Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Mesajlar - Avukat

#961
Merhabalar.

Alıntı YapNüfus aile kayıt tablomu nasıl temin edebilirim

Bulunduğunuz ilçenin nüfus müdürlüğünden temin edebilirsiniz.

Alıntı YapSoyadı değişikliği davasında haklı bir neden varsa tanık götürme durumu şart mıdır?

Alaycı, küçümseyici, kötü anlamlara gelen, vs. bir soyadının değiştirilmesi için elbette şahide ihtiyaç yok.

Alıntı YapBirde dava açmaya gittiğim gün yanımda neler bulunması gerekiyor.

Dava dilekçesinizle birlikte yanınızda nüfus cüzdanınızın bulunması yeterli olacaktır. Kolay gelsin...
#962
Merhabalar. Evin tapusu sizde olduğuna göre endişelenmenize hiç gerek yok. Müteahhitten iş karşılığı alacağı olan şahsın hukuken muhatabı siz değilsiniz, müteahhittir. Dolayısıyla bir dava açacaksa, bu dava size yönelik değil müteahhide yönelik olacaktır. Kolay gelsin...
#963
Metin Arslan ve Büşra Erdal'ın haberi

Anayasa Mahkemesi, haberleri sebebiyle gazetecilere dava açma yolunun 2 ayla sınırlandırıldığı Basın Kanunu düzenlemesini iptal etti. Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin eski hâkimi Hakkı Yalçınkaya'nın Temmuz 2009'da yaptığı başvuruyu değerlendiren Anayasa Mahkemesi, 2 aylık dava açma süresini Anayasa'ya aykırı buldu.

İptal kararı bir yıl sonra yürürlüğe girecek. Ancak dava açma süresi düzenleme yapılarak sınırlanmazsa, şu anda Ergenekon ve Balyoz soruşturmalarına ilişkin haberleri sebebiyle haklarında binlerce dava açılan gazetecileri yeni bir tehlike bekliyor. Gazeteciler TCK maddelerine göre genel hüküm gereği 12 yıl hapis cezası tehdidi altında kalacak. Karara ilişkin talep, Hrant Dink'i TCK 301'den yargılayan Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nin eski hâkimi Hakkı Yalçınkaya'dan geldi. Teknik takipte Ergenekon davası tutuklu sanığı Kemal Kerinçsiz'in "Hakkıcığım" diye hitap ettiği ortaya çıkan Yalçınkaya, 2008 yılında Vatan Gazetesi'nin bir tekzibi yayınlamaması üzerine açılan davada harekete geçti.

Yalçınkaya, Temmuz 2009'da, Basın Kanunu'nun "Dava süreleri" başlıklı 26'ncı maddesinin birinci fıkrasındaki 2 aylık dava açma süre sınırlamasının kişi hak ve özgürlüklerine aykırı olduğu iddiasıyla Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu.

Hâkim Hakkı Yalçınkaya'nın ismi 'Ergenekon'un Çöküşü' isimli kitabı sebebiyle gazeteci-yazar Zihni Çakır'a 1 yıl 6 ay hapis cezası verdiği kararın gerekçesinde Ergenekon'u övmesiyle gündeme gelmişti. Yalçınkaya'nın Ergenekon davası tutuklu sanığı avukat Kerinçsiz'e 'abi' diye hitap ederken, Kerinçsiz'in de hâkime, 'Hakkıcığım' dediği ortaya çıkmıştı. Görüşmenin sonunda Yalçınkaya, "Bir emriniz var mı?" ifadesini kullanmıştı. Hakim Yalçınkaya basın davalarına bakan Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nden alınarak yeni kurulan Şişli 14. Ağır Ceza Mahkemesi'ne atanmıştı.

İfade özgürlüğünün kısıtlanması söz konusu

Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Orhan Erinç: Gerekçeyi merak ediyorum. Bu iptal sürenin kısıtlılığı gerekçesine dayandırılmışsa yasama ve yürütme organlarının basına bakışlarının Anayasa Mahkemesi tarafından da paylaşıldığı sonucuna ulaşılabilir. Bu kararın 3 Mayıs Dünya Basın ve İfade Özgürlüğü Günü'ne rastlaması talihsiz olmuştur. İki ay ibaresinin kaldırılması ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına ve gazetecilerin uzun süre tutuklu kalmalarına sebep olacak.

Basın özgürlüğü günü arifesinde kötü bir karar

Medya Derneği Genel Sekreteri Deniz Ergürel: Anayasa Mahkemesi, bu tür kararlarla basın özgürlüğünü kısıtlama yoluna girmemeli. Anayasa'nın 25. ve 26. maddelerinde basın özgürlüğüne ciddi vurgular yapılıyor. Anayasa Mahkemesi'nin alacağı kararlar Anayasa'daki mevcut maddelere aykırı olmamalıdır. Bir gazetecinin 7-8 yıl sonra bile yazdığı bir yazıdan dolayı yargılanması kaldırılabilir bir durum değil. Dünya Basın ve İfade Özgürlüğü Günü arifesinde kritik ve kötü bir karar alınması büyük bir talihsizliktir.

ZAMAN
http://zaman.com.tr/haber.do?haberno=1129209
#964


Bakırköy Adliyesi'nde boşanma duruşması olan Edip Gül, duruşmanın başlamasını beklerken, adliyenin çatısına çıkarak intihar girişiminde bulundu.

Bakırköy Adliyesi 9. Aile Mahkemesi'nde eşi Ayşe Özkan Gül ile boşanma davası olan Edip Gül, duruşmanın beklerken, adliyenin çatısına çıkarak intihar girişiminde bulundu. Bunun üzerine polis ekipleri şahsı ikna etmeye çalıştı. Şahsın aşağı atlaması ihtimaline karşılık itfaiye ekipleri önlem alırken, ambulansta hazır bekletildi. Polisin yaklaşık yarım saat süren ikna çabaları sonuç vermeyince, çiftin boşanma davasına bakan Hakim Ahmet Hilmi devreye girdi.

Gırtlak kanseri olduğu için konuşmaları anlaşılamayan Gül, hakim Ahmet Hilmi'ye "Boşanmak istemiyorum hakim bey" diye bir not yazarak uzattı. Hakim Ahmet Hilmi ise "Sıkıntılarını yaz, yardımcı olacağım" diyerek şahsı intihardan vazgeçirdi. Çatıdan indirilen Gül, polis tarafından gözaltına alındı.

Öte yandan, Edip Gül ile eşi Ayşe Özkan Gül'ün 4 yıl önce evlendikleri, 2 yıldır da boşanmaya çalıştıkları öğrenildi. İHA

http://www.haber7.com/haber/20110502/Bakirkoy-Adliyesinde-intihar-girisimi.php
#965
UBAP-UYAP Entegrasyon Çalışmaları
Türkiye Barolar Birliği Tarafından; Ulusal Baro Ağı Projesi (UBAP) ile Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) Entegrasyonu Konusunda Yapılan Çalışmalara İlişkin Bilgilendirme

Türkiye Barolar Birliği Başkanı'nın, 24 Ocak 2011 günü Yargıtay Başkanı Sayın Hasan Gerçeker, 02 Şubat 2011 günü Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Önceki Başkanı Sayın Ali Kaya, 14 Şubat 2011 günü Önceki Adalet Bakanı Sayın Sadullah Ergin, Adalet Bakanı Önceki Müsteşar Yardımcısı Sayın Mustafa Kökçam, 18 Mart 2011 günü Adalet Bakanı Sayın Ahmet Kahraman, Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısı Sayın Aykut Kılıç, Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısı Sayın Kenan Özdemir ve Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanı Sayın Mesut Orta ile yaptığı görüşmelerde varılan mutabakat çerçevesinde Türkiye Barolar Birliği Bilgi İşlem Merkezi ve Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığı'nın ortaklaşa sürdürdükleri  toplantılar sonucunda;

  1. Vergi dairelerince UYAP'tan alınan veriler doğrultusunda avukatlara yönelik olarak yapılan vergi incelemelerinde talimat dosyaları, Yargıtay bozması sonrasında yeni numara alan dosyalar, birden fazla davacısı olan dosyaların ayrı ayrı dosyalar gibi nitelendirilmesiyle yapılan yanlış uygulamalar sonlandırılmış olup vergi denetim elemanlarının bu verileri Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine uygun biçimde  uygulamaları sağlanmıştır.
  2. Avukatların ev adreslerine yapılan tebligatlardan dolayı yaşadıkları sorunlar çözülmüş, bu bağlamda sistemin sadece avukatların iş adreslerine tebligat yapılır duruma gelmesi sağlanmıştır.
  3. UYAP Sisteminde Araç ve Gayrimenkul Hacizleri bölümünde şirketlerin isim ve unvan benzerliği nedeniyle konulan hatalı haciz uygulamalarından kaynaklanan sorunlar çözümlenmiştir.
  4. Adalet Bakanlığı'nda bulunan avukat iletişim vb. bilgileri ile Türkiye Barolar Birliği'nde bulunan bilgiler arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan sorunlar giderilmiştir. Bu ve benzeri konularla ilgili UBAP ve UYAP arasındaki entegrasyon çalışmaları devam etmektedir. Bu suretle avukatlar değişen tebligat adreslerini ve diğer iletişim bilgilerini Türkiye Barolar Birliği'ne, üyesi olduğu Baroya ve UYAP sistemine ayrı ayrı bildirmek yükünden kurtulacak, tek işlemle tüm bilgilerini güncelleme olanağına kavuşacaklardır.
  5. Türkiye'deki tüm adliyelere yeni Avukatlık Kimlik kartlarıyla uyumlu ve avukatlara özel turnike geçiş sistemi kurulması hususunda anlaşma sağlanmış olup, ilk uygulama yeri olan  İstanbul-Çağlayan Adliyesinde keşif çalışmalarına başlanılmıştır.
  6. 5070 Sayılı Kanuna uygun elektronik imza sahibi avukatların, UBAP üzerinden UYAP Avukat Portalı'na bağlanmaları ile ilgili test çalışmaları başarıyla sonuçlanmıştır.
  7. Avukatların, UYAP Avukat Portalı üzerinden dava harcı, yargılama gideri vb. yatırmak suretiyle Barokart özellikli yeni Avukatlık Kimlik kartları aracılığıyla dava açmalarına ilişkin test çalışmaları başarıyla sonuçlanmıştır.  
  8. UYAP Avukat Portalı'nda avukatlara yönelik özel çalışmalar devam etmekte olup bu kolaylıklardan biri olan e-mazeret sisteminin uygulamaya konulmasına ilişkin test çalışmaları başarıyla sonuçlanmıştır.
  9. Avukatlar için özellikle icra dosyaları yönünden önemli olan borçlu Mernis, adres, trafik, tapu, SGK vb. bilgilerin UYAP Avukat Portalı üzerinden ve ilgili olduğu dosyayla sınırlı olmak üzere görüntülenmesini sağlayacak sistemle ilgili çalışmaların testleri başarıyla sonuçlanmış olup uygulamanın başlaması konusunda son aşamaya gelinmiştir. Sistemin çalışması nüfus ve adres bilgilerinin görüntülenmelerinin avukatlara açılmasıyla başlayacaktır.
 10. Avukatların UYAP Avukat portalı üzerinden icra takibi/e-takip başlatmaları ile ilgili test çalışmaları başarıyla sonuçlanmış olup, bu olanağa bağlı olarak avukatların adliyeye gitmeden icra takibi yapabilmeleri sağlanmıştır.
 11. Avukatlık ruhsatı, sicil, disiplin vb. konularla ilgili yazışma ve işlemlerin posta yerine paperless/kağıtsız olarak 5070 sayılı Kanuna uygun biçimde ve elektronik ortamda yapılmasına çok yakında başlanılacaktır.
 12. Avukatların, Yargıtay kararlarına UYAP Avukat Portalı üzerinden erişebilmelerinin sağlanabilmesi hususundaki teknik çalışmalar başarıyla sonuçlanmış olup konu ile ilgili olarak Yargıtay Başkanlığı ile protokol hazırlığı çalışmaları devam etmektedir.
 13. Avukatların vekaleti olmayan dosyalarla ilgili olarak elektronik ortamda inceleme yapmasıyla ilgili olarak UYAP Avukat Portalı'nda, uygulama nedeniyle yaşanan sorunların çözümü mevzuat değişikliği gerektirdiğinden konuya ilişkin mevzuat çalışmaları Adalet Bakanlığı ile birlikte sürdürülmektedir.
 14. UYAP bilirkişi portalı ile ilgili çalışmalar yürütülmekte olup, davaların uzamasına neden olan bilirkişi raporlarının gecikmesinin önlenmesi konusundaki çalışmalar devam etmektedir.

http://www.barobirlik.org.tr/print.aspx?Tip=Haber&Id=7674
#966
Merhabalar. Geçirmiş olduğunuz tüberküloz hastalığı sebebiyle çok büyük ihtimalle askerliğe elverişli olmadığınız tespit edilecektir. "Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği"nin konuyla ilgili hükümleri aşağıya çıkartılmıştır. Geçmiş olsun...


    Yükümlülerin Sağlık Muayeneleri
   
     İlk Sağlık Muayenesi
   
     Madde 5 – Yükümlülerin ilk sağlık muayeneleri Askerlik Kanunu gereğince son yoklama sırasında askerlik şubelerinde toplanan askerlik meclisindeki iki tabip (birisi sivil olabilir) tarafından aşağıdaki şekilde yapılır.
   
     1) (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.) Ruh ve beden durumları ile iç organları dikkatle gözden geçirilir, nabız sayılır, kan basıncı ölçülür, çıplak olarak belirlenen boy ve kilolar tespit edilir. Soluk alma ve vermedeki göğüs genişlikleri ve muayene sonunda bulunan hastalık ve arızalar kaydedilir. Yükümlünün bildiği herhangi bir hastalık veya arızası olup olmadığına ilişkin ve muayene sırasında herhangi bir sağlık yakınması bulunup bulunmadığına ilişkin ekte yer alan Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formuna uygun yazılı beyanı alınır. Yükümlünün beyan ettiği hastalık veya arızasına ilişkin elinde mevcut bulunan tıbbi belgelerin birer örnekleri de alınarak yükümlünün beyanı ile birlikte askerlik şubesinde muhafaza edilir.
   
     2) (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.) Yükümlünün beyan ettiği hastalık veya arızası ya da fizik muayene ile saptanan bozuklukları nedeniyle muayene sonucunda karar verilemeyenlerle gözlem altında bulunmaları, uzman tabip tarafından değerlendirilmeleri veya laboratuar ya da görüntüleme tetkikleri gibi ileri tetkiklerle değerlendirilmeleri gerekenler en yakın asker hastanesine gönderilir.
   
     3) (Ek: 16/6/2008-2008/13831 K.) Yükümlü tarafından beyan edilmeyen ya da fizik muayene sırasında belirti ve bulgusuna rastlanamayan çeşitli hastalık ve arızaların ortaya konması veya taranması için laboratuar veya görüntüleme tetkiki gibi ileri tetkikler yapılması gerekmez. Yükümlülerin bu şekilde gerçekleştirilen sağlık muayenelerinde askerliğe elverişli bulunmaları, kendilerinin muayene tarihinde tam sağlıklı olduklarını göstermez ve silâh altına alındıktan sonra saptanan hastalık ve arızalarının askerlik sırasında ortaya çıktığının kanıtı veya karinesini tek başına oluşturmaz.
   
     4) (Ek: 16/6/2008-2008/13831 K.) Askerlik görevinin bitiminde erbaş ve erler hakkında birlik tabibi tarafından Terhis Öncesi Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formu düzenlenir ve diğer formlar ile birlikte askerlik şubesinde yükümlünün şahsi dosyası imha edilinceye kadar muhafaza edilir.
   
     Gruplandırma
   
     Madde 6 – (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.)
   
    Askerlik çağına giren yükümlüler, son yoklamaları sırasında askerlik meclislerinde veya asker hastanelerinin sağlık kurullarında, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır.
   
     1) Askerliğe elverişli olanlar: Sağlık yetenekleri bakımından hiçbir hastalık ve arızası bulunmayanlar ile hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin A dilimlerine girenlerdir.
   
     2) Askerliğe elverişli olmayanlar: Hastalık ve arızaları, Hastalık ve Arızalar Listesinin B ve D dilimlerine girenlerdir.

     Son Yoklama Dışında Yapılan Sağlık Muayeneleri
   
     Madde 7 – (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.)
   
    Son yoklamada arıza ve hastalıkları gözden kaçanlarla, son yoklama ile sevk tarihi arasında geçen sürede hastalananlar ve askerlik meclisi son yoklaması dışında yoklaması yapılacakların (yoklama kaçakları dahil), muayeneleri asker hastanelerinde, asker hastanesi veya askeri tabibin bulunmaması halinde resmi sivil sağlık kuruluşlarında bulunan tek tabip tarafından yapılır. Sağlık kuruluşlarına sevkten önce, Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formunun doldurulması sağlanır.
   
     Yurtdışında Bulunan Yükümlülerin Sağlık Muayeneleri
   
     Madde 8 – (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.)
   
    Yurt dışında bulunan, askerlikle yükümlü vatandaşların son yoklamaları veya askerlikle ilgili diğer muayeneleri, o ülkedeki Türkiye Cumhuriyeti elçilik veya konsoloslukları tarafından uygun görülen sağlık kurumlarında veya resmi bir tabibe yaptırılır. Bu muayene sonucu düzenlenen raporlar, elçilik ve konsolosluklarca onaylandıktan sonra Milli Savunma Bakanlığına gönderilir. Yurt dışında son yoklaması yapılanlar için Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formu düzenlenmez. Ancak, bu yükümlülerden bu maddenin ikinci fıkrasının (3) ve (4) numaralı bentleri gereğince yurt içindeki askeri sağlık kurumlarına sevki gerekenler için sevkten önce form doldurulur.
   
     Bu raporlar, Milli Savunma Bakanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığınca incelenerek;
   
     1) "Askerliğe Elverişlidir" şeklinde onaylanan raporlar, yükümlünün bağlı bulunduğu askerlik şubesine gönderilir.
   
     2) Yurt dışındaki resmi sağlık kurumlarından aldıkları raporlarda yurda gelemeyecek derecede hastalık veya arızası olduğu belirtilen yükümlülere, onay makamının kararına göre ertesi yıla bırakma veya sevki geciktirme işlemi uygulanır.
   
     3) Yurt dışından elçilik veya konsolosluk aracılığı ile usulüne uygun olarak alınan "Askerliğe Elverişli Değildir" şeklindeki raporlar, Milli Savunma Bakanlığı Sağlık Dairesi Başkanlığınca incelenir. Uygun görülen raporlar onaylanır; yetersiz ve şüpheli görülen raporlar onaylanmayıp, yükümlü hakkında "Yurda Dönüşte Asker Hastanesine Sevki Uygundur" kararı verilir.
   
     4) Yurt dışından alınan raporlara itirazlar, yükümlünün yurt içindeki askeri sağlık kurumlarından birinde yapılacak muayenesine göre sonuçlandırılır.
   
     Son Yoklamada Yapılacak Sağlık İşlemleri
   
     Madde 9 – Son yoklamada yapılan sağlık muayenelerinin kontrolu barışta, o bölgede bulunan kolordu, tümen baştabipleri tarafından savaşta üst makamlarca verilecek emre göre en yakın sağlık kurulu tarafından yapılır. Bundan başka son yoklama ile görevlendirilmiş bulunan askeri tabipler, çevrede görecekleri bulaşıcı hastalıkları muayenenin yapıldığı yerdeki hükümet tabibine yazılı olarak bildirmek zorundadırlar.
   
     Ayrıca muayeneler sonucu düzenleyecekleri askerlik şubelerindeki sağlık istatistiklerini de doldururlar ve bu şubeler kanalıyla ilgili makama gönderirler.
   
     Askerliğe Elverişli Olan ve Olmayanlar Hakkında Yapılacak İşlemler
   
     Madde 10 – (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.)
   
    Son yoklamaları yapılan yükümlüler, askerliğe elverişli olanlar ve askerliğe elverişli olmayanlar olmak üzere gruplandırılır.
   
    Son yoklamaları sırasında askerlik meclislerince; askerliğe elverişli olmadığı tespit edilen yükümlüler, askere alınmazlar. Bunlardan arızaları gözle görülebilecek kadar belirgin olanların raporlarına, arızayı gösteren ön ve her iki yan cepheden çekilmiş üçer adet boy fotoğrafı eklenerek üç nüsha, yabancı askerlik şubesince işlem yapılıyor ise dört nüsha rapor düzenlenerek onay makamlarına gönderilir ve onaylanan raporlar kesinleşir. Kesinleşen raporlardan biri ilgiliye verilir, biri onay makamınca, diğeri ise yerli ve yabancı askerlik şubesi başkanlığınca muhafaza edilir.
   
    Sağlık durumları geçici olarak bozuk olan son yoklamaya tabi yükümlülere ertesi yıla bırakma, sevke tabi olanlara sevk tehiri kararı verilir ve üç nüsha rapor düzenlenerek onay makamlarına gönderilir. Raporları onaylanan bu yükümlülere ertesi yıla bırakma veya sevk tehiri işlemi yapılır. Onay makamlarınca tekrar muayenesine lüzum görülen yükümlüler, yeniden muayeneye gönderilir ve bunlara muayene sonucu alacakları rapor kararlarına göre işlem yapılır. Ertesi yıla bırakılanlar veya herhangi bir sebeple bir defadan fazla sağlık muayenesine tabi tutulanlar hakkında, her bir işlem öncesinde Yükümlülere Yoklamalarda Uygulanacak Sağlık Durumu Hakkında Bilgi Formu doldurtulur.
   
    Tabipler tarafından kesin karar verilemeyenler, en yakın asker hastanelerine gönderilir. Bunların kesin kararları, bu hastanelerin sağlık kurullarınca verilir.
   
     Geçici Sağlık Kurulu Raporu
   
     Madde 11 – Sağlık durumları askerliğe elverişli olmayanlar ile geçici arızalarından ötürü ertesi yıla terk edilenlere askerlik meclisi geçici sağlık kurulunca düzenlenen raporlar, Askerlik Şubesi Rapor Defterine işlenir. Raporlar onaylandıktan sonra kesinleşir.

(Aşağıdaki bölümler, "Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Yeteneği Yönetmeliği"nin eki olarak Resmi Gazete'de yayınlanmıştır)

     II. Yükümlü, Er ve Erbaşlara Hastalık ve Arızalar Listesinin Uygulanması:
   
     Tüm hastalık ve arızalar askerliğe uyarlık açısından Yönetmelik kapsamına alınmıştır. Hastalık ve Arızalar Listesinde her madde hastalık ve arızaların ağırlık derecesine göre A, B, C, D dilimlerine, dilimler de fıkralara ayrılmıştır. A dilimlerinde askerliğe elverişli olan hastalık ve arızalar, B ve D dilimlerinde askerliğe elverişli olmayan hastalık ve arızalar toplanmıştır. C dilimlerinde; A, B, D dilimlerinde toplanan hastalık ve arızaların tedavi ve nekahat hallerinde geçici olarak askerliğe elverişli olmayan durumları belirtilmiştir. D dilimlerinde barış ve savaşta sürekli olarak askerliğe elverişli olmayan, B dilimlerinde barışta askerliğe elverişli olmayan, savaşta gereksinme duyulduğu zaman askerliğe alınabilecek durumlar belirtilmiştir.

     HASTALIK VE ARIZALAR LİSTESİ

     (...)

     GÖĞÜS HASTALlKLARI
   
     Madde 46 – (Değişik: 7/1/2002-2002/3627 K.)
   
     A) 1. (Değişik: 6/12/2004-2004/8202 K.) Fonksiyon bozukluğu yapmamış, sınırlı, tüberküloz dışı primer ya da sekonder akciğer ve mediasten hastalıkları (akciğer fibrozisi, pnömokonyozis, sarkoidozis ve benzeri).
   
     2. (Değişik: 16/6/2008-2008/13831 K.) Akciğer ve mediastenin tüberküloz dışı hastalıklarının birkaç tane fibröz yada kalsifiye sekelleri ile perfüzyon defekti veya konjenital koagülasyon anomalisi olmayan iyileşmiş pulmoner tromboemboliler.
   
     B) 1. (Değişik: 6/12/2004-2004/8202 K.) Tüberküloz basili çıkaran (basilifer) olgular ile basil çıkarmadığı hâlde radyolojik ve diğer lâboratuvar muayene yöntemleriyle akciğer tüberkülozu tanısı konmuş ve geçerli tüberküloz tedavisi yeterli süre uygulanmış olguların sekelsiz ya da lokalize-minimal sekelli olarak iyileşen hastalıkları ile radyolojik olarak saptanan 2 cm'den küçük tüberkülomalar (Tüm yükümlülerin eskiden geçirilmiş hastalıklarının kanıtı için tedavi gördüğü resmî hastahane ya da verem savaş dispanserlerinin onaylı resmî raporu gereklidir. İleri radyolojik incelemeler dahil, radyolojik sekel bulgusu olmayan hastalarda, raporla birlikte, hastalıklı döneme ait akciğer grafilerinin ibraz edilmesi gereklidir).
   
     2. (Değişik: 6/12/2004-2004/8202 K.) Tüberküloz basili çıkaran (basilifer) olgular ile basil çıkarmadığı hâlde radyolojik ve diğer lâboratuvar muayene yöntemleriyle akciğer tüberkülozu tanısı konmuş ve geçerli tüberküloz tedavisi yeterli süre uygulanmış olguların yaygın sekelleri ve 2 cm'den büyük tüberkülomalar (Tüm yükümlülerin eskiden geçirilmiş hastalıklarının kanıtı için tedavi gördüğü resmî hastahane ya da verem savaş dispanserlerinin onaylı resmî raporu gereklidir).
   
     3. (Ek: 6/12/2004-2004/8202 K.; Değişik:16/6/2008-2008/13831 K.) Fonksiyon bozukluğu yapmış ya da fonksiyon bozukluğu yapmamış ancak akciğerler ve mediastende yaygın tutulumla seyreden ya da ilerleyici nitelikte olan tüberküloz dışı, primer ya da sekonder kronik akciğer ve mediasten hastalıkları (interstisyel akciğer hastalıkları, pnömokonyozis, sarkoidozis ve benzeri) ya da bu hastalıkların sekelleri ile perfüzyon defekti veya konjenital koagülasyon anomalisi olan geçirilmiş pulmoner tromboemboliler.

     C) 46 ncı maddenin A, B ve D dilimlerinde belirtilen hastalık ve arızaların tedavi ve nekahat halleri.
   
     D) 1. (Değişik: 6/12/2004-2004/8202 K.) Kronik ya da çok ilaca dirençli akciğer tüberkülozları ile tüberküloz tedavisi sonunda geride kalan, çok yaygın fibröz, kalsifiye ve fibrokalsifiye sekelleri.
   
     2. (Değişik:16/6/2008-2008/13831 K.) İleri derecede fonksiyon bozukluğu yapmış, akciğer ve mediastenin tüberküloz dışı kronik hastalıkları ve sekelleri ile kronik pulmoner hipertansiyon veya kor pulmonaleye neden olmuş kronik veya tekrarlayan pulmoner tromboemboliler.
#967
Merhabalar. Anlattığınız olayda (C)'yi kendisinde bulunan (A) ve (B)'nin birlikte imzaladığı senedi iade ederek onun yerine sadece (A)'nın imzaladığı senedi almaya hukuken zorlayabilmeniz mümkün değildir. Hukuk, anlattığınız olayda (C)'nin haklarını koruyacaktır. (A) ve (B) arasındaki anlaşma, hiçbir şekilde (C)'yi ilgilendirmez. (C) senedi değiştirmeye yanaşmıyorsa, burada yapılabilecek tek şey, (A) ve (B)'nin kendi aralarında bir sözleşme yaparak şayet (C)'deki senet sebebiyle (B) bir ödeme yapmak durumunda kalırsa, bu ödemenin (A) tarafından derhal tazmin edileceğini belirtmelidirler. Konu özetle bu şekilde. Kolay gelsin...
#968
Merhabalar. Anladığım kadarıyla maaş hesabınızın bulunduğu bankadan çek karnesi almışsınız ve banka, karşılıksız çekleriniz için çek hamillerine ödediği karşılıkları herhangi bir icra takibi yapmaksızın doğrudan hesabınızdaki paralardan tahsil etmiş. Öncelikle bankaların mudileriyle imzalamış oldukları matbu sözleşmeler çerçevesinde bu tür tahsilatları yapma yetkisinin bulunduğunu, yani yapılan işlemin özünde hukuka aykırı bir yön bulunmadığını belirtmek istiyorum. Ancak sizin hesabınız alelade bir hesap değil, düzenli olarak maaşlarınızın yatırıldığı bir maaş hesabı. İcra ve İflas Kanunu'nun 83. maddesine göre, maaşın 1/4'ün az olmayacak şekilde ve fakat"borçlu ve ailesinin geçinmeleri için icra memurunca lüzumlu olarak takdir edilen miktar tenzil edildikten sonra" maaşın kalan kısmı üzerine haciz koymak mümkündür. Ancak bu Kanun'dan sonra kabul edilen 4857 Sayılı İş Kanunu'nun 35. maddesine göre, "İşçilerin aylık ücretlerinin dörtte birinden fazlası haczedilemez veya başkasına devir ve temlik olunamaz. Ancak, işçinin bakmak zorunda olduğu aile üyeleri için hakim tarafından takdir edilecek miktar bu paraya dahil değildir. Nafaka borcu alacaklılarının hakları saklıdır." İş Kanunu'nun bu hükmü, İcra ve İflas Kanunu'nun konuyla ilgili hükmünü yürürlükten kaldırmıştır. Buna göre işçi maaşlarının her hal-u karda aylık ücretlerinin dörtte birinden fazlası haczedilemeyecektir. Bu çerçevede şayet bankadaki hesabınızın maaş hesabı, bankanın alacağına mahsuben tahsil ettiği hesaptaki paranızın da maaşınızın karşılığı olarak işverenin banka hesabınıza yatırdığı paralardan ibaret olduğunu ispatlayabilecek durumdaysanız, yapılan bu tahsilatın hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek banka aleyine ihtiyati tedbir talepli dava açma yoluna gidebilirsiniz. Bulunduğunuz ilin barosuna (çoğu adliyede de baroların adli yardım büroları mevcuttur) giderek bu konuyla ilgili adli yardım kapsamında size ücretsiz bir avukat tayin edilmesini de isteyebilirsiniz. Aşağıda konuyla ilgili emsal bir Yargıtay Kararı bulunuyor. Kolay gelsin...


T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi

E:2002/8520
K:2003/550
T:23.01.2003

   Taraflar arasınba ğörülen davada Kocaeli Asliye 4. Hukuk Mahkenesi'nce verilen 8.5.2002 tarih ve 2001/890-2002/371 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Yaşar Arslan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm delgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Davacı vekili, öğretmen olan müvekkilinin maaş ve ücretlerinin yatırıldığı davalı bankanın İzmit Şubesi'ndeki hesabın haksız biçimde bloke edildiğini ileri surerek, blokenin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.
   Davalı vekili, davacının kredi borcundan dolayı bloke işleminin yapıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
   Mahkemece, banka kayıtlarına ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının bloke edilen parasının maaşı olduğu bu durumda İİK.nin 83 vd. maddeleri uyarınca bankanın başka bir alacağından dolayı herhangi bir icra takibi yapmadan kendiliginden ve gecerlı olmayan sozlesmeye dayanarak davacı maaşını bloke edemeyeceği gerekçesiyle davanın kabulü ile davacı hesabı üzerindeki blokenin kaldırılmasına, ( 420.000.000 ) TL. Eylül maaşının yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
   Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
   1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekcesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bent dısında kalan ve yerinde gorulmeyen diger temyiz itirazlarının reddi gerekır.
   2-Ancak, davalı bankaca davacıdan muaccel bir alacağı olduğunun ispatı halinde İİK.nun 83. ve 83/a maddeleri uyarınca davacının memuriyet maaşına ilişkin hesabına yatırılan maaşının 1/4'ünün haczedilebileceği gözetilmeden davanın tümüyle reddi doğru görülmemiştir.
   SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte yazılı nedenlerle davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının REDDİNE, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 23.01.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#969
Merhabalar. Takdir edersiniz ki dava dosyasını tam manasıyla incelemeden sadece yazdığınız iki üç cümleye istinaden temyiz sonucu hakkında yorumda bulunmak doğru olmayacaktır. Ancak ceza hukukunda "beraati zimmet asıldır", yani suçluluğu ispat edilinceye dek herkes masum kabul edilir. Dolayısıyla bir ceza yargılamasında sanığın beraat etmesi, sanığın suçsuzluğu yönünde çok güçlü bir durum oluşturur. Dolayısıyla bu aşamada tedirginlik yaşamanızı gerektirecek bir sebep bulunmuyor. Kolay gelsin...
#970


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na, Yargıtay 6. Ceza Dairesi Üyesi Hasan Erbil'i seçti.
Cumhurbaşkanlığı'ndan yapılan açıklamada, Gül'ün, Erbil'i Yargıtay Büyük Genel Kurulunca gösterilen adaylar arasından, 21 Mayıs 2011 tarihinden geçerli olmak üzere seçtiği belirtildi.

Erbil, emekliye ayrılmazsa 4 yıl görev yapacak.

ERBİL'İN ÖZ GEÇMİŞİ

Hasan Erbil, 2 Mart 1952'de Denizli Yüreğil'de doğdu. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 1973'te mezun olduktan sonra Denizli hakim adayı olarak mesleğe başlayan Erbil, sırasıyla Posof, Sarıcakaya Cumhuriyet Savcı Yardımcılığı ile Köyceğiz, Mardin ve Yalova Cumhuriyet Başsavcılığı, Antalya Cumhuriyet Başsavcıvekilliği ile Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı görevlerinde bulundu.

Yargıtay üyeliğine 8 Mayıs 2001'de seçilen ve bir dönem Yüksek Seçim Kurulu üyeliği görevinde bulunan Erbil, Yargıtay 6. Ceza Dairesi Üyesi olarak görevini sürdürüyordu.

Seçim Hukuku ile ilgili basılı eseri bulunan Erbil, evli ve iki çocuk babası.

Erbil, Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nda yapılan seçimde en yüksek oyu almıştı. Seçimde, Yargıtay 6. Ceza Dairesi Üyesi Hasan Erbil 283, 6. Ceza Dairesi Başkanı Celal Altunkaynak 139, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Üyesi Erdal Gökçen 130, Yargıtay 3. Ceza Dairesi Üyesi Hakkı Manav 126 ve 12. Hukuk Dairesi Üyesi Lütfi Tombaloğlu da 10 oy almıştı.

http://haber.mynet.com/detay/guncel/yargitay-cumhuriyet-bassavcisi-hasan-erbil/568607#titleH1
#971
T.C.
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/2111
K. 2004/4700
T. 25.5.2004

1475/m.14/5
506/m.60,Geç.81

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı yazısının verilmesi gerektiğinin tespiti ile aksine Kurum işleminin iptaline karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, ilâmında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi Özlem Hatiboğlu tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : Sosyal Sigortalar Kurumu 4958 sayılı Kanunun 23/c maddesi uyarınca harçtan bağışık olduğundan Kurumdan harç alınmasının yasal bulunmamasına rağmen yargılama giderleri içinde peşin karar ve ilâm harcına ilişkin miktarın da davalı Kurumdan tahsiline karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Ne var ki; bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hüküm bozulmamalı, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesi uyarınca düzeltilerek onanmalıdır.

SONUÇ : Hüküm fıkrasının 4.bendindeki "83.000.000" rakamlarının silinerek, yerine; "66.000.000" rakamlarının yazılmasına ve hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, 25.05.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

MANİSA İŞ MAHKEMESİ'NİN 2003/143 ESAS VE 2004/15 SAYILI 9.2.2004 TARİHLİ KARARI

Davacı vekili; 20.10.1986 tarihinde SSK'lı olan ve en son işyerinden kendi isteği ile işten ayrılıp, 4447 sayılı kanun ile 1475 sayılı yasa maddesine eklenen 5. bendi gereğince, kıdem tazminatı almak için "Kıdem tazminatı alabilir yazısı" için SSK'ya talepte bulunduğunda 20 yıllık sigortalılık süresi olmadığı nedeniyle kabul edilmediğinden, sosyal güvenlik haklarının engellendiğini ileri sürerek SSK işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

SSK vekili, yazılı cevap verip 4447 sayılı yasayla 1475 sayılı yasanın 14. maddesine eklenen 5. bendine göre yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresi ve prim ödeme gün sayısını tamamlamış olanlara kendi istekleriyle işten ayrılmaları halinde kıdem tazminatı ödenebileceğinin hüküm altına aldığı, 20 yıllık sigortalılık süresinin de tamamlanması gerektiğini belirtip davanın reddini savunmuştur.

Davacının SSK sicil ve işyeri dosyaları getirtilip incelenmiştir. Davacının, 20.10.1986 tarihinde SSK'ya tescil edildiği, işten kendi isteği ile çıktığı 21.2.2003 tarihine kadar 5748 gün prim ödediği anlaşılmıştır. Bilirkişi, ... davacının 506 sayılı yasanın geçici 81'inci maddesinin 4759 sayılı yasa ile değişik ( C ) bendinde öngörülen yaş şartı dışında en az 15 yıllık sigortalılık ve 3600 gün prim ödeme şartını yerine getirdiğinden, 1475 sayılı yasanın 14. maddesinin 5. bendi gereğince, SSK tarafından kıdem tazminatı yazısı verilmesi gerektiğini tespit etmiştir.

Hüküm; davacının kendi isteğiyle işten ayrıldığı 21.2.2003 tarihi itibariyle, 506 sayılı yasanın 81. maddesinin 4759 sayılı yasa ile değişik ( C ) bendinden öngörülen yaş şartı dışındaki en az 15 yıllık sigortalılık süresi ve 3600 gün prim ödeme şartına haiz olduğundan, 1475 sayılı yasanın 14. maddesine 4447 sayılı yasanın 45. maddesiyle eklenen 5. bendi hükmü uyarınca, kıdem tazminatı yazısının verilmesi gerektiğine karar verildi.
#972
T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 1996/5708
K. 1996/5557
T. 24.10.1996

2004/m.96
6183/m.84

DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki uyuşmazlık 6183 Sayılı Yasadan kaynaklanan istihkak davasına ilişkindir. Hacze konu .... plaka sayılı araç, Alanya Vergi Dairesi'nce 2.1.1992 tarihinde haczedilmiş, kaydına da haciz şerhi işlenmiş, bu araç 26.11.1992 tarihinde üçüncü kişi tarafından borçludan, noterde yapılan kati satış senediyle satın alınmıştır.

6183 Sayılı Yasa, kamu alacaklarının tahsil usulünü düzenleyen özel bir yasa olduğundan, vergi alacağı için yapılan hacizden sonra satış isteme süresi ile ilgili olarak, bu yasanın uygulanması gerekir. 6183 Sayılı Yasa'da; haciz tarihinden itibaren belli bir sürede satış istenmediği taktirde, haczin düşeceğine dair bir hüküm bulunmamaktadır. Anılan yasanın 84'üncü maddesinde öngörülen süre satış süresi olmadığından, Vergi Dairesi'nin haczinin devamının kabulü gerekir. Bu husus gözden uzak tutularak, aksi gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın temyiz eden davalı alacaklı yararına BOZULMASINA 24.10.1996 tarihinde karar verildi.



T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2002/4-87
K. 2002/216
T. 19.3.2002

765/m.276/1
1412/m.365
6183/m.84/1,87

DAVA : Yedieminlik yükümlülüğüne aykırı davranmak suçundan sanık Metin Y'in TCY.nın 276/1, 647 sayılı Yasanın 4 ve 6, TCY.nın 72.maddeleri uyarınca 240.000.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Sincan Asliye Ceza Mahkemesince verilen 27.4.2000 gün ve 836/365 sayılı hüküm, sanık tarafından temyiz edilmekle dosyayı inceleyen Yargıtay 4.Ceza Dairesince 24.12.2001 gün ve 15464/16720 sayı ile; "Başkaca temyiz nedenleri yerinde görülmemiş, ancak; 6183 sayılı Yasanın 84/1. madde ve fıkrası uyarınca taşınır malların haciz tarihinden itibaren 3 ay içerisinde satışa çıkarılıp çıkarılmadığının araştırılması, haczin geçerliliğinin ve suçun hukuka aykırılık öğesinin oluşup oluşmadığının tartışılması ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik soruşturma yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması" isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise 28.2.2002 gün ve 114933 sayı ile;

Yargıtay 4. Ceza Dairesinin bozma ilamından da açıkça anlaşılacağı üzere, 6183 sayılı "Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun"un 84/1. maddesinde "Menkul mallar tahsil dairelerince, köylerde ihtiyar kurullarınca haciz yapıldığı tarihin üçüncü gününden itibaren üç ay içinde satışa çıkarılır" şeklinde düzenlenen hüküm, haczin geçerliliğine ve bu nedenle de suçun hukuka aykırılık unsuruna temel alınmıştır. Başka bir ifadeyle söz konusu madde gereğince "taşınır malların haciz tarihinden itibaren 3 ay içerisinde satışa çıkarılıp çıkarılmaması haczin geçerli olması veya geçerliliğini devam ettirmesi için zorunlu görülmüş ve bu süre zarfında satışa çıkarılmayı suçun hukuka aykırılık unsuru" olarak değerlendirmiştir.

Söz konusu yasada yer alan "Menkul mallar tahsil dairelerince, köylerde ihtiyar kurullarınca haciz yapıldığı tarihin üçüncü gününden itibaren üç ay içinde satışa çıkarılır" şeklindeki hüküm haczin geçerliliğine ilişkin olan bir hüküm değildir. "Haczedilen mallar üç ay içinde satılmasa, tahsil dairesince yediemine bu yönde bir talep yapılmasa dahi bu mallar üzerindeki haciz düşmez, devam eder. Zira buradaki süre bir zamanaşımı veya hak düşürücü süre olmayıp, idari nitelikte bir süredir. Uyulmamasının müeyyidesi ise haczin veya satışın düşmesi değil, şartlarının oluşması halinde ilgili kamu görevlisinin ceza ve/veya disiplin sorumluluğudur". Belirtelim ki, burada, takibi açan, yürüten, haczi uygulayan ve satışı gerçekleştiren organ aynı tahsil ( vergi )dairesidir. Bunun yanında, İİK'nun aksine burada haczin düşeceğine dair açık bir hüküm de yoktur. Bu durum İİK'nun 106 ve 110. maddesindeki haciz isteminin belirli süreye tabi olması ve bu sürenin geçmesiyle haczin düşmesi kuralıyla çelişik olup, özel hukuktaki bu hükümlerin kıyas yoluyla 6183 sayılı Yasaya uygulanması da düşünülemez. Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanunda şeklen bir cebri icra kanunu olmakla birlikte, aslında bir kamu hukuku kanunudur. Çünkü, bu kanunun konusunu kamu hukukundan doğan alacakların tahsili oluşturmaktadır. Bu ayrımın doğal bir sonucu olarak, genel icra hukukunda alacaklının talep etmesi ilkesi, kamu icra hukukunda ise görevin gereği veya resen harekete geçme ilkesi uygulanmaktadır.

Somut olayda haciz 18.11.1997 tarihinde yapılarak mahcuz mal yediemin olarak sanığa teslim edilmiş, 6.8.1999 tarihinde ise malların satış için teslimi istenmiştir. Bu durumda kamu alacağı için 6183 sayılı yasada öngörülen beş yıllık tahsil zamanaşımı dolmamış olup, haczin geçerliliğini, dolayısıyla suçun hukuka aykırılık unsurunu kaldıran herhangi bir durum yoktur. Bu nedenle suç hukuka aykırılık unsuru dahil tüm unsurlarıyla oluştuğundan araştırılması gereken herhangi bir husus da olmadığından yerel mahkemenin kararı hukuka uygundur."gerekçesiyle itiraz yoluna başvurarak, Özel Daire bozma kararının kaldırılıp, Yerel Mahkeme hükmünün onanmasını talep etmiştir.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü :

KARAR : Sanığın TCY.nın 276/1. maddesi uyarınca yedieminlik yükümlülüğüne aykırı davranmak suçundan cezalandırılmasına karar verilen olayda, Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcıılığı arasındaki uyuşmazlık, sanığa yüklenen suçun hukuka aykırılık öğesinin oluşup oluşmadığı, dolayısıyla haczin devam edip etmediğini belirleme yönünden satış isteme tarihinin araştırılması suretiyle soruşturmanın genişletilmesine gerek bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

İncelenen dosya kapsamına göre; borçlu Mehmet K'ın vergi borçları nedeniyle Sincan Vergi Dairesince 18.11.1997 tarihinde haczedilen fotokopi makinası, buzdolabı ve meşrubat dolabı 813128 sayılı haciz tutanağı ile yediemin olarak sanık Metin Y'e teslim edilmiş, 4.8.1999 tarihli yazı ile haczedilen malların tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde vergi dairesine teslimi istenilmiş, sanığa 6.8.1999 tarihinde tebligat yapılmasına rağmen, mahcuz mallar teslim edilmemiştir.

6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Yasanın 84/1. maddesinde, "Menkul mallar tahsil dairelerince, köylerde ihtiyar kurullarınca haciz yapıldığı tarihin üçüncü gününden itibaren üç ay içinde satışa çıkarılır." 87. maddesinde ise; "haczedilen menkul mallara verilen bedel 81 inci maddede tespit olunan değerinin % 75 inden aşağı olursa veya hiç alıcı çıkmazsa, ilk arttırma tarihinden başlayarak 15 gün içinde uygun görülen zamanlarda bu mallar tekrar satışa çıkarılır. Bu ikinci arttırmada verilen bedel ne olursa olsun satış yapılır.

Menkul mallar yerinde veya başka yere götürüldüğü halde yine satılmaz veya taşıma giderlerinin çokluğu yüzünden başka yere götürülmesi uygun görülmezse yukardaki 15 günlük sürenin bitmesinden itibaren 6 ay içinde pazarlıkla satılır. Bu suretle de satılamadığı takdirde haczedilen mallar borçluya geri verilebilir." hükümleri yer almakta olup, İcra ve İflas Yasasının 106 ve 110. maddelerine paralel olan bu düzenleme uyarınca, yöntem değişik olmakla birlikte, satılamayan mallar üzerindeki haczin sonuçta kalkacağı anlaşılmaktadır.

Konuya ilişkin süreklilik gösteren yargısal kararlarda da haczin kalkması halinde suçun hukuka aykırılık ögesinin oluşmayacağı ve eylemin yedieminlik yükümlülüğüne aykırı davranmak suçunu oluşturmayacağı vurgulanmıştır. ( CGK.nun 25.5.1995 gün ve 4-147/171, 8.12.1998 gün ve 4-288/368, 4.C.D. 5.4.2000 gün ve 1654/2592, 2.6.1999 gün ve 5629/6505, 19.3.1998 gün ve 1608/2561 sayılı kararları ).

Öğretide ise; S.Erman ve Ç.Özek, "suçun işlenmesi anında rehin altına almak, haczetmek veya vaziyet etmek suretiyle kamu idaresiyle fail arasında kurulmuş olan bağ varlığını korumalıdır. Bu bağ hukuki bir sebeple ortadan kalkmışsa suçun önşartı da kalmamış olacağından, fail bu sıfatla cezalandırılamaz. ( Kamu İdaresine Karşı İşlenen Suçlar Sh. 461 ),

Prof. A.Önder; "Haciz işleminin hukuki varlığını muhafaza etmesi için süre şartının gerçekleşmiş olması veya haczin alacaklı tarafından kaldırılmaması gerekir. Kanuni müddet içerisinde satışı talebinde bulunulmamış ise haciz kalkacağından yedieminlik ve bundan mütevellit suçluluk da zail olacaktır. ( Özel Hükümler Sh. 255 ),

Dr. A.P.Gözübüyük; "Rehin veya haczin müteber olmaması veya sonradan kaldırılması halinde yedieminlik görevini kötüye kullanma suçu doğmaz. Haczin müteber olmaması, haciz edilen eşyanın haczi kabil olmayan şeylerden bulunması veya hacizde usule uyulmaması hallerinde bahse konu olabilir. ( Türk Ceza Kanunu Şerhi C.2, Sh.1145 )görüşleri ile haczin kalkması halinde yedieminlik görevini kötüye kullanma suçunun oluşmayacağı düşünce ve görüşünü ileri sürmüşlerdir.

Bu belirlemeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde, 18.11.1997 tarihinde haciz yapılmış, 6.8.1999 tarihinde yediemine tebliğ edilen yazı ile mahcuz malların, tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde vergi dairesine teslimi istenilmiş, mahcuz mallar tebligata rağmen teslim edilmemiştir. Haciz tarihi ile teslimin istendiği tarih arasında 3 aydan fazla bir süre geçmiştir. Hacizden itibaren 6183 sayılı Yasanın 84/1. maddesinde belirtilen üç ay içinde satış istendiğine ilişkin dosyada bir belge ve bilgi bulunmamaktadır. Yasada belirtilen üç aylık süre içinde satış istenmemesi, satış istenmesi halinde ise aynı Yasanın 87. maddesinde yer alan süre içinde satışın gerçekleşmemesi halinde haciz kalkacağından ve yedieminlik yükümlülüğüne aykırı davranış suçu oluşmayacağından, satış isteme süresi araştırılarak, sanığın hukuki durumunun tayin ve tespitinde zorunluluk bulunmaktadır.

Bu itibarla Yargıtay C.Başsavcılığı itirazı yerinde değil ise de; incelenen dosyada, 3.2.2000 tarihli katılma isteminin Vergi Usul Yasasına aykırılık suçundan yapıldığı, yedieminlik yükümlüğüne aykırı davranmak suçundan usulüne uygun bir katılma isteminin bulunmadığı, Yerel Mahkemece usulsüz bu istemle ilgili katılma kararı verilerek, katılan vekili lehine vekalet ücretine hükmedildiği saptandığından, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının bu değişik gerekçe ile kabulüyle, hükmün bu nedenle de bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının bu değişik gerekçe ile KABULÜNE, Yerel Mahkeme hükmünün saptanan bu usule aykırılık nedeniyle de BOZULMASINA, 19.3.2002 günü oybirliğiyle karar verildi.
#973
ÖNEMLİ NOT: 01.07.2012 Tarihinde yürürlüğe giren yeni Türk Ticaret Kanunu'nun 814. maddesi gereğince eskiden çeklerde altı ay olarak uygulanan zamanaşımı süresi üç yıla çıkartılmıştır. Dolayısıyla eski kanun dönemindeki uygulamayı yansıtan aşağıdaki Yargıtay Kararları dikkate alınmamalıdır.

6102 SAYILI YENİ TÜRK TİCARET KANUNU

   C) Zamanaşımı
   Madde 814- (1) Hamilin, cirantalarla düzenleyene ve diğer çek borçlularına karşı sahip olduğu başvurma hakları, ibraz süresinin bitiminden itibaren üç yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.
   (2) Çek borçlularından birinin diğerine karşı sahip olduğu başvurma hakları, bu çek borçlusunun çeki ödediği veya çekin dava yolu ile kendisine karşı ileri sürüldüğü tarihten itibaren üç yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.




T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2006/1119
K. 2006/3262
T. 22.2.2006

6762/m.692/5,707,708,726

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : İcra takibinin dayanağı olan çeklerin 31.12.2004 tarihinde muhatap bankaya ibraz edildiği görülmektedir. Çeklerde ibraz tarihinden sonraki bir tarihin keşide tarihi olarak yazılı olduğu tesbit edilmiştir.

Borçlular vekili tarafından zamanaşımı itirazında bulunulduğu ve mahkemece de 31.12.2004 ibraz tarihinden başlatılmak üzere TTK.nun 726. maddesinde öngörülen altı aylık zamanaşımı süresinin oluştuğu belirtilerek istemin kabul edildiği anlaşılmıştır.

TTK.nun 708/1. maddesine göre dayanak çeklerin 10 gün içerisinde muhatap bankaya ibrazı gerekmektedir.

TTK.nun 692/5. maddesi uyarınca çekte keşide gününün belirtilmesi zorunludur. Keşide gününü içermeyen senedin çek niteliği kazanmasına olanak yoktur. Bu zorunluluk anılan Yasanın 708/son fıkrasında öngörülen "yukarıda yazılı müddetler, çekte keşide günü olarak gösterilen tarihten itibaren işler" yolundaki hükmün doğal bir sonucudur. Senette keşide tarihinin gerçeğe aykırı biçimde gösterilmiş olmasının çekin geçerliliğine etkisi konusunda TTK.nun "vade" kenar başlıklı 707. maddesinin göz önünde tutulması gerekir. Anılan madde hükmüyle, yasa koyucu sonraki tarihli çeklerin geçerliliğini açık bir biçimde kabul etmektedir. Yasal ibraz sürelerinin başlangıç tarihi çekte keşide günü olarak gösterilen tarihtir. Gerçek ihdas, ibraz süresi hesabının başlangıcı olamaz. Bilimsel öğretide de kabul edildiği gibi, keşide tarihi senedin gerçekten tedavüle çıkarıldığı tarih olmayıp, üzerinde yazılı bulunan tarihtir. Bu durum, çekin, üzerinde yazılı keşide tarihinden önce yada sonra tedavüle çıkarılmasına olanak vermekte, dolayısıyla ibraz sürelerini kısaltmak veya uzatmak olanağı doğmaktadır. ( 11.HD. 7.5.1981 Tarih ve 1981/1850-2241 S.K. ) ( F.Özten Kıymetli Evrak Hukuku s.1054 )

TTK.nun 726. maddesi hükmüne göre, ( Hamilin keşideci ve diğer çek borçlarına karşı haiz olduğu müracaat hakları ibraz müddetinin bitiminden itibaren 6 ay geçmekle ) zamanaşımına uğrar.

Somut olayda takip dayanağı çeklerin üzerinde yazılı ibraz tarihlerine 10 günlük ibraz süresinin ilavesinden sonra 6 aylık zamanaşımı müddetinin hesaplanması halinde zamanaşımının oluşmadığı sonucuna varılmaktadır. Çeklerin keşide tarihinden önce ibraz edilmiş olması Yasanın açık hükmü karşısında sonuca etkili değildir.


Bu durumda itirazın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA , 22.02.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2006/23581
K. 2007/1403
T. 30.1.2007

6762/m.726
2004/m.69

DAVA : Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklı A. vekili tarafından borçlu hakkında kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibine geçilmiş ve ödeme emrinin adı geçene 06.04.2006 tarihinde tebliğ edildiği tespit edilmiştir.

Borçlu vekili tarafından 5 günlük yasal süresi içerisinde icra mahkemesine başvurularak takip dayanağı çekin takipten önce zamanaşımına uğradığının ileri sürüldüğü görülmektedir.

TTK'nun 726. maddesi gereğince hamilin, cirantalarla keşideci ve diğer çek borçlularına karşı haiz olduğu müracaat hakkı ( ibraz müddetinin bitiminden itibaren ) altı ay geçmekle zamanaşımına uğrar.

Somut olayda ibraz müddeti 12.09.2005 tarihinde sona ermiş ve takip, zamanaşımı süresi dolduktan sonra 28.03.2006 tarihinde başlatılmıştır. Bu durumda itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken olaya uygun görülmeyen gerekçe ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İ.İ.K. 366 ve H.U.M.K.'nun 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 30.01.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/3416
K. 2005/778
T. 4.2.2005

6762/m.644,726,730
2004/m.68

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili bankanın Bafra Şubesinden 27.2.1997 ve 20.5.1998 tarihli Genel Kredi Sözleşmeleri ile kredi kullanan dava dışı Kurumahmutoğlu Motorlu Araçlar San. ve Tic.A.Ş.nin teminat olarak davalının keşide ettiği çeki müvekkili bankaya ciro ettiğini, yasal süresinde ibraz edilen çekin karşılıksız çıktığını, kredi borcunun ödenmemesi üzerine hesabın kat edildiğini, davalı tarafından keşide edilen çekin ilamsız takip yolu ile icra takibine başlanıldığını, ancak davalının haksız olarak itiraz ettiğini iddia ederek itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına hükmolunmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece zamanaşımına uğrayan çeke ciro yoluyla hamil olan davacı kendisi ile doğrudan ilişkisi bulunmayan keşideci hakkında çek bedelinden dolayı dava açamaz gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava konusu çek ibraz müddetinin bitiminden itibaren altı ay geçtikten sonra takibe konulduğundan TTK.nun 726. maddesi hükmüne göre davacı kambiyo hukukundan kaynaklanan haklarını kullanamaz. Ancak davacının TTK.nun 730. maddesinin yollaması ile çeklerde de uygulanması gereken aynı yasanın 644. maddesinde öngörülen sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde keşideciye başvurulabileceği düşünülüp uyuşmazlığın bu yönden değerlendirilip sonuçlandırılması gerekir.

Mahkemece bu yön gözden kaçırılarak yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, 4.2.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#974
T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/10131
K. 2008/10383
T. 15.5.2008

2004/m.128/a

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : 1 ) İşin niteliği bakımından temyiz tetkikatının duruşmalı olarak yapılmasına HUMK'nun 438 ve İİK'nun 366.maddeleri hükümleri müsait bulunmadığından bu yoldaki isteğin reddi oybirliğiyle kararlaştırıldıktan sonra işin esası incelendi:

2 ) Satışın kıymet takdirinin esas alındığı tarihten iki sene sonra yapılması, başlı başına ihalenin feshi sebebi sayılır. İhale tarihine kadar iki yıldan fazla süre geçmesi durumunda yeniden kıymet takdiri yapılması gerekir. Bu durumun ihalenin feshi nedeni olması ve re'sen gözetilmesi lazımdır. ( İİK'nun 128/a md. )

Somut olayda, satışa esas kıymet takdiri 02.09.2003 tarihinde tespit olunmuş, alacaklı banka tarafından bedelin yüksek olduğundan bahisle kıymet takdirine itiraz sonucu, Çorlu İcra Mahkemesi'nin 17.06.2004 tarih 2003/411 E., 2004/166 K. Sayılı kararı ile kesin olarak davanın reddine karar verilmiştir. Kesinleşen kıymet takdiri için iki yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez. Bu iki yıllık sürenin başlangıcı sonradan kesinleşmesi kaydıyla "kıymet takdirinin yapıldığı tarihtir"

Açıklandığı üzere kıymet takdirinin yapıldığı 02.09.2003 tarih ile ihalenin yapıldığı 31.10.2005 tarihi arasında iki yıldan fazla bir süre geçtiğinden icra mahkemesince re'sen ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK'nun 428. Maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ) bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine yer olmadığına, 15.05.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/12514
K. 2007/15119
T. 19.7.2007

2004/m.128/a

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : HUMK' un 571. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken İİK' nın 128 a/2. maddesi gereğince kesinleşen kıymet takdirinin yapıldığı tarihten itibaren ( 2 ) yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemeyeceği hükme bağlanmıştır. İhale konusu taşınmazların satış memuru tarafından 24.03.2004 tarihinde kıymet takdiri yapılmış buna dair tutanak şikayetçi A.I.'ya 07.04.2004 tarihinde tebliğ edilmiş şikayet süresi geçtikten sonra kıymet takdirinin 14.04.2004 tarihinde kesinleştiği tespit edilmiştir. 12.05.2006 tarihinde satış gerçekleştiğine göre yukarıda öngörülen ( 2 ) yıllık süre geçtikten sonra satışın yapıldığı anlaşılmaktadır.

Hukuk Genel Kurulu'nun 26.02.1992 günü ve 1992/4-70 E. 1992/130 K. sayılı kararında, ( satışın kıymet takdirinin esas alındığı tarihten ( 2 ) sene sonra yapılmasının başlı başına ihalenin feshi sebebi sayılacağını ) öngören 4. HD' nin 1.07.1991 günlü ve 6836/6553 sayılı kararı benimsenmiştir. O halde mahkemece yukarıda yer verilen eksiklik nedeniyle şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle istemin reddi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK' un 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 19.07.2007 gününde oybirliği ile karar verildi.



T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/14187
K. 2002/14994
T. 9.7.2002

2004/m.128

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : İhalenin feshi istenilen taşınmaz hakkında icra müdürlüğünce belirlenen kıymet takdirine itiraz edilmesinden sonra, Mercice mahallinde 18.12.1998 tarihinde keşif yapılarak bilirkişiler kurulundan taşınmazın değeri ile ilgili 28.12.1998 ve 4.3.1999 tarihli raporlar alınmıştır. Daha sonra mercice satışın bilirkişiler kurul raporunda belirtilen değer üzerinden yapılmasına karar verildiği görülmektedir.

Hukuk Genel Kurulu'nun 26.2.1992 tarih ve 1992/4-70 esas, 1992/130 karar sayılı kararında da vurgulandığı üzere İİK' nun 128. maddesinde öngörülen iki yıllık sürenin başlangıcı, sonradan kesinleşmesi koşulu ile kıymet takdirinin yapıldığı tarihtir.

Somut olayda taşınmazın son kez bilirkişiler tarafından görüldüğü 4.3.1999 tarihinden ihale tarihine kadar iki yıllık süre geçmiştir.

Hukuk Genel Kurulunun yukarıda değinilen kararından da kabul edildiği gibi bu husus başlı başına ihalenin feshi nedeni olup, şikayetin kabulüne ve ihalenin feshine karar verilmesi gerekirken kıymet takdirine itirazın kesinleşme tarihi esas alınarak bu istemin reddi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda açıklanan nedenle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 9.7.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/6564
K. 2002/7408
T. 9.4.2002

2004/m.128/2, 134

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Satışı yapılan 1995, 1997 ve 1250 parsel sayılı taşınmazların İcra Müdürü tarafından takdir edilen değerlerine itiraz edilmesinden sonra Çine İcra Tetkik Mercii Hakimliğinin 22.6.1999 tarih ve 1998/18 E. 1999/25 K. Sayılı kararı ile mahallinde yapılan inceleme sonunda taşınmazlara yeniden değer belirlendiği, aynı kararla, 1249 parsel hakkındaki itirazın ise reddedildiği anlaşılmıştır. İİK.nun 128/2 maddesi gereğince kesinleşen kıymet takdiri için 2 yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez (*). H. G. K.nun 26.2.1992 tarih ve 1992/4-70 E. 130 K. Sayılı kararına göre de 2 yıllık süre kıymet takdirinin fiilen yapıldığı ( keşif ) tarihinden başlar ve satışın bu tarihten itibaren 2 sene sonra yapılması başlıbaşına ihalenin feshi sebebi sayılır. Somut olayda yukarıda sözü edilen mercii dosyası getirtilerek satış tarihi ile kıymet takdiri yapıldığı tarihler arasında 2 yıllık sürenin geçip geçmediği araştırılarak sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ) 9.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.

(*) İİK.m. 128/2. fıkrasının "Kesinleşen kıymet takdiri için iki yıl geçmedikçe yeniden kıymet takdiri istenemez." şeklinde olan son cümlesi, 30.7.2003 tarih ve 25184 sayılı R.G.' de yayımlanan, 17.7.2003 tarih ve 4949 sayılı Kanun'un 103. maddesi hükmü gereğince yürürlükten kaldırılmıştır.
#975
Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun 21 Mayıs 2008 tarihli bildirisi, Türkiye'de yüksek yargı organlarının meşruiyeti ve işlevi konusunda yeni bir tartışma başlatmıştı. O tarihlerde tövbekâr darbecilerimizden Hasan Cemal gibi yargıya 'kırmızı kart' gösterenler de çıktığına göre bu defa postu kolay deldirmeyeceğimiz söylenebilir.[1]

Öncelikle belirtelim ki, "Yargıtay" adı, zannedildiği gibi Atatürk zamanında henüz konulmamıştı. 1945 yılında "Teşkilat-ı Esasiye" terimi "Anayasa"ya çevrilir ve dili de Öztürkçeleştirilirken, bir çok kelime gibi "Yargıtay" da Türk Dil Kurumu'nun işgüzar elemanları tarafından uydurulmuştur.

Biliyoruz ki, Yargıtay, kuruluş yılı olan 1868'den bu zamana kadar çeşitli aşamalardan geçmişti ve isim değiştirmeden önce "Temyiz Mahkemesi" adıyla anılıyordu.

1838 yılında, yani Tanzimat'ın ilanından hemen bir yıl önce kurulmuş olan Meclis-i Vâlâ-yı Ahkâm-ı Adliye, Osmanlı Devleti'nde modern tarzda ilk 'parlamento' (meclis) sayıldığı gibi, Yargıtay ve Danıştay'ın prototipiydi, ayrıca ilk laik mahkemeler diyebileceğimiz Nizamiye Mahkemeleri'nin de ilk örneğiydi.[2]

Ancak 30 yıllık yolculuğunun sonunda Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye bu yükü kaldıramadı ve iki kuruma ayrıldı. Birincisi Divan-ı Ahkâm-ı Adliye adını aldı, öbürü de Şura-yı Devlet. Bu iki modern kurumumuzdan birincisi 1945'te dil operatörlerinin elinde Yargıtay, ikincisi ise Danıştay adlarını alacaktı.[3]

Mecelle Yargıtay tarafından hazırlanmıştı!

Yargıtay'ın kurucusu, son devrin büyük İslam hukukçusu Ahmed Cevdet Paşa'dır. 1868 yılında, ikizi olan ve bir gün zor sabrederek bildirisini yollayan Şura-yı Devlet (Danıştay) ile birlikte kurulan Divan-ı Ahkâm-ı Adliye'nin, yani Yargıtay'ın en önemli icraatından birisi neydi biliyor musunuz? Bugün bazı bölümleri hala kimi Arap ülkeleri ile 1970'lere kadar İsrail'de uygulanmakta olan ve İsviçre Medeni Hukuku'nu alacağız diye alelacele kaldırıp attığımız muazzam bir emek mahsulü olan Mecelle'nin yazımı. Dünya hukuk tarihine altın harflerle geçmiş olan bu büyük hukuk eserinin yazarı, daha doğrusu "müellifi" de Cevdet Paşa'dır. Üstelik kendisi aynı zamanda Yargıtay'ın ilk başkanıdır da!

Tezâkir adlı eserinde Yargıtay'ı nasıl kurduğunu şöyle anlatıyor Paşamız (elbette özetliyor ve dilini -haddim olmamasına rağmen- sadeleştiriyorum):

Başına Midhat Paşa'nın geçirildiği Danıştay, gösterişli bir şekilde kuruldu. Bense gösterişe bakmadan temelinin sağlam olmasına özel bir dikkat gösterdim. Dairelerini zamanla edinilen tecrübeler ışığında gelişmeye açık tutarak oluşturdum. Kalemlerini güzelce düzenledim. Böylece Yargıtay, birdenbire değil, adım adım oluştuğu için Danıştay'ın başına sonradan gelen alt üst oluşlardan etkilenmemiştir.

Sevgili Cevdet Paşa herhalde iki yıl önceki Yargıtay başkanlarının garip ve çelişkilerle dolu bildiri metnini okusa bunlara yargıç diplomasını verenleri huzuruna çağırıp bir güzel haşlardı.

Üç sene kadar kaldığı Yargıtay Başkanlığı'ndan Sadrazam Âli Paşa ile aralarının açılması üzerine istifa ederek ayrılan Cevdet Paşa, bulunduğu konumun nezaketini hiçbir zaman unutmamış ve makamını siyasetten olabildiğince uzak tutmaya çalışmış, yapılan baskılar karşısında ise şimdikiler gibi hukuk adamlarını toplayıp sokaklara dökülmemişti.

Şunu da söyleyelim ki, Osmanlı'nın Yargıtayı, bugünküne göre çok daha kalın bir dokunulmazlık zırhına sahip olduğu halde görevini siyasileştirmekten ısrarla kaçınmıştır. Zira 1870 yılında çıkarılan içtüzüğüne göre Divan-ı Ahkâm-ı Adliye üyeleri,

1) İstifa etmedikçe,

2) Daha yüksek bir memuriyete tayin edilmedikçe,

3) Aleyhlerinde kesinleşmiş bir mahkeme kararı bulunmadıkça görevden kesinlikle azledilemezlerdi.

Kuruma Abdülhamid döneminde, 1887'de Yargıtay'a bir dilekçe dairesi eklenmiş, böylece vatandaşa başvuru hakkı da sağlanmıştır. Burada özellikle belirtelim ki, her şeye karışmaya meraklı olan Sultan II. Abdülhamid, adalet bürokrasisine siyasetin karışmaması için azami dikkat sarfetmişti. Hatta idam cezalarını, yetkisini kullanıp affettiği için Adalet Bakanı Abdurrahman Paşa'yla arası açılmış; Paşa bunu, Sultan'ın adaletlerine güvenmediği şeklinde yorumlamış ve istifa etmek istemişti. Ancak Sultan Abdülhamid kendisinin gönlünü almış ve bir insanı öldürmenin sorumluluğunu vicdanen kaldıramadığını, yoksa hakimlerin adaletinden en ufak bir şüphesi bulunmadığını belirtmek ihtiyacını duymuştu.

Düşünün ki, öldüğü zaman Abdurrahman Nureddin Paşa'nın mezarı, Fatih Sultan Mehmed'in türbesinin hemen kapısı önüne yaptırılarak hem Osmanlı'da adalete verilen önem, hem de Paşa'ya duyulan saygı gösterilmek istenmişti.

Cumhuriyet Yargıtayı'ndan iki çarpıcı kesit

Yargıtay tarihinin Cumhuriyet dönemine rastlayan bölümünde çok kritik iki olayı özellikle zikretmemiz lazım.

Birincisi, 1925 yılında Eskişehir'de görev yapan kurumun başında Ömer Lütfi (Salman) Bey bulunmaktadır. Henüz açıklanmayan bir sebeple Ömer Lütfi Bey, Adalet Bakanlığı tarafından azledilmiş, yani görevinden alınmıştır. Bu da Cumhuriyet döneminde siyasetin yargıya müdahalesinin açık bir örneğini teşkil eder. Yargıtay Başkanlığı'ndan alınan ama Yargıtay Hukuk Dairesi Başkanlığı uhdesinde kalan Ömer Lütfi Bey, kurumun onuruna müdahale saydığı bu siyasî girişimi içine sindiremediği için derhal mesleğinden istifa edecek ve 'izzet ü ikbal ile' köşesine çekilecektir.[4] Ne de olsa, Abdurrahman Nureddin Paşa'nın zamanında yargının bağımsızlığı ilkesinin ışığında yetişmiş değerli bir Osmanlı hukukşinasıdır.

İkinci olarak, 1966'da Yargıtay Başkanlığı'na seçilen ve 1968 Adli Yılı açılış konuşmasında "Tanrı'yı da insan yaratmıştır" sözünün sahibi olan İmran Öktem'i hatırlatmak istiyorum. Bu söz ve aynı konuşmada Nurculuk aleyhinde sarf ettiği ağır ifadeler sebebiyle halktan büyük tepki toplayan İmran Öktem, daha bir yıl bile geçmeden, 1 Mayıs 1969'da ölmüştür.

Ancak ortada bir sorun vardır: İmamlar, bu 'Allahsız' adamın cenaze namazını kıldırmak istememektedirler.

İşte Ankara'daki Maltepe Camii'nin avlusu, 3 Mayıs 1969 günü, belki de Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı tabut başı atışmalarından birine sahne olmuştur.

Avluda iki zıt kalabalık saf tutmuştur: Bir tarafta İmran Öktem'in cenaze namazını kıldırmak istemeyenler, öbür tarafta ise kıldırmak isteyenler durmaktadır.

Bir taraftan "Allahsızların namazı kılınmaz", öbür taraftan "Atatürk geliyor" haykırışları arasında çıkan itiş kakışta o tarihte CHP Genel Başkanı olarak bulunan İsmet İnönü ezilme tehlikesi geçirmiş ve yanında bulunan bir tuğgeneralin tabancasını çekip insanları korkutmasıyla tehlikeyi atlatmıştı.[5]

İtişip kakışma orada bitmemiş, Öktem'in cenazesinin taşınması sırasında süren arbede yüzünden tabut neredeyse yere düşecek gibi olmuştu.[6] Bunun üzerine İsmet İnönü, "Olay, her manasıyla bir 31 Mart vak'asıdır" diyerek kamuoyunu bir kere daha germeyi ve tahrik etmeyi başarmıştı.

Eh buna bir de geçtiğimiz 24 Şubat 2008'de Prof. Dr. Erdal Yavuz'un Radikal 2'de yayınladığı akıl almaz ifşaatını eklediğimizde tablo aşağı yukarı tamamlanır. İmran Öktem'in cenazesindeki 'irtica kalkışması'na tepki olarak bütün Yargıtay üye ve mensuplarının toplanıp 7 Mayıs'ta Anıtkabir'e yürümeleri sırasında [7] bazı subayların kendisine, "Bu yürüyüşte ateş açılacak, ölenler olacak ve bunun üzerine biz duruma el koyacağız" dediğini aktaran Yavuz, Yargıtay ve provokasyon bağlantısının tarihine güçlü bir ışık tutmuştu.[8]

Nereden nereye değil mi? Cevdet Paşa'nın temellerini sağlam bir şekilde attığını söylediği kurumun geldiği noktaya bakınca hüzünleniyor insan. İlerliyor muyuz yoksa?

Yargıtay nasıl kurulmuştu?

Seksen dört senesi evahirinde Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye ilga ile müceddeden Şuray-ı Devlet ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye meclisleri teşkil ve Şuray-ı Devlet riyaseti Tuna vilayeti valisi Midhat Paşa'ya ve Divan-ı Ahkam-ı Adliye riyaseti fakire [tevcih] olunmağla Dersaadet'e gelip teşkilat-ı adliye ile meşgul oldum. (...) Şuray-ı Devlet ile Divan-ı Ahkam-ı Adliye azasının intihabı için akd olunan encümen-i havass-ı vükelada Fuad Paşa'nın ihtar u teklifi üzerine mevcudların içinden ibtida Divan-ı Ahkam-ı Adliye azasının emr-i intihabı takdim olunmağla ulemadan Kara Halil Efendi ve Ahmed Hilmi Efendi gibi ilm-i fıkıhda en ziyade mahir olanlar ve rical-i devletten dahi güzide zatler Divan-ı Ahkam-ı Adliye azalığına intihab kılındı ve Divan'ın mümeyyizliğine ve zabıt katibliğine müsteid efendiler seçildiği sırada Babıali'de en ziyade sakk bilir bazı zevat dahi memur edildi. Bu cihetle ilamat-ı nizamiye için bir güzel sakk yolu peyda olmuştur. Şuray-ı Devlet pek ziyade alayişli olarak teşkil olundu. Fakir ise alayişe bakmayıp esasının metin olmasına hasr-ı nazar eyledim. Ahkam-ı Adliye dairelerini tedric u tecribe üzerine teşkil ve kalemlerini güzelce tanzim ve mahakim-i nizamiye ilamlarının usul-i sakk u sebkini vaz'-ı makbul ve müstahsen üzerine te'sis ettim. Binaenaleyh devair-i adliye refte refte tevessü' ve layıkiyle teessüs eylemiş olduğuna mebni sonraları Şuray-ı Devlet'in bid-defaat uğradığı tahavvülat ve inkilabattan salim kalmıştır.

Cevdet Paşa, Tezakir, 40-Tetimme, Hazırlayan: Cavid Baysun, Ankara 1991, Türk Tarih Kurumu Yayınları, s. 84. Krş. Ahmed Cevdet Paşa, Ma'rûzât, Hazırlayan: Yusuf Halaçoğlu, İstanbul 197?, Çağrı Yayınları, s. 198-199.


KAYNAKÇA

[1] Hasan Cemal, "Demokrasi Dersinden Yargıya Kırık Not!", Milliyet, 23 Mayıs 2008.

[2] Bkz. Ekrem Buğra Akıncı, Osmanlı Mahkemeleri (Tanzimat ve Sonrası), İstanbul 2004, Arı Sanat Yayınları, s. 143.

[3] Akıncı, age; M. Âkif Aydın, "Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliye", Diyanet İslam Ansiklopedisi, cilt 9, İstanbul 1994, s. 387-388; Yıldızhan Yayla, "Adalet ve Yargı", Cumhuriyet Dönemi Türkiye Ansiklopedisi, cilt 4, İstanbul 198?, İletişim Yayınları, s. 921-922; ayrıca bkz. Ali Sel, "Yargıtay (Temyiz Mahkemesi)", Aylık Ansiklopedi, No. 22, Şubat 1946, s. 701-702.

[4] "26 Temmuz 1925 yılında Birinci Başkanlık görevinin isteği dışında geri alınmasını, Yargıtay Hukuk Dairesi Başkanlığına atanmasını içine sindiremeyerek istifa etmiştir. 1934 yılında da vefat etmiştir." http://www.yargitay.gov.tr/content/view/115/50/

[5] 4 Mayıs 1969 tarihli Hürriyet'in manşeti gayet tahrikkâr bir üslup taşımaktadır:

İmran Öktem'in cenaze namazını kıldırtmak istemeyen müfrit bir grup camide bulunanlara saldırınca bir general tabancasını çekerek İnönü'yü korudu. Tuğgeneral Nuri Alpartun: "Yaklaşanı vururum..." diyerek CHP liderini kurtardı.

[6] Çetin Altan, "Vaktiyle devrilen bir Yargıtay Başkanı tabutu...", Milliyet, 8 Haziran 2002.

[7] Bu yürüyüş hakkında sıcağı sıcağına bir değerlendirme için bkz. Nihal Atsız, "İrtica artık bir kuvvet değildir", Gözlem, 15 Mayıs 1969.

[8] Erdal Yavuz, "Yanından dönmek", Radikal 2, 24 Şubat 2008 http://www.radikal.com.tr/ek_haber.php?ek=r2&haberno=8027

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=788375
http://www.hukukcular.org.tr/makaleler/64-yargtayn-ilk-bakan-cevdet-paayd-.html
#976


Çin'de imal edilen kalemin mürekkebinin bir müddet sonra kaybolduğunu ve belgeler üzerinde sahtecilik yapmak için kullanıldığını açıklandı.

Birleşik Arap Emirlikleri Merkez Bankası'nın ülkedeki banka yönetimlerini piyasaya kaçak yollarla Çin'den giren 'sihirli' kalemlere karşı uyardı.

Arapça basılan Emarat El Yevm gazetesindeki habere göre 'önemli ve çok acil' başlığıyla gönderilen mektupta Dubai suç soruşturma müdürlüğünden kendilerine uyarı yazısı geldiği ve kalemlerin kaçak yollardan ülkeye getirildiğinin tespit edildiği ifade edildi.

Merkez Bankası, BAE'deki 23 milli ve 28 yabancı banka birimine uyarı mektubu gönderdi. Verilen bilgiye göre normal kağıda Çinli sihirli kalem ile yazılan metin bir ile dört saat sonra kayboluyor ve belgelerin geçerliliği de kalmıyor.

Mektupta 'banka yetkililerinin resmi belgeleri ve çekleri imzalarken müşterilere ait kalemleri kullanmamaları, sadece kendi şahıslarına ait kalemleri kullanıp işlem yapmalarını ve bu konuda çok dikkatli olmaları' istendi.

Çinli kalemlerin herhangi bir kaleme benzediği fakat mürekkebinin bir müddet sonra çek ya da diğer belgelerden kendi kendine kaybolduğu ve belgeleri hükümsüz hale getirdiği hatırlatıldı. Çinli kalemlerin fiyatının da çok ucuz olduğu kaydedildi.

Başka bir haberde Gulf News'e konuşan bir emniyet yetkilisi Dubai'de bazı dükkanlara baskın düzenlediklerini ve Çin'den gelen bu tür kalemlere el koyduklarını söyledi.

http://www.haber7.com/haber/20110426/Bankalar-Cinli-sihirli-kaleme8217-karsi-uyarildi.php
#977
Merhabalar. İcra ve iflas Kanunu'nun 80. maddesine göre borçlunun üzerinde taşıdığı değerli eşyaları da (her türlü takı, saat, cüzdanındaki para, vs.) haczedilebilir. Dolayısıyla sadece bu sebeple bile borçlunun yatılı kaldığı yere hacze gidilebilir. Dahası, bu evdeki borçluya ait olduğu düşünülen eşyalar da haczedilebilir. Hele hele icra dosyasından çıkartılan tebligatlar borçluya bu adreste tebliğ edildiyse, yani bu adres borçlunun aynı zamanda tebligat adresi de olmuşsa, bu durumda adrese hacze gelinmesinin önünde hiçbir engel kalmamış olur. İcra ve iflas Kanunu'nun 97/a maddesinde belirtilen mülkiyet karinesi de alacaklının lehine (arkadaşınızın aleyhine) olacak ve aksi arkadaşınız tarafından ispat edilinceye kadar haczedilecek mallar mahkeme tarafından borçluya ait kabul edilecektir. Aşağıda konuyla ilgili maddeler ve emsal bir Yargıtay Kararı bulunmaktadır. Kolay gelsin...


    HACİZ YAPAN MEMURUN SALAHİYETİ:
   
     Madde 80 - (Değişik madde: 03/07/1940 - 3890/1 md.)
   
    İcra memuru haczi kendi yapabileceği gibi yardımcı veya katiplerinden birine de yaptırabilir.
   
    Borçlu haciz sırasında malın bulunduğu yerde bulunmaz ve hemen bulundurulması mümkün olmazsa haciz, gıyabında yapılır.
   
    Talep vukuunda borçlu kilitli yerleri ve dolapları açmağa vesair eşyayı göstermeğe mecburdur. Bu yerler icabında zorla açtırılır.
   
    (Değişik fıkra: 18/02/1965 - 538/45 md.) Haczi yapan memur, borçlunun üzerinde para, kıymetli evrak, altın veya gümüş veya diğer kıymetli şeyleri sakladığını anlar ve borçlu bunları vermekten kaçınırsa, borçlunun şahsına karşı kuvvet istimal edilebilir.

    İSTİHKAK DAVALARINDA MÜLKİYET KARİNESİ:
   
    Madde 97/a - (Ek madde: 18/02/1965 - 538/55 md.)
   
    Bir taşınır malı elinde bulunduran kimse onun maliki sayılır. Borçlu ile üçüncü şahısların taşınır malı birlikte ellerinde bulundurmaları halinde dahi mal borçlu elinde addolunur. Birlikte oturulan yerlerdeki mallardan mahiyetleri itibariyle kadın, erkek ve çocuklara aidiyetleri açıkça anlaşılanlar veya örf ve adet, sanat, meslek veya meşgale icabı olanlar bunların farz olunur. Bu karinenin aksini ispat külfeti iddia eden kişiye düşer.
   
    İstihkak davacısı malı ne suretle iktisap ettiğini ve borçlunun elinde bulunmasını gerektiren hukuki ve fiili sebep ve hadiseleri göstermek ve bunları ispat etmekle mükelleftir.




T.C.
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi

E:2003/816
K:2003/2115
T:17.03.2003

2004 s. Yasa m. 96,97/a

   Yukarıda tarih ve numarası yazılı kararın temyizen tetkiki davalı ( alacaklı ) vekili tarafından istenmiş, merciice ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar verilmiştir. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Tülay Çınkı tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
   KARAR : Uyuşmazlık 3.kişinin İİK.nun 96 ve devamı maddelerine dayalı olarak açılan istihkak davasına ilişkindir.
   Dava konusu ev eşyaları 17.10.2001 tarihinde davacı 3.kişi huzurunda haczedilmişse de, haciz adresi borçlu tarafından düzenlenen takip dayanağı bonoda gösterilen adres olup, davacı haciz sırasında borçlu kızıyla birlikte kaldığını beyan ederken bilahare misafir olarak kaldığı yönündeki beyanı ile dolaylı olarak birlikte kalındığını ikrar etmiştir. Nitekim borçlu adına Turkcell abonelik sözlesmesi, borçlunun ogluna ait okul kayıtlarında surekli olarak gosterilen borçlu adresi, haciz adresidir. Borçlunun evlı ve bir çocuklu meslek sahibi bir insan olarak, sabit bir ikametgah adresinin bulunması gerektiği tartışmasızdır. Buna karşın mercice, sosyal yaşamlarının hareketliliği gerekçe gösterilmek suretiyle ( özellikle borçlunun sabit bir ikametgah adresinin gosterilmemesi dikkate alınmadan ) davacı annenin adresinin borçlu tarafından sadece iletişim adresi olarak kullanıldığı kabul edilmesi hayat deneyimlerine aykırıdır.
   Bu maddi ve hukuki olgular karşısında davacı 3.kisi ile borclunun birlikte oturdugu sabıt olduğundan İİK.nun 97/a maddesinde öngörülen mülkiyet karinesi borçlu dolayısıyla alacaklı yararınadır. Bu karinenin aksi güçlü ve inandırıcı delillerle kanıtlamadığı anlaşılmakla davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
   O halde, davalı alacaklının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
   SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 17.3.2003 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#979
Merhabalar. Bu durumda şayet üniversiteyi kazanırsanız, okula kayıt için askerlik şubesi size bir evrak verecek ve bu evrakla okulunuza kayıt yaptırabileceksiniz; ancak eşzamanlı olarak askere alma işlemleriniz de başlatılacaktır. Özetle, okula kaydınızı yaptırdıktan sonra kaydınızı dondurup askere gitmeniz gerekecektir. Aşağıda bu hususa ilişkin emsal bir karar bulunuyor. Tahsil hayatınızda başarılar diliyorum...


ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ
2.DAİRESİ
E.2004/79
K.2004/524
Karar Tarihi:23.06.2004

ÖZETİ:

Yoklama kaçağı olarak aranmakta iken üniversiteye kayıt yaptıran davacının, Asker Alma Yönergesi hükümleri uyarınca askere sevkinin ertelenmemesi hukuka uyarlıdır.

Davacı vekilleri, 06 Ocak 2004 tarihinde Gaziantep İdare Mahkemesi Başkanlığı'na verdikleri ve 12 Ocak 2004 tarihinde AYİM kayıtlarına giren dava dilekçesinde özetle; halen Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi öğrencisi olan davacının 09 Nisan 2003 tarihinde öğrenci olduğuna dair belgelerini ibraz ederek Fatih Askerlik Şubesi kananıyla askerliğini 21 Şubat 2005 tarihine kadar ertelettiğini, bu erteleme işlemi nedeniyle kazanılmış hakka sahip bulunan davacının bu arada evlendiğini ve öğrenimine ağırlık verdiğini, davacının bakaya olarak aranmasının hukuka aykırı olduğunu belirtilerek öncelikle yürütmenin durdurulmasına karar verilerek bakaya kararının iptalini talep ve dava etmiştir.

Davacının yürütmenin durdurulması istemi, AYİM İkinci Dairesinin 24 Mart 2004 gün ve E.2004/79 sayılı kararıyla reddedilmiştir.

Dava dosyası ile davacıya ait askerlik şubesi şahsi dosyasının incelenmesinden; 23 Ağustos 1975 doğumlu olan davacının, 14 Ocak 1994 tarihinde Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümüne kayıt yaptırdığı, bu bölümde iki yıl üst üste sınıfta kalmasını müteakip 25 Temmuz 1995 tarihinde askerlik şubesine müracaat ile son yoklamasını yaptırdığı, son yoklama muayenesi sırasında geçirdiği bir trafik kazası sonucu ayaklarından sakatlandığının belirlenmesi üzerine, İskenderun 200 Yataklı Deniz Hastanesi'ne sevk edilen davacı hakkında, Hastane Sağlık Kurulunun 01 Ağustos 1995 gün ve 1664 sayılı raporuyla "Ertesi Yıla Bırakma" kararı verildiği, bu sürenin bitiminde yeniden aynı hastaneye sevk edilen davacı hakkında Hastane Sağlık Kurulunun 13 Ağustos 1996 gün ve 1715 sayılı raporuyla aynı kararın tekrarlandığı, bu süre içinde davacının 03 Ekim 1996 tarihinde K.K.T.C. Doğu Akdeniz Üniversitesi Turizm ve Otel İşletmeciliği bölümüne kayıt yaptırdığı ve bu bölümden kendi isteği ile 06 Kasım 1997 tarihinde ayrıldığı, bunun üzerine davacının askerlik şubesince 24 Şubat 1998 tarihinde askerliğe elverişlilik durumunun tespiti için Diyarbakır Asker Hastanesi'ne sevk edildiği, yapılan muayenesi sonucunda davacı hakkında Hastane Sağlık Kurulunun 02 Mart 1998 gün ve 1024 sayılı raporu ile "Ertesi Yıla Bırakma" kararı verildiği, rapor bitimi Keçiören Askerlik Şubesi Başkanlığınca 17 Şubat 1999 tarihinde Ankara 600 Yataklı Mevki Asker Hastanesine sevk edilen davacı hakkında Sağlık Kurulunun 26 Şubat 1999 gün ve 1300 sayılı raporuyla aynı kararın tekrarlandığı, rapor süresi sonunda askerlik şubesine müracaat etmeyen davacı hakkında 04 Temmuz 2000 tarihinde son yoklaması için askerlik şubesinde bulunması gereğini hatırlatan son yoklama çağrı pusulası çıkarıldığı ve pusulanın davacının annesine tebliğ edildiği, davacının bu tebligata icabet etmediği, bilahare 20 Ekim 2000 tarihinde Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesine kaydolarak buna ilişkin belgeyi askerlik şubesine ibraz ettiği, bu bölümden 03 Nisan 2003 tarihinde kaydının silindiği, bu arada 21 Ekim 2002 tarihinde Fatih Askerlik Şubesi'nce GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesine sevk edilen davacı hakkında, Sağlık Kurulunun 18 Aralık 2002 gün ve 4029 sayılı raporu ile "Askerliğe Elverişlidir. Komando olamaz" kararı verildiği, davacının bu rapora itirazı üzerine kontrol muayenesi için Gümüşsuyu Askere Hastanesine sevk edildiği, muayene ve tetkikleri sonucu Hastane Sağlık Kurulunun 02 Nisan 2003 gün ve 934 sayılı raporuyla hakkında "Askerliğe Elverişlidir.

Komando Olamaz" kararı verildiği, bunun üzerine davacının 04 Nisan 2003 tarihinde Fatih Askerlik Şubesine müracaat ederek 03 Nisan 2003 tarihinde üniversiteden ilişiğinin kesildiğini, tecil hakkını kullanmak istediğini beyan ettiği, 20 Ekim 2000 tarihinde kayıt yaptırdığı okulda iki yıl üst üste sınıfta kaldığı gerekçesiyle davacıya 31 Aralık 2004 tarihine kadar erteleme hakkı tanındığı ve kendisine 21 Şubat 2005 tarihine kadar askerlikle ilişiksiz belgesi verildiği, bilahare dosyasının incelenmesi sonucu yoklama kaçağı statüsünde iken okula kayıt yaptırdığı tespit edildiğinden, en son aldığı rapor tarihi olan 02 Nisan 2003 tarihinden itibaren askere sevk için bakaya olarak aranmaya başladığı anlaşılmıştır.

Anayasanın "Vatan hizmeti" başlıklı 72 nci maddesi; "Vatan hizmeti, her Türk'ün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin Silahlı Kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı Kanunla düzenlenir." hükmünü amirdir.

1111 sayılı Askerlik Kanununun 35/B maddesine göre; zamanın geçmesiyle veya tedavi ile geçecek illet ve hastalıkları olduğu son yoklama sırasındaki sıhhi muayene neticesinde anlaşılanların muamele ve muayeneleri ertesi seneye bırakılır. Muayene ve muameleleri ertesi seneye bırakan yükümlüler hakkında yapılacak işlemlere ilişkin ayrıntılı düzenlenme ise, TSK. Sağlık Yeteneği Yönetmeliğinin 16, 17, 18 ve 20 nci maddelerinde yapılmıştır. Buna göre, geçici hastalık veya arızaları olan yükümlüler hakkında, "ertesi yıla bırakılması veya "Sevk Geciktirme" işlemlerinden biri yapılır. Bu süre hiçbir zaman toplam olarak ilk işlem tarihinden itibaren 5 yılı geçemez.

Davalı idarece, davacı hakkında verilen ilk ertesi yıla terk karar tarihinin 1995 olduğu, 5 nci yıl olan 1999 yılında davacı hakkında kesin işlem yapılması gerektiği, hastanece hatalı olarak ertesi yıla bırakma kararı verildiği, davacının 21 Şubat 2000 tarihinden itibaren yoklama kaçağı olduğu iddia edilmiş ise de, bir bütün olan idarenin bir biriminin hatalı işleminin sonuçları davacıya yüklenemeyeceğinden davalı idarenin bu savunmasına itibar olunmamıştır.

1111 sayılı Askerlik Kanununun 35/C maddesi: Son yoklama sırasında Askeri mekteplerle nizamname ve talimatnamelerine göre devam mecburiyeti olan resmi ve yüksek mekteplerle liseler ve orta mekteplerde ve tali meslek mekteplerinde veya bu derecelerde olduğu Maarif Vekaleti tarafından veya müdürlüklerinden tasdik edilen hususi ecnebi mekteplerde okumakta oldukları anlaşılanların, muamele ve muayenelerinin ertesi yıla bırakılacağı hükmünü amirdir. Ancak, aynı madde uyarınca bunların ertesi seneye terki en çok 29 yaşına bitirinceye kadar uzar. Bu yaşına kadar tahsillerini bitirmemiş olanlar, iki sene üst üste sınıfını geçemeyenler ertesi seneye bırakılmayıp asker edilirler.

Aynı Kanunun 36 ncı maddesi ise; ".... Ancak son yoklama sırasında lise veya dengi okulu bitirerek yurt içinde veya yurt dışında daha yüksek bir okula aynı yıl içerisinde giremediklerinden askerliklerine karar alınanların istekleri halinde askere celp ve sevkleri iki yıl geri bırakılır.

Üç yıl veya daha aşağı öğrenim veren yüksek okullardan mezun olanlarla, öğrenim gördükleri fakülte ve yüksek okulları bitiremeyerek ayrılanlardan, ayrıldıkları yıl askerliklerine karar alınanlardan öğrenimine devam etmek isteyenlerin askere celp ve sevkleri bir yıl geri bırakılır.

İkinci ve üçüncü fıkralarda durumları açıklananlar müteakip yılın Aralık ayının son gününe kadar bir yüksek öğrenim kurumuna girdiklerine dair belge getirmeleri halinde haklarında alınan karar, askerlik meclisi toplu değilse idare kurullarınca ertesi seneye terk şeklinde değiştirilir...." hükmüne amirdir.

1111 sayılı Askerlik Kanununun 86 ve 89 ncu maddeleri uyarınca yoklama kaçağı veya bakaya olarak aranmakta olan yükümlüler, ele geçirilmeleri halinde derhal askere sevk edilir. Asker Alma Yönergesi (MSY:70-1C )'nin 4 ncü bölüm 3 ncü madde ç fıkrasının (3) ncü bendine göre de, yoklama kaçağı durumunda bulunan yükümlünün bir yüksek öğrenim kurumunu kazanması halinde, kendisine okula kayıt için bir belge verilir ancak öğrenciliği nedeniyle askere sevki ertesi yıla bırakılmaz.

Maddi olayımızda dönüldüğünde; öncelikle davacı Ankara Mevki Asker Hastanesi Sağlık Kurulunun 26 Şubat 1999 gün ve 1300 sayılı "Ertesi Yıla Bırakma" kararlı raporunun bitim tarihi olan 26 Şubat 2000 tarihinde askerlik şubesine müracaat etmemiş ve bu tarihten itibaren yoklama kaçağı olarak aranmaya başlamıştır. Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesine kayıt yaptırdığı tarih olan 20 Ekim 2000 tarihinde yoklama kaçağı olduğundan Asker Alma Yönergesi hükmü uyarınca sevk tehiri hakkı olmadığı açıktır. Kaldı ki davacı, 23 Ağustos 1975 doğumludur. 29 yaşını bitirdiği tarih 23 Ağustos 2004 olup, sevk tehir hakkına haiz olduğu düşünülse bile, bu süre 1111 sayılı Askerlik Kanununun 35 nci maddesi uyarınca 23 Ağustos 2004 tarihinde dolacağından, davacının askerliğinin ertelenmesine dair işleminin geri alınmasının hukuka aykırı olmadığı sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle;

Yasal dayanaktan yoksun davanın REDDİNE,

KARŞI OY GEREKÇESİ

Davacının 03 Nisan 2003 tarihinde Açıköğretim Fakültesinden ilişiğini kestirdiği, yaşının o tarihte henüz 29 yaşı ikmal etmediği dikkate alındığında davacının yasal olarak 1111 sayılı Askerlik Kanununun 36 ncı maddesi uyarınca sevk tehiri hakkından yararlandırılması mümkün iken aksine yapılan uygulamanın hukuka uygun olmadığı düşüncesiyle çoğunluk kararına muhalif kaldık.

ÜYE

ÜYE

Serdar AKSOY

Coşkun GÜNGÖR

Hv.Hak.Alb.

Hak.Yb.

Dergi No:20
#980
T.C.
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

E:2010/7-44
K:2010/124
T:25.05.2010

5271 s. Yasa m. 231
1632 s. Yasa m. 63/1

Yoklama kaçağı suçundan sanık Ali Yaşar'ın, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 63/1-A maddesinin, "3 aydan sonra gelenler" cümlesi ile 5237 sayılı TCY'nın 62, 50 ve 52. maddeleri uyarınca, 5 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, bu cezanın 3000 YTL adli para cezasına çevrilmesine ve taksitlendirilmesine ilişkin, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Donanma Komutanlığı Askeri Mahkemesince 03.05.2006 gün ve 307-238 sayı ile verilen hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosya Askeri Yargıtay Başsavcılığınca 11.10.2006 gün ve 9487 sayı ile 353 sayılı Yasaya 29.06.2006 gün ve 5530 sayılı Yasanın 63. maddesi ile eklenen Ek Geçici 6. madde uyarınca iade edilmiş, Askeri Mahkemece de 09.11.2006 gün ve 307-177 sayı ile görevsizlik kararı verilmesinin ardından, Eğirdir Sulh Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda,  17.07.2007 gün ve 72-164 sayı ile; sanığın, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nun 63/1-A maddesinin "3 aydan sonra gelenler" cümlesi ile 5237 sayılı TCY'nın 62, 50, 52. maddeleri uyarınca, 5 ay adli para cezası ile cezalandırılmasına, bu cezanın 3000 YTL adli para cezasına çevrilmesine ve taksitlendirilmesine karar verilmiştir.
Hüküm, sanık Ali tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 23.12.2009 gün ve 10480-15853 sayı ile;
"Suç tarihi olan 21.02.1997 günü itibarıyla temyiz inceleme gününde suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nun 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen zamanaşımı tamamlanmış bulunduğundan hükmün 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nun 321. maddesi uyarınca bozulmasına, anılan maddeler uyarınca sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına" karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 16.02.2010 gün ve 292946 sayı ile;
"...Yoklama kaçağı suçu 1111 sayılı Askerlik Kanununun 12. maddesinde tanımlanmış olup müeyyidesi Askeri Ceza Kanununun 63. maddesinde düzenlenmiştir. Askere sevk edilmek üzere belirli bir tarihte askerlik şubesinde bulunması amacıyla adına celp, çağrı pusulası çıkarılan ve bu çağrı pusulası kendisine veya akrabalarına tebliğ edilen yükümlüler, belirtilen tarihlerde sevk için askerlik şubesine gelerek sevkini yaptırmak zorundadır. Gelmeyenler diğer şartları da mevcutsa bakaya suçunu işlemiş olur.
   Askeri Yargıtay'ın yerleşik ve istikrarlı kararlarında yoklama kaçağı suçu, mütemadi suçlardan olup emsallerinin ilk kafilesinin asker edilmesinden 24 saat geçmekle başlayıp yakalanma veya sanığın kendiliğinden bir resmi kuruma başvuruda bulunmasıyla sona ereceği benimsenmiştir. (As. Yargıtay 3. Dairenin 21.03.2000 gün ve 2000/138-136 s.K. As.Yargıtay 4. Dairenin 28.06.1994 gün ve 1994/358-357 s.K. As.Yargıtay 1. Dairenin 28.04.1999 gün ve 1999/210-208 s.K.)
   Askeri Ceza Kanununun 'Askeri cürümlerde dava ve cezanın nasıl düşeceği' başlığını taşıyan 49. maddesi;
   'Aşağıdaki fıkralarda yazılı hükümler mahfuz olmak üzere askeri suçlarda dava ve cezanın düşmesi hususlarında Türk Ceza Kanununun birinci kitabının 9 uncu babı hükümleri tatbik olunur.
   A) Yoklama kaçağı, bakaya, saklı ve firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar.
   B) Hıyanet cürümleri ile maznun ve mahkum olanlar hakkında müruru zaman yoktur.
   C) (Ek: 14/6/1989 - 3574/1 md.) Sırf askeri suçlarda Türk Ceza Kanununun 119. maddesi hükümleri uygulanmaz' hükmünü içermektedir.
   Somut olayda sanık adına düzenlenen son yoklama çağrı pusulasının babasına tebliğ edilerek, sanığın son yoklamasını yaptırmak üzere 29.07.1996 tarihinde askerlik şubesine müracaat etmesinin istendiği, sanığın kanunen geçerli bir mazereti olmaksızın istenilen tarihte şubeye müracaat etmediği, emsali yükümlülerin ilk kafilesinin askere sevk edildikleri 21-27.08.1997 tarihinden uzunca bir süre geçtikten sonra, 01.07.2005 tarihinde kendiliğinden Askerlik şubesine müracaatı üzerine son yoklamasının yapılarak askere sevk işlemlerinin yapıldığı anlaşılmıştır.
   Askeri Ceza Kanununun 49/A. maddesi ve Askeri Yargıtay'ın yerleşik içtihatları ışığında, yoklama kaçağı suçu mütemadi suçlardan olup, sanığın kendiliğinden başvurması ile kesintinin gerçekleştiği 01.07.2005 tarihi suç tarihi olup, dava zamanaşımının ise gerçekleşmediği anlaşılmıştır" gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık Ali Yaşar'ın, şubece bilinen adresinde babasına yapılan tebligata rağmen nüfusa kayıtlı olduğu Eğirdir Askerlik Şubesince emsallerinin askere sevk edildiği son tarih olan 28.08.1997 tarihine kadar son yoklamasını yaptırmadığı ve 01.07.2005 tarihine kadar yoklama kaçağı olarak kaldıktan sonra, bu tarihte kendiliğinden teslim olduğu somut olayda; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında çözümü gereken uyuşmazlık, dava zamanaşımı süresinin dolup dolmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Dosya incelendiğinde;
Isparta-Eğirdir İlçesi nüfusuna kayıtlı sanık Ali Yaşar'ın, 01.06.1977 doğumlu olduğu,
Sanığa ilişkin son yoklama çağrı tebligatının, 26.06.1996 tarihinde, askerlik şubesince bilinen en son adresinde usulüne uygun olarak babası Mehmet Yaşar'a yapılmasına rağmen, son yoklamasını 01.07.2005 tarihine kadar yaptırmadığı, bu tarihte kendiliğinden geldiği ve aynı tarihte son yoklaması yapılarak, 11.07.2005 tarihinde askere sevk edildikten sonra, verilen 1 günlük yol süresinin ardından 14.07.2005 tarihinde birliğine katılabildiği,
Sanığın emsalleri; 1997/1. tertip olarak 21.02.1997 – 27.02.1997, 1997/2 tertip olarak 21.05.1997 – 27.05.1997, 1997/3 tertip olarak 21.08.1997 – 27.08.1997, 1997/4 tertip olarak ise 21.11.1997 – 27.11.1997 tarihleri arasında sevk edilmekle birlikte, Isparta-Eğirdir Askerlik Şubesi sevklerinin 21.08.1997 – 27.08.1997 tarihleri arasında yapıldığı,   
Sanığın, zamanında başvurmasına rağmen kendisinin askere sevk edilmediği şeklinde savunma yaptığı, fakat askerlik şubelerinden alınan belgelerin bu savunmayı doğrulamadığı,
Anlaşılmaktadır.
Yoklama kaçağı, 1111 sayılı Askerlik Yasasının 12. maddesinde, "nüfus kütüklerinde kayıtlı olup da, askerlik şubesinde kaydı bulunsun veya bulunmasın yaşıtlarıyla birlikte son yoklamada bulunmayan ve bulunmadıklarına dair bir mazeret göstermemiş olanlar" şeklinde tanımlanmıştır.
Yoklama kaçağı suçu ise; 1632 sayılı Askeri Ceza Yasanının 63. maddesinin 1. fıkrasının A bendinde; "Kabul edilecek bir özrü olmadan barışta bakayalarla yoklama kaçağı veya saklılardan yaşıtlarının veya birlikte işleme bağlı arkadaşlarının ilk kafilesi yollanmış bulunanlar ve ihtiyat erattan çağrılıp da özürsüz yaşıtlarının yollanmalarından başlayarak yedi gün içinde gelenler bir aya kadar, yakalananlar üç aya kadar, yedi günden sonra üç ay içinde gelenler üç aydan bir yıla kadar, yakalananlar dört aydan bir buçuk yıla kadar, üç aydan sonra gelenler dört aydan iki yıla kadar hapis, üç aydan sonra yakalananlar altı aydan üç yıla kadar hapis...cezasıyla cezalandırılır" şeklinde düzenlenmiştir.
   Öğreti ve uygulamada yoklama kaçağı suçunun unsurları;
   1- Yükümlü adına son yoklama çağrı pusulasının çıkarılmış olması,
   2- Son yoklama çağrı pusulasının bizzat yükümlünün kendisine veya 1111 sayılı Askerlik Kanununun 25 ve 45. maddelerinde belirtilen yakınlarına son yoklama tarihinden en az 15 gün öncesinden usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş olması,
   3- Usulüne uygun olarak yapılmış tebligata rağmen, yükümlünün emsallerinin ilk kafilesinin sevk edildiği tarihe kadar, askerlik şubesine başvurmamış olması,
   Biçiminde sayılmaktadır.
   Bu bağlamda; suçun oluşabilmesi için öncelikle son yoklama çağrı pusulasının, ilgilinin bilinen adresine gönderilmesi gerekmektedir. İlgilinin askerlik şubesince bilinen adresinden ayrılması durumunda, Askerlik Kanununun 75. maddesi uyarınca yeni adresini askerlik şubesine bildirmesi zorunlu olduğundan, yeni adresin bildirilmemiş olması halinde tebligat bilinen adresteki anne, baba, kardeş veya diğer hısımlara yapılabilecektir.
   Yükümlünün emsallerinden anlaşılması gereken ise, nüfusa kayıtlı olduğu yerde kendisi ile aynı yıl doğanlardır. Bu durumda; emsallerin ilk sevk tarihi, ülke genelinde 1. celp grubu olan Şubat celp grubuna (21-27 Şubat) göre değil, yükümlünün bağlı olduğu yerli askerlik şubesinin tabi olduğu celp grubuna göre belirlenir. Başka bir deyişle; suçun oluşabilmesi için ilgilinin son yoklamasını, kendi şubesinin emsallerini sevk etmesi gereken son tarihe kadar yaptırmamış olması gerekmektedir.
   Yoklama kaçağı suçu askeri cürüm olmakla birlikte, sırf askeri suç olmadığından, bu suçla ilgili olarak erteleme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi müesseselerin uygulanmasına bir engel bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, suçun oluşabilmesi için sayılan koşullar yanında ve aynı zamanda son yoklamaya katılmamanın bir mazerete dayanmaması ve failin suç işleme kastıyla hareket etmesi de zorunludur. Bizzat gelemeyecek şekilde hastalık veya sakatlığa düçar olmak, tutuklu veya hükümlü bulunmak, orta veya yüksek okulda olup da okullarını bitirmemiş olmak gibi mazeretler, kabul edilen mazeretlerdir.
Somut olayda, Isparta-Eğirdir İlçesi nüfusuna kayıtlı olan 1977 doğumlu sanığın emsalleri yerli şubesinden 21 – 28 Ağustos 1997 tarihleri arasında sevk edilmişlerdir. Son yoklama çağrı tebligatı ise 26.06.1996 tarihinde, sanığın askerlik şubesince bilinen son adresinde babası Mehmet Yaşar'a yapılmıştır. Nihayet, geçerli bir mazeret göstermeyen ve 01.07.2005 tarihine kadar son yoklamasını yaptırmamış olan sanık, bu tarihte gelerek teslim olmuştur. Şu halde, sanığın 28.08.1997 ile 01.07.2005 tarihleri arasında yoklama kaçağı olduğu ve bu suretle yoklama kaçağı suçunu işlediğinde kuşku bulunmamaktadır. 
1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun 63. maddesinde düzenlenmiş bulunan bu suç, daha önce askeri mahkemede yargılanmayı gerektirme iken, 05.07.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5530 sayılı Yasanın 4. maddesiyle 353 sayılı Kanunun 13. maddesinde yapılan değişiklik gereğince bu tarihten sonra adli yargının görev alanına girmiştir. Aynı Yasanın 63. maddesinde yer alan Ek Geçici 6. maddede de; bu Kanunun yürürlüğe girdiği sırada kesinleşmemiş olan davaların görevsizlik kararı verilerek adli yargı mahkemelerine gönderileceği düzenlenmiştir.   
Yoklama kaçağı suçu ile ilgili olarak zamanaşımının hesaplanmasına gelince;
Gerek Askeri Ceza Kanununun 63. maddesinden gerekse Askeri Yargıtay'ın duraksamasız kararlarından, mütemadi (kesintisiz) bir suç olduğu açıkça anlaşılan yoklama kaçağı suçunun, somut olayda, ilgilinin kendi şubesindeki emsallerinin son sevk tarihi olan 28.08.1997 de başladığında ve teslim olduğu 01.07.2005 tarihinde tamamlandığında, dolayısıyla da suç tarihinin 01.07.2005 tarihi olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
5237 sayılı TCY'nın 66. maddesinde kesintisiz (mütemadi) suçlarda zamanaşımının, kesintinin gerçekleştiği tarihte işlemeye başlayacağı düzenlenmişse de; Askeri Ceza Yasasının 49/A maddesinde "Yoklama kaçağı, bakaya, saklı ve firar fiilleri hakkında dava müruru zamanı, bütün askeri mükellefiyetlerin veya bizzat girmiş oldukları taahhüdün bitmesinden itibaren işlemeğe başlar" denilmek suretiyle bu suçlar için zamanaşımının başlangıcı yönünden özel bir düzenleme yapıldığı görülmektedir.
  "Bütün askeri mükellefiyetlerin ne zaman biteceği" sorusunun yanıtı ise, 1111 sayılı Askerlik Yasasının 2. maddesinin 1. fıkrasında yer almaktadır. Buna göre, "Askerlik çağı her erkeğin esas nüfus kütüğünde yazılı olan yaşına göredir ve yirmi yaşına girdiği sene Ocak ayının birinci gününden başlayarak 41 yaşına girdiği sene Ocak ayının birinci gününde bitmek üzere en çok yirmibir sene sürer" dolayısıyla, yoklama kaçağı suçlarında zamanaşımı süresinin başlangıcı sanığın 41 yaşına girdiği Ocak ayının birinci günüdür. Bu husus, Askeri Yargıtay'ın duraksamasız uygulamaları arasına girdiği gibi (Örneğin, Askeri Yargıtay 3. Dairesinin 14.04.2004 gün ve 460-451 sayılı kararı) öğretide de bu şekilde kabul edilegelmiştir. (Sahir Erman, Askeri Ceza Hukuku, Umumi Kısım ve Usul, 7. Bası, İstanbul-1983, s.286-287)
Bu durumda, Askeri Ceza Kanunun 49/A maddesindeki hükmün, 5237 sayılı TCY'nın 5. maddesi karşısında uygulanma yeteneğini yitirdiği iddia edilebilirse de;
5237 sayılı TCY'nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle Askeri Ceza Yasası'nda yer alan bazı düzenlemelerin bu hükümlerden etkilenmemesi amacıyla 31.03.2005 tarihinde kabul edilip 06.04.2005 gün ve 25778 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren, 5329 sayılı Yasanın 1. maddesi ile 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasına Ek 8 ve Ek 9. maddeler eklenmiştir.
Ek 8. maddenin 1. fıkrası ile; "26.09.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun genel hükümleri, bu Kanunda yer verilen suçlar hakkında da uygulanır. Ancak, bu Kanunun fer'i cezalara ve cezaların ertelenmesine ilişkin hükümleri ile zamanaşımına ilişkin 49. maddesinin 1. fıkrasının ( A ) bendi hükümleri saklıdır" şeklindeki hükme yer verilirken,
Anılan fıkra ile ilgili değişiklik gerekçesinde de, düzenlemenin amacı; "uygulamada doğabilecek aksaklıkların önüne geçebilmek amacıyla, 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununa eklenen, ek 8. madde ile 5237 sayılı Kanunun 5. maddesine, hapis cezalarının ertelenmesinde, kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırıma çevrilmesinde, ön ödemede, fer'i askeri cezalarda ve zamanaşımına ilişkin hükümlerde istisna getirilmekte, bu konular ile ilgili olarak 1632 sayılı Askeri Ceza Kanununun ilgili hükümleri saklı tutulmaktadır" şeklinde açıklanmış ve böylece Askeri Ceza Yasasının 49/1-A maddesinde yer alan ve yoklama kaçağı suçu açısından "zamanaşımının başlangıcıyla ilgili olarak" özel bir düzenleme içeren hükmün 5237 sayılı TCY'nın 5. maddesine rağmen yürürlükte olduğu belirtilmiştir.
Kaldı ki, yasa koyucu bununla da yetinmemiş; 01.03.2008 tarihinde yürürlüğe giren, 26.02.2008 gün ve 5739 sayılı Yasanın 1. maddesiyle Askeri Ceza Yasasına eklenen Ek 10. madde ile bu konudaki iradesini pekiştirmiş ve Ek 10. maddede açıkça; "Bu Kanunda ve diğer ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya kadar, 26.09.2004 gün ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun Birinci Kitabında yer alan düzenlemeler bakımından, bu Kanunun ek 8 ve 9. maddeleri ile 16.06.1964 gün ve 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunun 63. maddesinin ikinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu Kanunda yazılı suçlarla ilgili olarak 04.11.2004 gün ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesinin beş ila ondördüncü fıkraları uygulanmaz" denilmek suretiyle bu konudaki duraksamaların önüne geçilmek istenmiştir.
Bu hükmün amacı da değişiklik gerekçesinde; "Askeri ceza ve disiplin yargılamasında, askerlik hizmetinin özelliklerinden kaynaklanan bir takım istisnaların kabulü zorunludur. Bu nedenle, 1632 sayılı Kanunu, Ek 10. madde eklenmek suretiyle, bu Kanunda ve diğer ilgili kanunlarda gerekli değişiklikler yapılıncaya kadar, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitabında yer alan düzenlemeler bakımından, Askeri Ceza Kanunun Ek 8 ve 9. maddeleri ile 16.06.1964 tarihli ve 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanunun 63. maddesinin ikinci fıkrası hükümlerinin uygulanmasına devam olunacağı hükme bağlanmıştır" biçiminde açıklanmıştır.
Tüm bu düzenlemeler somut olayla birlikte değerlendirildiğinde; özellikle 1632 sayılı Askeri Ceza Yasasının Ek 8, Ek 9 ve Ek 10. maddeleri karşısında; 5237 sayılı TCY'nın 5. maddesinin, Askeri Ceza Yasasının 49/1-A maddesinde yer alan düzenlemeyi bertaraf etmeyeceği sonucuna varıldığından, halen yürürlükte bulunan ve uygulanması gereken 49. maddenin 1. fıkrasının A bendi uyarınca, sanık hakkında yoklama kaçağı suçundan açılmış bulunan kamu davasına ilişkin dava zamanaşımı süresinin suç tarihinden itibaren değil, 1111 sayılı Askerlik Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrası uyarınca sanığın 41 yaşına gireceği 2017 yılının Ocak ayının 1. gününden itibaren başlayacağının ve bu nedenle de dolmak bir yana henüz işlemeye bile başlamadığının kabulü gerekir. 
Bu itibarla; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Daire kararının kaldırılmasına ve dosyanın bir karar verilmek üzere Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir. 
Daha önce ilgililere tebliğ edilmediği anlaşılan, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27.06.2008 gün ve 292946 sayılı tebliğnamesinin ise Özel Dairece tebliğ edilmesi olanaklı görülmüştür. 
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-  Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2-  Yargıtay 7. Ceza Dairesinin 23.12.2009 gün ve 10480-15853 sayılı "zamanaşımı nedeniyle bozma ve kamu davasının ortadan kaldırılması" kararının KALDIRILMASINA,
3-  Dosyanın, temyiz incelemesi yapılarak bir karar verilmesi için Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.05.2010 günü yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.