmına göre ücret

MADDE 12 – (1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.

(2) Şu kadar ki asıl alacak miktarı 3.666,66 TL'ye kadar olan davalarda avukatlık ücreti, tarifenin ikinci kısmının, ikinci bölümünde, icra mahkemelerinde takip edilen davalar için öngörülen maktu ücrettir. Ancak bu ücret asıl alacağı geçemez.


Ceza davalarında ücret

MADDE 13 – (1) Kamu davasına katılma üzerine, mahkumiyete karar verilmiş ise vekili bulunan katılan lehine Tarifenin ikinci kısım ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti sanığa yükletilir.

(2) Ceza hükmü taşıyan özel yasa, tüzük ve kararnamelere göre yalnız para cezasına hükmolunan davalarda tarifeye göre belirlenecek avukatlık ücreti hükmolunan para cezası tutarını geçemez.

(3) CMK 141 ve devamı maddelerine göre tazminat için Ağır Ceza Mahkemelerine yapılan başvurularda, Tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmedilir. Şu kadar ki, hükmedilecek bu ücret ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sıra numarasındaki ücretten az olamaz.

(4) Çocuk mahkemelerinde görülen davalarda, asliye ceza; çocuk ağır ceza mahkemelerinde görülen davalarda da ağır ceza mahkemeleri için Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde öngörülen maktu ücretlere ilişkin hükümler uygulanır.

(5) Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir.

Danıştay'da, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde görülen dava ve işlerde ücret

MADDE 14 – (1) Danıştay'da ilk derecede veya duruşmalı olarak temyiz yoluyla görülen dava ve işlerde, idari ve vergi dava daireleri genel kurulları ile dava dairelerinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde davaya cevap verme sürelerinin bitimine kadar anlaşmazlığın feragat ya da kabul nedenleriyle ortadan kalkması veya bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi durumunda Tarifede yazılı ücretin yarısına, diğer durumlarda tamamına hükmedilir.

(2) Şu kadar ki, dilekçelerin görevli mercie gönderilmesine veya dilekçenin reddine karar verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmolunmaz.

(3) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülen dava ve işlerde de yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümler uygulanır.

Uzlaşma tutanağının hazırlanmasında ücret

MADDE 15 – (1) Avukatlık Kanununun 35/A maddesinde sözü edilen uzlaşma tutanağının hazırlanmasında, konusu itibarıyla görevli mahkemeler için, bu Tarifenin ilgili kısımlarında belirlenen ücretin 1/2 si uygulanır.

Tahkimde ücret

MADDE 16 – (1) Hakem önünde yapılan her türlü hukuki yardımlarda da bu Tarife hükümleri uygulanır.

İş takibinde ücret

MADDE 17 – (1) Bu Tarifeye göre iş takibi; yargı yetkisinin kullanılması ile ilgisi bulunmayan iş ve işlemlerin yapılabilmesi için, iş sahibi veya temsilci tarafından yerine getirilmesi kanunlara göre zorunlu olan iş ve işlemlerdir.

(2) Tarifede yazılı iş takibi ücreti bir veya birden çok resmi daire, kurum veya kuruluşça yapılan çeşitli işlemleri içine alsa bile, o işin sonuçlanmasına kadar yapılan bütün hukuki yardımların karşılığıdır.

Dava vekili ve dava takipçileri eliyle takip olunan işlerde ücret

MADDE 18 – (1) Dava vekilleri tarafından takip olunan dava ve işlerde de bu Tarife uygulanır.

(2) Dava takipçileri tarafından takip olunan dava ve işlerde bu Tarifede belirtilen ücretin 1/4 ü uygulanır.

Tarifede yazılı olmayan işlerde ücret

MADDE 19 – (1) Tarifede yazılı olmayan hukuki yardımlar için, işin niteliği göz önünde tutularak, Tarifedeki benzeri işlere göre ücret belirlenir.

Uygulanacak tarife

MADDE 20 – (1) Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.

Yürürlük

MADDE 21 – (1) Bu Tarife yayımı tarihinde yürürlüğe girer.


AVUKATLIK ÜCRET TARİFESİ

BİRİNCİ KISIM

BİRİNCİ BÖLÜM

Dava ve Takiplerin Dışındaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret

1. Büroda sözlü danışma (ilk bir saate kadar) 190,00 TL
takip eden her saat için 100,00 TL

2. Çağrı üzerine gidilen yerde sözlü danışma (ilk bir saate kadar) 365,00 TL
takip eden her saat için 190,00 TL

3. Yazılı danışma için 365,00 TL

4. Her türlü dilekçe yazılması, ihbarname, ihtarname, protesto düzenlenmesinde 245.00 TL

5. Sözleşmeler ve benzeri belgelerin hazırlanması
a) Kira sözleşmesi ve benzeri 365,00 TL
b) Tüzük, yönetmelik, miras sözleşmesi, vasiyetname, vakıf senedi ve benzeri belgelerin hazırlanması 1.100,00 TL
c) Şirket ana sözleşmesi, şirketlerin devir ve birleşmesi vb. ticari işlerle ilgili sözleşmeler 1.100,00 TL

İKİNCİ BÖLÜM
   
İş Takibi Konusundaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret

1. Bir durumun belgelendirilmesi, ödeme aşamasındaki paranın tahsili veya bir belgenin örneğinin çıkarılması gibi işlerin takibi için 275,00 TL

2. Bir hakkın doğumu, tespiti, tescili, nakli, değiştirilmesi, sona erdirilmesi veya korunması gibi amaçlarla yapılan işler için 465,00 TL

3. Tüzel kişi tacirlerin ana sözleşmelerinin onanması, bu tacirlerin çalışma konuları ile ilgili ruhsat ve imtiyazların alınması, devri ve Türk vatandaşlığına kabul edilme gibi işlerin takibi için 1.980,00 TL

4. Vergi uzlaşma komisyonlarında takip edilen işler için 865,00 TL

5. Uluslararası yargı yerlerinde takip edilen işlerde
a) Duruşmasız ise 3.960,00 TL
b) Duruşmalı ise 6.600,00 TL
c) Konusu para olan işlerde ise ücret Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

Avukatlık Kanununun 35 inci Maddesi Gereğince Bulundurulması Zorunlu Sözleşmeli Avukatlara Aylık Ödenecek Ücret
   
1. Yapı kooperatiflerinde 660,00 TL

2. Anonim şirketlerde 1.100,00 TL

Takip edilen dava, takip ve işlerde tarifeye göre hesaplanacak vekalet ücreti yıllık avukatlık ücretinin üzerinde olduğu takdirde aradaki eksik miktar avukata ayrıca ödenir.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
   
1. Kamu Kurum ve Kuruluşlarıyla Özel Kişi ve Tüzel Kişilerin Sözleşmeli Avukatlarına Ödeyecekleri Aylık Avukatlık Ücreti 1.100,00 TL

Takip edilen dava, takip ve işlerde tarifeye göre hesaplanacak vekalet ücreti yıllık avukatlık ücretinin üzerinde olduğu takdirde aradaki eksik miktar avukata ayrıca ödenir.

İKİNCİ KISIM

BİRİNCİ BÖLÜM

Yargı Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olsa veya Para ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret

1. Görülmekte olan bir dava içinde olmamak koşulu ile ihtiyati haciz, ihtiyati tedbir, delillerin tespiti, icranın geri bırakılması, ödeme ve tevdi yeri belirlenmesi işleri için:

a) Duruşmasız ise 245,00 TL
b) Duruşmalı ise 330,00 TL

2. Ortaklığın giderilmesi için satış memurluğunda yapılacak işlerin takibi için 465,00 TL

3. Ortaklığın giderilmesi ve taksim davaları için 990,00 TL

4. Vergi Mahkemelerinde takip edilen dava ve işler için   

a) Duruşmasız ise 660,00 TL
b) Duruşmalı ise 990,00 TL

İKİNCİ BÖLÜM

Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret
   
1. İcra Dairelerinde yapılan takipler için 220,00 TL

2. İcra Mahkemelerinde takip edilen işler için 245,00 TL

3. İcra Mahkemelerinde takip edilen dava ve duruşmalı işler için 440,00 TL

4. İcra Mahkemelerinde takip edilen ceza işleri için 245,00 TL

5. Ceza soruşturma evresinde takip edilen işler için 400,00 TL

6. Sulh Mahkemelerinde takip edilen davalar için 660,00 TL

7. Asliye Mahkemelerinde takip edilen davalar için 1.320,00 TL

8. Tüketici Mahkemelerinde takip edilen davalar için 660,00 TL

9. Fikri ve Sınai Haklar Mahkemelerinde takip edilen davalar için 1.980,00 TL

10. Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için 2.640,00 TL

11. Çocuk Mahkemelerinde takip edilen davalar için 990,00 TL

12. Çocuk Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için 2.640,00 TL

13. Askeri Mahkemelerde takip edilen davalar için 990,00 TL

14. Disiplin Mahkemelerinde takip edilen davalar için 770,00 TL

15. İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar için
a) Duruşmasız ise 660,00 TL
b) Duruşmalı ise 1.320,00 TL

16. Bölge Adliye Mahkemelerinde takip edilen istinaf yolu ile görülen işlerin takipleri için
a) Bir duruşması olan işler için 660,00 TL
b) Birden fazla duruşması ve keşif gibi avukatın da bulunması gereken sair işlemleri olan işler için 1.320,00 TL

17. Yargıtay'da ilk derecede görülen davalar için 2.640,00 TL

18. Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde ilk derecede görülen davalar için
a) Duruşmasız ise 1.320,00 TL
b) Duruşmalı ise 2.640,00 TL

19. Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Sayıştay'da temyiz yolu ile görülen işlerin duruşması için 990,00 TL

20. Uyuşmazlık Mahkemesindeki davalar için 990,00 TL

21. Anayasa Mahkemesinde görülen dava ve işler için
a) Yüce Divan sıfatı ile bakılan davalar 3.300,00 TL
b) Bireysel başvuru 2.640,00 TL
c) Diğer dava ve işler 2.640,00 TL

ÜÇÜNCÜ KISIM

Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret

1. İlk 25.000,00 TL için % 12

2. Sonra gelen 35.000,00 TL için % 11

3. Sonra gelen 60.000,00 TL için % 8

4. Sonra gelen 200.000,00 TL için % 6

5. Sonra gelen 500.000,00 TL için % 4

6. Sonra gelen 680.000,00 TL için % 3

7. Sonra gelen 1.250.000,00 TL için % 1,5

8. 2.750.000,00 TL'dan yukarısı için % 0,1









21.12.2011 tarih ve 28149 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren eski "Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi" aşağıdadır.

Resmi Gazete nüshası için lütfen tıklayınız.

21 Aralık 2011 ÇARŞAMBA
   
Resmî Gazete
   
Sayı : 28149

TEBLİĞ

Türkiye Barolar Birliği Başkanlığından:

AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ

GENEL HÜKÜMLER

Konu ve kapsam

MADDE 1 – (1) Bütün hukuki yardımlarda avukat ile iş sahipleri arasında geçerli ücret sözleşmesi yapılmamış olan veya avukatlık ücretinin kanun gereği karşı tarafa yükletilmesi gereken durumlarda, Avukatlık Kanunu ve bu Tarife hükümleri uygulanır. Bu Tarifede belirlenen ücretlerin altında avukatlık ücreti kararlaştırılamaz. Aksine yapılan sözleşmelerin ücrete ilişkin hükümleri geçersiz olup, ücrete ilişkin olarak bu Tarife hükümleri uygulanır.

Avukatlık ücretinin kapsadığı işler

MADDE 2 – (1) Bu Tarifede yazılı avukatlık ücreti kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır. Avukat tarafından takip edilen dava veya işle ilgili olarak düzenlenen dilekçe ve yapılan diğer işlemler ayrı ücreti gerektirmez. Hükümlerin tavzihine ilişkin istemlerin ret veya kabulü halinde de avukatlık ücretine hükmedilemez.

(2) Buna karşılık, icra takipleriyle, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Sayıştay'da temyizen ve bölge idare ve bölge adliye mahkemelerinde itirazen görülen işlerin duruşmaları ayrı ücreti gerektirir.

Avukatlık ücretinin aidiyeti, sınırları ve ortak veya değişik sebeple davanın reddinde davalıların avukatlık ücreti

MADDE 3 – (1) Yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, ekli Tarifede yazılı miktardan az ve üç katından çok olamaz. Bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi niteliği ve davanın süresi göz önünde tutulur.

(2) Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur.

Birden çok avukat ile temsil

MADDE 4 – (1) Aynı hukuki yardımın birden çok avukat tarafından yapılması durumunda, karşı tarafa bir avukatlık ücretinden fazlası yükletilemez.

Ücretin tümünü hak etme

MADDE 5 – (1) Hangi aşamada olursa olsun, dava ve icra takibini kabul eden avukat, Tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanır.

Davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulhte ücret

MADDE 6 – (1) Anlaşmazlık, davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulh nedenleriyle; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce giderilirse, Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin yarısına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonra giderilirse tamamına hükmolunur.

Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret

MADDE 7 – (1) Görevsizlik, yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine, davanın nakline veya davanın açılmamış sayılmasına; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce karar verilmesi durumunda, Tarifede yazılı ücretin yarısına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonraki aşamada ise tamamına hükmolunur. Şu kadar ki, davanın görüldüğü mahkemeye göre hükmolunacak avukatlık ücreti ikinci kısmın ikinci bölümünde yazılı miktarları geçemez.

(2) Davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur.

(3) Kanunlar gereği gönderme, yeni mahkemeler kurulması, işbölümü itirazı nedeniyle verilen tüm gönderme kararları nedeniyle görevsizlik, gönderme veya yetkisizlik kararı verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmedilmez.

Karşılık davada, davaların birleştirilmesinde ve ayrılmasında ücret

MADDE 8 –(1) Bir davanın takibi sırasında karşılık dava açılması, başka bir davanın bu davayla birleştirilmesi veya davaların ayrılması durumunda, her dava için ayrı ücrete hükmolunur.

Nafaka, kira tespiti ve tahliye davalarında ücret

MADDE 9 – (1) Tahliye davalarında bir yıllık kira bedeli tutarı, kira tespiti ve nafaka davalarında tespit olunan kira bedeli farkının veya hükmolunan nafakanın bir yıllık tutarı üzerinden Tarifenin üçüncü kısmı gereğince hesaplanacak miktarın tamamı, vekalet ücreti olarak hükmolunur. Bu miktarlar, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde davanın görüldüğü mahkemeye göre belirlenmiş bulunan ücretten az olamaz.

(2) Nafaka davalarında reddedilen kısım için avukatlık ücretine hükmedilemez.

Manevi tazminat davalarında ücret

MADDE 10 – (1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.

(2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.

(3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur.

(4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından vekalet ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir.

İcra ve iflas müdürlükleri ile icra mahkemelerinde ücret

MADDE 11 – (1) İcra ve İflas Müdürlüklerindeki hukuki yardımlara ilişkin avukatlık ücreti, takip sonuçlanıncaya kadar yapılan bütün işlemlerin karşılığıdır. Konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, bu Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. Şu kadar ki asıl alacak miktarı 1.666,66 TL'ye kadar olan icra takiplerinde avukatlık ücreti, tarifenin ikinci kısmının, ikinci bölümünde, icra dairelerindeki takipler için öngörülen maktu ücrettir. Ancak bu ücret asıl alacağı geçemez.

(2) Aciz belgesi alınması, takibi sonuçlandıran işlemlerden sayılır. Bu durumda avukata tam ücret ödenir.

(3) İcra mahkemelerinde duruşma yapılırsa Tarife gereğince ayrıca avukatlık ücreti hükmedilir. Şu kadar ki bu ücret, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünün iki ve üç sıra numaralarında gösterilen iş ve davalarla ilgili hukuki yardımlara ilişkin olup, Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenecek avukatlık ücreti bu sıra numaralarında yazılı miktarları geçemez.

(4) Tahliyeye ilişkin icra takiplerinde bir yıllık kira bedeli tutarı, Nafakaya ilişkin icra takiplerinde nafakanın bir yıllık tutarı üzerinden, icra mahkemelerinde açılan istihkak davalarında üçüncü kısım gereğince hesaplanacak ücretlere hükmolunur.

(5) Borçlu itiraz süresi içerisinde borcunu öderse tarifeye göre belirlenecek ücretin dörtte üçü takdir edilir. Maktu ücreti gerektiren işlerde de bu hüküm uygulanır.

Tarifelerin üçüncü kısmına göre ücret

MADDE 12 – (1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir.

(2) Şu kadar ki asıl alacak miktarı 3.333,33 TL'ye kadar olan davalarda avukatlık ücreti, tarifenin ikinci kısmının, ikinci bölümünde, icra mahkemelerinde takip edilen davalar için öngörülen maktu ücrettir. Ancak bu ücret asıl alacağı geçemez.


Ceza davalarında ücret

MADDE 13 – (1) Kamu davasına katılma üzerine, mahkumiyete karar verilmiş ise vekili bulunan katılan lehine Tarifenin ikinci kısım ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti sanığa yükletilir.

(2) Ceza hükmü taşıyan özel yasa, tüzük ve kararnamelere göre yalnız para cezasına hükmolunan davalarda tarifeye göre belirlenecek avukatlık ücreti hükmolunan para cezası tutarını geçemez.

(3) CMK 141 ve devamı maddelerine göre tazminat için Ağır Ceza Mahkemelerine yapılan başvurularda, Tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmedilir. Şu kadar ki, hükmedilecek bu ücret ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sıra numarasındaki ücretten az olamaz.

(4) Çocuk mahkemelerinde görülen davalarda, asliye ceza; çocuk ağır ceza mahkemelerinde görülen davalarda da ağır ceza mahkemeleri için Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde öngörülen maktu ücretlere ilişkin hükümler uygulanır.

(5) Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir.

Danıştay'da, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde görülen dava ve işlerde ücret

MADDE 14 – (1) Danıştay'da ilk derecede veya duruşmalı olarak temyiz yoluyla görülen dava ve işlerde, idari ve vergi dava daireleri genel kurulları ile dava dairelerinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde davaya cevap verme sürelerinin bitimine kadar anlaşmazlığın feragat ya da kabul nedenleriyle ortadan kalkması veya bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi durumunda Tarifede yazılı ücretin yarısına, diğer durumlarda tamamına hükmedilir.

(2) Şu kadar ki, dilekçelerin görevli mercie gönderilmesine veya dilekçenin reddine karar verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmolunmaz.

(3) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülen dava ve işlerde de yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümler uygulanır.

Uzlaşma tutanağının hazırlanmasında ücret

MADDE 15 – (1) Avukatlık Kanununun 35/A maddesinde sözü edilen uzlaşma tutanağının hazırlanmasında, konusu itibarıyla görevli mahkemeler için, bu Tarifenin ilgili kısımlarında belirlenen ücretin 1/2 si uygulanır.

Tahkimde ücret

MADDE 16 – (1) Hakem önünde yapılan her türlü hukuki yardımlarda da bu Tarife hükümleri uygulanır.

İş takibinde ücret

MADDE 17 – (1) Bu Tarifeye göre iş takibi; yargı yetkisinin kullanılması ile ilgisi bulunmayan iş ve işlemlerin yapılabilmesi için, iş sahibi veya temsilci tarafından yerine getirilmesi kanunlara göre zorunlu olan iş ve işlemlerdir.

(2) Tarifede yazılı iş takibi ücreti bir veya birden çok resmi daire, kurum veya kuruluşça yapılan çeşitli işlemleri içine alsa bile, o işin sonuçlanmasına kadar yapılan bütün hukuki yardımların karşılığıdır.

Dava vekili ve dava takipçileri eliyle takip olunan işlerde ücret

MADDE 18 – (1) Dava vekilleri tarafından takip olunan dava ve işlerde de bu Tarife uygulanır.

(2) Dava takipçileri tarafından takip olunan dava ve işlerde bu Tarifede belirtilen ücretin 1/4 ü uygulanır.

Tarifede yazılı olmayan işlerde ücret

MADDE 19 – (1) Tarifede yazılı olmayan hukuki yardımlar için, işin niteliği göz önünde tutularak, Tarifedeki benzeri işlere göre ücret belirlenir.

Uygulanacak tarife

MADDE 20 – (1) Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.

Yürürlük

MADDE 21 – (1) Bu Tarife yayımı tarihinde yürürlüğe girer.


AVUKATLIK ÜCRET TARİFESİ
     
BİRİNCİ KISIM
   
    BİRİNCİ BÖLÜM    
    Dava ve Takiplerin Dışındaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret    
1.    Büroda sözlü danışma (ilk bir saate kadar)    170,00 TL
    takip eden her saat için    90,00 TL
2.    Çağrı üzerine gidilen yerde sözlü danışma (ilk bir saate kadar)    330,00 TL
    takip eden her saat için    170,00 TL
3.    Yazılı danışma için    330,00 TL
4.    Her türlü dilekçe yazılması, ihbarname, ihtarname, protesto düzenlenmesinde    220.00 TL
5.    Sözleşmeler ve benzeri belgelerin hazırlanması    
       a) Kira sözleşmesi ve benzeri    330,00 TL
       b) Tüzük, yönetmelik, miras sözleşmesi, vasiyetname, vakıf senedi ve benzeri belgelerin hazırlanması    1.000,00 TL
       c) Şirket ana sözleşmesi, şirketlerin devir ve birleşmesi vb. ticari işlerle ilgili sözleşmeler    1.000,00 TL
    İKİNCİ BÖLÜM    
    İş Takibi Konusundaki Hukuki Yardımlarda Ödenecek Ücret    
1.    Bir durumun belgelendirilmesi, ödeme aşamasındaki paranın tahsili veya bir belgenin örneğinin çıkarılması gibi işlerin takibi için    250,00 TL
2.    Bir hakkın doğumu, tespiti, tescili, nakli, değiştirilmesi, sona erdirilmesi veya korunması gibi amaçlarla yapılan işler için    420,00 TL
3.    Tüzel kişi tacirlerin ana sözleşmelerinin onanması, bu tacirlerin çalışma konuları ile ilgili ruhsat ve imtiyazların alınması, devri ve Türk vatandaşlığına kabul edilme gibi işlerin takibi için    1.800,00 TL
4.    Vergi uzlaşma komisyonlarında takip edilen işler için    785,00 TL
5.    Uluslararası yargı yerlerinde takip edilen işlerde    
       a) Duruşmasız ise    3.600,00 TL
       b) Duruşmalı ise    6.000,00 TL
       c) Konusu para olan işlerde ise ücret Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir    
    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM    
    Avukatlık Kanununun 35 inci Maddesi Gereğince Bulundurulması Zorunlu Sözleşmeli Avukatlara Aylık Ödenecek Ücret    
1.    Yapı kooperatiflerinde    600,00 TL
2.    Anonim şirketlerde    1.000,00 TL
    Takip edilen dava, takip ve işlerde tarifeye göre hesaplanacak vekalet ücreti yıllık avukatlık ücretinin üzerinde olduğu takdirde aradaki eksik miktar avukata ayrıca ödenir.    
    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM    
1.    Kamu Kurum ve Kuruluşlarıyla Özel Kişi ve Tüzel Kişilerin Sözleşmeli Avukatlarına Ödeyecekleri Aylık Avukatlık Ücreti    1.000,00 TL
    Takip edilen dava, takip ve işlerde tarifeye göre hesaplanacak vekalet ücreti yıllık avukatlık ücretinin üzerinde olduğu takdirde aradaki eksik miktar avukata ayrıca ödenir.    
    
İKİNCİ KISIM
   
    BİRİNCİ BÖLÜM    
    Yargı Yerlerinde, İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olsa veya Para ile Değerlendirilebilse Bile Maktu Ücrete Bağlı Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret    
1.    Görülmekte olan bir dava içinde olmamak koşulu ile ihtiyati haciz, ihtiyati tedbir, delillerin tespiti, icranın geri bırakılması, ödeme ve tevdi yeri belirlenmesi işleri için:    
       a) Duruşmasız ise    220,00 TL
       b) Duruşmalı ise    300,00 TL
2.    Ortaklığın giderilmesi için satış memurluğunda yapılacak işlerin takibi için    420,00 TL
3.    Ortaklığın giderilmesi ve taksim davaları için    900,00 TL
4.    Vergi Mahkemelerinde takip edilen dava ve işler için    
       a) Duruşmasız ise    600,00 TL
       b) Duruşmalı ise    900,00 TL
    İKİNCİ BÖLÜM    
    Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olmayan veya Para ile Değerlendirilemeyen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret    
1.    İcra Dairelerinde yapılan takipler için     200,00 TL
2.    İcra Mahkemelerinde takip edilen işler için      220,00 TL
3.    İcra Mahkemelerinde takip edilen dava ve duruşmalı işler için     400,00 TL
4.    İcra Mahkemelerinde takip edilen ceza işleri için      220,00 TL
5.    Ceza soruşturma evresinde takip edilen işler için     360,00 TL
6.    Sulh Mahkemelerinde takip edilen davalar için     600,00 TL
7.    Asliye Mahkemelerinde takip edilen davalar için    1.200,00 TL
8.    Tüketici Mahkemelerinde takip edilen davalar için    600,00 TL
9.    Fikri ve Sınai Haklar Mahkemelerinde takip edilen davalar için    1.800,00 TL
10.    Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için    2.400,00 TL
11.    Çocuk Mahkemelerinde takip edilen davalar için      900,00 TL
12.    Çocuk Ağır Ceza Mahkemelerinde takip edilen davalar için      2.400,00 TL
13.    Askeri Mahkemelerde takip edilen davalar için      900,00 TL
14.    İdare ve Vergi Mahkemelerinde takip edilen davalar için    
       a) Duruşmasız ise    600,00 TL
       b) Duruşmalı ise    1.200,00 TL
15.    Bölge Adliye Mahkemelerinde takip edilen istinaf yolu ile görülen işlerin takipleri için     
       a) Bir duruşması olan işler için    600,00 TL
       b) Birden fazla duruşması ve keşif gibi avukatın da bulunması gereken sair işlemleri olan işler için    1.200,00 TL
16.    Yargıtay'da ilk derecede görülen davalar için    2.400,00 TL
17.    Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde ilk derecede görülen davalar için    
       a) Duruşmasız ise    1.200,00 TL
       b) Duruşmalı ise    2.400,00 TL
18.    Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Sayıştay'da temyiz yolu ile görülen işlerin duruşması için    900,00 TL
19.    Uyuşmazlık Mahkemesindeki davalar için    900,00 TL
20.    Anayasa Mahkemesinde görülen dava ve işler için    
       a) Yüce Divan sıfatı ile bakılan davalar    3.000,00 TL
       b) Diğer dava ve işler    2.400,00 TL

ÜÇÜNCÜ KISIM    

    Yargı Yerleri ile İcra ve İflas Dairelerinde Yapılan ve Konusu Para Olan veya Para ile Değerlendirilebilen Hukuki Yardımlara Ödenecek Ücret    
1.    İlk 25.000,00 TL için    % 12
2.    Sonra gelen 35.000,00 TL için    % 11
3.    Sonra gelen 60.000,00 TL için    % 8
4.    Sonra gelen 200.000,00 TL için    % 6
5.    Sonra gelen 500.000,00 TL için    % 4
6.    Sonra gelen 680.000,00 TL için    % 3
7.    Sonra gelen 1.250.000,00 TL için    % 1,5
8.    2.750.000,00 TL'dan yukarısı için     % 0,1
#1168
FATİH YILMAZ - İSTANBUL, CİHAN   

Yıllardır yerel mahkeme ile Yargıtay arasında gidip gelen Kemal Türkler davası zamanaşımı süresi dolduğu gerekçesiyle ortadan kaldırıldı. Karara tepki gösteren Türkler'in kızı Nilgün Soydan Türkler, "Devletin kendisi babamı öldürdü ve yine kendi tetikçisini akladı." iddiasında bulunurken DİSK Başkanı Süleyman Çelebi de davanın kasıtlı olarak zamanaşımına taşındığını savundu.

Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, 26 yıldır sonuçlanmayan eski DİSK genel başkanının öldürülmesine ilişkin davayı ortadan kaldırdı. Ünal Osmanağaoğlu'nun yargılandığı dava, zamanaşımı süresi dolduğu gerekçesiyle düşürülürken, kararı Türkler'in kızı Nilgün Soydan Türkler sert tepki gösterdi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde (AİHM) dava açacaklarını belirtien Türkler, "Karar tamamen haksızdır. Devletin kendisi babamı öldürdü ve yine kendi tetikçisini akladı." dedi. DİSK Genel Başkanı Çelebi de, davanın kasıtlı olarak zaman aşımına uğratıldığını söyledi.

Kemal Türkler'in yakınları ve avukatları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuracaklarını belirtti. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada, sanık Ünal Osmanağaoğlu ile Kemal Türkler'in eşi Hatice Sebahat Türkler, kızları Yasemin Türkler Akpınar, Nilgün Soydan Türkler ile avukatlar hazır bulundu. Türkler'in torunu Burç Akpınar da annesi ve teyzesi adına müdahil avukatı olarak katıldı. Mahkeme heyeti, davanın zamanaşımı süresinin dolduğunu belirterek, ortadan kaldırılmasına hükmettiklerini bildirdi. Salonda bulunanlar karara tepki gösterdi. Duruşma salonunu boşaltmaya çalışan polisler ile dinleyiciler arasında kısa süreli arbede yaşandı.

Devlet, kendi tetikçisini akladı

Salondan çıkan Kemal Türkler'in yakınları, Bakırköy Adliyesi önünde basın açıklaması yaptı. Kemal Türkler'in kızı Nilgün Türkler Soydan, Ünal Osmanağaoğlu'nun babasını öldüren katillerden biri olduğunu savunarak, şöyle konuştu: "Ben bunu gözlerimle gördüm. Devlet önce babamı öldürttü, ondan sonra öldürttüğü katili senelerce korudu, daha sonra gözümüzün içine baka baka davaları görmedi, normal seyrinde görülmesine izin vermedi." Alınan kararın büyük talihsizlik olduğunu belirten Türkler, "Bu kararla benim babamın adını unutturamayacaklar. Karar tamamen haksızdır. Devlet kendi tetikçisini akladı. Davanın düşmesi bizi yıldırmayacaktır. Biz AİHM'ye gideceğiz." dedi. DİSK Başkanı Süleyman Çelebi ise, kararın tamamen siyasi olarak alınmış olduğunu ve vicdanen kabul edilemeyeceğini dile getirdi. Çelebi, "Dava, kasıtlı olarak zamanaşımına taşınmıştır. Ama karar bu katilin katil kimliğini bizim açımızdan ortadan kaldırmıyor. Hukuken de kalkmış değildir.'' diye konuştu. Sürecin devamına ilişkin her türlü itirazlarını gerek Yargıtay sürecinde, gerekse uluslararası mahkeme nezdinde sonuna kadar devam ettireceklerini vurgulayan Çelebi, şöyle devam etti: "Kemal Türkler davası bizim açımızdan katilleri belli olan davadır. Bu kararları verenler huzur içerisindeler ise, rahat uyuyacaklarsa, kendi vicdanlarına bırakacağız. Bizim açımızdan vicdanen de hukuken de aklanmış değildir. Diğerleri beyhude çabalardır. Diğer kararlar bizim açımızdan geçerliliği olan vicdani kararlar değildir.''

Mahkeme ile Yargıtay arasında gitti geldi

Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı'nca hazırlanan iddianamede, Kemal Türkler'in, 22 Temmuz 1980 tarihinde evinin önünde Ünal Osmanağaoğlu ile arkadaşları tarafından öldürüldüğü, koruma polisi Ali Bilsev'in de yaralandığı ifade ediliyordu. İddianamede, bu olaya ilişkin, Osmanağaoğlu'nun suç ortakları hakkında Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi'nde kamu davası açıldığı, İstanbul'da sıkıyönetimin kalkması nedeniyle sanık hakkındaki dosyanın ayrılarak, Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildiği kaydediliyordu. "Suçun, 1 Mayıs 1984'ten önce işlenmesi nedeniyle Osmanağaoğlu'nun DGM'de yargılanmasının mümkün olmadığı'' vurgulanan iddianamede, sanığın, TCK'nın 149/2. maddesi uyarınca "ahaliyi ayaklandırarak birbirini öldürmeye sebebiyet vermek'' suçundan cezalandırılması talep ediliyordu. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın 14 Nisan 2003'teki duruşmasında, sanık Osmanağaoğlu'nun beraatına karar verilmişti. Dosyanın temyize gittiği Yargıtay 9. Ceza Dairesi, eksik soruşturma gerekçesiyle kararı bozmuştu. Bozma kararının ardından davayı tekrar görüşen yerel mahkeme, sanığın mahkumiyetine yeterli ve kati deliller bulunamadığından beraatına hükmetmişti. Yargıtay 9. Ceza Dairesi ise "Türkler'in öldürülmesi eyleminde Osmanağaoğlu'nun suça asli maddi fail olarak katıldığının anlaşıldığı''na işaret ederek, hakkında verilen beraat kararını oybirliğiyle bozmuştu. Bakırköy 2. Ağır Ceza Mahkemesi, yeniden yaptığı yargılamada, 30 Temmuz 2009 tarihinde beraat hükmünde direnme kararı aldı. Direnme kararını inceleyen Yargıtay Ceza Genel Kurulu, hükmün bozulmasına karar vermişti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1059732
#1169
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2007/17-144
K. 2007/269
T. 11.12.2007

5237/m.289
2004/m.336

DAVA : Muhafaza görevini kötüye kullanma suçundan sanık Hayati'nin beraatine ilişkin olarak Ankara 12. İcra Ceza Mahkemesi'nden verilen 02.02.2006 gün ve 2239-50 sayılı hüküm şikayetçi vekili tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Hukuk Dairesi'nce 16.11.2006 gün ve 3980-8442 sayı ile;

"... 1- ) 5358 Sayılı Kanunun 23. maddesiyle I1K'da yedieminlik görevini kötüye kullanmak suçunun düzenlendiği 336/a maddesi yürürlükten kaldırılmakla birlikte, anılan suçun 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun 289. maddesinde düzenlendiği ve suç olmaktan çıkarılmadığı gözetilmeden yazılı biçimde sanığın beraatına hükmolunması,

2- ) 5358 Sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılan İİK'niın 336/a maddesinde düzenlenen yedieminlik görevini suistimal suçu için öngörülen hafif hapis cezası yaptırımının, anılan kanun maddesinin yürürlük tarihi itibariyle kapsamında kalan fiiller için, 5252 Sayılı Kanunun 7. maddesi uyarınca idari para cezasına dönüştürüldüğü gözetilmeden yazılı biçimde hüküm kurulması..." isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel mahkeme bu kez 30.01.2007 gün ve 2306-75 sayı ile;

"... Şikayetçi alacaklı tarafından borçlu Alüminyum Limited Şirketi aleyhine kambiyo senetlerine mahsus yolla icra takibinin yapıldığı, şirket adresinde 12.05.2005 tarihinde taşınır haczi gerçekleştirildiği, taşınırların şirket çalışanı olan sanığa yediemin olarak teslim edildiği, 14.10.2005 tarihinde aynı adrese gidildiğinde işyerinin boş olduğu anlaşılmaktadır.

5358 Sayılı Kanunun 23. maddesiyle yürürlükten kalkan I1K'nun 336/a maddesindeki düzenleme ile haciz veya diğer herhangi bir sebeple teslim olunan malların icra dairesinin tebliğine rağmen icra dairesine teslim etmemenin yaptırıma bağlanmadığı ve yedieminlik görevini kötüye kullanma suçunun özel bir hali olduğu, bu nedenle de İİK'nun 336/a maddesinin TCY'nın 276. maddesini yürürlükten kaldırmadığı, 765 sayılı TCK'nun 276. maddesi ve bu madde karşılığı olan 5237 sayılı TCY'nın 289. maddesinde yaptırıma bağlanan eylemlerin ise farklı olduğu,

TCY'nın 289. maddesinde, muhafaza edilmek üzere kendisine teslim olunan mal üzerinde teslim amacı dışında tasarrufta bulunmanın yaptırıma bağlandığı, somut olayda işyerinin taşınmış olması nedeniyle haciz mahallinde taşınırların bulunmamasının, yürürlükten kalkan İİY'nın 336/a maddesinde yaptırıma bağlanan suç tipine uymadığı gibi, işyerinin taşınmasının 5237 sayılı TCY'nın 289. maddesinde yer alan tasarruf ta bulunma anlamında da olmadığı, başka bir anlatımla şikayet olunan eylemin bu madde kapsamında da olmadığı anlaşılmıştır...." gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de şikayetçi vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın "hükmün bozulması" görüşünü içeren 01.06.2007 gün ve 74421 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Şikayetçi vekili icra ceza mahkemesine hitaben yazdığı 25.10.2005 havale tarihli dilekçe ile; haczedilen malların borçlu yediemin olarak şirket çalışanı Hayati'ye teslim edildiğini, borç ödenmeyince 14.10.2005 tarihinde muhafaza için gidildiğinde, işyerinin boş olduğunu, yediemine teslim edilen malların da yerinde olmadığını belirterek Hayati'nin yedieminlik görevini kötüye kullanma suçundan dolayı İİY'nın 336. maddesi uyarınca cezalandırılmasını istemiştir.

Yerel mahkeme, İİY'nın 336. maddesinin yürürlükten kaldırıldığını, eylemin 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı Yasanın 289. maddesindeki muhafaza görevini ihmal suçunu da oluşturmadığını belirterek berat kararı vermiş, bu hüküm özel dairece, İcra ve İflas Yasası'nın yedieminlik görevini kötüye kullanmak suçunu düzenleyen 336/a maddesi yürürlükten kaldırılmakla birlikte, anılan suçun 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nun 289. maddesinde düzenlendiği ve suç olmaktan çıkarılmadığı gerekçesiyle bozulmuş, yerel mahkeme önceki hükmünde direnmiştir.

Çözümü gereken uyuşmazlık, icra ceza mahkemelerinde görülen bir kısım davalar bakımından dava açan belge niteliğindeki şikayet dilekçesinde tarif edilen eylemin kapsamı, somut ifadeyle, sanığın haczedilerek kendisine yediemin olarak teslim edilen malda, teslim edilme amacı dışında tasarrufta bulunduğu yolundaki iddianın hangi suça yöneldiği, saptanacak nitelendirmeye göre bu eylemin yargılamasının icra ceza mahkemesinde yapılıp yapılamayacağı, yapılamayacaksa icra ceza mahkemesinin ne karar vermesi gerektiği hususuna ilişkindir.

Muhafaza edilmek üzere resmen teslim olunan malları saklama, sahibine veya başkalarına verme, tebdil ve lazım gelenlere teslimden kaçınma eylemleri 765 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 276. maddesinde genel nitelikte bir suç olarak düzenlenip yaptırıma bağlanmıştı. Ancak, icra dairelerinin istemine rağmen bu malları teslime yanaşmayan yedieminlere verilen cezaların çoğu kere uygulamada tecil edilmesi ve paraya çevrilmesi karşısında, yasa koyucu, kendisine teslim edilen malları icra dairesinin istemine rağmen yedi gün içinde teslim etmeyen yedieminlerin bu eylemlerini İcra ve İflas Yasası'na 17.07.2003 gün ve 4949 Sayılı Yasa ile eklediği 336/a maddesinde, yedieminlik görevini kötüye kullanma suçundan bağımsız biçimde ve kabahat olarak düzenlemiştir. Bu düzenlemeyle, İcra ve İflas Yasası uyarınca, muhafaza edilmek üzere kendisine rehin, haciz veya diğer herhangi bir sebeple teslim olunan malları icra dairesinin talebine rağmen yedi gün içinde icra dairesine teslim etmeyen kimsenin, alacaklının şikayeti üzerine tetkik merciince cezalandırılacağı hükme bağlanmıştı. Böylelikle, genel nitelikteki yedieminlik görevini kötüye kullanma suçundan farklı unsurlar içeren bu kabahati gerçekleştirenlerin İcra ve İflas Yasasında öngörülen yöntemle İcra Ceza Mahkemelerinde yargılanmaları sağlanmış, cezalarının paraya çevrilmesi ve ertelenmesi önlenmiştir.

Ancak,

01.06.2005 tarihinde 765 sayılı Türk Ceza Yasası yürürlükten kaldırılmış, muhafaza görevini kötüye kullanma suçu da, aynı tarihte yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasası'nın 289. maddesinde; "muhafaza edilmek üzere kendisine resmen teslim olunan rehinli veya hacizli veya herhangi bir nedenle elkonulmuş olan mal üzerinde teslim amacı dışında tasarrufta bulunan kişinin cezalandırılacağı" belirtilerek, genel bir suç olarak düzenlenmiştir. Öte yandan, İcra ve İflas Yasası'nın 336/a maddesi ise yine aynı tarihte yürürlüğe giren 5358 Sayılı Yasanın 7. maddesi ile yürürlükten kaldırılmış, böylelikle başlangıçtaki sisteme dönülmüştür.

İcra ceza mahkemeleri sadece İcra ve İflas Yasasında suç ve kabahat olarak düzenlenmiş bulunan bir kısım eylemleri, yasanın 349. vd. maddelerinde düzenlenen yöntemle yargılayan mahkemelerdir. Ayrıca, bu mahkemelerin bakacağı davalar, diğer mahkemelerin görevine giren davalarla birleştirilemez. İcra ceza mahkemesinde görülen davanın konusu ise, dava açan belgede belirtilen fiilden ibarettir. Hiç kuşku yoktur ki, mahkeme bu fiili takdirde serbesttir ve belgede gösterilen uygulama maddeleri ile bağlı değildir. O nedenle, icra ceza mahkemesine dava açar nitelikte bir belge sunulduğunda, bu belgede belirtilen eylemin İcra ve İflas Yasası'nda düzenlenen suç tiplerinden birini oluşturup oluşturmadığı öncelikle değerlendirilmeli, davanın görülebilmesi için gerekli yargılama ve görev koşullarının oluşup oluşmadığı saptanmalıdır.

Somut olayda şikayetçi vekili İcra ceza mahkemesine verdiği dilekçede, 14.10.2005 tarihinde muhafaza için işyerine gidildiğinde, evvelce borçlu şirket çalışanı Hayati'ye yediemin olarak teslim edilen malların yerinde olmadığını, böylelikle adı geçen in yedieminlik görevini kötüye kullandığını belirterek şikayetçi olmuştur. Dilekçede tanımlanan ve dolayısıyla davanın konusunu oluşturan eylem, suç tarihi de dikkate alındığında, 5237 sayılı TCY'nın 289. maddesindeki muhafaza görevini kötüye kullanma suçuna ilişkindir. Bu suçla ilgili yargılama görevi sulh ceza mahkemesine ait olduğu gibi, sözü edilen davanın da iddianame ile açılması gerekir. Dolayısıyla, olayda gerek yargılama gerekse görev koşulları gerçekleşmemiştir. Ancak, icra ceza mahkemesinin görev koşuluna öncelik verip dosyayı görevsizlik kararıyla sulh ceza mahkemesine göndermesi halinde, bu mahkemenin de yargılama koşulu gerçekleşmediği için yargılamanın durmasına karar verip, ardından da iddianame ile dava açılması için dosyayı Cumhuriyet Savcılığına göndereceği, bundan dolayı bir gecikme yaşanacağı, bu durumun da Anayasa'nın 141/son maddesi ile mahkemelere bir görev olarak yüklenmiş bulunan "davaların mümkün olan süratle" sonuçlandırılması yolundaki ilkeye ve usul ekonomisinin gereklerine aykırılık oluşturacağı açıktır. O halde, yargılama koşuluna öncelik vermeli ve bu koşul gerçekleşmediği için yargılamanın durmasını kararlaştırmalı, usulünce soruşturma yapılıp gerektiğinde iddianame ile dava açılmak üzere dosyayı Cumhuriyet Savcılığı'na göndermelidir.

Bu itibarla, yerinde görülmeyen direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yerel mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na tevdiine, 11.12.2007 günü oybirliği ile tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak karar verildi.
#1170
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2006/4-122
K. 2006/162
T. 13.6.2006
• İLETİŞİMİN DİNLENMESİ (Tesadüfen elde edildiği kabul edilen suç delilinin yasa dışı elde edilmiş delil niteliğinde olduğu)
• GÖREVDE YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMAK (Görüşmenin haklarında dinleme kararı bulunmayan 3. kişiler arasında geçtiği)
4422/m. 2, 16
5271/m.135, 138

DAVA : Görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçundan sanık T.A. hakkında yapılan yargılama sonucunda Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesince 26.01.2006 gün ve 12-5 sayı ile;

( ... 1- Dava dosyasını mahkemesine düşürdüğü iddiası;

Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesine hafta içinde açılan kamu davaları nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesince hafta sonunda bazı suç türlerine göre ihtisas mahkemeleri olan kaçakçılık suçlarını Birinci Asliye Ceza, basın suçları için İkinci Asliye Ceza Mahkemelerine dağıtım yapıldıktan sonra, kalan dosyaları kura usulü ile mahkemelere tevzi edilmektedir. Bu tevzi işlemlerinden sonra eşitliğin sağlanması ve Cuma günü öğleden sonra gelen dosyaların da dağıtımının yapılması için ek tevzi listeleri yapıldığı, 2004/289 esas sayılı dosyanın da ek tevzi listesine alınarak dağıtımı yapılmıştır.

Tevzi listelerinin hazırlanması ve dağıtım işlemleri sanık Hakim TA.'nın o gün duruşmalarının öğleden sonra da devam etmiş olması sebebi ile İkinci Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi M. Ü. tarafından yapıldığı, Hakim M. Ü. ve tevzi işlemlerine katılan Yazı İşleri Müdürü S.Ş.'nin yeminli beyanlarından anlaşılmaktadır. Tanıklar Hakim M. Ü. ve Yazı İşleri Müdürü S. Ş. 2004/289 esas sayılı dava dosyasının Üsküdar Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesine dağıtımının yapılması işlemleri ile ilgili olarak sanık Hakim T.A.'nın hiçbir müdahalesinin olmadığını, bu konuda kendilerine iletilmiş bir istek veya talimat bulunmadığım belirtmişlerdir.

2- Dinlenen telefon konuşma tutanakları;

Av. İ. Y.'nin, H.S.Ş.'ye ait başka bir soruşturma sebebi ile dinlenmekte olan telefonda Y... Başkanı E.Ö. ve Y... Genel Sekreteri E. Y. ile yaptığı anlaşılan telefon görüşmelerinde Av. İ. Y.'nin, "Benim tanıdığım Tayyip Mayyip ( T.A. ) onlara dedi ki... Cuma günü ben yaparım ( dava açılırsa tahliye ederim ) diyor onu ..." şeklindeki tespitlerin sanık Hakim T.A. tarafından söylendiği kanıtlanamamış, gerek telefon sahibi H.S.Ş. gerekse Av. İ. Y. sanık hakimle görüşüp konuşmadıklarını belirtmişlerdir.

Av. İ. Y. talimatla alınan ifadesinde, Hakim T.A. ile görüşmediklerini, tutanakta geçen Tayyip-Mayyip şeklindeki sözlerin Hakim T.A.'yi ifade etmediğini, hakim ile görüşmesinin söz konusu olmadığını belirtmiştir.

Gerek adalet müfettişlerince yapılan soruşturma aşamasında gerekse tüm yargılama sırasında tarafların ve sanık C.Ç. vekili Av. İ. Y.'nin gerekse Y... Başkanı veya Genel Sekreter E. Y.'nin sanık hakim ile gerek doğrudan gerekse dolaylı bir şekilde görüşme yaptıkları saptanamamış, hatta bu konuda Y... Genel Sekreteri hakkında Ankara Sekizinci Ağır Ceza Mahkemesine memuriyet ve mevkii nüfuzunu suiistimal suçundan kamu davası açılmış, açılan bu davadan sanık E. Y.'nin 29.06.2005 tarihinde mahkemece beraatına karar verildiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Telefon dinleme tutanağında belirtilen sözlerin Av. İ. Y.'nin, Y... Başkanına veya taraflara yaranmak için söylediği, sanık T.A.'nın söylenen bu sözlerle ilgisinin bulunmadığı kanaatine varılmıştır.

3- Tutuklu sanık C. Ç.'nin tensiple tahliye edilmesi;

Sanık Hakim T.A.'nın usulsüz olarak tahliye ettiği iddia edilen sanık C.Ç.'nin, 18.03.2004 tarihinde tutuklandığı, mağdur A.Ç. hakkında düzenlenen raporda, çene kısmında mandibulada kırık tespit edildiği, vücudunda başkaca darp ve cebir asarı bulunmadığı belirtilmektedir.

Mağdurun babası Ş. Ç., 19.03.2004 günlü dilekçesiyle sanıklar hakkındaki şikayetinden vazgeçtiğini belirtmiştir.

Sanık C.Ç.'nin tutuklanmasından sonra okul müdürü F.K. ve okulda görevli öğretmen A.F.R. 24.03.2004 günlü ifadelerinde mağdur A.Ç.'ye, sanık C.Ç.'nin vurmadığını okuldaki diğer öğrencilerin söylediklerini duyduklarını ifade etmişlerdir.

Bu tespitler doğrultusunda sanık Hakim T.A.'nın, C.Ç. hakkında verdiği tensiple tahliye kararının usul ve yasaya uygun bir karar olduğu, aksine yapılacak bir uygulamanın kişilerin mağduriyetine sebep olacağı anlaşılmaktadır.

Yukarıda 1, 2 ve 3 numaralı bentlerde açıklanan hususlar birlikte değerlendirildiğinde;

Sanığın dosya dağıtım işlemlerinde hiçbir müdahalesinin söz konusu olmadığı, dosyanın olağan şekilde başka bir hakimin gözetim ve denetimi altında Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesine tevzii edildiği, C.Ç.'nin tahliyesinin usul ve yasaya uygun şekilde yapıldığı ve telefon dinleme tutanağında dava ile ilgili olarak söylendiği iddia edilen sözlerin Hakim T.A. tarafından, taraflara veya Av. İ. Y.'ye söylendiğine ilişkin hiçbir kanıt bulunmadığı açıkça anlaşılmıştır.

Sanık T.A.'nın görevini hiçbir dış etki altında kalmaksızın usul ve yasaların belirlediği tüm koşullara uygun olarak vicdani kanaati doğrultusunda ifa ettiği tespit edilmiş, sanığın kendisine yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanma suçunu işlemediği hususunda tam bir vicdani kanıya varılmıştır... ) , gerekçeleriyle sanığın beraatına karar verilmiştir.

Bu hükmün Yargıtay C.Savcısı tarafından, sanığa yüklenen suçun sabit olduğu ve cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiğinden bahisle temyiz edilmesi üzerine dosya, Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli, 03.04.2006 günlü tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Adalet Bakanlığınca 27.12.2004 gün ve 2-9-193-2004 sayı ile verilen kovuşturma izni ve Kadıköy C.Başsavcılığının 05.01.2005 gün ve 408-128 sayılı iddianame ile talep edilmesi üzerine, Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesince 07.02.2005 gün ve 28-9 sayı ile;

"Üsküdar Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi olan sanık T.A.'nın Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesine 30.03.2004 tarih, 2004/1587 E. sayılı iddianame ile sanık C.Ç. hakkında TCK.nun 456/2. maddesi uyarınca etkili eylem suçundan tutuklu olarak açılan kamu davasında davanın tevziini, mutat usul olarak 02.04.2004 Cuma günü kura yolu ile yapacağı yerde kura dışı ek tevzii listesine dahil edip kendi mahkemesine davanın düşmesini sağlamak sureti ile 05.04.2004 günü de sanığın savunmasını almadan tensiple tahliye etmek sureti ile hakimlik görevini kötüye kullandığı" iddiasıyla TCY'nin 240. maddesi uyarınca yargılanması için son soruşturmanın Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesinde açılmasına karar verilmiş, Özel Dairece yapılan yargılamada sanığın beraatına hükmedilmiştir.

Hüküm Yargıtay C.Başsavcılığınca; "sanığa yüklenen suçun sabit olduğu"ndan bahisle temyiz edilmiş olmakla çözümlenmesi gereken hukuki sorun, sanığa yüklenen görevde yetkiyi kötüye kullanmak suçunun sübuta erip ermediğinin belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

1- Hükmün esasının görüşülmesine geçilmeden önce;

Kovuşturma aşamasında tanıklar M.Ü. ile İ.Y.'nin ifadelerinin talimatla Üsküdar Birinci Ağır Ceza Mahkemesince alınması sırasında, mahkeme başkanı olarak görev yapan M.K.'nın da aynı olay nedeniyle Adalet Müfettişlerince tanık olarak dinlenmiş olması karşısında, yargılama kurallarına aykırı davranıldığının ileri sürülmesi üzerine, bu husus Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca ön sorun olarak ele alınmıştır.

Tanıklar M.Ü. ve İ.Y.'nin anlatımlarının aşamalarda değişiklik göstermemesi, dosyadaki diğer bilgi ve belgelerin hüküm vermeye yeterli olması ve suçlayıcı kanıtların temel dayanağını oluşturan iletişim tespitinin yasal kanıt niteliğini taşımadığının açıklıkla ortaya çıkması karşısında, her ne kadar kendisi de aynı olayda tanık olan kişinin davada hakim olarak görev yapması yasaya aykırı ise de, bu usuli eksiklik sonuca etkili ve bozmayı gerektirir etkinlikte görülmemiş, esasın görüşülmesine geçilmesi oyçokluğuyla kararlaştırılmıştır.

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Kurul Üyesi ise, "Her iki tanığın ifadesinin alınması sırasında mahkeme başkanı olarak görev yapan Hakim M.K., Adalet Müfettişi tarafından aynı olay nedeniyle tanık sıfatıyla yeminle dinlenmiş olup, CMY'nin hakimin davaya bakamayacağı halleri belirleyen 22. maddesinin 1. fıkrasının ( f ) bendine göre aynı davada hakimlik görevini yapması yasaya aykırıdır. Yasanın anılan maddesi, 1412 sayılı CYUY'nin 21/5. maddesi hükmü ile aynı olup, uyulması zorunlu bir yargılama kuralıdır. Ceza Genel Kurulunun 03.12.2002 gün ve 291-422 sayılı, 23.10.2001 gün ve 229-230 sayılı, 25.05.1987 gün ve 144-314 sayılı ile 31.03.1986 gün ve 444-185 sayılı kararlarında da aynı husus vurgulanmış ve anılan durum bozma nedeni sayılmıştır. Bu itibarla hükmün, diğer yönleri incelenmeksizin öncelikle saptanan bu usul yanılgısı nedeniyle bozulmasına karar verilmelidir." görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.

2- Esasa ilişkin temyiz incelemesinde;

İşlediği bazı suçlar nedeniyle tutuklu olarak yargılanırken tahliye edilen ve hakkında verilen mahkumiyet kararının Yargıtay'ca aleyhte bozulması evresinde yurtdışına kaçtığı basın haberlerine konu olan Alaettin isimli şahsın kaçışıyla ilgili adli soruşturma sırasında yapılan teknik takipler evresinde, H.S.Ş. adlı kişinin oğlunun karıştığı bir olay nedeniyle Y... Genel Sekreter Yardımcısı E.Y.'nin, Üsküdar Adliyesi ile doğrudan ve dolaylı olarak kurduğu temas ile tahliye edilmesini sağlamaya çalıştığı, Üsküdar Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi olan T.A.'nın etki altında kalarak davanın kendi mahkemesine düşmesini sağladığı ve tensiple tutuklu sanığı tahliye ettiği iddiası ile ilgili olarak Adalet Müfettişlerince yapılan soruşturma sonucunda düzenlenen 10.12.2004 tarihli raporda özetle;

Üsküdar C.Başsavcılığının 2004/5486 sayılı hazırlık evrakına kolluk aşamasından itibaren müdahale edilmeye çalışıldığı, Üsküdar Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesinin 29.03.2004 ila 02.04.2004 tarihleri arasında nöbetçi olup o hafta açılan davaların eşit şekilde tevzi edilmesinden sorumlu olduğu, Av. İ.Y.'nin ifadesi ve 22.03.2004 günlü telefon görüşme tutanağına göre, bu mahkemenin hakimi T.A. ile yakın olarak tanıştığı ve müvekkili C.Ç.'nin tahliyesini ve yargılamasının tutuksuz olarak yapılmasını sağlamak için adı geçenle görüştüğü, hakim T.'nin de "dava açılırsa ben onu hallederim, Cuma günü bırakırım" şeklinde konuştuğu, ne var ki bu görüşmenin geçtiği hafta davanın açılmadığı, getirtilen telefon kayıtlarına göre Hakim T. ile C.Savcısı Ö.F.A.'nın 28-30 Mart tarihleri arasında 3 kez görüştükleri, 29.03.2004 günü nöbeti alacak olan hakimin 28.03.2004 Pazar günü saat 23.43'de C.Savcısını aradığı, ertesi gün mağdurun raporunun alındığı, 30.03.2004 Salı günü saat 08.48'de tekrar arayarak davanın o gün açılmasında rol üstlendiği, bu aramaların davanın kendi nöbetinde açılmasını sağlamak için olduğunun kabulünün gerektiği, iddianame 30.03.2004 tarihli ise de tevzinin Cuma günleri yapıldığından o hafta açılan 62 iddianame ile birlikte 02.04.2004 Cuma günü nöbetçi mahkemeye gönderildiği, tevzi listelerinde davaların çeşitleri, sanık sayıları ve tutuklu olup olmadıklarının belirtilerek buna göre dağıtım amaçlanmakta ise de söz konusu dava ile ilgili tutuklu olduğunun belirtilmediği, kura tevziine tabi olması gerektiği halde o gün gelen iddianamelerin ortalarında bir numara olmasına rağmen, kuraya dahil olmayan ek tevzi listesinin Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesine ait kısmının 1. sırasına yazıldığı, bu şekilde davranılmasının altında yatan nedenin Av. İ.'nin telefon konuşmasıyla netlik kazandığı, Hakim T.'nin 2003-2004 yıllarında karara çıkardığı dosyaların incelenmesinde, savunmasını almadan ve tensiple tahliye ettiği bir tane bile sanık olmadığı, ancak bu dosyada savunmasını almadan tutuklu sanık C.Ç.'yi tahliye ettiği;

Hakim T.'nin savunmasında, bazı dosyaların gecikmeli olarak geldiklerini, Birinci ve İkinci Asliye Ceza Mahkemelerine kaçakçılık ve basın suçlarına ilişkin dosyaların tevzi edildiğini, bu nedenle ek tevzi listesi düzenlendiğini, söz konusu iddianamenin de geç gelmesi nedeniyle ek tevziye dahil edildiğini belirtmişse de, C.Savcılığı esas defterinin incelenmesinde, söz konusu iddianameden sonra kaydedilen iddianamelerin de ek tevzi listesinde olmaları gerekirken normal kura tevziine dahil edildiklerinin anlaşıldığı;

Tutuklama veya salıvermenin hakimin takdir hakkı cümlesinden olmasına, bir hakimin, yargının diğer ayağı olan avukatlarla diyalogunun olması, samimi arkadaşlık kurması, aralarında bazı hukuki görüşmeler yapılmasının da olağan olduğu, ancak bu görüşmelerin somut olaylar için değil, genel hukuk ve soyut örneklemeler ile ilgili olabileceği, bir hakimin hiçbir zaman kendi önüne gelebilecek bir olay için kanaat belirtemeyeceği, Av. İ.'nin, doğruluğunu kabul ettiği telefon görüşmesinde Hakim T.'nin, dava açılırsa Cuma günü hemen bırakırım şeklinde ihsası reyde bulunduğunun anlaşıldığı, böyle bir kanaat belirtildikten sonra olması gerekenin bu dosyanın kendi mahkemesine düşmesini engellemek, sehven kaydedilmiş ise davadan çekilmek iken, bilakis söz konusu davanın kendi mahkemesine düşmesi için ihtimam gösterdiği, bu safhadan sonra tensiben tahliyenin de ister istemez dikkat çektiği, alışılmışın dışında bu uygulamanın özel kasta dayandığı kanaatinin oluştuğu, soruşturma konusunun sabit olduğu, hakim T.A.'nın görevini doğru ve tarafsız yapamayacağı kanısını uyandırdığından hakkında kovuşturma yapılması ve yer değiştirme cezası uygulanması gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığı belirtilmiştir.

Sanık T.A., aşamalarda yaptığı savunmalar özü itibariyle aynı nitelikte olup, duruşmada 12.05.2005 günlü oturumda yaptığı savunmasında aynen;

"Ben 10 yıldır Üsküdar Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi olarak çalışıyorum. 30 yıldır da ceza hakimliği yapıyorum. Üsküdar adliyesinde asliye ceza davalarına ait dosyalar her hafta Cuma günü nöbetçi hakimin nezaretinde ve asliye ceza mahkemeleri yazı işleri müdürlerinin iştirakiyle dosyalar eşit olarak tevzi edilir. Birinci Asliye Ceza Mahkemesine kaçakçılık, İkinci Asliye Ceza Mahkemesine basın suçlarıyla ilgili dosyalar ayrılır, bundan sonra da gelen dosyalar da diğer mahkemelerle birlikte dengeler gözetilerek dağıtılır. Ancak Cuma günü öğleden sonra gelen dosyalar genellikle ek tevzi listesi yapılır. 02.04.2004 Cuma günü benim duruşmalarım vardı, duruşmalar öğleden sonra tahminen 15-16'ya kadar sürdü. Bu arada tevzi listelerini o zaman İkinci Asliye Ceza Hakimi olan M.Ü. yaptı. Ben bulunmadım, ayrıca asliye ceza mahkemeleri yazı işleri müdürleri de bu dosya ayırımı sırasında bulunurlar.

Mahkememizin 2004/289 esasına kayıtlı olan dosya M. Hanımın yaptığı ek listenin 1. sırasına yazılmış, bu dosyanın araya veya en sona ilave edilmediği bu şekilde anlaşılmaktadır. Bu dosyanın C.Savcılığından Cuma günü geldiğine dair de fotokopi mevcuttur. İncelendiği takdirde görülecektir. Ben bu şekilde gelen dosyalan Cumartesi ve Pazar günleri adliyeye gelerek inceliyorum. Bu şekilde incelemem neticesinde dosya hakkında bilgi sahibi oldum. Sanık C.Ç.'nin tutuklanmış olduğunu ve bu tutukluluğa yapılan itirazın da reddedildiğini gördüm. İtiraz bir gün sonra yapılmış, öğretmen A.T.R. ifadesinde, mağdur A.Ç.'ye diğer sanık H.K.Ş.'nin ağzına vurduğunu ve ağzından kan geldiğini ifadesinde söylemiş, itirazdan sonra alınmış, dosyayı incelediğim zaman gördüm. Tutuklanan C.Ç. lise son sınıf öğrencisi ve olay da okulda cereyan ediyordu, diğer sanık ve mağdur da öğrenci. C.Ç. ifadesinde kendisinin vurmadığını, kendisinin münakaşaya katıldığını, H.K.Ş.'nin kavgaya katıldığını ancak okul müdürünün odasında H.K.Ş.'nin mağdura vurduğunu okul müdürü F.K.'ya söylemiş. Sanığın öğrenci olduğunu, 17 gün tutuklu kaldığını, mağdurun babasının şikayetinden vazgeçtiğini öğrendiğim için davanın daha sonra ortadan kaldırılma ihtimalini düşündüğümden, üniversite sınavlarına hazırlık dönemi de olduğundan, mağdur olabileceği düşüncesiyle tensiple beraber Pazartesi tahliyesine karar verdim. Daha önce de bir öğrencinin TEM otoyolunda bir yayaya çarparak ölümüne sebebiyet vermesiyle ilgili bir dava dosyasında bu şekilde mağduriyetin önlenebilmesi için tensiple birlikte tahliye kararı vermiştim. Bu olayla ilgili ben hiç kimseyle görüşme yapmadım. Bu davayla ilgili Avukat İ.Y., H.K.Ş.'nin vekiliydi. Ben Elazığ'da sıkıyönetim askeri mahkemesinde duruşma hakimi olarak görev yaparken, daha önceden askeri hakim olarak görev yapıp Elazığ'da avukat olarak duruşmalara giren kişi olarak kendisini tanıyorum. Üsküdar'da da en fazla 5 dosyada avukat olarak duruşmalara girmiş olabilir. Ben bu davayla ilgili olarak ne Avukat İ.Y., ne de Yargıtay'dan herhangi bir kimseyle doğrudan bir görüşmem olmadı. Tanık olarak Hakim M.Ü. ki şu anda İkinci Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, emekliye ayrılan Yazı İşleri Müdürü S.Ş.'nin dinlenmesini talep ediyorum. Ses bandında da tahliye ederim şeklinde bir ifade yoktur. Müfettiş parantez içinde kendi düşüncesini yazmıştır. Ben sanığı tahliye etmek isteseydim Cuma günü tahliye ederdim. Ben hafta sonu adliyede dosyayı incelediğim için mağdur olmaması için tahliye kanaatine vardığımda Pazartesi günü tensiple beraber tahliye ettim. Herhangi bir kimsenin tesirinde kalmadım" şeklinde anlatımda bulunmuştur.

Tanık M.Ü., Adalet Müfettişlerine verdiği ifadede; 02.04.2004 tarihli tevzi listesindeki imzanın kendisine ait olduğunu, mahkemelerin yasa gereğince görevli olduğu dosyalar ayrık tutularak diğer dosyaların ağırlıklarına, sanık sayılarına, tutuklu olup olmamaları gibi ölçütlere dayalı olarak gruplara ayrıldıklarını, daha sonra gelen dosyaların da aynı şekilde gruplandırıldıklarını, kuraya tabi olan 1. grubun katılan hakimler ve yazı işleri müdürleri huzurunda kurasının çekilerek ilgili mahkemenin numarasının yazılarak düzenlenen tutanağın altının hazır bulunanlarca imzalandığını, aynı tarihli ek tevzi listesinde Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesine düşen ve 1. sırada yazılan 2004/5468 hazırlık ve 1587 esas sayılı dosyanın bu mahkemeye düşmüş olmasının değişik ölçütler nedeniyle mümkün olacağını, özel bir kast olduğunu sanmadığını, Hakim T. Beyi görev yaptığı süre içerisinde tanıdığını, meslekte kendisinden kıdemli, ağabey olarak gördüğü, etki altında kalmayacak bir kişi olduğunu, bir beklentisi bulunmadığını, bunun için söz konusu dosyada özel olarak ve etki altında kalarak tahliye kararı vereceğini zannetmediğini beyan etmiştir.

Talimat yoluyla Üsküdar Birinci Ağır Ceza Mahkemesince 24.05.2005 tarihinde alınan ifadesinde aynen; "Asliye Ceza Hakimi sıfatıyla görev yaptığım 5 yıla yakın süre içerisinde Cuma günleri Üsküdar adliyesinde bulunan dört asliye ceza mahkemesinin tevzi işlemleri nöbetçi olan o haftaki asliye ceza kalemi tarafından yapılmakta olup, genellikle her tevzi işlemine yazı işleri müdürleri ile birlikte gözetmen sıfatıyla dahi olsa katıldım. Katılmadığım çok az tevzi muamelesi vardır ki, bunlar da genellikle izinli olduğum dönemleri kapsamaktadır.

Hakim T. ise, benim asliye ceza mahkemesinde görev yaptığım tüm zamanlarda müstemiren Üçüncü Asliye Ceza Hakimi olarak görevliydi. Bu nedenle çok iyi bildiğim üzere, hakimlerin iş yoğunluğu nedeniyle tevzi işlemlerine katılımı az olmuştur.

Bana okunan Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesinin son soruşturma açılmasına ilişkin kararının içeriğinde yazılı olduğu üzere, telefon metinlerinden benim de haberim vardır. Adalet Başmüfettişlerinin ifademin alınması için beni tatilden ricaen çağırmaları üzerine gittiğimde bu bant kayıt dökümlerinden haberdar oldum. Burada öğrendiğime göre, söz konusu evrak müstemiren bakmakta olduğum Üsküdar İkinci Asliye Ceza Mahkemesinin nöbetçi olduğu hafta içerisinde sanığın tutuklanmasına itirazen evrakın gelmesi ihtimali bant kayıt dökümlerinde geçmekte ve mahkememin ismi telaffuz edilmekle birlikte dökümün devamında geçen konuşmalardan "... nöbetçi mahkemeyi ve hakimin ismini öğren, bana bildir", "... nöbetçi mahkeme Üsküdar İkinci Asliye Ceza Mahkemesi, hakimi de bayan M.Ü. ..." şeklinde devam etmekte, "... çeşitli kereler Hakim M. Hanım aranmasına rağmen makamında telefonla ona ulaşmak mümkün olmamıştır..." şeklinde sözlerle yine devam ettiği anlaşılmaktadır. Oysa ki, bu telefon konuşmalarından ne haberim vardır, ne bana ulaşan birisi vardır ve ne de Adalet Başmüfettişlerinin ifademi bu konuda almasına söz konusu olayın basında yansıyan operasyona ilişkin davanın uzantısı olabileceği yönünde bir bilgim söz konusudur. Bu örnek gibi, adalet dairelerinde görev yapmakta olan meslektaşlarımızın isimlerinin, görev ve yetkilerinin öğrenilmesi çok kolay olduğu gibi, bakmakta olduğumuz davalarla ilgili olarak bilgimiz dışında ve haricen ismimizin zikredilmesi, konuşulan kişileri tanıdığımız veya bu hususta onlarla konuştuğumuz anlamına gelmez.

Zira, Adalet Başmüfettişlerine verdiğim beyanım sonrasında söz konusu Üsküdar Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesinin 2004/289 esas sayılı dosyasından ve içeriğinden bu şekilde haberdar oldum. Soruşturmanın devam ettiği Mart 2004 tarihi itibariyle senelik iznimi kısmen kullanmaktaydım, ancak iddianamenin nöbetçi Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesine gönderildiği tarihte görevimin basındaydım ve tevziye diğer hakim arkadaşlarımın iş yoğunluğundan müsait olmamaları nedeniyle bu tevzide tek hakim olarak bulundum.

Her hafta nöbetçi asliye ceza mahkemesine Cumhuriyet Savcılığından gelen iddianameler kabul edilmekte ve Cuma günleri öğleden sonra itibariyle saat 14.00 civarında tevzi işlemi gerçekleştirilmektedir. İşlem, ihtisas mahkemesini ilgilendiren kaçakçılık suçları ile ilgili olarak Birinci Asliye Ceza Mahkemesine, basın suçları ile ilgili olarak İkinci Asliye Ceza Mahkemesine, markalar yasası ile ilgili olarak daha öncesi itibariyle Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesine dosyaların gitmesi gerektiğinden bu tip özel ihtisas suçlarından açılan davalarla ilgili olarak dosyalar tevzi listesine katılmamakta ve ek tevziye konu edilmektedir. Ayrıca daha sonra Üsküdar C.Başsavcılığınca tevzi saati sonrasında gelen ve tutuklu olan dosyaların da işin aciliyeti açısından ek tevzi listesine sıra ile, sıranın eşitlenmesi durumunda da yine yazı işleri müdürünün ve benim huzurumda yapılan kura ile belirlenecek bir gruba katılması söz konusudur ve katıldığım 5 yıllık süre içerisinde her hafta yapılan tevzi işlemlerinde ek tevzi de tamamen ayrıca yapılmaktadır. Bu genel bir uygulama olup, söz konusu Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi ile ilgili özel bir uygulama değildir. Kaldı ki, her ne kadar son soruşturma açılmasına ilişkin Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesinin kararının metninde sanığın bu dosyayı kendi mahkemesine düşürmesine ilişkin işlemde bulunduğu belirtilmekte ise de tevzi işlemine katılan tek hakim olarak bana sanık tarafından böyle bir telkin olmadığı gibi, yukarıda da belirttiğim gibi bu dosyanın özelliğinden de soruşturma sırasında haberim olduğu bir gerçektir.

İleri sürdüğüm bu hususlar çerçevesinde ve yaklaşık 5 yıllık sanık ile görev yaptığım süre içerisinde meslektaşım olan Hakim T.A.'nın iddianamede bahsi geçen eylemlere benzer hiçbir eylemine de ayrıca tanık olmadığım gibi kişiliğini de çok iyi tanıdığım üzere böyle bir olayı gerçekleştirmesi kişisel kanaatime göre de kesinlikle mümkün değildir. Zira, tanıdığım kadarıyla sanık hakim diğer meslektaşlarımın da olduğu gibi genellikle Cumartesi ve Pazar tatil günlerini dahi iş yoğunluğu nedeniyle adliyede geçirmekte olan, prensip sahibi, işine bağlı bir kişiliğe sahiptir." şeklinde anlatımda bulunmuştur.

Tanık İ.Y., Adalet Müfettişleri tarafından alınan ifadesinde, H.S.Ş.'nin oğlu H.K.Ş.'nin avukatı olduğunu, okulda karıştığı bir kavga olayı nedeniyle açılan davada vekili olduğunu, aynı olay nedeniyle hakkında dava açılan C.Ç. adlı öğrencinin tutuklanmış olduğunu, bu olay nedeniyle görüştükleri bir sırada H.S.Ş.'nin, Y... Başkanı E.Ö. ile telefon görüşmesine tanık olunca, sınıf arkadaşı olması nedeniyle telefonu alıp hal hatır sorduğunu, telefon görüşme tutanaklarında yer alan görüşmenin de bu görüşme olduğunu, aralarında davanın bir an önce açtırılmasına dönük bir konuşma da geçtiğini, konuşmalardaki "Tayyip-Mayyip" sözünde kastedilenin de Üsküdar Asliye Ceza Hakimi T. Bey olduğunu, kendisini Elazığ'dan tanıdığını, davanın bir an önce açılması için birileriyle görüşmüş olabileceğini, davanın açıldığını ve müvekkilinin tensiple beraber tahliye edildiğini sonradan öğrendiğini, T. Beye, itiraz etsem nöbetçi hakim kimdir diye sormuş olabileceğini, telefon kaydında geçen "hayır Cuma günü ben yaparım diyor onu" şeklindeki konuşmasını niye yaptığını bilemediğini, belki birisiyle görüşüp ondan aldığı bilgiyle ilgili olduğunu beyan etmiştir.

31.05.2005 tarihinde talimat yoluyla Üsküdar Birinci Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinde; hakim T.'yi 1980 yılında Elazığ'da hakim asteğmen iken, kendisi de Kayseri'de hakim yarbay olarak görev yaptığı sırada tanıdığını, herhangi bir şahsi ilişkisinin bulunmadığını, saygı duyduğu, dürüst, namuslu, onurlu, mesleğine yakışır bir insan olarak bildiğini, Y... Başkanı ile yaptığı telefon konuşmasında geçen "Tayyip mayyip" sözlerindeki kişinin o olmadığını, söz konusu telefon konuşmaları ile ilgili aradan uzun zaman geçtiğinden herhangi bir hataya neden olmamak için susma hakkını kullanmak istediğini, söz konusu tevzi işleminde hiçbir müdahalesinin ve bilgisinin bulunmadığını, tevzi işleminin nasıl olduğunu dahi bilmediğini söylemiştir.

Tanık S.Ş., talimat yoluyla Kartal Birinci Ağır Ceza Mahkemesince alınan ifadesinde; aklında kaldığı kadarıyla nöbetçi mahkeme olduklarını, normalde Cuma günü öğleye kadar gelen dosyaları durumuna göre dörde bölerek yani suçun nevine, sanık sayısına ve önemine göre bölerek daha sonra kuraya esas olmak üzere ayırdıklarını, daha sonra gelen basın suçları ve kaçakçılık suçlarını ise ait oldukları mahkemeye tevzi edip, ayrıca bunun haricinde yeni gelen dava varsa bunları da tekrar gruplandırmaya tabi tuttuklarını, tevzi dışı kaldığı söylenen dosyanın öğleden sonra gelmesi nedeniyle ek tevziye konu olduğunu tahmin ettiğini, aklında kaldığı kadarıyla kendi hakimlerinin duruşması olduğu için tevzi kurasını Hakim M. Hanımın çektiğini, bir usulsüzlük bulunmadığını, Hakim Beyin de böyle bir şey yapacağına ihtimal vermediğini, hatta tevziden gelen dosyaların tensiplerini hafta sonu adliyeye gelip yaptığını, ancak bu dosyaya ilişkin ayrıcalıklı bir işlem hatırlamadığını, çalıştığı sürece sanık hakimin herhangi bir olumsuz hareketine rastlamadığını beyan etmiştir.

Ayrıca, aynı olay nedeniyle Adalet Müfettişlerince Üsküdar Adliyesinde görev yapan Hakim ve C.Savcıları da tanık olarak dinlenmiş olup, olay hakkında duyuma dayalı ve sanık hakimin kişiliğine ilişkin beyanlarda bulundukları, ancak Yüksek Dairece bu kişilerin ifadelerine başvurulmadığı anlaşılmaktadır.

Dosyada bulunan telefon görüşmesinin dinlenmesine ilişkin tutanaklarda 22.03.2004 tarihinde saat 13.43'de H.S.Ş.'ye ait telefondan Y... Başkanı E.Ö. ile Av. İ.Y. arasında yapılan görüşmenin ilgili bölümünde aynen;

"L- Şimdi sulh ceza hakimi tutuklamış, asliye ceza hakimi, Başkan- Red etmiş

L- Red etmiş, buradaki bizim çocuk benim tanıdığım Tayyip Mayyip var, onlara dedi ki abi bana şimdi nasıl bunu şey yaparlar, ancak yapacağım şey davayı hemen açtırmak

Başkan- Tabi davayı hemen açıp hemen ilk günde

L- Evet evet

Başkan- Bi yakın güne koydurup ilk günde tahliyesini istemek

L- Hayır Cuma günü ben yaparım diyor onu

Başkan- Hı oldu

L- Onu yaparım

Başkan- O ya işte

L- Eğer sen de emir buyurursan öbür tarafa davayı açmaları konusunda..." şeklinde konuşma geçtiği anlaşılmaktadır.

Üsküdar Üçüncü Asliye Ceza Mahkemesinin 2004/289 esas sayılı dosyasına ait örneğin incelenmesinde;

Üsküdar C.Başsavcılığının 30.03.2004 gün ve 5468-1587 sayılı iddianame ile sanık C.Ç. hakkında, A.Ç. adlı kişiyi mandibula kırığı oluşturacak ve 25 gün iş ve gücünden kalacak şekilde yaralamak suçundan dolayı TCY'nin 456/2. maddesi uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı ve iddianame altına diğer sanık H.K.Ş.'nin yaşının küçük olması nedeniyle hakkındaki evrakın ayrıldığının belirtildiği;

Sanık C.Ç.'nin bu suç nedeniyle 18.03.2004 tarihinde tutuklanmış olduğu,

Hakim T.A.'nın imzasını taşıyan 05.04.2004 günlü tensip tutanağında birinci maddenin aynen;

"Müşteki velisi Ş.Ç.'nin dosyada mevcut şikayetten vazgeçtiğine dair dilekçesi, sanığın öğrenci olması, belli ikametgah sahibi bulunması, kaçma ve delilleri karartma ihtimali bulunmaması gözönüne alınarak bihakkın tahliyesine, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu değil ise derhal salıverilmesi için C.Savcılığına müzekkere yazılmasına" şeklinde olduğu,

24.06.2004 tarihinde yapılan ilk oturuma sanık ve mağdurun geldikleri, sanığın suçlamayı kabul etmediği, mağdurun ise, kendisine vuran kişinin K. olduğunu, şikayetçi olmadığını bildirdiği, duruşmanın bir başka güne bırakıldığı anlaşılmaktadır.

02.04.2004 tarihli tevzi listesinin incelenmesinde; listenin altında Hakim M.Ü. ve 4 yazı işleri müdürünün imzalarının bulunduğu, hakim T.A.'nın sicili açılmış olmasına rağmen imzasının bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Bütün bu bilgi ve belgeler bir arada değerlendirildiğinde;

Sanık aşamalarda tutarlı bir şekilde, tevzi listesinin kendisi tarafından yapılmadığını, sanık C.Ç.'ye ait dosyayı özellikle kendisine düşürmesinin söz konusu olamayacağını, herhangi bir kişinin bu dosya ile ilgili olarak kendisini aramadığını, mesleki deneyimleri ve bilgilerine dayalı olarak yargılama yaparak ara kararlarını düzenlediğini, yüklenen suçu işlemediğini savunmuştur. Sanığın bu savunması tanıklar Hakim M.Ü. ve Yazı İşleri Müdürü S.Ş. tarafından doğrulandığı gibi, dosya içerisinde bulunan tevzi listelerinin incelenmesinde de 02.04.2004 tarihli tevzi listesinin düzenlenmesinde hakim olarak tanık M.Ü.'nün imzasının bulunduğu görülmüştür. Tevzi listesinin düzenlenmesinde olağan uygulamanın dışında bir işlem yapıldığını gösterir nitelikte dosya kapsamında herhangi bir başka kanıt da bulunmamaktadır.

Sanığın, iddia edildiği gibi dava dosyasını kendi mahkemesine düşürmek için özel bir çabasının bulunmadığı açıkça ortadadır.

Telefon görüşme tutanaklarında, sanığın herhangi bir kimse ile konuşmasına ilişkin bir saptama bulunmamaktadır. Üçüncü kişilerin yaptıkları bir telefon görüşmesinde adı geçmekte olup, bu görüşmede de doğrudan sanık tarafından yapılmış bir işlemden söz edilmemektedir.

Sanığın, yargılama yaptığı dosyada tutuklu sanık C.'yi tensip kararıyla tahliye etmesi, bu dosyadaki kanıt durumuna göre, olağan yargılama faaliyetinin dışında, hukuka aykırı olarak verilmiş bir karar değildir. Soruşturma aşamasında alınan bir tedbirin, kovuşturma aşamasında sürdürülüp sürdürülmeyeceği, yargılama yapan hakimin takdirinde olan bir husustur. Bu takdirin kullanılmasında, sanık tarafından gösterilen gerekçe, akla hukukun temel ilkelerine ve yasaya uygun bir gerekçe olup, görev sınırları içinde hareket ettiğini ortaya koymaktadır.

Görüldüğü gibi, sanık hakkındaki iddialar varsayımdan öteye gitmemekte, şüpheden uzak, kesin ve hüküm vermeye elverişli herhangi bir kanıtla desteklenmemektedir.

3- Dosyanın esasının görüşülmesi sırasında bir kısım Kurul Üyelerince, dosya içerisinde bulunan telefon dinleme tutanaklarının hukuka aykırı kanıt niteliğinde olduğu, bu tutanakların dosyadan çıkartılmasına karar verilmesi gerektiği ileri sürülmüş, konu bu yönüyle de Ceza Genel Kurulunda görüşülmüştür.

Anayasa'nın 22. maddesi gereğince kural olarak herkes haberleşme özgürlüğüne sahiptir ve haberleşmenin gizliliği esastır. Bu kural uyarınca telefon ile yapılan haberleşme de gizlidir. Ancak, yine aynı madde uyarınca, ulusal güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması nedenlerine dayalı olarak hakim kararıyla gizlilik kuralı askıya alınabilir.

Tarafı olduğumuz ve onaylamakla iç hukuk mevzuatına dahil ettiğimiz "Avrupa İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi''nin 8. maddesinde de herkesin haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğu kurala bağlanmış, bu hakka bir kamu otoritesinin müdahalesinin ancak, ulusal güvenlik, kamu emniyeti, ülkenin ekonomik refahı, dirlik ve düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için, demokratik bir toplumda gerekli olan ölçüde ve yasayla öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabileceği belirtilmiştir.

Ülkemizde 1412 sayılı CYUY'nin yürürlükte olduğu 1999 öncesi dönemde haberleşmenin dinlenmesi ve denetlenmesi konusunda herhangi bir düzenleyici kural öngörülmemiştir. Uygulamada CYUY'nin 91. maddesinde yer alan, sanığa gönderilen mektuplar ve sair mersulenin zapt edilebileceğine ilişkin kuralın kıyasen uygulanması suretiyle haberleşmeler denetlenmiş ise de bu tür kanıt derlemeleri özellikle öğretide yoğun eleştirilere konu edilmiştir.

Haberleşmenin dinlenmesine ilişkin ilk yasal düzenleme, 01.08.1999 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Yasası'nda yer almıştır.

Bu Yasanın 2. maddesinde;

"Bu Kanunda öngörülen suçları işleme veya bunlara iştirak yahut işlendikten sonra faillere her ne suretle olursa olsun yardım veya aracılık veya yataklık etme kuşkusu altında bulunan kimselerin kullandıkları telefon, faks ve bilgisayar gibi kablolu, kablosuz veya diğer elektromanyetik sistemlerle veya tek yönlü sistemlerle alınan veya iletilen sinyalleri, yazıları, resimleri, görüntü veya sesleri ve diğer nitelikteki bilgileri dinlenebilir veya tespit edilebilir. Tespit edilenler mühürlenerek yetkililerce zapta bağlanır.

İletişimin dinlenmesine veya tespitine ilişkin kararlar, ancak kuvvetli belirtilerin varlığı halinde verilebilir.

Başka bir tedbir ile failin belirlenmesi, ele geçirilmesi veya suç delillerinin elde edilmesi mümkün ise, iletişimin dinlenmesine veya tespitine karar verilemez.

Resmi veya özel her türlü iletişim kuruluşlarının tuttukları, iletişimin içeriği dışında kalan kayıtlar hakkında da yukarıdaki hükümler uygulanır.

Dinleme veya tespite veya kayıtların incelenmesine hakim karar verir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısı da bu hususlarda yetkilidir. Hakim kararı olmaksızın yapılan bu gibi işlemlerin yirmidört saat içinde hakim kararına bağlanması şarttır. Sürenin dolması veya hakim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet Savcısı tarafından derhal kaldırılır.

Dinleme ve tespit kararları en çok üç ay için verilebilir, bu süre en çok iki defa üçer aydan fazla olmamak üzere uzatılabilir.

İletişimin dinlenmesi ve tespiti sırasında bu Kanunda öngörülen suçların işlendiğine ilişkin şüphe ortadan kalkarsa, tedbir Cumhuriyet Savcısı tarafından kaldırılır. Bu gibi hallerde tedbir uygulaması sonucu elde edilen veriler, Cumhuriyet Savcısının denetimi altında derhal ve nihayet on gün içinde yok edilir ve durum bir tutanakla belirlenir.

Cumhuriyet Savcısı veya görevlendireceği kolluk mensubu, iletişim kurum ve kuruluşlarında görevli veya böyle bir hizmeti vermeye yetkili olanlardan, dinleme ve kayda alma işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların kurulmasını istediğinde, bu istem derhal yerine getirilir ve işlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat bir tutanakla saptanır." hükmü yer almaktadır.

Bu madde hükmü uyarınca, 4422 sayılı Yasa'da katalog halinde sınırlı olarak sayılan suçların soruşturmasında, başkaca kanıt elde etme olanağı bulunmayan hallerde hakim kararıyla iletişimin dinlenmesi ve tespiti olanaklı hale gelmiştir. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde C.Savcısı da bu tedbire başvurabilecek ancak, 24 saat içerisinde hakimden bu konuda karar almak zorunda kalacaktır. Görüldüğü gibi bu düzenleme ancak sınırlı suçlarla ilgili ve sınırlı hallerde telefon dinlenmesine olanak tanımaktadır. Bu sınırların dışına çıkılarak telefon dinlenmesi halinde elde edilen bilgiler yasa dışı elde edilmiş kanıt niteliğinde olacaktır.

Telefonla haberleşmenin dinlenmesine ilişkin son düzenleme ise 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasası'nda yapılmış, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Yasa'nın 18. maddesi ile de 4422 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmıştır.

5271 sayılı CMY'nin 135. maddesi, " ( 1 ) ( Değişik 1. cümle: 25.05.2005-5353/17 md. ) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkanının bulunmaması durumunda, hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet Savcısı kararını derhal hakimin onayına sunar ve hakim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hakim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet Savcısı tarafından derhal kaldırılır.

( 2 ) ( Değişik ibare: 25.05.2005-5353/17 md. ) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması halinde, alınan kayıtlar derhal yok edilir.

( 3 ) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkan veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. ( Ek cümle: 25.05.2005-5353/17 md. ) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hakim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.

( 4 ) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, ( ... ) mobil telefonun yeri, hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, ( ... ) mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.

( 5 ) Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.

( 6 ) Bu madde ( Değişik ibare: 25.05.2005-5353/17 md. ) kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:

a ) Türk Ceza Kanunu'nda yer alan;

1- Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti ( madde 79, 80 ) ,

2- Kasten öldürme ( madde 81, 82, 83 ) ,

3- İşkence ( madde 94, 95 ) ,

4- Cinsel saldırı ( birinci fıkra hariç, madde 102 ) ,

5- Çocukların cinsel istismarı ( madde 103 ) ,

6- Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti ( madde 188 ) ,

7- Parada sahtecilik ( madde 197 ) ,

8- Suç işlemek amacıyla örgüt kurma ( iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220 ) ,

9- ( Ek bent: 25.05.2005-5353/17 md. ) Fuhuş ( madde 227, fıkra 3 )

10- İhaleye fesat karıştırma ( madde 235 ) ,

11- Rüşvet ( madde 252 ) ,

12- Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ( madde 282 ) ,

13- Silahlı örgüt ( madde 314 ) veya bu örgütlere silah sağlama ( madde 315 ) ,

14- Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk ( madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337 ) suçları.

b ) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'da tanımlanan silah kaçakçılığı ( madde 12 ) suçları.

c ) ( Ek alt bent: 25.05.2005-5353/17 md. ) Bankalar Kanunu'nun 22. maddesinin ( 3 ) ve ( 4 ) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu.

d ) Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.

e ) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 68 ve 74. maddelerinde tanımlanan suçlar.

( 7 ) Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz." hükmünü;

Aynı Yasanın 138. maddesi ise, " ( 1 ) Arama veya elkoyma koruma tedbirlerinin uygulanması sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhal bildirilir.

( 2 ) Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve ancak, 135. maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet Savcılığına derhal bildirilir." hükmünü taşımaktadır.

Yargılama Yasası'nda yapılan bu düzenlemede de sınırlı olarak sayılan suçlarla ilgili olarak, sınırlı hallerde telefon haberleşmesinin dinlenmesi olanağı getirilmiştir. Bu düzenleme, yürürlükten kalkan 4422 sayılı Yasa'daki düzenlemeye paralel olmakla birlikte, farklı olarak bir başka suçun işlendiği şüphesini uyandıracak şekilde tesadüfen elde edilen kanıtların değerlendirilmesi olanağı da tanınmıştır. Ancak, telefon dinlemesi sırasında tesadüfen elde edilen kanıtların dikkate alınabilmesi için, söz konusu suçun da 135. maddede sayılan katalog suçlardan birisine uygun olması gerekmektedir. Bu halde, durum derhal C.Savcısına bildirilerek bu kanıtın değerlendirilmesi söz konusu olabilecek ve yasa dışı elde edilmiş kanıt olarak değerlendirilmeyecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Dinlemeye konu olan telefon, H.S.Ş. adlı kişi adına kayıtlıdır. İstanbul 6 Nolu DGM'ce 15.03.2004 gün ve 2004/90 sayı ile H.S.Ş.'ye ait cep telefonunun, Aleattin ve yönettiği kabul edilen suç örgütü hakkında yürütülen soruşturma sırasında, 4422 sayılı Yasa'nın 2 ve 16. maddeleri uyarınca 3 ay süreyle dinlenilmesi ve tespitine karar verilmiştir. Ancak, dosyada kanıt olarak kabul edilen 22.03.2004 tarihli konuşmanın tutanakları incelendiğinde, bu görüşmenin haklarında dinleme kararı bulunmayan üçüncü kişiler arasında geçtiği açıktır. Bu konuşmada tesadüfen elde edildiği kabul edilen suç kanıtının değerlendirilebilmesi için 4422 sayılı Yasa'da herhangi bir hüküm yer almadığı gözetildiğinde, bu konuşma tutanağı yasa dışı elde edilmiş kanıt niteliğindedir. Kaldı ki, 5271 sayılı CMY'nin 138. maddesine göre de bu tutanağa yasal bir kanıt değeri verilmesi olanaksızdır. Zira, tesadüfen elde edilen bu kanıt, görevde yetkiyi kötüye kullanma suçu ile ilgili olup, bu suç 135. maddede sayılan katalog suçlar arasında yer almadığından, yasa dışı elde edilmiş kanıt niteliğindedir. Yasa dışı elde edilen bir kanıtın ise soruşturma ve kovuşturma aşamalarında kullanılmasına olanak bulunmamaktadır.

Bu nedenle dosyada yer alan telefon görüşme tutanağının yasa dışı elde edilen kanıt niteliğinde olduğunun kabulü gerekir. Yasaya aykırılığı saptanan işbu kanıt dışlandığında dosyada isnat olunan suçu sübuta erdirecek başkaca kanıt bulunmadığı görülmekte bunun sonucu olarak Özel Dairenin, sanığın beraatine ilişkin hükmünün isabetli olduğu açıklık kazanmaktadır.

Bu itibarla, Yargıtay C.Savcısının temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan Özel Daire hükmünün onanmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyesi A.S. Ertosun, "İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin ( İHAS ) 8 ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 22. maddeleri gereğince, haberleşme hürriyeti kapsamında değerlendirilmesi gereken bir konu olan ve mevzuatımızda 30.07.1999 tarihli 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu ile yer alan telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 135 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin ( AİHM ) , iletişimin dinlenmesi hususunda aradığı en önemli şart, bu konudaki düzenlemelerin eksiksiz olmasıdır. ( Ağaoğlu davasında Türkiye Cumhuriyeti, yapılan işlemlere dayanak mevzuatın bulunmaması nedeniyle İHAS'nin 8. maddesini ihlalden mahkum edilmiştir. ) Yapılan düzenlemelerle, iletişimin dinlenmesi ve tespiti konusundaki boşluklar doldurulmuştur.

Dava konusu olayda, şüpheli H.S.Ş. için usulüne uygun şekilde dinleme kararı alınmıştır. Adı geçen bu şüphelinin telefonundan başka birisinin konuşması sırasında yapılan tespitler, konuşan ve karşıdaki kişi yönünden yasak delil niteliğinde olmayıp, tesadüfen elde edilen delil niteliğindedir ( CMK.nun 138/2. maddesi ) . İletişimin denetlenmesi sırasında, yapılmakta olan soruşturma ile ilgisi olmayan ve CMK.nun 135/6. maddesinde sayılan ( katalog ) suçlar dışında kalan bir suçla ilgili kayıt alınmıştır. Elde edilen bilgiler, ihbar kabul edilerek soruşturma yapılabilecek ve delil başlangıcı olarak kullanılabilecektir. Zira hakim kararı ile kişinin özel alanına girildiğinden, haksız ve keyfi değil, yasaya uygun bir müdahale söz konusudur. Yasanın bu düzenlemesi karşısında, dinlenmesine karar verilen kişilerle sınırlı delil elde edilebileceği ve kullanılabileceği düşüncesi kabul edilemez. Bir hakim tarafından karar verildiği için dinleme tamamen yasaldır. Resmi olarak kendisi dinlenmeyen bir kişinin söyledikleri, hatta bir suç itirafı kullanılabilir. Önemli olan kanıt araştırmasındaki doğruluktur ve bunların kötüye kullanılmamasıdır.

Örneğin; ( A ) resmi olarak dinlenmektedir. Aslında resmi olarak dinlenmek istenen ( A ) ile konuştuğu bilinen ( Y ) 'dir. Sonuç olarak, hattı dinlenmeyen bir kişinin itirafının yer aldığı kayıtlar, soruşturmada yoklukla batıl olmayan bilgiler olarak, yani hukuka uygun delil olarak kullanılabilecektir. Yasanın bu düzenlemesi karşısında, dinlenmesine karar verilen kişilerle sınırlı delil elde edilebileceği ve kullanılabileceği düşüncesi kabul edilemez.

AİHM'si, her olayın kendi içinde değerlendirilmesi gerektiğini, mahkemelerin hukuka aykırı delillerin uygulamada kullanılamayacağına karar veremeyeceğini kabul etmektedir ( Schenk/İsviçre ve Khan/Birleşik Krallık davaları ) . CMK.nun 217. maddesi "Hakim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hakimin vicdani kanaatiyle serbestçe takdir edilir. Yüklenen suç hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir." hükmünü içermektedir. CMK, gerçeğe ulaşmak bakımından delillerin serbestliği ilkesini benimsemiş, suçun varlığı ve sanığın sorumluluğunun, kanunun ayrıca hüküm koyduğu haller dışında her türlü delille saptanabileceğini kabul etmiştir. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 36 ve AİHS'nin 6. maddelerinde düzenlenen adil yargılama hakkına aykırılık oluşturmamaktadır.

Günümüzdeki sosyal ve ekonomik gelişme ve değişimler karşısında, özel bir önem kazanan ve toplum güvenliğini tehdit eden örgütlü ( terör ve çıkar amaçlı ) suçlar ve suçlularla mücadelede, telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi çok önem kazanmakta ve toplum yararı öne çıkmaktadır. Dinleme kararı alınan şüphelinin telefonu ile görüşen diğer kişiler ( dolaylı dinleme ) yönünden yapılan dinlemelerin delil kabul edilmemesi, bu suçlarla mücadelede de büyük zafiyetler yaratacaktır, "görüşüyle;

Kurul Üyesi O. Koçak, "AHİM'si mahkemelerin hukuka aykırı delillerin yargılamada kullanılmayacağına karar veremeyeceğini, her olayın kendi içinde değerlendirilebileceğine işaret etmektedir. Khan davası/İngiltere kararında sanık tek delil olan ses kaydının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmesine rağmen sözleşmesinin 6. maddesinin ihlali olarak görülmeyip yargılamanın adil olduğuna karar vermiştir.

CMUK'da hukuka aykırı şekilde elde edilen deliller hükme esas alınmaz diyorsa da Anayasa'nın 90/son fıkrasında "usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa'ya aykırılık iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır" denmektedir. Bu hükmü dikkate aldığımızda AHİM kararına uyma zorunluluğumuz vardır.

Uluslararası uygulamalardan da birkaç örnek vermek gerekirse; Amerika, LEON davasında aranan uyuşturucunun arama izni verilen yerin dışında bulunması halinde yargılamada delil olarak kullanılabileceğini kabul etmiştir. Mahkemeye göre polis uyuşturucunun elde edildiği yere ilişkin arama izni istemiş olsaydı, mahkeme bu izni verecekti. O halde uyuşturucunun bulunduğu yer arama izni kapsamındadır. The Good Faith "iyi niyet istisnası" görüldüğü gibi mahkeme yarar dengesine bakmaktadır. Alman hukukunda elde edilen deliller çok gizli ve özel hayat alanına ilişkinse delil olarak kullanılmaz. Ancak normal gizli hayata ilişkin ise devletin cezalandırmaktaki menfaati ile sanığın kişiliğinin korunmasına ilişkin menfaat arasındaki dengeye bakılacaktır. İşlenen suç ağır ise delil olarak kullanılacaktır. Burada da yarar dengesine bakılmaktadır.

Bu konuda çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. A şahsı için dinleme izni alınmış telefondan A'nın yakını olan B şahsı bir yakınına cinayet itirafında bulunarak cesedin yerini de söyledi. O yerde ceset bulundu. Bu deliller karşısında sanık da suçunu itiraf etti. Bu durumda sanık telefon dinleme tespiti sonucuna göre suçunu itiraf etti. Şimdi biz telefon dinleme yasal değil, o delil sonucu suçunu itiraf etmiştir diye tüm delilleri yok sayarak sanığı beraat mi ettireceğiz.

Sonuç olarak; yasak delil de uluslararası hukukun dikkate aldığı "Yarar Dengesi"ni biz de Anayasa'nın 90/son fıkrası gereği gözetip, sanık hakları olduğu kadar mağdur hakları olduğunu da düşünerek usulü esasa tercih edip, o da bir insan olan mağdurun haklarını ihlal etmemeliyiz." görüşüyle,

Diğer bir Kurul Üyesi de bu görüşe katılarak karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Dördüncü Ceza Dairesinin 26.01.2006 gün ve 12-5 sayılı hükmünün ( ONANMASINA ) ,

2- Dosyanın Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, ön sorun konusunda oyçokluğuyla, dosyanın esastan onanması konusunda oybirliğiyle, telefon tutanağının yasa dışı kanıt olduğu konusunda oyçokluğuyla, 13.06.2006 günü tebliğnamedeki isteme aykırı olarak karar verildi.
#1171
Merhabalar. Birinci sorunuzun cevabını aşağıdaki linkte bulabilirsiniz:
http://www.vekil.net/forum/soru-cevap-ve-yardimlasma-bolumu/adli-sicil-kaydi-(sabika)-nasil-silinir-nereye-basvurmak-gerekir/

İkincisi sorunuza gelince... Muhtemelen mahkeme kararı zamanında size tebliğ edilmiş ve kesinleşmiştir. Dolayısıyla bu karara karşı temyiz yoluna başvurma hakkınızın olabileceğine çok ihtimal vermiyorum. Ancak zamanında size gönderilen tebligatta usulsüzlükler olabileceğinden ve bu usulsüzlükler sebebiyle tebligat geçersiz sayılabileceğinden temyiz hakkınız halen dahi saklı olabilir; bu konuda net bir fikir edinilebilmesi için mutlaka dosyanızın incelenmesi gerekmektedir. Bunun için de bir avukatla anlaşmanız yararlı olacaktır. Kolay gelsin...
#1172
METİN ARSLAN - ANKARA

Ergenekon ve Balyoz planı gibi davaların sanıkları, haklarında tutuklama kararı veren hâkimlere tazminat davası açtı.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, sanıkların tazminat davalarını kabul etti. Emekli Binbaşı Levent Bektaş, emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri, avukat Kemal Kerinçsiz, Tümgeneral Ahmet Yavuz, Albay Dursun Çiçek ve Prof. Dr. Mehmet Haberal, 18 hâkimden 468 bin TL manevî tazminat istiyor. Tazminat talep edilen hâkimlerden 12'sinin avukatlığını üstlenen Ömer Güntay, davaların görevsiz bir mahkemede açıldığını söyledi. Avukat Sadrettin Haşıloğlu ise Türkiye'de adaleti 'örümcek ağı'na benzetirken, Haberal'ın bir gün bile tutuklu kalmadığına dikkat çekti.

Poyrazköy, Balyoz, Ergenekon ve Kaos Planı davası sanıklarının davaya bakan ve tutuklama taleplerini reddeden hâkimler aleyhine ayrı ayrı açtıkları tazminat davalarına Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nde devam edildi. Emekli Deniz Binbaşı Levent Bektaş, emekli Tuğgeneral Süha Tanyeri, Kemal Kerinçsiz, Tümgeneral Ahmet Yavuz, Albay Dursun Çiçek ve Prof. Dr. Mehmet Haberal, 18 hâkimden toplam 468 bin TL manevi tazminat istiyor. Yargıtay 4 Hukuk Dairesi üyeleri Sadık Demircioğlu ile Kamil Kancabaş'ın muhalefet oyu kullandığı ortaya çıktı. İki Yargıtay üyesi, tazminat davalarının kabul edilmesine ilişkin oylamada Yargıtay'ın görevli olmadığı yönünde oy kullandı. Daire Başkanı Mustafa Kıcalıoğlu ile 2 üyenin 'görevliyiz' oyu vermesiyle dava kabul edildi.

Tazminat talep edilen hâkimlerden 12'sinin avukatlığını üstlenen Ömer Güntay, davaların görevsiz bir mahkemede açıldığını söyledi. Hâkimlerin verdiği arama, el koyma ve tutuklama kararlarının yargısal yetkilerinin kullanılması çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğini aktardı. Hâkimlerin ceza yargılamasına ilişkin takdir haklarının tazminat davasına konu edilmesinin hukuka aykırı olacağını söyledi. Tazminat davalarının ancak hâkimin haksız fiillerine karşı açılabileceğini ifade etti. Ceza yargılaması sürerken tazminat yargılamasının yapılmasının Anayasa'ya aykırılık oluşturduğunu belirtti. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, Haberal'ın açtığı tazminat davasında 9 hâkimi bin 500'er lira tazminata mahkum etmişti. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ise kararı onamıştı. Mehmet Haberal'ın davalara bakan hâkimler aleyhine açtığı tazminat davaları da görüldü. Avukatı Efsun Ünal, tutuklama ve tutuklamaya yapılan itirazlarla ilgili gerekçesiz kararlar veren hâkimlerin CMK'ya aykırı davrandıklarını öne sürdü. Gerekçe gösterilmeden taleplerinin reddedildiğini ileri sürdü.

GÜÇLÜ OLAN ADALETİ DELİP GEÇİYOR

Hâkim Sedat Sami Haşıloğlu ve Hüsnü Çalmuk avukatı Sadrettin Haşıloğlu da tazminat davalarının, hâkimlik teminatını düzenleyen anayasa maddelerine aykırı olduğunu anlattı. Haberal'ın sağlık raporlarının tümünün dava dosyasında yer almadığını, Haberal'ın avukatlarının sunduğu sağlık kurulu raporlarına dayanılarak kararlar verildiğini belirtti. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki davada Haberal ile ilgili dosyaların tazminat davası dosyasına eklenmesini isteyen avukat Haşıloğlu, Haberal hakkındaki tüm sağlık raporlarının dosyada yer alması halinde hâkimlere tazminat cezası veren kararlara imza atılamayacağını savundu. Şu ifadeleri kullandı: "Bu raporlar daha önce sunulsaydı davanın seyri değişebilirdi. Türkiye'de adalet örümcek ağı gibidir. Kuvvetli olan ağı delip geçer, zayıf olan takılır. Davacı Haberal, kuvvetli olduğu için bir gün bile cezaevine girmemiş, hastanede sağlık müdahalelerini reddederek hastanede kaldığı süreyi uzatmıştır. Haberal tanınan bir isim olduğu için kaçma ihtimali bulunmadığı iddia ediliyor. Bilinen ve tanınan kişiler suç işlemez mi?''

Avukat Haşıloğlu'nun sözleri üzerine Haberal'ın avukatı Serdar Özersin de müvekkili hakkında daha sonra ortaya çıkan sağlık raporlarından haberleri olmadığını savundu. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi Başkanı Mustafa Kıcalıoğlu da Haberal ile ilgili sağlık raporlarının istenmesine, Balyoz davası sanığı Tümgeneral Ahmet Yavuz'un terfi durumunun Genelkurmay Başkanlığı Personel Daire Başkanlığı'ndan sorulmasına ve dava dosyalarındaki eksikliklerin giderilmesine karar vererek, duruşmaları erteledi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1059157&title=ergenekon-saniklari-18-hâkimden-toplam-468-bin-tl-tazminat-istiyor
#1173
Geçtiğimiz yıl minareleri yasaklayarak dünyayı şoke eden İsviçre pazar günü yapılan referandumla ülkede suç işleyen yabancıları, temyiz hakkını gasp ederek ülkelerine göndermeyi kabul etti. Nüfusunun beşte biri yabancı kökenli olan İsviçre'nin bu kararı, Avrupa'da yükselen yabancı düşmanlığı dalgasının ulaştığı boyutlar açısından yeni bir zirveye işaret ediyor.

Avrupa'da İslamofobik ırkçılığın yükselişini tahlil etmek için bu diziyi hazırlamaya karar verdiğimizden bu yana iki mühim gelişme oldu. Ülkesindeki dört minarenin peşine düşerek "minareleri yasaklama" referandumu yapan İsviçre, kabul ettiği ikinci bir referandumla Avrupa'yı sarstı. Geçtiğimiz pazar günü yapılan referandumla İsviçre ülkede suç işleyen yabancıları temyiz hakkını gasp ederek ülkelerine göndermeyi kabul etti.

İkinci önemli gelişme ise Türkiye'nin Avusturya Büyükelçisi Kadri Ecvet Tezkan'ın Die Press gazetesine verdiği mülakatta Avusturya'nın yabancılar siyasetini eleştirmesi oldu. Alman ırkçı parti lideri ise ülkesinde yaşayan Türkleri, Boşnak Müslümanların akıbeti ile korkuttu. Tezkan'ın "Türklere Avusturya'da virüs muamelesi yapılıyor." demesi son yıllarda İslamofobik partilerin seçimlerde üst üste başarılar gösterdiği Avrupa'da depreme yol açtı. Tezcan, artçı sarsıntıları beraberinde getiren mülakatında ilk gün başlık olarak kullandığımız ifadeye benzer bir cümle kullandı: "Hoşgörünün ve insan haklarının merkezi olması gereken Avrupa'da 2010 yılında duyduklarıma inanamıyorum. İnsanlar bu değerleri sizden öğrendi ama siz şimdi bu değerlere arkanızı dönüyorsunuz." Avusturya Dışişleri Bakanı Michael Spindelegger'den Türk büyükelçisi olarak randevu alamadığına işaret eden Tezcan, kendisinden önceki 4 Türk büyükelçisinin de ülkedeki entegrasyon sorunun çözülmesi için Viyana tarafından muhatap alınmadığına işaret etti.

İsviçre'de geçtiğimiz pazar yapılan "yabancılar" referandumu ise Avrupa'da yabancı düşmanlığının ulaştığı boyutlar açısından yeni bir zirveye işaret ediyor. İsviçre'de sosyal yardımlarından gayri kanuni olarak istifade edenler bile işkence görme ihtimali olmasına rağmen ülkelerine iade edilecek. Hem de itiraz hakları olmadan. Oylamayı da geçtiğimiz yıl ülkedeki dört minareye savaş açarak, minare inşasını referandumla yasaklatan İsviçre Halk Partisi gündeme getirdi. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu, "Avrupa Konseyi ilkelerine aykırı buldukları bu kararın, AKPM için endişe kaynağı olduğunu" söylerken insan hakları dernekleri de İsviçre'yi sert şekilde eleştiriyor.


--------------------------------------------------------------------------------

Almanya-Türkiye maçı bizim için 0-0 bitti
-Almanya'nın ırkçı partisi Alman Milli Demokrat Partisi (NPD) lideri Udo Voigt, Alman Merkez Bankası Yönetim Kurulu Üyesi Thilo Sarrazin'in Müslüman göçmenleri hedef alan açıklamalarını yeterli bulmuyor. Sarrazin'in açıklamalarında sadece Müslümanları hedef aldığını, kendilerinin ise Almanya'da hiçbir göçmeni görmek istemediğini söylüyor. Zaman'a mülakat veren Voigt'in yabancılar hakkındaki düşüncelerinin en uç noktası ise 3-0 Almanya'nın galibiyetiyle biten Almanya-Türkiye maçıyla ilgili: "Bizim için o maç 0-0 bitti. Çünkü golleri Türk (Mesut Özil) ve Polonyalılar (Klose) attı." NPD lideri Voigt, soruları şöyle cevaplandırdı:

Şu an iletişimde olduğunuz Türk arkadaşınız var mı?

Ali adında bir arkadaşım var. Bara gittiğimde beraber içiyoruz. Bizim dazlaklarla sorun yaşadığında "Udo'nun arkadaşıyım." deyip arıyor. Ben de "Ali arkadaşımız. Onu rahat bırakın!" deyince bırakıyorlar. Ali de siyasi düşünce olarak bozkurt. Yani ortak yönümüz var.

Sarrazin'in açıklamalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sarrazin'in kitabını büyük memnuniyetle karşıladık. Yıllardır savunduklarımızı dile getirdi. Bir farkla, Sarrazin farklı göçmen istiyor, Türkleri ve Arapları aptal gösterirken Yahudi ve İranlıları zeki gösteriyor. Biz ise göçmen istemiyoruz.

Bavyera Başbakanı Seehofer, Müslüman ülkelerden göçmen gelişini durdurmak istiyor. Mutlu oldunuz mu?

Tam olarak değil. Biz NPD olarak Müslüman ve İslam düşmanlığı yapmıyoruz. Çünkü İslam ülkelerinin de Almanya ile çok güçlü geleneksel bağları var. Almanya'da din savaşı da istemiyoruz. NPD olarak zaten göçmenleri ülkelerine gönderdiğimizde bu tartışmalar da son bulacak.

NPD'nin uyum politikası nedir?

Biz uyum istemiyoruz. Böyle bir politikamız da yok. Hedefimiz göçmenlerin ülkelerine geri gitmeleri.

Türkler ile Almanların evliliklerini nasıl karşılıyorsunuz?

Arada bir Almanlarla evlilik denemeleri olsa da Türklerin kendi aralarında evlenmeleri kültürlerinin yaşaması için önemli. Türk-Alman dostluğunun göçmenler nedeniyle bozulmasını istemiyoruz. Ekonomi daha da kötüye giderse ileride bir Bosna'nın, Makedonya'nın başına gelenlerin buradaki Türklerin başına gelmesini istemeyiz. Almanya'da bir iç savaş istemiyoruz. Fransa ve Yunanistan'da yaşananları gördük. Bizde bu hemen olmaz ama bir kişinin yiyeceği kalmadıysa ne yapacak?

Mesut'un futbolu Almanya'nın başarısı değil mi? Türkiye'ye gol attı.

Bizim için o maç 0–0 bitti. Golleri saymadık. Çünkü golün birisini Türk asıllı Özil, diğerini Polonya asıllı Klose attı. Milli takım milli kimliğini korumalı. Özil Almanya için gol attığında Türk seyircilerin protesto etmesi normal karşılanmalı. İSMAİL ÇEVİK, AZAMAT DAMİR BERLİN


--------------------------------------------------------------------------------

İngiltere

Irkçı parti ilk defa Avrupa Parlamentosu'nda
-Aşırı sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) ve ırkçı Britanya Milli Partisi (BNP), İngiltere'de aktif olarak siyasete katılan partiler. Aşırı sağcı partilerin yükseldiği ülkelerden biri olan İngiltere'de her iki parti de geçtiğimiz mayısta yapılan genel seçimlerde parlamentoya giremedi. Ancak hem UKIP hem de BNP'den Avrupa Parlamentosu'na (AP) giren vekiller var. BNP, Haziran 2009'da yapılan AP seçimlerinde ilk defa Brüksel'e iki üyesini göndermeyi başardı. İngiltere'de faaliyet gösteren her iki partiye hem ırkçı hem İslamofobik hem de "Avrupa Birliği (AB) şüphecisi" denilebilir. Örneğin UKIP partisi AB dışından özellikle Müslüman ülkelerden göçmen alınmasına karşı çıkıyor. BNP ise sadece göçmenlere karşı değil, aynı zamanda 2009 yılına kadar 'siyahi'leri (zenci) bile üye kabul etmiyordu.

Hem UKIP hem de BNP partileri geçtiğimiz mayıs ayında oy oranlarını yükselttiler. Son istatistiklere göre UKIP partisi 920 bin 334 rey alarak yüzde 3,1 oyla İngiltere'nin en büyük dördünce partisi oldu. BNP ise 563 bin 743 oyla yüzde 1,9 oy almasına rağmen milletvekilliği kazanamadı. Her iki parti de İngiliz Meclisi'ne milletvekili gönderemedi, ancak oylarını artırdı. İki partinin mühim ortak yönlerinden biri, Türkiye'nin AB üyeliğine karşı çıkıyor olmaları. İngiltere'nin AB'den çıkmasını savunan bu partiler, bunun gerçekleşmeyeceğini anladıkları için en azından Türkiye'yi AB dışında tutmaya çalışan bir politikayı benimsemiş durumdalar. UKIP ve BNP özellikle belli bölgelerde kendi oylarını artırmış görünseler bile, toplumun çoğunluğu tarafından dışlanan partiler. Her iki parti lideri de halka açık herhangi bir programa katılmakta zorlanıyor. Gittikleri her yerde protesto gösterileriyle karşılaşıyorlar. Son olarak Kraliçe tarafından Saray'a davet edilen BNP lideri Nick Griffin'in içeriye girişi polisler tarafından engellenmişti. Kamuoyu yoklamaları ise bu partilerin önümüzdeki yıllarda oylarını artıracağını gösteriyor. Ekonomik kriz ve aşırı göç ile birlikte gelen işsizlik, ırkçı partilere ilgiyi de artırıyor.

Bu partilerin kapatılmaları için hiçbir teşebbüste bulunulmadı. Zaten İngiltere tarihine bakıldığında parti kapatılması olayına rastlamak neredeyse mümkün değil. Parti üyelerine yönelik ırkçılık yaptıkları ya da nefreti aşıladıkları gerekçesiyle zaman zaman kanuni soruşturmalar açılsa da bunlar partinin kapatılmasına yol açmıyor.

--------------------------------------------------------------------------------

Fransa

Sarkozy'nin hesapları Müslüman karşıtlığını körüklüyor
-Fransa'da aşırı sağ, Yahudi karşıtlığını terk ederek hedefine Müslüman göçmenleri oturturken, Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy suç işleyen göçmenlerin vatandaşlıktan çıkarılması, Romanların sınır dışı edilmesi ve burkanın kamusal alanda yasaklanması gibi popülist uygulamalarla aşırı sağ eğilimli seçmenleri tekrar kazanmaya çalışıyor. Sağ partiler göçle mücadele söylemiyle yabancı düşmanlığını meşrulaştırıyor.

Geleneksel olarak Yahudi karşıtı söylemin öncülüğünü yapan Fransız aşırı sağ temsilcileri, son yıllarda İslam'ı ve Müslüman göçmenleri hedef alan açıklamalar yapıyor. Geert Wilders'in İslam karşıtı söyleminin başarısından etkilenen Fransız aşırı sağı da son iki yıldır önemli bir dönüşüm geçiriyor. Aşırı sağın temsilcisi Milli Cephe'nin (FN) tarihî lideri Jean Marie Le Pen'in yerini alan kızı Marine Le Pen, "Biz antisemit değiliz. Filistin'e destek veren sol partiler antisemitizmin esas temsilcileridir." sözleriyle hedefine Müslümanları koydu. Daha önce antisemitizm suçundan hapis cezası alan Bruno Gollnisch'e karşı liderlik mücadelesi veren Marine Le Pen'e medyanın ilgisi de artmış durumda. Ülkenin en çok satan haftalık dergilerinden Paris Match, kasımda Le Pen'le uzun bir söyleşi gerçekleştirdi. Fransa'da araştırma kurumu Ifop'un geçtiğimiz günlerde yayımladığı ankete göre, kamuoyu desteği yüzde 14'e yükselen Marine Le Pen, Sarkozy ve Sosyalist Parti lideri Martine Aubry'nin ardından 2012 için en güçlü cumhurbaşkanı adayı olarak görünüyor. 2007'deki milletvekilleri seçimlerinde yüzde 4,3 oy alan Milli Cephe, marttaki bölgesel seçimlerde yüzde 11'e yükselmeyi başarmıştı.

Sarkozy, 2007 seçimlerinde siyaset sahnesinden silinen FN hakkında "Aşırı sağı biz bitirdik." sözleriyle övünürken, bugün FN'nin oylarını kazanmak amacıyla aşırı sağ söyleme kayıyor. Burkanın kamusal alanda yasaklanması, suç işleyen göçmenlerin vatandaşlıktan çıkarılmasını öngören yasanın onaylanması ve Romanların sınır dışı edilmesi gibi popülist uygulamalar büyük tepki çekiyor. Göçmen nüfus ile suç arasında doğrudan bir ilişki kuran bu uygulamalar, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Konseyi tarafından "Nazi dönemini hatırlattığı" gerekçesiyle eleştirilmişti. Ünlü Amerikan dergisi Newsweek'in de, geçen ay Avrupa'da yeni aşırı sağın temsilcisi olarak Sarkozy'yi göstermesi ülkede büyük tartışma meydana getirmişti.

2007'de seçim kampanyasını göçmen sorunu üzerine kuran Sarkozy'nin 2012'ye kadar ülkedeki göçmen karşıtı söylemini daha da sertleştirmesi bekleniyor. Anketlerde Sosyalist Parti'nin gerisine düşen Sarkozy'nin, yabancı korkusunu kullanarak yeniden popülarite kazanma peşinde olduğu savunuluyor. Zira, hükümetine yönelik yolsuzluk suçlamaları ve protesto gösterileri nedeniyle popülaritesi yüzde 30'un altına düşen Sarkozy'nin aşırı sağ oyları kaybetmesi halinde yeniden seçilme şansı bulunmuyor.

Sarkozy'nin popülist söylemleri ve FN'nin yeniden yükselişe geçmesi, ülkede yaşayan 5 milyon Müslüman'ı yeniden hedef tahtasına oturttu. Ülkede camilere ve Müslüman mezarlarına yönelik ırkçı saldırılarda sistematik bir artış söz konusu. Son 10 ayda camilere 11 Eylül terör saldırısının yaşandığı 2001 yılından daha çok ırkçı saldırı yapıldı. 2010'da 24 cami ırkçıların hedefi olurken, geçen ay ilk kez Hagenau'da bir Türk camisi kundaklandı.

HASAN CÜCÜK kopenhag VEDAT DENİZLİ brüksel EMRE DEMİR paris İBRAHİM KAYA stockholm SEYİT ARSLAN viyana SÜLEYMAN BAĞ berlin KAMURAN SAMAR londra

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1059102&title=minare-yasagi-isvicrelileri-kesmedi&haberSayfa=0
#1174
İSA YAZAR, ERCAN BAYSAL - ANKARA - ZAMAN

Kamu alacaklarını yeniden yapılandıran torba yasa tasarısında toplumun bütün kesimlerini ilgilendiren önemli düzenlemeler yer alıyor.

İstihdam paketi, sosyal güvenlik mevzuatındaki yenilikler ve memurlar için getirilen çeşitli haklar da tasarıya dahil edildi. Toplam 113 maddelik tasarı ile işverene 10 yıl boyunca prim desteği getiriliyor. Sendikalı memura 45 lira sendika primi, sözleşmeli memura da 89 lira aile yardımı verilecek. Belediye ve il özel idarelerindeki ihtiyaç fazlası işçiler Emniyet ve Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderilecek. Evden çalışmaya yasal statü kazandırılırken, özürlü memurlara da işe gitmeden çalışma hakkı tanınıyor.

Kamu alacaklarının yeniden yapılandırılmasını öngören tasarı önceki akşam Meclis'e sevk edildi. Tasarıyla Maliye Bakanlığı, Gümrük Müsteşarlığı, il özel idareleri, belediyeler, SGK, büyükşehir belediyelerinin su ve kanalizasyon idareleri, Tedaş, Yurtkur, TRT, KOSGEB, TOBB, Organize Sanayi Bölgeleri (OSB) kapsamındaki kamu alacakları yeniden yapılandırılıyor. Yeniden yapılandırılan alacaklar peşin ya da ikişer aylık dönemler halinde en fazla 18 taksitte ödenebilecek. Ödemeler, kredi kartı ile de yapılabilecek.

Tasarının en önemli maddelerinden biri, istihdamın artırılması amacıyla uygulanacak olan prim teşvikleri. 10 yıl boyunca yeni istihdam oluşturulması halinde işverenin ödemesi gereken SSK primleri, İşsizlik Fonu tarafından karşılanacak. İstihdam teşvikleri 31 Aralık 2015'e kadar uygulamada olacak. Bu tarihten itibaren ise 5 yıl daha uzatmaya Bakanlar Kurulu yetkili kılınıyor. Teşviklerden 18-29 yaş arasındaki gençler, bütün kadınlar ile mesleki eğitim alanlar ve mesleki yeterlilik belgesine sahip olanlar yararlanacak. Yine istihdamı teşvik amacıyla birden fazla işyeri sahibi patron bunlardan sadece birinde özürlü çalıştırarak "özürlü çalıştırma zorunluluğunu" yerine getirmiş olacak.

Yasada kamu çalışanlarına ilişkin düzenlemeler önemli bir yer tutuyor. Bir milyonu aşkın sendikalı memura 3 ayda bir 45 lira sendika primi ödenecek. Daha önce aylık 10 lira olarak ödenen sendika primi yaklaşık bir yıldır Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı sebebiyle verilmiyordu. Bu düzenleme ile sendikalı memurun cebine her ay 15 lira daha fazla para girecek. Artık sözleşmeli memur da aile yardımı alabilecek. Mevcut uygulamaya göre memurların 89 lira olarak aldıkları aile yardımı sözleşmeli memura verilmiyordu. Yeni uygulamayla sözleşmeli memurun maaşı da 89 lira artmış olacak. Çocuk için ödenmekte olan aile yardımı ödemesinde iki çocuk sınırlaması kaldırılıyor. Sözleşmeli memur da sendikalı olabilecek. Memurların izin bitiminden sonra 10 gün içinde göreve dönmesi zorunlu olacak. İzin bitimi veya mazeretin ortadan kalkmasına rağmen on gün içinde görevine dönmeyenler, memuriyetten atılacak. Memurların emekli olurken bir defaya mahsus aldıkları 500 lira tutarındaki ödeme 750 liraya çıkarılacak. Tasarıyla doğum yapan memura, doğum yapan memurun eşine ve evlat edinen memura 24 ay izin verilecek. Memurların görevlerinden dolayı saldırıya ve kazaya uğramaları halinde 18 aya kadar aylıksız izin alma hakları olacak. Kamu bankaları ve üst kurulların İstanbul'a taşınması da tasarının içerisine eklendi. BDDK ile SPK'nın taşınma işleminde süre iki yıl olarak belirlendi. Vakıfbank ve Türkiye Kalkınma Bankası da İstanbul'a taşınacak. Elektrikli otoya sıfır verginin yolunu açacak madde torba kanun metninden çıkarıldı.

İşsizlik maaşı kolaylaşacak: Yarım gün çalışanlar ile isteğe bağlı sigortalılara işsizlik maaşı verilecek. Bu kişilerin işsizlik maaşı alabilmeleri için şartlar yumuşatılacak. Normal çalışanlar için geçerli olan 600 gün prim ödenmesi ve son 120 gün aralıksız çalışma şartı bu kişiler için kaldırılacak.

Özürlüye pozitif ayrımcılık: Özürlü çalıştıran işverene kolaylık sağlanacak. Özürlü memurlar olumsuz hava koşulu ve ulaşım şartları gibi nedenlerle işe gelmeden evinden çalışabilecek. Özürlü istihdam eden işyerlerinde asansör, merdiven gibi ihtiyaçları devlet karşılayacak. Ayrıca özürlü memura isteği dışında nöbet yazılamayacak.

Belediyelerdeki fazla işçiler Emniyet ve Milli Eğitim'e gönderilecek: İl özel idareleri ile belediyelerin sürekli işçi kadrolarında çalışan ihtiyaç fazlası işçiler, Milli Eğitim Bakanlığı ve Emniyet Genel Müdürlüğü'nün taşra teşkilatındaki sürekli işçi kadrolarına atanacak. Bakanlıkların uzman kadroları aynı seviyeye getirilirken görev unvanı uzman olanların maaşı derecesine göre değişecek. Uzman maaşları 2 bin 970 liraya kadar çıkacak.

Tasarıda yer alan bazı düzenlemeler

Memur için sicil kaydı tutulmayacak. Başarılı personel ödüllendirilecek.

Devlet vatandaşa yaptığı fazla ödemeden dolayı faturayı kendine çıkaracak. Bu tür alacaklar 24 ay boyunca faiz uygulanmadan tahsil edilecek. Daha önce süre 3 ay ile sınırlıydı.

Araçların ön camına yapıştırılması zorunlu olan taşıt pulu uygulaması kaldırılıyor.

Yeni işe başlayanlar için 3 ay olan deneme süresi 2 aya indiriliyor.

Hamile memurlar gece nöbeti tutmayacak. Hamileliğin 24'üncü haftasından itibaren ya da doktor raporuyla daha önceki süreler için gece nöbeti yazılamayacak.

Yeşil kartlı vatandaşların çalışmaya başlaması halinde kartları iptal edilmeyecek. Askıya alınarak işten ayrılmaları durumunda yeniden aktif olması sağlanacak.

Memura, kanser, verem gibi uzun süreli tedaviye ihtiyaç gösteren hastalığı hâlinde 18 aya kadar, diğer hastalık hâllerinde ise 12 aya kadar izin verilecek. Maaş ve özlük haklarına dokunulmayacak.

Trafik kazası durumunda resmi ve özel bütün sağlık kuruluşlarının sundukları sağlık hizmet bedelleri, kazazedenin sosyal güvencesi olup olmadığına bakılmaksızın SGK tarafından karşılanacak.

120 TL'nin altında kalan idari para cezalarının tahsilinden vazgeçilecek.

50 liranın altındaki vergi alacağı tahsil edilmeyecek.

Çiftçilerin birikmiş elektrik borçlarıyla ilgili olarak da hasat dönemine göre özel bir taksitlendirme planı yapılabilecek.

5 hizmet yılını tamamlayan memura, en fazla 2 defada kullanılmak üzere, toplam 1 yıla kadar aylıksız izin kullandırılabilecek.

Birinci derece yakını vefat eden erlere, 10 gün izin verilecek.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1059118&title=torba-tasaridan-isverene-10-yillik-prim-destegi-cikti&haberSayfa=0
#1175
Merhabalar. Öncelikle geçmiş olsun diyorum.

Alıntı YapDaha sonra itirazın iptali davası açtılar. itiraz dilekçemi, şahit dinlenmesini ve konuyla ilgili deliller göndermeme rağmen, gelen ilk duruşma zaptında, gönderdiğim delillerin ve şahitlerle ilgili hiç bir şeyin olmadığını gördüm (delillerimi kaybetmişler). 2. cevap dilekçemde bulunduğum yerdeki nöbetçi mahkemeden imzalatmama rağmen karar evrakında şahitlerimin dinlenilmediği, dosyaya delillerin olmadığı şeklinde karar çıktı.

Hakkınızda yürütülen davanın duruşmalarına girmediğiniz anlaşılıyor. Davaya cevap dilekçeniz olan ilk dilekçeyi de bir mahkeme aracılığıyla değil de kendi imkânlarınızla (postaya veya kargoya vererek?) davanın görüldüğü mahkemeye gönderdiğinizi anladım. Şayet böyle olduysa, bu dilekçeniz belirttiğiniz şekilde dava dosyasına ulaşmamış veya ulaşıp ta ilk duruşmadan evvel kaybolmuşsa, dilekçeyi zamanında mahkemeye gönderdiğiniz halde mahkemede bu dilekçenin ve delillerinizin dikkate alınmadığını ispatlamanız mümkün olamayacaktır. Cevap dilekçenizin dosyaya girmediğini anlamanız üzerine aynı dilekçeyi ikinci kez mahkemeye göndermişsiniz anladığım kadarıyla. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'ndaki hükümler veya delilleriniz gereğince mahkemece işlem yapılabilmesi için gerekli masrafları karşılamamanız sebebiyle delilleriniz dikkate alınmamış olabilir.

Bu noktada size yardımcı olunabilmesi için mutlaka dava dosyasının incelenmesi gerekmektir. Bu işin de sizin yerinize bu konuda hizmet ifa eden bir profesyonel tarafından, yani bir avukat tarafından yapılması ve temyiz dilekçesinin hazırlanarak sonraki işlemlerin avukat eliyle yürütülmesi en sağlıklı yoldur. Dolayısıyla öncelikle bir avukatla anlaşmanızı öneriyorum. Şayet mali imkânlarınız bir avukata ödeme yapmaya yeterli değilse, bulunduğunuz ilin Barosuna müracaat ederek adli yardım hükümleri çerçevesinde kendinize avukat atanmasını da talep edebilirsiniz. Bu arada temyiz süreniz hayli kısıtlı olduğundan, kararı temyiz etmeyi düşünüyorsanız, süre geçmeden mutlaka kararı aşağıda ayrıntılarını belirteceğim şekilde tehiri icra talepli olarak temyiz ettiğinizi çok özet bir ifadeyle de olsa mahkemeye bir dilekçe ile bildirmeli ve temyiz süresi içinde harç ve gerekli masrafları karşılamalısınız. Ancak kararı temyiz etmeniz, size karşı temyiz ettiğiniz karara istinaden icra takibine devam edilmesine (evinize hacze gelinmesine, vs.) engel olamayacaktır. İcra işlemlerini durdurabilmeniz için, kararı tehiri icra talepli olarak temyiz ettiğinize dair dosyanın görüldüğü mahkemeden bir yazı almalı ve bu yazı ile hakkınızda yürütülen ve daha önce itiraz ederek durdurmuş olduğunuz icra dosyasının bulunduğu icra dairesine giderek tüm borcu karşılayacak şekilde (ne kadar teminat vermeniz gerektiği icra dairesinde hesaplanacaktır) nakdi teminat veya bir bankanın teminat mektubunu vererek Yargıtay'dan tehiri icra kararı getirebilmeniz için size süre verilmesini sağlamanız gerekecektir. Süre verildiğine dair alacağınız mehil vesikasının aslını temyiz ettiğiniz mahkeme dosyasına posta gideri ile birlikte vermeniz yeterli olacaktır. Bundan sonra dosyanız mahkemece Yargıtay'a gönderilecek ve dosyanın görüleceği Yargıtay dairesi, dosyanın içindeki mehil vesikası gereğince tehiri icra kararı vererek kararın bir örneğini icra dairesine posta yoluyla gönderecektir. Bu işlemler mehil vesikasında verilen süre içinde yetişmez ise, o zaman süre dolmadan icra dairesine yeniden müracaat ederek ek süre almanız gerekecektir. Bütün bu işlemlerin sonunda şayet Yargıtay yerel mahkemenin kararını onarsa, o zaman temyiz için yapmış olduğunuz tüm bu masraflar ve geçen süre içinde işleyecek olan faizler sizin kayıp hanenize yazılacaktır. Dolayısıyla kararın bozulma ihtimali düşük ise, temyiz yoluna müracaat etmeniz zararınızı artırmak dışında size herhangi bir fayda sağlamayacaktır. Tüm bu sebeplerle, yukarıda da belirttiğim gibi, dosyanın acilen bir avukat tarafından incelenmesi gerekmektedir.

Kolay gelsin...
#1176
Merhabalar. Evet, alıcılarla anlaştığınız sürece belirttiğiniz şekilde hisseli olarak satış yapmanız mümkün olacaktır. Ancak hisseli bir satış için öncelikle evlerin rayiç fiyatlarını belirlemeniz ve ona göre bir oranlama yaparak her bir evin sahip olması gereken hisse miktarlarını tespit etmeniz gerekecektir. Örneğin 100 m2'lik daireye 120.000 TL, 77 m2'lik daireye ise 80.000 TL bedel tayin ettiyseniz, 100 m2'lik daireyi %60 hisseyle, 77 m2'lik daireyi ise %40 hisseyle devretmelisiniz. Elbette hisseli satışların, alıcı açısından, ortaklığın giderilmesi davalarına kapı aralamak gibi ciddi riskleri olacaktır.

Taşınmazları tapuya ayrı ayrı tescil ettirebilmeniz için kadastroya veya il özel idaresine başvurmanız kural olarak gerekmez. Aynı şekilde varislerin işlemleri yürütecek kişiye vekaletname vermesi de kural olarak yeterlidir, ayrıca bir dava açılması gerekmez. Buradaki işlemler için muhatabınız Belediye ve Tapu dairesi olacaktır.

Alıntı YapTapu kapsamı taşınmazlar bir ilçe belediyesi sınırları içinde ve imar planına dahil.

İmar meselesi en önemli meselelerden biri. Evleriniz imara tam olarak uygun mudur? Öncelikle bu hususun tespiti gerekecektir. Kolay gelsin...
#1177
Benim tavsiyem, ailevi ilişkileriniz bu dosyanın takibiyle ilgili yapılacak işlemlerden doğrudan etkilenebileceği için, dosyanın takibiyle ilgili tüm bu işlemleri sizin yerinize bir avukatın yapması çok daha sağlıklı olacaktır; dolayısıyla öncelikle bir avukatla anlaşmanızı öneriyorum. Şayet mali imkanlarınız bir avukata ödeme yapmaya yeterli değilse, bulunduğunuz ilin Barosuna müracaat ederek adli yardım hükümleri çerçevesinde kendinize avukat atanmasını talep edebilirsiniz.

Kendi başınıza yapabilecekleriniz hususunda ise özetle şunları söyleyebilirim; şayet eski eşinizin kendi adına kayıtlı herhangi bir malvarlığı bulunuyorsa (banka hesabında parası, gayrimenkulü, aracı, eşyası, vs.) bu mallara haciz koydurup bunların icra yoluyla satılmasını temin edebilirsiniz. Keza, şayet bir yerde maaşlı olarak çalışıyorsa, çalıştığı iş yerine maaşının 1/4'ünün haczedilmesiyle ilgili bir haciz ihbarnamesi göndertebilirsiniz. Adına kayıtlı taşınmazın ve aracın bulunup bulunmadığının araştırılmasını icra dairesindeki dosyanıza yazılı talepte bulunarak temin edebilirsiniz. Talebiniz üzerine icra dairesindeki bilgisayarlarda bulunan tüm tapu müdürlükleri ve trafik şube müdürlükleriyle entegre durumdaki UYAP programı kullanılarak memurlar tarafından arama yapılacaktır. Ancak bu arama için borçlunun TC kimlik numarasını da icra müdürlüğüne bildirmelisiniz. Bu arama neticesinde eski eşinizin adına kayıtlı bir taşınmaz veya araç tespit edilirse, yukarıda da belirttiğim gibi, bu malvarlığının haczini talep edebilirsiniz. Söyleyebileceklerim özetle bu şekilde. Kolay gelsin....
#1178
Merhabalar. Anladığım kadarıyla tazminat ve nafaka bedelinin tahsili için eski eşinize karşı icra takibi başlatmışsınız. Öncelikle avukatınız var mı, yoksa kendi imkanlarınızla mı icra dosyasını takip ediyorsunuz, bunu öğrenmek istiyorum.
#1179
Hayata dönüş operasyonu davası Bakırköy Adliyesi'nde protestolar eşliğinde başladı. F Tipi cezaevlerini protesto için başlatılan ölüm oruçlarına son vermek amacıyla Aralık 2000'de yapılan ve 12 mahkumun ölümüyle sonuçlanan 'Hayata Dönüş Operasyonu'nda görevli askerler, 10 yıl sonra hakim karşısına çıktı.

Bayrampaşa Cezaevindeki ''Hayata Dönüş Operasyonu'' sırasında görev sınırlarını aşarak 12 kişinin ölümüne sebep oldukları, 29 kişiyi öldürmeye teşebbüs ettikleri öne sürülen dönemin 39 jandarma görevlisinin yargılandığı duruşmaya, 7 sivil toplum kuruluşu ile bazı müştekilerin davaya müdahil olma taleplerinin değerlendirilmesi amacıyla ara verildi.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Merkezi ile İstanbul Şubesi, İzmir ve Mersin baro yönetimleri, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Vakfı ile Barış ve Demokrasi Partisi adına avukatı Gönül Erdem, davaya müdahil olma talebinde bulundu.

Bazı müştekiler de suçtan zarar gördüklerini belirterek, müdahilliklerine karar verilmesini istedi.

Cumhuriyet savcısı da suçtan doğrudan zarar görme ihtimali bulunan kişilerin taleplerinin kabul edilmesine, kurum olarak başvuranların istemlerinin ise reddine karar verilmesini talep etti.

Mahkeme heyeti, ölenlerin yakınları ile 33 müştekinin davaya müdahil olma talepleri kabul edildi. Mahkeme heyeti, BDP ile 6 sivil toplum kuruluşunun aynı yöndeki istemlerini reddetti.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada söz alan Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, Roma, Atina ve Düsseldorf barolarına kayıtlı 3 avukatın duruşmaya gözlemci olarak katılmak istediklerini söyledi.

Mahkeme heyeti, yabancı barolara kayıtlı avukatların izleyici olarak duruşmaya katılmalarını kararlaştırdı.

İstanbul Barosundan sanıklar Hasan Köse, Musa Tarhan ve Mete Koçtürk için zorunlu avukat olarak atanan Neşe Tükenmez de davanın konusunu bilmeden müdafilik görevini üstlendiğini belirterek, bu davada müdahil avukatı olarak yer almak istediğini, bu nedenle sanık avukatlığından ayrıldığını kaydetti.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlanacak davada 39 şüpheli jandarma görevlisi, 'Görev sınırını aşarak gayri muayyen şekilde birden çok adamı öldürmek' suçundan 12'şer kez müebbet, 29 tutukluyu öldürmeye teşebbüsten 29 kez 9 yıldan 15 yıla kadar hapsi cezası istemiyle yargılanacak. Davada 42 mağdur ve 55 müşteki yer alıyor.

Operasyonlarda hayatını kaybedenlerin yakınları, duruşma öncesi Bakırköy Adliyesi önünde eylem yaptı. Yapılan basın açıklamasında, olayın 39 kişinin üzerine yıkılmaya çalışıldığını belirterek asıl sorumluların 'katliam emrini' verenler olduğunu belirtildi.

Yaşanan feci olayda Bayrampaşa cezaevinde bulunan ve basın açıklaması yapan eski hükümlü Mehmet Güvel, "Olayın asıl sorumluları dönemin hükümeti ve adalet bakanıdır. Ecevit hükümeti ve dönemin adalet bakanı Hikmet Sami Türk de hesap vermelidir. Yapılan bir katliamdır. Bu olay aylar öncesinden planlanmış ve MGK tarafından karar verdirilmiştir. Katillerin cezalandırılmasını istiyoruz. Katledilen arkadaşlarımızın katillerinin bir an önce adalet önüne çıkarılmasını istiyoruz" dedi.

Davada yargılanacak 39 şüpheli şunlar: Cemil Korkmaz, Maryam Mavi, Mete Koçtürk, Hasan Köse, Musa Tarhan, Yakup Yağcı, Eren Odabaşı, Nevzat Kara, Barış Suluyer, Mustafa Ece, Asim Bulut, Halil Akgün, Hilmi Çolak, Lütfi Kozan, Osman Aydemir, Önder Seymenoğlu, Murat Yılmaz, Mehmet Çöllü, Tuncay Bilgili, Hayrettin Çiftçi, İbrahim Başar, Mehmet Kaya, Ramazan Şener, Abdullah Pala, Mustafa Korkmaz, Mustafa Usta, Tuncay Köken, Orhan Durgut, Durmuş Özkara, Sultan Dal, Oktay Sinoplu, Erkan Çelik, Vedat Ceylan, İbrahim Üstün, Serhan Karaçuha, Bilal Akşit, Türker Geçdoğan, Yusuf Akstepe, Serkan Aslan Yüksel.

"BULUNDUĞUMUZ KOĞUŞTA HERHANGİ BİR İSYAN YOKTU!"

Bayrampaşa Cezaevindeki ''Hayata Dönüş Operasyonu'' sırasında vücudunun büyük bir kısmı yanan mağdur Hacer Arıkan, operasyona katılan herkesten şikayetçi olduğunu söyledi.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada dinlenen Arıkan, operasyon olduğu dönemde Bayrampaşa Cezaevi C1 koğuşunda tutuklu bulunduğunu belirtti.

Arıkan, şunları söyledi:

''Bulunduğumuz koğuşta herhangi bir isyan yoktu. Aynı cezaevinde tutuklu olan ağabeyim Erol Arıkan ile görüştükten sonra koğuşuma gittim. Gece operasyon sesiyle uyandım. Kıyafetlerimi giyerken silah sesleri duydum. Uyandığımızda bayan gardiyanlar yerlerinde yoktu. Ramazan dolayısıyla sahur olduğu için de yerlerinde bulunmamış olabilirler. Silah sesleri olduğunda askerler bizim koğuşun önüne barikat kurmuştu. Koğuştan çıkmak mümkün değildi.''

Bir süre sonra tavanda delikler açılmaya başlandığını ifade eden Arıkan, şöyle devam etti:

''Tahminime göre bu deliklerin yerleri önceden delinmişti. Çünkü bir gün üst ranzamda kitap okurken başıma taş düştü. Nedenini sorduğumda tamir yapıldığı söylendi, ancak operasyon sırasında o deliklerden bizi yakan maddeler ve bombalar atıldı. Askerlerde gaz maskesi vardı, bu nedenle askerleri görmedim. Kendi can güvenliğimizi korumak için bize atılan bombaları havalandırmaya ve camdan dışarı attık. Savunmasızdık. Atılan şeylerden yataklar tutuştu, kendi imkanlarımızla söndürdük. Yaşamla ölüm arasında gittik geldik. Nefes alamaz durumdaydık. Koğuşta 27 bayan arkadaştık. Ben koğuşun en arkasındaydım.''

Önceden açılan deliklerden bir hortum sarkıtıldığını bildiren Arıkan, şunları kaydetti:

''İçeriye bir madde salındı. O sırada bir alev topu atıldı. Yataklar yanmaya başladı. Arkadaşlarım 'yanıyoruz' diye bağırıyordu. Kaçışırken yumuşak bir şeye bastım. Daha sonradan öğrendim ki üzerine bastığım Gülsen Tuzcu'ymuş. Diğer arkadaşlarım Gülseren ve Şennur'un derileri dökülüyordu. Onları söndürmek için bir şey ararken kalçama bir madde geldi. Yere düştüm ve bir daha kalkamadım. Ölümü beklerken bir arkadaşım tarafından kurtarıldım. Direkt hastaneye götürülmedim, askerlerin 'gazino' diye adlandırdığı yere sürüklendim.''.

''8 AMELİYAT GEÇİRDİM''

Arıkan, olayları anlatırken vücudundaki yanıkları mahkeme heyetine göstermek için kafasındaki peruğu çıkardı. Yüzünde yanık izleri bulunan Arıkan'ın saçlarının büyük bir kısmının olmadığı görüldü.

Askeri gazinoda isim tespiti yapıldıktan sonra durumu ağır olduğu için önce cezaevi hastanesine gönderildiğini anlatan Arıkan, 3 ay Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesinde kaldığını kaydetti.

Ayağa kalkacak hali olmamasına rağmen ayağının yatağa zincirlendiğini ifade eden Arıkan, şöyle dedi:

''Mahkemeye çıkıp tahliye talebinde bulunmak için tedavimi yarıda kestim, cezaevi hastanesine, oradan da Bakırköy Tutukevine döndüm. Sağlık sorunlarım nedeniyle Adli Tıp Kurumunun verdiği 'cezaevinde kalamaz' raporuyla tahliye edildim. Beni yakan maddenin ne olduğunu bilmek istiyorum. Bize madde tepeden atıldı. Benim ve arkadaşlarımın kıyafetleri yanmadı, sadece vücudumuz yandı, damla damla döküldü. Bir yılda 8 ameliyat geçirdim, ondan öncekilerin sayısını bilmiyorum. Bacaklarımdan alınan derilerle kafam ve vücudumdaki yanıklar düzeltildi. Bir yıl önceye kadar burnum yoktu. Omzumdan alınan parçalarla bana burun yapıldı. Bu operasyona kim katıldıysa herkesten şikayetçiyim.''

SANIK İFADELERİ

Duruşmada savunmasını yapan sanık Vedat Ceylan, olay tarihinde Elazığ Jandarma Tabur Komutanlığında görev yaptığını, olaydan 3 gün önce askeri uçakla İstanbul Hasdal'a geldiklerini söyledi.

Sabah erken saatlerde Bayrampaşa Cezaevine gittiklerini anlatan Ceylan, ''Tim çavuşuydum. İhtiyat görevlisi olarak gittik. Silahsızdık. Robokop kıyafetleri giydik. Cop ve kalkanımız vardı. Cezaevi araçlarının bulunduğu yerde bekledik. Biz operasyona müdahale etmedik. Tutukluların, cezaevi içindeki ayrı bölüme sevk edilmesi sırasında görev yaptık. Sevk ettiğimiz kişiler sağlıklıydı. Yaralı görmedik'' dedi.

Ceylan, avukat Kemal Aytaç'ın, ''Cezaevinde silah, bomba, ölü görmedin mi?'' sorusu üzerine, ölen ya da yaralanan kimseyi görmediğini, kendilerinin de silahsız olduğunu söyledi.

Aytaç da ''Tabur, Bayrampaşa Cezaevi için geliyor ve silahsız olduğunu söylüyor. Eğitim olarak ne yaptılar? Bu tim nasıl silahsız olduğu halde robokop olarak görev yapıyor? Buna kim inanır?'' dedi.

Halil Akgün'ün ifadesinde operasyona müdahale ettiklerini söylediği hatırlatılan Ceylan, bu kişinin kendi timinde olduğunu, herhangi bir müdahalede bulunmadığını dile getirdi.

Müdahil avukatların soruları üzerine de Ceylan, toplumsal olaylara müdahale eğitimi aldığını belirterek, ''Boş durmamak için elimizdeki malzemeye göre eğitim yapıldı. Yönergelerde, yapılacak eğitim bellidir. Erlere de acemi birliğinde bu tip eğitim verilir. Bayrampaşa Cezaevi için özel bir eğitim almadık. Biz, ihtiyaç duyulduğunda görev yapacağımız söylenerek cezaevine getirildik. Neye müdahale edeceğimiz söylenmedi. Kimseyi hastaneye götürmedik'' şeklinde konuştu.

O dönemde görevli olan bölük komutanı gibi bazı isimler sorulan Ceylan, bunları hatırlamadığını ifade ederek, bu kişilerin sanık olarak yer almamasını da garipsemediğini anlattı.

''PANİK ATAK HASTASIYIM''

Sanık Tuncay Köken de olay tarihinde Elazığ'da görevli asker olduğunu, Bayrampaşa Cezaevinde mahkumları sevk edildikleri birliğe götürdüklerini kaydetti. Yaralı görmediğini dile getiren Köken, sadece içeriden duman yükseldiğini gördüğünü söyledi.

Görevinin isyanları bastırmak olduğunu söylediği daha önceki ifadesinin şimdiki ifadesiyle çeliştiğinin hatırlatılması üzerine de Köken, önceki ifadesinin alındığı 16 Mart 2006'da psikolojik tedavi gördüğünü, bu nedenle sağlıklı olmadığını, panik atak rahatsızlığının mart aylarında tekrarladığını ifade etti.

Köken, müdahil avukatlarının bazı soruları karşısında susma hakkını kullandı.

''ÜMRANİYE'DE GÖREVLİYDİM''

Sanık Tuncay Bilgili de Vedat Ceylan'ın timinde sıhhiye eri olduğunu belirterek, cezaevindeki operasyona müdahale etmediklerini söyledi.

Hakimin, ''Daha önceki ifadende 'içeriden gelenler yanıktı' demişsin'' şeklindeki sözleri üzerine Bilgili, böyle söylentiler olduğunu, aradan zaman geçtiği için tam olarak hatırlamadığını kaydetti.

''Operasyonun amacının, açlık grevine katılmak istemeyen tutukluları örgüt liderlerinin baskısından kurtarmak olduğuna'' dair beyanı bulunduğu hatırlatılan Bilgili, bunu nereden öğrendiğinin sorulması üzerine susma hakkını kullandı.

Sanıklar Sultan Dal ile Serkan Arslan da Elazığ'dan geldiklerini, Ümraniye Cezaevine gittiklerini, Bayrampaşa Cezaevinde bulunmadıklarını söylediler. Dal ve Arslan, Ümraniye Cezaevine de güvenlik amacıyla gittiklerini, operasyondan bilgileri olmadığını kaydetti.

Sanık Serkan Karaçuha da diğer askerlerden yaralı olanları duyduğunu, yaralı olarak kimseyi teslim almadığını, ateş sesi duymadığını, Bayrampaşa Cezaevinde duman gördüğünü söyledi.

Duruşma, sanıkların savunmalarının alınmasıyla devam ediyor.

Bu arada, duruşma sırasında sanıkların sorguları yapılırken, müdahil avukatların bazı sorularına sanık avukatları itiraz etti. Bu sırada sanık avukatları ile müdahil avukatlar arasında sözlü atışmalar yaşandı.

28 SANIĞIN SÖZLÜ İFADESİ ALINDI

Duruşmada ifade veren tutuksuz sanık Ömer Seymenoğlu, Elazığ Jandarma Komando Taburu birinci bölükte er olarak görev yaptığını ve askeri uçakla İstanbul'a getirildiklerini söyledi.

Seymenoğlu, ''Operasyona Bayrampaşa ya da Ümraniye Cezaevine gittik. Gittiğimiz cezaevinde dışarıda bekledik. İsyanlar bastırıldıktan sora cezaevinde yaptığımız aramalarda tabanca, şırınga ve PKK bayrakları bulduk. Bütün koğuşları tek tek aradık. Aramalar sırasında cesetler de gördüm, ancak bayan mıydı erkek miydi bilmiyorum. Çünkü cesetler yanmıştı'' dedi.

Hasdal Kışlasında 3-4 gün eğitim gördüklerini, operasyonun sabah 05.00 sıralarında başladığını ifade eden Seymenoğlu, hakimin, hangi cezaevine gittiğini sorması üzerine de ''Ben ilk kez o zaman İstanbul'a geldim. İstanbul'u tanımam etmem. Tam olarak hangi cezaevi olduğunu bilmiyorum. Ancak cezaevinin hemen yanında bir mezarlık vardı, onu hatırlıyorum'' diye konuştu.

Tutuksuz sanıklardan Mete Koçtürk de operasyon zamanında Elazığ Jandarma Komando Taburunda çavuş olarak görev yaptığını belirterek, ''Bize göreve gideceğimiz söylendi. Askeri uçakla İstanbul'a geldik. Hasdal Kışlasına geçtik. Kışlada 2-3 gün kaldık. Elazığ'dan kendimize zimmetli silahlarla geldik. Büyük ihtimalle Ümraniye Cezaevine gönderildik, tam olarak hatırlamıyorum. Bütün hazırlıklarımızı yaptıktan sonra geldiğimiz cezaevinin avlusunda bekledik'' dedi.

Cezaevinde mahkumların çıkarıldığını anlatan Koçtürk, ''Ancak ben cezaevinin içinde görevli değildim. Ben çıkarılan mahkumların arasında ölü ya da yaralı görmedim. Avluda beklediğimde silah sesi duymadım. Ancak yangın vardı, duman çıkıyordu. Operasyon bittikten sonra akşam üzeri Hasdal'a geri döndük'' dedi.

Mahkeme başkanının, ''Savcılık ifadende 'Bayrampaşa Cezaevine' gittik demişsin'' şeklindeki sözleri üzerine Koçtürk, ''Ben Ümraniye diye biliyorum. Kesin olarak bilmiyorum, Bayrampaşa da olabilir'' karşılığını verdi.

Sanık Hilmi Çolak da bugünkü ifadesi ile daha önceki ifadesi arasında çelişkiler bulunduğunun belirtilmesi üzerine, kendisinin ifadesinin alınmadığını, ifade tutanağının altındaki imzanın da kendisine ait olmadığını savundu. Bunun üzerine Çolak'ın imza örnekleri alındı.

SANIĞI TEŞHİS ETTİ
Duruşmada sanık Mustafa Usta'nın, Bayrampaşa Cezaevi değil de Ümraniye Cezaevinde bulunduğunu belirtmesi üzerine, davaya müdahil olarak katılan Münevver Köz Aşçı, oturduğu yerden kalkarak sanık Usta'yı Bayrampaşa Cezaevinde gördüğünü söyledi.

Aşçı, cezaevinin kadınlar koğuşunda olduğunu belirterek, şunları kaydetti:

''Bizim koğuşta 6 bayan arkadaşımız katledildi. Operasyonun bitiş aşamasında içerideki havalandırmadaydık. 3 saat boyunca itfaiye üzerimize su sıktı. Koğuşun yatakhaneleri yanıyordu. Oraya su sıkılması için haykırdık. Koğuş kapısı kırılarak, 40 yaşlarında, operasyon komutanı olan bir kişi ile yanındaki askerler içeri girdi. Askerlerin arasında bu kişi de vardı. Bana çok yakın, 1-2 metre mesafedeydi. Ellerinde silahlar vardı. Resimleri de var. Yüzünü, özellikle de gözlerini çok iyi hatırlıyorum.''

Sanık Usta, Aşçı'nın yanıldığını, kendisinin Ümraniye Cezaevinde görev yaptığını, bunu ispatlayabileceğini anlattı.

Duruşmada dinlenen diğer sanıklar da olayla ilgileri olmadığını ifade ettiler.

Duruşmaya katılan 28 sanığın savunmalarının alınması tamamlandı.

''GAYRİ CİDDİ SAVUNMA YAPIYORLAR''
Müdahil avukatlardan Hasan Fehmi Demir, sanıkların savunmalarının gayri ciddi olduğunu, sanıkların davanın önemini kavrayamadıklarını söyledi.

Demir, sanıkların ifadelerine bakıldığında, delillerin karartılmasına yönelik birlikte alınmış tutumlar olduğunun görüleceğini öne sürerek, ifadelerin farklı yerlerde alındığını, ancak sanıkların hepsinin aynı şekilde, ''Biz duyduğumuzu söyledik, onlar yaşamışız gibi yazmışlar'' şeklinde beyanda bulunduğunu anlattı.

http://www.haberturk.com/gundem/haber/573911-hayata-donus-davasi-basladi


Müştekilerin beyanları alındı

''Hayata Dönüş Operasyonu'' davasının duruşmasına katılan müştekilerin beyanlarının alınması tamamlandı.

Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada, şikayeti sorulan müştekilerden Turhan Tarakçı, operasyon sırasında Bayrampaşa C3 Koğuşunda tutuklu bulunduğunu belirterek, 19 Aralık 2000 günü silah sesleriyle uyandığını söyledi.

Çatılardan atılan bombalar nedeniyle nefes alamaz hale geldiklerini savunan Tarakçı, üzerlerindeki kıyafetlerin vücutlarını yakmaya başladığını ifade etti.

Askerlerin açtığı ateş sonucunda duvarlardan seken bir parçanın gözüne geldiğini, daha sonra da omzundan yaralandığını kaydeden Tarakçı, ilerleyen saatlerde ''ölüm orucu'' eylemcilerinin yoğun olarak bulunduğu koğuşlardan dumanların yükseldiğini gördüğünü anlattı.

Tarakçı, koğuşta oluşan sıcaklığın ranza demirlerinin dökülmesine neden olduğunu söyleyerek, bulundukları yer nedeniyle korunmayı başardıklarını söyledi.

Turhan Tarakçı, ''Bizin gördüğümüz askerlerin başlarında kırmızı bereler vardı. 'Bordo Bereliler'di bunlar. Birbirlerine 'binbaşı', 'yüzbaşı' diye hitap ediyorlardı. Ellerindeki silahları ben ömrümde görmedim. Yaralı olduğum için ilk ben çıkarıldım. Sedyede yatırıldım. Burada bile bana tekmeyle vuruyorlardı. Bir ay hastanede kaldım'' dedi.

Hastanede tedavisi tamamlanmadan Edirne F Tipi Cezaevine gönderildiğini, insanlık dışı muamele gördüğünü söyleyen Tarakçı, operasyon sırasında kendi isteğiyle ''ölüm orucu'' eyleminde bulunduğunu ifade etti.

Tarakçı, yaşananlardan dolayı şikayetçi olduğunu ve davaya katılmak istediğini söyledi.

Müşteki Mehmet Güvel de operasyon sırasında korunmak için yemekhanedeki demir masaları kullandıkları, ancak mermilerin masaları bile delip geçtiğini, Murat Ördekçi'nin de burada hayatını kaybettiğini anlattı.

Operasyon ilerleyince havalandırmaya çıkarak halay çekmeye başladıklarını, burada açılan ateş sonucu da Ali Ateş'in öldüğünü kaydeden Güvel, cezaevinden çıkarıldıkları sırada askerlerin kötü muamelesine maruz kaldıklarını ileri sürdü.

Güvel, şöyle konuştu:

''Buradaki kişiler yemdir. Asıl amaç esas sorumluları kurtarmak. Dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ve Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun, devletin kendisi sorumludur. Bu kişiler ellerindeki kanla nasıl çocuklarını seviyor anlamış değilim. Şikayetçiyim ve davaya katılmak istiyorum.''

Duruşmada müştekilerin beyanlarının alınmasının ardından mahkeme başkanı dosyaya gelen evrakları okudu.

Buna göre, Ercan Kartal'ın da aralarında bulunduğu cezaevinde olan mağdur ve müştekilerin talimatla ifade vermedikleri, duruşmada beyanda bulunacaklarını söyledikleri belirtildi.

-''BİR PLAN VARDI''-

Duruşmada söz alan müdahil avukatlardan Fikret İlkiz, cezaevlerine yapılan operasyonun plan dahilinde olduğunu savunarak, ''Soruşturmayı yürüten savcılığın da plan olup olmadığını, sevk ve idarenin nasıl yapıldığını sorduk. Ancak Komutanlık, savcılığa başka bir cevap verdi. Bu planın bu dava dosyasına gelmesi lazım. 15 Aralık 2000 tarihli hazırlanan plan var. Plan ve hareket emirleri dosyada yok. Operasyon hakkındaki tüm bilgilerin, detayların yer aldığı planın dava dosyasına gönderilmesi gerekir'' dedi.

Genelkurmay Hareket Daire Başkanlığı, İstanbul İl Alay Komutanlığı, İstanbul Bölge Jandarma Komutanlığına yazı yazılmasını isteyen İlkiz, söz konusu planın gönderilmesini talep etti.

Duruşma savcısı Doğan Karakoç da duruşmaya gelmeyen sanıklar hakkında yakalama emri çıkarılmasını, duruşmaya katılan sanıkların da duruşmalardan vareste tutulmasını istedi.

Savcı Karakoç, o dönemde görevli olan Hikmet Sami Türk, Saadettin Tantan, eski Kuvvet Komutanı Aytaç Yalman, Ferzan Çitici, cezaevi müdürlerinin de aralarında bulunduğu bazı kişiler hakkında ne gibi bir işlem yapılıp yapılmadığının Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığından sorulmasını istedi.

Mahkeme heyeti, talepleri değerlendirmek üzere duruşmaya ara verdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056623&title=hayata-donus-operasyonu-davasinda-mustekilerin-beyanlari-alindi


Duruşma 6 Nisan 2011 tarihine bırakıldı

HÜSEYİN AYDIN, İSTANBUL

Bayrampaşa Cezaevi'nde 19 Aralık 2000 tarihinde 12 tutuklunun ölümü ile sonuçlanan 'Hayat Dönüş Operasyonu'na ilişkin 39 sanığın yargılandığı dava 6 Nisan 2011 tarihine ertelendi.

Hayata Dönüş Operasyonu davası Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmeye devam etti. Mahkeme heyeti duruşmaya katılmayan sanıklar Hasan Köse, Yakup Yağcı, Asim Bulut, Murat Yılmaz, Abdullah Pala, Orhan Turgut, Musa Tarhan hakkında zorla getirme kararı çıkarılmasına karar verdi.

Mahkeme heyeti, sanıkların Bayrampaşa Cezaevi'nde görevlendirilip görevlendirilmediklerini öğrenmek için Genelkurmay Hareket Daire Başkanlığı'na, Jandarma Genel Komutanlığı'na, Jandarma İstanbul Bölge Komutanlığı'na ve İstanbul Jandarma İl Komutanlığı'na müzekkere yazılmasını talep etti.

Mahkeme heyeti dönemin Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk, İçişleri Bakanı Saadettin Tantan, Bayrampaşa Cezaevi'nde görevli Yüzbaşı Zeki Bingöl, Eski Kuvvet komutanı Emekli Orgeneral Aytaç Yalman, İstanbul eski Cumhuriyet Başsavcısı Ferzan Çitici, Bayrampaşa Cezaevi Savcısı Fikret Ünalan, Cezaevi 1. ve 2. müdürleri ve Ankara Jandarma Özel Asayiş Komutanlığı, Halkalı Jandarma Tabur Komutanlığı ve Avrupa yakası Mürettep Bölük Komutanlığı personeli hakkında ne gibi işlem yapıldığı konusunda Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazı yazılmasına karar verdi.

Mahkeme heyeti eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı 6 Nisan 2011 tarihine erteledi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056625&title=hayata-donus-operasyonu-davasi-6-nisana-ertelendi


Hayata Dönüş davasında ürperten ifadeler

Yakup Çetin - İstanbul   

19 Aralık 2000'de 'Hayata Dönüş' adıyla yapılan ve 12 tutuklunun öldüğü operasyonla ilgili davanın ikinci duruşmasına, müştekilerin ifadeleri damga vurdu. Olay günü endişe ettiği için cezaevi önüne gittiğini söyleyen Sema Kavuk, kardeşinin cesedini adli tıpta bulmuş. Kavuk, "Kömürleşen iki cesetten kardeşimi, dişine yaptırdığı dolgulardan tanıdım." dedi.

Bayrampaşa Cezaevi'nde 12 kişinin ölümüyle sonuçlanan 2000 yılındaki Hayata Dönüş Operasyonu'yla ilgili davaya mağdurların verdiği ifadeler damgasını vurdu. Bakırköy 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nde önceki gün başlayan davanın dünkü duruşmasına müşteki olarak katılan Sema Kavuk, adli tıpta gördüğü manzarayı anlatırken, kömürleşen iki ceset arasından kardeşini, dişine yaptırdığı dolgulardan teşhis ettiğini söyledi. Operasyonu televizyonda duyduğunu ve cezaevindeki kardeşi Fırat'ın hayatından endişe ettiği için Bayrampaşa'ya gittiğini vurgulayan Kavuk, kardeşinin silahla öldürüldüğünü ileri sürdü. Olay sırasında cezaevinde bulunan Bekir Şimşek ise o günü şu sözlerle aktardı: "Daha kapılar açılmadan parmaklıklar arasından uzun namlulu silahlarla insanları taradılar. Yaralananların üzerine diğer arkadaşlar kapandı. Bu kez onların üzerine ateş açtılar."

Olaylar sırasında kardeşini kaybeden Sema Kavuk, müşteki sıfatıyla katıldığı dünkü duruşmada, kardeşini adli tıpta nasıl teşhis ettiğini anlattı. Ölüm orucunda bulunan kardeşini görmek için cezaevine gittiğini belirten Kavuk, şunları söyledi: "Cezaevine yaklaştırılmadım. Kardeşim Fırat Kavuk'un Edirne F tipinde olduğu söyleniyordu. Hastaneleri aradım, sonra da adli tıpa gittim. Morga indim. Gördüğüm manzara karşısında günlerce kendime gelemedim. Yanmış vaziyetteki iki ceset bir yerdeydi. Renkleri kömür şeklindeydi. Kardeşimi göremedim, girerken ilk gördüğüm cesedin yanına gittim. Etrafında biraz dolandıktan sonra cesedin gözlerinin olmadığını gördüm. Tamamen yanmıştı. Sol omuza yakın bir yerde delik vardı. Daha sonra ağzını açtım. Dişlerinin ağrıdığını söylemişti, dolgu yapıldığını söylüyordu. Buradan ve burun kemiğinin çıkıntısından bu cesedin kardeşim Fırat Kavuk'a ait olduğunu anladım. Kardeşimin kendisini yaktığı söylendi. Kardeşimin ölüm sebebi yanma değil, kurşundur."

OPERASYONU YAPANLAR ERGENEKON'DA TUTUKLANDI

Duruşmada söz alan müştekilerden Ahmet Tamer, olay sırasında Bayrampaşa Cezaevi'nde olduğunu belirterek operasyonu yapanların amaçlarının tutukluları F tipi cezaevlerine göndermek olduğunu söyledi. Tamer, 'Hayata Dönüş'le ilgili Ergenekon örgütü imasında bulunarak operasyonu planlayan ve aynı zamanda F tipi cezaevlerinin mimarı olan birçok kişinin daha sonra Ergenekon davasından tutuklandığını ifade etti. Tamer, "İlginçtir ki bu insanların bazıları yıllar sonra Ergenekon soruşturmasında tutuklandılar ve bizi göndermek istedikleri bu F tipi cezaevlerinde kendileri bile kalamadılar. Hepsi hastalık veya farklı bir bahane ile başka cezaevlerine nakledildi." dedi.

Müştekilerden Bekir Şimşek de, "Katliam için gelenler, idare tarafının girişinde daha kapılar açılmadan parmaklıklar arasından uzun namlulu silahlarla tarayarak birçok insanı yaraladı. Biz bu saldırıya karşı, sloganlarımızla karşılık verdik. Amaç bizi düşüncelerimizden vazgeçirmekti. Bize 'Teslim olun!' diyorlardı. Arkadaşlardan birisi yaralandı mı diğeri üzerine kapandı. Bu kez kapanan arkadaşın üzerine ateş ediliyordu. Görerek ateş ediyorlardı." dedi. İlk duruşmada konuşan astsubay Vedat Ceylan'ı şaşkınlıkla dinlediğini belirten Bekir Şimşek, "Onu dinledim. Bu astsubay hiçbir şey hatırlamıyor. Ya bir hafıza sorunu var ya da yalan söylüyor. Bunun anlaşılması için, o astsubayda hafıza kaybı var mı anlaşılması için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne sevkini talep ediyorum." diye konuştu. Şimşek, "Olaydan bugüne 10 yıllık süre geçti; ancak bu kişiler sorumlu değil. Olayda sorumlular başbakan, adalet bakanı, içişleri bakanı, tüm bakanlar kurulu üyeleridir. Genelkurmay da sorumludur. En üstten en alta kadar bu operasyonda yer alan herkes sorumludur, suçludur." ifadelerini kullandı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1056654


Kamu görevlilerine açılan dava, zamanaşımı sebebiyle düşmüştü

Bayrampaşa Cezaevi'nde 19 Aralık 2000 tarihinde 12 tutuklu ve hükümlünün ölümüyle sonuçlanan 'Hayata Dönüş Operasyonu' ile ilgili kamu görevlilerine açılan tek dava, zamanaşımı nedeniyle düştü. Yaklaşık 8 yıl süren ve bin 615 zanlının yargılandığı dava sürecinde 11 hakim görev yaptı.

Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk zamanında İstanbul'da Bayrampaşa Cezaevi'ne yapılan ve 'Hayata Dönüş' ismi verilen operasyonda 12 tutuklu ve hükümlü ölmüş, 55 kişi ise yaralanmıştı. Operasyona ilişkin aralarında infaz koruma memuru ve jandarmaların da bulunduğu bin 615 zanlı hakkında 'görevi kötüye kullanmak' suçundan açılan dava önceki gün bitti. Eyüp 3. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen duruşmaya bir kısım sanığın avukatlığını yapan Tarık Kale ve müdahil avukatlar katıldı. Hakim Ali Belen'in duruşmanın başında davanın zamanaşımının dolduğunu bildirmesi, müdahil avukatların tepkisine sebep oldu. Ancak Ali Belen, delillerin toplandığını, başka bir hususun da kalmadığını, zamanaşımının 19 Haziran 2008'de dolduğunu söyleyerek, davayı düşürdü. Müdahil avukatlardan Ömer Kavili, operasyonla ilgili hâlâ bir savcılık soruşturmasının devam ettiğini söyledi. Operasyon sırasında 180 gün ölüm orucundan sonra müvekkilinin parmağını bile kımıldatacak hali olmadığını ve bu şekildeyken gaz bombası ve coplanmaya maruz kaldığını ifade eden Kavili, eylemin 'işkence ve zalimane davranış' kapsamına girdiğini belirtti. Kavili, bu kapsamda zamanaşımı süresinin de dolmadığını ifade etti. Yargılama sürecinde hakimin yargıladığı kişilerin operasyon günü görevli olup olmadığını bile bilmediğini ileri süren Kavili, duruşmalardan önce mahkeme hakiminin 'rahatsızım' bildirisi üzerine farklı hakimlerin davaya baktığını anlattı. Davayı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne götüreceğini bildiren Kavili, yargılama sırasında yaşanan hukuka aykırılıkların bu şekilde tescil edileceğini savundu.

İnsan Hakları Derneği Başkanı Hüsnü Öndül, davanın mahkemece düşürülmesinin Türkiye'nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (AİHS) aykırı olduğunu söyledi. Öndül, zamanaşımı kararının AİHS'ye göre hukukun etkin bir biçimde sonuç alınmayan şekilde uygulandığını gösterdiğini ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmadığını kaydetti. Öndül, yargı sürecinde 11 hakim değişmesinin de, Türkiye'de hukuka uygunluk ilkesinin hayata geçirilmediğini gösterdiğini ifade ederek, bu tür davalarda 'cezasızlık politikasının' uygulandığını savundu.

Cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler, F tipi hücre sistemine geçişi engellemek amacıyla 20 Ekim 2000 tarihinde açlık grevi başlatmıştı. Eylemin, 19 Kasım'da ölüm orucuna dönüştürülmesi üzerine 19 Aralık tarihinde Bayrampaşa Cezaevi'nde operasyon başlatıldı. Operasyonda 12 tutuklu ve hükümlü hayatını kaybetti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=706399
#1180
Merhabalar. Anayasanın 83. maddesi yasama dokunulmazlığı ve yasama sorumsuzluğu kavramlarını düzenlemiştir. 83. Madde aynen şu şekildedir:

YASAMA DOKUNULMAZLIĞI

MADDE 83 - Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerden, o oturumdaki Başkanlık Divanının teklifi üzerine Meclisçe başka bir karar alınmadıkça bunları Meclis dışında tekrarlamak ve açığa vurmaktan sorumlu tutulamazlar.

Seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclisin kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz. Ağır cezayı gerektiren suçüstü hali ve seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar bu hükmün dışındadır. Ancak, bu halde yetkili makam, durumu hemen ve doğrudan doğruya Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirmek zorundadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır; üyelik süresince zamanaşımı işlemez.

Tekrar seçilen milletvekili hakkında soruşturma ve kovuşturma, Meclisin yeniden dokunulmazlığını kaldırmasına bağlıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisindeki siyasi parti gruplarınca, yasama dokunulmazlığı ile ilgili görüşme yapılamaz ve karar alınamaz.


Bu hükme göre yasama sorumsuzluğu milletvekillerini cezai kovuşturmalara karşı mutlak manada korumaktadır. Ancak yasama sorumsuzluğunun hukuki yönden mutlak koruyuculuğu bulunmamaktadır. Kullanılan oylar müstesna olmak üzere, hukukumuzda başkalarının kişilik haklarına çok açık bir saldırı niteliğindeki söz ve düşüncelerden mağdur olanların milletvekillerine karşı dava açabilecekleri kabul edilmektedir. Ancak yasama sorumsuzluğu, milletvekillerine hür iradeleriyle ve hiçbir kısıtlama olmaksızın meclis faaliyetlerine katılmalarını temin maksadıyla kamu yararı gözetilerek bahşedildiğinden, milletvekillerinin tazminata mahkum edilebilmesi için tazminat talebine konu söz ve davranışların kişilik haklarını katlanılamaz ölçüde ihlal etmesi gibi özel bir ağırlık şartı aranmalı ve hususiyetle doğrudan yasama faaliyetiyle ilgili konularda milletvekilleri aleyhine açılan tazminat davalarında yasama faaliyetlerine engel olunmaması açısından oldukça hassas davranılmalıdır kanaatimce. Bu gerekçelerle aşağıdaki Yargıtay Kararına konu hadisede yerel mahkeme kararına ve hukuk dairesi çoğunluk görüşüne iştirak ediyorum. Konu özetle bu şekildedir. Konu hakkında bir fikir vermesi açısından aşağıdaki Yargıtay Kararını da okumanızı tavsiye ediyorum. İyi günler dilerim...


T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
E:1997/7019
K:1997/11546
T:04.12.1997

Davacı vekili, milletvekili olan müvekkilinin, 1997 mali yılı bütçe görüşmeleri sırasında ve Anayasa Mahkemesi bütçesi görüşülürken davalının tutum ve davranışları ile ilgili soru önergesi verdiğini, bunu basın mensuplarından öğrenen davalının (Basın mensuplarına yaptığı açıklama sırasında sarfettiği sözlerle) müvekkilinin kişilik haklarına saldırıda bulunduğunu ileri sürerek "4 milyar lira manevi tazminatın olay tarihi 10.12.1996'dan itibaren faiziyle birlikte davalıdan tahsiline ve hüküm özetinin dilekçesinde belirttiği iki gazetede yayımlanmasına karar verilmesini" talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili müvekkilinin davacıya yönelik bir açıklamasının olmadığını ileri sürerek davacının davasının reddine karar verilmesini savunmuş ve ayrıca karşı davalarında; davalı milletvekilinin soru önergesi ile müvekkilini hedef alıp onun kişilik haklarına saldırdığından bahisle "250 milyon lira manevi tazminatın faiziyle birlikte karşı davalıdan alınmasına" karar verilmesini dava etmiştir. Mahkemece, davalının basın açıklamasının genel nitelikte olup davacıyı amaçlar nitelikte bulunmadığı, karşı davalı milletvekilinin karşı davacı ile ilgili soru önergesinin de meclis çalışmasına dayandığı gerekçesiyle tarafların davaları reddedilmiştir.
Karar, taraflarca temyiz edilmiştir. Tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor okunduktan sonra dosya incelendi ve gereği görüşüldü.
Anayasanın 83. maddesi uyarınca "Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, Meclis çalışmalarındaki oy ve sözlerinden, Mecliste ileri sürdükleri düşüncelerinden... sorumlu tutulamazlar." Karşı davalının karşı davacı ile ilgili soru önergesindeki düşünce açıklamalarının Meclis çalışmalarına dayanmasına, dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre tarafların yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA.
(04.12.1997)

KARŞI OY AÇIKLAMASI
Davacı ibrahim Çelik'in açtığı davaya karşı, davalı Yekta Güngör Özden de karşı dava ile manevi tazminat işleminde bulunmuştur. Mahkemece, her iki yanın istemi reddedilmiş, karar taraflarca temyiz edilmiştir.
Dairece yerel mahkeme kararındaki gerekçelerle hüküm onanmıştır.
Davalı Yekta Güngör Özden tarafından yapılan açıklamadaki sözlerin davalıya yönelik olduğu kanıtlanmadığından, İbrahim Çelik tarafından açılan davanın reddedilmesine ben de katılıyorum.
Davacı Yekta Güngör Özden'in açtığı davada, davalı İbrahim Çelik'in kullandığı sözlerin yasama görevi içinde bulunduğu, bu nedenle saldırı oluşturmadığı düşüncesine katılamamaktayım. Şöyle ki, Anayasa Mahkemesine ait bütçenin görüşülmesi sırasında milletvekili olan İbrahim Çelik tarafından Meclis Başkanlığına verilen bir önergede aynen "...aşağıdaki soruların, delaletinizle Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından cevaplandırılmasını saygıyla arz ederim.
Soru 1: Mahkeme Başkanı, hakim bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkelerini hiçe sayarak, önüne geldiği yerde, uluorta konuşmak suretiyle, Mahkemenin tarafsızlığını tartışılır hale getirmiyor mu?
Soru 2: Başkanın, üniversitelerde, hemen her hafta konferanslara katılarak yaptığı konuşmalarda, öğrencileri ve öğretim üyelerini, özellikle başörtülü oğrencilere karşı tahrik etme hakkı var mıdır?
Soru 3: Başkan, YÖK Başkanıyla işbirliği yaparak, bu tür faaliyetlerinden ne zaman vazgeçecektir?
Soru 4; Başkan, Anayasa Mahkemesi kararlarına sahip çıkma görüntüsü altında, inanç gruplarına saldırmaktan vazgeçmeyi düşünüyor mu?
Soru 5: Sayın Başkan, emekli başsavcı Nusret Demiral gibi... milletin kendisini ne kadar sevdiğini, politikaya atılarak test etmeyi düşünüyor mu?
Soru 6: Dünyada, bizim gibi, bir gazetede köşe yazarlığı yapan Anayasa Mahkemesi Başkanı var mıdır? Varsa, öğrenebilir miyiz?
Soru 7: Halk arasında by-pass olarak bilinen 2802 sayılı Hakimler Kanununda Değişiklik Yapan Yasanın iptal kararının gerekçesi iki buçuk yıldır tamamlanmamış ve yayımlanamamıştır. Başkan, bunu nasıl izah edecektir?
Soru 8: Başkanın, Başbakanlığa ait, bindiği zırhlı Mercedes kaza yapmış mıdır? Bu kaza nerede yapılmıştır? Bu seyahat niçin yapılmıştır? Araca yapılan masraf ne kadardır? Tamirat parası kimin cebinden çıkmıştır?"
Bu önergede, davacı için, üniversite öğretim üyelerini, başörtülü öğrencilere karşı tahrik ettiği, bu davranışını da YÖK Başkanı ile işbirliği içine girmek suretiyle gerçekleştirdiği iddiasında bulunarak, yüksek bir mahkemenin başkanı ve yargı statüsünde bulunan davacı için, tahrikçi, işbirlikçi, inanç gruplarına saldıran birisi olarak sıfatlandırmıştır. Ayrıca, makam aracının geçirdiği kazanın, karanlık olduğu görünümünü yaratacak ve kafalarda değişik düşünmeye neden olacak biçimde sözcükler ve açıklamalar yapılmıştır.
Kullanılan bu sözlerin ve yapılan açıklamaların Anayasanın 83. maddesi kapsamında olduğunun kabulü doğru değildir. Anayasanın 83. maddesi, milletvekilinin Meclisteki yasama görevi içinde kalan oy ve sözleri ile çerçevelenmistir. Oy'un ne olduğu bilindiginden bu konuda acıklama yapmaya gerek yoktur. Kullanılan sözlere gelince: bunların sadece Meclisteki yasama görevi içinde ve onunla ilgili olacak biçimde bulunmaları gerekir.
Özellikle bu sözler, daha çok siyasi anlam taşıyan sözler ve açıklamalardır. Bu sözlerle, hiç bir zaman başka bir kimsenin kişilik haklarına saldırıda bulunulamaz.
Anayasanın 83, maddesindeki dokunulmazlığı, daha çok cezai dokunulmazlık olarak anlamak gerekir. Anılan madde ile gerek yokken ve yasama görevi ile bağdaşmayacak biçimde başkalarının kişilik haklarına saldırı teşkil eden sözlerin kullanılması durumunda hukuki sorumluluğun bulunduğu kabul edilmelidir. Aksi halde, siyasi içeriği bulunmayan ve doğrudan doğruya başkalarına karşı hukuki sorumluluğu gerektirecek saldırılara olanak tanınmış olacak ki, böyle bir sonuç, parlamentonun düzeyine önemli ölçüde zarar verebilir. Bundan dolayıdır ki, karşı görüşler arası çelişkiler yönünden nedensellik bulunmayan, amacı aşan ve tahkir boyutlarına ulaşan sözler yasalarca korunan kişisel hak ve değerler karşısında hukuken korunamazlar, Bu nedenledir ki, Anayasanın 83. maddesindeki sorumsuzluk, Özel hukuk açısından, diğer bir anlatımla hukuki sorumluluk bakımından mutlak değildir. Yasama sorumsuzluğu kötüye kullanılmışsa, anılan sorumsuzluğun tanıdığı dokunulmazlık bahane edilerek gerçek dışı olgularla kişilik haklarına karşı saldırıda bulunulmuşsa, bunun yasama dokunulmazlığı kapsamında kabulü düşünülemez.
Açıklanan nedenlerle çoğunluğun davalı ve karşı davacı Yekta Güngör Özden tarafından açılan davanın da reddine ilişkin olan onama kararına katılamamaktayım. Saldırının var olduğu düşüncesi ile kararın bozulması gerektiği kanaatindeyim. 4.12.1997
Üye
Bilal KARTAL