Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#461
Merhabalar.

Alıntı YapKardeşimin şikayetçi olmaması durumunda ne ceza alırım?

Şayet hakkınızda taksirle yaralama suçundan dava açılmışsa, bu suçun cezası Türk Ceza Kanunu'nun 89. maddesinde gösterilmiştir:

     Taksirle yaralama
   
     Madde 89 - (1) Taksirle başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, üç aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
   
     (2) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
   
     a) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına,
   
     b) Vücudunda kemik kırılmasına,
   
     c) Konuşmasında sürekli zorluğa,
   
     d) Yüzünde sabit ize,
   
     e) Yaşamını tehlikeye sokan bir duruma,
   
     f) Gebe bir kadının çocuğunun vaktinden önce doğmasına,
   
     Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, yarısı oranında artırılır.
   
     (3) Taksirle yaralama fiili, mağdurun;
   
     a) İyileşmesi olanağı bulunmayan bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,
   
     b) Duyularından veya organlarından birinin işlevinin yitirilmesine,
   
     c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneklerinin kaybolmasına,
   
     d) Yüzünün sürekli değişikliğine,
   
     e) Gebe bir kadının çocuğunun düşmesine,
   
     Neden olmuşsa, birinci fıkraya göre belirlenen ceza, bir kat artırılır.
   
     (4) Fiilin birden fazla kişinin yaralanmasına neden olması halinde, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
   
     (5) (Değişik: 6/12/2006 – 5560/5 md.) Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz.


Şayet savcı TCK.m.89/1 hükmüne istinaden cezalandırılmanızı talep ettiyse, bu suçun kovuşturulması şikayete tabi olduğundan, kardeşiniz hakkınızda şikayetçi olmadığına göre ceza davasının düşmesi gerekecektir. Yani burada önemli olan savcının davayı hangi maddeye göre açtığıdır. İddianameye bakarak bu durumu anlayabilirsiniz (iddianamede "Sevk Maddesi" gibi bir ifadeyle belirtilen bir satır olur, bu kısmın karşısında yazan kanun ve madde numarası önemli).

Alıntı YapBu durumdan hiç ceza almama ihtimalim var mı?

Kardeşiniz, olayın şahitleri ve sizin tarafınızdan olayın ne şekilde anlatıldığı/ifadelerin ne şekilde verildiği son derece önemli. Dosya incelenmeden bir şey söylemek mümkün değil.

Alıntı YapCeza alırsam temyiz hakkım var mı?

Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 286. maddesi gereğince (hakim yetersizliği sebebiyle henüz istinaf mahkemeleri kurulamadığından) bugün için temyiz yolu açık durumdadır. İstinaf mahkemeleri kurulduktan sonra bu tür kararlara karşı istinaf mahkemesine başvurmak gerekecektir. Aslında sizin için her iki durumda da değişen bir şey olmayacaktır; tek farklılık, dosya Yargıtay'da inceleneceğine istinaf mahkemesinde incelenecektir. Kararın açıklandığı duruşmaya katılırsanız, kararın açıklanmasını (hukuk diliyle "tefhimini"), katılmazsanız, kararın tebliğini takip eden yedi günlük süre içinde temyiz yoluna müracaat edebilirsiniz. Kolay gelsin...
#462
Merhabalar.

Alıntı Yap9 aylık kira borcum icin 1000 TL avukatsiz masraf yaptım ancak sonuc alamadım.

Keşke avukatsız 1.000,00 TL masraf yapacağınıza bir avukatla anlaşarak biraz daha fazla para ödeseydiniz; muhtemelen şimdiye kadar alacağınızı tahsil etmiş olurdunuz.

Alıntı Yapmahkeme is yoğunluğu nedeniyle davalı gelemediginden davanın reddine karar verdi.Davali yok diye mahkeme reddedilir mı?

Reddedemez, davacı olarak siz duruşmaya katılmazsanız ve sonradan da üç aylık süre içinde davanızı yenilemezseniz, mahkeme davanın açılmamış sayılmasına karar verir ancak davalı hiçbir duruşmaya gelmese bile dava devam eder ve davalının yokluğunda dava karara bağlanır. Özetle mahkeme davalı gelmedi diye davayı reddetmiş olamaz, olayın aslı başkadır, muhtemelen davanızın esasıyla ilgili bir sorun olduğundan davanız reddedilmiştir.

Alıntı Yapnasıl bir yol izlemem gerekir,çok çaresiz kaldım.yardiminizi rica ederim.

Bence zararın neresinden dönülürse kardır diye düşünerek bir avukatla anlaşın ve dosyalarınızı anlaşacağınız avukata inceletin. Dosyalarınız incelemeden bir şey söylemek yanlış olur. Kolay gelsin...
#463


Adananın Ceyhan ilçesinde, 6 yaşındaki oğlunu döverek vücudunda sigara söndüren anne 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Beş ay önce 6 yaşındaki Ali E., gece yarısı perişan bir halde Gaziosmanpaşa Polis Merkezine sığınmıştı. Yapılan incelemede, küçük çocuğun vücudunda darp ve sigara yanığı izleriyle kesikler tespit edilmişti. Asayiş Büro Amirliği ekiplerinin çalışmaları sonucu yakalanan anne ile birlikte yaşadığı erkek arkadaşı Ömer T., çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmış, avukatların yaptığı itiraz sonucu Ömer T. (31) 1 hafta sonra serbest bırakılmıştı. Olayın hemen ardından Adanaya gelen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahinin yakından ilgilendiği küçük çocuk, Adana Sevgi Evleri Çocuk Yuvasına yerleştirilmiş ve devlet korumasına alınmıştı.

Dün Ceyhan 2. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davada anne Halime E. (42), çocuğa karşı eziyet suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sanık avukatı Ahmet Karahan, savunmasında, müvekkilinin önceki yıllarda yaklaşık 2 yıl psikolojik tedavi gördüğünü, akli dengesinin yerinde olmadığını belirterek, beraat istedi. Mahkeme heyeti ise Adana Ekrem Tok Ruh ve Sinir Hastanesinden gönderilen raporda sanığın akli dengesinin yerinde olduğunun bildirildiğini belirterek, avukatın istemini reddetti. Mahkeme heyeti daha sonra, sanığa TCKnın 96. maddesi uyarınca çocuğa karşı eziyet suçundan 4 yıl hapis cezası verdi. Mahkeme, sanığın duruşmalardaki iyi halini göz önüne alarak cezayı 3 yıl 4 aya indirdi. Aynı davada tutuksuz yargılanan Halime E.nin birlikte yaşadığı erkek arkadaşı Ömer T. ise delil yetersizliğinden beraat etti. ADANA AA

http://www.zaman.com.tr/gundem/cocuguna-eziyet-eden-anneye-hapis/1354468.html
#464
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:2005/6-358
K:2005/470
T:21.09.2005

4721 s. Yasa m. 733,734

   Taraflar arasındaki "şufa" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Seferihisar Asliye Hukuk Mahkemesi'nce davanın kabulüne dair verilen 29.01.2004 gün ve 2003/246 Esas 2004/76 Karar sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 01.06.2004 gün ve 2004/4456 Esas - 2004/4387 Karar sayılı ilamı ile;
   ( ... Dava önalım hakkı nedeniyle davalı adına olan payların iptali ile tesciline ilişkindir. Mahkemece istem gibi karar verilmiş ve hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Önalım davasına konu edilen pay 13.03.2003 tarihinde 15.000.000.000.- Lira bedelle davalılara satılmıştır. Davacı 04.04.2003 tarihinde davalılara keşide ettiği ihtarname ile şufa hakkını kullanacağını bildirmiş ve davayı 02.09.2003 tarihinde ikame etmiştir. İhtarnamenin keşide edildiği tarih ile davanın ikame edildiği tarih arasında 3 aydan fazla süre geçmiştir. Medeni Kanun'un 734. maddesine göre önalım hakkı dava dışı irade bildirimi ile değil ancak dava yolu ile kullanılabilir. Aynı kanunun 733. maddesinde dava açma süresi 3 ay ve 2 yılla sınırlandırılmıştır. Bu maddede açıklanan 3 aylık süre içinde açılmayan davanın reddi gerekirken bundan zühulle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olmuştur.
   Hüküm bu nedenle bozulmalıdır... )
   Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
   Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
   KARAR : Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 732 ve devamı maddelerine dayalı önalım ( şuf'a ) istemine ilişkindir.
   A- DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ :
   Davacı vekili 02.09.2003 tarihli dava dilekçesinde, müvekkilinin paylı mülkiyet ile ortağı bulunduğu arsanın davalı tarafından satın alındığını öğrendiğinde 04.04.2003 tarihinde noterden gönderdiği ihtarname ile şufa hakkını kullanacağını davalı tarafa bildirdiğini, davalı tarafın önce iadeye yanaşmışken daha sonra bundan vazgeçtiklerini ifadeyle, 1/6 eşit hisselerle tapu maliki görülen davalıların tapularının iptali ile mahkeme veznesine gayrimenkul tapu değerinin depo edilmesi ve müvekkili adına tesciline karar verilmesi istemiyle eldeki davayı açmıştır.
   Davacı vekili 23.10.2003 tarihli cevaba cevap dilekçesinde; satıştan sonra alıcı ve satıcının yasada aranan anlamda bir ihtarları olmadığını ve yasal sürenin başlamadığını, işlemesi olanağı da bulunmadığını, karşı tarafın yarattıkları inandırıcı ortam nedeniyle bekleme süresinin geçtiğini, işin esasının incelenmesini istemiş ve esasa ilişkin ifadelere yer vermiştir.
   Davacı vekili 18.12.2003 tarihli dilekçesinde de; yasanın yerine getirilmesini istediği ihtar mükellefiyetini yerine getirmeyen davalıların bu ihtarın sağlayacağı haktan yararlanmak istediklerini, üstelik de kendilerince çekilen ihtarnameyi kullanarak bu hakkı elde etmek istediklerini, bunun yasal olmadığını, uzlaşma yaklaşımı nedeniyle kendilerini oyaladıklarını, davalı yanın savunmalarının yerinde olmadığını bildirmiştir.
   B- DAVALININ CEVABININ ÖZETİ:
   Davalılar ortak imzalı cevap dilekçelerinde, İzmir 7. Noterliği'nden çekilen 04.04.2003 tarih ve 06579 yevmiye numaralı ihtardan davacı tarafın dava konusu yerin satın alınmış olduğunu 17.03.2003 tarihinde öğrendiğinin anlaşıldığını, Medeni Kanun'un 733. maddesinde öngörülen öğrenme tarihinden itibaren 3 aylık hak düşürücü sürenin geçtiğini ifadeyle, davanın reddini savunmuştur.
   Davalılar vekili 03.10.2003 ve 18.11.2003 tarihli dilekçelerinde de ayrıca; 4829 Sayılı Kanunla değişik 7201 sayılı Tebligat Kanunu'nun 32. maddesi gereğince muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak alınması gerektiğini, ıttılanın 17.03.2003 tarihi olmasına göre de Medeni Kanun'un 733. maddesinde öngörülen öğrenme tarihinden itibaren 3 aylık hak düşürücü sürenin geçtiğini, satıcı ve alıcının ayrıca tebliğine gerek bulunmadığını, davacı tarafın şuf'a hakkını kullanacağını ifade etmesinin bir anlamı olmadığını ifade etmiştir.
   C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ:
   Mahkemece "Yapılan satışın MK. 733/3 hükmünce alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığı ile bildirilmesi halinde dava süresinin başlayacağı, böyle bir bildirim yapılmadığından 3 aylık hak düşürücü sürenin başlamadığı" gerekçesiyle işin esasına girerek davanın kabulüne karar vermiştir.
   D- TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME:
   Davalı tarafın temyizi üzerine özel daire, ihtarnamenin keşide tarihi ile dava tarihi arasında 3 aydan fazla süre geçtiğinden davanın reddi gerektiği" gerekçesiyle kararı bozmuş; davacı tarafın karar düzeltme istemi özel dairece 21.09.2004 gün ve 2004/6970-6363 sayılı ilamı ile oybirliği ile esastan reddedilmiş; mahkeme önceki kararında direnmiştir.
   Hükmü davalı taraf temyiz etmektedir. E- KANıTLAR:
   1 ) Önalım ( şufa ) istemine konu satış işlemi: İzmir İli, s. ilçesi, D. Köyü Köyiçi Mevkii 2486 parsel sayılı 1030 m2 yüzölçümlü cinsi kargir ev ve arsası olan taşınmazda 1/2 hisse sahibi K. bu hissesini eşit hisselerle 13.03.2003 gün ve 595 yevmiye numarası ile 15.000.000.000.TL bedelle davalı N., B. ve E'ye satmıştır.
   Satış bedeli 15.000.000.000.- TL, masrafları da toplam 520.000.000.- TL' dir.
   Taşınmaz tapuda halen; davacı E. 1/2 ve davalılar N. 1/6, B. 1/6 ve E. 1/6 adlarına kayıtlıdır.
   2 ) İhtarnameler:
   a ) Davacı E. vekili vasıtasıyla İzmir Yedinci Noterliğinin 04.04.200 gün ve 6579 yevmiye numaralı, davalılar N., B. ile E'yi muhatap olarak gösterdiği ihtarnamesinde aynen:
   "Konusu: Şufa hakkı kullanma beyanı ve ihtarıdır.
   1- Müvekkilemin paylı mülkiyet ile ortağı bulunduğu, İzmir, S., D., Köyiçi Mevkii, 2543 parselde kayıtlı, 1400 metrekare arsa ile, yine aynı yer 22486 parselde, 1030 metrekarelik kargir evin sizler tarafından, diğer yarı hisse sahibi müvekkilimin kardeşi K'dan satın alındığını 17.03.2003 tarihinde öğrenmiş bulunuyoruz.
   2- Söz konusu taşınmaz ile ilgili, 162 hisse üzerinden şuf'a hakkımızı kullanacağımızı, bir aylık kanuni süre içerisinde sizlere bildiriyoruz.
   Satın aldığınız payları, tapuda gösterilen değerleri ile aynı şartlarla sizden geri almaya hazırız. Bu işlemler tarafınızdan yapılmadığı takdirde Medeni Yasanın ilgili maddeleri uyarınca, hakkınızda gerekli tapu iptali ve tescil davası açılacağını, yapılmış ve yapılacak tüm masrafların sizlerden talep edileceğini ihtaren bildiririz" şeklindedir. ( İhtarname muhatabın aynı adreste oturan babası imzasına 26.04.2003 tarihinde tebliğ edilmiştir. ).
   b ) Davacı E. vekili vasıtasıyla İzmir 3. Noterliği'nden gönderdiği 02.09.2003 tarihli 15169 yevmiye nolu ihtarname ile de el atmanın önlenmesi ve ecrimisil davası açacaklarını ihtar etmiştir. İhtarname kapsamı aynen şöyledir:
   "Konusu: El atmanın önlenmesi ve ecrimisil davası ihtarıdır.
   1- Müvekkilemin paylı mülkiyet ile ortağı bulunduğu, İzmir, S., D., Köyiçi Mevkii, 2543 parselde kayıtlı, 1400 metrekare arsa ile, yine aynı yer, aynı mevkii, 2486 parselde, 1030 metrekarelik kargir evin sizler tarafından, diğer yan hisse maliki müvekkilemin kardeşi K'dan satın alındığında, İzmir Yedinci Noterliği'nin 04.04.2003 tarih, 8579 yevmiye nolu ihtarnamesi keşide edilerek bu yerlerle ilgili şufa hakkımızı kullanacağımızı beyan etmiştik.
   Bilahare avukatınız ... konu ile ilgili tarafımızdan bilgi istemiş ve satın aldığınız malın iadesinin nasıl yapılacağı konusunda mutabık kalınmıştı. Müteakip zaman zarfında bir hareket görülmemiş ve işlemin ne zaman yapılacağı konusunda kesin bilgi alabilmek için aile fertlerinden M'ye ulaşılarak sorulduğunda muhatapların hisse alımında ödedikleri bedelin kaybı olarak nitelendirilen bir faiz farkı talebiyle karşılaşılmıştır. Haliyle bunun kabul edilemeyeceği ifade edilmiş, geçen zaman içinde tekrar avukat vasıtasıyla kesin sonuç sorulduğunda, ertesi gün, 18.08.2003 tarihinde, avukat tarafından yazıhanesinde muhatapların babası R'nin bulunduğunu ve kesin cevaplarının ( işten vazgeçtikleri yolunda olduğunu ) bildirmiştir.
   2- Hisse satın alınan yerlerde bu bildirimler yapılmasına rağmen işgaliniz olduğu öğrenilmiştir. Müvekkilem anne ve babasının ölümünden sonra orada kalan menkul eşyalarını dahi alamamış ve evi hiç kullanamamıştır. Anne ve babasının samimi aile dostu olduğunuz için dava yoluna gidilmesini hiç uygun görmediğinden sabırla işgalinizin sona ermesini, sulhen hakkın teslim edileceğini beklemiş; fakat bir türlü izah edemediği ısrarınız karşısında haklarını korumaya karar vermiştir;
   3- Söz konusu gayrimenkulleri işgalinizle müvekkilemin kullanma hakkına da tecavüz edilmiştir. Bu bakımdan müvekkilemin payı oranında ecrimisil bedeli ödemek zorunluluğunuz doğmuştur. Söz konusu yerin emsal kira değerlerine nazaran aylık ecrimisil değeri işgal edilen hisse için 200.000.000.-TL'dir. 13.03.2003 ile 13.09.2003 tarihleri arasındaki işgal dönemi için altı aylık 1.200.000.000.-TL ecrimisil alacağımız tahakkuk etmiştir. Bu bedeli ödeyerek işgale son vermenizi talep ediyoruz.
   Aksi takdirde şuf'a davasıyla ilgili haklarımız saklı kalmak kaydıyla ecrimisil alacağımız için ve müdahalenin önlenmesi için dava açacağımızı ve bu yolda sarfedilecek tüm masraf ve avukatlık ücretlerinin sizden talep edileceğini ihtaren bildiririz" şeklindedir.
   c ) Davalılar N., B. ve E'nin İzmir 9. Noterliği'nden gönderdiği davacıya muhatap 12.09.2003 tarihli 8382 yevmiye nolu cevabi ihtarnamesinde aynen;
   "KONUSU: 04.04.2003 tarihli ve 02.09.2003 tarihli ihtarnamelere cevaptır.
   1. İhtar konusu gayrimenkullerin iki paydaşından K. ve şuf'a hakkını kullanmak isteyen E. gayrimenkulün satımından bir yıl önce 2002 yılında gayrimenkulü satışa çıkarmışlar hatta Ağustos, Eylül aylarında da evin satımı için her ikisinin de telefon numaralan ile gazeteye ilan vermişlerdir.
   2. Gazete ilanından önce ve sonra müvekkiliniz o zaman şuf'a hakkını kullanmamış, parası olduğu halde buraya talip olmamış, İzmir Hatay semtinde ev almış, parası da artmıştır. Bu dönem zarfı içerisinde S. D. Köyiçi Mevkiindeki gayrimenkulün alımı için E. hiçbir teşebbüste bulunmamıştır.
   3. Gazete ilanlarından olumlu bir cevap alamayınca kardeşler gayrimenkulü bize teklif etmişlerdir. Biz de E. ve K'nın üzerlerine düşen hisseleri almak konusunda anlaştık. K'ya ait payı aldık. Satış aşamasında E. hissesini satmak istemekteyken ( şahitler de mevcuttur ) avukatı ile yaptığı görüşmeden sonra fikri tamamen değişmiş, 20 yıllık dostlarına ters düşmüş, ilişkisini de anlaşılmadık bir şekilde kesmiştir.
   4. Bunun üzerine E'nin avukatı O.G.'yle yaptığımız görüşmede gayrimenkule bilirkişi göndereceğini ve bilirkişi raporuna göre bize evi devredeceğini şahitler huzurunda söylemiştir. Avukatın bu sözü üzerine ev için bilirkişi raporu beklerken 04.04.2003 tarihli 7. Noter vasıtasıyla müvekkilinizin şuf'a hakkını kullanmak istediğinizi belirten bir ihtarname aldık. Bunun üzerine sizinle ortak arkadaşımız olan Avukat V.G. ile iribata geçip paramızın derhal verilmesi karşılığında hissemizi devretmeye hazır olduğumuzu bildirdik fakat paramızı alamadık.
   5. 02 Eylül 2003 tarihli 3. Noter vasıtası ile şuf'a hakkınızın saklı kalmasından bahsediyorsunuz. M.K. 733 vd.'ye göre süreyi doldurmuş bulunuyorsunuz. 04.04.2003 tarihinde öğrendiğinizi açıkça belirttiğinize göre artık şuf' a hakkınız kalmamış, zamanaşımına uğramıştır. ... ihtaren bildiririz" şeklindedir.
   F- KONU İLE İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER:
   4721 SAYILI TÜRK MEDENİ KANUNU
   II. Devir hakkının kısıtlamaları
   1. Yasal önalım hakkı
   a. Önalım hakkı sahibi
   Madde 732. ( 659 )- Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler ( TMK md. 688, 708 ).
   "Madde Gerekçesi : Önalım hakkıyla ilgili olarak bu maddeleri karşılayan İsviçre Medeni Kanunu'nun 681-683'üncü maddelerinde Ocak 1965'te yürürlüğe giren yasayla önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler göz önünde tutulmak suretiyle bu kısımda yeni 733'üncü madde düzenlenmiştir.
   Maddede paylı mülkiyette herhangi bir paydaşın kendi payını ister tamamen, ister kısmen bir başkasına satması halinde, diğer paydaşların önalım haklarını kullanabilecekleri öngörülmüştür. Bu suretle, önalım hakkının, bir payın üçüncü kişiye tamamen veya kısmen satılması durumunda da kullanılabileceği vurgulanmıştır."
   b. Kullanma yasağı, feragat ve hak düşürücü süre
   Madde 733. ( -- )- Cebri artırmayla satışlarda önalım hakkı kullanılamaz.
   Önalım hakkından feragatin resmi şekilde yapılması TMK md. 5,7,706 ve tapu kütüğüne şerh ( TMK md. 1009,1010,1011 verilmesi gerekir. Belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçme, yazılı şekle ( TMK md. 5 ) tabidir ve satıştan önce veya sonra yapılabilir.
   Yapılan satış alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir. Önalım hakkı satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer.
   "Madde Gerekçesi : Maddenin birinci fıkrası 1984 tarihli ön tasarının 653'üncü maddesinin üçüncü fıkrasından alınmıştır. Bununla önalım hakkının, paylı mülkiyetteki payın, pay sahibinin iradi satışlarında kullanılabileceği vurgulanmış, bu satış pay sahibinin kendi serbest iradesine dayanmıyor, cebri arttırmaya dayanıyorsa önalım hakkının kullanılamayacağı öngörülmüştür.
   Maddenin ikinci fıkrası İsvirçe Medeni Kanunu'nda 1991 yılında yapılan değişiklikle yürürlükten kaldırılmış bulunan 682'nci maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen "önalım hakkının kaldırılması veya değiştirilmesine ilişkin anlaşmaların resmi şekle tabi olduğu ve tapu siciline şerhedilmesi gerektiği" şeklindeki hükmünden alınmıştır. 1984 tarihli ön tasarının 653'üncü maddesinin dördüncü fıkrasında da mevcuttur. Bu fıkra ile önalım hakkından feragatin resmi şekilde yapılması ve tapu siciline şerh edilmesi koşulu getirilmiştir. Buna karşılık, böyle bir haktan feragatı içermeyen, sadece belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaya yönelik vazgeçmenin herhangi bir yazılı şekilde yapılabileceği, bu vazgeçmenin satıştan önce ya da sonra verilebileceği kabul edilmiştir. Böylece önalım hakkından feragatı içeren anlaşmalar, feragat eden açısından önemli sonuçlar doğurduğundan resmi yazılı şekle tabi tutulmuş ve tapuya şerh edilme koşuluna bağlanmış iken, belirli bir satışta önalım hakkını kullanmaktan vazgeçmenin adi yazılı şekilde de yapılabileceği öngörülmüştür. Ancak bu ikinci halde de, öngörülen yazılı şekil ispat değil, geçerlilik şekli olarak düzenlenmiştir.
   Maddenin üçüncü fıkrası satışın alıcı ya da satıcı tarafından diğer paydaşlara bildirilmesi yükümü getirmiştir. Bu bildirimin noter aracılığı ile yapılması öngörülmüştür. 1984 tarihli ön tasarının 653'üncü maddesinin beşinci fıkrasında da yer alan bu hüküm sayesinde uygulamada en büyük sıkıntıya neden olan, "önalım hakkı sahibinin, satıştan haberdar olmadığı iddiasıyla bu hakkın kullanılabileceği üst süre olan 10 yılın bitimine kadar" bu hakkını kullanmasının önlenmesi amaçlanmıştır.
   Maddenin dördüncü fıkrası önalım hakkının kullanılma süresiyle ilgilidir. Yürürlükteki 658'inci maddenin son fıkrası satışın öğrenilmesinden itibaren bir ay, satıştan itibaren on yıllık bir süre öngörmüştür. İsviçre Medeni Kanunu'nda 1991 yılında yapılan değişiklikle yeni 681/a maddesiyle bu süreler bir ay ve iki yıl olarak düzenlenmiştir.
   Yürürlükteki metinde önalım hakkının kullanılması için öngörülen on yılın uzun, İsviçre'de yapılan değişiklikte kabul edilen iki yılın ise kısa bir süre olduğu düşünülerek, 1984 tarihli ön tasarının 653'üncü maddesinin altıncı fıkrasında olduğu gibi, bu süre beş yıla indirilmiştir. Yürürlükteki metinde bu konuda on yıllık sürenin başlangıcı olarak öngörülen "herhalde sicile şerh verildiği tarihten itibaren" ifadesi yerine daha anlaşılır ve açık bir anlatım olarak beş yıllık sürenin başlangıcı olarak "her halde satışın üzerinden ifadesine yer verilmiştir."
   c. Kullanılması
   Madde 734. ( -- )- Önalım hakkı alıcıya karşı dava açılarak kullanılır.
   Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hakim tarafından belirlenen süre içinde hakimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür.
   "Madde Gerekçesi: Yürürlükteki kanunda bu maddeyi karşılayan bir hüküm mevcut degildir.
   Maddenin birinci fıkrası ile önalım hakkının alıcıya karşı dava acılması suretiyle kullanılması esası getirilmiştir. Yürürlükteki hükumler onalım hakkının, dava dısı bır beyanla kullanılabilmesine olanak sağlamaktadır. Ancak buna rağmen bu beyanla istenilen sonucun elde edilebilmesi sonuçta daima bir dava açılmasını gerektirmektedir. Yeni düzenlemeyle, uygulamada önalım hakkının gerçekleşmesinin daima bir davayı gerektirmesi, kanun hükmü haline getirilmiş bulunmaktadır.
   Maddenin ikinci fıkrası, önalım bedelinin depo edilmesine ilişkin uygulamada kabul edilen esası kanun hükmü haline getirmektedir. Burada hak sahibinin satış bedeliyle birlikte, alıcıya düşen tapu giderlerinin hakim tarafından belirlenen süre içinde ve belirlenen yere depo edilmesi öngörülmüştür. Önalım hakkı sahibinin depo edeceği bedelin, zaman zaman uygulamada sorunlar yaratan ve haksızlıklara yol açan banka teminat mektubu olarak da tevdi edilebilmesine son verilmiştir. Bedelin "nakden" yatırılması koşulu öngörüldüğünden, nakit dışında yapılacak tevdiatlar geçerli kabul edilmeyecektir."
   G- GEREKÇE:
   Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 732. ve devamı maddelerine dayalı önalım ( şufa ) istemine ilişkindir.
   Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Yasal Önalım ( Şuf'a ) Hakkı"nı düzenleyen 732. ve devamı maddeleri karşısında dava açma süresinin başlangıcına esas alınacak tarihin nasıl belirleneceği; bu cümleden olarak, eldeki davanın yasal sürede açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır.
   Mahkeme, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 733. maddesinde satış işleminin diğer paydaşlara bildirilmesi mükellefiyetinin alıcı ve satıcıda olup, yasada aranan anlamda noterden bir bildirim yapılmadan paydaş için -satışı başka yolla öğrense bile- dava açma süresinin başlamayacağı görüşündedir. Özel daire ise şuf' a davacısının öğrenmiş ve alıcıya bu iradesini bildirmiş olmasını dava açma süresinin başlaması için yeterli görmekte; üç aylık sürede şuf'a hakkı dava yoluyla kullanılmadığından davanın reddi gerektiğini kabul etmektedir.
   Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, yasal önalım ( şuf'a ) hakkının hukukumuzdaki tarihsel gelişiminin ve hukuki niteliklerinin kısaca irdelenmesinde yarar vardır.
   Önalım ( şuf'a ) hakkı, 4721 Sayılı Kanunla yürürlükten kaldırılmış bulunan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nde 658. ( sözleşmeden kaynaklanan şuf'a ) ve 659. ( kanuni şuf'a hakkı ) maddelerinde düzenlenmişti. Bu sistem içinde, önalım hakkı, mülkiyet hakkının takyitlerinden birisi olup, hukuksal niteliği itibariyle yenilik doğuran kurucu bir hak olarak kabul edilmiş ve yasal önalım hakkı da ayni hak niteliğinde, yasadan doğduğu için tapuya şerhi gerekmeyen ve satın alan herkese karşı kullanılabilir bir hak olarak düzenleme altına alınmıştır.
   743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 659. maddesinde düzenlenen kanuni ( yasal ) şuf'a ( önalım ) hakkı müşterek mülkiyette söz konusu olmaktadır. Müşterek taşınmazı parçalanmaktan kurtarmak, giderek bir elde veya daha az kişi uhdesinde toplayarak işletilmesinin daha yararlı hale getirilmesini sağlamak amaçlı olduğu ağırlıklı görüş olarak kabul edilmiştir. Şuf' a iradesinin hukuki sonuç doğurabilmesi için bu iradenin kullanıldığı zaman irade sahibinin o taşınmazda paydaş olması gerekir. Şuf' a hakkının konusu taşınmaz maldır ve bu hak müşterek mülkiyete konu bir payın üçüncü şahsa satışıyla doğar; eş söyleyişle, bu hakkın doğumu için satış sözleşmesinin kurulması şarttır ve yeterlidir.
   743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin kabul ettiği sisteme göre, şuf'a hakkı satışı ve onun esaslı unsurlarını öğrenen paydaş tarafından kullanılan yenilik doğurucu bir haktır ve sahibinin kullanma beyanıyla vücut bulmaktadır. Bu hak dava açılarak kullanılabildiği gibi şuf'a hakkının kullanılacağını ortaya koyan ve herhangi bir surette muhatabına iletilen bir irade açıklaması ile de kullanılabilmektedir. Beyanın herhangi bir şekli yoktur; ancak ispat yönünden yazılı olması yeterlidir. Şuf'a ile ilgili bu eski yasal düzenlemede, a ) hakkın devamı süresi, b ) hakkın kullanım süresi ve c ) hakkın korunma süresi olmak üzere üç tür süre söz konusu olup; hakkın devamı süresi, müşterek mülkiyet halinin devam ettiği süre içinde hakkın varlığını korumasını; hakkın kullanım süresi, satışı öğrenmeyle başlayan ve hakkın kullanılması gereken yasal hak düşürücü süreyi; hakkın korunma süresi ise satış tarihinden başlayarak hakkın kullanılabileceği en fazla süreyi ifade etmektedir. Şuf'a hakkı sahibinin bu hakkı kullandığını yasal süresi içinde karşı tarafa açık irade beyanı ile bildirmiş olması halinde, satış tarihini takip eden on yıllık süre içinde dava açabileceği kabul edilmektedir. Yasal düzenlemedeki boşluklar uygulamada İçtihadı Birleştirme Kararları ile giderilmeye çalışılmıştır.
   Eski kanunda kabul edilen bu sistemin ortaya çıkardığı aksaklıklar nedeniyle Türk Medeni Kanunu'nun değişiklik çalışmaları sırasında şuf'a ( önalım ) hakkı üzerinde özellikle durulmuş ve bir sistem değişikliğine gidilmesi yolunda düzenlemeler yapılmış; en son haliyle de 4721 Sayılı Yasadaki şeklini almıştır.
   Nitekim, Türk Medeni Kanunu'nun 1984 tarihli ön tasarısında "Taşınmaz Mülkiyetinin Takyitleri" bahsinde "Temlik hakkının takyitleri" üst başlığı altında "Kanuni önalım hakkı - a. Kullanma şartları" alt başlığını taşıyan 653. maddede:
   Kanuni önalım düzenlenmiş ve önalım hakkından feragat resmi şekle bağlanarak bu feragatin tapu siciline şerhi hususu getirilmiş; yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirileceği ve önalım hakkının, hak sahibine satışın bildirildiği tarihten itibaren bir ay ve herhalde satıştan itibaren beş yıl geçmekle düşeceği belirtilmiştir.
   Bu maddenin gerekçesinde ise;
   "Madde, yürürlükteki kanunun 659. maddesini karşılamaktadır. Bu madde, uygulamadaki ihtiyaçlar, ülke şartları, doktrin ve Yargıtay içtihatları ve özellikle İçtihadı Birleştirme Kararları göz önünde tutularak, altı fıkra halinde yeniden düzenlenmiştir.
   "Şuf'a hakkı" deyimi yerine uygulamada yerleşen "önalım hakkı" deyimi kullanılmıştır. Diğer taraftan, ülkemiz uygulamasında kanuni önalım hakkı önemli bir yer işgal ettiği için, bu hak, şerh verilen akdi önalım hakkından daha önce düzenlenmiş ve kurallar buna göre ifade edilmiştir. Bu husus, hakkın kullanılmasına ilişkin olan müteakip madde için de geçerlidir.
   Dördüncü fıkra, önalım hakkından feragatin resmi şekilde yapılmasını ve tapu siciline şerh verilmesini öngörmektedir. Buna karşılık, belirli bir satışta önalım hakkını kullanmama taahhüdü yazılı şekle tabi olacaktır ve bu satıştan önce yapılabileceği gibi, sonra da yapılabilir. Önalım hakkından feragatin resmi şekle tabi olduğu hususu da Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile belirtilmiştir. Önalım hakkını kullanmama taahhüdü, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu öngördüğü miktarı aşarsa kanuni delille ispatı gerektiği Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile kabul edilmişse de, tasarıda bu taahhüdün geçerliliğinin yazılı şekle tabi tutulması uyuşmazlıkları azaltmak açısından uygun görülmüştür.
   Beşinci fıkrada, önalım hakkını kullanabilecek paydaşlara pay satışını öğrenmelerini ve böylece hakkı kullanmada hak düşürücü sürenin işlemeye başlamasını ve önalım hakkının kullanılıp kullanılmayacağının açıkça kavuşmasını sağlamak için, yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığı ile bildirileceği hükmüne yer verilmiştir.
   Yürürlükteki kanun, kanuni önalım hakkının kullanılmasında hak düşürücü süreyi düzenlememiştir. Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile akdi önalıma ilişkin sürelerin kıyasen uygulanacağı kabul edilmişse de, boşluğun kanun hükmü ile doldurulması yararlı görülmüş ve konu altıncı fıkrada düzenlenmiştir. Fıkra iki süreyi öngörmektedir. Bir aylık hak düşürücü süre, beşinci fıkra uyarınca hak sahibine yapılan bildiriden itibaren işlemeye başlayacaktır. Satışın başka yolla öğrenilip öğrenilmediği uyuşmazlıklarına yer bırakılmamıştır. Beş yıllık süre ise payın satışının yapıldığı tarihten itibaren işlemeye başlayacaktır. Sürenin on yıl değil beş yıl olması daha adil görülmüştür" ifadeleri yer almaktadır.
   Yine 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nde karşılığı bulunmayan 1984 tarihli on tasarının
   "b. Hakkın kullanılması" başlıklı 654. maddesinde de;
   Önalım hakkının dava yoluyla kullanılacagı, duzenlenmiş;
   Maddenin yasal gerekcesınde;
   Dava dısı beyanla şuf'a hakkının kullanılmasının, uygulamada bu hakkın süresinde kullanılıp kullanılmadığı konusunda ortaya çıkardığı uyuşmazlıklar nedeniyle, yeni düzenlemeye gidilerek dava yoluyla kullanılması esasının getirildiği, hususuna yer verilmiştir.
   Diğer taraftan kaynak kanun durumundaki, İsviçre Medeni Kanunu'nun 681 a/11. maddesinde ve İsviçre Borçlar Kanunu'nun 2l6/e maddesine göre;
   Sürenin başlaması için önalım olayının gerçekleşmesi ve sınırlı önalım hakkı söz konusu ise içeriği hakkında emin bir bilgi edinilmesi gerekir.
   İsviçre Hukukuna göre; önalım hakkı satışın yapılmasına ve içeriğinin hak sahibi tarafından öğrenilmesinden itibaren üç ay içerisinde kullanılmalıdır.
   Nitekim, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin kabul ettiği sistem de "öğrenmeyi" esas almakta iken açıklanan gelişim içinde bundan vazgeçilerek "bildirim" esasına geçilmiştir.
   Yasal önalım hakkı konusunda en son düzenleme, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Devir hakkının kısıtlamaları" üst başlığı altında birinci sırada "Yasal Önalım Hakkı" başlığı altında yer almaktadır.
   Yukarıda ilgili bölümde gerekçeleri ile birlikte aynen yer verilen "a. Önalım hakkı sahibi" başlıklı 732, "b. Kullanma yasağı, feragat ve hak düşürücü süre" başlıklı 733 ve "c. Kullanılması" başlıklı 734. madde hükümleri ile yasal önalım hakkı önceki kanundan farklı düzenlenmiştir.
   Yürürlükte bulunan bu hükümlerle; yasal önalım hakkının, paylı mülkiyette paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde kullanılabileceği; önalım hakkından feragatin yöntem ve koşullarının neler olduğu; bunun yanında -somut olay açısından da uyuşmazlık konusu olan- satışın diğer paydaşlara bildirilmesi gereği; bu bildirimden ve satış tarihinden itibaren uygulanacak yasal sürelerin neler olduğu; bu hakkın dava açılarak kullanılabileceği; önalım bedelinin ve giderlerin nakden yatırılması gerektiği düzenleme altına alınmıştır.
   Bu saptamalar yapıldıktan sonra, açıklanan değişiklikle kabul edilen sistemin ne olduğu üzerinde durulmalıdır.
   Yasal önalım hakkı, paylı mülkiyete konu bir taşınmazın paydaşlarından birinin payını bir üçüncü kişiye satması halinde diğer paydaşlara aynı şartlarla bu payın alıcısı olabilme yetkisini veren yenilik doğuran bir haktır. Payın tamamının veya bir kısmının satılması arasında bir fark yoktur. Kişiye değil paya bağlı bir haktır ve kim paydaş olursa bu hakka sahiptir. Önalım hakkı kullanılınca paydaş payını yasal önalım hakkını kullanan diğer paydaşa devretme yükümlülüğü altına girmektedir. Böylece önalım hakkı taşınmaz mülkiyetinin dolaylı sınırlama biçimlerinden birisidir. Bu hak kullanılmadığı sürece ortada bir kısıtlama olmayıp, önalım hakkının kullanılmasıyla birlikte ortaya çıkar. Yasal önalım hakkının kullanılması, ancak paydaş olmayan birisine yapılan satışta söz konusu olur. Önalım hakkı eskisi gibi irade bildirimi ile değil, ancak alıcıya karşı dava açılarak kullanılabilir. Bu hakkın dava dışında kullanılması olanaklı değildir. Önalım davası yenilik doğuran bir dava, kararı da yenilik doğuran bir karardır.
   Eldeki uyuşmazlığın da konusunu teşkil eden yasal önalım hakkının kullanılmasında satışın bildiriminin süre başlangıcına esas alınıp alınmayacağı ve kullanılacak yasal sürelerin neler olduğu 4721 Sayılı Kanunun 733. maddesinde düzenlenmiştir.
   4721 Sayılı Kanunun 733. maddesinin 3. fıkrasında;
   "Yapılan satış, alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilir." Aynı kanunun 733. maddesinin 4. fıkrasında da;
   "Önalım hakkı, satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer" denilmekte;
   Maddenin gerekçesinde de;
   "... Maddenin üçüncü fıkrası satışın alıcı ya da satıcı tarafından diğer paydaşlara bildirilmesi yükümü getirmiştir. Bu bildirimin noter aracılığı ile yapılması öngörülmüştür. 1984 tarihli ön tasarının 653'üncü maddesinin beşinci fıkrasında da yer alan bu hüküm sayesinde uygulamada en büyük sıkıntıya neden olan, önalım hakkı sahibinin, satıştan haberdar olmadığı iddiasıyla bu hakkın kullanılabileceği üst süre olan 10 yılın bitimine kadar bu hakkını kullanmasının önlenmesi amaçlanmıştır.
   Maddenin dördüncü fıkrası önalım hakkının kullanılma süresiyle ilgilidir. Yürürlükteki 658'inci maddenin son fıkrası satışın öğrenilmesinden itibaren bir ay, satıştan itibaren on yıllık bir süre öngörmüştür. İsviçre Medeni Kanunu'nda 1991 yılında yapılan değişiklikle yeni 681/a maddesiyle bu süreler bir ay ve iki yıl olarak düzenlenmiştir.
   Yürürlükteki metinde önalım hakkının kullanılması için öngörülen on yılın uzun, İsviçre'de yapılan değişiklikte kabul edilen iki yılın ise kısa bir süre olduğu düşünülerek, 1984 tarihli ön tasarının 653'üncü maddesinin altıncı fıkrasında olduğu gibi, bu süre beş yıla indirilmiştir. Yürürlükteki metinde bu konuda on yıllık sürenin başlangıcı olarak öngörülen "herhalde sicile şerh verildiği tarihten itibaren" ifadesi yerine daha anlaşılır ve açık bir anlatım olarak beş yıllık sürenin başlangıcı olarak "her halde satışın üzerinden" ifadesine yer verilmiştir"
   İfadelerine yer verilmektedir.
   Böylece, kanun önalım hakkının kullanılmasını hak düşürücü sürelere tabi tutmaktadır. Üç aylık hak düşürücü süre; madde metninde, gerekçede, 1984 tasarısının gerekçesinde de açıkça yer verildiği üzere "pay satışının hak sahibine bildirildiği tarihten" itibaren işlemeye başlar. Bu bildirim de kanunda özel bir şekle tabi tutulmuş; noter aracılığıyla bildirim öngörülmüştür. Noter bildirisinin paydaşa tebliğ tarihini izleyen günden itibaren üç aylık hak düşürücü süre işleyecektir. İki yıllık süre ise, yapılan pay satışı tarihini izleyen günden başlar. Süresinde önalım hakkını kullanmayan paydaşın sadece o pay satışı için önalım hakkı düşer, başka pay satışları için önalım hakkı ise sona ermez.
   Kanun, yasal önalım hakkından feragatin geçerliliğini de yazılı şekilde yapılmasına bağlamıştır.
   Şu durumda; 4721 Sayılı Kanunla yasal önalım hakkı için getirilen yeni sistem daha sıkı kurallar ortaya koymakta; bu tür taleplerin belli sürelerde, belli şekil ve koşullarda kullanılması gereğini önemli bir yenilik olarak getirmektedir.
   Kısacası, yasal önalım hakkının kullanılması için gerekli sürenin başlaması konusunda bu yasal değişiklikten sonra geçerli olan kural; "öğrenme" olgusu değil "bildirim" olgusunun söz konusu olmasıdır. Bu bildirim de herhangi bir bildirim değil, noter vasıtasıyla yapılacak bildirimdir. Madde metninde "bildirilir" şeklinde kullanılan ifade kesinlik taşıdığı gibi, sürenin "bildirimden" başlayacağı da devamı fıkrada açıkça ve kesin olarak ifade edilmiştir. Bu açık düzenleme karşısında süre mutlaka bildirimden itibaren başlayacağından bildirim yapılmamışsa hak sahibinin satışı öğrendiği ileri sürülerek hak düşürücü sürenin başlatılması ve hak düşümü sonucunu doğurması olanaklı değildir.
   Eş söyleyişle; yasal önalım hakkının kullanılması için öngörülen üç aylık hak düşürücü süre, satışın, önalım hakkı sahibine alıcı veya satıcı tarafından noter aracılığıyla bildirildiği tarihten itibaren işlemeye başlar. Önalım hakkı sahibinin satışı kesin olarak başka bir şekilde öğrenmiş olması sürenin işlemesine yol açmaz.
   Somut olaya gelince; yasal önalım hakkı sahibi davacının bizzat kendisi tarafından alıcılara gönderilen ihtarname ile satışı öğrendiğini ve önalım hakkını kullanacağını bildirmiş olması; açıklanan hükümler karşısında yasanın aradığı anlamda ve sürenin başlamasına yol açacak nitelikte bir bildirim değildir. Dolayısıyla öğrenme ile hak düşürücü süre başlamayacağından hak düşürücü sürenin geçtiğinden de söz edilemez. Davacının kendisine yapılan bir bildirim olmadığından, satıştan itibaren iki yıl içinde açtığı dava süresindedir ve davacı dava yoluyla önalım hakkını kullanmıştır. Mahkemenin davayı süresinde kabulü usul ve yasaya uygun olup, önceki kararında direnmesi de yerindedir.
   Ne var ki, işin esasına yönelik temyiz itirazları özel dairece incelenmediğinden dosyanın dairesine gönderilmesi gerekir.
   SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı direnme kararı uygun olup, işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 6. HUKUK DAİRESİ'NE gönderilmesine, 21.09.2005 günlü oyçokluğu ile karar verildi.
#465
Cemil Çiçek, Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği aday adaylığı için başvuruların 11 Ekim'de başlayacağını söyledi.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği aday adaylığı için başvuruların 11 Ekim 2012 tarihinde başlayacağını ve 30 Ekim 2012 tarihinde sona ereceğini belirterek, "Aday adayları, başvuru dilekçesi ve ekindeki belgeleri TBMM'nin evrak birimine elden teslim edebilecekleri gibi posta yoluyla da iletebilirler. Başvuru süresinin bitiminden sonra yapılan başvurular işleme alınmayacaktır" dedi.

Çiçek, Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği seçim sürecine ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu'nun, 14 Haziran 2012 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiğini hatırlattı.

İlgili kanunun 1 Kamu Başdenetçisi ile 5 Kamu Denetçisinin seçimi görevini TBMM'ye verdiğini belirten Çiçek, Başkanlığın, kanun hükümleri çerçevesinde ve kanunda açık olmayan hususlarda teamülleri dikkate alarak bir seçim takvimi hazırlandığını ifade etti. Çiçek, şunları kaydetti:

"Buna göre öncelikle 11 Ekim 2012 tarihinde Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği için Resmi Gazete'ye ilan verilecek, ayrıca ilan TRT'den ve Tbmm internet sitesinden de duyurulacaktır. Söz konusu ilanda Kanunun 10. maddesi uyarınca başvuru şartları ile başvuruda istenen belgeler ve başvuru usulü açıklanacaktır.

TBMM Başkanlığı'na hitaben yazılacak başvuru dilekçesi ekinde 'özgeçmiş; son altı ay içerisinde çektirilmiş 2 adet vesikalık fotoğraf; onaylı nüfus cüzdanı örneği; en az dört yıllık yüksek öğrenim diplomasının ya da mezuniyet belgesinin onaylı örneği; Cumhuriyet Savcılığından son üç ay içerisinde alınmış adli sicil ve arşiv bilgilerini gösterir belgenin aslı; kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmış/çalışmakta olanlar için sicil özeti/hizmet belgesi; uluslararası kuruluşlarda çalışmış/çalışmakta olanlar için ilgili kuruluşta çalışmış olduğunu gösterir belge; sivil toplum kuruluşlarında veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında ya da özel sektörde çalışmış/çalışmakta olanlar için Sosyal Güvenlik Kurumu hizmet döküm belgesi aslı' yer alacaktır.

Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği aday adaylığı için başvurular 11 Ekim 2012 Perşembe günü başlayıp 30 Ekim 2012 Salı günü saat 18.30'da son bulacaktır. Aday adayları başvuru dilekçesi ve ekindeki belgeleri TBMM'nin evrak birimine elden teslim edebilecekleri gibi posta yoluyla da iletebilirler. Başvuru süresinin bitiminden sonra yapılan başvurular işleme alınmayacaktır."

Çiçek'in yaptığı açıklamaya göre; başvuruların alınmasını takiben başvuru dilekçeleri ve ek belgeler Meclis Başkanlığı tarafından, Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyon Başkanlığı'na ulaştırılacak. Karma Komisyon da başvuru süresinin bitiminden itibaren 15 gün içinde belirleyeceği üç başdenetçi adayını Genel Kurul'a sunulmak üzere TBMM Başkanlığı'na bildirecek. Genel Kurul da sonraki 15 gün içinde ve en çok 4 turda başdenetçi seçimini tamamlayacak.

Kamu denetçilerinin seçimi ise Karma Komisyonda tamamlanacak. Başvuru süresinin bitiminden itibaren Karma Komisyon tarafından oluşturulacak alt komisyon 15 gün içerisinde, başvuruda bulunan aday adayları arasından, seçilecek denetçi sayısının üç katı olan 15 adayı belirleyecek. Karma Komisyon da sonraki 15 gün içinde bu adaylar arasından 5 denetçinin seçimini tamamlayacak.

http://www.haber7.com/ic-politika/haber/936269-iste-kamu-denetciligi-icin-basvuru-tarihi


Kimler Kamu Denetçisi Olabilir?

Başvuru şartları için aşağıdaki Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu'nun 10. maddesine bakabilirsiniz:

    KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU KANUNU
   
    Kanun No. 6328 Kabul Tarihi: 14/6/2012
   
    BİRİNCİ BÖLÜM
   
    Genel Hükümler
   
    Amaç
   
    Madde 1 – (1) Bu Kanunun amacı; kamu hizmetlerinin işleyişinde bağımsız ve etkin bir şikâyet mekanizması oluşturmak suretiyle, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve önerilerde bulunmak üzere Kamu Denetçiliği Kurumunu oluşturmaktır.
   
    Kapsam
   
    Madde 2 – (1) Bu Kanun; Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluş, görev ve çalışma usullerine ilişkin ilkeler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin niteliklerine, seçimlerine, özlük haklarına ve Kurum personelinin atanmaları ile özlük haklarına ilişkin hükümleri kapsar.
   
    Tanımlar
   
    Madde 3 – (1) Bu Kanunun uygulanmasında;
   
    a) Başdenetçi: Kamu Başdenetçisini,
   
    b) Başdenetçilik: Kamu Denetçiliği Kurumu Başdenetçiliğini,
   
    c) Başkanlık: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığını,
   
    ç) Denetçi: Kamu denetçisini,
   
    d) Genel Kurul: Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu,
   
    e) İdare: Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarını, mahallî idareleri, mahallî idarelerin bağlı idarelerini, mahallî idare birliklerini, döner sermayeli kuruluşları, kanunlarla kurulan fonları, kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüslerini, sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait kuruluşlar ile bunlara bağlı ortaklıklar ve müesseseleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını, kamu hizmeti yürüten özel hukuk tüzel kişilerini,
   
    f) Komisyon: Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyonu,
   
    g) Kurum: Kamu Denetçiliği Kurumunu,
   
    ifade eder.
   
    (2) Komisyonun Başkanı, Başkanvekili, Sözcüsü ve Kâtibi; Dilekçe Komisyonunun Başkanı, Başkanvekili, Sözcüsü ve Kâtibidir.
   
    İKİNCİ BÖLÜM
   
    Kuruluş, Görev ve Çalışma İlkeleri
   
    Kuruluş
   
    Madde 4 – (1) Bu Kanunda belirtilen görevleri yerine getirmek amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı, kamu tüzel kişiliğini haiz, özel bütçeli ve merkezi Ankara'da bulunan Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştur.
   
    (2) Kurum, Başdenetçilik ve Genel Sekreterlikten oluşur.
   
    (3) Kurumda, bir Başdenetçi ve beş denetçi ile Genel Sekreter ve diğer personel görev yapar.
   
    (4) Kurum, gerekli gördüğü yerlerde büro açabilir.
   
    Kurumun görevi
   
    Madde 5 – (1) Kurum, idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmakla görevlidir.
   
    (2) Ancak;
   
    a) Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler ile resen imzaladığı kararlar ve emirler,
   
    b) Yasama yetkisinin kullanılmasına ilişkin işlemler,
   
    c) Yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin kararlar,
   
    ç) Türk Silahlı Kuvvetlerinin sırf askerî nitelikteki faaliyetleri,
   
    Kurumun görev alanı dışındadır.
   
    Başdenetçilik
   
    Madde 6 – (1) Başdenetçilik; Başdenetçi ve denetçilerden oluşur.
   
    (2) Kurum, Başdenetçi tarafından yönetilir ve temsil edilir.
   
    Başdenetçinin ve denetçilerin görevleri
   
    Madde 7 – (1) Başdenetçinin görevleri şunlardır:
   
    a) Kuruma gelen şikâyetleri incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmak.
   
    b) Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmelikleri hazırlamak.
   
    c) Yıllık raporu hazırlamak.
   
    ç) Yıllık raporu beklemeksizin gerek gördüğü konularda özel rapor hazırlamak.
   
    d) Raporları kamuoyuna duyurmak.
   
    e) Yokluğunda kendisine vekâlet edecek denetçiyi belirlemek.
   
    f) Birisi kadın ve çocuk hakları alanında görevlendirilmek üzere, denetçiler arasındaki iş bölümünü düzenlemek.
   
    g) Genel Sekreteri ve diğer personeli atamak.
   
    ğ) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
   
    (2) Denetçilerin görevleri şunlardır:
   
    a) Bu Kanunda verilen görevlerin yapılmasında Başdenetçiye yardımcı olmak.
   
    b) Başdenetçi tarafından verilen görevleri yapmak.
   
    Çalışma ilkeleri
   
    Madde 8 – (1) Başdenetçi, denetçiler arasında iş birliğini sağlar ve bunların uyumlu çalışmasını gözetir.
   
    (2) Denetçiler, Başdenetçi tarafından görevlendirildikleri konu veya alanlarda tek başlarına çalışır ve önerilerini Başdenetçiye sunarlar.
   
    (3) Kurum, faaliyetlerinde elektronik ortam ve iletişim araçlarının kullanılmasını gözetir.
   
    (4) Denetçilerin Başdenetçi tarafından görevlendirilecekleri konu veya alanlara ve aralarındaki iş bölümüne ilişkin ilkeler yönetmelikle belirlenir.
   
    Genel Sekreterliğin oluşumu ve görevleri
   
    Madde 9 – (1) Genel Sekreterlik; Kurumun idari ve mali işleriyle sekretarya hizmetlerini yerine getirir. Genel Sekreterlikte Genel Sekreter ve diğer idari personel görev yapar.
   
    (2) Genel Sekreterliğin görevleri şunlardır:
   
    a) Kurumun büro işlemini yürütmek.
   
    b) Personelin şahsi dosyalarını tutmak.
   
    c) Kurumun arşiv hizmetlerini yürütmek.
   
    ç) 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 22/12/2005 tarihli ve 5436 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 15 inci Maddesi ve diğer mevzuatla mali hizmetler birimi ve strateji geliştirme birimlerine verilen görevleri yapmak.
   
    d) Personelin izin ve emeklilik işlemlerini yürütmek.
   
    e) Kurumda çalışan personelin özlük işleri ile sağlık ve sosyal hizmet faaliyetlerini yürütmek.
   
    f) Kurumun görev alanıyla ilgili hususlarda bilişim sisteminin kullanılmasını sağlamak.
   
    g) Kanunlarla verilen veya Başdenetçilik tarafından verilen diğer işleri yapmak.
   
    Başdenetçi ve denetçilerin nitelikleri
   
    Madde 10 – (1) Başdenetçi veya denetçi seçilebilmek için aşağıdaki şartlar aranır:
   
    a) Türk vatandaşı olmak.
   
    b) Seçimin yapıldığı tarihte Başdenetçi için elli, denetçi için kırk yaşını doldurmuş olmak.
   
    c) Tercihen hukuk, siyasal bilgiler, iktisadi ve idarî bilimler, iktisat ve işletme fakültelerinden olmak üzere dört yıllık eğitim veren fakültelerden veya bunlara denkliği kabul edilmiş yurt içi veya yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmak.
   
    ç) Kamu kurum ve kuruluşlarında, uluslararası kuruluşlarda, sivil toplum kuruluşlarında veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında ya da özel sektörde toplamda en az on yıl çalışmış olmak.
   
    d) Kamu haklarından yasaklı olmamak.
   
    e) Başvuru sırasında herhangi bir siyasi partiye üye olmamak.
   
    f) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü Maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına ya da affa uğramış olsa veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olsa bile Türk Ceza Kanununun ikinci kitabının birinci kısmının bir ve ikinci bölümündeki suçlar, Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçları ile yabancı devletlerle olan ilişkilere karşı suçlardan veya zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.

   
    Adaylık ve seçim
   
    Madde 11 – (1) Başdenetçi veya denetçilerden birinin görev süresinin bitmesinden doksan gün önce, bu görevlerin herhangi bir sebeple sona ermesi hâlinde ise sona erme tarihinden itibaren onbeş gün içinde durum, Kurum tarafından Başkanlığa bildirilir.
   
    (2) Başkanlık tarafından ilân edilen başvuru süresi içinde, 10 uncu Maddede yazılı nitelikleri taşıyanlardan, Başdenetçi veya denetçi aday adayı olmak isteyenler Başkanlığa başvuruda bulunurlar.
   
    (3) Komisyon, Başdenetçi seçiminde başvuruda bulunan aday adayları arasından üç adayı, başvuru süresinin bittiği tarihten itibaren onbeş gün içinde belirleyerek Genel Kurula sunulmak üzere Başkanlığa bildirir.
   
    (4) Genel Kurul, bildirim tarihinden itibaren onbeş gün içinde, Başdenetçi seçimlerine başlar. Başdenetçi gizli oyla seçilir.
   
    (5) Başdenetçi, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilir. Birinci oylamada bu çoğunluk sağlanamadığı takdirde ikinci oylamaya geçilir. İkinci oylamada da üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun oyu aranır. Bu oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamaya geçilir ve üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyunu alan aday seçilmiş sayılır. Üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır. Dördüncü oylamada karar yeter sayısı olmak şartıyla en fazla oy alan aday seçilmiş olur.
   
    (6) Komisyon tarafından oluşturulacak alt komisyon, başvuruda bulunan aday adayları arasından, seçilecek denetçi sayısının üç katı kadar adayı, başvuru süresinin bittiği tarihten itibaren onbeş gün içinde belirler ve Komisyona sunar. Komisyon sonraki onbeş gün içinde denetçi seçimlerini yapar. Denetçiler, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilir. Birinci oylamada bu çoğunluk sağlanamadığı takdirde ikinci oylamaya geçilir. İkinci oylamada da üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun oyu aranır. Bu oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamaya geçilir ve üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyunu alan aday seçilmiş olur. Üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde en çok oy alan adaylardan, seçilecek aday sayısının iki katı kadar aday ile seçime gidilir. Dördüncü oylamada karar yeter sayısı olmak şartıyla en fazla oy alan aday seçilmiş olur. Birden fazla denetçi seçimi yapılacağı durumlarda adaylar için birleşik oy pusulası düzenlenir. Adayların adlarının karşısındaki özel yer işaretlenmek suretiyle oy kullanılır. Seçilecek denetçilerin sayısından fazla verilen oylar geçersiz sayılır.
   
    (7) Seçimler, Kurumun Başkanlığa başvuruda bulunduğu tarihten itibaren en geç doksan gün içinde sonuçlandırılır.
   
    (8] Bu Maddede yer alan süreler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatilde olması veya araverme sırasında işlemez.
   
    Bağımsızlık ve tarafsızlık
   
    Madde 12 – (1) Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Başdenetçiye ve denetçilere görevleriyle ilgili olarak emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
   
    (2) Başdenetçi ve denetçiler, görevlerini yerine getirirken tarafsızlık ilkesine uygun davranmak zorundadır.
   
    Andiçme
   
    Madde 13 – (1) Görevlerine başlarken Başdenetçi Genel Kurulda, denetçiler ise Komisyonda aşağıdaki şekilde andiçerler:
   
    "Görevimi tam bir tarafsızlık, dürüstlük, hakkaniyet ve adalet anlayışı içinde yerine getireceğime, namusum ve şerefim üzerine andiçerim."
   
    Görev süresi
   
    Madde 14 – (1) Başdenetçi ve denetçilerin görev süreleri dört yıldır.
   
    (2) İstifa, ölüm veya görevden alınma gibi herhangi bir nedenle süresi bitmeden görevinden ayrılan Başdenetçi veya denetçinin yerine yeni seçilen Başdenetçi veya denetçinin görev süresi de dört yıldır.
   
    (3) Bir dönem Başdenetçi veya denetçi olarak görev yapan bir kimse sadece bir dönem daha Başdenetçi veya denetçi seçilebilir.
   
    (4) Başdenetçi veya denetçiliğe seçilenlerin görev yaptıkları sürede eski görevleriyle olan ilişikleri kesilir. Ancak kamu görevlisiyken Başdenetçiliğe veya denetçiliğe seçilenler, memuriyete giriş şartlarını kaybetme dışındaki herhangi bir nedenle görevlerinin sona ermesi, görevden ayrılma isteğinde bulunması veya görev sürelerinin dolması durumunda, otuz gün içinde eski kurumlarına başvurmaları hâlinde, atamaya yetkili makamlar tarafından otuz gün içinde mükteseplerine uygun bir kadroya atanırlar. Yüksek mahkeme üyeliğinden seçilenlerden görevi sona erenler, herhangi bir işleme gerek olmaksızın ve boş kadro şartı aranmaksızın, geldikleri yüksek mahkeme üyeliği görevine geri dönerler ve boşalan ilk üye kadrosu kendilerine tahsis olunur. Belirtilen atama yapılırken Başdenetçi veya denetçilerin Kurumda geçirdikleri süreler makam veya hâkim sınıfından olup da yüksek hâkimlik tazminatını almaya başladıktan sonra seçilenler için yüksek hâkimlik tazminatı ödenmesini gerektiren görevlerde geçmiş olarak değerlendirilir. Bu hükümler, akademik unvanların kazanılmasına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla üniversitelerden gelen personel hakkında da uygulanır. Mükteseplerine uygun bir kadroya atamaları gerçekleşinceye kadar süresi dolması sebebiyle görevi sona eren Başdenetçi ve denetçilere almakta oldukları aylık ücret ile sosyal hak ve yardımların Kurum tarafından ödenmesine devam olunur. Mükteseplerine uygun kadrolara atananlara, atama yapıldığı tarih itibarıyla Kurum tarafından ödemede bulunulmasına son verilir.
   
    Görevden alınma ve görevin sona ermesi
   
    Madde 15 – (1) Başdenetçinin veya denetçilerin 10 uncu Maddede sayılan nitelikleri taşımadıklarının sonradan anlaşılması veya bu nitelikleri seçildikten sonra kaybetmeleri hâlinde, durumun Komisyon tarafından tespit edilmesini takiben Başdenetçinin görevinin sona ermesine Genel Kurul tarafından görüşmesiz olarak; denetçilerin görevinin sona ermesine ise Komisyon tarafından karar verilir.
   
    (2) Seçilmeye engel bir suçtan dolayı kesin hüküm giyen veya kısıtlanan Başdenetçi hakkındaki kesinleşmiş mahkeme kararının Genel Kurulun; denetçi hakkındaki kesinleşmiş mahkeme kararının Komisyonun bilgisine sunulmasıyla Başdenetçi veya denetçi sıfatı sona erer.
   
    Başdenetçi ve denetçilerin mali ve sosyal hakları
   
    Madde 16 – (1) Başdenetçiye Başbakanlık Müsteşarı; denetçilere Başbakanlık müsteşar yardımcıları için belirlenen her türlü ödemeler dâhil mali haklar tutarında aylık ücret ödenir. Başbakanlık Müsteşarı ve müsteşar yardımcılarına ödenenlerden, vergi ve diğer kesintilere tabi olmayanlar bu Kanuna göre de vergi ve diğer kesintilere tabi olmaz. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer mevzuat uyarınca Başbakanlık Müsteşarının yararlanmış olduğu sosyal hak ve yardımlardan Başdenetçi, Başbakanlık müsteşar yardımcılarının yararlanmış olduğu sosyal hak ve yardımlardan da denetçiler aynı esas ve usuller çerçevesinde yararlanır.
   
    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
   
    Kuruma Başvuru ve Yapılacak İşlemler
   
    Başvuru ve usulü
   
    Madde 17 – (1) Kuruma, gerçek ve tüzel kişiler başvurabilirler. Başvuru sahibinin talebi üzerine başvuru gizli tutulur.
   
    (2) Başvuru; başvuru sahibinin adı ve soyadı, imzası, yerleşim yeri veya iş adresini ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için vatandaşlık kimlik numarasını, yabancılar için pasaport numarasını, başvuru sahibi tüzel kişi ise tüzel kişinin unvanı ve yerleşim yeri ile yetkili kişinin imzasını, varsa, merkezi tüzel kişilik numarasını ve yetki belgesini içeren Türkçe dilekçe ile yapılır. Bu başvuru, yönetmelikte belirlenen şartlara uyulmak kaydıyla elektronik ortamda veya diğer iletişim araçlarıyla da yapılabilir.
   
    (3) Yapılan başvurulardan;
   
    a) Belli bir konuyu içermeyenler,
   
    b) Yargı organlarında görülmekte olan veya yargı organlarınca karara bağlanmış uyuşmazlıklara ilişkin olanlar,
   
    c) İkinci fıkrada belirtilen şartları taşımayanlar,
   
    ç) Sebepleri, konusu ve tarafları aynı olanlar ile daha önce sonuçlandırılanlar,
   
    incelenmez.
   
    (4) Kuruma başvuruda bulunulabilmesi için, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda öngörülen idari başvuru yolları ile özel kanunlarda yer alan zorunlu idari başvuru yollarının tüketilmesi gereklidir. İdari başvuru yolları tüketilmeden yapılan başvurular ilgili kuruma gönderilir. Ancak Kurum, telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ihtimali bulunan hâllerde, idari başvuru yolları tüketilmese dahi başvuruları kabul edebilir.
   
    (5) Kuruma, illerde valilikler, ilçelerde kaymakamlıklar aracılığıyla da başvurulabilir.
   
    (6) Başvurulardan herhangi bir ücret alınmaz.
   
    (7) Kuruma, dördüncü fıkra uyarınca yapılacak başvuruya idare tarafından verilecek cevabın tebliği tarihinden, idare başvuruya altmış gün içinde cevap vermediği takdirde bu sürenin bitmesinden itibaren altı ay içinde başvurulabilir. Başvuru tarihi, dilekçenin Kuruma, valilik veya kaymakamlıklara verildiği, diğer hâllerde başvurunun Kuruma ulaştığı tarihtir.
   
    (8] Dava açma süresi içinde yapılan başvuru, işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur.
   
    Bilgi ve belge istenmesi
   
    Madde 18 – (1) Kurumun inceleme ve araştırma konusu ile ilgili olarak istediği bilgi ve belgelerin, bu isteğin tebliğ edildiği tarihten itibaren otuz gün içinde verilmesi zorunludur. Bu süre içinde istenen bilgi ve belgeleri haklı bir neden olmaksızın vermeyenler hakkında Başdenetçi veya denetçinin başvurusu üzerine ilgili merci soruşturma açar.
   
    (2) Devlet sırrı veya ticari sır niteliğindeki bilgi ve belgeler, yetkili mercilerin en üst makam veya kurulunca gerekçesi belirtilmek suretiyle verilmeyebilir. Ancak, Devlet sırrı niteliğindeki bilgi ve belgeler Başdenetçi veya görevlendireceği denetçi tarafından yerinde incelenebilir.
   
    Bilirkişi görevlendirilmesi ve tanık dinlenmesi
   
    Madde 19 – (1) İnceleme ve araştırma konusu ile ilgili olarak Başdenetçi veya denetçiler bilirkişi görevlendirebilir.
   
    (2) 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri saklı kalmak üzere, bilirkişi olarak görevlendirilen kamu görevlilerine her inceleme ve araştırma konusu için (1.000), diğer kişilere her inceleme ve araştırma konusu için (2.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak miktarı geçmemek üzere görevlendirmeyi yapanın kararı ile bilirkişi ücreti ödenir. Bu ödemeler, damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz.
   
    (3) İnceleme ve araştırma konusu ile ilgili olarak Başdenetçi, denetçiler veya uzmanlar tanık ya da ilgili kişileri dinleyebilir.
   
    İnceleme ve araştırma
   
    Madde 20 – (1) Kurum, inceleme ve araştırmasını başvuru tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırır.
   
    (2) Kurum, inceleme ve araştırma sonucunu ve varsa önerilerini ilgili mercie ve başvurana bildirir. Kurum, başvurana, işleme karşı başvuru yollarını, başvuru süresini ve başvurulacak makamı da gösterir.
   
    (3) İlgili merci, Kurumun önerileri doğrultusunda tesis ettiği işlemi veya Kurumun önerdiği çözümü uygulanabilir nitelikte görmediği takdirde bunun gerekçesini otuz gün içinde Kuruma bildirir.
   
    Dava açma süresinin yeniden işlemeye başlaması
   
    Madde 21 – (1) Başvurunun Kurum tarafından reddedilmesi hâlinde, durmuş olan dava açma süresi gerekçeli ret kararının ilgiliye tebliğinden itibaren kaldığı yerden işlemeye başlar.
   
    (2) Başvurunun Kurum tarafından yerinde görülerek kabul edilmesi hâlinde; ilgili merci Kurumun önerisi üzerine otuz gün içinde herhangi bir işlem tesis etmez veya eylemde bulunmaz ise durmuş olan dava açma süresi kaldığı yerden işlemeye başlar.
   
    (3) Kurumun, inceleme ve araştırmasını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde sonuçlandıramaması hâlinde de durmuş olan dava açma süresi kaldığı yerden işlemeye başlar.
   
    Raporlar
   
    Madde 22 – (1) Kurum, her takvim yılı sonunda yürütülen faaliyetleri ve önerileri kapsayan bir rapor hazırlayarak Komisyona sunar. Komisyon, bu raporu araverme ve tatil dönemleri hariç olmak üzere iki ay içinde görüşüp kendi kanaat ve görüşlerini de içerecek şekilde özetleyerek Genel Kurula sunulmak üzere hazırladığı raporu Başkanlığa gönderir. Komisyonun raporu Genel Kurulda ivedilikle görüşülür.
   
    (2) Kurumun yıllık raporu, ayrıca Resmî Gazetede yayımlanmak suretiyle kamuoyuna duyurulur.
   
    (3) Kurum; açıklanmasında fayda gördüğü hususları yıllık raporu beklemeksizin her zaman kamuoyuna duyurabilir.
   
    Açıklama yapma yetkisi
   
    Madde 23 – (1) Kurumun faaliyetleri hakkında açıklama yapmaya Başdenetçi veya görevlendireceği denetçi yetkilidir.
   
    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
   
    Personele İlişkin Hükümler
   
    Personelin atanması
   
    Madde 24 – (1) Genel Sekreter, en az dört yıllık yükseköğretim kurumu mezunu, Devlet Memurları Kanununa tabi görevlerde on yıl hizmeti bulunan ve aynı Kanunun 48 inci Maddesinde yazılı şartlara sahip olanlar arasından Başdenetçi tarafından atanır.
   
    (2) Diğer personel Başdenetçi tarafından atanır.
   
    Kamu denetçiliği uzman yardımcılığı
   
    Madde 25 – (1) Kamu denetçiliği uzman yardımcılığına atanabilmek için, Devlet Memurları Kanununun 48 inci Maddesinde sayılan genel şartlar yanında aşağıdaki nitelikler de aranır:
   
    a) Dört yıllık eğitim veren fakültelerden veya bunlara denkliği kabul edilmiş yurt içi veya yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmak.
   
    b) Yapılacak giriş sınavında başarılı olmak.
   
    c) Sınavın yapıldığı yılın ocak ayının ilk günü itibarıyla otuzbeş yaşını doldurmamış olmak.
   
    Kamu denetçiliği uzmanlığı
   
    Madde 26 – (1) 25 inci Maddeye göre kamu denetçiliği uzman yardımcılığına atananlar, en az üç yıl çalışmak kaydıyla açılacak yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar. Sınavda başarılı olanlar, Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında en az (C) düzeyinde puan veya uluslararası kabul görmüş yabancı dil seviye tespit sınavlarından bu puana denk puan almış olmak şartıyla kamu denetçiliği uzmanı unvanını alırlar. Sınavda başarılı olamayanlar, istekleri hâlinde Kurumunda veya Devlet Personel Başkanlığınca diğer kamu kurum ve kuruluşlarında uygun kadrolara atanırlar.
   
    (2) Kamu denetçiliği uzman yardımcılarının mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri ve yeterlik sınavının şekli ile kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcılarının görev, yetki ve çalışmalarına ilişkin esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir.
   
    Personele uygulanacak hükümler ile personelin mali ve sosyal hakları
   
    Madde 27 – (1) Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Kurum personeli hakkında Devlet Memurları Kanunu hükümleri uygulanır.
   
    (2) Genel Sekretere Başbakanlıktaki genel müdürlere uygulanan mali ve sosyal hak ve yardımlara ilişkin hükümler uygulanır.
   
    (3) Kamu denetçiliği uzmanlarına aynı derecede bulunan Başbakanlık uzmanları, kamu denetçiliği uzman yardımcılarına Başbakanlık uzman yardımcıları ve Kurumun diğer personeline ise Başbakanlıkta aynı unvanlı ve aynı dereceli kadrolarda çalışanlara uygulanan mali ve sosyal hak ve yardımlara ilişkin hükümler uygulanır. Başbakanlıkta emsali personele ödenenlerden vergi ve diğer kesintilere tabi olmayanlar bu Maddeye göre de vergi ve diğer kesintilere tabi olmaz.
   
    Kamu kurum ve kuruluşlarındaki personelin görevlendirilmesi
   
    Madde 28 – (1) Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde, sosyal güvenlik kurumlarında, mahallî idarelerde, mahallî idarelerin bağlı idarelerinde, mahallî idare birliklerinde, döner sermayeli kuruluşlarda, kanunlarla kurulan fonlarda, kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşlarda, sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait kuruluşlarda, kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunlara bağlı ortaklıklar ve müesseselerde çalışanlar, kurumlarının izni ile uzmanlık gerektiren işlerde görevlendirilebilirler. Bu şekilde yapılan görevlendirmenin süresi altı ayı geçemez. Ancak ihtiyaç hâlinde bu süre üç ay daha uzatılabilir. Kurumun bu konudaki talepleri, ilgili kurum ve kuruluşlarca öncelikle sonuçlandırılır. Bu şekilde görevlendirilen personel, kurumlarından aylıklı izinli sayılır. Bu personelin izinli oldukları sürece memuriyetleri ile ilgileri ve özlük hakları devam ettiği gibi, bu süreler yükselme ve emekliliklerinde de hesaba katılır ve yükselmeleri başkaca bir işleme gerek duyulmadan süresinde yapılır.
   
    BEŞİNCİ BÖLÜM
   
    Çeşitli Hükümler
   
    Bütçe
   
    Madde 29 – (1) Kurumun gelirleri şunlardır:
   
    a) Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinden alınacak Hazine yardımı.
   
    b) Diğer gelirler.
   
    (2) Kurum bütçesinden bu Kanun kapsamındaki görevlerin gerçekleştirilmesine ilişkin giderler yapılır.
   
    Yasaklar
   
    Madde 30 – (1) Başdenetçi, denetçiler, Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları ile diğer personel, siyasi partilere üye olamazlar; herhangi bir siyasî parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef alan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı yapamazlar; görevleri sebebiyle herhangi bir şekilde öğrendikleri mesleki veya ticari sırları görevlerinden ayrılmış olsalar bile açıklayamazlar, kendilerinin veya başkalarının yararına kullanamazlar.
   
    (2) Başdenetçi, denetçiler, Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları; kendilerinin, eşlerinin ve üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) kan ve kayın hısımlarının şikâyetlerini inceleyemezler.
   
    (3) Başdenetçi, denetçiler, Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları ile diğer personel, bu görevleri süresince resmî veya özel hiçbir görev alamazlar, ticaretle uğraşamazlar. Bilimsel yayınlarda bulunma, görevleri veya meslekleri ile ilgili olarak davet edildikleri ulusal veya uluslararası kongre, konferans ve benzeri toplantılara katılma, derneklerde üyelik ve kâr amacı gütmeyen kooperatiflerde ortaklık hâlinde bu Madde hükümleri uygulanmaz.
   
    Başdenetçi veya denetçiler hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması usulü
   
    Madde 31 – (1) Başdenetçi ve denetçilerin görevleri sebebiyle bir suç işledikleri öne sürüldüğü takdirde haklarında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılabilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının iznine bağlıdır. İzin verilmesi veya verilmemesine ilişkin karara karşı itiraz mercii, Danıştayın ilgili dairesidir.
   
    (2) Başdenetçi ve denetçiler hakkındaki soruşturma Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından yapılır. Açılacak kamu davası, Yargıtayın ilgili ceza dairesinde görülür. Temyiz mercii, Yargıtay Ceza Genel Kuruludur.
   
    (3) Bu Maddede hüküm bulunmayan hususlarda 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.
   
    (4) Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlara ilişkin suçüstü hâli genel hükümlere tabidir.
   
    Genel Sekreter ve personel hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması usulü
   
    Madde 32 – (1) Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcılarının görevleri sebebiyle bir suç işledikleri öne sürüldüğü takdirde ceza soruşturması ve kovuşturması yapılabilmesi Başdenetçinin iznine bağlıdır. İzin verilmesi veya verilmemesine ilişkin karara karşı itiraz mercii Ankara Bölge İdare Mahkemesidir.
   
    (2) Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları ile diğer personel hakkındaki soruşturma, suçun işlendiği yer Cumhuriyet başsavcısı veya görevlendireceği Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Açılacak kamu davası aynı yer mahkemesinde görülür.
   
    (3) Bu Maddede hüküm bulunmayan hususlarda, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.
   
    (4) Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlara ilişkin suçüstü hâli genel hükümlere tabidir.
   
    Emeklilik
   
    Madde 33 – (1) Başdenetçi, denetçiler, Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları ile diğer personel, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü Maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı sayılır. Başdenetçi ve denetçilerin sigorta primine esas kazanç tutarları, Başdenetçi için Başbakanlık Müsteşarı, denetçiler için Başbakanlık müsteşar yardımcıları esas alınarak belirlenir. Bu görevleri sırasında 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü Maddesi kapsamına girenlerin bu görevde geçen süreleri makam tazminatı ile temsil tazminatı ödenmesi gereken süre olarak değerlendirilir ve emeklilik yönünden Başdenetçi Başbakanlık Müsteşarı, denetçiler Başbakanlık müsteşar yardımcıları için belirlenmiş olan ek gösterge, makam tazminatı ile temsil tazminatından aynı usul ve esaslara göre yararlandırılır.
   
    (2) Sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birinden emekli aylığı almakta olanlardan Başdenetçi ve denetçi seçilenlerin, istekleri hâlinde emekli aylıkları kesilir ve 5510 sayılı Kanunun 4 üncü Maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında yeniden sigortalı sayılır. Bu şekilde emekli aylıklarını kestirmek suretiyle yeniden sigorta primi ödeyenlerin görev sürelerinin bitiminde emekli aylıkları genel hükümlere göre yeniden belirlenir.
   
    (3) Başdenetçi ve denetçiler hakkında 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 40 ıncı Maddesinin birinci fıkrası ile 5510 sayılı Kanunda yer alan yaş haddine ilişkin hükümler uygulanmaz.
   
    Kadrolar
   
    Madde 34 – (1) Ekli listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvele Kamu Denetçiliği Kurumu bölümü olarak eklenmiştir.
   
    Değişiklik yapılan hükümler
   
    Madde 35 – (1) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı Maddesinin "Ortak Hükümler" bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendine "Yüksek Kurum Uzman Yardımcıları," ibaresinden sonra gelmek üzere "Kamu Denetçiliği Uzman Yardımcıları," ibaresi ve "Yüksek Kurum Uzmanlığına," ibaresinden sonra gelmek üzere "Kamu Denetçiliği Uzmanlığına," ibaresi eklenmiştir.
   
    (2) 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (II) sayılı cetvelin "B) Özel Bütçeli Diğer İdareler" bölümünün Anayasa Mahkemesince iptal edilen 34 üncü sırası "34) Kamu Denetçiliği Kurumu" olarak yeniden düzenlenmiştir.
   
    (3) 5/1/1961 tarihli ve 237 sayılı Taşıt Kanununun eki (2) sayılı cetvele "Başbakanlık Müsteşarlıkları" satırından sonra gelmek üzere aşağıdaki satır eklenmiştir.
   
    "Kamu Başdenetçisi 1 er " 5 " "
   
    Geçiş hükümleri
   
    GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Başdenetçi ve denetçilerin seçimi ile Kamu Denetçiliği Kurumu kurulur.
   
    (2) Bu Maddenin yürürlüğe girdiği tarihten onbeş gün sonra Başkanlık tarafından Başdenetçi ve denetçi seçimi için aday adaylığı başvuru süreci başlatılır ve 11 inci Maddede öngörülen usule uyularak seçim sonuçlandırılır.
   
    (3) Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmelikler, bu Maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dokuz ay içinde yürürlüğe konulur.
   
    (4) Başdenetçi ve denetçilerin seçimi tamamlandıktan sonra Başdenetçi tarafından doksan gün içinde; bir defaya mahsus olmak ve ekli listede yer alan Kamu Denetçiliği Uzmanı unvanlı serbest kadro adedinin yüzde ellisini geçmemek üzere, 25 inci ve 26 ncı Maddelerdeki şartlar aranmaksızın, doktora yapmış üniversite öğretim elemanları veya kamu kurum ve kuruluşlarında görevli olup, mesleğe özel yarışma sınavı ile girilen ve belirli süreli meslek içi eğitimden sonra özel bir yeterlik sınavı sonunda atanmış olanlardan kamu denetçiliği uzmanı olarak atama yapılabilir. Kamu denetçiliği uzmanı olarak atanacakların mesleklerinde en az beş yıllık deneyime sahip olmaları gerekir.
   
    (5) Bu Kanun hükümleri, mahallî idarelerin eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışları hakkında, bu Kanunun bütün hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihten bir yıl sonra uygulanmaya başlanır.
   
    Yürürlük
   
    Madde 36 – (1) Bu Kanunun 17 nci Maddesi yayımı tarihinden dokuz ay sonra, diğer Maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
   
    Yürütme
   
    Madde 37 – (1) Bu Kanun hükümlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Bakanlar Kurulu yürütür.
#466


Gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, Nişanyan'ın hakaret içeren cümlelerinin fikir özgürlüğü kapsamına girmeyeceğini belirtti. Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Avukat Fikret Duran ise, Nişanyan'ın yazısının TCK kapsamında suç olduğuna dikkat çekiyor. Avukat Duran, "İslâm inancını taşıyan her bir fert manevi zarara uğratıldığından suç duyurusunda bulunabilir." dedi.

Eski Taraf Gazetesi yazarı Sevan Nişanyan, internetteki kendi blogunda, dünyada büyük infial uyandıran Peygamberimizle ilgili filmi ifade özgürlüğü olarak değerlendirdi. Yazısının bir bölümünde de Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'e (sas) insaf sınırlarına aşan hakaretler etti. Bunun üzerine Nişanyan'a sosyal paylaşım sitelerinde büyük tepki gösterildi. Gazeteci yazar Etyen Mahçupyan, söz konusu yazının fikir özgürlüğü kapsamına girmeyeceğini söylerken, Boğaziçi Hukukçular Derneği Başkanı Avukat Fikret Duran da bunun TCK kapsamında suç olduğunu belirtti. Duran, her bir Müslüman'ın tazminat davası açabileceğini söyledi. Sorularımız üzerine hakaretlerini savunan Sevan Nişanyan, 'Özür dilemeyeceğim' dedi.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'e (sas) hakaret içeren film tüm dünyada infial uyandırdı. ABD'de yayınlanan filme tepki amaçlı birçok ülkede protestolar düzenlendi. Tüm dünyada filme tepkiler büyürken Taraf gazetesi eski yazarı Sevan Nişanyan, geçtiğimiz cumartesi günü kendi blogunda filmi 'ifade özgürlüğü' olarak gören bir yazı kaleme aldı. Nişanyan yazısının bir bölümünde Peygamber Efendimiz'e insaf sınırlarını aşan ve ağza alınmayacak hakaretler ederken bunu da bir hak olarak gördüğünü ifade etti. Ayrıca Peygamberimiz'le dalga geçmenin nefret suçu olmadığını savundu.

Nişanyan'ın Efendimiz'e hakaret içeren yazısına tepki gecikmedi. Birçok kişi Twitter üzerinden Nişanyan'a tepkilerini iletti. Eleştiriler karşısında sert ifadeler kullanan Nişanyan, yazısındaki ifadeleri destekleyen cevaplar yazmaya devam etti. Nişanyan gelen yoğun tepkiler üzerine dün de yine kendi blogundan bir yazı kaleme aldı. Fakat kendisinden özür beklenen Nişanyan, önceki yazdıklarının daha da ötesine geçerek üslubunu sertleştirdi. İnternet ve sosyal medyanın da ilk konusu haline gelen hakaret yazısı duyarlı aydınlardan da tepki çekti. Gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, Sevan Nişanyan'ın hakaret cümlelerinin fikir özgürlüğü kapsamına girmeyeceğini söyledi. Nişanyan'ın sözlerinin yanlışlığını Mahçupyan şu sözlerle anlattı: "Birbirini anlamaya ve derinleşmeye hizmet etmeyen cümlelerin ifade özgürlüğü bağlamında ele alınması bana garip geliyor. Bunlar birtakım tarih klişeleri haline dönüşüyor bir süre sonra. Bence Sevan'ın söylediği cümle de böyle. Ne bu konuyu daha iyi anlamamızı sağlıyor ne aramızdaki ilişkiyi ilerletmemizi sağlıyor ne tanımamızı sağlıyor; dolayısıyla hiçbir kamusal yararı olmayan bir cümle. Tabii ki herkes aklına gelen her şeyi söyleyebilir. Ancak ifade özürlüğü böyle bir şey olmamalı. Avrupa'da nefret söylemi niye var? Çünkü ifade özgürlüğü duvara çarptı da ondan var. O duvar bizim birlikte yaşama irademizin duvarı."

Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Avukat Fikret Duran, Sevan Nişanyan'ın yazısının TCK kapsamında suç olduğunu belirtti. Avukat Duran, "TCK 216/3 Md.si 'Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.' diyor. Sevan Nişanyan'ın sözünün burada tanımlanmış olan madde çerçevesinde suç olduğuna dair hiçbir tereddüt yoktur. Üstelik bu sözün internet ortamında yazılıp yayılmış olduğu düşünüldüğünde İslam inancını taşıyan, Hazreti Muhammed'e inanmış her bir ferdin bu sözlerle manevi elem duymuş, manen zarara uğratılmış. Her bir Müslüman, Türkiye'nin herhangi bir yerinden suç duyurusunda bulunabilir." ifadelerini kullandı.

AMACIM KİMSENİN KUTSALINI İNCİTMEK DEĞİL

Zaman'ın ulaştığı Nişanyan ise, yazısındaki amacının kimsenin kutsalını incitmek ya da herhangi bir dinin peygamberine sövmek olmadığını savundu. Nişanyan, "Türkiye'de ABD'de aptalca lise seviyesinde yapılan filmi bahane ederek linç atmosferi oluşturulmaya çalışılıyor. İfade özgürlüğü kısıtlanmaya çalışılıyor. İnsanların inançları hakkında veya karşıt görüşle kendini ifade etmek nefret suçu kapsamına girmez ve girmemelidir. Kişilere karşı hakaret etmek nefret suçu kapsamına giremez." ifadelerini kullandı. Yazısının arkasında olduğunu anlatan Nişanyan, özür dileyip dilemeyeceği konusunda ise, "Şimdilik öyle bir niyetim yok. İleriye yönelik herhangi bir tarifte bulunamam. Öyle bir ihtiyaç hissetseydim zaten yapardım. Özür dilemek gibi bir kararım olsaydı şu an da dilerdim." diye konuştu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1353438&title=nisanyana-tepki-bu-bir-nefret-sucudur



NİŞANYAN'IN BLOG SİTESİNDE TEPKİ ÇEKEN HZ. MUHAMMED YAZISI

Nişanyan, blog sitesinden paylaştığı yazıyla tepkilerin merkezine oturdu. Nişanyan'ın "Buna karşılık, bundan yüzlerce yıl önce Allah'la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir. "İfade özgürlüğü" denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir" sözleri büyük tepkilere neden oldu.

SÖZLERİNİN ARKASINDA DURDU

Nişanyan, sosyal paylaşım sitesi Twitter'da paylaştığı satırlarla blogunda yazdığı satırların arkasında durdu. Gelen tepkilere sert cevaplar veren Nişanyan, "Pardon Arap değil miydi? Liderliğinden kuşkunuz mu var? Hangi sözler tam olarak? Arap lideri? Allahla kontak kurmuş? Menfaat elde etmiş? "Allah" ile iletişimde olduğunu söyleyen herkesin, farklı düzeylerde de olsa, yalan konuştuğu kanısındayım.' dedi.



DAHA ÖNCE DE TEPKİ ÇEKEN İFADELERİ OLMUŞTU

Nişanyan'ın 2009 yılı Ekim ayında Taraf gazetesinde yayınlanan "Sansür" başlıklı yazısı da tepkilere neden olmuştu. Nişanyan'ın "Neymiş? Allah
diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o
hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikayelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış!" satırları tepki çekmişti.

#467




Turgut Özal'ın naaşı 19 yıl sonra yeniden omuzlarda

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatı üzerine açılan Anıt Mezar'da, Turgut Özal'ın naaşına ulaşıldı. Naaşın kısa sürede mezardan alınarak, tören kıtasının omuzlarında Adli Tıp Kurumu'na götürüldü.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ve Adli Tıp Kurumu Başkanı Doç. Dr. Haluk ince, 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın mezarındaki çalışmalara katıldı. Çolakkadı ve İnce anıt mezardan ayrılışları sırasında basın mensuplarının sorularını cevaplandırdı. Turan Çolakkadı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatını yerine getirdiklerini ifade etti. İlgili kurumlarla yapılan plan doğrultusunda işlemlerin yerine getirildiğini anlatan Çolakkadı, Özal'ın cenazesine ulaşıldığını açıkladı. Her şeyin planladığı gibi gittiğini aktaran Çolakkadı, Özal ailesini temsilen de çalışmaları bir avukatın takip ettiği bilgisini verdi. Çolakkadı, bundan sonraki aşamayı Adli Tıp Kurumu'nda yapılacak olan incelemeler oluşturduğunu belirtti.

Adli Tıp Kurumu Başkanı Doç. Dr. Haluk İnce de Adli Tıp Kurumu ve Olay Yeri İnceleme ekiplerinin çalışmaları beraber yürüttüğünü aktardı. Naaşın Adli Tıp Kurumu'na götürüleceğini açıklayan İnce, örneklerle ilgili çalışmanın cenaze çıkarıldıktan sonra bir müddet daha devam edeceği bilgisini verdi. İnce, Cuma veya Cumartesi günü Adli Tıp Kurumu'ndaki işlemleri tamamlayarak cenazeyi aileye teslim etmeyi planladıklarını belirtti. İnce, analiz ve raporlama sürecinin ise en az iki ay süreceğini kaydetti.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı da anıt mezarın bulunduğu bölgeye, makam arabasıyla geldi. Çolakkadı, daha sonra yürüyerek, çalışmanın yapıldığı alana gitti.

Basın mensupları, daha önce sac levha ile kapatılan anıt mezardaki çalışmaları görüntüleyemezken, iş makinelerinin girişi için açılan bölüm de üzerinde ''Polis-Olay Yeri İnceleme'' yazılı branda ile kapatıldı.

Anıt mezarda iş makinesi ve ''hilti'' adı verilen aletlerle mermer lahidin kırıldığı, toprak bölümdeki cenazenin çıkartılması için çalışmalara devam edildiği belirtildi.

Turgut Özal'ın cenazesi, çıkarıldıktan sonra çinko kaplı tabutla Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü'ne ait cenaze aracına konularak, Adli Tıp Kurumu'na götürülecek.

Anıt mezarın kırılması işleminde Büyükşehir Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü'ne bağlı ellerinde kazma ve kürek bulunan yaklaşık 10 kişilik ekip de çalıştı.

Anıt mezarda İstanbul Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme Şube Müdürlüğü de 4 araç ve ekiple çalışırken, çevik kuvvet polisleri, gazetecilerin, anıt mezarı çevreleyen duvara yaklaşmalarına izin vermiyor.

Bu arada, Anıt Mezar'da, gazetecilerin bulunduğu bölüme de basın kartı olmayan gazeteciler alınmıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne ait 2 mobil büfe de Anıt Mezar çevresinde görev yapanlara hizmet veriyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1353069&title=turgut-ozalin-naasina-ulasildi#
#468
Alıntı YapBorcumdan dolayı banka icra takibi başladığı tarihte (1999 yılı) tc kimlik no uygulaması yoktu.Banka aldıgı aciz vesikası ile yeni takip başlatıcak olursa eski kimlik bilgileri onlar için yeterli mi yoksa yeni takip için tc kimlik numarası gerekli mi?

Yeni takip yapılırsa, elbette TC kimlik numarası da gerekli olacaktır. Bankanın elinde kimlik bilgileriniz olduğuna göre TC kimlik numaranızı öğrenmeleri de son derece kolaydır.
#469
Türk Medenî Kanunu'nun 733 üncü maddesi satışın, satıcı veya alıcı tarafından noter aracılığı ile önalım hakkı sahibine bildirilmesi yükümlülüğünü getirmiştir. Bu yükümlülüğün hiç yerine getirilmemiş ya da çok geç yerine getirilmiş olması dolayısıyla önalım davası geç açılmış ise ne olacaktır?

Yargıtay 6.HD 22.02.2005 gün ve 10357/1348 sayılı kararında, "...Davalı alıcı satışı noter aracılığı ile davacıya bildirmediğine göre satış tarihi ile dava tarihi arasındaki sürenin geçmesine kendi eylemi ile sebebiyet verdiğinden, önalım bedelinin tespitini isteyemez. Önalım hakkının tapudaki satış bedeli ile harç ve masraflar tutarı üzerinden tanınması gerekir." sonucuna ulaşmıştır. Aşağıda buna dair emsal bir Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararı bulunmaktadır. Şüphesiz alıcı satışı bildirme yükümlülüğünü yerine getirmemiş veya yerine getirmekle beraber geç yerine getirmiş ise bundan kendisi zarar görecektir. Çünkü alıcı önalım hakkı konusunu değeri artmış olmasına rağmen tapudaki satış bedeli üzerinden devretmek durumunda kalacaktır. Ancak satışın Türk Medenî Kanunu'nun 733 üncü maddesi gereğince önalım hakkı sahibine bildirilmemesinin sorumlusu alıcı değilse, örneğin hak sahibinin adresini değiştirmiş ve yenisini de bildirmemiş olması, adresinin tapuda hiç yazılı olmaması, önalım hakkı sahibinin tapudaki adresine noter aracılığı ile bildirim çıkarılması ancak bildirimin önalım hakkı sahibine yüklenebilecek bir engelden dolayı gerçekleşmemiş olması gibi durumlarda alıcıyı sorumlu tutmamak gerekir.


T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:2009/6-32
K:2009/69
T:11.02.2009

Taraflar arasındaki "önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Giresun Sulh Hukuk Mahkemesince mahkemenin görevsizliğine dair verilen 04.02.2008 gün ve 2006/805 E., 2008/134 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6.Hukuk Dairesinin 19.06.2008 gün ve 2008/5606-7922 sayılı ilamı ile;

(...Uyuşmazlık, önalım hakkına konu edilen payın iptali ile davacı adına tesciline ilişkindir. Mahkemece görevsizlik kararı verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin paydaşı olduğu parselin diğer paydaşlarının hisselerini 27.09.2004 tarihinde 500,-YTL bedelle davalıya sattıklarını, davacının önalım hakkını kullanmak istediğini belirterek davalı adına kayıtlı payın iptali ile müvekkili adına tescilini talep etmiştir. Mahkemece görevsizlik kararı verilmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisini veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ve davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir.

Olayımıza gelince; önalım hakkına konu edilen pay davalıya 27.09.2004 tarihinde 500,-YTL bedelle satılmış, davacı 11.07.2006 tarihinde açtığı işbu dava ile önalım hakkı nedeniyle payın iptali ile adına tescilini istemiştir. Uyuşmazlığın satış tarihi itibariyle 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir.Türk Medeni Kanunu'nun 733. maddesinde yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilmesi yükümlülüğü getirilmiştir. Bu yükümlülük yerine getirilmediğinden 11.07.2006 tarihinde açılan dava süresindedir. Davalı alıcı, satışı noter aracılığı ile davacıya bildirmediğine ve satış tarihi ile dava tarihi arasındaki sürenin geçmesine kendi eylemiyle sebebiyet verdiğine göre davacıya tapudaki satış bedeli, harç ve masraflar tutarı üzerinden önalım hakkının tanınması gerekir. Mahkemenin görevi de bu şekilde saptanan önalım bedeline göre belirlenir.

O halde davacı tapuda gösterilen satış bedeli, tapu harç ve masraflarından oluşan önalım bedelinden sorumludur ve bu bedel sulh hukuk mahkemesinin görevi kapsamında kalmaktadır.Bu itibarla mahkemenin işin esasını inceleyerek sonucuna göre bir karar vermesi gerekirken, dava konusu payın davanın açıldığı tarihteki bedelin dikkate alarak görevsizlik kararı verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre ve özellikle 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nde önalım hakkını kullanan kişi satışı öğrendiği günden itibaren bir ay, herhalde sicile şerh verildiği tarihten itibaren 10 sene içinde bu hakkını kullanabilmekte, yani satış tarihi ile dava tarihi arasıda çok uzun bir süre geçebilmekteydi. Bu nedenle gerek 6.Hukuk Dairesi ve gerekse Hukuk Genel Kurulu kararlarında, dava konusu taşınmazın değerinin objektif esasa göre keşfen tespit edilebileceği esası getirilmişti. Ancak; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girdikten sonra; TMK.m.733'de diğer paydaşlara noter bildirim yükümlülüğü getirilmiş ve satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle önalım hakkının düşeceği esası getirilmiştir. TMK.734.maddesi uyarınca da dava değerinin tapuda gösterilen satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderleri olduğu kabul edilmiştir. Böylece davaların kısa sürede açılıp, sonuçlandırılması amaçlanmıştır. Bu nedenle de tapuda gösterilen satış bedelinin esas alınması gerekmektedir. Ayrıca tapuda işlem yapan davalının kendi eyleminin geçersiz olduğuna dayanması mümkün değildir. Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 11.02.2009 gününde, oybirliği ile karar verildi.
#470
6136 SAYILI ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR İLE DİĞER ALETLER HAKKINDA KANUN

     Madde 13 – (Değişik: 23/1/2008-5728/156 md.)
    Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya
    bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
    Ateşli silahın, bu Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasında sayılanlardan olması ya da silâh veya mermilerin
    sayı veya nitelik bakımından vahim olması halinde beş yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşyüz günden beşbin güne kadar adlî
    para cezasına hükmolunur.
    Bu Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasında sayılanlar dışındaki ateşli silahın bir adet olması ve mutat
    sayıdaki mermilerinin ev veya işyerinde bulundurulması halinde verilecek ceza bir yıldan iki yıla kadar hapis ve yirmibeş
    günden yüz güne kadar adlî para cezasıdır.
    Ateşli silahlara ait mermilerin pek az sayıda bulundurulmasının veya taşınmasının mahkemece vahim olarak takdir
    edilmemesi durumunda hükmolunacak ceza altı aya kadar hapis ve yüz güne kadar adlî para cezasıdır.
    Kuru sıkı tabir edilen ses veya gaz fişeği ya da benzerlerini atabilen tabancayı, teknik özelliklerinde değişiklik
    yaparak öldürmeye elverişli silah haline dönüştüren kişi, bu maddenin birinci fıkrası hükümlerine göre cezalandırılır.

     Madde 16 – (Değişik: 12/6/1979 - 2249/11 md.)
    Bu Kanunun kapsamına giren suçlarda Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair 1918 Sayılı Kanun hükümleri
    uygulanmaz.
    Ek Madde 1 – (Ek:30/6/1970 - 1308/7 md.; Değişik:22/11/1990 - 3684/2 md.)
    A) Duruşmalarda, mahkeme salonlarında, hastanelerin psikiyatri bölümlerinde, akıl hastanelerinde, ceza ve
    tutukevleri ile her türlü ıslah ve infaz kurumlarında veya bunların eklentilerinde,
    B) Öğrencilerin toplu olarak oturdukları yurtlarda, eğitim ve öğretim kurumlarında, siyasi partilerin açık hava ve
    kapalı yer toplantılarında, izinli veya izinsiz yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, sendikalarda, derneklerde veya
    bunlara yönetim ve yapı olarak doğrudan doğruya bağlantılı olan yerlerde veya bunların toplantı ve kongrelerinde, her türlü
    spor karşılaşma veya yarışmalarının yapıldığı yerlerde, kanuna uygun veya kanuna aykırı olarak grev ve lokavt yapılmakta
    olan iş yerlerinde,
    C) Türkiye Büyük Millet Meclisi ana binaları ile Meclis Başkanlığınca belirlenen yerlerde,
    Ateşli silahlar taşınamaz.
    Yukarıda sayılan yerlerde bu Kanuna aykırı olarak ateşli silahları veya bunların mermilerini 4 üncü maddede yazılı
    olan bıçakları veya sair aletleri veya benzerlerini veya Türk Ceza Kanunun 174 üncü maddesinde yazılı olanları taşıyan veya
    bulunduranlar hakkında ilgili kanunlarda belli edilen cezaların iki katı hükmolunur. (1)
    (A) ve (B) bentlerinde sayılan yerlerde 7 nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen, kişiler ile bu
    yerlerin güvenliği için görevli bulunan polis ve jandarma personeli, (C) bendinde sayılan yerlerde ise yalnız bu yerlerin
    güvenliği ile görevli bulunan polis, jandarma ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Mumafız Taburu personeli silahlarını
    taşıyabilirler.
    (Değişik dördüncü fıkra: 23/1/2008-5728/159 md.) (A), (B) ve (C) bentlerinde sayılan yerlere silahla giren veya
    buralarda silah taşıyan kişiler, fiilleri daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, elli günden az
    olmamak üzere adlî para cezası ile cezalandırılır. Ayrıca, bu kişilerin silah ruhsatları bulundurmaya çevrilir. Önödeme veya
    mahkûmiyet kararındaki adlî para cezasının infaz edildiği veya düştüğü tarihten itibaren beş yıllık süre geçmediği takdirde,
    bu kişilere taşıma ruhsatı verilmez.




T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E:2006/8-201
K:2006/190
T:19.09.2006

6136 s. ASK m. 13,16,17

Ruhsatsız silah taşımak suçundan sanık Abdullah'ın beraatine ilişkin olarak (Sandıklı Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 08.05.2002 gün ve 76-179 sayılı hüküm, Sandıklı Cumhuriyet Başsavcısı tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesince 25.03.2004 gün ve 1656/2661 sayı ile;

"Oluşa, dosya içerisindeki kanıtlara göre sanığın, oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı beline takarak köy içinde dolaştığı yolunda kolluğa yapılan ihbar üzerine köye giden görevlilerce yakalandığı anlaşılmakla, tabancanın kullanılmaya elverişli olmasının saptanması halinde atılı suçun oluşacağı gözetilmeden, yanlış kabulle beraat kararı verilmesi" isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel Mahkeme 07.06.2004 gün ve 139-171 sayı ile;
"Sanık silahı mahzene bırakmak için üzerine almıştır. Bu sebeple sanıkta taşıma kastı bulunmamaktadır. Bu tür taşıma kısa süreli taşıma olarak kabul edilmektedir. Y.8.C.D. nin aşağıya aldığımız içtihatlanna konu olduğu gibi bu tür taşımalarda suçun manevi unsuru oluşmamaktadır. Suçun manevi unsuru genel kasttır. Kısa süreli, şekli ve zaruri taşımalarda suçun hukuka aykırılık unsuru oluşmadığı gibi manevi unsuru da oluşmaz. Sanık ruhsatsız silah taşıdığını bilmekte ve taşımayı istemektedir. Ancak bu irade silahı işlevine uygun olarak taşıma amacını içermemektedir. Bu nedenle suçu silah edinmek olarak adlandırmak daha uygun olacaktır. Taşımak kavramının içermediği irade, edinmek kavramında bulunmaktadır. Şekli suçlar kasttan mücerret olamaz. Salt hareket suçun oluşmasına yetmez. Bu hareketin korunan hukuki yararı ihlal etmek kastına bağlı olması lazımdır. Halbuki olayımızda sanık silahı taşımak için değil, oğlunun talimatı üzerine mahzene bırakmak için üzerine almıştır. Daha sonra gelen misafirler ile ilgilendiği sırada silah üzerinde yakalanmıştır. Hem zaman hem de mesafe nazara alındığında sanığın taşıma kastı ile hareket ettiğini kabul etmek mümkün değildir. Sanığın başka yer ve zamanlarda bu silahı taşıdığı konusunda iddia ve ispat yoktur.
Şu halde ruhsatsız silah edinmek suçu şekli bir suçtur. Diğer bir ifadeyle hareket suçudur. Ancak suçun biçimsel bir nitelik taşıması kasttan mücerret olmasını gerektirmez. Şekli suçlar dahi kasta bağlı olmalıdır. Kasta mak-run olmayan hareketler sadece icra edildiği için suç oluşturmazlar.
Ruhsatsız silah edinmek suçundan sanık, silahın fonksiyonlarından faydalanma, mal edinme, sahiplenme duygusu ile hareket etmiş olmalıdır. Böyle bir amaç olmadan silahın maddi varlığı ile bağlantılı, fakat fonksiyonel yapısı ile ilişkisiz olan edinmeler suç oluşturmaz. Örneğin; tamircinin bulundurması, kısa bir süre için alıp ateş etmek, olay çıkmasını engellemek amacıyla muhafaza altına almak hallerinde suç oluşmayacağı karara bağlanmıştır.
Konunun sırf biçim ve şekil süreci üzerinde durulduğu, cürüm niteliğindeki suçlarda öncelikle manevi unsur olan kusurlu iradi hareketin saptanması gerektiği. (Y. 8. C.D.16.10.1997/12358 1997/13688)
Tamir için bırakılan silahı ruhsatını sormayarak bulunduran sanığın eyleminde kast yoktur. (Y.8.C.D. 11.02.1998 1998/596 1998/1498)
Sanığın ruh hastası yeğenine ait tabancayı bir olay olmasından endişe ederek evinde birkaç gün bulundurması eyleminde kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 03.03.1992 1992/227-2917)
Değişik Yargıtay kararlannda işyerinde yaralanan işçiyi hastaneye götüren kişinin farkında olmadan silahı da götürmesi, tarlada çalışan eşinden silahı kısa bir süre için muhafaza amacıyla alan ve bulunduran sanığın eyleminde kast bulunmamıştır.
Sanık bulundurma ruhsatlı tabancasını, yerel kolluktan aldığı izne dayalı olarak, bir evinden diğerine taşırken, yolda yakalanmıştır. Bu durumda sanıkta suç işleme kastı olmadığının kabulü gerekir. (Y.C.G.K. 16.04.1996 1996/8-70-81)
Sanığın işyerinde bulundurmak üzere ruhsata bağlattığı silahını, işyerini naklederken eşyaları ile birlikte getirip yeni işyerinde bulundurması eyleminin sadece nakil aşamasında yetkili mercilerden izin almamasından dolayı idari işlem eksikliği olarak değerlendirilmesi gerekir. (Y.8.C.D. 27.05.2002 2001/25564 2002/6300)
Hakkındaki mahkumiyet hükmünü temyiz etmeyen sanık Hlyi düğün evine kadar aracıyla götüren sanığın, aracının torpido gözüne H tarafından habersiz olarak bırakılan ruhsatsız tabancayı alıp kısa bir süre taşıması, diğer sanığın da oluşu bu şekilde anlatması nedeniyle eyleminde 6136 sayılı Yasada amaçlanan biçimde tabancayı taşımak kastının bulunmadığı gözetilmeden mahkumiyet hükmü kurulması hatalıdır. (Y.8.C.D. 17.06.2002 2001/8242, 2002/7014)
Bir olayda maktule ait tabancayla onu öldürüp tabancayı bir müddet sakladıktan sonra getiren ve teslim olan sanık hakkında ruhsatsız silah edinmekten hüküm kurulması hatalı bulunmuş ve kast olmadığına karar verilmiştir.
Arkadaşlanna hava atmak için silahı kısa süre taşıyan sanığın eyleminde kast bulunmamıştır.
Sanığın babasına ait tabancayı onun bilgisi dışında arkadaşlanna hava atmak için kısa sürede bulundurmaktan ibaret eyleminde kast yoktur. (Y.8.C.D. 29.09.1994, 1994/9811-10319)
Konuya ilişkin diğer içtihatlar aşağıya alınmıştır.
Sanığın arkadaşına ait tabancayı çok kısa bir süre aldığı ve ateş ettiği suç kastının bulunmadığı. (Y.8.C.D. 12.05.1992, 1992/4680-6275)
Kavga edenleri gören sanığın evinde bulunan tabancayı alıp kavgada teşhir etmesinde taşıma kastı oluşmamıştır. (Y.8.C.D. 19.9.1994, 1994/8790-9771)
Sanığın evinde bulundurma ruhsatlı tabancasını, evinin önünde park halinde bulunan arnca koymasında silahın güvenlik alanı dışına çıkanlması söz konusu olmadığından kast unsuru oluşmamıştır. (Y.8.C.D. 25.05.1995, 1995/6200-7552)
Sanığın, alkollü vaziyette kahvehaneye gelen kardeşinin üzerinden olay çıkmasını önlemek için tabancayı alıp, dışan çıkarken yakalanmasından ibaret kısa süreli taşıma eyleminde suçun kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 27.11.1998. 1996/15380, 1996/15882)
Sanığın silahını düğün yerine getirdiği bir müddet sonra düğün yerinden başka bir yere gitmesi gerektiği ve silahı arkadaşına bıraktığı bu sanığın da silahı yanm saatlik kısa bir süre taşıdığı düğünde arama yapan polisler tarafından yakalandığı anlaşıldığından suçun kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 27.11.1996, 1996/13850, 1996/15084)
Sanığın dayısı olan diğer sanığın talimatı ile ruhsatsız tabancayı dükkandan alıp eve getirdiği, ancak tabancayı başkasına göstermek için yakındaki akaryakıt istasyonuna götürdüğü kollukça yapılan aramada ele geçirildiği suç kastının bulunmadığı. (Y.8.C.D. 24.11.1997, 1997/15190, 1997/16305)
Diğer taraftan dava suçüstü hükümlerine göre yürütülmüştür. Bu nedenle sanıklann bir savunma planı oluşturmalanna imkan yoktur. Ve savunma inandıncıdır. Bu nedenle mahkemenin kabulünde bir hata bulunmamaktadır.
Sanığın amacı tabancanın ele geçmesini önlemektir, maksadı tabancayı mahzene saklamaktır, saiki ise oğluna yardımcı olmaktır. Görüldüğü gibi ruhsatsız silah taşımak amacıyla edinmek kastı sanıkta bulunmamaktadır " gerekçesi ile önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de yerel Cumhuriyet başsavcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımın  "onama"  istekli 07.12.2005 gün ve 153893 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gonderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

Sanık Abdullah'ın ruhsatsız silah taşıma suçundan beraatine karar verilen olayda; Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı, bulundurulmasına izin verilen yer dışında bir süreliğine taşımasının ruhsatsız silah taşıma sucunu oluşturup oluşturmayacağına iliskindir.
İnceleme konusu olayda;
Dosyada bulunan ve kolluk tarafından duzenlendigi belırlenen 19.02.2002 tarihli olay yeri tespit tutanağından Abdullah'ın Zeki'ye ait kahvehane çevresinde oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı üzerinde taşıdığının ihbar edildiği anlaşılmaktadır. Tutanakta ihbarı kimin yaptığı yazılı değildir. Yine aynı tarihli el koyma tutanağına göre; alınan ihbar üzerine köye gelen kolluk görevlileri Zeki'ye ait kahvehanede yaptıkları arama sırasında sanık Abdullah'ın üzerinde 7.65 mm. çaplı, 95264232 numaralı tabancayı bulmuşlardır. Sanığın evi ile arama yapılan kahvehane arasındaki mesafe sanığın kendi beyanına ve tanıklara göre 500 metre civarındadır.
Olayla ilgili olarak savunması alınan sanık Abdullah; kollukta alınan 19.02.2002 tarihli savunmasında: Karakolda ifade vermek istemediğini söyledikten sonra, oğlu Süleyman'ın 19.02.2002 tarihinde ifade vermesi üzerine, Süleyman'ın ifadesine uygun şekilde geliştirerek Cumhuriyet savcısı huzurunda yaptığı 20.02.2002 tarihli savunmada: Evimde oğlum Süleyman'a ait bulundurma ruhsatlı tabanca vardı, ev diğer oğlumun nişan töreni sebebiyle kalabalık olduğu için, Adalya'da çalışan oğlum Süleyman tabancayı bulunduğu çekmeceden alıp, evin alt katındaki kilitli bir yere bırakmamı istedi, ben de alt kata bırakmak üzere silahı üzerime aldım, aşağı indim, o sırada benden kurbanlık hayvan almak isteyen Akif beni çağırdı, kapının önüne indim, tam kapının önüne çıkmıştım ki, köye o sırada arama yapmaya gelen jandarma ekipleri herkesin üzerini aradılar ve bendeki silahı gördüler. Kesinlikle silahı kullanma gibi bir amacım yoktur. Öyle olsa idi, şarjörün içine mermi bırakırdım, suçsuzum, dedikten sonra; Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 20.02.2002 (3005 SY göre) tarihli savunmasında; önceki savunmasını tekrar ettikten sonra, biz oğlumla aynı evde otururuz, ben aşağı indiğimde evimiz kahveye yakın olduğu için jandarmalar beni çağırdı ve üzerimde silahı buldular....Benim evim kahvehaneye 500 m. uzaktadır. Silah olay günü çıplak olarak pantolonumun kemerine takılı idi. Üzerimde ceketim de vardı. Kim görüp, ihbar etti bilmiyorum, demek suretiyle savunmasına eklemeler yapmıştır. 07.06.2004 tarihinde bozmaya karşı diyecekleri sorulduğunda ise; bozmaya uyulmasın diyerek, suç saatinin 21.00 olduğunu belirtmiştir.
Sanığın oğlu ve sanığın üzerinde yakalanan silahın sahibi olduğu anlaşılan Süleyman tanık olarak dinlenmiştir. Süleyman kolluk tarafından alınan 19.02.2002 tarihli ifadesinde; Adalya Dinlenme Tesislerinde çalışıyorum. 19.02.2002 de kardeşimin nişanı vardı. Saat 20.00'de babamı telefonla aradım. Evde çekmecede bulunan tabancayı üzerine al, çocuklann eline geçerse bir kaza olur dedim. Babam da tabancayı üzerine almış ve kahvehanenin orada arama sırasında yakalanmış şeklinde beyanda bulunurken; yeminden ve tanıklıktan çekinme hakkı hatırlatıldıktan sonra, takdiren yeminsiz olarak dinlendiği 20.02.2002 tarihli Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde; önceki ifadesini kısmen tekrar ettikten sonra,....babama telefon ettim, silahın başkasının eline geçmemesi için aşağı kata kilitli bir yere bırakmasını söyledim. Sonra yakalanınca haberim oldu. Zaten silahın mermisi de yoktu demiştir. Asliye Ceza Mahkemesi'nde verdiği 20.02.2002 tarihli ifadesi de aynıdır.
Sanık, söylediklerinin doğru olduğunu ispatlamak için tanık dinletmek istemiştir. Bu nedenle dinlenen tanık Akif, Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 27.03.2002 tarihli ifadesinde; olay günü köye hayvan alıcıları gelmiş, sanık Abdullah'ta hayvan bulunduğu için bu şahısları Abdullah'ın evine götürdüm. Orada hayvan alıcıları ile Abdullah anlaşamadılar. Alıcılar, yabancı oldukları için onları yolcu etmek amacıyla birlikte evden çıktık, cami önüne doğru gidiyorduk. Kahvenin önüne geldigimiz sırada kahvede bulunan jandarmalar dışarı cıktılar, bizi kalabalık gorünce durdurdular. Hepimizin uzerini aradılar. Arama sırasında Abdullah'ta silah bulundu seklinde ıfade vermiştir. Yine olayın geçtiği kahvehanenin sahibi Zeki tanık olarak dinlenmiş ve Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 17.04.2002 tarihli beyanında; olay günü jandarmalar kahveye geldiğinde sanık kahvehanede değildi. Yanında bulunan ve hayvan alıcısı olan şahıslarla birlikte yolda yürüyordu. Jandarmalar bu şahıslan da kahvehaneye çağırdılar, üstlerini aradılar, arama sonucunda sanığın üzerinde bir adet tabanca yakalandı. Daha önce sanığı tabanca taşırken görmedim. Sanığın evi kahvehaneye 500 m. uzaktadır. Olay günü, Abdullah'ın evinde nişan merasimi vardı şeklinde ifade vermiştir.
Olay yeri tespit tutanağı ve el koyma tutanağını düzenleyen kolluk görevlileri de tanık olarak dinlenmişlerdir. Bunlardan, K.... Jandarma Karakol Komutanı Yücel Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 17.04.2002 tarihli ifadesinde; olay günü, ismi bizde saklı olan ve sanıkla aynı köyde oturan bir şahıs bize telefon etti. Sanığın bulundurma ruhsatlı silahı o anda üzerinde taşıdığını söyledi. Derhal olay yerine gittik. Yarım saat, bir saat içinde orada olduk. Köy kahvesine gidip, kahvenin dışındaki şahısları içeri aldık. Genel arama yaptık. Arama sonucu bu şahsın üzerinde tabanca çıktı. Şahsın evi ile kahvehanenin yakın olduğunu söylediler, ancak biz bu durumu incelemedik diyerek tutanakları doğrularken; uzman çavuş Murat'da Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 17.04.2002 tarihli ifadesinde; tanık Yücel ile aynı doğrultuda beyanda bulunup, buna ek olarak   şahsa sorduğumuzda, silahı sürekli taşımadığını, düğün sırasında çalınmasını önlemek için üzerine geçiciolarak aldığını söyledi, demiştir. Jandarma eri Hakan "ise Asliye CezaMahkemesi'ndeki 17.04.2002 tarihli beyanında; diğer iki zabıt düzenleyicisi ile aynı doğrultuda ifade vererek, aynca   kendisine sorduğumuzda verdiği cevabı ben hatırlamıyorum. Sadece aramaya katıldım demekle yetinmiştir.
Sanığın üzerinde yakalanan silah oğlu Süleyman adına evde bulundurma ruhsatlıdır.
Dosyada bulunan ruhsatname fotokopisine göre ruhsatın geçerlik süresi 15.02.2004 tarihine kadar devam etmektedir.
Dosyadaki kanıtların değerlendirilmesinden;
Sanık Abdullah'ın olay akşamı saat 20.00-20.30 sıralarında şehir dışında çalışmakta olan oğlu Süleyman'ın telefon ederek, "evde nişan var, tabancayı bulunduğu yerden al, çocukların eline geçmesin" demesi üzerine, Süleyman'a ait bulundurma ruhsatlı tabancayı beline takarak dışarı çıktığı, sanığın belinde silah olduğunu gören bir kişinin Jandarma Karakolunu arayarak Abdullah'ın silah taşıdığı yönünde ihbarda bulunduğu, bunun üzerine kolluk güçlerinin köye hareket ettikleri, 21.30 sıralarında köy kahvehanesinde arama yapmaya başladıkları, bu sırada sanığı da kahvehanenin önünde görerek çağırıp aradıklarında üzerinde silahı buldukları, kahvehane ile sanığın evinin arasındaki mesafenin 500 metre civarında olduğu anlaşılmaktadır.
Sanığın silahı üzerinde taşıdığı sabittir, sanık silah taşıma eylemine kolluk görevlileri tarafından yakalanıncaya kadar devam etmiştir, yakalandığı yer evi veya evinin önü değildir, aksine kolluk tarafından yakalandığında evinden uzaklaşmaya devam etmektedir. Olayın oluş şekli de göz önünde bulundurulduğunda; oğlu Süleyman adına evde bulundurma ruhsatlı olan silahın, bulundurulmasına izin verilen yer dışında sanığın iradesi dahilinde 1 veya 1,5 saat süreyle, 500 metrelik mesafe boyunca ruhsatsız olarak taşınması nedeniyle, tabancanın sağlam ve atışa elverişli olduğunun bilirkişi raporuyla saptanması halinde ruhsatsız silah taşıma sucunun kast unsurunun gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Bu nedenle isabetli görülmeyen yerel mahkemenin direnme hükmü bozulmalıdır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle;
a)Yerel Mahkemenin direnme hükmünün (BOZULMASINA),
b)Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 19.09.2006 günlü müzakerede tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak oybirliği ile karar verildi.
#471


Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, suça karışan çocukların sayısı her geçen gün artıyor. Son dört yılda çocuk suçlu artış oranı yüzde 36. Yalnızca 2011 yılında 84 bin çocuk şuç işledi. Uzmanlar, bu durumun birinci sebebinin aile olduğunu, ilgili kurumların da aileye destek vermekte yetersiz kaldığını ifade ediyor.

İzmir'de 15 yaşındaki H.K., öğretmenini bıçaklayarak öldürdü. İstanbul'da ise 3. sınıf öğrencisi bir kız çocuğu, 5 buçuk yaşındaki Eren B.'yi tuvalette ıslatıp dövdü. Son günlerde meydana gelen bu olaylar Türkiye'de şiddete karışan çocukları gündeme getirdi. Emniyet ve Jandarma teşkilatlarının, Türkiye İstatistik Kurumu'na (TÜİK) rapor ettiği verilere göre, 2008 yılında 62 bin, 2009'da 69 bin, 2010'da 83 bin, 2011'de 84 bin 916 çocuk suça karıştı. Bu veriler, son dört yılda çocuk suçlarında yüzde 36'ya varan artış anlamına geliyor. Yaralama, hırsızlık, mala zarar verme, cinsel suçlar, tehdit, uyuşturucu ve adam öldürme gibi suçları kapsayan bu artış, uzmanları da endişelendiriyor.



Cezaevlerinde çocuk mahkûmlara yönelik çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Adem Solak, istatistiklerin TÜİK verilerine yansıyandan daha yüksek olduğuna dikkat çekiyor. Solak'ın 2008-2010 arasında Adalet Bakanlığı verilerine dayanarak verdiği suça bulaşan çocuk sayısı 427 bin. Solak, adli vaka olarak rapor edilen bilgilerin daha gerçekçi olduğuna dikkat çekerek, suça bulaşan çocuk sayısının TÜİK verilerinin iki katı olduğu tahminini yapıyor.

Boşanmış aileler, şiddet mağduru çocuklar, istismara uğrayan çocuklar toplumsal rehabilitasyon kanallarının tıkalı olması nedeniyle potansiyel suçlu haline geliyor. Yine suç işleyen ve cezaevine düşen ancak rehabilite edilmeyen, suçlularla aynı ortamda cezaevine konulan çocuklar suça bağımlı geliyor. Ayrıca çocuklarla ilgili kurumlar arasında işbirliği olmaması ve suça şahit olanların ihbar etmekten korkması, çocuk suçlarıyla mücadeleyi olumsuz etkiliyor.

Adem Solak'ın cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu çocuklara yönelik yaptığı çalışmada ise bir başka nokta dikkat çekiyor. Cezaevlerindeki çocukların yüzde 63'ü kendini korumak istediği için şiddete başvurduğunu ifade ediyor. Yüzde 17'si içinde bulunduğu sorunu çözmede başka yol bilmediği için, yüzde 10'u da karşısındaki kişiyi cezalandırmak için şiddet uyguluyor. Birkaç gün önce okulda öğretmenini öldüren H.K.'nin hikayesi de bu durumu açıklıyor. Ağabeyi hapiste olan H.K., babası tarafından dövülüyor. Etrafındakilerle sürekli kavga eden H.K., yanında bıçak taşıyor. Sık sık okuldan kaçan çocuk, arkadaşlarına da bıçakla saldırıyor.

Uzmanlar, Türkiye'de devlet kurumlarının ancak çocuk suç işlediğinde harekete geçtiğini söylüyor. 2005 yılında çıkarılan Çocuk Koruma Kanunu da dâhil yasalar ve kurumlar suç ve ceza odaklı bir yaklaşıma sahip. Çocukların suça sürüklenmelerini engelleme konusunda gerekenler yapılmıyor. Mağdur çocuklarla ilgili ise çok az yasal düzenleme bulunuyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü Murat Koçak, Türkiye'nin bu yaklaşımdan çıkarak suçu önlemeye yönelik uygulamalar yapması gerektiğini vurguluyor.

SUÇ İŞLEYEN ÇOCUKLAR BİR ARAYA GELİNCE SUÇ ORANI DA ARTIYOR

Uzman psikiyatrist Dr. Ayhan Akcan'a göre suça meyilli olan çocuklar suç işlemeden önce davranışlarıyla alarm veriyor. Etrafa zarar verme, okul asma, sokakta çok fazla zaman geçirme, sınıfta kalma, karakola düşme, madde kullanma (uyuşturucu, sigara, bali, alkol, vb.) hayvan öldürme gibi davranışlar çocuğa dikkat edilmesi gerektiğini gösteriyor. Çocuk bu davranışlarıyla bir nevi yaklaşan tehlikeyi haber veriyor. Akcan'a göre, ebeveynlerin bunu fark edip önlem alması gerekiyor.

Çocuk suçlarında artış metropollerde daha çok dikkat çekiyor. Örneğin İstanbul Emniyeti verilerine göre 2011 yılında 17 bin çocuk hakkında 25 bin adli işlem yapıldı. Bu rakamlar, bir çocuğun birden fazla suç işlediğini gösteriyor. Dikkat Çocuklar Derneği'nin Yönetim Kurulu 2. Başkanı Tanzer Gezer ise tutuklama ve rehabilitasyon süreçlerinin iyi olmadığını belirtiyor. Yine ceza avukatı Mahmut Ceren ise tutuklanma gerekçelerine göre cezaevine konulan çocukların suça bağımlı hale geldiklerine işaret ediyor.

Suça sürüklenmiş çocuklar bir araya gelince suça olan eğilim daha da artıyor. Çünkü suçtan bahsedilen ve suçun yüceltildiği bir ortam adeta suç okulu haline geliyor. Gezer, bu nedenle çocuk tutukevlerinin ayrı olması ve buralardaki rehabilitasyon süreçlerinin daha iyi yapılması gerektiğine vurgu yapıyor. Ceren'e göre ise özellikle Polat Alemdar'a benzeme hastalığı olan çocukların suç eğilimlerini törpülemek için eğitim verilmesi gerekiyor. Ceren, cezaevlerinde bu çocuklara eğitim verildiğini ama bunların yeterli gelmediğini belirtiyor.

Suç işleyen çocukların cezai ehliyeti tüm dünyada tartışmalara neden olan bir konu. Bazı ülkelerde suç işleyen çocuklar için cezai ehliyeti 15 yaşında başlarken Türkiye'de 12 yaşında başlıyor. 15 yaşı sınır alan ülkelerde suça sürüklenen çocuklar cezanın dışında tutuluyor ama aynı zamanda rehabilite ediliyor. Çocuk yargılanma değil, iyileştirme sürecinden geçiyor. Solak, "Ancak çocuğu korumayı ilke edinerek her şehirde rehabilitasyon alanları oluşturursak, 15 yaş uygulanabilir." diyor.

Dinî değerleri öğrenseydim suç işlemezdim

Avukat Mahmut Ceren, çocuk suçluluğunun önlenmesinde eğitim, rehabilitasyon, spor gibi faaliyetler kadar dinî eğitimin de etkili olacağını söylüyor. Ceren, "Allah korkusu suça eğilimi azaltıyor. Allah'tan korkan insan suç işlemiyor." diyor. Buna göre insanlarda ceza korkusu ikinci planda kalıyor. ŞİDAM (Üsküdar Üniversitesi Şiddet ve Suçla Mücadele ve Uygulama Merkezi) Müdürü ve HEGEM (Hayatboyu Gelişim Eğitim Derneği) Başkanı Prof. Dr. Adem Solak'ın cezaevlerinde yaptığı araştırmanın sonuçları da bunu gösteriyor. Cezaevlerindeki çocukların yüzde 45'i "Dinî ve ahlakî değerler bana öğretilseydi suç işlemezdim." diyor. Türkiye'de suça sürüklenen çocuklarla ilgili ilk merci çocuk polisi oluyor. Polis ancak çocuk suç işlediğinde duruma müdahale edebiliyor. Ancak polis müdahalesinden sonra çocukla ilgili olan kurumların koordine olmaması ve yeteri kadar rehabilitasyon merkezinin olmaması çocuk suçları ile mücadelede yetersiz kalınmasına sebep oluyor.

Psikiyatrist Ayhan Akcan'a göre anne ve baba tarafından şefkat görmeyen çocuklar ıslah olmuyor. Akcan çocuk suçluluğu ile mücadelede ilk vazifenin anne babaya düştüğünü söylüyor. Buna göre anne babadan herhangi birinin çocuğa ilgi göstermese büyük önem ifade ediyor. Küçük yaştaki çocuklar babalarını örnek aldıkları için babanın çocuğa doğruyu ve yanlışı öğretmesi gerekiyor. Ayrıca Akcan, suça meyilli olan çocuklara zamanında müdahalede ailenin kilit noktada olduğunu söylüyor. Akcan, "Suça zamanında müdahale okulda, yetiştirme yurtlarında, askeriyede değil ailede olur."

Sosyal hizmetlerdeki uzman sayısı artırılmalı

Ailenin bilinçlendirilmesi için Sosyal Hizmetler, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi kurumların aileye yönelik çalışmalar yapması gerekiyor. Ayrıca şehirlerde sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve rehber öğretmen gibi aileye yardım edebilecek yeteri kadar uzman bulunmuyor. Şehirlerde olması gereken aile ile ilgilenen uzman sayısının ancak yüzde 10'u görevlendiriliyor. Bu oranı çok az bulan Adem Solak, "Hiçbir ilde bu sayının yüzde 20'yi aşmadığını görüyoruz. Ayrıca 110 bin uzman olması gereken sosyal hizmetlerde şu an yaklaşık 4 bin uzman var. Bu sayı artırılmalı." diyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1352161&title=cocuk-suclu-sayisinda-tehlikeli-tirmanis



Çocuk suçlu sayısını örgütler artırıyor

TUĞBA ÖCEK - İSTANBUL

Son yıllarda yapılan araştırmalar, bütün suçlarda yaş oranlarının düştüğünü gösteriyor.

Alkol, sigara, uyuşturucu maddeler gibi kötü alışkanlıklara başlama yaşı 11-12'ye kadar iniyor. Çocuk suçlu sayısını artıran etkenlerin başında ise suç örgütleri geliyor. Bu örgütler özellikle büyük şehirlerdeki eylemlerinde çocukları kullanıyor. Uzmanlar, çocuğu suçtan uzaklaştıracak eğitimin ailede başlayıp okulda devam etmesi gerektiğini belirtiyor.

F.S. suça karışan ve 16 yaşında hapse giren çocuklardan sadece birisi. Diyarbakır'dan İstan-bul'a göç eden bir ailenin ikinci çocuğu olan F.S., 13 yaşındayken hem bir hazır giyim atölyesinde çalışıyor hem de okuluna devam ediyor. Annesi ve babası ayrı olan F.S., bir gece sokakta karşılaştığı çocuklarla kavgaya karışıyor. Dayak yiyen F.S., kendisini döven çocuklardan birini bıçaklıyor. Suçu sebebiyle 10 yıl hapis cezası alan F.S.'yi Yargıtay ceza indirimi ile 7 yıla mahkûm ediyor. Hapisten çıktığında 23 yaşına girmiş olan F.S.'nin şimdi tek derdi, hayata tutunmak...

Zaman'ın önceki gün manşetten duyurduğu 'Çocuk suçlu sayısında tehlikeli tırmanış' haberi üzerine uzmanlar, aileleri çocuk suçları konusunda uyarıyor. Prof. Dr. Adem Solak, değişen dünya değerleri karşısında ayakta duramayan ailenin, çocukların suça bulaşmasının birinci sebebi olduğunu vurguluyor. Solak, çocuğa ahlaki değerleri öğretmesi gereken ailenin ilgisini yetersiz buluyor. Psikiyatrist Ayhan Akcan, "Çoğunluğu göç ile büyük şehirlere gelen bu ailelerde, öncelikle çocuklar yeni yaşama adapte olamıyor. Aileler bu konuda bilinçli olmadıkları için durumu ancak çocuk suça sürüklendiğinde fark ediyor." şeklinde konuşuyor. Solak'a göre çocuk suçlarının önlenmesi için ilk olarak ailenin bilinçlendirilmesi gerekiyor. Prof. Solak şu tavsiyelerde bulunuyor: "Ailenin bilinçlendirilmesi için Sosyal Hizmetler, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi kurumların aileye yönelik çalışmalar yapması şart. Ayrıca şehirlerde sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve rehber öğretmen gibi uzmanlar yeterli değil. Şehirlerde olması gereken uzman sayısının ancak yüzde 10'u görevlendiriliyor. Hiçbir ilde bu sayı yüzde 20'yi aşmıyor. Ayrıca 110 bin uzman olması gereken sosyal hizmetlerde şu an yaklaşık 4 bin uzman var. Bu sayı artırılmalı." Eğitim kurumlarının insani değer kazandırma yönüne vurgu yapan Prof. Solak, eğitimin öğretime kurban edildiğini kaydediyor. Adem Solak, "Okul, ailede insani değerler eğitimi almamış çwocukların eksiğini telafi edeceği tek yer. Okulda da bunu yapamadığınız zaman sokağın insafına terk ettiğiniz bir nesille karşı karşıyasınız." diyor.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü Murat Koçak ise çocukların aileden sonra en çok okulda vakit geçirdiğini ve eğitimcilerin dikkatli olması gerektiğini söylüyor. Buna göre çocuk davranışlarıyla suça meylini haber verdiğinde bunu aileden sonra okuldaki öğretmenler anlayabiliyor. Bu durumu fark eden eğitimcilerin çocuğun ailesiyle ve yetkililerle irtibata geçmesi gerekiyor. Gençlerin enerjilerini yönlendiremediğine dikkat çeken eski Adli Tıp Başkanı Oğuz Polat, "Sınava ve sürekli ders çalışmaya odaklı eğitim sisteminde başarısız olan çocuk sokağa yöneliyor." ifadelerini kullanıyor. Polat'a göre çocukları sokaklardan uzak tutmanın yolu, onları spor gibi başarılı olacakları bir alana yönlendirmekten geçiyor. Böylece spor, müzik gibi alanlarda başarılı olan çocuk başka bir alanda başarısız olduğunda hayal kırıklığı yaşayarak yanlış bir davranışta bulunmayacak.

ÇOCUKLAR ÖRGÜT TUZAĞINDA

Son yıllarda çocukların suç örgütleri tarafından kullanılması da çocuk suçlu sayısını artırıyor. Büyük şehirlerde çeteler tarafından hırsızlık yaptırılan çocuklar, kırsal kesimlerde ise terör örgütlerinin güvenlik güçleri ve sivillere karşı illegal eylemlerinde ön saflarda kullanılıyor. Taş Atan Çocuklar Yasası'nın yürürlüğe girmesinden sonraki bir buçuk yıllık zaman diliminde korsan gösteri, molotoflu saldırı, araç kundaklama gibi olaylarda yüzde 214 artış gözleniyor. Bu olaylarda gözaltına alınan 18 yaş altı şüphelilerde yüzde 216 artış var. Güvenlik güçlerinin verilerine göre özellikle büyük şehirlerdeki suçlarda çocuklar kullanılıyor. Bu çocuklar farklı bölgelerden ya kaçırılıyor ya da ailelerinin rızası ile alınıyor. Çocukların tercih edilmesinin sebebi ise cezai ehliyetinin bulunmaması ve tekrar yeni suçlarda kullanılabilmesi.

Son yıllarda yapılan araştırmalara göre bütün suçlarda yaş oranları gittikçe düşüyor. Alkol, sigara, uyuşturucu gibi maddelere bağımlılık yaşı 11-12'ye kadar iniyor. Küçük yaşta bu ortamlara giren çocuklar, suça daha meyilli oluyor ve yaralama, adam öldürme, hırsızlık, gasp, mala zarar verme, cinsel suçlar ve uyuşturucu kullanma ve satma gibi suçlara bulaşıyor. Uyuşturucu kullanımı da ilköğretime kadar düşmüş durumda. Uzmanlar ise gerçek sayıların TÜİK verilerinin iki katı olduğunu belirtiyor. Tüm olayların emniyete gelmediği düşünüldüğünde ise ortaya korkunç bir tablo çıkıyor.

Çocuk suçlarını önlemek için neler yapılmalı?

Çocuklara insani ve ahlaki değerler öğretilmeli.

Çocukların dini eğitimine dikkat edilmeli.

Çocuklar okul saatleri dışındaki boş vakitlerini dolduracak sanat ve spor faaliyetlerine yönlendirilmeli.

Aileler çocuklarını yakından takip etmeli.

Öğretmenler çocuklara iyi gözlem yapmalı.

Çocukların okula devam durumu takip edilmeli.

Özellikle çocukların rol model gördüğü baba, evdeki davranışlarına dikkat etmeli.

Çocukların yanlışları şiddet yoluyla değil konuşarak anlatılmalı.

Anne-baba okulları açılmalı. Anne-babalara eğitim verilmeli.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın 5 yıllık 'Şiddet Eylem Planı' uygulanmalı.

Sosyal hizmetlerdeki uzman sayısı artırılmalı.

Suça sürüklenmiş çocuklar koruma altına alınmalı. Bu çocuklara yönelik rehabilitasyon merkezleri açılmalı.

Rehberlik sistemi güçlendirilmeli.

Cezalandırma zihniyetinden vazgeçilmeli.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1352537&title=cocuk-suclu-sayisini-orgutler-artiriyor&haberSayfa=0
#472



Hasan Demir'in haberi.

Danıştay, başörtüsünden dolayı öğrencisine hakaret eden öğretim görevlisinin 'görevi kötüye kullandığı'na hükmederek yargılanması gerektiğine karar verdi. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Trabzon Meslek Yüksekokulu öğretim görevlisi Nazmiye Aydın, okul dışındaki bir konferansa başörtüsüyle katılan Safiye Öksüz'ün yoklama listesindeki imzasını karalamıştı.

Yoklama kâğıdına "Ders kapsamında gidilen konferansa türbanlı katıldı." şeklinde not düşen Aydın, öğrencisi Öksüz'ü devamsızlığını gerekçe göstererek final sınavına da almamıştı. KTÜ'nün oluşturduğu kurul, Aydın'ı suçlu bulurken, Danıştay da öğretim görevlisinin görevini kötüye kullandığına hükmetti. Aydın, 'görevi kötüye kullanma' suçundan Trabzon Sulh Ceza Mahkemesi'nde, kılık kıyafet sebebiyle öğrencilerine 'hakaret' ettiği iddiasıyla da Akçaabat Sulh Ceza Mahkemesi'nde yargılanacak.

Olay, 2010 yılının Nisan ayında gerçekleşti. Nazmiye Aydın, o gün girişimcilik dersini Akçaabat Belediyesi Konferans Salonu'nda düzenlenen 'Verimlilik' konulu konferansa katılarak gerçekleştirdi. İkinci sınıf öğrencisi Safiye Öksüz, konferansa başörtülü olarak katıldı. Aydın, genç kızın başını açmaması üzerine yoklama listesindeki imzasının üzerini karaladı ve 'yok' yazdı. Karaladığı imzanın altına da "Ders kapsamında gidilen konferansa türbanlı katıldı." şeklinde not düştü. Öksüz, bu olaydan yaklaşık 1,5 ay sonra yapılan final sınavına devamsızlıktan kaldığı gerekçesiyle alınmadı. Bunun üzerine Öksüz, Aydın ile görüşerek derse geldiği halde yok yazıldığını ve hakkını adli mercilerde arayacağını söyledi. Nazmiye Aydın ise öğrencisini, kendisine tehdit ederek hakarette bulunduğu iddiasıyla disipline sevk etti. Disiplin Kurulu, Öksüz'e 1 ay okuldan uzaklaştırma cezası verdi.

Genç kız, cezanın iptali için Trabzon İdare Mahkemesi'ne açtığı davayı kazandıktan sonra, yoklama kâğıdında imzasının silinmesinden dolayı 'resmî evrakta tahrifat' yaptığı iddiasıyla hocası hakkında ayrı bir dava açtı. Safiye Öksüz ve okul arkadaşları Eda Topar ve Hanife Esma Gül Şahin, öğretim görevlisi Aydın'ın kılık kıyafetlerinden dolayı kendilerine hakaret ettiği gerekçesiyle YÖK, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, TBMM İnsan Hakları Komisyonu ve Cumhurbaşkanlığı'na şikâyette bulundu. KTÜ Rektörlüğü de şikayetler üzerine Aydın hakkında disiplin soruşturması açtı. Rektörlükçe oluşturulan kurul, Aydın'a 'görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak' suçunu işlediği gerekçesiyle 1/30 oranında 'aylıktan kesme' cezası verdi. Kurul, ayrıca, evrakta tahrifat, sınava almama ve kılık kıyafetlerinden dolayı öğrencilerine hakaret iddialarında da Aydın'ın haksız olduğu kanaatine vararak lüzum-u muhakeme karar almıştı. Öğretim görevlisi ise kurulun her üç kararı için de Danıştay'a temyiz başvurusu yaptı. İtirazı değerlendiren Danıştay 1. Dairesi, öğretim üyesi Aydın'ın 'görevi kötüye kullanma' ve 'kılık kıyafet nedeniyle hakaret' suçunu işlediğine dair yeterli delil bulunduğu için itirazın reddine ve hakkında kamu davası açılmasına karar verdi. Daire, öğretim görevlisi Aydın'ın evrakta tahrifat yaptığı yönündeki kararı ise bozarak, bu konuda yargılanmasına gerek olmadığına hükmetti.

Öğretim görevlisi Nazmiye Aydın, TCK'nın 257. maddesi gereğince 'görevi kötüye kullanma' suçundan önümüzdeki aylarda Trabzon Sulh Ceza Mahkemesi'nde, kılık kıyafet nedeniyle öğrencilerine 'hakaret' ettiği iddiasıyla da TCK'nın 12. maddesi gereğince Akçaabat Sulh Ceza Mahkemesi'nde yargılanacak.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1352199&title=danistay-basortulu-ogrenciye-hakareti-gorevi-kotuye-kullanmak-saydi
#473
Merhabalar. Öncelikle ihtar çekmeniz ve vereceğiniz süre içinde kazandığınız ödül verilmezse, yasal yollara müracaat edeceğinizi belirtmeniz daha yararlı olur.

Alıntı Yapdava açılsa sonuç alınma şansı ne kadardır?

Üniversiteyi ödülü vermekten alıkoyan haklı bir sebep yoksa, çok büyük ihtimalle dava lehinize neticelenecektir. Kolay gelsin...
#474
Alıntı YapSatış vaadi sözleşmesi ile noterde daire alıcağım ...
Aciz vesikası almış banka,bu işlemi sistemde görebilir mi?

Satış vaadi sözleşmesinin taşınmaz devir sözleşmesi anlamına gelmediğini, devir sözleşmesinin ancak tapuda yapılabildiğini bildiğinizi tahmin ettiğimden, bu kısma girmeksizin sorunuzu cevaplıyorum: Göremez.

Alıntı YapBir de banka aciz vesikası ile yeniden takibe başlarsa bunu
e devlette görebilir miyim?

Görebilirsiniz. Kolay gelsin...
#475
Merhabalar.

Alıntı Yapİhracat yaptığımız firmaya bu sefer ödemesini peşin almayacağız ancak eğer bu yabancı şirket bizim ödememizi yapmazsa yasal olarak nasıl haklarımız var ve nasıl alabiliriz
Alman bir şirket

Burada öncelikle taraflar arasında imzalanmış olan sözleşmelerde yetkili mahkeme ve icra daireleri ile uygulanacak hukuk açısından bir hüküm bulunup bulunmadığına bakılmalıdır. Şayet konuyla ilgili bir hüküm varsa, bu hüküm istikametinde hareket edilmesi gerekecektir. Hüküm yoksa, borçlu yabancı şirket hakkında Türkiye'de de icra takibi başlatılabilir; ancak ödeme emrinin ilgili ülke diline tercüme ettirip Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü kanalıyla ilgili ülkedeki borçluya tebligat yaptırılması gerekecektir. Yurt dışındaki yabancılara tebligat örnek 184 nolu form doldurularak yapılır. Bu tebligatla ilgili uyulması gereken esaslar, Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'te açıkça belirtilmiştir. Konuyla ilgili maddeler aşağıdadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu' nun 6.5.1998 Tarih ve 1998/325-12-287 sayılı kararında "...Cebri icra ; her devletin kendi ülke ve sınırları içerisinde haiz olduğu mutlak güç ve yetkidir... " denilmiş ve bu gücün "...Devletin egemenlik ve hükümranlık haklarının kullanılmasının doğrudan bir sonucu olduğu... " belirtilmiştir; bu durum karşısında, yabancı şahıs veya şirketlerle ilgili Türkiye'de yapılan bir icra takibi neticesinde cebri icra yoluyla alacağın tahsil edilebilmesinin oldukça zor olduğu söylenebilir. Bu noktada, konuyla ilgili ülkeler arasında akdedilmiş olan ikili anlaşmalar ön plana çıkmaktadır. İkili anlaşma bulunup bulunmadığı ve varsa hangi özellikler içerdiği incelenmelidir. 5718 Sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun'un konuyla ilgili maddeleri aşağıdadır. Şayet şirketler arasında akdedilen sözleşmede konuyla ilgili bir hüküm bulunmuyorsa, olası bir alacak durumunda bu alacağın tahsiliyle ilgili doğrudan Almanya'da hukuki yollara müracaat edilmesi çok daha etkili bir yol olacaktır. Öte yandan, mümkün olabildiğince uluslararası ticaretin akreditif yöntemiyle yapılmasında yarar olduğunu hatırlatmak isterim.


     5718 Sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanun

    Sözleşmeden doğan borç ilişkilerinde uygulanacak hukuk

    MADDE 24 – (1) Sözleşmeden doğan borç ilişkileri tarafların açık olarak seçtikleri hukuka tâbidir. Sözleşme hükümlerinden veya hâlin şartlarından tereddüde yer vermeyecek biçimde anlaşılabilen hukuk seçimi de geçerlidir.
   
    (2) Taraflar, seçilen hukukun sözleşmenin tamamına veya bir kısmına uygulanacağını kararlaştırabilirler.
   
    (3) Hukuk seçimi taraflarca her zaman yapılabilir veya değiştirilebilir. Sözleşmenin kurulmasından sonraki hukuk seçimi, üçüncü kişilerin hakları saklı kalmak kaydıyla, geriye etkili olarak geçerlidir.
   
    (4) Tarafların hukuk seçimi yapmamış olmaları hâlinde sözleşmeden doğan ilişkiye, o sözleşmeyle en sıkı ilişkili olan hukuk uygulanır. Bu hukuk, karakteristik edim borçlusunun, sözleşmenin kuruluşu sırasındaki mutad meskeni hukuku, ticarî veya meslekî faaliyetler gereği kurulan sözleşmelerde karakteristik edim borçlusunun işyeri, bulunmadığı takdirde yerleşim yeri hukuku, karakteristik edim borçlusunun birden çok işyeri varsa söz konusu sözleşmeyle en sıkı ilişki içinde bulunan işyeri hukuku olarak kabul edilir. Ancak hâlin bütün şartlarına göre sözleşmeyle daha sıkı ilişkili bir hukukun bulunması hâlinde sözleşme, bu hukuka tâbi olur.

    Milletlerarası yetki
   
    MADDE 40 – (1) Türk mahkemelerinin milletlerarası yetkisini, iç hukukun yer itibariyle yetki kuralları tayin eder.

    Yetki anlaşması ve sınırları
   
    MADDE 47 – (1) Yer itibariyle yetkinin münhasır yetki esasına göre tayin edilmediği hâllerde, taraflar, aralarındaki yabancılık unsuru taşıyan ve borç ilişkilerinden doğan uyuşmazlığın yabancı bir devletin mahkemesinde görülmesi konusunda anlaşabilirler. Anlaşma, yazılı delille ispat edilmesi hâlinde geçerli olur. Dava, ancak yabancı mahkemenin kendisini yetkisiz sayması veya Türk mahkemelerinde yetki itirazında bulunulmaması hâlinde yetkili Türk mahkemesinde görülür.
   
    (2) 44, 45 ve 46 ncı maddelerde belirlenen mahkemelerin yetkisi tarafların anlaşmasıyla bertaraf edilemez.



    Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik

   Yabancı Ülkede Yapılacak, Yabancı Ülkeden Gelecek veya Yabancılara Yapılacak Tebligat
   
   Yabancı ülkelerde bulunanlara tebligat
   
   MADDE 38 – (1) Yabancı ülkelerde bulunanlara tebliğ olunacak evrak, tebligatı çıkaran merciin bağlı bulunduğu bakanlık aracılığıyla Dışişleri Bakanlığına, oradan da o yerdeki Türkiye Büyükelçiliğine veya başkonsolosluğuna gönderilir.
   
   (2) Dışişleri Bakanlığının aracılığına gerek görülmeyen hallerde, tebligat evrakı bakanlıklarca doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliğine veya başkonsolosluğuna gönderilebilir.
   
   (3) Dışişleri Bakanlığı ve tebliği çıkaran merciin bağlı olduğu bakanlık tebliğ evrakını, 39, 40, 41, 43 ve 47 nci madde hükümlerine göre düzenlenip düzenlenmediği yönünden inceler, varsa yanlışlık ve eksiklikleri düzelttirir veya tamamlattırır.
   
   Tebliğ evrakının düzenlenmesi
   
   MADDE 39 – (1) Yabancı ülkelere gönderilecek tebliğ evrakı, anlaşma hükümleri ve mütekabiliyet esaslarına göre düzenlenir.
   
   (2) Yabancı ülkelere gönderilecek tebliğ evrakında; muhatabın adı ve soyadı, tam adresi ve uyruğu gösterilir. Bu bilgiler yazı makinesi ile yazılır.
   
   (3) Her takvim yılı başında, tebligat işleriyle ilgili anlaşmalar hükümleri, mütekabiliyet esasları ve hangi ülkeler için avans olarak ne kadar tebligat masrafı yatırılması gerektiği Adalet Bakanlığınca Dışişleri Bakanlığından görüş alınarak Resmî Gazete'de yayımlanır.
   
   (4) Bir takvim yılı içinde meydana gelen değişiklikler de aynı usulle ilan edilir.
   
   Tebliğ evrakının tercüme ettirilmesi
   
   MADDE 40 – (1) Tebliğ evrakı ve tebliğ mazbatalı kapalı zarf, muhatabın bulunduğu ülke diline veya anlaşmalarla belirlenen dile tercüme ettirilir.
   
   (2) Tebliğ evrakı, ilgili tarafından tebligatı çıkaracak mercie verilmişse, tercümenin noterlikte yaptırılması gerekir. İlgilinin bulunduğu yerdeki noterlikte o dili bilen mütercim bulunmaz ve ilgilinin tercümeyi şahsen veya vekili tarafından diğer bir şehirdeki noterlikte yaptırması imkânı da bulunmazsa, tercüme, tebligatı çıkaracak merci tarafından tercüme yapılabilecek yerde bulunan denk bir merci vasıtasıyla oradaki noterlikte yaptırılır.
   
   (3) Tebligat evrakı, ilgili merci tarafından resen tanzim edilmişse, merciin mütercimi varsa onun tarafından tercüme edilir ve merci tarafından onaylanır. Aksi halde, o yerdeki noterlikte veya diğer bir yerde bulunan denk bir merci vasıtasıyla tercüme ettirilir.
   
   (4) Şu kadar ki ilgili merci, adli mercilerden ibaret ise, tercüme, mütercim bulunabilecek yerdeki yetkili merciin istinabesi suretiyle yaptırılır.
   
   Müddet tayini
   
   MADDE 41 – (1) Yabancı ülkelere gönderilecek olan ve belirli bir günü içeren tebliğ evrakının, tebliği çıkaran merci tarafından, belirlenen günden en az üç ay önce ilgili bakanlığa gönderilmesi gerekir.
   
   Yabancı ülkelerdeki Türk vatandaşı olmayanlara tebligat
   
   MADDE 42 – (1) Yabancı ülkede kendisine tebligat yapılacak kişi Türk vatandaşı olmadığı takdirde, tebligat o ülkenin yetkili makamı vasıtasıyla yapılır. Bunun için anlaşma veya o ülke kanunları müsait ise, o yerdeki Türkiye siyasi memuru veya konsolosu tebligat yapılmasını yetkili makamdan ister.
   
   Yabancı ülkelerde Türk vatandaşına yapılacak tebligat
   
   MADDE 43 – (1) Yabancı ülkede kendisine tebligat yapılacak kişi, Türk vatandaşı olduğu takdirde tebligat, o yerdeki Türkiye siyasi memuru veya konsolosu vasıtasıyla da yapılabilir.
   
   (2) Bu halde tebligatı Türkiye siyasi memuru veya konsolosu ya da bunların görevlendirecekleri bir memur yapar.
   
   (3) Tebliğin konusu ile hangi merci tarafından çıkarıldığı bilgilerinin yer aldığı ve otuz gün içinde başvurulmadığı takdirde tebliğin yapılmış sayılacağı ihtarını içeren bildirim, muhataba o ülkenin mevzuatının izin verdiği yöntemle gönderilir.
   
   (4) Bildirimin o ülkenin mevzuatına göre muhataba tebliğ edildiği belgelendirildiğinde, tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurulmadığı takdirde tebligat otuzuncu günün bitiminde yapılmış sayılır. Muhatap Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna başvurduğu takdirde tebliğ evrakını almaktan kaçınırsa, bu hususta düzenlenecek tutanak tarihinde tebliğ yapılmış sayılır. Evrak bekletilmeksizin merciine iade edilir.
   
   (5) Tebligat, ek-1'de yer alan (4) numaralı örneğe göre düzenlenecek bir mazbata ile belgelendirilir.
   
   (6) Tebellüğden kaçınma halinde bu husus mazbataya yazılarak tebliğ yapan tarafından imzalanır.
   
   (7) Bu maddeye göre kazaî merciler tarafından çıkarılacak tebligatta, tebliğ evrakı doğrudan o yerdeki Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğuna gönderilebilir. Türkiye Büyükelçiliği veya Konsolosluğu tarafından tebliğ işleminin gerçekleştirilmesinden sonra evrak doğrudan ilgili kazaî mercie gönderilir.
   
   (8] Tebligatı çıkaran kazaî merci bu madde hükmüne ya da 38 inci maddeye göre tebliğ yapma hususunda takdir hakkına sahiptir.
#476
Merhabalar.

Alıntı YapBir şahıs firması Ltd ye dönüşebilir mi? yoksa sadece kurulan ltd ye ayni sermaye olarak mı konulur?

Bilindiği üzere şahıs firması şahıstan ibarettir ve tüzel kişiliği de mevcut değildir. Bu durumda şahıs firmasının tüzel kişiliği olan bir şirkete dönüşmesinden ziyade kurulacak bir limited şirkete şahıs firmasının sahibi olan şahsın mamelekinden (şahıs firmasının tüzel kişiliği olmadığından böyle bir firmanın malvarlığından da bahsedilemez) aktarılacak maddi (para, menkul, gayrimenkul, vs.) ve manevi (bilgi birikimi/know-how) sermayeden bahsedilmesi gerekir diye düşünüyorum.

Alıntı YapŞahıs firmasının yapmış olduğu anlaşmalar yeni kurulan limitede ayni sermaye olarak şahıs firması konuldu diye anlaşmalar otomatikman limited ilede yapılmış sayılır mı yoksa şahıs firması limited şirkete dönüşmediğinden sadece ayni sermaye olarak konulabildiğinden limited şirket ayrı bir firma olacağı için şahıs firmasının yapmış olduğu anlaşmalar tekrar limited şirketle yapılması gereklimidir?

Şahıs firmasının yapmış olduğu anlaşmalar limited şirketle de yapılmadığı sürece limited şirketi bağlamaz. Kolay gelsin...
#477
Merhabalar.

Alıntı yapılan: ee911 - 27 Eylül 2012, 17:19:09
İyi günler. Bankalara olan birtakım borçlarımdan dolayı icra takibine başlanması söz konusu. Yeni çıkan yasa hakkında anlamadığım bir nokta var. Ev haczinde koltuk televizyon gibi eşyaların haczedilemeyeceğinden bahsediliyor. Fakat aynı zamanda aynı eşyanın 2 tane olmasından kaynaklanan bir haciz işleminin yapılabileceğinden de bahsediliyor. Anlamadığım nokta şu. Evimde hem salonda hem de oturma odasında koltuk takımları var. İcra memuru bunlardan biri fazla diyerek bunları haczedebilir mi? Cevabınız için şimdiden teşekkür ederim.

Koltuk takımları, oymalı/gösterişli ve el emeği, göz nuru olarak üretildikleri eski devirlerde pahalı oldukları için ekonomik bir değer de ifade ediyordu. Dolayısıyla eski devirlerde koltuk takımlarının haczi ve muhafazası, bunun akabinde de cebri icra yoluyla satışı, alacaklıya az da olsa bir ekonomik fayda sağlayabiliyordu. Günümüzde ise bu durum tamamen değişmiştir. İcra ve İflas Kanunu'ndaki son değişikliklerden önce de uzun bir süredir alacaklılar ekonomik bir fayda sağlamadığı, tam tersine yüzü astarını geçen masraflara (taşıma, nakliye, yediemin ve satış masrafları) yol açtığı için fiilen koltuk takımları gibi yükte ağır, pahada hafif eşyaları haczetme yoluna gitmiyordu, ezkaza haczetse bile muhafaza altına almıyordu. Zaten koltuk takımlarını muhafaza edecek yediemin bulmak da son derece zordur; zira yedieminler de depoda kapladığı yere nispetle son derece az gelir getiren ve çoğu zaman satılamadığı için uzun süreler boyunca depoda kalan ve hem zarar etmelerine hem de gereksiz uğraşmalarına sebep olan bu tür eşyaları almak istemezler. İşin fiili yönü bu şekilde. Hukuki yönüne gelince... İcra ve İflas Kanunu'nun 82. maddesi gereğince, "Vazgeçilmesi kabil olmayan mutfak takımı ve pek lüzumlu ev eşyası, Para, kıymetli evrak, altın, gümüş, değerli taş, antika veya süs eşyası gibi kıymetli şeyler hariç olmak üzere, borçlu ve aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için lüzumlu eşya; aynı amaçla kullanılan eşyanın birden fazla olması durumunda bunlardan biri" haczedilemez. Dolayısıyla alacaklı hukuken evde bulunan ikinci koltuk takımının haczini isteyebilir ancak borçlu da aynı çatı altında yaşayan aile bireyleri için bu eşya lüzumludur ve farklı odalarda kullanılan bu eşyalar kanundaki ifadesiyle "aynı amaçla kullanılan eşya" konumunda da değildir diyerek olası bir hacze itiraz edebilir. Bu talep ve itiraz karşısında haciz koyup koymama kararını icra memuru verecektir. Benim naçizane kanaatim, böyle bir eşyanın haczedilemeyeceği yönündedir. Memur haciz kararı verip eşyayı haczederse, hacizden veya haciz borçlunun gıyabında yapılmışsa, haczin öğrenildiği tarihten itibaren yedi günlük süre içinde haczin kaldırılması için icra mahkemesine talepte bulunulabilir. Durum özetle bu şekilde. Kolay gelsin...
#478
Merhabalar.

Alıntı yapılan: zuhaloz - 30 Eylül 2012, 01:22:34
Acizlik vesikası alınmış ise ki muhtemelen öyle bankanın bunu zamanaşımına uğramadan tekrar işleme koyma ihtimali güçlü müdür?

Değildir, ancak aksini yani bankanın (yahut bankadan alacağı temlik alan bir varlık yönetim şirketinin) günün birinde bu aciz vesikasına istinaden icra takibi yapmayacağını kimse garanti edemez.

Alıntı YapBu süreçte ben gayrimenkul edinirsem aciz vesikasını iptal edip, tüm faiz yükünü bugüne kadar işletip mi takip yapar? yoksa sadece aciz vesikasının üzerinden mi takibi başlatabilir?

Yukarıda tam metni bulunan İcra ve İflas Kanunu'nun 143. maddesinin 4. fıkrasına göre, "Aciz vesikasında yazılı alacak miktarı için faiz istenemez." Dolayısıyla aciz vesikasında belirtilen tutar üzerinden takip yapılabilir ancak. Bir daha borçlanmaya ihtiyaç duymayacak kadar bugününüzün ve geleceğinizin bolluk ve bereket içinde geçmesi dileğiyle... Kolay gelsin...
#479
Merhabalar.

Alıntı YapHakkımda silahlı tehtit suçundan bir dava var.İlk duruşmada biz gittik duruşmaya karşı taraf katılmadı.2.duruşmada karşı taraf katıldı şikayetçi olmayacağını söyleyen şahıs şikayetçi olmuş.Şimdi 3.bir duruşma var buradada bir tanık daha varmış onu dinleyeceklermiş.Şimdi sorum şu tanık ben görmedim diyor mahkemede ne olur bilemıyorum ama bu tanık ben görmedim derse dava tümü ile düşermi?

Yukarıda da belirtmiştim, bu tür konularda yorum yapabilmek için dosyadaki tüm evrakları okumak, tüm delilleri değerlendirmek gerekiyor. Bir iki veriye bakarak yorum yapmak yanlış olur.

Alıntı YapBu davadan sonra herhangi bir kamu davası açılırmı?

Kesin konuşabilmek için dosyayı görmek şart. Bu şartlar altında muhtemelen açılmaz diyebilirim ancak.


Önemli not: Bu bölümde yapılan değerlendirme ve yorumlar, gündemdeki konu ve soru hakkında kişileri en temel düzeyde bilgilendirme amacına matuftur. Bu tür konu ve sorular her yönden ayrıntılı bir inceleme/araştırma yapılmasını, özellikle de olayla ilgili bir dava veya soruşturma mevcutsa, bu dava/soruşturma dosyasının mutlak surette incelenmesini gerektirir ve bu da ancak profesyonel yardım ile mümkün olabilir. Bu sebeple haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz ve herhangi bir hak kaybına maruz kalmamanız için bir avukatla anlaşmanızı ve avukatınızın yönlendirmeleri istikametinde hareket etmenizi önemle tavsiye ediyorum.
#480
Feth-i kabir 5 uzmanla yapılacak

8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın mezarı açılacağı günü bekliyor. Mezar açıldıktan sonra otopsiyi yapacak Adli Tıp'taki 10 isim belirlendi. Ekibin yarısı olay yerinde, diğer yarısı laboratuarda çalışacak. Bu arada mezar güneşli bir günde açılacak, 3 kamera kaydedecek.

Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, dün İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ile görüşerek babasının mezarının açılışında nasıl bir yöntem izleneceğine dair bilgi aldı. Başsavcı Turan Çolakkadı ve vekili Oktay Erdoğan ile yaklaşık 45 dakika görüşen Özal, dinen mezarın açılmasını doğru bulmadıklarını, ancak hukuken verilmiş bir karar olduğu için yapacak bir şey olmadığını söyledi.

Bu arada Habertürk Gazetesi'nden Tülay Acar'ın haberine göre, Adli Tıp Kurumu'nda 'otopsiyi' yapacak ekip ve otopsinin hangi aşamalara göre yapılması gerektiği konusunda çalışmalar tamamlandı. Kurum Başkanı Prof. Dr. Haluk İnce'nin başkanlığında yapılan ön hazırlıklarda otopsi yapacak isimler belirlendi. Adli Tıp Kurumu'nda görev yapan fizik, kimya, biyoloji, adli antropoloji, toksikoloji uzmanları ve bu çalışmada önemli bir delil olacak toprağın asli karakteristiği konusunda makaleleri de bulunan bir uzmanla toplam 10 uzman görev yapacak.

Belirlenen isimlerle ilgili görev dağılımı da yapıldı. Otopsi için dışarıdan uzman ya da ek bir cihaz desteği alınmayacak. Ekibin yarısı olay yeri, yarısı laboratuvarda görev yapacak. 'Toksik' ve 'zehirlenme' olgularıyla ilgili bugüne kadar yapılan tüm bilimsel makalelerin tarandığı öğrenildi. Otopsinin hangi bilimsel kriterlere göre yapılması gerektiği konusunda da 'bilgi alışverişi'nde bulunuldu.

GÜNEŞLİ GÜNDE AÇILACAK

Ankara Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin'in, feth-i kabir işlemi (mezarın açılması) yapılması için İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yazdığı talimat yazısında, mezarın güneşli bir günde açılmasını istediği de ortaya çıktı. Feth-i kabir işleminin tüm aşamaları üç profesyonel kamera tarafından dakika dakika görüntülenecek.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/21548608.asp



Turgut Özal'ın saç telleri feth-i kabirden sonra savcılığa verilecek

Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, son günlerde en çok sorulan o soruya yanıt verdi.

Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, babasının kabrinin ne zaman açılacağının belli olmadığını söyledi. Özal, annesi Semra Özal'da bulunan saç örneklerinin mezarın açılmasından sonra savcılığa verileceğini ifade etti.

Ölümüyle ilgili soruşturma yürütülen ve bu kapsamda kabrinin açılmasına karar verilen 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın oğlu Ahmet Özal, Çağlayan'daki İstanbul Adalet Sarayı'na gelerek İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ile görüştü.

Adliye çıkışında basın mensuplarının sorularını cevaplayan Özal, kabrin açılmasından önceki ön hazırlıkların son derece titiz ve detaylı yapıldığını konuştuklarını belirtti. Ahmet Özal, "Ne zaman yapılacağı tam belli değil. Ön çalışması son derece önemli. Çünkü bir defa yapılır. Yapılırken de bunun tam manasıyla uygun olarak teçhizatıyla, elemanlarıyla, kullanılan teknoloji ve yöntemlerin tespiti için bir ön çalışma var. O çalışmayı devam ettiriyorlar." dedi.

"Sizin açılmasını istemediğiniz yönünde bilgiler var?" sorusu üzerine Özal, "Hayır. Aile olarak esasında açılmaını hiçbirimiz istemiyoruz. Fakat Turgut Özal, Cumhurbaşkanı olarak bu devlete mal olmuş bir insandır. Sadece aile olarak benim babam değildir. Ben babam olarak açılmasını istemem. Ama Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı olarak Türkiye'de yaşanan olayların daha netleşmesi ve bazı eksiklerin tamamlanması için açılması gerekiyorsa  açılmasına karşı değilim." diye konuştu.

Babasının ölümüyle ilgili 1998 yılında çalışma yapılmasını kendisinin istediğini hatırlatan Özal, "1999'da milletvekili olduğum zaman da bunun Mecliste önergesini vermiştim. O günden beri takip ediyorum." ifadelerini kullandı.

Devlet Denetleme Kurulu (DDK) raporunu hatırlatan Özal, "Raporda ölümünün şüpheli olduğu açıklandı ve açıktır bunu da biliyoruz zaten. Ben o yılların, 90'lı yılların başında rahmetli Uğur Mumcu'nun ölümüyle başlayan Eşref Bitlis Paşa'nın ölümüyle devam eden, Adnan Kahveci'nin, rahmetli Özal'ın, Hablemitoğlu'nun, Taner Kışlalı'nın ölümünün birçok şekilde birbiriyle bağlantılı olduğunu, o yılların araştırılması gerketiğini o zaman da söyledim şimdi de söylüyorum. Bu mesele sadece rahmetli Özal'ın meselesi değil. O yılların araştırılmasının da başlaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü hala bazı soruların cevapları yok. Artık yapılan yanlışların ortaya çıkması ve insanların bir defa ve son defa olarak yeni bir sayfa açması için, Türkiye'nin geleceği için çok önemli olduğunu düşünüyorum." dedi.

Ailedeki saç tellerinin akıbeti sorulan Özal, "Onlar var. Zaten mezar açıldığı zaman saç teli de kemik de hepsi var. Mezar açıldığı zaman saç telinin ne ifade edip etmediği zaten çok daha netleşecek. Hepsi bir araya gelecek." cevabını verdi.

Saç tellerini savcılığa verip vermedikleri yönündeki soru üzerine Özal, saç örneğinin kendisinde değil annesinde olduğunu belirtti. Savcılığın ailedeki saç telleri ile ilgili talebi olup olmadığının sorulaması üzerine Ahmet Özal şu cevabı vedi: "Geldi, onların hepsi zaten verilecek. Fakat o saç telinin verilmesi tek başına bir şey ifade etmediği için mezar açılmasıyla birlikte daha çok şey ifade edecek."

"Saç telleri verilecek mi?" sorusuna Özal, "Hepsi verilecek." cevabını verdi.

http://www.haber7.com/siyaset/haber/928356-turgut-ozalin-sac-telleri-savciliga-verilecek-mi