Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Konular - kilimanjaro

#41
Türkiye'de sanık olmak, hem kolaydır, hem de zordur. Kolaydır, çünkü suçun işlendiğine dair yeterli şüpheye ulaşıldığı iddiası ile dava açılır, ancak delillerin toplanıp maddi hakikatin araştırılması daha ziyade mahkemeye bırakılır.

Esasında bu yanlıştır. Doğru olan, soruşturma aşamasında tüm delillerin hukuka uygun yol ve yöntemlerle toplanması, yeterli şüpheye ulaşılmadığı durumda da şüpheli hakkında dava açılmamasıdır. Lekelenmeme hakkının gereği de budur.

Sanık olmak, yani bir suç işlediğine dair yeterli şüphe ile suçlanmak zordur, çünkü sanık haklarının öngörüldüğü ve amaçlandığı kullandırılmadığı görülebilmektedir. Nedir bu sanık hakları? Hukuk devletinde, bir suçla suçlanıp yargılanan herkesin masumiyet/suçsuzluk karinesi altında bazı haklara sahip olması ve bu hakları kullanabilmesi demektir. Suçlanan kişiye, soruşturma aşamasında "şüpheli", dava ve temyizi kapsayan kovuşturma aşamasında da "sanık" adı verilir.

1- Hakkında soruşturma açılan kişi, gereği gibi savunma yapabilmek için öncelikle ne ile suçlandığı bilmelidir.

2- Yargılamada kullanılan dili bilmeyen kişiye ücretsiz tercüman tayin edilmelidir.

3- Bir suçla suçlanan kimseye zor kullanılamayacağı gibi, ifade ve sorguda baskı da yapılamaz. Suçlanan kişi, özgür iradesi ile savunmasını sözlü veya yazılı olarak yapabileceği gibi, susarak da yapabilir. Susmak, suçlamayı kabul etmek değil, reddetmek anlamına gelir. İddiayı ortaya koyan, iddiasını ispatla yükümlüdür. Şüpheli veya sanık, yargılamanın her aşamasında suçsuzluğunu anlatma, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilmesini isteme hakkı vardır.

4- Bir suçla suçlanan herkesin, isterse kendi seçeceği avukattan, isterse de barodan ücretsiz görevlendirilecek avukattan hukuki yardımı alabilme hakkı vardır. Alt sınır cezası beş yılı geçen suçla suçlanana avukat tayin edilmesi zorunludur. Suçlama ne olursa olsun, kollukta alınan ifadede avukat bulunmadığı takdirde, bu ifade şüpheli ve sanık aleyhine kullanılamaz. Soruşturma aşamasında avukat yardımı, sadece Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesi kapsamına giren suçların işlendiği iddiasında 24 saat süre ile kısıtlanabilir, ancak bu sırada ifade alınamaz. Bu kısıtlamanın doğru olmadığını söylemek isteriz.

5- Suçlanan bireyin hızlı ve tutuksuz şekilde yargılanma hakkı vardır. Geç gelen adalet fayda sağlamaz. Açılan davalar hızlı bitirilmeli ve maddi hakikate hemen ulaşılmalıdır. Bu nedenledir ki, davaların bir duruşma, en fazla birkaç celsede bitirilmesi öngörülmüştür. Ancak bu kural istisna haline dönüşmüş, davaların yıllarca sürmesi ise olağan hale gelmiştir. Masumiyet/suçsuzluk karinesi olduğu halde, insanların uzun süre tutuklu yargılandıkları ve bir tedbir olan tutuklamanın cezaya dönüştüğü görülebilmektedir. Bu yanlıştır.

6- Savcının yürüttüğü soruşturma aşamasında, şüphelinin sadece aleyhine olan deliller değil, lehine olan deliller de toplanmalıdır. Şüpheli ve avukatı da delil toplayıp, soruşturmada savcıya, kovuşturmada da mahkemeye sunabilir.

7- Sanık ve avukatı; soruşturma dosyası ile ilgili gizlilik kararı olsa bile, hangi suçlama ve delillerle gözaltına alındığını, hangi dayanakla tutuklamaya sevk edildiğini, tutuklandığını veya adli kontrol tedbirine tabi tutulduğunu bilme, delilleri görme ve değerlendirme hakkına sahiptir. Yakalanan ve gözaltına alınan şüpheli veya sanığın bu durumu yakınına derhal bildirilmelidir. Gözaltına alınan şüpheli, en kısa sürede serbest bırakılmasını veya adliyeye çıkarılmasını isteme hakkına sahiptir. Gözaltı süresi makul olmalı ve bu makul süre de ihtiyaç kalmadığı takdirde sonuna kadar kullanılmamalıdır. Bu sırada da kolluk ve savcılık makamı, şüpheli veya sanığa keyfi muamelede bulunamaz ve bulunulmasına da göz yumamaz.

8- Sanık, tutukluluğuna itiraz edebilme, tutuksuz yargılanmayı isteme ve soruşturma aşamasında tutukluluk incelemesinin hakim huzurunda yapılması hakkına sahiptir. Tutukluluğun tüm aşamalarında, sanığın yanında mutlaka en az bir avukat bulunmalıdır.

9- Sanık, kovuşturma aşamasında hangi fiille suçlanmakta ise, sadece o fiilden yargılanabilir.

10- Sanık ve avukatı, kovuşturma aşamasında sözlü savunma yapma, soru sorma ve tüm söylenenlerin kayda geçirilmesi hakkına sahiptir.

11- Sanık, doğrudan doğruyalık (yüzyüzelik) ilkesi gereğince prensip olarak, soruşturma aşamasında sorguyu yapan hakim veya heyet kimse, kararı da o hakim veya heyetin vermesini bekleme hakkına sahiptir. Bu hak, tabii hakim ve mahkeme güvencesinin doğal bir sonucudur.

12- Sanık; suçlu olduğu kesinleşmedikçe, yani kanun yolları tükenmedikçe suçlu ilan edilemez ve gösterilemez. Sanık, sadece dışarıda değil, duruşma salonunda da avukatının hukuki desteğinden yararlanma hakkına sahiptir. Sanığın tutuksuz yargılanması esastır. Bu esas, sanığın savunma hakkına en iyi şekilde kullanabilmesine hizmet eder. Çünkü tutuklu insan, tutuksuz insan gibi imkanlara sahip olamaz ve dilediği savunmayı yapamaz.

13- Sanık, dava sonunda hakkında verilen kararı temyiz etme, sonrasında da Anayasa Mahkemesi'ne ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunma hakkına sahiptir.

Prof. Dr. Ersan Şen - Haber 7
http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1057364-sanik-haklari
#42
İSA YAZAR - ANKARA

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından onaylanan torba yasa ile memurlara yeni haklar tanındı. Açıktan vekil olarak atananlara ayda 2 gün olmak üzere yılda yirmi güne kadar izin hakkı getirildi. Doğum yapan memura iki yıl süreyle gece vardiyası görevi verilemeyecek.

Hemşirelik, ebelik, köy öğretmenliği, imam-hatiplik gibi kadrolara açıktan vekil atanabilen memurlar, ücretli izin hakkına kavuştu. Önceki gün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından imzalanan torba yasa ile pek çok kesime önemli haklar geldi. Bunlardan biri de vekil memurlar. Daha önce açıktan vekil olarak atananların ücretli izin hakkı bulunmuyordu. Torba yasa ile bu durumdaki personele ayda 2 gün olmak üzere yılda yirmi güne kadar izin hakkı tanındı. Torba ile doğum yapan memurlar lehine de düzenleme yapıldı. Doğum yapan memura bir yıl süre ile gece nöbeti ve gece vardiyası görevi verilmemekteyken, bu süre iki yıla çıkartıldı. Ayrıca KİT'lerde çalışan sözleşmeli personelin her türlü izin hakları memurlarla paralel hale getirildi. Torba yasa ile 100 bin sözleşmeli memur kadroya geçerken, aday memur olarak görev yapmaktayken kılık kıyafet kurallarına aykırı davrandığı gerekçesiyle disiplin cezası alarak görevlerine son verilen memurlara da yeniden atanma hakkı getirildi. Yasa ile vekil Kur'an kursu öğreticisi olarak görev yapanlarla 4 Mayıs 2005 ile 30 Haziran 2013 arasında en az 3 ay süreyle bu görevde bulunanlar kadroya geçirilecek.

Yasa ile kamuya 2 bin 827 kadro ihdas edildi. Köy korucularından 55 yaşını doldurduğu için görevleriyle ilişikleri kesilenlere ödenen maaşlar, 384 liradan 653 liraya yükselecek. En yüksek aylık miktarı ise 614 liradan 883 liraya çıkacak. Muhtarların aldığı 460 liralık maaş da 875 lira olacak. Yasa ile Sosyal Güvenlik Kurumu'nda yönetici olarak görev yapan doktor, diş hekimi ve eczacılar 4 bin 900 lira ek ödeme alacak. Bu düzenlemeyle SGK'da görev yapan sağlık personelinin kurumdan kaçışının önlenmesi hedefleniyor.

Torba yasa ile pek çok alanda değişiklik geldi. Yasa ile işyerlerinin iş sağlığı ve güvenliği ile işyeri hekimi çalıştırma şartı 6 ay ertelendi. Buna göre 50'den az çalışanı olan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfındaki 600 bin işyeri, 1 Ocak 2014 tarihi itibarıyla işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı çalıştırmak zorunda olacak.

Düzenleme ile iş güvenliği uzmanı tanımı genişletildi. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, SGK ve İşkur'daki müfettişler ile şehir plancısı, peyzaj mimarı, iç mimar ve biyologlar da iş güvenliği uzmanı olabilecek. Çalışma Bakanlığı, torba yasaya kendi çalışanları için de önemli düzenlemeler koydu. Buna göre Çalışma Bakanlığı'nda yurtdışı görev kapsamı genişletildi. Daha önce genel müdür ve üstü personel yurtdışı sürekli göreve atanabiliyorken yeni düzenlemeyle bu kapsama daire başkanı ve üstü personel de girdi. Ayrıca Çalışma Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu'nda merkez teşkilâtındaki müfettişler de yeterliklerini aldıktan sonra 7 yıl çalışmış olmaları şartıyla yurtdışı göreve atanabilecek.

http://www.zaman.com.tr/ekonomi_vekil-memura-yillik-izin-hakki_2116596.html
#43
Harira da mı içmeyek?

18 Temmuz 2010 günü ajanslara düşen haber tam tamına şöyleydi: 'Diyarbakır'ın Silvan ilçesinde 40 yaşındaki Hacı Oruç, evde parasızlık yüzünden iftar için yemek pişmediğini öğrenince kendini asarak intihar etti. Kaldırıldığı hastanede 3 gün süren yaşam mücadelesini kaybeden Hacı Oruç vefat etti.'

18 Temmuz 2013 günü, yani bu haberden tam 3 yıl sonra, o gün, işim gereği, Kuruçeşme'deki Defterdar İbrahim Paşa Camii'nde iftarımı açmış; eve gitmek üzere sahilden ikinci köprüye doğru yola çıkmıştım. Sağda, önünde bin çeşit lüks arabanın olduğu bir yerin önünden geçerken arabadaki yönetmen arkadaşım 'abi, burası o yeni açılan muhafazakar mekanı. Çay 6 lira, iftar menüsü 80 kağıt' dedi. Fas mutfağından çok özel Harira çorbası, karpuz aromalı limonata, Özbek mantısı falan varmış meşhur mekanın iftar menüsünde.

AK Parti iktidarı, bunu isteyip istememesinden bağımsız olarak, kendine mahsus bir zengin üst sınıfın oluşmasını sağladı. Ben bu zengin üst sınıfa uzun süredir 'yeni muhafazakar tosuncuklar' diyorum.

Yeni muhafazakar tosuncukların en belirgin özellikleri 'servet sahibi olmanın kötü bir şey olmadığını' temcid pilavı gibi tekrarladıkları o zeka yoksunu, düztaban diskurları.

Meseleyi birkaç örnekle kaynağına götürelim.

Bir bedevi, Mescid-i Nebevi'ye girdiğinde, kimin Allah'ın Peygamberi olduğunu anlayamamıştı. Çünkü Risaletpenah Efendimiz'in sedef işlemeli bir tahtı, birkaç yakın koruması, ipekten elbisesi, gösterişli bir devesi, altın ve mücevherlerle süslü bir hançeri yoktu. Mescitteki herkes nasıl görünüyorsa, O (sav) da öyle görünüyordu. Medine, tarihin görüp görebileceği en 'sınıfsız toplum'lardan biriydi bu anlamda.

Hazreti Ali, pazar denetiminde hurma satan bir adamın önünde durmuş, ona 'bu hurma niçin 3, diğeri niçin 5 dinar' diye sormuş; iki hurma çuvalındaki hurmaları karıştırıp 'hurmalarını 4 dinardan satarsan kimse kendini eksik ya da üstün hissetmez' demişti.

Müslümanların en zenginlerinden biri olan Hazreti Ebubekir, çeşitli vesilelerle 3 ya da 4 kez bütün servetini, tek bir kuruşu kalmamacasına, Müslümanlara infak etmişti.

İslam, servet sahibi olmayı kınamaz; lakin servetin yanlış kullanımına sert şekilde karşı çıkar. Servetin yanlış kullanımını ise zekat-sadaka vermemek, infak etmemek, cimriliğe, israfa ve 'mal biriktirme arzusuna' yenilmek olarak tanımlar.

Yeni muhafazakar tosuncuklara, bu genel hükümleri hatırlattığınızda 'iyi de, zekatımı veriyorum; malımın geri kalanını nasıl kullanacağımdan sana ne' diye cevap verir size. (Zekatını da genellikle bağlı bulunduğu ve bağlantılarıyla iş yaptığı cemaatlerden birine verir. Zekattan çok bir çeşit 'iş anlaşması bedeli' diyorum ben buna. Uzun meseledir, belki sonra konuşuruz.)

Yok öyle. Bu, 'sana ne' diyerek işin içinden çıkılacak bir şey değil. Senin bindiğin 400 bin liralık jiple kaç tane Müslüman'ın hayatının kurtulmasına vesile olacağının hesabını yapacak kadar matematik biliyorum zira. 80 lira ödediğin iftar menüsünün kaç öğrenci evinde kaç delikanlının boğazından sıcak yemek olarak geçebileceğini tahmin edebiliyorum.

Ben 'sosyal adalet' dedikçe sosyal medyada sıkça önüme konulan bir hadis var: 'Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister!'

'Bana bunu gönderen yeni muhafazakar tosuncuk, keşke ilgili hadis-i şerifin başını da okusaymış' diyorum her seferinde. Çünkü Buhari ve İbnu Mace'de geçen hadisin tam metni şöyle: 'Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister.'

Mısır'da, Suriye'de, Diyarbakır'da, Myanmar'da, Üsküdar'da, dünyanın ve ülkemizin dört bir köşesinde yarı aç yarı tok yaşam mücadelesi veren Müslüman'ın gözlerinin içine bakarak 'servetimden sana ne' diyemeyiz. 'Müslüman her şeyin en iyisine layıktır' hadisini sadece 'ben en iyisine layığım' olarak anlarsak sıkıntı olur. Müslüman, paylaşmanın, infak etmenin, zekat vermenin en iyisine layıktır yahu.

Diyarbakır'da iftar vakti fakirlikten intihar eden Hacı Oruç'un hesabının bizden sorulmayacağını düşünüyorsak İslam'dan, İslam'ın sosyal adalet kavramından hiçbir şey anlamamışız demektir.

Üstelik Harira çorbası, evde kolayca yapılabilen ve çok ucuza mal edebileceğiniz bir çorbadır.

twitter.com/kilicarslan_is
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/harira-da-mi-icmeyek/38758





Yukarıdaki köşe yazısında bahsedilen intiharla ilgili haber:



İftar için yemek olmadığını öğrenince intihar etti

Mazlum YILMAZ / SİLVAN (AHT)

Diyarbakır'ın Silvan İlçesi'nde geçimini sebze ve meyve satarak sağlayan 4 çocuk babası Hacı Oruç (40), 3 gün önce iftar öncesi geldiği evinde, eşinin para olmadığı için yemeke yapamadığını söylemesi üzerini kendini astı. Hastaneye kaldırılan Oruç, 3 günlük yaşam mücadelesini kaybetti.

Silvan'da geçimini el arabasıyla sebze ve meyve satarak sağlayan ve 2 odalı tek katlı evde ailesiyle yaşayan 4 çocuk babası Hacı Oruç, 3 gün önce iftar vakti evine geldi. 11 yıllık eşi Edibe Oruç'a (37) ne yemek yaptığını soran Oruç, "Yemek yapacak birşey yoktu. Yemek yok" yanıtını alınca önce çocuklarına sarıldı, ardından evin bir odasına çekilip kendini tavana astı. Eşinden ses gelmeyince meraklanan Edibe Oruç, eşini asılı görünce hemen ipi keserek eşini indirdi. Hacı Oruç, yakınları tarafından kaldırıldığı Diyarbakır Dicle Üniversitesi Hastanesi'nde yoğun bakımda tedaviye alındı. Oruç, yapılan tüm müdahaleye rağmen dün akşam yaşamını yitirdi.

Eşinin intihar etmesinin ardından 4 çocuğuyla ortada kalan Edibe Oruç, Kürtçe konuşarak eşinin son günlerde para kazanamadığı için eve yiyecek alamadığını söyledi.

Eşinin 3 gün önce iftar saatinde eve geldiğini ağlayarak anlatan Edibe Oruç, "İftar saatinde eşim eve geldi. Yemek yapacak hiçbir şey yoktu evde. Aç aç bekliyorduk. Eşim ne yemek yaptığımı sordu. Ben de (Yemek yapacak bir şey yoktu, yemek yok) dedim. Bunun üzerine çocuklara sarılıp bir süre ağladı. Çok üzüldüğünü anlamıştım. Sonra da arka odaya geçti. Ben de fazla üzmemek için yanına gitmedim. Ama odadan ses gelmeyince merak edip gidip baktım. Eşim kendini iple tavana asmıştı" dedi.

Otopsi işlemlerinin ardından Hacı Oruç'un cenazesi, Silvan'ın Karabehlülbey Mezarlığı'nda toprağa verildi.

http://www.haberturk.com/yasam/haber/543553-iftar-icin-yemek-olmadigini-ogrenince-intihar-etti
#44


Eskişehir'de bir avukatı, sosyal paylaşım sitesi Facebook'tan tehdit eden sanık 6 ay hapis cezası aldı. Ancak bu dava diğerlerinden farklıydı...

Sosyal paylaşım siteleri üzerinden tehdit ve hakarete mahkemeden emsal niteliğinde bir ceza geldi. Eskişehir 4. Sulh Ceza Mahkemesi, açtığı sahte Facebook hesabıyla bir avukatı tehdit eden sanığı 6 ay 7 gün hapis cezasına çarptırdı. Ceza ertelenmedi. Daha önceki benzer davalarda genellikle cezalar erteleniyordu.

Eskişehir'de geçtiğimiz yıl meydana gelen olayda, avukat Abdullah Algın, kefil olduğu halde ödemediği bir borç sebebiyle Hakan Sarı'nın babasına ait ev hakkında icra takibi başlattı.

İkazlara ve taleplere rağmen gerekli ödeme yapılmayınca Sarı'nın babasının evine haciz konuldu ve ev bu yolla satıldı. Yaşananlara tepki gösteren Hakan Sarı, sosyal paylaşım sitesi 'Facebook' üzerinden 'Semiha Hopan' ismiyle sahte bir hesap açtı. Bu hesap üzerinden avukat Algın'a 'tehdit ve hakarette' bulundu.

Facebook üzerinden gönderilen mesajlarda, "Cezanı çekeceksin. Kime bulaştığını bilseydin. İleride keşke demek zorunda kalmasaydın." ifadelerini kullandı.

Bunun üzerine Abdullah Algın, konuyla ilgili araştırma başlattı. Sarı, sahte 'Facebook' hesabından Algın'a gönderdiği mesajların içinde gerçek ismini yanlışlıkla yazınca yakayı ele verdi. Avukat Algın, konuyu yargıya taşıyarak, Sarı hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Savcının başvuruyu incelemesinin ardından sosyal medya üzerinden 'tehdit ve söverek hakaret etmek' suçu sebebiyle Sarı hakkında, 3 aydan 2 yıla kadar hapis istemiyle 4. Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı.

Duruşmada kendini savunan Sarı, hakkındaki suçlamaları kabul etmeyerek beraatını istedi. Sarı, avukat Algın'a yaptıklarının hesabını vermek zorunda olduğunu hatırlatmak için böyle bir yola başvurduğunu aktardı. Ancak tehdit kastının olmadığını iddia etti.

Davacı Abdullah Algın ise avukatlık mesleği gereği yaptığı icra takibi sonucu sanığın babasının evine haciz konulduğunu, burada şahsi bir kastının olamayacağını belirterek, "Bu sebeple sanık beni Facebook mesajıyla tehdit etti. Sanık bu tehdit mesajlarını avukat arkadaşlarıma da göndermiş. Sanığın cezalandırılmasını istiyorum." dedi.

Savunmaların ardından dosyayı son kez inceleyen mahkeme heyeti, davayı karara bağladı. Sanık Sarı, 'tehdit ve hakaret' suçundan 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Sanığın tehdit suçunu birden çok kez işlemiş olduğunu gerekçe gösteren mahkeme, 1/4 oranında artırıma giderek cezayı 7 ay 15 güne çıkardı. Ardından mahkeme, sanığın duruşmadaki iyi hal durumunu da göz önüne alarak cezada 1/6 oranında indirime gitti ve cezayı 6 ay 7 güne indirdi. Ancak mahkeme, sanığa verilen bu cezada herhangi bir ertelemeye gitmedi. Buna göre sanık Hakan Sarı, mahkemenin verdiği 6 ay 7 gün hapis cezasını çekecek.

http://www.zaman.com.tr/gundem_sahte-isimle-facebooktan-avukati-tehdit-etti-6-ay-hapis-cezasi-aldi_2114344.html
#45


ABDULLAH METİN ÇOLAK - İSTANBUL

Yargı mensuplarının sıkça sitem ettikleri idarî işlerdeki yoğunluk sorununun çözümü için önemli bir adım atılıyor. Bu kapsamda geçtiğimiz yıl hastanelerde uygulamaya geçirilen 'hastane müdürü' (CEO) uygulaması adliyelere taşınıyor.

Hâkim ve savcıların yaklaşık yüzde 30'unun istihdam edildiği adliye idarî işlerinin yönetimini profesyoneller devralacak. Adalet Bakanlığı tarafından başlatılan ve son aşamaya gelen çalışma sonrasında ilk etapta İstanbul Adalet Sarayı'nın idarî yönetimi hâkim ve savcılardan alınıp uzman kişilere verilecek. Göreve gelecek yönetici, cumhuriyet başsavcısı ile Adalet Komisyonu başkanının denetiminde çalışacak.

İlk olarak İstanbul Adalet Sarayı'nda uygulanacak Adliye CEO'su projesi ile idari işlerin yönetimini profesyonel kişiler yapacak. Adliye yöneticisi hizmet, idari düzenlemeler, adliyeye malzeme alımı, lojman ve ceza infaz kurumu inşasının da aralarında bulunduğu birçok konudan sorumlu olacak. Yapılacak değişiklikle hâkim ve savcıların adliyenin idari işlemlerinden arındırılarak yargı görevine odaklanmalarının sağlanması planlanıyor.

Proje kapsamında adliye yöneticiliğinin dışında adliye içi işlemlerin hızlandırılması için de birtakım değişiklikler öngörülüyor. Zaman kaybını önlemek adına kurulacak danışma masaları da bunlardan biri. Adliyeye gelen vatandaşlar, kendine ait duruşmanın salonunu veya hakkında başlatılan bir adlî işlemin ne aşamada olduğunu bu masalardan öğrenebilecek. Değişikliklerden biri de ön büro sisteminin kurulması. Ön bürolarda daha önce savcıların bizzat aldığı dilekçelerin kabulü yapılacak ve vatandaşların ulaşamadığı dosyalar hakkında bilgilenmeleri sağlanacak. Adliyeler için düşünülen bir diğer proje ise 'kısıtlı alan' uygulaması. Söz konusu uygulama ile adliye sarayı, halka açık, yarı kapalı ve kapalı alanlar olarak bölümlere ayrılacak. Uygulamanın hayata geçmesi ile hâkim ve savcılar işlerini yaparken her an rahatsız edilemeyecek. Bu şekilde yargı personelinin işine odaklanması ve işlemlerin hızlanması hedefleniyor.

Adliyelerin idari ve mali yönetimin başsavcılık eliyle yürütüldüğünü belirten Demokrat Yargı Eşbaşkanı Doç. Dr. Uğur Yiğit, "Adliyelerde hâkim ve savcı odalarının tahsisinden bakanlıktan gönderilen ödeneğin harcanmasına kadar birçok konu başsavcı ve vekilleri tarafından yapılır. Hastanelerde başhekim ve hastane müdürü var. Böylelikle başhekim levazım, temizlik, güvenlik, yemekhane, temizlik vs. konuları yerine hastaların sağlığına zamanını ayırabiliyorsa aynı mantık ve uygulama adliyelere de getirilmelidir." şeklinde konuştu. Yiğit, Ankara, İstanbul, İzmir gibi büyükşehirler başta olmak üzere birçok adliyede önemli sayıda savcının asıl uzmanlık konuları olan soruşturma işi yerine idari işlerde görevli olduğunu anlattı. Adliyelerin idari ve mali yönetiminin Adalet Komisyonu veya komisyon başkanına bağlı başsavcıdan alınması gerektiğini belirten Uğur Yiğit, "Adliyeler adliye müdürleri tarafından yönetilmelidir. Savcıların yargı dışındaki bütün görevleri bu müdürlere devredilmelidir." dedi.

Adliye yöneticisinin devralacağı görevlerden bazıları:

Adliyenin temizlik, güvenlik ve bakım onarım gibi işlemlerini yapmak.

'Bilgi Edinme Kanunu' kapsamında yapılan müracaatlara yanıt vermek.

Aylık rapor ve cetvelleri hazırlatıp Adalet Bakanlığı'na göndermek.

Adli sicil hesaplarını kontrol etmek.

Adliye binası, lojman ile ceza infaz kurumu inşaat işlerini yapmak ve kontrol etmek.

Hizmet içi eğitim seminerleri düzenlemek.

Mahkemelerin güvenliğini sağlamak.

http://www.zaman.com.tr/gundem_adliyelerde-ceo-donemi_2114871.html
#46


SİVAS'ın Gürün İlçesinde uçuruma yuvarlanan otomobilde 34 yaşındaki hakim Yaşar Yılmaz hayatını kaybetti. Otomobilde yapılan aramada 25 kilo esrar bulundu.

Dün akşam saat 21.00 sıralarında Darende İlçesi Yazıköy yakınlarında bir otomobilin 250 metrelik uçuruma yuvarlandığını gören vatandaşlar, durumu jandarma ekiplerine bildirdi. Yapılan ihbar sonrasında olay yerine giden İlçe Jandarma Komutanlığı ekipleri ağır hasar gören G.D. adlı bir kişi üzerine kayıtlı Ford Fiesta marka 06 EYK 43 plakalı otomobilin içinde hakim olduğu öğrenilen Yaşar Yılmaz'ın cesediyle karşılaştı.

Hayatını kaybeden hakim Yaşar Yılmaz'ın cesedi, otopsi yapılmak üzere Gürün Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. Jandarma ekiplerinin araçta yaptığı arama da ise otomobilin içinde 25 kilo esrar ve bir miktar uyuşturucu hap bulundu. Hakim Yaşar Yılmaz'ın kesin ölüm sebebinin ise yapılacak otopsi sonucu belli olacağı öğrenildi.



YAKINLARI: ARABA KULLANMAYI BİLMEZDİ

Yaşar Yılmaz'ın Çorum'un İskilip ilçesinde görev yaparken son çıkan kararnameyle Siirt'in Kurtalan ilçesine tayin olduğu öğrenildi. Hakimin cenazesi Gürün'ün Beypınar Köyü'nde toprağa verilirken, Jandarma ekipleri kazayla ilgili geniş çaplı soruşturma başlattı. Beypınar köyünde toprağa verilen Yaşar Yılmaz'ın yakınları ise hakimin ehliyetinin olmadığını ve araba kullanmayı bilmediğini iddia ettiler.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/24418226.asp
#47


Diyarbakır'da boşanan çiftin 10 yaşındaki kızlarının soyadı, mahkeme ve Yargıtay arasında kriz çıkardı. Yargıtay, kızın, annesinin soyadını almasına hükmeden mahkeme kararını bozdu.

Diyarbakır'da 2002 yılında evlenen Murat Çağlar Haznedaroğlu ile Ayfer Beken'in 2003 yılında Aylin adını verdikleri bir kız çocukları oldu. Ancak çift 2007'de boşandı. Aylin'in velayeti 'henüz anne bakım ve şefkatine muhtaç olduğu' gerekçesiyle annesine verildi. Anne Ayfer Beken, 2012 yılında mahkemeye başvurarak Aylin'in 'Haznedaroğlu' olan soyadının 'Beken' olarak değiştirilmesini istedi.

ANNE LEHİNE KARAR

2012 yılının Ekim ayında görülen duruşmada Diyarbakır Nüfus Müdürlüğü temsilcisi, 18 yaşına kadar velayet annede olsa dahi, çocuğun babasının soyadını taşımak zorunda olduğunu belirtip, davanın reddedilmesini istedi. Ancak dosyayı karara bağlayan Diyarbakır 2'nci Asliye Hukuk Mahkemesi Hakimi Faruk Özsu, anne lehine hüküm kurarak, Aylin'in soyadının 'Beken' olarak değiştirilmesine karar verdi.

Mahkeme, Anayasa Mahkemesi'nin, Nüfus Kanunu'nun 4'üncü maddesinde yer alan "Boşanma hallerinde, çocuk anasına verilmiş olsa bile babasının seçtiği soyadını alır' hükmünü, 2011 yılında Anayasa'nın 10 ve 41'inci maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal ettiğini vurguladı. Mahkemenin kararı, Nüfus Müdürlüğü'nce temyize götürüldü.

Dosyayı inceleyen Yargıtay 18'inci Hukuk Dairesi, hükmün bozulmasına oy birliğiyle karar verip, dosyayı yeniden yerel mahkemeye gönderdi.

Yargıtay'ın bozma kararında, özellikle boşanma sebebiyle velayet sahibi annelerin çocuklarına kendi soyadını vermek için bir çaba içine girdiklerini belirtti. Kararda soyadını velayet hakkı gibi nedenlerle değiştirmenin Medeni Kanun'a aykırı olduğu belirtilerek, "Velayetin anneye verilmesi, onun soyadının değiştirilmesi için haklı bir neden sayılmadığı gibi, hukuki mevzuat buna izin vermemektir" denildi.

'Yargı yasanın ne olduğunu söylemeli'

Yargıtay'ın kararı bozması üzerine, Diyarbakır 2'nci Asliye Hukuk Mahkemesi yeniden yargılama yaptı. Mahkeme, duruşmada Yargıtay'ın bozma kararına karşı direnme kararı aldı. Aylin Haznedaroğlu'nun soyadının 'Beken' olarak değiştirilmesine karar verdi. Kararın Yargıtay Genel Kurulu'nda temyiz yolu açık olmak üzere verildiği belirtildi. Gerekçeli kararda, Yargıtay'ın bozma kararına sert bir dille şu karşılık verildi: "Yargı, hukukun ve yasanın ne olduğunu söylemekle yetinir ve teknik, hukuki düşünceleri aşacak şekilde hukuk yaratmaya kalkamaz. Tersi bir yaklaşım, günümüzde ciddi bir eleştiri konusu haline gelen yargısal aktivizmi (Judicial Activism) çağrıştırır."

Kaynak: CİHAN
http://www.haber7.com/guncel/haber/1053758-mahkeme-ile-yargitay-arasinda-soyadi-krizi
#48
Müşteri Memnuniyeti Gerekçesi ile Telefon Görüşmesi Kayda Alınabilir mi? - Prof. Dr. Ersan Şen - Haber7.com

Son zamanlarda, bireylerin "112 Acil" ve "155 Polis İmdat" gibi hatları aramak suretiyle suç ihbarında veya tıbbi yardım talebinde bulundukları sırada ya da kamu kudreti kullanıcısı Devlete bilgi verdikleri telefon görüşmelerinin, arayan kişinin bu yönde bir rızası olup olmadığı dikkate alınmaksızın kayda alındığı ve saklandığı, gerektiğinde de kullanıldığı görülmektedir.

Yazımızda, bu uygulamanın hukuka uygunluğunu ve arayan kişinin konuşmaların kayda alınmasına onay göstermesinin, kayıt altına alma fiilini hukuka uygun hale getirip getirmediğini değerlendireceğiz.

Türk Ceza Kanunu'nun "Haberleşmenin gizliliğini ihlal" başlıklı 132. maddesine göre, "Kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu gizlilik ihlali haberleşme içeriklerinin kaydı suretiyle gerçekleşirse, verilecek ceza bir kat artırılır.

Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın hukuka aykırı olarak alenen ifşa eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur".

TCK m.132/1-2; kendisi ile yapılmayan, yani başkaları arasında gerçekleşen haberleşmenin izinsiz kayda alınması veya gizliliğinin ihlali ya da bu kayıtların ifşa edilmesini suç olarak tanımlamıştır. 132. maddenin üçüncü fıkrasında, o da kendisi ile yapılan haberleşmenin içeriğinin kaydı alınması ve saklanması değil, kendisi ile yapılan haberleşmenin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın alenen ifşa eden kişi cezalandırılacaktır. İfşanın hukuka aykırı ve aleni olmaması durumda ise, elbette suç gerçekleşmeyecektir. Üçüncü fıkrada, sadece haberleşmelerin içeriğinin diğer tarafın rızası olmadan hukuka aykırı olarak alenen ifşa edilmesi fiili suç sayılıp, fail hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası öngörülmüştür.

Oysa TCK 132. madde, kendisi ile yapılan haberleşme içeriğini, örneğin telefon konuşmasını diğer tarafın rızası olmaksızın kayda alan ve bu kaydı aleniyet şartı aranmaksızın başkası ile paylaşan kişinin fiilini de suç olarak tanımlamalı idi.

Kişinin emniyet ya da acil servisi aramak suretiyle gerçekleştireceği telefon görüşmesinin kayda alınmasının, Türk Ceza Kanunu'nun 132. maddesindeki mevcut düzenleme karşısında suç oluşturmayacağı ileri sürülebilir. Şöyle ki;

Uygulamada, emniyet ya da acil servis ile gerçekleştirilen görüşmelerde, arayan kişiye bu görüşmelerin kaydedileceğine ilişkin bir uyarı bildiriminde bulunulmadığı, yani kişinin görüşmenin kayıt altına alınması hususunda rızasının alınmasına ihtiyaç duyulmadığı görülmektedir. Kanaatimizce, bireyin rızası olsun veya olmasın emniyet ya da acil servisi aramak suretiyle gerçekleştirdiği telefon görüşmelerinin kayda alınması doğru değildir.

Bir an için "Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası" başlıklı Türk Ceza Kanunu'nun 26. maddesinin somut olayda uygulama alanı bulduğu iddia edilse dahi bireyin, kamu kudreti kullanıcısı devletin en etkili birimlerinden olan "155 Polis İmdat" ya da çoğunlukla aciliyet ve zorunluluk gibi sebeplerden dolayı aradığı "112 Acil Servis" ile gerçekleştirdiği telefon görüşmeleri sırasında, bu görüşmelerin kayıt altına alınması noktasında hür bir iradeye sahip olduğundan bahsetmek mümkün değildir. Bir başka ifadeyle, bireyin kamu kudreti kullanıcısı Devlet organları karşısında hür iradeye sahip olamayacağı kabul edilmeli ve bu kapsamda gerçekleştirdiği telefon görüşmeleri rıza ile de kayıt altına alınamamalıdır. Çünkü birey, kamu kudreti kullanıcısına karşı özgür iradeye sahip olamaz ve bu kapsamda  "mağdurun rızası" adlı hukuka uygunluk sebebine de itibar edilemez. Önceden bireyin rızası alınsa da, telefon veya ortamda geçen bu konuşmalara ilişkin kaydın hukuka aykırı sayılması gerektiğini düşünmekteyiz.

Emniyeti ya da acil servisi arayan bireyin konuşmalarının kayıt altına alınması, bireyiz rızası olsun veya olmasın Türk Ceza Kanunu'nun 257. maddesinde düzenlenen görevi kötüye kullanma suçunu oluşturacağı gibi, bu kayıtların alenen ifşa edilmesi halinde de Türk Ceza Kanunu'nun 132. maddesinin 3. fıkrasında öngörülen haberleşmenin gizliliğini ihlal suçu oluşacaktır. CMK m.135/7 uyarınca, ancak Kanunun öngördüğü hallerde ve Kanun tarafından yetkili kılınan makam aracılığı ile iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve iletişim sinyallerinin takibi mümkündür. Bunun dışında ve önleyici maksatlı dinlemeler dışında, kimsenin iletişimi kayda alınmaz, alındığı takdirde bu kayıtlar hukuka aykırı kabul edilir ve bireyin aleyhine kullanılamaz.

Peki kamu kudreti kullanıcısı devlet organları dışında, örneğin bankalar ile gerçekleştirilen telefon görüşmeleri açısından da durum aynı mıdır?

Bilindiği gibi telefonla yapılan bankacılık işlemleri sırasında, ilgiliye kayda alma konusunda bilgi verilmektedir. Kişi, rızası bulunmadığı takdirde telefon görüşmesini sona erdirme imkanına sahiptir. Bu nedenle, telefonla bankacılık işlemleri sırasında otomatik olarak yapılan kayıt işlemlerine herhangi bir itiraz ileri sürülmeksizin görüşmeye devam edilirse, görüşme sırasında banka tarafından alınan kayıtlar ilgili hakkında sonradan başlatılacak soruşturma ve kovuşturmalarda delil olarak kullanılabilecektir.

Şayet ilgili, otomatik olarak yapılan bu kayıt işlemine başlarken sözkonusu kayda rıza göstermediğini beyan ederse, bu kayıt ilgili hakkında daha sonra başlatılacak olan soruşturma ve kovuşturmada delil olarak kullanılamayacaktır. Kayıt altına alındığını bildiği halde, kayıtla ilgili açıklama karşısında sessiz kalıp, konuşmaya devam eden kişinin rızasının bulunduğu ve ileride bu konuşmanın aleyhine delil olarak kullanılabileceğini bildiği kabul edilir. Bant çözümünde konuşmanın kaydedileceğine dair bir açıklama bulunmamakta ise, bu durumda elde edilen kayıt hukuka uygun delil sayılmayacaktır.

"Sizin güvenliğiniz için görüşmeyi kayda alıyoruz" ibaresine verilen rızanın, başka amaçlar kapsamında kayda alınan konuşmanın o kişinin aleyhine delil olarak kullanılmasına rıza göstermesi anlamını taşımayacağı fikri elbette dikkate alınmalıdır. Gösterilen rızanın dar ele alınması gerektiği, bu sebeple de sadece kendi güvenliği, yararı için görüşmenin kayda alındığını düşünerek, kayda rıza gösteren kişinin rızasını geniş tutmak ve göstermediği bir rızayı varsaymak isabetli olmayacaktır. Konuşması kayda alınan kişi, her ne kadar kayıt işlemine rıza göstermiş olsa da, bu kaydın ileride aleyhine delil olarak kullanılabileceğini o an düşünmemiş olabilir. Sonuç olarak kişi, pekala iradesinin sakatlandığını ve aldatılmak suretiyle rızasının elde edildiğini ileri sürebilecektir.

Kamu kudreti kullanıcısı Devlet organları ile gerçekleştirilen telefon görüşmelerinin, bireyin rızası dahi olsa, kayıt altına alınması doğru değildir. Aynı durum, kamu kurum ve kuruluşu niteliğinde olmayan, yani bankalar gibi özel kurumlarla gerçekleştirdiğimiz zorunlu görüşmeler için de geçerlidir.

Ancak belirtmeliyiz ki, Ülkemizde henüz kişisel verilerin korunmasına dair hukuki alt yapı olmadığından, önleyici maksatlı dinleme ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nda öngörülen adli amaçlı dinleme dışında telefon görüşmelerinin kayda alınması hukuken mümkün değildir. Bu sebeple mevcut düzenlemenin yetersiz olduğunu, TCK m.132'nin de konuşmayı karşı tarafın bilgisi olmaksızın kayıt altına alma fiilini net bir şekilde suç olarak düzenlemediğini ifade etmeliyiz. Kanaatimizce, kişiler arasındaki telefon görüşmelerinin, bir tarafın rızası veya bilgisi olmaksızın kayıt altına alınması ve bu kaydın kullanılması bir suç tipi olarak düzenlenmelidir.

Özel hayatın gizliliği ve korunması hakkı ile haberleşme hürriyetinin gözetilebilmesi için, öncelikle muvafakatli veya önceden rızaya dayalı aramanın usul ve esasları, ceza sorumluluğu kanunla düzenlenmeli, acil servis, itfaiye, polis imdat gibi özellik taşıyan hatlar ile işyerlerinin müşteri memnuniyeti dışında önü açılmamalı ve yasal düzenleme sırasında da "Temel hak ve hürriyetlerin gözetilmesi" başlıklı Anayasa m.13 mutlaka gözetilmelidir.

Tüm izinli dinlemelerde, dinleme hangi amaçla kayda alınmakta ise, ancak o amaç için kullanılabilmeli, saklama şekil ve süresi de yasa ile düzenlenmelidir.

Ayrıca, delil elde etmenin yöntemi hukuka uygun olmalıdır. Zaten tahkik sistemi ile itham sistemini ayıran da budur. Herşey delil olabilir, bunun sınırı da hukuka uygun yol ve yöntemlerin kullanılmasıdır. Hukuk kuralı ise, biçimini Anayasa m.13 çerçevesinde bulur. Yasal dayanağı olmayan kişi hak ve hürriyet sınırlamalarına itibar edilmesi mümkün değildir.

1. Mağdurun rızası diye bir kavram kamu kudreti kullanıcısı karşısında olamaz. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz muvafakatli aramayı reddetmektedir. Özgür irade, ancak özgür insanlar arasında mümkündür. Bir tarafta birey, diğer tarafta zor ve silah kullanma yetkisini sahip kolluğun olduğu bir yerde veya o kamu görevlisini arama zorunluluğu içinde bulunduğunuz bir durumda, mağdurun rızasının alınması suretiyle sesin kayda alınabilmesi doğru görülemez.

2. Sınırlama, Anayasa m.13 ve 22/2 kapsamında yapılabilir. Yasal düzenleme ve yasal dayanak olmak zorundadır. Hiçbir gerekçe, hukuka aykırılığı hukuka uygunluğa dönüştüremez.

Prof.Dr. Ersan Şen - Haber7.com
http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1052126-musteri-memnuniyeti-gerekcesi-ile-telefon-gorusmesi-kayda-alinabilir-mi
#49


FAZLI MERT

Sinema ve dizilerde karşılaşılan mahkûmların geceleri dışarı çıkması vakası (ki en son ATV'de yayınlanan ve Kenan İmirzalıoğlu ile Bergüzar Korel'in başrollerini paylaştığı "Karadayı" adlı dizide de bolca bu durum işleniyordu) Kartal Yarı Açık Cezaevi'nde gerçek oldu.

Cezaevi yetkililerinin, suç örgütü lideri Ahmet D.'nin geceleri dışarı çıkıp kumar oynamasına göz yumduğu öğrenildi.

İstanbul polisinin önceki gün Kartal, Silivri ve Metris cezaevlerine yaptığı operasyonun detayları ortaya çıkmaya başladı. Sedat Şahin grubundan ayrılarak yeni bir yapılanma içine giren Ahmet D. liderliğindeki şebekeye yönelik gerçekleştirilen operasyonda aralarında Kartal Kapalı Cezaevi birinci müdürü Yunus C., ikinci müdürü Halil Şen'in de olduğu 38 kişi gözaltına alındı. Yapılan çalışmalarda Kartal Cezaevi'nde kalan Ahmet D.'nin film senaryolarını aratmayacak şekilde akşamları cezaevinden çıktığı belirlendi. Cezaevi müdürü ve gardiyanlar tarafından dışarı çıkarılan çete liderinin çeşitli mekânlarda alem yaptığı, kumar oynadığı, gazinoya gittiği tespit edildi. Silivri Cezaevi'nde yapılan aramalarda da 15 adet cep telefonu bulundu.

Ahmet D.'nin, Uşak Müzesi'nde sergilenen Karun Hazinesi'nin en değerli parçası olan Kanatlı Denizatı Broşu'nun çalınıp satılması olayına karışarak ceza aldığı öğrenildi. Müzeden 2005 yılında sahtesiyle değiştirilerek çalınan broşu Ahmet D.'nin aldığı, broşun Japonya'ya götürülmek istenirken operasyon kapsamında ele geçirildiği ortaya çıkmıştı. Soruşturma kapsamında müze müdürü ceza alırken Ahmet D. firari olarak yargılandı. İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nün iki yıl önce gerçekleştirdiği operasyonda bir pidecide yüz kişiye iftar verdiği sırada gözaltına alınan Ahmet D., yetkililere teslim edilmişti.

http://www.zaman.com.tr/gundem_cete-lideri-cezaevinden-kacak-cikip-kumara-gitmis_2111142.html
#50


İLHAN GÖKALP - LONDRA

Merkezi Londra'da bulunan Global İnsani Yardım Merkezi yıllık raporuna göre Türkiye 2012'de 1 milyar dolardan fazla insani yardım yaparak yıllık milli gelirinin yüzde 0,13'ünü yardıma sarf etti. Türkiye, ABD, Avrupa Birliği ve İngiltere'nin ardından en fazla yardım yapan 4. ülke oldu.

En fazla insani yardımı yapan ülkeler sıralamasında ilk sırada 3,8 milyar dolarla ABD yer alırken, ikinci sırada 1,9 milyar dolarla AB üçüncü sırada ise 1,2 milyar dolarla İngiltere yer alıyor.

Türkiye'nin özellikle Suriye krizinde 350 bin mülteciye ev sahipliği yaptığını belirten raporda ayrıca yarısı 5 yaşının altında 275 bin insanı etkileyen Somali'deki açlık ve kıtlık sırasında Türkiye'nin aldığı inisiyatiflere dikkat çekildi.

2012'de 76 milyon insanın hayati derecede yardıma muhtaç olduğu açıklanan raporda 2011'de ise 93 milyon insan muhtaçlık sınırında yer aldığı belirtildi. Geçtiğimiz yıl yapılan Toplam 17,9 milyar dolarlık yardımın yüzde 70'inin ise hükümetler tarafından karşılandığı belirtildi.

(CİHAN)
www.zaman.com.tr/dunya_iste-turkiyenin-dunyadaki-siralamasi_2111350.html
#51


MEHMET KURU - ESKIŞEHIR

Eskişehir'in Muttalıp beldesinde komşu 6 kadın kavga edince mahkemelik oldu. Kadınları  barıştıran Hâkim Kemal Karanfil, "Bayramda size ziyarete gelip, küs olup olmadığınıza bakacağım." dedi.

Eskişehir 4. Sulh Ceza Mahkemesi benzeri ancak filmlerde olur dedirtecek bir kararla gündemde. Hâkim Kemal Karanfil, kavga ettikleri gerekçesiyle mahkemelik olan kapı komşusu 6 kadına ceza vermek yerine barıştırdı. Hâkimin gerekçesi de oldukça manidardı.

"Ramazan'da küslük olmaz."

Hem sanık hem de davacı konumunda olan tarafları dinleyen Karanfil, "Üstelik siz kapı komşususunuz. Bayramda birbirinizin yüzüne nasıl bakacaksınız? Hiç komşular birbirine küser mi?" diye nasihatte bulundu.

Mahkeme başkanının nasihatlerini dinleyen taraflar, bir süre sonra, "Hâkim bey siz doğru söylüyorsunuz. Biz barışmak istiyoruz. Davamızdan vazgeçiyoruz." cevabını verdi. Bunun üzerine hâkim, mahkeme salonunda taraflardan küçük olanlara büyüklerinin ellerini, büyüklere de küçüklerinin gözlerinden öptürdü. Mübaşir de mahkeme salonunda davalı kadınlara kolonya ve şeker ikram etti. Taraflar arasında barışmanın sağlanmasından sonra hâkim, davayı düşürdü. Barışan tarafları evlerine gönderen Karanfil'in bir de uyarısı  vardı: "Sakın dışarıda bir daha birbirinizle kavga etmeyin, küsmeyin. Bayramda size ziyarete gelip, küs olup olmadığınıza bakacağım."

Merkeze bağlı Muttalıp beldesinde meydana gelen olayda, Aysun Dağoğlu, Aysel Ebe, Fatma Dağoğlu, Minure Oruç, Ayşen Oruç, Habibe Dağoğlu arasında ziyarete gittikleri komşu evinde aralarında kömür meselesi yüzünden tartışma çıktı. Tartışmanın kavgaya dönüştüğü olayda kadınlar birbirini darp etti ve olay jandarmaya intikal etti. Birbirlerinden şikâyetçi olan kadınlar hakkında savcılık tarafından hazırlanan iddianame sonrasında haklarında 'basit yaralama' suçundan Eskişehir 4. Sulh Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı. Birbirlerinden şikâyetçi olan 6 kadın hem davacı hem de müşteki sıfatıyla hâkim karşısına çıktı. Hâkimin tarafları dinlediği sırada duruşma salonunda gerginlik yaşanınca polis çağrıldı.

Kavganın yatışmasının ardından hâkim taraflara "Komşu musunuz?" diye sordu. Bunun üzerine taraflar, "Hem aynı köylüyüz hem de birbirimizle kapı komşusuyuz" cevabını verdi. Hâkim taraflara, "Hatasız kul olmaz. Ramazan'dayız, önümüz bayram. İnsan hiç Ramazan'da küser mi? Üstelik siz komşusunuz. Bayramda komşu olarak birbirinizin yüzüne nasıl bakacaksınız? Eve giriş çıkışlarda, kapıda, mahallede birbirinizi gördüğünüzde ne yapacaksınız? Bakın hepiniz sanık konumundasınız. Size ceza versem 5'er bin lira tutar. Bunu da ödeyemezsiniz, hapse düşersiniz. Gelin mübarek Ramazan'da birbirinizi affedin. Ben de davanızı düşüreyim." ifadesini kullandı. Hâkimin bu nasihatleri üzerine bir süre düşünen taraflar, "Hâkim bey siz doğru söylüyorsunuz. Biz barışmak istiyoruz. En doğrusu da bu." dediler. Hakim, "Madem siz barıştınız, ben de sizin davanızı düşürüyorum." dedi.

http://www.zaman.com.tr/magazin_hakim-kavga-eden-kadinlari-baristirip-gonderdi_2112370.html
#52


Halk arasında faydalı olarak bilinen zeytin çekirdeğinin yutulması uzmanlarca tavsiye edilmiyor.

Balıkesir'in Edremit ilçesinde faaliyet gösteren 'Kale Natürel' isimli araştırmalar yapan şirket, sofralık hazır zeytin çekirdeğinin yutulmasının insan sağlığına fayda sağlamadığını açıkladı. Zeytin çekirdeği kabuğunu ve kabuğun içindeki özü gelişmiş teknoloji ile inceleyen şirket, salamura edilmiş hazır zeytin çekirdeğinin kabuğunda ve kabuğun içinde faydalı bileşen kalmadığını tespit etti. Yapılan araştırmada, salamura edilmemiş, dalından kopmuş hali ile etinden ayrılan zeytin çekirdeğinin faydalı olduğunu belirledi.

Kale Natürel Şirketi ortağı ve araştırmacı Faruk Durukan, yutulan zeytin çekirdeğinin sindirim sistemini zorladığını söyleyerek, çiğ zeytinin çekirdeğinin kırılarak tüketilmesinde fayda olduğuna dikkat çekti. Ülkedeki çok sayıda üniversite ile Zeytin üzerinde onlarca bilimsel araştırmaya imza atan Durukan, "Zeytin çekirdeğinin dış kabuğunun içeriğinin selüloz ağırlıklı olduğu, sindirim sistemini zorladığı, işleme sırasında vücuda yararlı bir şey kalmadığını tespit ettik. Yaptığımız araştırmalarda, çekirdek içindeki zeytin ağacının embriyosu içindeki etken maddelerin HPLC analiz sonuçlarına göre, salamura işlemiyle fermente olduğu ve yapısının değiştiğini, iyileştirme etkisini kaybettiği tespit edilmiştir. Çiğ zeytin meyvesinden çekirdeği ayırıp, kırıp ve içi yenildiğinde etken maddelerin (Nüzhenid, tirasol ve hidroksitrasol) aktivitesini koruduğu HPLC analizlerimizde gözlenmiştir. Araştırma sonuçlarımızda, bu maddeler zeytin yaprağından daha yoğun olarak çekirdekte mevcut olduğundan sağlık açısından yenmesi uygun bulunmaktadır. Doğal malzemeleri, bedenimizin metabolizmasına uyumlu hale geldikten sonra tüketmeliyiz. Halk arasında yayılan sağlık ile ilgili bilgileri sağlıkçılar ve araştırmacılardan duymadan vücutlarında denemeyiniz" dedi.

Dünyanın en büyük bitki özü reaktörü ve Türkiye'nin en büyük bitki özü üretim tesislerinin geliştiricisi Faruk Durukan, dünyanın 3 bin yıldır çözüm bulamadığı zeytin karasuyunu faydalı hale getirmeyi başarmış, zeytin yaprağı çayını bulmuş, zeytin çekirdeğinden dünyanın en kaliteli aktif karbonunu üretmişti. Durukan, zeytin özünden ilaç ham maddeleri elde edip, İsviçre gibi ilaç sanayinde dünya devi ülkelere ihraç ediyor. Faruk Durukan 2011 yılında zeytin üzerine yaptığı bir bilimsel çalışması ile bilim dalında Nobel Ödülü'nü aday gösterilerek Türkiye'nin gururu olmuştu.

http://www.sabah.com.tr/Gunaydin/Saglik/2013/05/05/zeytin-cekirdegini-yutmayin



'Zeytin çekirdeği yutmak faydalı' diyenlere kanmayın

GÜLİZAR BAKİ

Zeytin, sağlık için son derece faydalı bir bitki. Peki çekirdeği? Son zamanlarda birçok kişi zeytin çekirdeğinin mide, bağırsak ve hemoroite iyi geldiğini düşünüyor. Bu kanaate internette dolaşan bir yazı sebep oldu. Kimliği belirsiz birinin 'zeytin çekirdeği yutuyorum, hemoroit ve mide sorunum kalmadı.

Siz de kahvaltıda çekirdekleri atmayın yutun' önerisi e-postalar arasında dolaşıyor. Hatta Kocaeli'nden bir tüccar zeytin çekirdeğini toz haline getirip aktarlarda satmaya başladı.

Herkesin dilinde olan bu mucizenin (!) gerçekten faydalı olup olmadığını uzmanlara sorduk. Tıbbi bitkiler uzmanı Prof. Dr. Kerim Alpınar da son günlerde konuyla ilgili onlarca soruya muhatap olmuş. Çok sayıda insanın zeytin çekirdeği yuttuğuna tanık olmuş. Alpınar, zeytin çekirdeği yutmanın hiçbir faydası olmadığını, bilakis zararlı olduğunu vurguluyor. e-postada yazdığı gibi çok sayıda zeytin çekirdeğinin yutulmasının bir felakete yol açabileceğini söyleyen Alpınar'a genel cerrah Cenap Şirin de hak veriyor. Bugüne kadar 14 bin hemoroit hastası tedavi eden Şirin bunu şöyle açıklıyor: "Zeytin çekirdeğinin iki ucu da sivridir ve çekirdeği mide öğütemez. Dolayısıyla zeytin çekirdeğinin sivri uçları bağırsaklarda tahrişe sebep olabilir. Yine hemoroitli hastaların yaralarını parçalayabilir." Şirin, hemoroit hastalarının doktora gitmekten utandıkları için duydukları her yöntemi denediklerini ve istismarların kurbanı olduklarını anlatıyor. Zaten bütün bu yöntemlere rağmen sonuç bulamadıkları için nihayetinde doktora gitmek zorunda kalıyorlar. İnsanlar sadece zeytin çekirdeği yutmak değil, nohut yutmak, kaplumbağa kanı içmek, ısırgan otu sürmek gibi farklı yöntemler de deniyorlarmış. Hastaların bu tür yöntemlerle sonuç alamadıklarını söyleyen Cenap Şirin'e göre, rahatsızlığı olan kişi mutlaka doktora tedavi olmalı.

http://www.zaman.com.tr/aile-saglik_zeytin-cekirdegi-yutmak-faydali-diyenlere-kanmayin_840193.html
#53
Demokrasinin olmazsa olmazı olan sandığın bu kadar itibardan düşürüldüğü, neredeyse demokratik teoriye temelden karşı olarak gösterildiği görülmemişti. Uzun zamandır çoğunluk iradesi ile çoğulculuk arasındaki ilişki tartışılıyor.

Çoğunluğun seçim kazandı diye her istediğini yapamayacağını biz 30 sene önce Medine Vesikası tartışmaları sırasında söylemiştik: Bir toplumda halkın iradesi yüzde 99 tecelli etse bile yüzde 1'in hakkı korunmalıdır. Ancak ana çerçevesi tespit edilmiş siyasetin yürütülebilmesi kararın çoğunluğa ait olmasına bağlıdır. Bu hem zaruridir hem evrensel bir kaidedir: El hükmü li'l ekser!                                                                                                                                   

İran İslam Devrimi ve 2010'dan itibaren Ortadoğu'da başlayan patlamalar otokrat rejimlerin yerlerini Müslüman gruplara bırakacağı gerçeğini ortaya koymuş oldu. Bu süreç çok daha öncesinden başlamasına rağmen Batı tarafından durdurulmuştu.İlk büyük darbe 1992'de Cezayir'de İslami Selamet Cephesi'nin ilk tur seçimleri kazanmasıyla gerçekleştirildi. Fransa, cuntacıları harekete geçirerek Cezayir'de darbe yaptırdı, AB utanmadan bir hafta sonra 292 milyon dolar bağışla darbeyi destekledi. 1996'da Refah Partisi (RP) oyların yüzde 21'ini alıp laik DYP ile koalisyon kurdu. Ancak ABD-İsrail işbirliği ve AB onayı ile 28 Şubat darbesiyle iktidardan indirildi. AİHM herhangi bir hukuki meşruiyet krizine düşmeden RP'nin kapatılmasına onay verdi. 2006'da Filistin'de adil bir seçim yapıldı; Hamas seçimleri kazandı, Carter son derece düzgün ve adil bir seçim olduğunu rapor etti. İsrail, seçilen 40 küsur milletvekilini, Meclis başkanını ve bakanları tutuklayıp hapse attı, ABD ve AB "Bu İsrail'in hakkıdır" diye cevaz verdi. Muhammed Mursi'nin geçen sene yüzde 52 oyla cumhurbaşkanlığına seçilmesi de son derece düzgün ve hukuki idi. Bir sene sonra ABD, İsrail ve AB işbirliğiyle cuntacılara Mısır'da darbe yaptırıldı.

Bir türlü Müslümanlar Batılılara "demokrasi beğendiremiyor!" Batı oyunun kurallarını kendisi koyuyor. Müslümanlar oyuna giriyor, uzantılarının oyunu kaybedeceğini anlayınca düdüğü çalıp oyuna son veriyor. Bu, maç yapan rakip iki takımdan birinin durmadan gol yerken maçın tam ortasında silahını çekip "Ben kural mural tanımam, topu alır boş kaleye gol atarım, yoksa sıkarım" demesi gibi bir şey. Batı bu zorbalığa, bu ahlaksızlığa çanak tutuyor; içerdeki cuntacıları, darbe heveslilerini durmadan teşvik edip ilginç yol ve yöntemlerle baskıcı rejimlerin önünü açıyor.

Taksim-Gezi Parkı'yla ortaya çıkan durum yeni bir siyaset yönteminin bundan sonra yürürlüğe konulacağını göstermektedir. 2003'ten bu yana yerel ve genel girdiği her seçimi, oyunu artırarak kazanan AK Parti'nin sandıkla iktidardan edilmeyeceği iyice anlaşılmış bulunuluyor. Sandıktan ümidini kesenler hiçbir somut örnek gösteremedikleri halde tamamen bir algı oluşturmak amacıyla "özgürlüklerimiz kısıtlanıyor, yaşama tarzımıza müdahale ediliyor" diye sokaklara dökülüyorlar. Gösterilerde giriştikleri çatışmalarda polisten gördükleri tepkiyi destanlaştırarak yaygın kent vukuatına dönüştürüyorlar. Her yeni gösteri ve polisle karşılaşma yeni bir şiddet ve karşılaşmanın sebebi oluyor. Böylelikle sokakta yürütülen gösteriler küçük ölçekli kalkışmalara dönüşüyor, arkasından Batılı çevreler bunu meşruiyet sorununa yol açan "hak ihlali" olarak propaganda ediyorlar.

Fakat Taksim kalkışmasına karşı Başbakan R.Tayyip Erdoğan'ın Havaalanı, Kazlıçeşme, Ankara, Samsun, Kayseri ve Erzurum mitinglerinde yüz binlerle verdiği cevap bu sokak demokrasisinin yine gerektiğinde sokakla alt edileceğini ortaya koymuş oldu. Sandıksa sandık, sokaksa sokak! Müslüman Kardeşler'in, II. Tahrir'e karşı Adeviye'yi öne çıkarmaları bu türden yeni bir mücadele yöntemidir. Eğer yönetimi ve iktidarları sokak belirleyecekse herkes sokağa inecek. Bu anlamda ben sokağı kesinlikle küçümsemiyorum. Hatta keşke rahmetli Menderes ve Erbakan'ın arkasında da milyonlar sokağa inip şiddetten uzak durabilselerdi, diyorum. Korunması gereken tek kriter şiddetten, silahlı mücadele ve iç çatışmalardan özenle uzak durmak. Doğru olanı ise sokağın barışçı ifade ve gösteri için kullanılması, iktidar değişikliği için sandığa başvurulmasıdır.

www.zaman.com.tr/ali-bulac/sandiksa-sandik-sokaksa-sokak_2108370.html
#54
5 ildeki 24 avukatın sahte baro pulu basıp kullandıkları iddia edildi. Savcılık nitelikli dolandırıcılık suçlamasıyla her avukat için 21 yıl hapis istedi. Avukatların yıllık 1,5 milyon TL gelir elde ettiği kaydedildi.

Türkiye Barolar Birliği'ne kayıtlı 24 avukatın, baro tarafından satılan ve orijinal değeri 4 lira 13 kuruş olan vekâletname pulunun sahtesini basarak kullandığı iddia edildi. Adalet Bakanlığı'nın izniyle haklarında dava açılan avukatlar için 21 yıla kadar hapis cezası istendi. Avukatların bu yolla yıllık 1,5milyon TL gelir elde ettiği öğrenildi

5 İLDE OPERASYON

Türkiye Barolar Birliği'nin (TBB) Ankara, Diyarbakır, Gaziantep, Kayseri ve Kırıkkale barolarına kayıtlı 24 avukat hakkında, 'sahte baro pulu' kullandıkları iddiasıyla dava açıldı. Adalet Bakanlığı'nın izniyle Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından açılan davada, avukatlar hakkında; sahte baro pullarını kullanarak veya satarak haksız kazanç temin etme suçlaması yöneltildi.

TBB'nin de şikâyetçi olduğu dava dosyasında sahte pul vurgunundan bir yıl içinde 1,5milyon TL'lik gelir elde edildiği kaydedildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Ahmet Hamdi Kaya'nın yürüttüğü soruşturmada, iddianame tanzim edilerek Ankara 10.Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. İddianameyi kabul eden mahkeme dava için gün verdi.

Kaya'nın yürüttüğü soruşturma dosyasına bilirkişi heyetinin hazırladığı rapor da yer aldı. Raporda, A.İ. adlı avukatın, Ankara 15. ve 16. İcra Müdürlüğü'nde kullandığı 39 vekâletnameden 19'unun sahte 20 tanesinin ise farklı modellerden oluştuğu anlatıldı.Raporda ayrıca, Diyarbakır Barosu'na kayıtlı G.M. adlı avukatın 700 farklı işlemde kullandığı pulların 330'unun ise sahte pullardan oluştuğuna yer verildi.

NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK

İddianamede, tüm avukatlar hakkında Türk Ceza Kanunu'nun 199'uncumaddesi kapsamında suç işlendiğini aktaran savcılık, kıymetli damga olarak tanımlanan baro pulunu sahte olarak üretmek, kullanmak, dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak işlendiğini vurguladı. Savcılık, sanıkların nitelikli dolandırıcılık suçundan da cezalandırılmasını istedi. Her avukat için ayrı ayrı 21 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

Ailece pul işindeler

Bilirkişi raporunda, Diyarbakır Barosu'na kayıtlı H.D.D. isimli bir başka avukatın da vekâletname ve icra müdürlükleri için kullandığı pulların sahte olduğu belirtildi. H.D.D'nin 404 farklı dosyada kullandığı pullardan 400'ünün sahte çıktığı bildirildi.

Bunun yanı sıra H.D.D'nin avukat eşi B.D'nin işlemlerinde de usulsüzlük tespit edildi. B.D'nin 712 farklı dosyada kullandığı pullardan 450 adedinin sahte, 152'sinin de farklı versiyonlardan oluştuğu ifade edildi. Bu kişilerin yanı sıra fezlekede ismi geçen diğer avukatların da farklı tarih ve zamanlardaki işlemlerinde sahte pul kullandıkları tespit edildi.

GÖKHAN ÖZDAĞ - BUGÜN GAZETESİ
http://gundem.bugun.com.tr/sahte-pul-basmis--haberi/709508
#55


ÖSYM, daha çok doktor ve hukukçu yetişmesi için kolları sıvadı. Bu yıl kılavuzda yapılan değişiklikle tıp fakültelerine 2 bin 491, hukuk fakültelerine de 3 bin 370 ek kontenjan getirildi.

Zorlu üniversite sınav maratonu, geçen haftaki son LYS sınavıyla yerini "tercih heyecanına" bıraktı. Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi'nden (ÖSYM), 8-18 Temmuz'da yapılacak tercihler öncesinde, doktor ve hukukçu olma hayali kuran adaylara müjde geldi. "2013- Yüksek öğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu"nda yapılan değişiklikle tıp ve hukuk fakülteleri kontenjanı yüzde 25 artırıldı.

SEBEP HEKİM YETERSİZLİĞİ

geçen yıl tıp için 9 bin 445, hukuk fakültesi için de 12 bin 50 kontenjan ayırmıştı. Bu yıl ise yeni açılan üniversitelerle birlikte tıp fakültelerine 2 bin 491, hukuk fakültelerine de 3 bin 370 ek kontenjan getirildi. Böylece tıp fakültelerinin toplam kontenjanı 11 bin 936'ya, hukuk fakültelerinin de 15 bin 420'ye yükseldi.

Her iki fakültedeki kontenjan artırımı kararının sebebi olarak adliyelerde biriken dava dosyalar ile Türkiye'deki hekim sayısının yetersizliği gösteriliyor. 2013 yılı itibariyle eğitim fakültelerindeki biyoloji, fizik, matematik, kimya, tarih, coğrafya, Türk dili ve edebiyatı öğretmenliği bölümlerine öğrenci alınmayacak. Üniversitelerdeki 113 programda toplam3452 kontenjan, fen edebiyat fakültelerine devredilecek.

Puanlar düşecek

FEM Yayınları Rehberlik Koordinatörü Faruk Ardıç, bu yıl üniversite kontenjanlarının yüzde 5 oranında artırıldığını belirterek, "En büyük artışlar tıp, hukuk ve ilahiyat fakültelerinde oldu. Bu fakülteler geçen yıllara göre daha fazla öğrenci alacak. Bu, puanların düşmesi anlamına geliyor.

Doktor olmak isteyenlerin şansı biraz daha arttı. Ancak puanların ne kadar düşeceği adayların yapacağı tercihlere bağlı" dedi. Ardıç, söz konusu fakülteler daha fazla öğrenci alacağı için en iyileri seçmede çıtanın düşebileceği, bunun da kalite sorununu doğurabileceği öngörüsünde bulundu.

http://www.haber7.com/egitim/haber/1047725-tip-ve-hukuk-fakultesi-kontenjanlari-artti
#56


İBRAHİM ASALIOĞLU - ANKARA

Darbecilerin meşruiyet bahanesi olarak gördüğü TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi yenileniyor. TSK'ya, Cumhuriyet'i 'koruma ve kollama' görevi veren madde 'yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunma' şeklinde düzenleniyor. Askerin siyasetle ilişkisini düzenleyen madde de 'TSK mensupları siyasî faaliyette bulunamaz' şeklinde netleştiriliyor.

Darbelere yasal dayanak oluşturduğu gerekçesiyle eleştirilen ve Türk Silahlı Kuvvetleri'ne (TSK) Cumhuriyet'i 'koruma ve kollama' görevi veren TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi değişiyor. 'Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır' şeklindeki madde yeniden yazılıyor. Meclis'e sunulan hükümet tasarısında,  TSK'nın görevi, "Yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır." şeklinde tanımlanıyor. 27 Mayıs, 12 Eylül ve 28 Şubat darbelerinin gerekçesi olarak bu madde gösterilmişti. 12 Eylül soruşturmasının 2 sanığı Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, savunmalarında 35. maddeyi işaret etmişti. 'Darbeye teşebbüs'ten ceza alan eski 1. Ordu Komutanı Çetin Doğan da, kendini bu maddeye dayanarak savunmuştu.

TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi bugüne kadar yapılan darbelerde cuntacıların en büyük dayanağıydı. 27 Mayıs darbesini yapanların temel dayanağı bu maddeydi. 12 Eylül soruşturmasında ifade veren 2 sanık, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve yine dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya da darbeye gerekçe olarak 35. maddeyi işaret etmişti. 28 Şubat'ın mimarları da soruşturma kapsamında verdikleri ifadelerde bu maddeye sarıldı. 'Darbeye teşebbüs' suçlamasıyla yargılandığı davada ceza alan dönemin 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan da, Balyoz belgeleri yayınlandığı ilk günlerde kendisini yine TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesine dayanarak savunmuştu.

Darbecilerin en büyük dayanağı olan bu madde artık değişiyor. Meclis'e sunulan hükümet tasarısıyla, 'Silahlı Kuvvetler'in vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti'ni kollamak ve korumaktır' şeklindeki 35. madde yeniden yazılıyor. Tasarıda 'Silahlı Kuvvetler'in vazifesi', "Yurtdışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askerî gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır." şeklinde yenileniyor.

'Askerlik' tanımında da değişikliğe gidiliyor. Askerliği tanımlayan, "Türk vatanını, istiklal ve cumhuriyetini korumak için harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir. Bu mükellefiyet özel kanunlarla vaz olunur." şeklindeki madde, "Harp sanatını öğrenmek ve yapmak mükellefiyetidir" şeklinde yenileniyor.

Mevcut kanundaki askerlerin siyasetle ilişkisini düzenleyen madde de revize ediliyor. Mevcut kanunda, "Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncelerin dışında ve üstündedir." şeklinde olan madde, "Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları siyasi faaliyette bulunamaz." şeklinde değiştiriliyor.

KALDIRILMASI SÖZ KONUSU DEĞİL

Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, katıldığı 2. Uluslararası Öğrenciler Mezuniyet Töreni'nde tasarıya ilişkin soruları cevapladı. 35. maddenin kaldırılmasının söz konusu olmadığını anlatan Bozdağ, "Tasarıyı gördüğünüzde daha iyi bir değerlendirme imkânı bulacaksınız. 35. maddede bir değişiklik öngörülmektedir. Kaldırılması söz konusu değil. Yeni yasama döneminde yasalaşacaktır." ifadelerini kullandı. Bozdağ, PKK'nın çekilmesiyle ilgili haberlere de değindi. Terör örgütü mensuplarının Türkiye topraklarını tamamen terk etmiş gibi bir algının doğru olmadığını söyledi. Bozdağ, "Çözüm süreci içerisinde terör örgütü mensuplarının topraklarımızı terk etmesi şarttır. Ama bazı basın yayın organlarında yer alan haberlere baktığınızda sanki terör örgütü mensuplarının Türkiye topraklarını tamamen terk etmiş gibi bir algı var. Bu algı gerçeği yansıtmıyor. Bu süreç devam ediyor. Sürecin devam ettiğini ifade edebilirim." diye konuştu.

Suç olarak tanımlanan fiiller Facebook'ta da Twitter'da da suçtur

35 kişinin attıkları 'tweet'ler nedeniyle gözaltına alınacakları ya da haklarında yasal soruşturma başlatılacağı yönünde çıkan iddialarla ilgili de konuşan Bozdağ, "Suç olarak tanımlanan fiiller ister Twitter'da, ister Facebook isterse başka usullerle işlensin bunlar suçtur. Suçların soruşturulmasına ilişkin usul neyse ona göre bir soruşturma yapılacaktır. Son dönemde yaşanan hadiseler nedeniyle pek çok yalan haber insanlarımızı tahrik etmek ve Türkiye'de bir kaos ortamı oluşturmak için elektronik ortamda servis edilmiştir. Bunların hepsi bizim mevzuatımızda suçtur. Hukuk devletinde hiç kimsenin suç işleme özgürlüğü yoktur. Suça dair herhangi bir durum söz konusu olduğunda işleyen mekanizma neyse bu konularda da aynı mekanizma işlemektedir." ifadelerini kullandı.

http://www.zaman.com.tr/politika_darbe-gerekcesi-35-madde-degisiyor_2105016.html



35. madde reformu, Mustafa Ünal, Zaman Gazetesi

Geciktiği bile söylenebilir. Bugüne kalmamalıydı. Türkiye  darbelerle hesaplaşan, tarihiyle yüzleşen bir ülke. Her türlü darbe ve müdahale, yargı konusuna dönüştü. Tanklı toplu darbeden postmodern müdahaleye kadar.

Mahkeme, 28 Şubat iddianamesini kabul etti. 12 Eylül'ün yargılanması epey yol aldı. Balyoz'da mahkeme kararını verdi. Dosya Yargıtay'da. Ergenekon davasında geri sayım başladı. Karar ağustosun ilk haftasında. Sadece somut darbeler değil, teşebbüsleri de yargının konusu. Hal böyleyken darbelerin yasal dayanağını oluşturan 'TSK İç Hizmet Kanunu'nun 35. maddesi' hiç dokunulmadan, olduğu gibi kalabilir mi? Elbette hayır. Yeniden ele almak, zamanın ruhuna göre düzenlemek kaçınılmazdı. AK Parti nihayet adım attı.

Bu madde defalarca siyasetin gündemine girdi. Konuşuldu, tartışıldı. Belki de en çok konuşulan maddelerden biri. O yüzden '35. madde' dendi mi herkes ne anlama geldiğini bilir. Orduya cumhuriyeti 'koruma ve kollama' görevi verdiğini duymayan yoktur herhalde.

Koruma ve kollamanın sınırı o kadar geniş ki... Sürekli demokratik sistem generallerin gözetimi altında tutuldu. Sandıktan çıkan partilerle de yakından ilgilendiler, kurulacak hükümetlerin şekliyle de... Hatta kanunlar. Yeri geldi YÖK Kanunu veya Kur'an kursları ile ilgili düzenleme ya da katsayı 'darbe gerekçesi' sayıldı. Bütün sistemlerde bunun adı 'vesayettir'. Türkiye'deki demokratik sistem askerin vesayeti altında. Eskiye oranla demokrasi mesafe aldı, askerin sistem üzerindeki gözetimi zayıfladı. Ancak vesayetin tümüyle öldüğünü söylemek için daha çok erken.

Darbeleri de vesayeti de diri tutan şartlardır, yarın siyasi iklim değişince demokrasinin üzerinde yeniden kara bulutlar dolaşmaya başlayacağına şüphe yok. Reformlar kalıcı hale getirilemedi. Yeni ve sivil anayasa yapılamadı.

Askerî vesayet farklı şekillere büründü. Ortamı darbeye hazırlayanlar gün geldi 'kaos eylemcisi' olarak göründü. Evet, Gezi olaylarını kastediyorum. Meydan çok kalabalıktı. Ayırt etmek belki zordu. Saha da onlar da vardı. 2014 sürecinde kim bilir kendini nasıl gösterecek. Neresinden bakılırsa bakılsın 35. maddenin yeniden düzenlemesi demokratikleşme yolunda atılmış büyük bir adım. Dün hükümet, tasarı olarak Meclis'e gönderdi. Askerin elinden 'koruma ve kollama' görevi alınıyor. Demokrasinin ruhuna uygun. Bunu niye söylüyorum. 2 sene önce CHP Meclis'e 35. maddeyi değiştiren bir teklif sundu. Öneri bir iyileştirme getirmiyordu. Mevcudun yeni kelimelerle ifade edilmesinden ibaretti. Hatta 'askerin müdahalesini kuvvetlendirdiği ve alanını daha da genişlettiği' yorumunu yapanlar oldu.

Maddenin ne şekilde değiştiği o yüzden çok önemli. AK Parti Hükümeti'nin tasarısı 35. maddeyi demokratik hale getiriyor. Koruma kollama görevi kalkıyor. Askerlik yeniden tanımlanıyor. Kapsamlı bir değişim. Olması gerektiği gibi. Keşke hemen yasalaşsa... Daha fazla gecikmese. İklim uygun. Muhalefetin itirazı olacağını sanmıyorum. Sonbaharı beklemek gerekiyor. Meclis'in tatile girmesine sayılı günler kaldı. Yetişmesi zor. AK Parti Hükümeti bir irade ortaya koydu. Bir reform, köklü değişim iradesi bu.

Arkası gelmeli. Mevzuat gözden geçirilmeli. Vesayetin dayanağı sadece bir madde değil. Demokratik iklimi konjonktürel iyileştirmeler yerine kalıcı hale getirmek için atılacak çok adım var. AK Parti rehavete düşmenin ne tür sonuçlar doğuracağını yaşayarak gördü. 'Eskinin tam ölmediği, yeninin tam doğmadığı' gerçeğine uyandı.

AK Parti, tali yollara sapmadan reform yolunda ilerlemeli.

http://www.zaman.com.tr/mustafa-unal/35-madde-reformu_2104992.html
#57
AKP'yle hiç ilgim yok...

Oy vermedim...

"Yetmez ama evet" demedim...

Darbelerle hesaplaşılmasını istememe rağmen, oy sandığının önüne geldiğimde 'evet'e de gitmedi elim...

AKP'nin kazandığı üç seçimin ilkinde hiç sandığa gitmedim...

İkincisinde CHP'ye oy verdim...

Üçüncüsünde elim yine "herhangi bir partiye oy atmaya gitmedi..."

Laik olduğum kuşku götürmez...

Atatürk'ü sevdiğim, referans aldığım ise malumun ilamı...

***

Atatürk'e göre Osmanlı'yı, Batı'ya göre Ortadoğu'yu daha bir önemsediğini gördüğüm AKP'yle aramda 'özel' gönül bağı hiç olmadı...

Bugünlerde çok görüldüğü gibi bir medya grubunun başına geçmek gibi "idealleri ve amaçları" çoktan gerilerde bıraktım...

Teklif edilen onlarca görevi "paralarını ve miktarlarını sormadan reddediyorum..."

Tayyip Erdoğan'a hiç oy atmadım, sanıyorum hiç de oy atmayacağım...

***

Ancak Bülent Ecevit'e oy atmıştım...

Onun bu ülkede; her şeyi yönetebileceğini düşünen sermaye gruplarına tek başına nasıl çaresiz duruma düştüğünü birebir yaşamıştım...

Kontrgerilla'nın ona nasıl suikast düzenlediğini, o "suikastten" nasıl kıl payı kurtulduğunu birebir görmüştüm...

Nahif gençlik liderimin Başbakan'ken; nasıl "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz" hale getirildiğine, kendisine nasıl yaşayan bir ölü muamelesi çekildiğine, gazetelerin manşetlerinin nasıl sahtekarca bu yalanı pompaladığına tanık olmuştum...

***

Bülent Ecevit'in en yakınındaymış gibi görünen bir "gazeteci" vardı hiç unutmam...

Bir gün sabah kalktım büyük gazetede, o gazetecinin yazısını gördüm...

Gözlerim faltaşı gibi açıldı...

Ecevit'in berbat durumda olduğunu, evinde yıkanmadığını, gömleklerini değiştirmediğini, hafızasının yerinde olmadığını, "yaşayan bir ölü" olduğunu anlattığı yazısına tanık oldum...

Ecevit'in Başbakanlık yaptığı günlerdi...

Ulusal ve uluslararası sermaye, karteller, tröstler ve derin konsorsiyum

"Ecevit'in Başbakanlık'tan düşürülmesine çoktan karar vermişti..."

***

Yerine gelecek kişi belliydi...

En yakınındaki olacaktı elbette yerine gelecek kişi!..

Böylece koalisyon devam edecek, her şey istendiği gibi sürecek ve yönetilecekti...

En yakında görünüp de o yazıyı yazan gazeteci,

Ecevit'e en öldürücü darbeyi vurmuştu...

O yazısı "Gezi Parkı olayları" etkisi göstermiş, bütün manşetler, gazeteci ve yazarlar yazıya referans yaparak

"Ecevit'in zorunlu nedenlerle Başbakanlığı bırakması gerektiğini" yazmaya başlamışlardı...

Anayasa'nın bilmem kaçıncı maddesindeki zorunluluk halleri nedeniyle...

"Tezgahlanmış Başbakan'ı indirme operasyonu" adım adım yürürlüğe konuyordu...

Çiğli'de, İstanbul'da gerçekleştiremedikleri suikasti nihayet yapacaklardı...

Onu yaşayan bir ölü olarak lanse etmişler, artık ülkeyi istedikleri kıvamı getirmişlerdi...

Ecevit aldığı ilaçların etkisiyle "Başbakanlık merdivenlerinden düşüyor, durup dururken evde ayağı takılıp kemiklerini kırıyordu..."

Kemikler bir türlü kaynamıyordu!..

***

Son anda Rahşan

Ecevit duruma ayıldı...

Ecevit'in almakta olduğu ilaçları çöpe attı ve

Ecevit'i yaşattı...

Fakat öyle bir psikolojik harp yaşatmışlardı ki Ecevit'lere, artık bütün ipler "konsorsiyum"un eline geçmişti...

Heyhat!..

O gün Başbakan Ecevit'i; "gömleklerini değiştirmeyen, kirli gömlek ve atlet giyen, yıkanmayan, düşüp kemiklerini kıran ve yaşayan bir ölü ve bitkisel hayatta bir kişi olarak" lanse edenlerle, bugün aynı amaçlara matuf benzer haykırışlarda bulunanlar acaba aynı kalemler, aynı insanlar, aynı tanıdıklar olabilir miydi?..

***

"Sorun iktidar değil, Ecevit" demekle, "Sorun AKP değil, Tayyip Erdoğan" demek arasında hiç fark olmadığını, aslında aynı operasyonun, aynı stratejinin, aynı taktiğin aynı tanıdık ve mahut çehreler tarafından senaryolaştırıldığını o kadar iyi bilmekteyim ki...

Gazetecilikten bahsedecekler şimdi elbette..

Etik gazetecilikten değil mi?..

Sırtını ulusal ve uluslararası sermayeye dayayıp, derin konsorsiyumların "etki ajanı" olarak görev yapacaklar...

Sonra "ahlaklı ve etik gazeteciler olarak", toplumu operasyonlarla suni olarak şekillendirdiklerinin tarihini yazmaya soyunacaklar, öyle mi?..

Tayyip Erdoğan'ın birçok hataları bulunduğunu, otokratik bir kişiliğe meyyal olduğunu, toplumun cumhuriyetçi ve laik kesimleriyle iyi diyalog kuramadığını düşünüyordum...

Cumhuriyetçi kesimler arasında iktidarının son döneminden çok fazla "muzdarip"in varlığını fark ediyorum...

Fark etmez Ecevit'in de bir sürü yanlışı ve hatası vardı ülkeyi yönetirken...

***

Bunların hiçbiri bu insanların "derin operasyonlarla" seçimle geldikleri iktidardan, abidik kubidik yöntemlerle düşürülmelerini gerektirmiyor...

Operasyon yapanlar, kendi rol aldıkları operasyonların kendi biçimlendirdikleri tarihini yazmaya soyunuyorlar...

Tayyip Erdoğan'la gönül bağım olmadı hiç...

Oysa şu anda yapanların ne anlama geldiğini bilecek kadar şerbetliyim...

Ecevit'e de aynısını yapmışlardı...

Muhtemelen şimdiki infialim de

Ecevit'e yapılanlara karşı duyduğum biçareliğin infialidir...

Yoksa ben önümüzdeki seçim de AKP'ye oy atmayacağım...

Bu durumumda değişiklik mevz-u bahis değil...

Fakat bir zamanlar Ecevit'e ve Özal'a yapılanın aynısının olmasını istemiyorum, bu durum arz-u halim...

***

Hiçbir şey sonsuza kadar gizli kalmıyor değil mi?..

Gün geliyor operasyonlar ve hesaplar birer birer ortaya dökülüyor...

Bülent Ecevit nire?..

Tayyip Erdoğan nire?..

Fakat uluslararası paranın merkezleriyle takıştınız mı, istediklerini yapmadınız mı adınızın önünde "Laik-İslamcı, Cumhuriyetçi-Osmanlı, Bülent-Tayyip" yazmış, fark etmiyor...

En yakınınızdakiler "öne sürülerek" sizi bitirmek için operasyonun düğmesine basılıveriyor...

Artık hangi senaryo yürürlüğe konur bilmiyorum...

Para mı çekilir?..

Döviz mi gelmez?..

Borsa mı düşer?..

TÜSİAD tam sayfa ilan mı verir?..

Yağ krizi mi çıkar?..

Anarşi mi hortlar?..

Olaylar mı sürer?..

Onları bilmem?..

Kimdi Ecevit'in yaşayan bir ölü olduğu haberini yazıp en vurucu hamleyi vuran yakın gazeteci acaba?..

Merak etmesin rahat uyusun...

Adını telaffuz etmem...

http://haber.gazetevatan.com/ecevite-de-aynisini-yaptilar/547325/4/Yazarlar/136



Uluslararası içki lobisi ve Tayyip Erdoğan.., Reha Muhtar, Vatan Gazetesi

Siyasetin "para" ayağını göz önüne almadan yapılan analizinin, hiçbir anlamı olmadığını yıllar geçtikten sonra anladım...

Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin müktesebatından geliyordum...

Orada, fikirler vardı, ideolojiler vardı, idealler vardı...

Bir şey hemen hemen hiç yoktu...

Siyasi davranışlar ideolojilerle açıklanırdı ancak pek "para"yla açıklanmazdı...

Oysa hayatın iş dünyası için, milyarlarca dolarlarla büyük operasyonlar yapanlar için, siyaseti, başkanları, kabineleri, kongreleri belirleyenler için "para" olduğunu geç anladım...

***

Bir içki lobisinin Amerika'yı nasıl etkisi altına alabileceğini, silah sanayiinin başkanlar üzerinde nelere kadir olduğunu yaşayarak ve görerek anladım...

Başbakan Erdoğan'ın alkol düzenlemesiyle ilgili kararını ben de dahil herkes öncelikle ideolojik açıdan ele aldık...

- "Alkol nerelerde kullanılmalı, nerelerde yasaklanmalı?.." falan filan...

Oysa milyarlarca dolarlık dev bir pazarda mücadele eden içki lobileri için hayat bu kadar basit ve ideolojik değil...

Kapitalistler ve sermaye, ideolojileri para kazanmak için kullanıyor, fakat kendisi hiçbir zaman ideolojik davranmıyor...

***

İçki; sinema endüstrisinden, medya dünyasına, gazete sütunlarından, billboard reklamlara, "çağdaş bir yaşamın vazgeçilmez unsuru" olarak lanse ediliyor ve dünya pazarına öyle pazarlanıyor...

Çağdaş yaşamın vazgeçilmezi alkol, eğer sinemalarda, festivallerde, spor müsabakalarında, gazete sütunlarında, dergilerin kuşe baskılarında, özgür ve çılgın internet mecrasında kendisine yer bulamazsa hayatiyeti biter, sona erer...

Başbakan "içki reklamını yasaklayarak" milyarlarca dolarlık bu uluslararası lobinin en can alıcı damarına basmıştır...

Türkiye 76 milyon insanın yaşadığı bir pazar...

Gelişmekte olan bir ülke...

Sağlık bilincinin henüz Amerika'daki kadar gelişmediği, uzun yıllar "sağlık ile içki ve sigara bağlantısının kolay kurulamayacağı" bir ülke gerçeği...

Böyle bir ülkeden tası tarağı toplamak zorunda kalmanın, uluslararası içki lobisine neler yaptırabileceğini tahmin edemezsiniz...

***

Herkes bunu bir ideoloji sorunu zannediyor...

Oysa bu bir ideoloji sorunu değil...

Bir çıkar sorunu...

Tayyip Erdoğan'a Gezi Parkı'ndaki çocukların itiraz edeceği çok şey var...

Hayat tarzını yaşayamadığını düşünen şehirli orta sınıfların da karşı çıkacağı çok şey mevcut...

Fakat bunlar sonuçta moral değerler...

Amerikan ve Batılı medya devlerini harekete geçiren güç, "İçki reklamı yasağı ve içki lobilerinin milyarlarca dolarlık kar marjlarının yok olacağı" gerçeğidir...

Sermaye, hiçbir zaman ideolojik değildir...

İdeolojiyi para kazanmak için kullanır sadece...

Bunu anlamaya başlamak, hayatı anlamaya başlamakla eş değerdir...

http://haber.gazetevatan.com/uluslararasi-icki-lobisi-ve-tayyip-erdogan/547616/4/Yazarlar/136
#58


İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Topçu Kışlası Projesi'ne karşı açılan davada, yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu tarafından Gezi Parkı'nda Topçu Kışlası yapımına onay veren karara İstanbul 6. İdare Mahkemesi yürütmeyi durdurma kararı verdi. Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği mahkemeye müracaat ederek, ''Topçu Kışlası süsü verilen alışveriş merkezi yapılmasına olanak tanıdığı ileri sürülen 27/02/2013 tarihli, 139 sayılı Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptalini ve yürütmenin durdurulmasını'' istedi.

Dernek dün mahkemeye dilekçe vererek acil karar alınmasını istedi. Bunun üzerine mahkeme akşam saatlerinde şu kararı aldı; ''Davanın durumu ve uyuşmazlığın niteliği gözetilmek suretiyle davalı idarenin 1. savunması (Kültür ve Turizm Bakanlığı) alınıncaya veya bilgi ve belgeler gönderilip, yürütmenin durdurulması hakkında yeni bir karar alınıncaya kadar yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne oy çokluğuyla karar verildi.''

İçinde buz pateninin de yer aldığı Mimar Halil Onur'un hazırladığı Topçu Kışlası projesi, II Numaralı Kültür Varlıkları Koruma Kurulu tarafından geçtiğimiz ocak ayında reddedilmişti. Kurul kararında, projenin 1800'lerde yapılan Topçu Kışlası'nın 'özgün mimarisi'ne dair yeterli bilgi ve belge içermediği belirtilmiş ve Gezi Parkı'nın günümüzdeki durumuna atfen "Günümüzde 60-70 yıllık kullanım değeri ile tarihe belgelik eden bir nitelik kazanmış" ve "İstanbulluların kolektif belleğinde yer etmiş" denilerek projeyi kabul etmemişti.

Daha sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'reddi reddedeceğiz' açıklamasında bulundu. Bu açıklamadan yaklaşık üç hafta sonrada Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu Topçu Kışlası'nın yapımına izin verdi. Yüksek Kurul, bölge kurulunun kararını neden iptal ettiğine dair gerekçe göstermedi. Karar metninde yalnızca kışlanın 'sosyo-kültürel' amaçlı kullanılacağı belirtilerek şöyle denildi; "Taksim Meydanı ve Parkı ile bütünleşen yaklaşık 17 bin metrekarelik kamuya açık bir meydan düzenlemesi ve kapalı mekanların ise sosyo-kültürel amaçlı kullanımını öngördüğü anlaşılan avan projenin uygun olduğuna, bu nedenle İstanbul 2 Numaralı Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulunu'n kararının iptal edilmesine karar verildi..." denildi.

İstanbul 6. İdare Mahkemesi asıl kararını verene kadar Gezi Parkı'nda herhangi bir inşaai faaliyette bulunulmasının önüne geçmek için yürütmeyi durdurdu. Şimdi bakanlığı yüksek kurulun almış olduğu kararın gerekçesini mahkemeye açıklaması bekleniyor.

MAHKEMEDEN ÇIKAN KARAR

İstanbul 6. İdare Mahkemesi, Taksim Topçu Kışlası Projesi'nin iptali davasını kabul ederek, yürütmeyi durdurma kararı verdi.

Taksim Gezi Parkı Koruma ve Güzelleştirme Derneği yetkililerince, Kültür ve Turizm Bakanlığı aleyhine açılan "Taksim parkı üzerine Topçu Kışlası adıyla alışveriş merkezi yapılmasına olanak tanıdığı ileri sürülen 27 Şubat 2013 tarihli, 139 sayılı Kültür Varlıkları Koruma Yüksek Kurulu kararının iptali ve yürütmenin durdurulması" talepli dava karara bağlandı.

'Kültür Bakanlığından savunma alınıncaya kadar.."

Mahkeme, "davanın durumu ve uyuşmazlığın niteliği gözetilmek suretiyle, davalı idare olan Kültür ve Turizm Bakanlığının savunması alınıncaya veya bilgi ve belgeler gönderilip yürütmenin durdurulması hakkında yeni bir karar alınıncaya kadar, yürütmenin durdurulması isteminin kabulüne" oy çokluğuyla karar verdi.

Üye hakimlerden Ramazan Boyraz, "2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 27/2. maddesinde öngörülen koşulların birlikte gerçekleşmediği anlaşıldığından, istemin reddi gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun görüşüne katılmıyorum" ifadesini kullanarak, bu karara muhelefet şerhi koydurdu.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1033404-gezi-parki-ile-ilgili-mahkemeden-karar


Vali Mutlu ve Topbaş'dan Gezi Parkı açıklaması

İstanbul'da Taksim Gezi Parkında ağaçların kesilmesine karşı çadırlı nöbet tutan grupla polis arasında çıkan olaylar nedeniyle İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın bugün akşam saatlerinde ortak bir basın toplantısı düzenlediler.

Atatürk Havalimanı VİP Salonu'na yapılan toplantıda ilk konuşmayı yapan Vali Mutlu olaylarda 12 kişinin yaralandığını ve 63 kişinin de gözaltına alındığını belirtirken Büyük Şehir Belediye Başkanı Topbaş ise yapılan işin sadece bir yaya geçidi için tretuvar duvarının biraz öteleme çalışması olduğunu söyledi ve kamuoyuna yansıyan Başbakan ile ilgili olarak Topçu Kışlası AVM yapılacak şeklinde çıkan haberler için şöyle konuştu:

"Burada düşünülen Topçu Kışlası Sayın Başbakanımızın ifade ettiği ve toplumun algıladığı AVM şeklinde bir yapı değildir. Bu daha sonra tartışılır. Konuşulur. Ben ona girmek istemiyorum. Şu anda bizim yapmakta olduğumuz ve neredeyse bitme noktasına gelen ve yanlış algılanan, birilerinin de istismar ettiği bir ortamı görmekten üzüntü duyduğumu söylemek istiyorum. Yaptığımız sadece tretuvar ötelemesi için duvar yıkılmasıdır."

Kadir Topbaş daha sonra şunları söyledi:

Göreve geldiğimiz günden bu yana İstanbul ağırlıklı yatırımlarımızın yüzde 55'ini yapmaktayız. Tüm mega kentlerden en büyük sorun ulaşımla ilgili olanıdır. Taksim'deki yayalaştırma çalışmaları da bu çerçevede değerlendirilir. Bildiğiniz gibi amaç bölgedeki yaya trafiğini yeraltına almaktır. Bu konu belediyemizde meclisten oy birliği ile geçmiştir. Bu muhalefetin de destek verdiği bir projedir. Bazı vatandaşlarımızın samimiyetlerinden şüphem yok. Çevreye duyarlı insanların acaba burada birilerinin iddia ettiği gibi, 'Topçu Kışlası AVM'mi yapılıyor?' endişesiyle gelen insanlar var. Maalesef bu ortamı istismar etmeye çalışan insanlar var. Kullanmaya çalışan ve siyasi rant bekleyenler var. Bunları birbirinden ayırmak gerekir.25 Mayıs Cumartesi gecesi müteahhit firmamız, bu bölgede yani gezi parkının Divan Oteli tarafındaki son noktadaki yayalaştırma alanı içindeki tretuvar duvarını biraz ötelemek, yaya geçişini rahatlatmak adına bir çalışmayı başlattı. Bu insanımız için gerekliydi. Fakat yansımalar böyle olmadı. Maalesef başta siyasiler olmak üzere bazı çevreler bunu istismar etmeye hazır olan insanlar bir araya gelmek suretiyle, ' Biz gezi parkımızı yok ettirmeyiz. Burada AVM yaptırmayız. Topçu Kışlasına karşıyız' şeklinde deyişleri olmuştu. Hoş olmayan yansımalar ortaya çıktı. Bu yansımaları ne İstanbul hak ediyor, nede insanlar hak ediyor.

Bundan bir saat önce benden randevu talep eden Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Mıhçı ve İstanbul Şube Başkanı Deni İncedayı ile birlikteydim. Onlarda siyasilerin bunları kullanmaya kalkmalarından çok ciddi rahatsızlık duyduklarını söylediler. Burada yapılan bir AVM ve Topçu Kışlası inşası değildir. Bu bir duvar ötelemesidir. Toplam 700 metrekarelik bir alandır. Bazı ağaçlar da taşınmıştır. Bunlar 3-4 tanedir. Hatta iki tanesi de çalıdan biraz büyük ağaçtır. Topçu Kışlası ilgili kuruldan geçen bir karar var."

VALİ MUTLU: TÜM YARALILARA ACİL ŞİFA DİLİYORUM

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu çıkan olaylardan dolayı üzgün olduğunu ve bildikleri bazı grupların gerçek doğa sevgisi olan insanları istismar ettiklerini belirterek şöyle konuştu:

Gerek geçen gün Taksim'de toplanmış gruplarla ilgili olarak, gerekse de dün gece toplanmış ve bu gün de müdahalede bulunulmuş olan gruplar sonucunda yaşamış olan asayiş hadiselerinden 11'i Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesinde, bir tanesi de şu anda Şişli Etfal Hastanesinde tedavi görmek olan 12 kişi tedavi altındadır. Hepsine geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum. Şehrimizde istediğimiz en önemli husus güvenlik ve huzurdur. Gerek kafa travması, gerek kol ve ayak travması, gerekse de kullanılan gazdan etkilenmek suretiyle almış oldukları travmaları sonucunda hastanede tedavileri devam eden 12 yurttaşımıza şifa diliyorum. Bunlardan birisinin ameliyatı yapılmış ve yoğun bakımdadır. Ameliyat olan kişi de Fas uyruklu T.C vatandaşı bir hanımdır. Bu olaylarda bir gazeteci de travma ve gaz nedeniyle etkilendiği ve şu anda sağlık durumunun iyi olduğunu ifade etmek istiyorum.

Gezi parkında toplanan kişilerin çevreye olan hassasiyetleri her zaman anlamlıdır. Fakat ortada söz konusu bir doğa katliamı yoktur. Ancak iyi niyetli, gerçekten çevresel niyetlerle ağaç ve doğa sevgisiyle buraya gelen insanların arasına istismar grupları katılarak kullanılmak istenmiş ve emniyet güçleriyle arzu edilmeyen bir ortama sürüklenmesi şeklinde yoğun gayretler izlenmiştir. Bunun sonucunda zaman zaman müdahaleler olmuştur. Şu anda bir olay olmamakla birlikte özellikle gezi parkımızda kısıtlayıcı bir uygulamayı da bu gün itibariyle sürdürmeye devam ediyoruz. Arzumuz bu alanda mevcut kamu düzeni istifade etmek isteyen bütün İstanbulluların bir huzur ortamına ulaşsın. "

Vali Mutlu gazetecilerin bazı soruları üzerine Taksim Meydanının bazı gruplar tarafından sembol yapılmak istendiğini belirterek, " Bu gruplar İstanbullularımızı kullanarak, onları etkileme yönündeki çabalarına devam etmektedir. Sürekli olarak yanlış bilgilendirici haber akışını devam ettirmektedirler. Burada bilgi kirliliğine özen gösterilmesi gerekir. Biz bu grupları tanıyoruz ve hedeflerini biliyoruz " dedi.

Vali Mutlu yakılan çadırlar için ise gereken çalışmanın başlatıldığını ve kim olursa olsun gerekenin yapılacağını söyledi.

Orantısız güç kullanıldığı şeklindeki soruya ise Vali Mutlu şöyle cevap verdi:

"Hiçbir zaman devletin emniyet teşkilatının kendi içinden çıkmış olduğu halkıyla karşı karşıya gelmesi ve onlarla gerek kendini incitecek, gerekse toplumu incitecek en ufak bir olayın vukuu bulmaması bütün teşkilatın yüreğinde vardır. Bu insanlar canıyla ve kanıyla görev yapıyor. Bu çocuklar bu memleketin huzuru için görev başında. Bu görevlerini yaparken de yeri geldiğinde şehit ve gazi oluyorlar. Saatlerce uykusuz görevlerini yapmaya çalışıyorlar."

Çevre konusunda ağaç konusunda insan konusunda Taksim'deki büyük bir çoğunlukla aynı duyguları paylaştığını belirten Hüseyin Avni Mutlu, "İster inansınlar ister inanmasınlar. Ama ben bu duygularımı paylaşmak zorundayım. Ama bir kısmının asıl maksadı başka. Onların amacı kaos yaratmak ve İstanbul'un huzurunu bozmak.

Oradaki oturmalarla ilgili bir şey yapmadık. Ama gösterileri devam ettirdikleri takdirde hukukun içersin bir pozisyon almak lazım. Kanun bunu emrediyor. Umuma açık parklar ve yollar da hiçbir şekilde gösteri yürüyüşü ve toplantı yapılamaz. Bu nettir. Bu TBMM den çıkmış kanundur.

Ama o gruplar içinde emniyet güçlerimize saldıranlar var. Yoksa bu şehri, yeşili, ağacı, böceği ve insanı çok değerlidir. Kutsaldır. Bunun incinmesi bizi de incitir" dedi.

Vali Mutlu son olarak iki polisin istifa ettiği şeklindeki soruya ise gülerek, "Pek çok iddia duyabilirsiniz. Bunlara dikkat etmekte fayda var" diye cevap verdi.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1033382-vali-mutlu-ve-topbas-gezi-parki-aciklamasi



Boğaziçi köprüsünü yürüyerek geçen göstericilerin Taksim'e ulaşması engellendi



Protesto gösterileri Taksim Meydanı, İstiklal Caddesi, Tarlabaşı Bulvarı ve Harbiye'de yoğunlaştı ve buralarda polisin müdahalesi daha sert oldu. Protestolar aralıksız sürerken saat 03.00 sıralarında sokağa çıkan kalabalık gruplar Bağdat Caddesi üzerinden Kadıköy'e, oradan da Taksim'e doğru yürüyüşe geçti. Gruplar 05.00 sıralarında D-100 karayolu İstanbul istikametini trafiğe kapattı. Kadıköy'den yürüyüşe geçen bir grup, köprüyü geçerek Beşiktaş'a vardı.

Yoldan geçmeye çalışan araçların da korna çalarak protestoculara destek verdiği görüldü. Boğaz Köprüsü'nde herhangi bir güvenlik önleminin olmaması ve etrafta polis ekiplerinin görülmemesi dikkat çekti.

Boğaziçi Köprüsü'nü yürüyerek geçen kalabalık grubun önü, Barbaros Bulvarı'nda önlem alan polis ekipleri tarafından kesildi. Grup sözcüleri, polis yetkililerine Taksim'e kadar yürümek istediklerini bildirdi. Ancak polisler, yürüyüşün kanunsuz olduğunu belirterek, grubu dağılmaları yönünde uyardı.

Polis ekipleri, yürüyüşü sürdürmekte ısrar eden gruba tazyikli su ve biber gazıyla müdahale etti.Devirdikleri çöp konteynerleriyle caddeye barikat kurarak trafiği kesen gruptan bazıları polise taş atarak karşılık verdi.

Grubun ön tarafında yer alan bazı kişilerin ellerinde büyük Türk bayrakları olduğu görüldü.Gruptakilerden bazıları, polisin attığı biber gazından etkilendi.

Gruptakiler çeşitli sloganlar atarken, polisle çatışmaya da devam ediyor. Barbaros Bulvarı'ndan Beşiktaş meydana inişte trafik de halen kapalı durumda bulunuyor.

Bu arada, Zincirlikuyu-Söğütlüçeşme metrobüs seferleri de yapılamıyor. Bu hattaki metrobüs araçlarına gece saatlerinde taşlı saldırılarda bulunulduğu öğrenildi.

Öte yandan, CHP Milletvekili Hüseyin Aygün de Taksim'de olayların yaşandığı bölgeye gelerek, bir süre burada kaldı.

Gece saat 01.00 sıralarında Kurtuluş, Halkalı, Teşvikiye, Kartal ve Fulya başta olmak üzere İstanbul genelinde pek çok semtte protestoya destek eylemleri yapıldı.

TENCERE TAVALI EYLEM

Gece evlerinden sokaklara inen vatandaşlar, Türk Bayraklarıyla yürüyerek Gezi Parkı protestosuna tencere ve tavaları birbirine vurarak destek verdi. Vatandaşlar eylemleri sırasında cep telefonları ile çektikleri görüntüleri basın ile paylaştı.

E-5 KARAYOLU'NU TRAFİĞE KAPATTILAR

Öte yandan saat 03.00 sıralarında Bağdat Caddesi'nde bir araya gelen kalabalık bir grup, sloganlar eşliğinde Kadıköy'e doğru yürüyüşe geçti. Bağdat Caddesi'nde trafik durdu, araçlar yolları kesti. Yoldan geçmekte olan araçlar da kornalarla yürüyen protestoculara destek verdi.

TAKSİM'E YÜRÜYORLAR

Bu arada kalabalık bir grup eylemci de Taksim'e gitmek için Acıbadem üzerinden Avrupa yakası istikametine doğru yürüyor. Yürüyüşünü sürdüren kalabalık grup saat 05.00 sıralarında D-100 karayolu İstanbul istikametini trafiğe kapattı. Köprü üzerinde bekleyen grup bir süre sonra tekrar yürüyüşe geçti. Gruba CHP milletvekili Mahmut Tanal da destek verdi. Tanal, "Vatandaş haklı olarak yürüyor. Meydanlara biber gazı sıkan hükümete tepkilerini dile getiriyorlar" diye konuştu. Grubun "Her Yer Taksim Her Yer Direniş" sloganlarıyla yürüyüşü devam ediyor.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1033471-gostericiler-kopruden-gecerek-taksime-yuruyor


http://www.youtube.com/watch?v=McsvqWAf518#ws

http://www.youtube.com/watch?v=pibhDnZD61M#


BDP'li Önder: Bunun hesabını soracağız!



BDP'li Sırrı Süreyya Önder, Taksim'de yapılan polis müdahalesini eleştirdi. Vali Mutlu ve Belediye Başkanı Topbaş'ın doğru söylemediğini dile getiren Önder, "Bunun hesabını soracağız" dedi.

BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Taksim Gezi Parkı'ndaki müdahaleye ilişkin, "Bunun hesabını soracağız. Burada Faslı bir kız var. Hayatını kaybetti, kaybetmek üzere. O da mı göstericiydi? Böyle müdahale mi olur?" dedi.

Önder, Taksim İlkyardım Hastanesi'nden çıkarken gazetecilere açıklama yaptı.

İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu, Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın'ın açıklamalarını inandırıcı bulmadığını söyleyen Önder, şunları kaydetti:

"Yan yana 'sübhaneke' boncuğu gibi dizildiler, halkın gözünün içine baka baka yalan söylediler. Bunun hesabını soracağız. Burada Faslı bir kız var. Hayatını kaybetti, kaybetmek üzere. O da mı göstericiydi? Böyle müdahale mi olur? 'Güvenlik kuvvetleri uyarıyorlarmış' diyor. O vali gelsin gözümün içine baka baka desin ki, 'Vallahi ben doğru söylediğime inanıyorum', ben ondan özür dileyeceğim. Bütün şehri gaz alanına çevirdiler. Bunun altından kalkamazlar."

http://www.haber7.com/partiler/haber/1033486-bdpli-onder-bunun-hesabini-soracagiz



Gezi Parkı'nda göstericilerin çadırlarının yakılması büyük tepki çekti:

http://www.youtube.com/watch?v=PNPHd7vFcmU#



Taksim'de esnaf olduğunu söyleyen bir vatandaştan polise sert tepki



Taksim Gezi Parkı'nda günlerdir süren olaylarından ardından bir esnaf, evine ekmek götüremediğini belirterek polis ekiplerine sert tepki gösterdi.

Taksim Gezi Parkı'nda ağaçların kesilmesini önlemek için günlerdir nöbet tutan eylemcilere bu sabah yeniden müdahale edildi. Polis ekipleri, eylemcileri biber gazı ve tazyikli suyla dağıttı. Gezi Parkı'nda başlayan olaylar, İstiklal Caddesi girişine kadar sıçradı. Bu sırada polislerin yanına gelen bir esnaf, çıkan olaylara tepki gösterdi. Olaylar nedeniyle evine ekmek götüremez hale geldiğini anlatan esnaf, "Her gün böyle. Artık yeter.

Çoluk çocuğuma ekmek götürmek istiyorum. Sizin gazınızdan bıktım. Karşıdakiler de insan, siz de insansınız. Bu böyle olmaz, amirinize söyleyin. Yazıklar olsun" dedi. Toplanan eylemciler ise esnafa alkışlarla destek verdi.

http://www.youtube.com/watch?v=qTQYNrZJcWM#

http://www.haber7.com/guncel/haber/1033254-taksimde-esnaftan-polise-sert-tepki


Gezi Parkı'nda ne yapılmak isteniyor? İşte yapılmak istenen düzenlemeyle ilgili Büyükşehir Belediyesinin hazırlamış olduğu video:

www.youtube.com/watch?v=Opean5HeR-8
#59


OSMAN ARSLAN - İSTANBUL

İstanbul Adalet Sarayı'nda eylem yapmanın yasaklandığı binanın giriş kapısı önünde basın açıklaması yapan avukatlara müdahalede bulunulmadı.

Çağlayan'daki adliye binasının giriş kapıları önünde basın açıklamaları yasaklanmıştı. Yasaktan sonra buradalarda eylem yapmak isteyen gruplara polis su ve gaz ile müdahalede bulunmuştu. Ancak bugün bir grup avukat yasaklanan yerde basın açıklaması yaptı. Çağdaş Hukukçular Derneği üyesi yaklaşık 30 kişilik avukat grubu pankart açtı. Alkışlar eşliğinde eyleme başlayan grubun etrafını çevik kuvvet ekipleri sardı. Ancak polis bu kez müdahalede bulunmadı.

Grup adına Avukat Mehmet Ümit Erden açıklamayı okudu. Erden, Başsavcı Vekili Ateş Hasan Sözen'in, önce adliye önünde eylem yapmanın yasak olduğu şeklinde karar bulunmadığını söylediğini daha sonra ise bilgi edinme yasası kapsamında gönderdikleri dilekçeye kurum içi konu olduğu gerekçesiyle bilgi vermediğini belirtti. 'Toplantı ve gösteri yürüyüşü haktır, engellenemez' pankartı arkasında yapılan açıklamada, başsavcılık tarafından alınan yasak kararı eleştirildi, yasağın kaldırılması istendi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/gundem_adliye-onunde-eylem-yapan-avukatlara-mudahale-edilmedi_2095393.html
#60
İLYAS KOÇ

    İki yıldır üzerinde çalışılan tüketici haklarıyla ilgili kanun tasarısında son aşamaya gelindi. Bir ay içinde yasalaşması beklenen tasarı köklü değişiklikler içeriyor. 

    Buna göre bürokratik işlemler azaltılacak, sözleşmeler en az on iki punto büyüklüğünde yazılacak. Sözleşmedeki şartlar tüketici aleyhine değiştirilemeyecek. Bankacılık işlemlerinde faiz dışında hangi hizmetlerden ücret alınacağı, Gümrük Bakanlığı'nın görüşü dahilinde BDDK tarafından belirlenecek. Tüketiciye, 'yıllık aidat' adı altında ücret tahsil edilmeyen bir kredi kartı sunulması mecburi olacak.

    Kanunun 76 milyon tüketiciyi ilgilendirdiğini söyleyen Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, yapılan tüm çalışmaların ana hedefini ise iki cümlede özetledi: "Bilinçli tüketici, basiretli tacir." İlk kez 1995 yılında yürürlüğe giren 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'da 2003 yılında kapsamlı bir değişikliğe gidildi. Mevcut kanunun yetersiz kalması üzerine iki yıl önce Gümrük ve Ticaret Bakanlığı öncülüğünde Özel İhtisas Komisyonu oluşturuldu ve komisyon 6 Ekim 2011'de çalışmalarına başladı. Hazırlanan yeni kanun tasarı taslağı geçen yıl kamuoyunun görüşüne açıldı ve sivil toplum kuruluşları ve meslek örgütleri başta olmak üzere 96 kurum ve kuruluştan görüş alındı. Dün Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı, Ankara'da gazetecilerle bir araya gelerek tasarı hakkında bilgi verdi. Kanunun 9 kısım 87 maddeden oluştuğunu belirten Yazıcı, taslağın mevcut kanunun hemen hemen tüm maddelerinde değişiklik öngörmenin yanı sıra hâlihazırda kanunda yer almayan birçok alanda da yeni düzenlemeler getirdiğini belirtti.

    Yeni düzenlemeyle, bankacılık işlemlerinde faiz dışında hangi hizmetlerden ücret, komisyon ve masraf alınacağı hususu, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın uygun görüşü alınarak BDDK tarafından belirlenecek. Tüketicilere yıllık üyelik aidatı ve benzeri isim altında ücret tahsil edilmeyen bir kredi kartı sunulması mecburi olacak. Bankalar isterlerse bu kartlara da ilave hizmet sunabilecek.

    Tasarıya göre, yapı ruhsatı alınmadan tüketicilere ön ödemeli konut satışı yapılmayacak. Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından belirlenen büyüklüğün üzerindeki projeler için 'bina tamamlama sigortası' yaptırılması zorunlu olacak. Tüketici, 14 gün içinde ön ödemeli konut satış sözleşmesinden cayma hakkına sahip olacak. Mevcut kanunda 30 ay olan konutun teslim süresi 36 aya çıkarılacak. Devir ve teslim tarihine kadar tüketiciye belli masrafları ve sözleşme bedelinin yüzde 2'sine kadar tazminat ödemek suretiyle sözleşmeden dönme hakkı verilecek. Bakanlığın verdiği 'Kampanyalı Satış İzin Belgesi' kaldırılarak konut satışlarının devlet garantisinde olduğu yönündeki yanlış izlenimlerin önüne geçilecek.

Cayma hakkı süresi 14 güne çıkarıldı 

    İşyeri dışında (kapıdan) yapılan satışlarda ve mesafeli satışlarda 7 gün, devre tatil sözleşmelerinde ise 10 gün olan cayma süreleri 14 güne çıkarılacak. Ön ödemeli konut satışları, tüketici kredisi sözleşmeleri ve finansal hizmetlere ilişkin mesafeli sözleşmelerde tüketicilere 14 günlük, taksitle satış sözleşmelerinde ise Borçlar Kanunu'na paralel olarak 7 günlük cayma hakkı olacak.

    Mevcut kanunda olduğu gibi ayıplı mallarda satıcının sorumluluğu taşınır mallarda, malın tesliminden itibaren 2 yıl, taşınmaz mallarda ise 5 yıl olarak belirlendi. Ancak zamanaşımı süresi içerisinde kalmak kaydıyla, ilk 6 ay içinde ortaya çıkan ayıplarda malın ayıplı olmadığını satıcının ispat etmesi zorunluluğu getirildi. Tasarıya göre eğer ayıp, ağır kusur veya hile ile gizlenmişse zamanaşımı süresinden yararlanılamayacak.

    Tasarıda tüketici mağduriyetlerinin en çok yaşandığı kapıdan satışlara yönelik önemli tedbirler de yer alıyor. Buna göre, işyeri dışında satış yapacaklar için Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'ndan 'yetki belgesi' almak mecburiyeti olacak. İşyeri dışında kurulan sözleşmeler imzalanmadan önce, tüketici sözleşme şartlarıyla ilgili bilgilendirilecek. Mevcut 7 günlük cayma hakkı süresi 14 güne çıkarılacak. Satıcı ve sağlayıcı yükümlülüklere aykırı davranırsa tüketici cayma hakkını kullanmak için 14 günlük süreyle bağlı olmayacak. Sözleşme tarihi tüketicinin kendi el yazısıyla atırılacak ve sözleşmenin bir örneği tüketiciye verilecek.

    Tasarıyla birlikte Tüketici Sorunları Hakem Heyeti'nin ismi 'Tüketici Hakem Heyeti' olarak değiştirilecek. İhtiyaca göre hakem heyeti kurulacak. Hakem heyetlerinin sayısı usul ekonomisi göz önünde bulundurularak yeniden belirlenecek. Tüketici hakem heyetlerinde raportör kadrosu ihdas edilecek. İlk etapta 500 raportör alınacak. Hakem heyetlerinin görev ve yetki alanları yeniden belirlenerek, tüketici mahkemelerinin iş yükü azaltılacak. Bu bağlamda heyetlerin karar alma sınırı 1.191,52 liradan ilçelerde 2 bin liraya, illerde 3 bin liraya yükseltilecek.

Reklam Kurulu yeniden yapılandırılıyor

    Halen 29 olan Reklam Kurulu üye sayısı 11'e düşürülecek. Reklam Kurulu hem ticari reklamları hem de haksız ticari uygulamaları denetleyecek. Kurulun yetki vermesi halinde, kurul başkanı tüketicilerin can ve mal güvenliğini tehlikeye düşüren reklamları tedbiren durdurmaya yetkili olacak. Kurul kararları, tüketicilerin bilgilendirilmesi, aydınlatılması amacıyla Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından kamuoyu ile paylaşılacak. Reklam Kurulu'nun karar almasına yardımcı olacak sektörel özel ihtisas komisyonları kurulacak. Ayrıca reklam politikalarının oluşturulması ve uygulanması ile ilgili olarak çağdaş iletişim uygulamalarını takip etmek amacıyla Reklam Konseyi oluşturulacak.

    'Devre tatil' kavramı anlaşılır hale getirilerek devremülkler ve alternatif tatil üyelikleri (devre yat, kulüp üyeliği vb.) de kapsama dahil edilecek. Sözleşme kurulmadan önce, tüketici sözleşme şartlarıyla ilgili bilgilendirilecek. Sözleşme tarihi tüketicinin kendi el yazısıyla attırılacak ve sözleşmenin bir örneği tüketiciye verilecek. Devre tatillerde cayma hakkı süresi 10 günden 14 güne çıkarılacak.

    Tasarıya göre elektrik, su, doğalgaz ve internette tüketici, belirsiz süreli veya süresi 1 yıldan daha uzun olan belirli süreli abonelik sözleşmesini istediği zaman iptal edebilecek. Süresi 1 yıldan az olan belirli süreli abonelik sözleşmelerini ise satıcı veya sağlayıcının sözleşmede değişiklik yapması halinde feshetme hakkına sahip olacak. Aboneliğe son verme isteği yönetmelikle belirlenecek süreler içinde yerine getirilmezse, abonelikten faydalanılmış olsa dahi tüketiciden herhangi bir bedel talep edilemeyecek. Feshin, sözleşmenin kurulmasından daha ağır şartlara bağlanamayacağı kuralı getirilecek.

İndirimli satışlara sınırlama geliyor

    İndirimli satışlarla ilgili kapsamlı bir yasal düzenleme bulunmaması çeşitli suistimallere sebep olabiliyor. Örneğin, işyeri sahipleri senenin 12 ayı indirimli satış kampanyalarına ilişkin reklam yapabilmekte veya fiyat etiketleri üzerine önceden geçerli olmayan yüksek fiyatlar yazarak tüketicilerde indirim yapılmış izlenimi uyandırabiliyor. Yeni düzenlemeye göre, indirimli satışa konu edilen mal veya hizmetlerin indirimli satış fiyatı, indirimden önceki fiyatı ve indirim oranı etiketlerinde gösterilecek. İndirimden önceki fiyatın gerçekliğinin ispatı satıcı veya sağlayıcıya ait olacak.

    Süreli yayının birden fazla sayıda satın alınmasını gerektiren ve belirli bir süreye yayılan promosyon uygulamalarının süresi günlük süreli yayınlarda 75 günü, haftalık süreli yayınlarda 18 haftayı, daha uzun süreli yayınlarda 12 ayı geçemeyecek.

    Tüketiciye sunulan mallarla ilgili bakanlıkça belirlenen sayıda servis istasyonu kurma ve malın kullanım ömrü süresince servis hizmeti verme mecburiyeti devam edecek. Örneğin kullanım ömrü on yıl olan televizyonlar için her coğrafi bölgede en az 3 tane olmak üzere 7 bölgede toplam 40 servis istasyonu kurulması zorunlu olacak. Özel servisler, verdiği hizmetten sorumlu tutulacak. Herhangi bir markanın yetkili servisi olmayıp, özel servis olarak hizmet veren servis istasyonları da verdikleri hizmetten dolayı tüketicilere karşı sorumlu olacak.


http://www.zaman.com.tr/ekonomi_tuketici-haklari-sil-bastan_2094847.html
#61
Antalya Adliyesi'nde görevli 5 kadın zabıt katibi ile Avukat Çiğdem Baysal'ın tuvalet tartışması mahkemelik oldu. Zabıt katiplerinin, personel tuvaletini kullandığı gerekçesiyle içeride kilitledikleri avukat Baysal Savcılığa şikayet dilekçesi verirken, zabıt katipleri de avukatın kendilerine hakaret ve tehditte bulunduğu iddiasıyla şikayetçi oldu.

Olay, geçen 15 Nisan'da Antalya Adliyesi'nin 4'üncü katındaki tuvalette yaşandı. Avukat Çiğdem Baysal'ın girdiği tuvalette bulunan 5 kadın zabıt katibi, "Burası personel tuvaleti, giremezsiniz" dedi. Baysal avukat olduğunu belirterek, tuvalet kabinine girdi. Baysal kabindeyken zabıt katipleri tuvaletin ana kapısını kilitleyerek, odalarına döndü.

Kabinden çıktığında tuvalette kilitli kaldığını gören Baysal, kapıyı yumruklayarak yardım istedi ve kapının açılmasını sağladı. Tuvaletten çıktıktan sonra zabıt katiplerinin odasına girerek, neden kapıyı kilitlediklerini soran Avukat Baysal, aynı gün 5 zabıt katibi hakkında Adalet Komisyonu Başkanlığı ve Cumhuriyet Savcılığı'na yazılı şikayette bulundu. Zabıt katipleri ise olaydan 1 gün sonra, Avukat Baysal'ın kendilerine 'Terbiyesizler' deyip, işaret parmağını sallayarak 'Sizi şikayet edeceğim' diyerek hakaret ve tehdit ettiği iddiasıyla şikayetçi oldu. Zabıt katiplerinin şikayeti üzerine açılan soruşturma sonunda Avukat Çiğdem Baysal hakkında 'hakaret ve tehdit' suçlamalarıyla 1 yıl 6 aydan 4 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açıldı.

4'üncü Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın ilk duruşmasına, şikayetçi zabıt katipleri Seçil Aydoğdu ve Fatma Selcan Özen ile sanık avukat Çiğdem Baysal ve Baysal'ı savunmak üzere Antalya Barosu Avukat Hakları Komisyonu'na bağlı 12 avukat katıldı.

KAPIYI KİLİTLEYİP ÇIKTI

Mahkemede ifadesi alınan zabıt katibi Seçil Aydoğdu, Avukat Baysal'dan şikayetçi olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

"Olay günü öğle yemeğinden sonra 4'üncü kattaki personel tuvaletine gittik. Yanılmıyorsam 5 kişiydik. Tuvaletten çıkmak üzereyken avukat hanım geldi. Zaten bir kısmımız çıkıyordu. Kapı açıktı. Kot pantolonluydu ve avukat olduğunu bilmiyorduk. 'Burası personel tuvaleti' dedik. 'Ben avukatım' dedi ve tuvalete girdi. Biz de 'Avukat Hanım anahtar kat görevlisinde var' dedik ve kapıyı kilitleyip çıktık. Çünkü avukatlar mahkeme kalemlerindeki anahtarı alıp tuvalete girer. Personel yakınları da aynı şekilde yapar. Avukat hanım tuvaletten çıktıktan sonra odamıza geldi, 'Terbiyesizler. Kapıyı neden kilitlediniz' diyerek işaret parmağını sallayarak 'Sizi komisyona şikayet edeceğim' dedi. Kapının sürekli kapalı tutulması gerekiyor. Zira temizlik konusunda personel arasında sıkıntı yaşanıyor. Avukat hanım 'Anahtarım yok bekleyin' deseydi beklerdik."

Şikayetçilerden diğer zabıt katibi Fatma Selcan Özen de aynı şekilde ifade verdi.

SESSİZCE ÇIKIP, ARKADAN KAPIYI KİLİTLEDİLER

Avukat Çiğdem Baysal ise savcılık katında işi olduğunu, ertesi gün de Ankara'da başka bir davası olduğu için Ankara'ya gideceğini anlatarak, şöyle devam etti:

"Babam otomobilde bekliyordu. Yola çıkacağım için işlerimi acele olarak yapmaya çalıştım. İşim bitti, tuvalete girmek istedim. 'Personel' yazan tuvaletin kapısı açıktı, içeri girdim. Hatırladığım kadarıyla 5 kadın vardı. Kimisi oturarak, kimisi ayakta sigara içiyordu. 'Burası personel tuvaleti' dediler. 'Ben de avukatım, personelim' diyerek kabinlerden birine girdim. Girdikten sonra sessiz bir şekilde tuvalet boşaltıldı ve kapı arkadan kilitlendi. Kabinden çıktığımda paniğe kapıldım. Kimi, nereyi arayacağımı bilemedim. Santrali aramak istedim, numarası aklıma gelmedi. Kapıyı yumruklamaya başladım. İki- üç dakika sonra kapıyı görevli açtı. 'Buradan çıkanlar kimdi' dedim. 'Avukat hanım beni karıştırma' dedi. Kalem odalarına bakarak hatırladıklarımla görüşmek istedim. Yeşil kıyafetli, dalgalı siyah saçlı birisini hatırlıyordum. Girdiğim üçüncü odada bu kişiyi gördüm. 'Kapıyı üzerime kilitleyen kimdi' diye sorunca 'Bizdik' diyerek kadınların hepsini gösterdi. 'Bu yaptığınız ayıp değil mi? Neden kapıyı üzerime kilitlediniz' deyince, 'Burası personel tuvaleti demiştik' karşılığını verdiler. Sinirlerim çok bozuldu. 'Bu yaptığınız ayıp, sizi komisyona şikayet edeceğim' dedim ve aynı gün tuvalette sigara içip, beni kilitledikleri gerekçesiyle şikayetçi olduğuma dair dilekçemi verdim. 'terbiyesizler' lafını kullanmadım."

AVUKATIN HÜRRİYETİNİ TAHDİT ETTİLER

Sanık Çiğdem Baysal'ın avukatlarından Taylan Karakum, avukatların yargılanabilmesi için öncelikle Adalet Bakanlığı'ndan izin alınması gerektiğini belirterek, "Tuvalet son derece insani bir durumdur. Avukat hanım sıkışmıştır ve en yakın tuvalete girmiştir. Zabıt katiplerinin yaptığı çok ağır bir suçtur. 5 kişi bir kadını kilitleyerek hürriyetini tahdit etmiştir. Avukat Hanım'ın zabıt katipleri hakkında yaptığı şikayetin soruşturması devam ediyor" dedi.

İfadelerin alınmasından sonra mahkeme Avukat Çiğdem Baysal hakkında 'hakaret' suçundan beraat, 'tehdit' suçundan ise ceza vermeye yer olmadığına karar verdi.

TUVALETLER SÜREKLİ SORUN OLUYOR

Antalya Adliyesi'nde her katta hakim-savcı ve personel tuvaleti bulunuyor. Tuvaletler sürekli kilitli tutuluyor. Orta bölümlerde bulunan ve vatandaşların kullanımına açık olması gereken tuvaletlerin bir kısmı da yine personel tuvaleti olarak ayrıldığı gerekçesiyle kilitli tutuluyor. Avukat tuvaleti ise sadece binanın birinci katında bulunuyor. Kısa süre önce binanın girişindeki engelli tuvaleti, 'Kirletiliyor' gerekçesiyle temizlik personeli tarafından kapatıldı. Temizlik personelinin vatandaşların kullanımına tahsis edilen tuvaletleri de 'Pis kullanıyorlar' gerekçesiyle zaman zaman kilitlemesi şikayetlere yol açıyor.DHA

http://haber.gazetevatan.com/terbiyesizler/542057/7/yasam
#62
Çocuk mahkumlara işkence iddiası!

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şubesi, İzmir Aliağa Şakran Ceza ve İnfaz Kurumları Kampusu'nde bulunan Çocuk ve Gençlik Cezaevi'nde çocuk mahkumların işkence ve onur kırıcı muameleyla karşı karşıya olduklarını öne sürdü.

Dernek yönetim kurulu üyesi Avukat Nergis Tuba Aslan, Dernek Cezaevi komisyonunun görüştüğü çocukların hortumla dövüldükleri, tecrit odalarında aylarca tutulduklarını, tedavi haklarının engellendiğinden şikayet ettiğini söyledi.

CHD İzmir Şubesi, düzenlediği basın toplantısıyla kendilerine gelen duyumlar üzerine gittikleri Şakran'daki Çocuk ve Gençlik Cezaevi'nde görüştükleri çocuk mahkumların anlattığı sorunları açıkladı. Dernek adına açıklama yapan yönetim kurulu üyesi Avukat Nergis Tuba Aslan, ÇHD İzmir şubesi Cezaevi Komisyonu'nu yaptığı görüşmeler sonucunda cezaevinde vahim tabloyla karşılaştıklarını söyledi.

Seslerini uzun süreden bu yana duyuramayan, sorunlarını aktaramayan çocukların zor durumda olduklarını belirten Aslan, mahkum çocukların hekime erişim ve tedavi haklarının engellendiği, işkence ve onur kırıcı muammele gördükleri, tecritte tutuldukları, başvuru ve şikayet hakkı, sosyal etkinliklerden faydalanma hakkının engellendiğini söylediklerini açıkladı.

SÜNGERLİ ODA VE HORTUM DAYAĞI

Mahkum çocukların sorunlarını örnekle açılayan Nergis Tuba Aslan, şöyle konuştu: "Çocuk tutuklular; cezaevi müdürleri, başgardiyan ve gardiyanların kendilerine yoğun şiddet uygulandığını söyledi. Gardiyanlar tarafından süngerli odaya alındıklarını, elleri ve ayakları plastik kelepçeyle bağlı olduğu halde burada kameralar kapatıldıktan sonra yoğun şekilde dövüldüklerini beyan ettiler."

Aslan, Kurum'un 2'nci Müdürü'nün ise, cocukları hortum ile dövdüğünü iddia etti. Görüşmelerinde çocuk mahkumların kendilerine mahkumlardan İ.A.'yı bir ay önce odasına çıkartan Müdür'ün dakikalarca hortumla dövdüğünü anlattığını belirten Aslan "Hortumla yediği dayaktan sonra görüşmecinin kolları ve bacakları şişmiş ve morarmıştır. Görüşmeciler morluk ve kızarıklıkları "ortada ince beyaz, yanlarda iki şerit şeklinde morluklar' şeklinde, hortumu da 40-50 cm boylarında beyaz düz bir hortum olarak tanımlamışlardır" dedi.

"TEDAVİ HAKKI ENGELLENDİ"

Nergis Tuba Aslan, çocuk mahkumlardan İ.A.'nın gözü, tutuklanmadan önce geçirdiği bir kaza nedeniyle yaralı olduğunu, tutuklanmadan önce sürdürmekte olduğu tedavi sayesinde yaralı gözüyle az da olsa görebilirken, tutuklandıktan sonra tedavinin yarım kalması ve tüm taleplerine rağmen cezaevinde tedavisinin yapılmaması nedeniyle yaralı olan gözünün artık göremediğini öne sürdü.

Yine Şakran Cezaevi'ndeki çocuk mahkumlardan fıtık hastası S.D.'nin ameliyat olması gerekirken götürüldüğü Aliağa Devlet Hastanesi'nde ilgili doktor bulunamadığı için geri getirildiğini, hastane çıkışında jandarma tarafından önce kolunun kıvrıdığını, ardından da dövüldüğünü belirten Avukat Aslan, konuyla ilgili sorumlular hakkında işlem yapılmadığını söyledi.

TECRİT CEZASI

Cezaevi infaz görevlilerinin çocukları dövdükten sonra, kurum müdürünün kararı ile 'Müşahade odası' denilen, içinde yatak, musluk ve tuvalet olan 3 metrekare hücrelere kapattığını iddia eden Aslan, çocukların bu hücrelerde günlerce hatta aylarca tutulduklarını beyan ettiğini söyledi.

Mahkum çocukların 22 hücrenin hemen hiç boş kalmadığını aktardığını da anlatan Aslan, çocuk mahkumlardan S.D.'nin cezaevinde yaşadığı işkenceler nedeniyle yaklaşık bir ay önce çamaşır deterjanı içerek intihar etmek istediğini, kaldırıldığı Aliağa devlet hastanesinde 4 gün kaldıktan sonra cezaevine geri getirildiğini söyledi.

Mahkum çocukların cezaevine dışarıdan bir heyet geldiği zaman müdürün bütün hücreleri boşalttığını ve hücrelerde kalan çocukları koğuşlara aldığını beyan ettiğine dikkat çeken Aslan "İşkence ile ilgili olarak Adalet Bakanlığı ve Cumhuriyet Savcılığına suç duyurularında bulunmalarına karşın hiçbir dilekçeye cevap gelmediğini söylediler. Bu nedenle dilekçelerin idare tarafından gönderilmediğini değerlendirmektedirler" dedi. Aslan ayrıca cezalar nedeniyle spor, sinema ve diğer sosyal aktivitelerden yararlanamayan çocukların bu mağduriyetlerini de anlattığını söyledi.

SUÇ DUYURUSUNDA BULUNACAKLAR

Aslan, Şakran Çocuk Cezaevi'nde olduğunu öne sürdüğü uygulamaların TCK'nın 94'üncü maddesinde 'İşkence' olarak tanımlandığını, cezaevi yönetimi, cezaevi infaz görevlileri, jandarma ve hekimlerin elbirliği ile uyguladıkları bu işkence ile ilgili olarak çocuklar tarafından yapılan şikayet ve suç duyuruları sonuçsuz kalmdığını, sorumluların hukuk sistemi tarafından korunduğunu öne sürdü. Aslan, "Cezaevi idaresi ve gardiyanlar, Türk Ceza Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu, İnfaz Yasası (CGTİK), BM Havana Kuralları ve diğer ilgili mevzuatı ihlal etmekte ve açıkça suç işlemektedir. Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi olarak Savcılık'a suç duyurusunda bulunacağız. Valilik İnsan Hakları Komisyonu'na da başvuru yapacağız" dedi.

DHA
http://www.haberturk.com/gundem/haber/847977-cocuk-mahkumlara-iskence-iddiasi



Adalet Bakanlığı, 'Çağdaş Hukukçular Derneği'nin hazırladığı raporu asılsız'

Adalet Bakanlığı, Çağdaş Hukukçular Derneği'nin dün kamuoyu ile paylaştığı Şakran Çocuk Ceza İnfaz Kurumu ile ilgili raporda yer alan iddia ve isnatların tamamen gerçek dışı olduğunu bildirdi. Bakanlık, konuyla ilgili kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla yazılı bir açıklama yaptı. Adalet Bakanlığı'na bağlı cezaevlerinin tümünün, herhangi bir sınırlama olmaksızın, ulusal ve uluslar arası kurumlar ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının denetimine açık olduğuna işaret edilerek, zaman zaman cezaevlerinde ortaya çıkabilen münferit olayların titizlikle soruşturulduğu ve yasal gereğin yerine getirildiğine işaret edildi. İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'nun kısa süre önce TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu üyelerince ziyaret edildiği ve 'Örnek cezaevi' olarak değerlendirildiği hatırlatılarak, gerçeği yansıtmayan bir rapor üzerinden konuyu gündeme getiren Mersin milletvekili Ertuğrul Kürkçü'nün de bu incelemeye katıldığı belirtildi. Açıklamada ayrıca, Adalet Bakanlığı'nın iddialar üzerine konuyu yerinde tetkik amacıyla TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu'nu İzmir Çocuk ve Gençlik Kapalı Ceza İnfaz Kurumu'na davet ettiğine işaret edildi.

''RAPORDAKİ İDDİALAR ASILSIZ''
Haberde adı geçen çocuklar İ.A. ve S.B.'nın 1 Ocak 2013 günü Mersin Ceza İnfaz Kurumu'ndan İzmir'e sevk edildiği dile getirilen açıklamada, ''İ.A. yağma suçundan Mersin'deki mahkemede yargılanmaktadır. S.B. ise birden fazla kişi tarafından 'birlikte yağma' suçundan Mersin 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nce toplam 15 yıl 18 ay 60 gün hapis cezasına çarptırılmış ve dosyası temyiz aşamasında bulunmaktadır.'' denildi.
Çocukların bugüne kadar kurum yönetimine 'hortumla dövüldüklerine' ilişkin herhangi bir müracaatları olmadığı, 'hekime erişim ve tedavi, başvuru ve şikayet haklarının engellendiği gibi Çağdaş Hukukçular Derneği'nin raporundaki iddiaların asılsız olduğunu vurgulandı. Ayrıca, İzmir Çocuk ve Gençlik Ceza İnfaz Kurumu'na, kapatılan Pozantı Ceza İnfaz Kurumu'ndan kesinlikle sevk yapılmadığı, çocuklara etnik kökenlerine göre baskı uygulandığı iddiasının mesnetsiz olduğu, bugüne kadar hiçbir çocuğun haftalık 10 dakikalık telefon görüşmesine müdahale edilmediğine dikkat çekildi. CHA

http://www.turkiyegazetesi.com.tr/politika/41985.aspx
#63


Galatasaray, Rigobert Song ve Robert Pires ile ilgili sözleşmeler sebebiyle aleyhlerinde CAS'da dava açıldığını duyurdu. Kulübün resmi internet sitesinden yapılan açıklamada, Bruno Heiderscheid'in (Davacı) 8 milyon Euro talep ettiği belirtildi.

İşte Galatasaray'ın sitesinde yer alan o açıklama:

"KONU: CAS nezdinde Galatasaray Spor Kulübü'ne açılmış olan davaya ilişkindir.

16 Nisan 2013 tarihinde Bruno Heiderscheid ("Davacı") tarafından CAS nezdinde Kulübümüze karşı bir dava açılmıştır.

Dava 2005 yılında Rigobert Song ve Robert Pires'le ilgili olarak imzalanmış sözleşmelere ilişkindir. Söz konusu sözleşmelere istinaden 2011 yılında Davacı ile bir sulh protokolü imzalanmış olmasına rağmen sulh protokolünün iptali ve mezkûr sözleşmelerden kaynaklanan alacağın tahsili yeniden talep edilmektedir.

Davacı, asıl alacak olarak 1.710.000 Avro'nun karar tarihine kadar işleyecek sözleşmesel günlük cezai şart ve yıllık faizi ile tahsilini istemektedir. Bugün itibariyle, talep edilen meblağ yaklaşık 8.000.000 Avro'dur. Davacı, ayrıca, CAS tarafından sulh protokolünün geçersizliğine hükmedilmemesi halinde 5.000.000 Avro ve 250.000 Avro tazminata hükmedilmesi talep etmektedir.

Dava dilekçesinin tebliğine müteakip, Kulübümüz tarafından CAS ile gerekli yazışmalar yapılmıştır. 23 Mayıs 2013 tarihi itibariyle, taraflara tahkim masraf avansının ödenmesi için 14 Haziran 2013'e kadar süre verilmiştir. Kulübümüzün dava dilekçesine cevap süresi, avans ödemesinin ardından belirlenecektir.

Son olarak, Kulübümüz ile olan ilişkisinin sona ermesi akabinde tekrardan yenilenmesi hususunda ısrarcı olan Davacı'nın, taleplerinin Kulübümüzce uygun görülmeyerek reddedilmiş olması sonrasında işbu davayı ikame etme yoluna gittiğini belirtmek isteriz. Zira, Davacı'nın dava konusu sözleşmelerden alacaklarına ilişkin Kulübümüzü ibra ettiği vermiş olduğu ibranamelerle sabit olup Davacı'nın işbu davayı açmasında herhangi bir hukuku dayanak bulunmamaktadır.

Kamuoyuna saygılarımızla duyurulur.

Galatasaray Spor Kulübü"
http://www.zaman.com.tr/spor_galatasaraya-buyuk-dava_2094534.html
#64


İstanbul Adliyesi'nde hacizli malların ihalesini rüşvet karşılığında veren bazı icra memuru ve müdürlerinin, işbirliği yaptıkları kişilerle âlem yaptıkları ortaya çıktı.

Bir icra memurunun geçtiğimiz günlerde Adalet Komisyonu'na gönderdiği ihbar mektubu, İstanbul Adliyesi'nde yaşanan rüşvet skandalını ortaya çıkardı. Mektupta, aralarında milyonlarca liralık gayrimenkullerin de bulunduğu hacizli malların ihalelerinin, müdürler ve yardımcıları tarafından yüklü rüşvetler karşılığında belirli kişilere verildiği iddia edilerek, rüşvetin boyutunun birkaç milyon TL'ye kadar çıkabildiği öne sürüldü. Usulsüzlük yapan müdür ve personelin isimlerinin de yer aldığı mektuptaki iddialara göre icra müdürlüklerindeki ihale vurgunu şöyle gerçekleşiyor: Kazançlı görülen ihaleler, müdürler tarafından tanıdıklara önceden haber veriliyor. Kendisine komisyon ödenen müdür, yabancıların katılmaması için ihaleyi on beş dakikalığına asılan bir ilanla duyuruyor.

SAHTE ALICI PARA KOPARIYOR
Mektupta belirtildiğine göre icra ve iflas daireleri tarafından düzenlenen ihalelere fiyat yükseltmek ve gerçek alıcıdan para koparmak için sahte alıcılar katılıyor. İhaleyi gerçekten almak isteyen kişi, müdürlerin gözü önünde bu kişilere para teklif edip, çekilmelerini istiyor. İhbar mektubunda ayrıca yolsuzluğa karışan müdürler ve personelin, işbirliği yaptıkları şahıslar ile sık sık Kumkapı'da eğlence mekânlarına gittikleri belirtiliyor. Mektupla birlikte gönderilen görüntülerde, bu eğlencelerden birine ait fotoğraflar yer alıyor. Kumkapı'da bir restoranda düzenlenen eğlencede icra çalışanlarına verilen pahalı hediyeler ve eğlencede gırnataya takılan dolarlar da fotoğraf karesinde görülüyor. İddialar üzerine soruşturma başlatan İstanbul İlk Derece Adalet Komisyonu Başkanlığı, mektupta adı geçen UYAP uzmanı A.C.'ye "kınama cezası" verdi. Bu eğlencenin bir doğum günü için düzenlendiğini söyleyen A.C. başka bir adliyeye gönderildi. İcra müdürleri ile ilgili soruşturma ise konunun hassasiyeti açısından hâkimlere devredildi.

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2013/05/28/rusvet-parasi-girnataya-gitti
#65
Bingöl'ün Genç Adliyesi Adli Emanet Bürosu'na esrar çalmak için giren bir kişi, polis tarafından kıskıvrak yakalandı.

AHMET SAYILIR

BİNGÖL (İHA) - Bingöl'ün Genç Adliyesi Adli Emanet Bürosu'na esrar çalmak için giren bir kişi, polis tarafından kıskıvrak yakalandı.

Alınan bilgiye göre, geçtiğimiz hafta içinde Genç'e bağlı Büyükçağ köyünde ele geçirilen 250 kilogram esrar maddesinin Genç Adliyesi Adli Emanet Bürosu'nda muhafaza edildiğini düşünen bir zanlı, cumartesi gecesi esrar maddesini çalmak için buraya girdi. Adliye nöbetçisini atlatıp içeri giren zanlı, adli emanet bürosunun kapısını kırarak içeri girdi. Çalmak istediği esrar maddesi, bir önceki gün işlemlerinin tamamlanmasının ardından imha edilmek üzere adliyeden götürüldüğü öğrenilirken, karanlıktan faydalanan şahıs ise kayıplara karıştı.

Olayın fark edilmesi üzerine MOBESE kayıtlarını inceleyen polis, kameralara takılan şüpheli şahısları mercek altına aldı. Üzerindeki kıyafetler ve davranışlarından yola çıkan polis, kısa sürede zanlıyı gözaltına aldı. Emniyette suçunu itiraf eden zanlının, Büyükçağ köyünde ele geçirilen 250 kilogram esrar maddesinin gece uykularını kaçırdığını ve bu esrarı çalmak için plan yaptığını itiraf ettiği öğrenildi.

Zanlının emniyetteki sorgusunun tamamlanmasının ardından Genç Adliyesi'ne çıkarılması bekleniliyor.

http://www.iha.com.tr/adliyeden-esrar-calmaya-kalkisti-20130527AW000697-bingol-haberi
#66


Zonguldak'ın Devrek İlçesi'nde oturan mimar 62 yaşındaki Eray A., 3 kıza cinsel istismarda bulunduğu için 46 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Zonguldak'ın Devrek İlçesi'nde oturan mimar 62 yaşındaki Eray A., büro olarak da kullandığı evinin temizlik işlerini yaptırdığı kadın tarafından temizliğe gönderilen ilköğretim öğrencisi 14 yaşındaki D.A. ve aynı yaştaki 2 arkadaşına cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla tutuklu yargılandığı davada son kez hakim karşısına çıktı.

4 yıl önce geçirdiği rahatsızlık nedeniyle cinsel anlamda vücut fonksiyonlarını kaybettiğini ve böyle bir şey yapmasının mümkün olmadığını ileri süren Eray A., toplam 46 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Olay, 8'inci sınıf öğrencisi A.A.'nın, kendisi gibi ilköğretim öğrencisi olan 14 yaşındaki Kader Ö.'nün, arkadaşlık yaptığı 52 yaşındaki Metin A. tarafından geçen yıl 14 Mayıs'ta okul önünde pompalı tüfekle öldürülmesinden etkilenerek başına gelenleri rehberlik öğretmenine anlatmasıyla ortaya çıktı. 3'ü de aynı okulda eğitim gören A.A., D.A. ve D.A., polisteki ifadelerinde mimar Eray A.'nın kendilerine cinsel istismarda bulunduğunu ileri sürdü.

Eray A.'nın büro olarak kullandığı evine, temizlik işlerini yaptırdığı kadının aracılığıyla gittiğini ve temizliğini yaparak para aldığını anlatan D.A., sanığın, bulaşıkları yıkarken arkasından gelip kendisine cinsel saldırıda bulunduğunu ileri sürdü. Diğer öğrenciler A.A. ve D.A. da arkadaşları D.A. ile birlikte evine gittikleri Eray A.'nın aynı şekilde kendilerine cinsel istismarda bulunduğunu iddia etti.

'CİNSEL ANLAMDA VÜCUT FONKSİYONLARIMI KAYBETTİM'

Gözaltına alınan Eray A. ise geçirdiği rahatsızlık nedeniyle 4 yıldır cinsel anlamda bedensel vücut fonksiyonlarını kaybettiğini, böyle bir şey yapmasının fiziken mümkün olmadığını ileri sürerek suçlamayı kabul etmedi. Tutuklanan Eray A. hakkında, 'Çocukların cinsel istismarı' ve 'Kişi hürriyetini yoksun kılma' suçlamalarıyla dava açıldı.

Tutuklu yargılanan Eray A., Zonguldak 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmada son kez hakim karşısına çıktı. Bülent Ecevit Üniversitesi Uygulama ve Araştırma Hastanesi'nin olay nedeniyle ruh ve beden sağlıklarının bozulduğu yönünde rapor verdiği 3 kız ise duruşmaya katılmadı. Son sözü sorulan sanık, "Ben bir şey yapmadım. Konuşacak gücüm kalmadı. Suçlamaları kabul etmiyorum. Beraatimi talep ediyorum" dedi. Mahkeme, yaşı küçük 3 kıza karşı cinsel istismar ve kişi hürriyetini yoksun kılma suçlarını işlediği kanaatine vardığı sanık Eray A.'ya toplam 46 yıl 3 ay hapis cezası verdi.

Kaynak: DHA
http://www.haber7.com/genel-olaylar/haber/1032689-3-kiza-cinsel-istismara-46-yil-hapis
#67


ZAMAN - ANKARA

Uzan ailesinin Uluslararası Tahkim Mahkemesi'nde Türkiye aleyhine açtığı temyiz davası Türkiye lehine sonuçlandı.

Böylece kamuoyunda Libanenco davası olarak bilinen Uzanlar-Enerji Bakanlığı davasında hukuki süreç tamamlanmış oldu. Davayı Türkiye adına Kuseyri-Lalive ortaklığı takip etmişti. Zaman'ın Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı kaynaklarından aldığı bilgiye göre Uluslararası Tahkim Mahkemesi (ICSID), Uzanlar'ın Enerji Bakanlığı aleyhine açtığı ve kaybettiği dava için ABD'de temyize gitti. Tahkim Mahkemesi temyizde Uzanlar'ı haksız buldu ve dava Türkiye lehine kesin sonuçlanmış oldu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, dün itibarıyla hakem heyetinin Libananco davasında Türkiye lehine karar vererek davayı kapattığını kaydetti. Verilen kararın kesin olduğunu vurgulayan Yıldız, "Yararsız bazı sülükler bu ülkenin kanını emmeye çalıştı. Ancak Türkiye'nin aleyhine çalışan bu insanlar artık Türkiye'nin gerisinde kaldı. Türkiye olarak çok şükür vatandaşımız lehine verdiğimiz bu mücadeleden alnımızın akıyla çıktık. Uzan ailesinin tüm davalar dahil artık hiçbir şekilde temyiz ve itiraz hakkı kalmadı." dedi. 2003'te imtiyaz sözleşmelerinin feshedilerek Uzan Grubu'na ait ÇEAŞ ile Kepez Elektrik şirketlerine el konulmuştu. Karar üzerine, şirketlerde hissesi bulunduğu iddiasıyla Güney Kıbrıs menşeli Libananco şirketi tarafından Türkiye aleyhine 2006'da Ulus­la­ra­ra­sı Ya­tı­rım An­laş­maz­lık­la­rı Çö­züm Mer­ke­zi­ (IC­SID) nezdinde 10,1 milyar dolar tazminat talepli tahkim davası açılmıştı. Tahkim heyeti, 2011'de Uzanlar'ın kontrolünde olan Libananco şirketinin ÇEAŞ ve Kepez şirketlerinde hissedar olmadığının sabit olduğuna karar vererek, yatırımcı olma şartının gerçekleşmemesi sebebiyle ICSID'in yetkili olmadığına hükmetmişti. Libananco, ret kararına karşı, kararın iptalini ve yargılamanın yeniden başlamasını talep etti. İptal başvurusu ile ilgili olarak nihai duruşma 14-15 Ocak 2013'de Washington DC'deki Dünya Bankası ofisinde gerçekleştirildi. Cem Uzan video konferans yönetimiyle Paris'teki Dünya Bankası ofisinden duruşmayı izledi.

http://www.zaman.com.tr/ekonomi_turkiye-uzanlara-karsi-son-mahkemeyi-de-kazandi_2092775.html
#68


Bodrum'da 2 yıl önce 5 Rus rehberin ölümüyle sonuçlanan sahte içki davasında 4 sanığa 83'er yıl hapis cezası verildi.

MUĞLA - Bodrum'da 5 Rus rehberin ölümüyle ilgili davada tutuklu yargılanan 4 sanığa 83 yıl 4'er ay, tutuksuz yargılanan 3 sanığa ise 7 yıl 6'şar ay hapis cezası verildi.

Muğla 2. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya "Olası kasıtla adam öldürmek" iddiasıyla tutuklu yargılanan sanıklar Ender Salman, İlker Atacan, Sakıp Demirkol, Tolga Depeharman ile tutuksuz yargılanan sanıklardan Önder Kabakçı, Serkan Sakallı, Fatih Kabakçı ve olayda yaşamını yitiren Rus rehberlerin avukatları katıldı. Tutuksuz sanık Seyithan Siyi ise duruşmaya gelmedi.

Duruşmada haklarındaki iddiaları kabul etmeyen sanıklar, beraatlerini talep etti.

Verilen aranın ardından kararı açıklayan mahkeme heyeti, tutuklu sanıklar Salman, Atacan, Demirkol ve Depeharman'ı ölen her kişi için 16 yıl 8 ay olmak üzere toplam 83 yıl 4'er ay, tutuksuz sanıklar Önder Kabakçı, Sakallı ve Fatih Kabakçı'yı da 7 yıl 6'şar ay hapis cezasına çarptırdı. Sanıklardan Siyi'nin ise beraatine karar verdi.

Olayda hayatını kaybeden Rus rehberlerin avukatlarından Süeda Tugay, duruşmanın ardından gazetecilere yaptığı açıklamada, verilen cezaları az bulduklarını, sanıkların "Olası kasıtla adam öldürmek" suçundan yargılandıklarını belirterek, temyize başvurduklarını söyledi.

5 RUS ÖLMÜŞTÜ
Bodrum'da 27 Mayıs 2011 gecesi yaklaşık 120 kişilik grup ile Orkan Denizcilik Şirketi'ne ait "Orkan 5" adlı tekneyle denize açılan Rus rehberlerden 30'u sabaha karşı mide bulantısı ve kusma şikayetiyle Bodrum Devlet Hastanesinde tedavi altına alınmıştı.

Rehberlerden Maria Shalyapina, Zalyaeva Auilia, Alexandr Zhbckov, Marina Sevelyova ile Victoria Nikolaeva, Antalya, Denizli ve Rusya'daki hastanelerde ölmüştü. Bodrum Cumhuriyet Savcılığı olayla ilgili soruşturma başlatmış, 3 Haziran 2011'de şirketin Alanya'da faaliyet gösteren diğer teknesi Starcraft'ta 362 şişe sahte içki ele geçirilmişti.

Olayla ilgili gözaltına alınan 8 kişi tutuklanmış, ilk duruşmada sanıklarından Seyithan Siyi, ikinci duruşmada Önder Kabakçı, Serkan Sakallı, Fatih Kabakçı tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edilmişti. (AA)

http://www.ntvmsnbc.com/id/25444057/
#69
Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2002-2012 yılları arasında, taciz ve tecavüz iddialarıyla bağlantılı olarak Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kuruluna 46 bin dosya geldiğini ve rapor düzenlendiğini bildirdi.

Adalet Bakanı, BDP Diyarbakır Milletvekili Emine Ayna'nın kadınların maruz kaldığı taciz ve tecavüz vakalarına ilişkin soru önergesini yanıtladı.
Adalet Bakanı, cinsel saldırı ve cinsel istismar eylemleri nedeniyle ülke genelinde başlatılan soruşturmalar neticesinde; 2009 yılında 3 bin 493, 2010 yılında 4 bin 470, 2011 yılında 4 bin 792 dosyada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, 2009 yılında 5 bin 897, 2010 yılında 7 bin 258, 2011 yılında ise 7 bin 605 dosyada kamu davası açıldığını bildirdi.

Adalet Bakanı cinsel taciz eylemleri nedeniyle ülke genelinde başlatılan soruşturmalar neticesinde; 2009 yılında 5 bin 869, 2010 yılında 6 bin 119, 2011 yılında 6 bin 563 dosyada kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini; 2009 yılında 9 bin 69, 2010 yılında 10 bin 377, 2011 yılında ise 11 bin 780 dosyada kamu davası açıldığını açıkladı.

ON YILDA 46 BİN DOSYA GELMİŞ

Adalet Bakanı, Adli Tıp Kurumuna ilişkin sorulara da Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 5 Şubat 2013 tarihli yazısıyla yanıtlayarak, 2002-2012 yılları arasında, taciz ve tecavüz iddialarıyla bağlantılı olarak 6. İhtisas Kuruluna 46 bin dosya geldiğini ve rapor düzenlendiğini söyledi.

ADLİ TIP ÇALIŞANLARIYLA İLGİLİ 328 SORUŞTURMA YAPILMIŞ

2002-2012 yılları arasında kurum çalışanlarıyla ilgili olarak toplam 328 eylemden soruşturma yapıldığını, bu soruşturmalar sonucunda ilgililerine 10 kınama, 11 uyarma, 3 kademe ilerlemesinin durdurulması, 2 aylıktan kesme ve 1 devlet memuriyetinden çıkarma cezalarının verildiğini ifade etti.
(ANKA)

http://www.haberx.com/adli_tipa_10_yida_taciz_ve_tecavuz_iddialariyla_46_bin_dosya_geldi%2817,n,11327377,479%29.aspx



Çocuğa cinsel istismar davalarında İstanbul, Ankara ve İzmir açık ara önde

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, çocuğa cinsel istismar davalarının dökümünü açıkladı. Çıkan tabloda, İstanbul başta Türkiye'nin tüm illerinde çocuklar taciz ve tecavüze uğruyor. CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, "Mecliste konu bir an evvel araştırılmalı" dedi.

ADALET Bakanı Sadullah Ergin, "Türkiye'nin tecavüz, çocuk istismarı ve taciz suçları" haritasını açıkladı. CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun soru önergesini yanıtlayan Ergin, 2011 verileri ışığında 81 ilde açılan "Tecavüz, çocuk istismarı ve taciz suçları" davalarının dökümünü verdi.

İSTANBUL BİRİNCİ   

Verilere göre Türkiye'nin en kalabalık ili İstanbul'da 2011 yılında bin 486 tecavüz, 2 bin 488 çocuk istismarı, 2 bin 223 taciz davası açıldı. Açılan davalar baz alındığında İstanbul'u tecavüzde İzmir (568) çocuk istismarında Ankara (1162) izledi. Taciz davasında da İzmir, İstanbul'un ardından 901 davayla ikinci sırayı aldı.

ADANA'DA 461 VAKA

Akdeniz Bölgesi'nin önemli kentlerinden Adana'da 461 tecavüz, 656 çocuk istismarı ve 291 taciz davası açıldı. Bölgenin bir diğer önemli kenti Antalya 432 tecavüz, 548 çocuk istismarı, 473 taciz davasıyla öne çıktı. Gaziantep 558, Bursa 545, Mersin de 500 çocuk istismarı davasıyla bu haritanın önemli kentleri arasında yer aldı. Kayseri de utanç haritasında şu verilerle girdi: Tecavüz davası (263), çocuk istismarı davası (374), taciz davası (273).

DOĞU'DA DÜŞÜK

Tunceli'de 2011 yılında 3 tecavüz, 5 çocuk istismarı, 3 taciz davası açıldı. Türkiye'nin muhafazakâr illeri arasında gösterilen Konya, 609 çocuk istismarı davasıyla ilk 5 il arasında yer aldı. Konya 354 tecavüz ve 438 taciz davasıyla da öne çıktı. Karadeniz'in önemli kentlerinden Samsun'da ise 418 çocuk istismarı davası açıldı. Güneydoğu bölgesinin en büyük kenti Diyarbakır'a ait veriler ise şöyle: Tecavüz davası: 92, çocuk istismarı davası: 193, taciz davası: 75.

Çürümenin haritası

BAKAN Sadullah Ergin'in yanıtında yer alan "Tecavüz suçuna giren bazı maddeler aynı zamanda çocuk istismarı suçu içinde de sayılmıştır" dipnotu ise utanç haritasının en travmatik boyutu olarak öne çıktı. Tanrıkulu, "Ne acıdır ki bu dipnot bazı çocuklarımıza yönelik istismarın ötesinde tecavüz de edildiği gerçeğini yüzümüze çarpmaktadır. Bu dipnot bile tek başına yürek burkan, travmatik bir durumdur" değerlendirmesini yaptı.

KOMİSYON ŞART

Tanrıkulu, şunları söyledi: "Yalnızca 2011 yılı verileriyle bile görüyoruz ki 81 ilin tümünde tecavüz, çocuk istismarı ve taciz davası var. Türkiye'nin asıl ilgilenmesi gerektiği öncelikli meseleler arasında bunun olduğun görülüyor. Türkiye topyekûn bir çürümenin içinde, bu veriler de bunun haritası. Vakit geçirmeksizin TBMM'nin en azından bir araştırma komisyonuyla meseleye ışık tutması gerekiyor. Bu yönde adım atacağım."

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23346554.asp
#70


İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi , baktığı bir dava sırasında Susurluk Davası kapsamında çete yöneticisi suçundan mahkûm olan Mehmet Ağar için 'katil' ifadesini kullanan avukat hakkında suç duyurusunda bulunmaya karar verdi.
Bakırköy Kadın Kapalı Cezaevi'nde yaklaşık 10 aydır tutuklu bulunan Sultan Işıklı, 16 Mayıs 2013 tarihinde 'örgüt üyeliği' suçlamasıyla hakkında açılan dava nedeniyle İstanbul 23. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yargılanmaya başlandı. Işıklı'nın avukatları müvekkillerinin tahliye edilmesini talep etti.

Hâkimden avukata uyarı geldi
Işıklı'nın avukatlarından Evrim Deniz Karatana da söz aldığında müvekkilinin tahliyesini talep ettikten sonra "Polis şiddeti ülkemizde açıktır, şiddete direnmek meşrudur. Bu ülkede Mehmet Ağar denen katil serbestçe dolaşıyor. Yüzlerce insanı katletmiştir. Bir senede tahliye olmuştur. Müvekkilim de en az onun kadar tahliye hak etmektedir" dedi.
Avukat Karatana, Ağar için 'katil' ifadesini kullanınca mahkeme başkanı araya girerek 'savunma sınırında kalması' konusunda Avukat Karatana'yı uyardı. Ancak Karatana bu uyarıya "Benim her söylediğimin tutanağa yazılmasını istiyorum" diyerek ısrarını sürdürdü. Yapılan duruşmada mahkeme sanık Işıklı'nın tutukluluk halinin devamına karar verdi. Mahkeme ara kararlarında Avukat Karatana hakkında, Ağar için 'katil' ifadesini kullandığından suç duyurusu yapmaya karar verdi.
Kararda "Yargılama konusu olaylarla ilgili olmayan Mehmet Ağar isimli kişiyle ilgili olarak 'Mehmet Ağar denen katil serbestçe dolaşıyor, demek suretiyle, Mehmet Ağar isimli kişiye aleni ortamda hakarette bulunması sebebiyle yasal gereğinin takdir ve ifası ile bilahare neticesinin mahkememize bildirilmesi için yazı yazılmasına karar verildi" denildi. Mahkeme ayrıca hem Avukat Karatana'nın bağlı bulunduğu Ankara Barosu'na ve hem de Ağar'ın bilgi sahibi olması için Ağar'a duruşma tutunağının gönderilmesine karar verdi.

'Bin operasyon yaptım' demişti
Susurluk Davası kapsamında çete yöneticisi olmak suçundan 5 yıl ceza alan, 2 yıl cezaevinde yatması gereken Mehmet Ağar 3. Yargı Paketi kapsamındaki düzenlemeler nedeniyle nisan ayında tahliye edilmişti. 1 yıl 4 ay cezaevinde kalan Ağar, tahliye olduktan sonra "Başlangıçta girerken, bunu bir devlet görevi olarak gördüm, tamamladım. Devlet 'gel' dedi geldik, 'git' dedi gittik" açıklaması yapmıştı. Ağar daha önce yaptığı bir açıklamada ise "Devlet adına bin operasyon yaptım" demişti.

http://www.radikal.com.tr/turkiye/agara_katil_diyen_avukat_icin_suc_duyurusu-1134103
#71
İSA YAZAR - ANKARA

İşyerleri ve binalara 'risk değerlendirmesi' mecburiyeti getiren yasa ocak ayında yürürlüğe girdi. Düzenleme, asansör güvenliğinden zemin etütlerine kadar önemli müeyyideler içeriyor. Ancak birçok işletme ve apartman yönetiminin uygulamadan haberi yok. Oysa bu işlemi yaptırmayanlar, mayıs ayı itibarıyla 22 bin 638 lira ceza ile karşı karşıya kalacak.

Yılbaşında yürürlüğe giren İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası ile bina, apartman, site ve işyerlerine 'risk değerlendirmesi' mecburiyeti getirildi. Düzenlemeye göre, apartman yöneticisi, kapıcı ve konut sakinlerinden oluşan bir ekip, kontrol listesi oluşturacak. Belirli aralıklarla güncellenecek olan listede asansör güvenliğinden elektrikle ilgili kaçak ve benzeri durumlara, kazan dairesinden otoparka ve iç ve dış zemin etütlerine kadar birçok madde yer alıyor.

Bu işlemi yaptırmayan işyerleri ve apartmanlar, ilk ay için 3 bin 234 lira ceza ödeyecek. Söz konusu ceza, takip eden aylarda 4 bin 851 lira olarak uygulanacak. Bu da mayıs ayı itibarıyla yükümlülüklerini yerine getirmeyen apartman ve işyerlerinin 22 bin 638 lira ceza ödeyeceği anlamına geliyor. Ancak çoğu işletmenin ve apartman yönetiminin bu cezalardan haberi yok. Herhangi bir kaza veya denetim halinde risk değerlendirmesiyle ilgili gerekli belgeleri hazır olmayanlar, kötü bir sürprizle karşı karşıya kalacak.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'nın hazırladığı 'Apartmanlarda Risk Değerlendirmesi Rehberi' ile işyerleri ve apartmanlarda muhtemel kazaların önlenmesi amaçlanıyor.

İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası'nın ardından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü 'Apartmanlarda Risk Değerlendirmesi Rehberi' hazırladı. Buna göre apartman, bina ve siteler kontrol listesi doldurularak yönetimde bulunduracak. Bu liste belirli aralıklarla güncellenecek. Risk değerlendirmesi çalışmaları bir ekip tarafından yürütülecek. Bu ekip apartman yöneticisi ve kapıcı veya kapıcılar ile apartman sakinlerinden oluşacak. Kontrol listesinde 'binanın iç ve dış zeminleri kayma veya düşmeyi önleyecek şekilde uygun malzeme ile kaplanmıştır',  'Zeminde çökme, engebe vb. deformasyonlar bulunmamaktadır.', 'Temizlik yapılan alanda kaymayı önlemek için gerekli önlemler alınmaktadır.', 'Açıkta kablo bulunmamakta, prizlerin sağlamlığı düzenli olarak kontrol edilmektedir.' 'Asansör içi ve önü aydınlatmaları yeterli düzeydedir.' gibi maddeler yer alıyor. Bu maddelerin karşısı, duruma göre evet ve hayır kutucukları işaretlenerek mevcut durum tespit edilecek.

Apartman yönetimi bu kontrol listesini hazır bulundurmak zorunda. Bu listeyi hazır bulundurmaması, denetim halinde cezayı gerektiriyor. Ceza süreci ocak ayından itibaren işliyor. Halen risk değerlendirmesine yönelik kontrol listesini hazırlamamış olan bir apartman, denetim halinde 22 bin 638 TL ceza ile karşılaşacak. Yasaya göre risk değerlendirmesini yaptırmayanlar için bu ceza izleyen aylarda her ay 4 bin 851 lira artacak.

Yasa ile işyerleri ve apartmanlara sorumluluk yüklenmesi hedefleniyor. Böylece küçük tedbirlerle önlenebilecek kimi kazaların önüne geçilmesi amaçlanıyor. Pratikte her apartmana denetim yapılarak risk değerlendirmesi yapıp yapmadığı kontrol edilmese de bir kaza durumunda bu belge apartman yönetiminden istenecek. Eksik olması halinde ceza kesilecek.

http://www.zaman.com.tr/ekonomi_apartmanlara-binlerce-liralik-ceza-yolda_2091606.html
#72


METİN ARSLAN - ANKARA

4. yargı paketinde propaganda suçuna getirilen şiddet kriteriyle ilgili Yargıtay'dan önemli bir karar çıktı.

9. Ceza Dairesi, Mersin'de bir gösteri yürüyüşüne katıldığı gerekçesiyle yargılanan sanığa verilen cezayı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirip bozdu. Ancak Yargıtay, aynı sanığın sosyal paylaşım sitesi Facebook'ta PKK terör örgütü mensuplarına ilişkin fotoğraflara yer vermek ve polis aracına yapılan molotoflu saldırıyı övmekten dolayı aldığı cezanın (2 yıl) yarı oranında artırılmasına hükmetti. Meclis'te yasalaşarak yürürlüğe giren 4. yargı paketiyle propaganda suçuna şiddet kriteri getirilmişti. Terörle Mücadele Kanunu'nun 6. ve 7. maddelerinde değişiklik yapan düzenleme, örgüt propagandası suçunun oluşması için cebir, şiddet veya tehdit yöntemlerini meşru gösterme, övme, teşvik etme gibi kriterleri getirmişti. Yargıtay'ın propaganda suçu konusundaki ilk kararı içtihat niteliği taşıyor.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi yargı paketleri sonrasında gösteri ve yürüyüş, internet ortamında şiddet içeren örgüt propagandası gibi konularda yeni içtihat oluşturdu. Mersin'in Akdeniz ilçesinde BDP'lilerce düzenlenen yürüyüşe katılan 18 yaşından küçük M.Ş. hakkında verilen mahkûmiyet kararını bozan Yargıtay, 3. yargı paketine atıfta bulundu. Eyleminin mutat ve meşru bir düşünce açıklama yöntemi olduğuna hükmetti. M.Ş.'nin sosyal paylaşım sitesi Facebook adresinde kullandığı fotoğraflar ve yazıları ise terör örgütünün propagandası kapsamında değerlendirildi. Verilen 2 yıllık temel cezada yarı oranında artırım yapılması gerektiği belirtildi. M.Ş.'nin polis aracına molotof bombası atmak (4 yıl) ve kamu malına zarar vermekten (3 yıl) dolayı aldığı cezalar ise onandı.

http://www.zaman.com.tr/gundem_facebooktaki-siddet-propagandasina-ceza_2091639.html
#73


ABD'de Obama yönetiminin başı bir 'telekulak' skandalıyla ağrıyacak gibi görünüyor. ABD Adalet Bakanlığı'nın 2012 yılında 2 ay boyunca uluslararası haber ajansı AP'nin telefonlarını dinlediği ortaya çıktı.

WASHINGTON – Associated Press (AP) haber ajansı, ABD Adalet Bakanlığı 'nın, muhabirlerinin telefon kayıtlarını gizlice ele geçirmesini, "daha önce eşi benzeri görülmemiş, çok büyük bir ihlal" olarak niteledi.

AP Üst Yöneticisi (CEO) Gary Pruitt, Adalet Bakanı Eric Holder'a gönderdiği protesto mektubunda telefon kayıtlarının iade edilmesini ve kopyalarının da imhasını talep etti.

Pruitt, mektubunda, "AP ve muhabirlerinin telefon görüşmelerinin gizlice kaydedilmesi, hiçbir şekilde haklı gösterilemez. Söz konusu kayıtlar, AP ve muhabirlerinin 2 aylık bir sürede haber yapmak için gizli kaynaklarla görüşmelerini de içermekte ve haber ajansının bilgi toplama etkinlikleri hakkında bilgi sağlamaktadır. Hükümetin bu etkinlikleri öğrenmeye hakkı yoktur" yazdı.

Haber ajansının avukatları, Adalet Bakanlığı'nın ele geçirdiği kayıtları arasında AP'nin New York , Washington ve Hartford kentindeki ofisleri ile Temsilciler Meclisi'ndeki bürosundan yapılan konuşmaların yanı sıra muhabirlerin görüşmelerinin de bulunduğunu belirtti.

Avukatlar, hükümetin 2012 yılının nisan ve mayıs aylarında AP ile muhabirlerine ait 20 ayrı telefon hattını kaydettiğini ileri sürdü.

AP, kayıtların ele geçirildiğini geçen hafta Adalet Bakanlığı tarafından gönderilen bir mektuptan öğrenmişti. Adalet Bakanlığı, kayıtların neden kaydedildiğini açıklamamıştı. Savcılık ise, AP'nin geçen yıl El Kaide örgütü tarafından Yemen'de düzenlenen bombalı saldırı ile ilgili nasıl bilgi edindiğini araştırdıklarını belirtmişti.

Senato'nun Adalet Komitesi Başkanı Senatör Patrick Leahy ise AP'ye gönderdiği e-posta'da "iddialardan dolayı büyük rahatsızlık duyduğunu ve hükümetin konu ile ilgili bir an önce açıklama yapması gerektiğini" söyledi.

Amerikan Sivil Özgürlükler Derneği ise Başkan Barack Obama yönetimini "basını sindirmeye çalışmakla" suçladı.

AA
http://www.radikal.com.tr/dunya/abd_adalet_bakanligi_ap_muhabirlerini_dinlemis-1133405
#74


Almanya'nın Münih şehrinde görülen Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) davasına katılan kurban yakınlarının avukatlarının bürosuna "ırkçı" saldırıda bulunuldu. Avukatlık bürosunun kapısı dışkı ve idrarla sıvandı.

Almanya'da Münih Yüksek Eyalet Mahkemesi'nde aşırı sağcı "Nasyonal Sosyalist Yeraltı" (NSU) terör hücresi davası devam ederken, Türk kurbanları savunan avukatların bürosu saldırıya uğradı.

Süddeutsche Zeitung'un haberine göre, Pazartesi günü Münih'in Westend bölgesinde bulunan bir avukatlık bürosu dışkılı saldırıya uğradı.

Gazete söz konusu büronun avukatlarının NSU davasında Türk kurbanların avukatlığını yaptığını belirtti. Bir binanın ikinci katında bulunan avukatlık bürosunun kapısı dışkı ve idrarla sıvandı.

İLK SALDIRI DEĞİL

Polisten yapılan açıklamada, olayla ilgili şimdiye kadar kimsenin gözaltına alınmadığı belirtilirken, Süddeutsche Zeitung'a göre bu saldırı ırkçıların ilk saldırısı değil.

Gazete, Nasyonal Sosyalist Yeraltı (NSU) davasının başlamasından bu yana Münih'te Neo-Nazi saldırılarının artığına dikkat çekti. Gazete, Münih'te ırkçılığa karşı olan kişilerin oturduğu bir binaya boya atıldığını ve Bavyera Mülteci Konseyi'nin ofisinin camlarının kırıldığını belirtti.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/dunya_nazi-davasinda-turkleri-savunan-avukatlarin-burosuna-cirkin-saldiri_2091010.html
#75
Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde bomba yüklü iki aracın patlatılarak 50 cana kıyılması evet, Cumhuriyet tarihinin en kanlı provokasyonu, en ağır savaş tahrikidir. Bu saldırıyı hükümetin politikalarına bağlamak, insafla bağdaşmadığı gibi bilerek ya da bilmeyerek hedef saptırmaktır.

Türkiye'de iktidarda kim olursa olsun, komşu ülkelerin, küresel güçlerin Türkiye hesapları değişmez. Türkiye büyüyor, gücü artıyor, bir cihan devletinden tevarüs ettiği potansiyellerle "oyun bozan" haline geliyor. Bunu ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Rusya, İsrail, Irak ve İran seyretmez. Türkiye'nin belini doğrultmasına fırsat vermek istemezler. Bölgemizde, Ortadoğu'da, Kafkaslar'da, Balkanlar'da şimdilerde Afrika'da ne oluyorsa, bütün bunları "Türkiye'nin önünün kesilmesi" ile irtibatlandırmazsanız doğruyu bulmanız zorlaşır.

Mesela ABD ve AB, Çin ve Rusya, Suriye'nin kendi halkına karşı bebek, çocuk, kadın demeden uyguladığı katliamı neden seyrediyor? Çünkü mezhep çatışmasının Türkiye'ye de sıçraması için bizim Suriye ile savaşa girmemiz bekleniyor...

Ortadoğu'ya yeniden şekil vermek için pazarlık masasına oturan güçler, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) diye "Arap Baharı" ile ambalajlanmış bir planı dayatıyorlar. Ortadoğu'yu bölecekler, emperyalist planlarını güncelleyerek sınırları yeniden çizecekler. Bunun için seçtikleri yol artık gizli saklı değil: Mezhep çatışması... Bunu, ABD'nin Irak'ı işgali ile hızlandırdılar. Bu işgal ile hem İsrail için en büyük güvenceyi sağladılar, hem petrolün üstüne oturup enerji yollarını kontrol altına aldılar. Ama asıl önemlisi İslam coğrafyasında mezhep çatışması yangınının fitilini ateşlediler. Mezhep çatışmasını önleyecek tek güç Türkiye'dir. Yeni oyunların tekerine taş koyacak tek ülke de Türkiye'dir. Onun için asıl hedef Türkiye'dir. Kürt meselesinden sonra Türkiye'nin içine bir de Sünni-Alevi çatışması sokulursa BOP'un önündeki en büyük engel kalkar.

Evet, kendi halkına yaptıkları karşısında Suriye'yi seyrediyorlar. Dediğim gibi mezhep çatışması Türkiye'ye sıçrarsa, ondan sonra müdahale edecekler. Kanlı kamayı ciğerlerimize kadar saplayıp, bize ağır bedeller ödetecek fitneyi içimize saldıkları zaman iş bitmiş olacak.

Bir yazıyı hatırlatmanın tam zamanı. Nilgün Cerrahoğlu, 14 Nisan 2012'de Cumhuriyet gazetesinde şunları yazmıştı:

"CIA'nın eski Ortadoğu bölge şefi Robert Baer; 'İran'ın Önlenemez Yükselişi'  kitabında, yeni Ortadoğu'yu kurabilmenin tek yolunun, bölgede geniş çaplı bir 'Şii-Sünni iç savaşı' tetiklemekten geçtiğini söylüyor... 'Niye biz (Amerikalılar!) ölelim ki?' diyor kısaca eski CIA görevlisi Baer... 'Bırakalım (Sünni ve Şii) Müslümanlar kendi aralarında birbirlerini öldürsünler!' Bitmedi! 'Yeni Ortadoğu'yu kurabilmek' için Robert Baer'in olmazsa olmaz saydığı en temel öneri, Ortadoğu'daki sınırları yeniden düzenlemek. Bu konuda da özetle şunları ilave ediyor Baer: 'Etnik temeller üzerinden Irak resmen parçalanmalı ve Kürdistan mutlaka kurulmalıdır. Yeni sınırların çiziminde karşılaşılacak en büyük sorun ne var ki, İsrail'in mi, İran'ın mı bu yeni durumdan daha kârlı çıkacağıdır?' Kitabını kaleme aldığı 2008 tarihinde Baer, yönelttiği bu soruya, son kertede; 'Bir tercih yapmak zorunda değiliz!' yanıtını veriyor..."

Reyhanlı'da giden 50 can, tarihî bir ikazda bulunuyor: Bize karşı oynanan bütün oyunları sadece kardeşliğimiz, birliğimiz ve uzlaşmamız bozabilir. Büyük resme bakınca kırıcı, rencide edici siyasî üsluplar beni derinden yaralıyor.

http://zaman.com.tr/huseyin-gulerce/bop-tuzagi-mezhep-catismasi_2089885.html
#76


Mustafa Türk /Ankara

19. İş Mahkemesi Hakimi, bir kamu kurumuna karşı açılan 788 davacının aynı dilekçeyle açmış olduğu davanın, "iş yükünü artıracağı" gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verdi.

ANKARA 19. İş Mahkemesi Hakimi Demet Kurtuluş, bir kamu kurumuna karşı açılan davanın "iş yükünü artıracağı" gerekçesiyle açılmamış sayılmasına karar verdi. Yol-İş Sendikası'nın 788 üyesi adına avukat Süleyman Başterzi, önce 380 kişi adına alacak davası açtı. Avukat Başterzi'nin daha sonra 408 kişi adına açtığı dava da aynı mahkemeye düştü. Karayolları Genel Müdürlüğü'nün çalıştırdığı işçileri taşeron bir firmadan hizmet alımı gibi göstererek işçilerin hak kaybına yol açtığı iddia edilerek açılan alacak davası, Ankara 19. İş Mahkemesi Hakimi Demet Kurtuluş'un önüne geldi.

Davayı açılmamış sayıyorum

Kurtuluş, ilginç bir gerekçeli kararla açılan davayı reddetti. Kurtuluş, davacı sayısının çokluğunu gerekçe göstererek, "davanın açılmamış sayılmasına" karar verdiğini açıkladı. Hakim Kurtuluş, gerekçeli kararda, "hukukun temel prensipleri, iyi niyet ve dürüstlük kurallarına aykırı olarak tek dilekçeyle yüzlerce kişi adına dava açılmasının kabul edilemeyeceğini" belirterek, "İş yükü bir hayli ağır olan yargı mensuplarının bu yollarla iş yükünün daha da artırılmasına cevaz vermek mümkün değildir" ifadesini kullandı.

İş yükümüz 2 katına çıkacak

Hakim Kurtuluş, davanın kabul edilmesi durumunda Ankara 19. İş Mahkemesi'nde bakılması gereken dosya sayısının iki katına çıkacağını belirttiği gerekçeli kararında sendikanın avukatlarının 408 kişi adına açtığı bir dava daha bulunduğunu aktardı. Mahkemenin iki hakimli olduğu ve her bir hakimin yaklaşık 950 derdest dosyası bulunduğunu bildiren Kurtuluş, toplam 788 davacı adına açılan davanın, her bir davacı yönünden ayrılması durumunda, bakılması gereken dosya sayısının iki katına çıkacağını kaydetti.

http://haber.stargazete.com/politika/davaci-cok-bu-davaya-bakmam/haber-753017
#77
Bankaların verdiği promosyon faiz mi, caiz mi?

Sıkça sorulan bu soruyu doğru cevaplayabilmek için bankaların verdiği promosyonu, nereden kazandıklarına bakmamız gerekiyor.

Paranın kazanılma kaynağına baktığımızda görüyoruz ki, memurun bankada bekleyen maaşının repodan sağladığı kazançtan veriliyor bu promosyon... Öyle ise bu promosyon nedir? Faiz midir, caiz midir? Faizse caiz değildir, caizse faiz değildir. Demek ki konu, bu paranın faiz olup olmadığını tespitle ilgilidir.

Promosyonun ilk verildiği devrelerde faiz olmayabilir şeklinde yorumlar vardı. Bu ihtimale binaen alınabilir diyenler de olabiliyordu.

- Nitekim promosyonu alanlar, bankayla bir faiz anlaşması yapmadıklarından dolayı aldıkları fazlalık faiz olmaz, bankanın kendiliğinden verdiği hediye yerine geçer, diye yorum yapıyorlardı...

- Ayrıca bankanın kazancı içinde faizden başka (ticari işlere aracılık etmek, para nakletmek... gibi) helal kazançlar da vardır; verilen promosyonu bu helal kazançlardan veriliyor diye düşünerek alıp kullanmakta mahzur olmaz, diye de ekliyorlardı.

- Fıkıhta, bir adamın haram serveti içinde helal de bulunsa bunun ekmeği yenir, hediyesi alınır, helal kısma niyet edilerek, diye de görüşlerini güçlendirmeye çalışıyorlardı...

Bu farklı bakışlar, farklı anlayışları meydana getiriyordu.

Ancak görüşlerine değer verilen ilim adamlarımızın çoğunluğu bu paranın faiz olduğunu tespitte ve bu tespitlerini ifade etmekte gecikmediler. Faiz olunca alınmalı, ancak (çok ihtiyaçlı değilse) bir başka ihtiyaç sahibine hibe edilmeli, diye de uyarıda bulundular.

Nitekim Hayreddin Hocaefendi, bu konudaki sorulara verdiği cevaplarında genişçe sayılan açıklamalar da yaptı. Birinin ilgili kısmını birlikte okuyalım isterseniz.

Bankaların verdiği promosyon:

"Faizci bankalar, maaşların kendilerinden alınması karşılığında hem maaş alanlara hem de bağlı bulundukları kuruma malzeme, alet ve para şeklinde promosyonlar veriyorlar. Bu promosyonların helal olup olmadığına dair yoğun sorulara bir yazıda cevap vermiştim. Cevap iyi anlaşılamamış olmalı ki, sorular ve cevaba itirazlar devam etti.

Bazıları "Biz bu konuda hür değiliz, kurum bize sormadan faizci banka ile anlaşıyor, biz ne yapalım?" diyorlar.

Böyle bir durum varsa maaşın, bankada bekletilmeden ilk imkânda hemen alınması gerekir ki, bankada kalıp onunla daha fazla faizcilik yapılmasın. Buna rağmen banka maaş alana da bir miktar para veya hediye vermişse onu da -alan yoksul değilse- yoksullara vermesi gerekir.

Bu hükmün dayanağı nedir?

Bilindiği gibi İslam, faizin azını ve çoğunu ve bu arada faizli işlem ve akitleri haram kılmıştır.

Bir grup memurun veya çalışanın maaşları faizci bir bankaya yatırıldığı zaman bu banka, o parayı -çekilmediği sürece- sisteme sokmakta ve faizli işlemler yaparak para kazanmaktadır. Kazanılan faiz gelirinin bir kısmı bankaya kalmakta, bir kısmını da banka kurumlara ve memurlara vermektedir.

Maaşlar faizci bankalardan alındığı takdirde iki sakınca doğuyor:

1- Bankaya paranızla faizcilik yapma imkânı vermiş oluyorsunuz.

2- Gelirinin çok büyük bir bölümü faizden olan bir kurumdan hediye kabul etmiş oluyorsunuz. Bu hediyenin de oraya yatırılan maaşlarınızın faizle işletilmesinden elde edildiğini dikkate almamış oluyorsunuz.

Bu durumda ne yapalım:

Mümkünse maaşlarımızı faizli işlem yapmayan katılım bankalarına yatırıp oradan çekelim.

Bunun mümkün olmadığı yerlerde ve şartlarda ise verilen promosyonları yine alalım ama -yoksul değilsek- bunu yoksullara verelim, kendimiz kullanmayalım."
(H.Karaman.net)

***

Benim buraya ekleyeceğim sadece bir tedbirli olma teklifi:

Şayet bu promosyonu kendimiz kullanma ihtiyacı içinde isek bunu, yemede ve giymede kullanmamalıyız. Çünkü ibadette üzerimizde şaibeli elbise, midemizde de şaibeli gıda bulunursa vesvese verip huzurumuzu kaçırabilir. İbadette üzerimizde şüpheli madde var ihtimali akla gelmemelidir.

http://www.zaman.com.tr/ahmet-sahin/bankalarin-verdigi-promosyon-faiz-mi-caiz-mi_1271810.html
#78


Hakimden alkışlanacak davranış!

Kayıp kızı için adli makamlara başvuran yaşlı kadın merdivenleri çıkamadı ve sonrasında bakın ne oldu.

Adana 'nın Kozan ilçesinde kayıp kızını aramak için adli makamlara başvuran yaşlı kadın, rahatsızlığı nedeniyle adliye merdivenlerini çıkamayınca hakim adliye bahçesine indi.

Zeynep Aktaş, bir duruşmaya katılmak için geldiği Kozan Adliye Sarayı 'nda merdivenleri çıkamadı. Görevli polis memurları tarafından nöbetçi hakim Hasan Arslan 'a bildirildi. Bunun üzerine hakim Arslan örnek bir davranış göstererek merdivenleri çıkamayan yaşlı kadının beyanını almak için yanına gitti.

'Siz gelemezseniz adalet ayağınıza gelir' düşüncesinin yansıdığı Kozan Adliye Sarayı bahçesinde görülen dava nedeniyle yaşanan bu tablo vatandaşlar tarafından takdirle karşılandı.

CİHAN
http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Hakimden-alkislanacak-davranis/1004044/
#79


METİN ÇOLAK - İSTANBUL

Arkadaşıyla birlikte kaldığı evde internet hattı tamircisi tarafından 13.10.2012 tarihinde hunharca öldürülen üniversite öğrencisi Fatma Nur Çelik davasında karar çıktı. Mahkeme, sanık Cem Karaçay'ı 'cinsel saldırı delillerini ortadan kaldırmak amacıyla adam öldürmek' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırdı.

İstanbul Bahçelievler'de üniversite öğrencisi Fatma Nur Çelik'i (21) öldüren Cem Karaçay ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkum edildi. Karaçay ayrıca 'nitelikli cinsel saldırı' suçundan 12 yıl, 'konut dokunulmazlığını' ihlal suçundan da 2 yıl hapis cezasına çarptırıldı. 

İnternet arızasına bakma bahanesiyle evine girdiği Fatma Nur Çelik'i tecavüz edip öldürdüğü iddia edilen Cem Karaçay hakkında 'tasarlayarak kasten adam öldürme' suçundan açılan dava dün karara bağlandı. Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın duruşmasında tutuklu sanık Cem Karaçay ile taraf avukatları hazır bulundu. Mahkemede, Fatma Nur Çelik için hazırlanan Adli Tıp Kurumu raporu okundu. Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesi'nin hazırladığı raporda Çelik'in kaş ve çene bölgesinde boğuşmaya bağlı sıyrıklar olduğu dile getirildi. Her iki gözünde de kanama olduğunun belirtildiği raporda, boyun bölgesinde baskı sonucu kan toplaması ve sıyrıklar bulunduğu anlatıldı. Fatma Nur Çelik'in kanında alkol ve uyuşturucu maddeye rastlanmadığının dile getirildiği Adli Tıp raporunda, maktulün 9 ve 10'uncu tırnaklarının içinde bulunan deri parçalarının Cem Karaçay'a ait olduğu bildirildi. Raporun sonuç kısmında ise, Çelik'in ölümünün solunum yollarının kapanması ve boyna baskıya bağlı boğulma sebebiyle meydana geldiği ifade edildi.

Daha sonra duruşma savcısı mütalaasını açıkladı. Fatma Nur Çelik ile arkadaşı Sümeyye'nin olaydan bir ay önce Bahçelievler'de ev tuttuklarını anlatan savcı, sanık Karaçay'ın internet tamircisi süsü ile eve girip çıktığını dile getirdi. Sanıkla Fatma Nur'un tesadüf eseri tanıştığını dile getiren savcı, "Sanık maktulü takip edip evlerini öğrenmiştir. Olay tarihinde de internet arızası bahanesi ile eve geldiği anlaşılmıştır. Sanığın evde kaldığı yaklaşık 3 saatlik zaman diliminin son 25 dakikası içinde Fatma Nur'u kol ve boynundan tutup yatak odasına sürüklediği, burada tecavüz ettiği belirlenmiştir. Sanığın, maktulenin bağırması üzerine el ve ayakları ile ağzını koli bandıyla bağladığı ve delilleri yok etmek için boğarak öldürdüğü anlaşılmıştır." ifadelerini kullandı. Mütalaada, sanığın, Fatma Nur'u tanıdığı yönündeki ifadelerinin de raporlarla yalanlandığına dikkat çekildi.

Mahkemede, esas hakkındaki mütalaaya karşı yazılı söz alan Çelik ailesinin avukatı Reşat Petek, sanık Cem Karaçay'ın Fatma Nur'u hayvani duygular ile öldürdüğünü belirtti. Adli Tıp Kurumu raporuna da değinen Petek, "Raporun da belirttiği gibi, Fatma Nur'un başında, yüzünde ve boyun bölgesinde ekimoz ile sıyrıklar halinde yaralanmalar tespit edildi. Bu tespitler Fatma Nur'un ırz ve namusunu korumak için ciddi mücadele ettiğini gösteriyor." dedi. Sanığın savunmasında Çelik'le görüştüğü yönünde iddialarda bulunduğunu da hatırlatan Petek, Adli Tıp raporu ile telefon kayıtlarının incelenmesi sonucu hazırlanan raporun sanığı yalanladığını söyledi. Avukat Petek, sanık Karaçay'ın eldeki bilgiler ışığında en üst sınırdan cezalandırılmasını talep etti. Son sözü sorulan sanık Cem Karaçay ise olayların çarpıtıldığını ve olay nedeni ile çok pişman olduğunu ifade etti.

Beyanların ardından kararını açıklayan mahkeme, Cem Karaçay'ı 'cinsel saldırı delillerini ortadan kaldırmak amacıyla adam öldürmek' suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkum etti. Mahkeme ayrıca Karaçay'a cinsel saldırı suçundan 12 yıl ve konut dokunulmazlığını ihlal etmek suçundan da 2 yıl olmak üzere toplam 14 yıl hapis cezası verdi.

http://www.zaman.com.tr/gundem_fatma-nur-cinayetinde-karar-cikti_2085682.html
#80


Pakistan'ın eski Devlet Başkanı Pervez Müşerref'in yargılandığı davanın savcılarından Chaudhry Zulfikar'ın başkent İslamabad'ta uğradığı silahlı saldırıda hayatını kaybettiği bildirildi.

Polis yetkilisi Muhammed Ishaq, Zulfikar'ın aracıyla mahkemeye giderken silahlı kişi veya kişilerce uğradığı saldırı sonucu hayatını kaybettiğini açıkladı.

Bir ticari taksinin içinden Zulfikar'ın başına, omuzlarına ve gögsüne ateş açıldığını dile getiren Ishaq, kontrolünü kaybeden Savcı'nın yoldan geçen bir kadına çarptığını kaydetti.

Polis yetkililerinden Mohammed Rafiq ise Zulfikar'ın koruması Farman Ali'nin ateşe karşılık verirken yaralandığını, çatışmada saldırganlardan birinin de yaralanmış olabileceğini söyledi.

Zulfikar, ülkenin eski Başbakanı Benazir Butto'ya 2007'de gerçekleştirilen suikast ile ilgili başlatılan soruşturmada da görev yapmıştı.

(AA)
http://www.zaman.com.tr/dunya_savciya-suikast_2085483.html