Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Konular - kilimanjaro

#81
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) Birinci Dairesince, 2013 yılı adli ve idari yargı ana kararnameleri yayımlandı. Kararnamelerle bin 923 adli, 148 idari hakim ve savcının görev yerleri değişti.
HSYK'nın internet sitesinde yayımlanan açıklamada, 2013 yılı adli ve idari yargı ana kararnamelerine ilişkin çalışmaların bugün itibarıyla sonuçlandırılarak karar altına alındığı belirtildi.
2013 yılı adli ve idari yargı ana kararnamelerinin, hakim ve savcıların eşlerinin atamaları ve çocuklarının öğrenim durumlarını planlayabilmeleri amacıyla kararname takvimine uygun olarak ilan edilen tarihten altı gün daha erken duyurulduğuna işaret edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:
"Kararname çalışmaları sırasında, bu yıl ilk defa atama başvurularının gelmesinin ardından Yönetmelik ve Prensip Kararları'nda öngörülen süreler nedeniyle kararname kapsamına girenler kısa mesaj ve elektronik posta yoluyla bilgilendirilmiş, ardından kararname çalışmaları ve görüşmeleri belli bir aşamaya geldikten sonra, sürecin daha öngörülebilir olmasını sağlamak, meslektaşlarımızın taleplerini ve mazeretlerini karşılamak amacıyla kararname kapsamına girenlerle talepte bulunup da kararname kapsamına dahil edilemeyenlere durumları bildirilmiş ve varsa bu hususa ilişkin ek talepleri istenmiş, bu talepler ayrıca Dairemiz tarafından değerlendirilmiştir.
Kararname sonrası adli yargıda boş kalan kadrolara 3 Mayıs 2013 tarihinde, idari yargıda boş kalan kadrolara ise temmuz ayında çekilecek kura kararnameleriyle atamalar yapılacaktır.
Kurulumuzun resmi internet sitesinde 25 Ocak 2013'te yapılan duyuruda da belirtildiği gibi, kararnameye ilişkin tebligatlar 14 Haziran 2013'ten itibaren, belirlenecek takvim çerçevesinde iki grup halinde gönderilecek olup, ilk grupta yer alanların 17 Haziran 2013'te, ikinci grupta yer alanların ise 4 Temmuz 2013'te görev yerlerinden ayrılmaları sağlanacaktır."
Açıklamada, kararnameye ilişkin yeniden inceleme talebi olanların, tebligat yapılmasını beklemeden 10 Mayıs 2013'e kadar dilekçelerini HSYK'ya göndermeleri istendi.

-Görev değişiklikleri-

2013 adli yargı ana kararnamesine göre, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısı Fethi Şimşek, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına, Ankara Cumhuriyet Başsavcısı İbrahim Ethem Kuriş, Antalya Cumhuriyet Başsavcılığına, İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak ise Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına getirildi.
Kararname kapsamında, Ankara Hakimi Tayyar Köksal, Ankara Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına, İstanbul Hakimi Hasan Hüseyin Özefe, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına, İstanbul Hakimi Mustafa Yalçın, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına, İstanbul Hakimi Hadi Çağdır, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına, Kütahya Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Çınar, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığına atandı.
Kararnameye göre görev yeri değişen bazı isimler şöyle:
"İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Recai Akgün, Bakırköy Hakimliğine, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Köksal Şengün, Düzce Hakimliğine, Antalya Cumhuriyet Başsavcısı Hüseyin Baş, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına, Hakkari Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Kaya, Van Cumhuriyet Başsavcılığına, Van Cumhuriyet Başsavcısı Osman Nuri Güler, Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığına, Gaziantep Cumhuriyet Savcısı Mustafa Tarsuslu, Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığına, Diyarbakır Hakimi Mustafa Akgül, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına, Boğazlıyan Cumhuriyet Başsavcısı Murat Özcan, Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığına, Elmalı Cumhuriyet Başsavcısı Sadi Doğan, Ağrı Cumhuriyet Başsavcılığına, Van Hakimi Serdar Gürler, Van Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına, Bayburt Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı İsa Çelik, Silivri Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığına."
İdari yargı kararnamesine göre ise arasında İzmir Bölge İdare Mahkemesi üyeliğine getirilen Erzurum Bölge İdare Mahkemesi Başkanı Mürteza Güler, İzmir İdare Mahkemesi Başkanlığına getirilen Gaziantep İdare Mahkemesi Başkanı Eğemen Devrim Durmuş ve Kayseri Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığına getirilen Samsun İdare Mahkemesi Başkanı Cevdet Erkan'ın da bulunduğu 148 idari hakim ve savcının görev yerleri değişti.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/04/30/hsyk-yaz-kararnamesi-aciklandi


HSYK'NIN YAZ KARARNAMESİNİN TAM LİSTESİ:
ADLİ YARGI İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ.
İDARİ YARGI İÇİN LÜTFEN TIKLAYINIZ.
#82
Sabırlı bir kanser hastasının insanları ağlatan mutlu sonu!

Ünlü doktor Haluk Nurbaki, şöyle anlatıyor sabırlı ve metanetli hastasındaki insanları ağlatan mutlu sonu. Özellikle soru sahiplerinin okuması dileğiyle.

-Ben 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak kanser hastanesinde başhekimlik yaptığım sırada Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Serap'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına almış ve kısa bir süre sonra da iyileştiğini görerek taburcu etmiştim. Ancak Serap'ın da diğer kanserliler gibi ilk beş yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu.

-Ne var ki, bir iş kadını olan Serap 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğu için uçakla gitmesi şartıyla izin verdim. Maalesef bilet bulamamış, benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu... Evine gittiğimde güçlükle konuşarak;

-Doktor bey dedi, ben size dargınım, çünkü siz dindar bir insanmışsınız, niçin bana da Allah'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?

İnançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklif karşısında oldukça şaşırdım. Onu üzmemeye çalışarak:

- "Doktora ulaşmak kolaydır, parayı verir, istediğin doktora tedavi olursun, ancak iman tedavisi olmak için tek başına doktorun istemesi yetmez, gönülden istek duymak gerek." dedim. Konuşmaya mecali olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra ümitli bir ebedi hayat kazanma tedavisi başlamış ve hızlandırılmış öğretime girmiştik. Anlattığım iman hakikatlerini adeta bütün ruhuyla içiyor, arada sırada sorular da soruyordu. Vefatına bir hafta kala "Ölürken ne söylemeliyim?" diye sordu. "Senin durumun çok özel, dedim, kelime-i şahadet sana uzun gelir. O anı fark edince sadece "Muhammed!" demen dahi sana yeter." O haliyle tebessüm ederek yine başını salladı. Onu söyleyeceğim demek istiyordu.

Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor, onu uyutmaya çalışıyordum. Ben bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek, "Serap bir haftadır morfin yaptırmıyor, sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor." dedi. Hemen evine gittim, iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hatırladıkça hâlâ ürperiyorum:

-Ya morfinin tesiriyle ölüme uykudayken yakalanır da, son nefeste "Muhammed!" diyemezsem?.. diyordu...

Bu arada benden istihare yapmamı, eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırmamı rica etti.

Ben hiç âdetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece Serap'ın durumunun gösterilmesi dualarıyla istihare niyetiyle yatağıma uzandım ve Serap'ın acizliği hürmetine sandığım salı gününe kadar yaşayacağına dair bir mana kalbime geldi. Ertesi gün ona hiç korkmamasını, iğneyi vurdurabileceğini söyledim. Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da şöyle sordu:

-"Doktor bey, dedi Azrail bana nasıl görünecek?.."

-"Kızım dedim o bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana sevimli bir prenses gibi gelecektir!.."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen yanına koştum, ancak vefatına yetişememiştim. Aile tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım ayaktaydı. Bu hanım beni görünce yanıma gelerek:

-Doktor bey biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı ve Serap'ın son anlarını şöyle anlattı:

-Serap bir saat kadar önce oksijen cihazını attı, yataktan kalkması imkansız olmasına rağmen kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kıldı, bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Sonra kelime-i şahadeti söyleyerek gelip yatağına uzandı. Gözlerini sabit bir noktaya dikerek tebessümle bakarken şöyle dedi:

-Doktor beye selam söyleyin, Azrail dediğinden de güzelmiş!
#83
Birçok insan, kişi özgürlüğünü kısıtlayan hapis cezası infazlarının nasıl yapıldığını, hükmün açıklanmasının geri bırakılması ile denetimli serbestlikten yararlanma sürelerinin artırılıp artırılmadığını veya artırılıp artırılmayacağını öğrenmek istiyor.

Öncelikle ikinci soruya cevap vermek isterim. Yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunla hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının en fazla iki yıl süreli hapis cezası verilecek muhtemel mahkumiyet kararları ve denetimli serbestlik süresinin de koşullu salıverilmesine bir yıl kalanlara uygulanabileceğine dair kurallarda bir değişiklik yapılmadı. Bu sürelerde ileride bir değişiklik olur mu, bu soruya şimdiden cevap verebilmek mümkün gözükmemektedir. Bu husus, biraz cezaevlerinin doluluğuna, ihtiyaca, bu konu ile ilgili kanun değişikliği taleplerine ve uygulamanın tepkilerine göre şekillenecektir.

İlk soruya, yani ceza infaz sorunlarına bazı aydınlatıcı cevaplar vermek isterim. Ümit ederim ki anlaşılır, çünkü teknik meseleler olması ve birçok yasa düzenlemesi sebebiyle biz hukukçular dahi bazı zamanlarda net cevaplar vermekte zorlanmaktayız.

1. 1 Haziran 2005 tarihinden önce işlenen suçlara mülga 647 sayılı Ceza İnfaz Kanunu uygulanacaktır. Çünkü bu Kanun hükümlünün lehinedir. Burada ceza infazı, hükümlünün iyi halli olması kaydı ile hapis cezasının beşte ikisi olacaktır. Bu süreden de 6291 ve 6411 sayılı kanunlar uyarınca açık cezaevine ayrılma hakkının kazanılması ile birlikte bir yıl daha düşülerek, hükümlü kalan ceza süresini dışarıda denetimli serbestlik altında geçirecektir.

Hükümlü tarafından denetimli serbestlik sırasında başka suç işlediğinde, elbette kalan sürenin infazı yapılacaktır. Eski Kanun döneminde, terör suçlarından ve çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek veya bu örgütün üyesi olmak suçlarından mahkum olanların (amaç suçlar hariç) cezası ise, toplam cezanın dörtte üçü olarak cezaevinde infaz edilecektir. Bu süreden de, yine bir yıl düşülecektir.

Tüm bu hesaplarda, eski Kanun döneminde suç işleyenler bakımından 5275 sayılı yeni İnfaz Kanunu m.9, m.14 ve bu kurallar ile 6352 sayılı Kanunun geçici 3. maddesi uyarınca çıkarılan Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği'nin 6. maddesi gerekçe gösterilerek, hükümlünün cezaevinde kalacağı sürenin artırılması mümkün değildir. Ceza infaz rejimi hükümlerinin derhal yürürlüğe gireceği kabul edilmekle beraber, bu derhal yürürlüğe girme hükümlünün cezaevinde kalacağı süreyi artırmamalıdır.

2. 1 Haziran 2005 tarihinden sonra işlenen suçlarda ise, hükümlünün iyi halli olması kaydı ile cezaevinde infaz üçte iki olarak yapılacak ve yine 6291 ve 6411 sayılı kanunlar uyarınca açık cezaevine ayrılma hakkının kazanılması ile birlikte bu süreden bir yıl daha düşülerek, hükümlü kalan süresini dışarıda denetimli serbestlik altında geçirecektir. Denetimli serbestlik sırasında başka suç işlediğinde, elbette kalan sürenin infazı yapılacaktır.

Eski Kanun döneminde, terör suçlarından ve çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, yönetmek veya bu örgütün üyesi olmak suçlarından mahkum olanların (bu defa 5275 sayılı Kanunun 107. maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca amaç suçlar dahil, fakat örgüt üyeleri hariç) cezası ise, toplam cezanın dörtte üçü olarak cezaevinde infaz edilecektir. Bu süreden de, yine bir yıl düşülecektir.

Tazyik hapsi adı ile bilinen icra ve iflas suçlarından ceza alanın, 6291 ve 6411 sayılı kanunlardan neden yararlandırılmadığını anlamak da mümkün değildir. 6352 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin, ifade hürriyetini kullanmak suretiyle suç işleyene af getiren hükmünün herkese uygulanmamasını net bir şekilde eleştirmiştik. Tazyik hapsi yönünden de Kanunun eksik uygulanması gündeme gelmiştir.

3. Bir başka konu ise, açık cezaevine geçme şartları ile ilgilidir. Kamuoyunda "3. Yargı Paketi" olarak bilinen 6352 sayılı Kanunun geçici 3. maddesinin ikinci fıkrasına göre, "Terör suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hariç olmak üzere;

a) Kasıtlı suçlardan toplam üç yıl veya daha az hapis cezasına mahkûm olanların,

b) Taksirli suçlardan toplam beş yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm olanların,

c) Adli para cezasının infazı sürecinde tazyik hapsine tabi tutulanların,

Cezaları doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilir. Bu fıkra hükümleri 3l/l2/2017 tarihine kadar uygulanır".

Bu hüküm, Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği'nin 5. maddesinde de, "Doğrudan açık kuruma alınacak hükümlüler" başlığı altında düzenlenmiştir. Bu hükümden yararlanmak için, infaz savcılığının davetine 10 gün içinde uyup başvurmak gerekir. Aksi halde, kapalı infaz kurumu hükümleri uygulanacaktır.

Yukarıdaki kapsama girmeyen hükümlüler, suçun niteliğine göre cezalarının beşte birini kapalı ceza infaz kurumlarında veya üçte birini yüksek güvenlikli kapalı infaz kurumlarında tamamladıktan sonra açık cezaevinde geçme hakkı kazanabileceklerdir. Yüksek güvenlikli kapalı cezaevinde gerçekleştirilecek üçte bir ceza infazı kapsamına, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen insanlığa karşı suçlar, kasten öldürme suçları, uyuşturucu ticareti, devletin güvenliğine veya Anayasa ile kurulu düzene veya bu düzenin işleyişine karşı suçlar girmektedir. Ancak örgüt üyeleri, üçte bir infaza girmemektedir. Bir görüşe göre, sadece örgüt üyeliği suçu üçte bir infaza girmeyip, örgüt üyesinin örgütün faaliyeti çerçevesinde işlediği suçtan mahkum olması halinde, bu suçla ilgili cezanın infazının üçte bir olacağı, bir diğer görüşe göre de örgüt üyelerinin işlediği suçlar hakkında beşte bir ceza infazı usulünün tatbik edileceği ifade edilmektedir. Bizim düşüncemiz ikinci yöndedir.

Belirtmeliyiz ki, 1 Haziran 2005 tarihinden önce suç işleyenlerin cezalarının infazlarında, gerek koşullu salıverilme ve gerekse denetimli serbestlikle erken salıverilme müesseselerinin tatbikinde, yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumunda üçte bir veya kapalı ceza infaz kurumunda beşte bir oranında ceza infaz gerekçe gösterilmek suretiyle hükümlünün cezaevinde geçireceği süre artırılamaz.

4. 6291 sayılı Kanunla öngörülen denetimli serbestlikle erken salıverilmede uygulanacak en az altı ay süre ile açık cezaevine ayrılma koşulunun gerçekleştirilmesi şartı, 6411 sayılı Kanunla 31.12.2015 tarihine kadar ertelenmiştir. Bu nedenle, 6352 sayılı Kanunun geçici 3. maddesindeki istisna kapsamına girmeyip de, eski Kanuna göre en fazla 30 ay ve yeni Kanuna göre en fazla 18 ay hapis cezasına mahkum edilenler, bir gün süre ile cezaevi idaresi tarafından değerlendirme raporu düzenlenerek (bu rapor şekli bir prosedür olup, kısa sürede cezaevi idaresinin hükümlünün iyi halli olup olmadığını anlayabilmesi de mümkün değildir), infaz hakiminin kararı ile denetimli serbestlikle salıverilecek ve cezaları dışarıda infaz edilecektir. 31.12.2015 tarihi sonrasında ise, bu süre uzatılmadığı takdirde denetimli serbestlik altında erken salıverilme, en az 6 ay süre ile açık cezaevine ayrılma veya açık cezaevinde kalma şartına tekrar tabi olacaktır.

5. Yeni Kanun döneminde aynı zamanda işlenen birden fazla suçun cezasının infazının, koşullu salıverilme süresinin hesaplanması hariç bu cezalar toplanmaksızın, yani her birisinin infazının ayrı yapılması gerekir, fakat uygulamada hapis cezalarının toplanıp infaz edildiği görülmektedir. Yine bir suçtan hükümlü olup hapis cezası infaz edilirken bir başka suçtan tutuklu yargılanan kişinin tutukluluk süresi, hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar askıda tutulmaktadır ki, kanaatimce bu uygulama da hatalıdır.

6. 5275 sayılı İnfaz Kanunu'nun 16. ve 17. maddelerinde düzenlenen cezanın infazının ertelenmesi başka bir konudur. Burada cezanın infazının, infaz savcısının kabulü ile geçici ertelenmesi gündeme gelir. Kanunun 17. maddesi, her defasında bir yılı geçmemek kaydı ile toplam iki defa, kasten işlenen suçlarda en fazla üç yıl hapis ve taksirle işlenen suçlarda da en fazla beş yıl hapis cezasına mahkum olanlardan, infaz savcısının davetine icabet edip, 10 gün içinde başvuranlar hakkında uygulanacaktır.

Ancak 17. madde hükümleri; terör suçları, örgüt faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlar ve cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlardan mahkum olanlar, mükerrirlere özgü infaz rejimi uygulanmasına karar verilenler ile disiplin veya tazyik hapsine mahkum olanlar hakkında uygulanmaz.

http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1020302-hapis-cezalarinin-infazina-dair-soru-ve-cevaplar
#84
TÜRKLER soruyor:
Ne verdik?
Kürtler soruyor:
Ne aldık?
Türkler soruyor:
Ne aldık?
Kürtler soruyor:
Ne verdik?

Bu zamana kadar kimsecikler sormazdı:
Ne aldık?
Ne verdik?

Oysa 30 yıldır hep birlikte acayip kanıksadığımız "kanlı bir alışveriş"in içindeydik:
Şehit veriyorduk, gerilla canı alıyorduk.
Bomba veriyorduk, karakol baskını alıyorduk.
Tutuklama veriyorduk, kaçırma alıyorduk.
Baskın veriyorduk, öfke alıyorduk.
Kan veriyorduk, kan alıyorduk.
"Kaç şehit" sorusu veriyorduk, "kaç gerilla" sorusu alıyorduk.
Güvenlik politikası veriyorduk, şehit cenazesi alıyorduk.
"İmha edilmiş PKK" veriyorduk, "yeni PKK" alıyorduk.
Köşeye sıkıştırma uygulaması veriyorduk, şehirlerin göbeğinde patlatılan bombalar alıyorduk.
Daha çok baskı veriyorduk, daha çok dağa çıkış alıyorduk.

30 yıl boyunca, bir tek gün bile...
Bu kanlı alışveriş karşısında...
"Yahu ne alıyoruz, ne veriyoruz" diye sormamışsın.
30 yıl sonra ucunda "barış" olan büyük bir umut belirmiş.
Ve sen...
Sabah akşam hep aynı soruyu soruyorsun:
Ne aldık/Ne verdik?
Ne verdik/Ne aldık?

Hem Türklere, hem de Kürtlere söylüyorum:
Ne mi aldık?
Ne mi verdik?
Kanı, ölümü, bombayı, baskını, düşmanlığı, baskıyı verdik.
İnsanlığı, huzuru, barışı, kardeşliği, umudu, dayanışmayı aldık.
Söyleyin bakalım:
Yeryüzünde bundan daha kârlı bir alışveriş var mıdır?

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/23137166.asp?yazarid=131
#85
Dünya gündemi, geçtiğimiz 23 Nisan'da şok bir twitter mesajıyla sarsıldı...

Associated Press haber ajansının kurumsal twitter hesabından atılan mesajda, Beyaz Saray'da patlama olduğu ve ABD Başkanı Barack Obama'nın yaralandığı duyuruldu.

İşin aslı ise bir kaç dakika içinde AP yetkililerinin yaptığı açıklamayla ortaya çıkar; kurumun twitter hesabı birilerince ele geçirilmiştir ve atılan mesaj da sahtedir. Olayı da "Suriye Elektronik Ordusu" adlı bir hacker grubu üstlenir.

Fakat, o sahte mesajı gerçek sanan borsacılar bir anda paniğe kapılmış ve Dow Jones sanayi endeksi 150 puan birden düşmüştür. Bu düşüşün bedeli tam 136 milyar dolardır. Yani Türkiye'nin 2011 yıllık ihracat gelirlerine denk bir rakam.

Olayın yalan olduğu ortaya çıkınca borsa tekrar eski seviyelerine döndü ama bu durum sosyal ağların güvenliği ve güvenirliği konusunda ciddi tartışmalara yol açtı.

Yüzmilyonlarca kişi tarafından kullanılan bu sosyal ağlar hiç kuşku yok ki iletişim biçimimizi radikal bir biçimde değiştirdi. Artık bir çok insan gündemde ne olup bittiğini sosyal medyadan alıyor. Ama AP'nin hesabından atılan sahte mesajın da gösterdiği gibi, bu bilgilerin ne kadar doğru olduğu daha çok önemli.

Kullanıcıların her gördüğü mesaja hemen inanmaması ve bir olayın doğruluğunu bir kaç yerden konfirme etmesi şart. Sosyal medyanın provokasyonlara açık bir mecra olduğunu baştan kabul etmek zorundayız. Aksi taktirde sosyal medya kullanan kitlelerin bir anda galeyana gelip yanlış işler yapması işten bile değil.

Bu nedenledir ki, İnternet geldi gazetecilik öldü diyenlere itiraz ediyorum. Bilgi akışının müthiş bir şekilde kolaylaştığı günümüzde, bize olan biteni doğru şekilde aktaracak, etik ilkelere sahip gazetecilere her zamankinden daha çok ihtiyaç var. Hız herşey demek değildir.

http://www.haber7.com/yazarlar/deniz-ergurel/1018760-136-milyar-dolarlik-tweet
#86


DHA
AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Şentop, Edirne'de katıldığı 'Türkiye'de Demokratikleşme Süreci ve Yeni Anayasa' konulu panelde yeni anayasada mahkemelerdeki 'yüksek, yüce' gibi kavramları çıkardıklarını ifade ederek, "Oradaki yüksek ve yüce ifadelerini hakimler ve savcılar gerçek zannettiler. Kendini yüksek, yüce, dokunulmaz varlıklar zannetmeye başladılar. Onun için biz bunları çıkarttık. Anayasa önerimizde bunlar yok. Biz yargıyı gökten yere indiriyoruz" dedi.

Edirne Barosu'nun daveti üzerine Edirne'ye giden Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mustafa Şentop, ilk olarak partisinin il başkanlığı binasını ziyaret etti. Partililer ile bir süre sohbet eden Şentop, daha sonra Edirne Barosu'nun Ticaret ve Sanayi Odası'nda düzenlediği 'Türkiye'de Demokratikleşme Süreci ve Yeni Anayasa' konulu panele katıldı. Edirne Baro Başkanı Av. Özgür Yıldırım tarafından karşılanan Şentop, salonda kendisi dinleyenlere yaklaşık 2 saat süren bir konuşma yaptı. Eski anayasalardan örnekler veren, başkanlık sistemini de anlatan Şentop, başkanlık sisteminin vazgeçilmez olmadığını ifade ederek, gerekirse önerilerini revize edilebileceklerini, ancak geri çekmeyeceklerini söyledi. Şentop, "Dört parti anlaşarak uzlaşarak bir anayasa yapabiliyorsa biz o zaman başkanlık sistemi önerimizi revize ederiz. Revize ederiz demek geri çekmek demek değildir. Çünkü bugünkü anayasaya göre cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor. Referandumla bunu gerçekleştirdik. Cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor, bunu halktan kimse geri alamaz. CHP ve MHP'nin önerdiği parlamento tarafından seçilen cumhurbaşkanı modelini benimsemek mümkün değil. Biz başkanlık sisteminde revize ederiz derken, cumhurbaşkanının halk tarafından seçileceğini benimseriz. Cumhurbaşkanın yetkileriyle ilgili bazı düzenlemeleri anayasada yapabiliriz, müzakere edebiliriz. Başkanlık sistemi vazgeçilmez değil. Onun için bazı siyasi partilerin 'BDP ile anlaştılar, işte çözüm süreci budur' falan gibi anlattıklarının hepsi hikaye. Biz eğer anlaşma olursa biz bunu geri çekeriz dedik. Geri çekeriz dediğimiz bir metin pazarlık konusu olur mu? Bunların hepsi manipülasyon ve özünü bilmemektir" dedi.

SAVCIDA HAKİMDE ARAMIZDAN ÇIKIYOR

Türkiye'de hakim ve savcı zihniyetinin değişmesi gerektiğini savunan Mustafa Şentop, sözlerini şöyle sürdürdü: "Şimdi yüksek, yüce gibi mahkemeler, hakimler falan gibi bir anlayışa dayanıyor. Bunun çok özel bir sebebi var. Bizde yüksek mahkemelere özellikle Yargıtay'a, Danıştay'a özel bir misyon yüklenmiş. 27 Mayıs darbesiyle gelen, bu darbeci ideolojinin korunması misyonu yüklenmiş. Bu misyonu yerine getiren bu kurumların, dokunulmaz olması, eleştirilmez olmasını sağlamak için kendilerine bir kutsiyet atfedilmeye çalışılmış. Hakim, savcı dediğimiz adam, aramızdan çıkıyor. İşte hukuk fakültesinden öğrencilerimiz, biri avukat oluyor, biri hakim oluyor. Avukat olanlar 5-10 sene sonra sınava girip hakim oluyor. Bugüne kadar falan partinin merkez ilçe yönetiminde görev yapan arkadaş, istifa ediyor siyasetten, hakimlik sınavını giriyor. Sınavı kazanıyor, hakim olarak bir yere atanıyor. Ne oluyor, bu adam hakim olduktan, cübbe giydikten sonra bütün günahlarından, hatalarından arınmış bir varlığa mı dönüşüyor. Hakimin savcının meselesi işte millete dayanmama meselesidir. Hakimlikle ilgili zihniyetimizi değiştirmememiz lazım. Hakimlerde içimizden insan hata ederler, kasten yanlış kararlar verebilirler, onlara sonuna kadar güvenemeyiz. Ancak burada kendini kontrol edebilen bir sistem geliştirmemiz gerekir. Oda işte millete dayanırsa olur. Adalet Bakanı, adaletin işleyişiyle problemler varsa hükümete oy vermiyoruz hesabını sandıkta soruyoruz."

YARGIYI GÖKTEN YERE İNDİRİYORUZ

Yeni Anayasa önerilerinde mahkemelerdeki yüksek ve yüce ibarelerini kaldırmak istedikleni ifade eden Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Şentop, "Hakimlerde insanlardır. Biz zaten verdiğimiz anayasa önerisinde yüksek ve yüce kelimelerini çıkardık. Yüce Divan yok. Yüksek mahkeme yok, Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu yok. Oradaki yüksek ve yüce ifadelerini hakimler ve savcılar gerçek zannettiler. Kendini yüksek, yüce, dokunulmaz varlıklar zannetmeye başladılar. Onun için biz bunları çıkarttık. Anayasa önerimizde bunlar yok. Biz yargıyı gökten yere indiriyoruz" diye konuştu.

Konuşmasının ardından salondaki avukatların sorularını yanıtlayan Mustafa Şentop, panelin ardından Edirne'den ayrıldı.

http://haber.gazetevatan.com/kendilerini-yuce-sandilar/532585/9/siyaset
#87
Dili boğazına kaçmış yaralıyı boğazında delik açarak kurtardı



Sakarya'nın Akyazı İlçesinde hafif ticari araçla çarpışan motosiklet sürücüsü Behçet Çelik kazada yaralanırken, dili boğazına kaçtı. Kazayı gören kadın doktor, yaralıyı boğazında delik açarak kurtardı.

Tesadüfen olay yerinden geçen doktor Bircan Yarıcı, yaralının dilini çıkaramayınca, boğulmaması için boğazını kesici aletle delip hayatta kalmasını sağladı. Yaralı daha sonra gelen 112 ambulansı ile hastaneye kaldırıldı.

Akyazı ilçe merkezinde dün akşam saatlerinde meydana gelen kazada, Behçet Çelik yönetimindeki 54 HV 173 plakalı motosiklet, önünde gitmekte olan Ahmet Sapoğlu'nun kullandığı 54 HC 015 plakalı hafif ticari araca çarptı. Motosiklet sürücüsü çarpmanın şiddetiyle aracın altına girdi.

DİLİNİ ÇIKARAMAYINCA BOĞAZINI DELDİ

Kazada motosiklet sürücüsü Behçet Çelik başından aldığı darbeler sonrasında ağır yaralandı. Kazayı gören diğer vatandaşlarla birlikte olay yerine gelen Akyazı 2 Nolu Aile Sağlık Merkezi doktorlarından Bircan Yarıcı, motosiklet sürücüsüne ilk müdahaleyi olay yerinde yaptı. Sürücünün kaza sonrasında dilinin boğazına kaçtığını ve nefes alamadığını belirleyen kadın doktor, önce dili çıkarmak için çevre esnafından bir kaşık bulmalarını istedi. Kaşık bulunamayınca yaralının kaybedilme tehlikesi nedeniyle Dr. Yarıcı onun nefes almasını sağlayıp, hayatta kalabilmesi için son çare olarak boğazını delmekte buldu. Yaralı daha sonra olay yerine gelen 112 acil sağlık ekiplerine teslim edilirken, Doktor Bircan Yarıcı yaptığı müdahaleleri de onlara anlattı.

Akyazı Devlet Hastanesi'nde müdahalesi yapılan motosiklet sürücüsü, daha sonra Sakarya Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne sevkedildi. Yaralı motosiklet sürücüsü Çelik'in sağlık durumunun düzelmekte olduğu belirtildi.

Kaynak: DHA
http://www.haber7.com/guncel/haber/1017584-dehsete-dusurdu-ama-hayata-dondurdu



Dil boğaza kaçarsa ne yapılmalı?

Dilin normal koşullarda boğaza kaçması söz konusu değildir. Bu ifade; dilin istem dışı olarak geriye doğru hareketi olarak tanımlanabilir. Alerjik reaksiyonlarda dilde ödem (şişme), kafa travması veya bayılma sonucu dilin boğazın ve solunum yolunun girişine doğru kayması (kaslardan yapılmış bir organ olduğundan tonusunu -kasılma gücünü- kaybetmesi) sonucunda böyle bir durum ortaya çıkabilir. Aşırı kilolu kişilerde de büyüklüğü nedeni ile dil solunum yolu girişinde tıkayıcı (obstrüktif) etki yaparak horlama ve nefes durmasına yol açabilir. Dilin solunum yolunu tıkamasını önlemek için dil öne doğru çekilerek varsa plastik ağızyolu ağıza yerleştirilir.

Oksijen olmazsa hücreler kaçınılmaz olarak ölürler. Beyin hücreleri oksijene en duyarlı olanlardır; genellikle oksijensizliğe 3 dakika dayanabildiği kabul edilir. Kalp hücreleri oksijensizliğe 20-30 dakika dayanabilirler. Deri ve tırnaktaki hücreler oksijensizliğe en çok dayanan hücrelerdir. Solunum dakikada 12-20 kez olur ve beyin sapı tarafından kontrol edilir. Solunum yolu tıkanırsa 2 dakika içinde bilinç kaybı olur. 5-10 dakika içinde de kalp durur. Bu sebeple dilin soluk yolunu tıkaması vakalarında son derece hızlı hareket edilmelidir.
#88
Güney Kore kökenli bir ABD vatandaşı, eczaneden aldığı teslimat makbuzunda Asyalılarla ilgili alaycı ifadeler yer aldığı gerekçesiyle tazminat davası açtı.

Avukat Susan Lask, müvekkili Hyun Lee'nin 7 Şubat'ta Egg Harbor City'deki CVS eczanesinden aldığı teslimat makbuzunun isim hanesinde 'Ching Chong Lee' şeklinde alaycı bir ifadenin yazıldığını fark ettiğini kaydetti.

Bunun üzerine CVS müşteri hizmetlerine şikâyet başvurusunda bulunan Hyun Lee'ye, benzer bir olayın yeniden yaşanmaması için çalışanların özel bir eğitimden geçirileceği belirtildi.

Avukat Susan Lask ise yaptığı yazılı açıklamasında, böyle bir eğitimle ayrımcılığın önüne geçilemeyeceğini, çalışanın işten çıkarılması gerektiğini vurguladı.

16 Nisan'da Camden Federal Mahkemesi'nde dava açan avukat, müvekkili için 1 milyon dolar tazminat talebinde bulundu.

CVS'in sözcüsü Mike DeAngelis devam eden yasal süreç nedeniyle açıklama yapmak istemediklerini, ancak firmanın ayrımcılığa karşı bir tutum izlediğini kaydetti.

'Ching Chong' ABD'de Asyalılara yönelik ayırımcı bir aşağılama sıfatı olarak kullanılıyor.

KAYNAK: DW Türkçe
http://www.sabah.com.tr/Dunya/2013/04/22/irkci-ifadeye-milyon-dolarlik-tazminat
#89


ADALET Bakanı Sadullah Ergin, adli tatilin kaldırılmayacağını ve Anayasa Mahkemesi'nin iptal kararı ışığında yasa hazırlandığını açıkladı.

Ergin, "İptal kararının yürürlüğe gireceği 1 Temmuz'a kadar yasa yetişecek. Daha önümüzde zaman var" dedi. Hükümet son anda bir değişiklik yapmazsa, adli tatil iptal edilen KHK'da olduğu gibi bu yıl da 20 Temmuz 1 Eylül arasında yapılacak. Tüm adliyelerde aynı anda uygulanan nöbetçiler dışında hakim ve savcıların toplu izin kullandığı yap-boz tahtasına dönen adli tatil, bu yıl yasal boşluk yüzünden sorun oldu. Adalet Bakanlığı, adli tatilin 20 Temmuz-1 Eylül arasında uygulanmasını öngören 650 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) iptali ve bu kararın da 1 Temmuz'da yürürlüğe girecek olması yüzünden yeni yasa hazırlıyor. Bakanlık bu çalışma öncesinde Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan, 17 Ocak tarihli yazısıyla da Ankara, İstanbul ve İzmir başsavcılıkları ve Adalet Komisyonlarından adli tatil konusunda görüş istemişti. Bazı yargı mensupları "adli tatil tamamen kaldırılsın" görüşünü savunuyor. Görüşler ışığında iptal kararını yeniden değerlendiren bakanlık, "Adli tatil müesesesi kalsın, KHK'da iptal edilen hükümler yasayla düzenlensin" kararı verdi. Yasa çalışmasının ise hâlâ sürdürüldüğü belirlendi.

YAP-BOZ TAHTASI

Daha önce 20 Temmuz-5 Eylül arasında 48 gün süreyle uygulanan adli tatil, 2005'ten itibaren 36 güne indirilmişti. Adli tatil 7 yıl süreyle kısaltılmış haliyle uygulanmıştı. Ancak adli tatilin bu haliyle yargılamayı hızlandırmadığı aksine geciktirdiğinini savunan bazı savcı-hakimlerin talepleri doğrultusunda, bu süre 8 Ağustos 2011 tarihli 650 sayılı KHK ile 20 Temmuz-1 Eylül olarak düzenlenmişti. CHP'nin başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi, 18 Temmuz 2012'de KHK'nın adli tatile dayanak olan hükümlerini de iptal etmişti. Ancak yürürlüğü durdurulmadığı için geçen yıl adli tatil etkilenmemişti. AYM, 1 Ocak 2013 tarihli Resmi Gazete'de kararı yayımlandığı için adli tatile iptal de 6 ay sonra 1 Temmuz 2013'te yürürlüğe girecek.

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23111906.asp


Anayasa Mahkemesi'nin konuyla ilgili iptal kararına BURADAN ulaşabilirsiniz.
#90
Adalet Bakanlığı, Adli Sicil Yönetmeliği'nde yaptığı düzenleme ile birlikte artık adli sicil kayıtları internetten sorgulanabilecek

Adalet Bakanlığı , Adli Sicil Yönetmeliği 'nde bir takım düzenlemeler yaptı. Düzenleme ile adlî sicil bilgileri merkezî adlî sicilde Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'nce, mahallî adlî sicillerde cumhuriyet başsavcılıklarınca, kaymakamlıklarca, yurt dışında elçilik ve konsolosluklarca verilecek.

Kamu kurum ve kuruluşları, görev ve yetkileri kapsamında, mevzuatın adlî sicil ve arşiv kaydı alınmasını öngördüğü hâllerde, Adalet Bakanlığı'nın izniyle, kendi iş ve işlemlerine esas olmak üzere ve sadece o iş ve işleme münhasır olarak, ilgili kişiler hakkında, Adlî Sicil Paylaşım Sistemi'nden sorgulama yapabilecek.

Gerçek kişiler, kendileriyle ilgili adlî sicil ve arşiv kaydını, güvenli elektronik imza veya güvenli kimlik doğrulama araçlarını kullanarak sorgulayabilecek. Sorgulama sonucu oluşturulan elektronik imzalı doğrulama kodunu da içeren adlî sicil ve arşiv kaydı belgesi, elektronik ortamda ilgilisine güvenli şekilde ulaştırılacak.

Adlî Sicil Paylaşım Sistemi veritabanındaki bilgilerin tamamı hiçbir kuruma veya kişiye verilemeyecek. Adlî Sicil Paylaşım Sistemi'nin işletilmesinde, kanunlarda ve uluslararası sözleşmelerde yer alan özel hayatın gizliliğine ilişkin hükümler esas alınacak. Kamu kurum ve kuruluşları, adlî sicil bilgilerinin gizliliğini korumakla yükümlü olacak. Adlî Sicil Paylaşım Sistemi'ne erişecek kamu kurum ve kuruluşları ile bağlantı, e-devlet kapısı üzerinden veya noktadan noktaya iletişim şekillerinden biri kullanılarak sağlanacak. Veri iletişiminin doğru, hızlı, kesintisiz ve güvenli olması için gerekli tedbirler alınacak.

Adlî Sicil Paylaşım Sistemi veri tabanından 7 gün 24 saat hizmet verilecek.

CİHAN
http://www.samanyoluhaber.com/gundem/Adli-sicil-kayitlarina-ulasmak-artik-cok-kolay-olacak/993837/



20 Nisan 2013 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 28624
Adalet Bakanlığından:

ADLÎ SİCİL YÖNETMELİĞİNDE DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR YÖNETMELİK


MADDE 1 – 7/9/2005 tarihli ve 25929 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Adlî Sicil Yönetmeliğinin 3 üncü maddesinde yer alan "Talî Karar Fişi" tanımı aşağıdaki şekilde değiştirilmiş, "Bilgi İstek Fişi" tanımı yürürlükten kaldırılmış ve aynı maddeye aşağıdaki tanım eklenmiştir.

"Talî Karar Fişi (Ek-2): Ceza fişiyle adlî sicile bildirilmiş olan hüküm ve kararlarda değişiklik yapan kararlar ile etkin pişmanlık, kamu davasının açılmasının ertelenmesi ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarının bildirileceği fişi,"

"Adlî Sicil Paylaşım Sistemi: Genel Müdürlük tarafından merkezî veri tabanından ayrı olarak elektronik ortamda tutulan, kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek kişilerin istifadesine sunulan sınırlandırılmış adlî sicil kayıtlarını içeren ve bunların belirlenen şartlar çerçevesinde paylaşımını sağlayan sistemi,"

MADDE 2 – Aynı Yönetmeliğin 6 ncı maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

"Madde 6 – Doğrudan merkezî adlî sicile gönderilecek bilgiler;

Anayasa Mahkemesinin Yüce Divan sıfatıyla; Yargıtayın özel kanun hükümleri uyarınca yaptığı yargılama sonunda verdiği mahkûmiyetlere dair kararlar, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca,

Türk vatandaşları hakkında yabancı mahkemelerce verilmiş mahkûmiyet kararlarının Türk hukuku bakımından doğurduğu hak yoksunluklarına ilişkin olarak Cumhuriyet savcısının istemi üzerine mahkemece verilen kararlar, Cumhuriyet başsavcılıklarınca,

İlgili yasaları gereği savcılık ve mahkemelerce verilen düşme ve ortadan kaldırma kararları, o yer Cumhuriyet başsavcılıklarınca,

gönderilir.

Mahallî adlî sicillere gönderilecek bilgiler;

Kanunun 4 üncü maddesinde belirtilen kararlarla ilgili olarak düzenlenecek ceza ve tâlî karar fişleri,

Özel kanunlar ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 171 ve 231 inci maddeleri gereğince savcılıklarca verilen kamu davasının açılmasının ertelenmesine, mahkemelerce verilen kamu davasının ertelenmesine ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlara dair tanzim edilecek talî karar fişleri,

kararı veren merci tarafından gönderilir.

İkinci fıkrada yer alan erteleme kararlarına dair adlî sicil bilgileri, sadece soruşturma ve kovuşturma konusu olan işler nedeniyle savcılıklar ve mahkemelerce istenildiğinde verilir.

Mahkemeler tarafından kararlara uygun olarak düzenlenen ceza ve tâli karar fişleri, üç gün içerisinde mahkemenin bulunduğu yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir. Cumhuriyet başsavcılıkları mahkemelerden gönderilen ceza ve tâli karar fişleri ile kendilerince düzenlenecek talî karar ve yerine getirme fişlerini üç gün içerisinde, bilgi işlem sistemi kurulmuş ise mahallî adlî sicile; kurulmamış ise, o yerin bağlı bulunduğu ağır ceza merkezindeki mahallî adlî sicile gönderir.

Askerî mahkemelerden verilip infaz için Cumhuriyet başsavcılıklarına gönderilmiş mahkûmiyet kararlarına ilişkin ceza ve tâli karar fişleri Cumhuriyet başsavcılıklarınca düzenlenerek ilgili makamlara gönderilir."

MADDE 3 – Aynı Yönetmeliğin 10 uncu maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 10 – Adlî sicil bilgileri, merkezî adlî sicilde Genel Müdürlükçe; mahallî adlî sicillerde Cumhuriyet başsavcılıklarınca; kaymakamlıklarca; yurtdışında elçilik ve konsolosluklarca verilir."

MADDE 4 – Aynı Yönetmeliğin 12 nci maddesinin birinci fıkrasının dördüncü bendi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Özel kanunlarda gösterilen hâllerde ilgili kamu kurum ve kuruluşları,"

MADDE 5 – Aynı Yönetmeliğin 13 üncü maddesi aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Madde 13 – Arşiv kayıtları;

İlgilinin ölümü üzerine,

Anayasanın 76 ncı maddesi ile Türk Ceza Kanunu dışındaki kanunlarda bir hak yoksunluğuna neden olan mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren;

Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla onbeş yıl geçmesiyle,

Yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşulu aranmaksızın otuz yıl geçmesiyle,

Diğer mahkûmiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren beş yıl geçmesiyle,

Fiilin kanunla suç olmaktan çıkarılması hâlinde, bu suçtan mahkûmiyete ilişkin adlî sicil ve arşiv kayıtları, talep aranmaksızın,

Kanun yararına bozma veya yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilen beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının kesinleşmesi hâlinde, önceki mahkûmiyet kararına ilişkin adlî sicil ve arşiv kaydı,

Genel Müdürlükçe tamamen silinir.

Birinci fıkrada belirtilen hâllerde silme işlemi, Genel Müdürlüğün teklifi ve Bakanın onayı ile kurulan komisyonca re'sen yapılır."

MADDE 6 – Aynı Yönetmeliğin 15 inci maddesi başlığıyla birlikte aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir.

"Adlî sicil ve arşiv bilgisi sorgulama yetkisi

Madde 15 – Bir suça ilişkin soruşturma ve kovuşturma kapsamında adlî sicil ve arşiv kayıtlarında;

Mahkeme, hâkim, askerî hâkim, Cumhuriyet başsavcılığı ve askerî savcılık doğrudan doğruya,

Kolluk ve diğer kamu kurum ve kuruluşları Adalet Bakanının onayı ile,

sorgulama yapabilirler.

Kamu kurum ve kuruluşları, görev ve yetkileri kapsamında, mevzuatın adlî sicil ve arşiv kaydı alınmasını öngördüğü hâllerde, Adalet Bakanlığının izniyle, kendi iş ve işlemlerine esas olmak üzere ve sadece o iş ve işleme münhasır olarak, ilgili kişiler hakkında, Adlî Sicil Paylaşım Sisteminden sorgulama yapabilir.

Gerçek kişiler, kendileriyle ilgili adlî sicil ve arşiv kaydını, güvenli elektronik imza veya güvenli kimlik doğrulama araçlarını kullanarak sorgulayabilirler. Sorgulama sonucu oluşturulan elektronik imzalı doğrulama kodunu da içeren adlî sicil ve arşiv kaydı belgesi, elektronik ortamda ilgilisine güvenli şekilde ulaştırılır.

Adlî Sicil Paylaşım Sistemi veritabanındaki bilgilerin tamamı hiçbir kuruma veya kişiye verilemez.

Adlî Sicil Paylaşım Sisteminin işletilmesinde, kanunlarda ve uluslararası sözleşmelerde yer alan özel hayatın gizliliğine ilişkin hükümler esas alınır. Kamu kurum ve kuruluşları, adlî sicil bilgilerinin gizliliğini korumakla yükümlüdürler.

Adlî Sicil Paylaşım Sistemine erişecek kamu kurum ve kuruluşları ile bağlantı, e-Devlet Kapısı üzerinden ve/veya noktadan noktaya iletişim şekillerinden biri kullanılarak sağlanır. Veri iletişiminin doğru, hızlı, kesintisiz ve güvenli olması için gerekli tedbirler alınır.

Kamu kurum ve kuruluşları ile gerçek kişilerin, Adlî Sicil Paylaşım Sistemine erişimleri, internet tarayıcıları veya internet servisleri üzerinden gerçekleştirilir.

Adlî Sicil Paylaşım Sisteminden yapılabilecek sorgulamalar, sorgulama sonucu olarak gönderilen bilgiler, kamu kurum ve kuruluşlarının erişeceği internet servisleri ve gerçek kişilerce erişilebilecek internet sayfaları, Genel Müdürlükçe belirlenir ve verilen yetkiler dışında işlem yapılması ve bilgi alınması engellenir.

Adlî Sicil Paylaşım Sistemi veri tabanından yedi gün - yirmidört saat hizmet verilir.

Genel Müdürlük, Adlî Sicil Paylaşım Sistemine erişecek kamu kurum ve kuruluşları kullanıcıları ile gerçek kişilerin kontrol edilmesi, verilen yetki çerçevesinde bilgi alınması ve gerekli bilgilerin Adlî Sicil Paylaşım Sistemi veri tabanında tutulması için her türlü tedbiri alır. Adlî Sicil Paylaşım Sisteminden yapılan her türlü işlemin tarihi, saati, işlemi yapan birim ve kullanıcı, yapılan sorgulama bilgileri izleme bilgisi olarak tutulur. Tutulan izleme bilgisi sorgu sonucunu da içerir.

Adlî Sicil Paylaşım Sisteminden yararlanmak isteyen kamu kurum ve kuruluşlarının, Bakanlığa yazılı olarak başvurması ve başvurularda, talep edilen bilgilerin kullanılma gerekçesinin ve yasal dayanağının belirtilmesi zorunludur.

Bakanlık, Adlî Sicil Paylaşım Sistemi veri tabanında tutulan bilgileri, bu Yönetmelikte belirlenen usul ve esaslara göre Bakanlık ile kamu kurum ve kuruluşları arasında yapılacak protokol çerçevesinde paylaşıma açabilir. Bu bilgilerin protokollerde belirtilen esaslar doğrultusunda kullanılması zorunludur.

Onikinci fıkrada belirtilen protokolde aşağıda belirtilen hususlara yer verilir:

Kamu kurum ve kuruluşları ve kullanıcıların yetkileri,

Bilgilere erişim şekli,

Bilgilere erişim süresi,

Kamu kurum ve kuruluşlarının Adlî Sicil Paylaşım Sistemi veri tabanını kullanma amacı,

Sorumluluk,

Eğitim,

Taraflarca uygun görülecek diğer hususlar.

Sorgulamanın usul ve esasları Bakanlık ile sorgulama talep eden kamu kurum ve kuruluşları arasında yapılacak protokolde belirlenir."

MADDE 7 – Aynı Yönetmeliğin Ek-4'ü ve Ek-5'i yürürlükten kaldırılmıştır.

MADDE 8 – Bu Yönetmelik yayımı tarihinde yürürlüğe girer.

MADDE 9 – Bu Yönetmelik hükümlerini Adalet Bakanı yürütür.
#91


İzmir'de, 2007 yılında gözaltına alınan iki genci savunmak üzere geldiği karakolda yumruk ve tekmelerle dövülüp kelepçelenen, muayene için götürüldüğü hastanede doktor tarafından "Abartıyorsun" denerek, "darp yoktur" raporu verilen, Adalet Bakanlığı'ndan izin alınmaksızın 'memura direnme ve hakaret' suçundan dava açılan Avukat M.R.'nin hukuk savaşı altıncı yılın sonunda karşılık buldu.
Avukata işkence altı yıl sonra ağır cezaya gitti

Haber: İSMAİL SAYMAZ - ismail.saymaz@radikal.com.tr

Avukat M.R. ile dört polis ve bir doktorun beraber yargılandığı davada asliye ceza mahkemesi hâkimi, bu suçun işkenceye girebileceğini, doktora atfedilen 'evrakta sahtecilik' suçunun da ağır cezalık suç olduğunu belirterek, görevsizlik kararı verdi ve evrakı ağır ceza mahkemesine yolladı.

İzmir 'de 9 Eylül 2007'de iki gencin izinsiz pankart açtıkları savıyla gözaltına alınıp Fuar'daki Asayiş Şubesi'ne götürülmesi üzerine Avukat M.R. de karakola gitti. İddiaya göre 4. Sınıf Emniyet Müdürü Ayhan Gökdeniz, "Görüştürmeyiz" diyerek, M.R.'yi itti. Ardından bir polis, avukatı göleğinden tutup yere düşürüldü. M.R. bir grup polis tarafından yerde tekmelerle dövülüp kelepçelendi. Kelepçelendikten sonra bir buçuk saat o halde bekletildi. Bu haldeyken ensesine vuruldu, bacaklarının arasına tekme atıldı, sık sık küfredildi.

DOKTOR: ABARTIYORSUN!

İzmir Barosu'nda görevli avukatlar Bahattin Özdemir ve Mehmet Bayraktar yardım için geldi. Komiser Gökdeniz, avukatları içeri almak ve M.R. ile görüştürmek istemedi. Avukatların ısrarı üzerine Gökdeniz, Özdemir'e dönerek, "Seni de gözaltına alırım" dedi. Ardından Gökdeniz, 20 kadar polis çağırdı. Polisler iki avukatı çembere aldı. Yer yer küfür ve hakaret edildi. Buna rağmen avukatlar M.R. ile görüşmekten vazgeçmedi. Polis, görüşmeye izin verse de M.D.'nin kelepçesini çözmedi, Özdemir'i itti.

Daha sonra M.R., önce Basmane Polis Merkezi'ne, ardından da Alsancak Devlet Hastanesi'ne götürüldü. Muayene sırasında Doktor Cumhur Yılmaz, "Abartıyorsun, karşılıklı tartışmışsınız" dedi. M.R., doktorun etik ilkelerini hatırlatınca muayene kesildi ve doktor, polisleri çağırıp "Götürün bunu" dedi. Ardından "Herhangi bir darp ve cebir izine rastlanmadı" şeklinde rapor düzenledi. M.R., ertesi gün saat 01.30 sularında serbest bırakıldı. İlk iş olarak Adli Tıp Kurumu'na başvuran M.R.'de, "sağ kol iç yüzde açık kırmızı mor renkte ekimoz, göğüs sağ yanı dış yüzde morluk, sıyrık, sağ el bileğinde morluk ile sol dirsek ön yüzde açık kırmızı mor renkte ekimoz" saptandı. M.R. de bu raporla şikayetçi oldu.
Polislerin iddiasına göre M.R., yetkisi olmadığı halde karakola gelmiş ve "İki kişi almışsınız, niye aldınız, çekilin, onlarla görüşeceğim" demişti. Komiser Gökdeniz'in yanıt vermesi sonrasında "Siz kim oluyorsunuz, terbiyesizler" diyerek saldırmıştı.

ALTI YIL SONUNDA AĞIR CEZAYA

Yargılama süreci de en az gözaltı günü gibi çileli geçti. M.R. avukat olmasına rağmen Adalet Bakanlığı'ndan izin alınmaksızın 'görevi yaptırmamak için direnme ve memura hakaret' suçundan; Komiser Ayhan Gökdeniz ile polis memurları Mehmet Çelik, Adem Çon ve Mevlüt Emre Dağaslan'a 'kasten yaralama ve hakaret'ten ve Doktor Cumhur Yılmaz için de 'evrakta sahtecilik' iddiasıyla 2008 yılında ayrı ayrı dava açıldı.

İki dava altı yılın sonunda İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesi'nde birleştirildi. Hakim Mehmet Sayar, geçen 6 Mart'ta aldığı kararla, M.R.'ye yönelik davranışın 'işkence' kapsamına girebileceğini kaydederken, Doktor Cumhur Yılmaz'ın işlediği iddia edilen 'evrakta sahtecilik' suçunun da ağır ceza kapsamında kaldığını belirterek, her iki suç açısından görevsiz olduğunu savundu ve dosyayı ağır ceza mahkemesine gönderdi.

http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikaldetayv3&articleid=1130310&categoryid=77
#92


ALİ CANSEV - İSTANBUL

Merhum Başbakan Adnan Menderes'in yargılandığı dönem avukatlığını yapan 89 yaşındaki Burhan Asri Apaydın kılınan cenaze namazının ardından son yolculuğuna uğurlandı. Burhan Apaydın, Yassıada'da yapılan yargılamada Adnan Menderes için 'Yere düşmekle sakıt olmaz cevher kadrü kıymetten' sözlerini söylemişti. Bu sözlerin ardından mahkeme salonunda bulunanlar tarafından yuhalanmış, ve nihayetinde de tutuklanmıştı.

Adnan Menderes'in Yassıada'da yargılandığı dönem avukatlığını yapan Burhan Apaydın önceki gün hayatını kaybetti. Apaydın için bugün Teşvikiye Camii'nde öğle namazına müteakip cenaze namazı kılındı. Cenaze namazına sanatçı Tarık Akan, Zafer Algöz, eski İstanbul Valisi Kutlu Aktaş, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, eski TBMM başkanlarından Hüsamettin Cindoruk, DP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Kara ve Apaydın'ın çok sayıda seveni katıldı.

Burhan Apaydın'ın eşi Beyhan Apaydın cami avlusunda taziyeleri kabul etti. Tabutu Türk bayrağına sarılı olan Apaydın için devlet töreni yapıldı. Apaydın, kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedildi.

Türkiye'nin çok önemli bir hukukçuyu kaybettiğini belirten Beyhan Apaydın, "Umuyorum, Orhan ve Burhan Apaydın gibi değerli hukukçularımız olur. Gerçekten bir efsaneydiler. Hayatlarını hukuka adamış ve bu uğurda büyük bedeller ödemiş insanlardı." dedi.

Burhan Apaydın'la 1960 yılında Yassıada'da birlikte savunma yaptıklarını dile getiren Hüsamettin Cindoruk, "Çok cesur, değerli bir avukat ve hukukçuydu. Sıkıyönetim döneminde Balmumcu Cezaevi'nde tutuklu kaldık. Onun tutukluluğu uzun sürdü. Ben iki ay sonra tahliye oldum. Burhan Bey 9 ay tutuklu kaldı. Sonra Adalet Partisi'nden milletvekili oldu. 1991'de milletvekili seçildi. O zamandaki mahkemeler adil mahkemelermiş. Apaydın'ı tahliye etti ve Apaydın meclise geldi. Kendisi vatansever biriydi. Ailesine başsağlığı diliyorum." ifadelerini kullandı.

Apaydın'ın ölümünden dolayı çok üzgün Tarik Akan da "Herkesin başı sağolsun." diye konuştu.

(CİHAN)
www.zaman.com.tr/gundem_burhan-apaydin-son-yolculuguna-ugurlandi_2081018.html
#93


Bugüne kadar noter üzerinden yapılan birçok işlem artık internet üzerinden gerçekleştirilebilecek. Türkiye Noterler Birliği Vakfı'nın bir iştiraki olan TNB şirketinin geliştirdiği Kayıtlı Elektronik Posta (KEP) sistemi sayesinde kurumsal abonelik işlemleri, banka talimatları, ekstre gönderimleri, kamu kurumları ile yazışmalar, ihale duyuruları, sözleşme fesihleri, dava sonuçlarının gönderimi, telifli içeriklerin paylaşımı, yerel ve idari şikayetler, hizmet talepleri, ev sahibi ile kiracı arasındaki yasal bildirimler ve özel yaşamla ilgili onlarca farklı konu, KEP sistemi üzerinden kişi ve kuruluşlara elektronik olarak iletilebilecek. Star'ın haberine göre, şirketler bu sayede hem zamandan hem de maliyet açsından tasarruf sağlayacak. Projenin tanıtım toplantısında konuşan TNB KEP Genel Müdürü Kürşat Güney, Türkiye'de ilk kez böyle bir uygulama yapıldığını ve bu sayede şirketlerin bürokrasi engellerini azaltabileceklerini söyledi.

Her şirketin bir KEP'i olmak zorunda

1 Temmuz'da yürürlüğe girecek olan Türk Ticaret Kanunu ile Türkiye'deki tüm limited ve anonim şirketlerin bir KEP sahibi olma zorunluluğu olduğunu hatırlatan Güney, sisteme üyeliğin yıllık 40 TL olduğunu ve gönderi başına ise 1.5 TL ücret alındığını belirtti. Güney, şöyle devam etti: "Sistem 20 yıl boyunca düzenli bir şekilde gönderi delillerinin saklanması imkanı sunuyor. Ayrıca KEP ile gönderilen elektronik iletilerin içerikleri değiştirilemediği için, yeni TTK'da yasal, hukuken geçerli elektronik posta gönderim şekli olarak tanımlanıyor."

http://ekonomi.haber7.com/turkiye-ekonomisi/haber/1015515-noter-islemlerine-kep-sistemiyle-son
#94
Ergenekon davasında avukatlar salonu terketti
Ergenekon davasında mahkeme, örgüt yöneticiliği suçundan yargılananlara avukatıyla beraber 2 saat, haklarında örgüt üyeliği suçlaması bulunanlara da müdafisiyle beraber 1 saat esas hakkında savunma süresi tanıdı. Buna itiraz eden avukatlar salonu terk ederken, duruşmadan ayrılmak isteyen tutuklu sanıklara ise izin verilmedi.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'de görülen 67'si tutuklu 275 sanıklı Ergenekon Davası'nın 285. duruşması, mahkemenin savunma süreleri konusunda görüşünü açıklaması ve ardından yaşanan gerginlikle başladı. Savunmaya ayrılan sürelerin az olduğunu belirterek söz isteyen yaklaşık 20 avukat kendilerine söz verilmemesi üzerine duruşma salonunu terk etti.

Silivri Ceza İnfaz Kurumları Yerleşkesi'nin yanında bulunan büyük salonda yapılan duruşmada CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay, CHP Zonguldak Milletvekili Mehmet Haberal, gazeteci Tuncay Özkan ve eski Özel Harekat Dairesi Başkanvekili İbrahim Şahin'in de aralarında bulunduğu 43 tutuklu sanık hazır bulundu.

DAHA ÖNCE MEN EDİLEN SANIKLAR DA SALONDA

Öte yandan esas hakkındaki son savunmaları alınıncaya kadar duruşmalardan men edilen ve uzun süredir duruşmalara katılamayan İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Veli Küçük, Mehmet Demirtaş, Osman Yıldırım ve Oktay Yıldırım da duruşmada hazır edildi.

BAŞBUĞ DURUŞMAYA KATILMADI

Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ ve YAŞ üyesi Orgeneral Nusret Taşdeler'in de aralarında bulunduğu 24 tutuklu sanık ise duruşmaya katılmadı. Duruşmaya 5 tutuksuz sanık da katıldı.

MAHKEME BAŞKANI SANIKLARIN KONUŞMA SÜRESİNİ AÇIKLADI

Mahkeme Başkanı Hasan Hüseyin Özese, sanık ve avukatların esas hakkındaki son savunmasının alınmasına başlanacağını belirtti. Özese, örgüt yöneticiliği suçundan yargılananlara avukatıyla beraber 2 saat, haklarında örgüt üyeliği suçlaması bulunanlara da avukatlarıyla beraber 1 saat savunma yapma süresi tanındığını söyledi. Özese ilk önce 1. iddianamenin sanıklarının ifadesinin alınacağını ancak bugüne mahsus olmak üzere hazır olan tutuklu sanıkların da ifadesinin alınacağını söyledi.

AVUKATLAR SÜREYE İTİRAZ ETTİ

Konuşma süresinin az olduğunu belirten Eski Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un avukatı İlkay Sezer'in de aralarında bulunduğu avukatlar, usule ilişkin söz almak istedi. Ancak Mahkeme Başkanı Özese, avukatların usule ilişkin taleplerini dilekçe ile mahkemeye sunmasını belirterek, "İtirazlarınızı yazılı verin" dedi.

"AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET HAPİS CEZASI İSTEMİYLE YARGILANIYORUM"

Bu sırada Muzaffer Tekin, "Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istemiyle yargılanıyorum. Nasıl bir saat savunma süresi olur. Nasıl bu kadar sürede kendimi savunurum" diyerek bağırdı. "Savunmalarınızı yazılı olarak da sunabilirsiniz" diyen Mahkeme Başkanı Özese, davada 275 sanık yargılandığını esas hakkındaki savunmaların ortalama 500 saat kadar tutacağını söyledi.

AVUKATLAR SALONU TERK ETTİ

Bu sırada ayağa kalkan tutuklu sanık Mehmet Demirtaş, "Kararı okuyun kararı" diye bağırdı. Mahkeme Başkanı Özese de, "Öyle bir karar yok. Gördüğünüz karar varsa bize de gösterin" dedi. "Cübbemin bir şerefi var. Bunu kanunsuzluğa ve hukuksuzluğa alet ettirmem" diyen Avukat Vural Ergül de avukatları salonu terk etmeye davet etti. Bu sırada kendilerine söz verilmeyen yaklaşık 20 avukatta duruşma salonunu terk etti. Bu sırada izleyiciler de salondan ayrılan avukatları alkışladı.

SANIKLAR DA SALONU TERK ETMEK İSTEDİ İZİN VERİLMEDİ

Avukatların salonu terk etmesinin ardından aralarında Oktay Yıldırım'ın da bulunduğu bazı sanıklar salondan ayrılmak istedi. Mahkeme Başkanı Özese, jandarmaya talimat vererek salondan sanıkların çıkarılmamasını istedi. Başkan Özese, "Sizi buraya, dinleyin diye getirdik" dedi. Tutuklu sanık Oktay Yıldırım da ,"Lavaboya gideceğim" demesi üzerine Mahkeme Başkanı Özese de "İzin vermiyorum" diye cevap verdi. Veli Küçük ve Mustafa Balbay'ın da aralarında bulunduğu bazı sanıklar konuşmak için söz isterken Mahkeme Başkanı Özese, "Duruşmayı engelliyorsunuz. Duruşmayı engellemeyin. Veli Bey söz hakkı vermiyorum" diye cevap verdi.

Duruşma tutuklu sanık Oğuz Bulut esas hakkındaki savunmasını yapması ile devam ediyor. Öte yandan duruşmada sadece tutuklu sanık Oğuz Bulut'un avukatı ve barodan bir gözlemci avukat bulunuyor.

(Ajanslar)
http://www.timeturk.com/tr/2013/04/15/ergenekon-davasi-tahmini-2-ay-daha-surecek.html
#95


Piyanist Fazıl Say, Twitter üzerinden paylaştığı ve Ömer Hayyam'dan alıntı olduğunu ileri sürdüğü  ifadeleri sebebiyle 'dinî değerleri aşağılamak' suçundan 10 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sabıkasız oluşu dikkate alınarak, denetimli serbestlik şartıyla cezası ertelenen Say, 5 yıl içinde benzer bir suç işlerse her iki ceza için de hapse girecek.

Fazıl Say'ın 'dini değerleri aşağılamak' suçundan 9 aydan 1,5 yıla kadar yargılandığı dava İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi'nde karara bağlandı. Karar duruşmasına sanık Fazıl Say katılmazken, şikâyetçiler ve avukatları duruşma salonunda hazır bulundu. Mahkeme, taraf avukatlarından son sözlerini sordu. Söz alan Say'ın avukatı Meltem Akyol, "Müvekkilin söylemlerinde aşağılama ve hafife alma kastı olmadığı kanaatindeyiz. Beraatine karar verilmesini talep ederiz." dedi. Taleplerin ardından kararını açıklayan Hâkim Hulusi Pur, Fazıl Say'ın "halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçunu işlediğinin sabit olduğunu açıkladı. Suçun işleniş şekli, sanığın kastı ve suç işlemedeki ısrarını da göz önüne aldıklarını anlatan Pur, Say'ı bu nedenle 10 ay hapis cezasına çarptırdıklarını söyledi. Say hakkında verilen 10 aylık hapis cezası sabıkasız oluşu dikkate alınarak, 5 yıllık denetimli serbestlik şartıyla ertelendi. Say, 5 yıl içinde benzer bir suç işlemesi halinde her iki ceza için de hapse girecek.

Piyanist Fazıl Say,  Twitter'da, 5 Nisan 2012 tarihinde yazdığı ve İranlı şair Ömer Hayyam'ın rubaisinden  alıntı yaptığını iddia ettiği yazılarında, ''Irmaklarından şaraplar akacak diyorsun, cennet-i ala m......midir / Her mümine 2 huri vereceğim diyorsun cennet-i ala k.....midir "Bilmem fark ettiniz mi nerde yavşak, adi, magazinci, hırsız, şaklaban varsa hepsi Allah' cı. Bu bir paradoks mu?",  ifadelerini kullanmıştı. Ünlü tarihçi Murat Bardakçı ise Hayyam'ın, bu ifadelerin yer aldığı hiçbir rubaisi, şiiri olmadığını söylemişti. Bardakçı, Ömer Hayyam'ın piyanistin twit'inde söylediği bir sözü, rübaisi, şiiri, hattâ tek bir satırı yoktur!. Rübailerin ne Farsçalarında, ne Batı dillerine ne de Türkçeye yapılmış tercümelerinde böyle bir ifadeye rastlanmaz!" demişti.

METİN ÇOLAK - İSTANBUL
http://www.zaman.com.tr/gundem_hayyama-siginmisti-tarihciler-yalanladi_2078615.html


Fazıl Say, hapis cezasını yorumladı

Piyanist ve besteci Fazıl Say, "Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılamak" iddiasıyla yargılandığı davada 10 ay hapis cezası aldı. Cezası 5 yıl ertelenen Say, kararı yorumladı.

Dünyaca ünlü besteci ve piyanist Fazıl Say karar sonrası yaptığı açıklamasında; "Mahkeme sonucu çıkan karar için yurdum adına çok üzgünüm. İfade özgürlüğü açısından hayal kırıklığına uğradım. Hiçbir suçum olmamasına rağmen ceza almış bulunmam şahsımdan çok, Türkiye'deki ifade ve inanç özgürlüğü adına kaygı vericidir" dedi.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1014587-fazil-say-verilen-hapis-cezasini-yorumladi




Fazıl Say'ı savcılığa şikayet eden adam konuştu... Say'ın 10 ay hapis cezası almasıyla biten davayı açan ve ünlü piyanistin hiç sevmediği Emre Bukağılı "Gelişmiş ülkelerdeki hiçbir hukuk sisteminde inançlara hakaret etme özgürlüğü yok" dedi...

Piyanist Fazıl Say hakkında İstanbul 19. Sulh Ceza Mahkemesi'nce 'Dini Değerleri Alenen Aşağılama' suçundan verilen hapis cezası kamuoyunda büyük yankı bulurken Say'ı savcılığa şikâyet eden mühendis Emre Bukağılı  konuştu.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İHLALİ

Fazıl Say'ın aldığı cezanın 'ifade özgürlüğünü ihlal ettiği', bunun 'demokrasiyle ve hoşgörüyle bağdaşmadığı' şeklindeki açıklamalarını samimi bulmadığını söyleyen Bukağılı, "Çünkü herkes bilir ki yasaların bireylere tanıdığı 'ifade özgürlüğü' hiçbir zaman bir başkasının şahsına veya inanç değerlerine hakaret etme hakkı vermez. Sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin yasalarında değil, gelişmiş ülkelerdeki hiçbir hukuk sisteminde kişilere ve özellikle de inançlara hakaret etme özgürlüğü bulunmamaktadır" dedi.

Bukağılı şöyle konuştu: "Yapılan bazı taraflı açıklama ve yayınlarda Fazıl Say'a dava açılmasının Türkiye'ye özgü, Türkiye'yi mahcup edecek, fikir özgürlüğüne aykırı bir uygulama olduğu havası estirilmeye çalışılmaktadır. Gerçekte ise tüm gelişmiş hukuk sistemlerinde, özellikle din ve inanca dayanarak hakaret etmek suç olarak düzenlenmiştir" dedi. Bukağılı, "Fikir beyan ederken başkalarının kişilik, onur ve inançlarına saldırmak 'suç'tur." açıklamasında bulundu.

İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ İHLALİ
Fazıl Say'ın aldığı cezanın 'ifade özgürlüğünü ihlal ettiği', bunun 'demokrasiyle ve hoşgörüyle bağdaşmadığı' şeklindeki açıklamalarını samimi bulmadığını söyleyen Bukağılı, "Çünkü herkes bilir ki yasaların bireylere tanıdığı 'ifade özgürlüğü' hiçbir zaman bir başkasının şahsına veya inanç değerlerine hakaret etme hakkı vermez. Sadece Türkiye Cumhuriyeti'nin yasalarında değil, gelişmiş ülkelerdeki hiçbir hukuk sisteminde kişilere ve özellikle de inançlara hakaret etme özgürlüğü bulunmamaktadır" dedi. Bukağılı şöyle konuştu: "Yapılan bazı taraflı açıklama ve yayınlarda Fazıl Say'a dava açılmasının Türkiye'ye özgü, Türkiye'yi mahcup edecek, fikir özgürlüğüne aykırı bir uygulama olduğu havası estirilmeye çalışılmaktadır. Gerçekte ise tüm gelişmiş hukuk sistemlerinde, özellikle din ve inanca dayanarak hakaret etmek suç olarak düzenlenmiştir" dedi. Bukağılı, "Fikir beyan ederken başkalarının kişilik, onur ve inançlarına saldırmak 'suç'tur."

Fazıl Say'ın aldığı cezaya tepkiler
'Onlarla bizi meşgul etmeyin'
Başbakan Tayyip Erdoğan, Fazıl Say'a verilen cezaya ilişkin soruya 'onlarla bizi meşgul etmeyin" yanıtı verdi. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ da "Fazıl Say, sanatını icra ettiği için cezaya çarptırılmış değil. Hiç kimsenin insanların inançlarına hakaret etme, küfür etme, aşağılama hakkı ve böyle bir özgürlüğü de yoktur" dedi. Londra'da bulunan Kültür Bakanı Ömer Çelik de "Makul düşünen hiç kimse o sözlerin ifade özgürlüğü sınırları içinde olduğunu savunamaz" diye konuştu.

'Ülkeyi rezil edersiniz'
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise şöyle dedi: "Eğer olmayan bağımsız yargıyı sanatçıyı hapse atmak için kullanırsanız o ülkede demokrasi tehlikede demektir. Sanatçınızı mahkum ederseniz yalnız kendinizi değil ülkenizi dünyada rezil edersiniz. Onu yargılayan yargıç aslında kendini yargılamıştır."

"Keşke yargı 'saçmalama özgürlüğüdür' deseydi"
AB Bakanı ve Başmüzakereci Egemen Bağış, Fazıl Say'ın cezasına ilişkin, "Daha evvel de söylemiştim. 'Keşke yargımız bu sanatçının attığı adımları saçmalama özgürlüğü çerçevesinde değerlendirseydi" dedi. "Biz ne sayın Fazıl Say'ın ne de herhangi başka vatandaşımızın söyledikleriyle ya da düşündükleriyle yargılanmasından mutlu olmayız" diyen Bağış, şöyle konuştu: "Keşke sayın Say da insanların kutsallarını önemseyip, onlara saygıyla yaklaşsaydı da bu dava süreci hiç başlamamış olsaydı."

http://www.sabah.com.tr/Yasam/2013/04/17/saya-ceza-normal


En sert Fazıl Say tepkisi AK Partili Şahin'den: 'Fazıl Say, anne-babasına da yavşak demiş oldu'



Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say'ın 10 ay hapis cezasına çarptırılmasına, AK Parti'nin '2 numarası' olan genel başkan yardımcısı Mehmet Ali Şahin'den ilginç bir değerlendirme geldi: 'Fazıl Say, anne-babasına da yavşak demiş oldu'

Uluslararası saygınlığı olan bir sanatçının ceza almasından üzüntü duyduğunu söyleyen Şahin, Fazıl Say'ın halkın dini değerleriyle alay eden ifadeler kullandığını söyleyerek şöyle devam etti: "O talihsiz açıklamalarından dolayı kamuoyundan ve inananlardan özür dilemeliydi. Ne diyor; 'Nerde yavşak, hırsız varsa hepsi Allahçı'. Ben Allah'a inanan bir insanım. Milyonlarca insan inanıyor. Bu kişinin annesi-babası var. Babası, inançlı bir insan olduğunu söylemişti. Kendi annesi ve babasına da 'yavşak' diyor. Biz senin ateistliğine bir şey demiyoruz ama sen de inananlara saygı göster. Onları 'hırsız, yavşak' diye itham edemezsin."

'BİZ Mİ DEDİK HAPİS VERİN'

Fazıl Say'a verilen cezaya Avrupa Birliği'nden gelen tepkileri de değerlendiren Mehmet Ali Şahin, Belçika'da Süleyman-Uğur Aygün kardeşlerin cesedinin 2.5 yıl morgda bekletilmesini hatırlattı. Şahin, "Hakim karar vermediği için cesetler 2.5 yıl bekletildi. Bu süre içinde Belçika Başbakanı, Adalet Bakanı, Dışişleri Bakanı ile görüşüldü; konu parlamentoya taşındı. Söylenen şuydu: 'Bizde yargı bağımsızdır'. Bizde de yargı bağımsızdır. Yargı, doğrudur-yanlıştır ama bir karar vermiştir. Biz mi yargıya böyle karar verin dedik" diye sordu.

SANATÇI OLARAK HATIRLANMAMALI

Adalet Bakanlığı görevi de yapmış olan Şahin, dini değerlere hakaret edenlere Almanya, Belçika, Hollanda, İtalya gibi ülkelerin yasalarında da ceza öngörüldüğünü, Almanya'da dini değerlere hakarete 3 yıla kadar hapis cezası verildiğini söyleyerek sözlerini şöyle sürdürdü: "Ceza isabetli mi, değil mi şu anda bunu değerlendirecek noktada değiliz. Yargıtay safhasından sonra bir değerlendirme yapmak daha isabetli olur. Fazıl Say'ın piyanosu ve bestesiyle, sanatıyla gündeme gelmesi lazım. Milletin Allah'ına, peygamberine hakaret eden sanatçı olarak hatırlanmamalı."

http://www.radikal.com.tr/radikal.aspx?atype=radikaldetayv3&articleid=1129768&categoryid=77




Benzer davalar hızla artıyor: Facebook'tan Peygamber'e hakarete hapis

İletişim kanallarının hızla sanal ortama kayması ve giderek daha yaygın olarak kullanılan internetteki sosyal medya siteleri sebebiyle sanal ortamda işlenen benzer suçlarla ilgili davalar da hızla artıyor. Bunun son örneği, Facebook'ta Peygamberimiz'e (sas) hakaret eden ve ifade vermeye gelmeyen Abdulkerim U.'yu İstanbul 29. Sulh Ceza Mahkemesinin 6 ay hapis cezasına çarptırması oldu.

Sanal alemde dine ve  peygamberlere yönelik yapılan hakaretlerle ilgili İstanbul 29. Sulh Ceza Mahkemesi örnek bir karar aldı. Şikayet üzerine açılan davada sanık Abdulkerim U., 6 ay hapis cezasına çarptırıldı. Türk Ceza Kanunu'nun 216/3 maddesine göre, "Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama" suçundan verilen bu mahkumiyet kararı kesinleşirse sanık cezaevine girecek.

Orkun Ş. isimli vatandaşın şikayeti üzerine, Abdulkerim U. hakkında 8 Ekim 2012 tarihli iddianame hazırlandı. İstanbul Cumhuriyet Savcısı Nazmi Okumuş tarafından hazırlanan iddianamede, 29 yaşındaki şüphelinin sosyal paylaşım ağı Facebook'ta Hz. Peygamber'e küfrettiği yazıldı. Tüm çağrıya rağmen ifade vermeye gelmeyen şüphelinin suçu işlediğinin tespit edildiği ve Türk Ceza Kanunu'nun 216/3'üncü maddesine göre cezalandırılması talep edildi. İstanbul 29'uncu Sulh Ceza Mahkemesi'nce yapılan yargılamanın ikinci duruşmasına katılan müşteki Orkun Ş., sanığı tanımadığını, Facebook'ta gezerken Peygambere yönelik ağır hakaret içeren sözlerini görünce rahatsızlık duyduğunu söyledi. Hakim Cevdet Özcan, sanık Abdulkerim U.'un halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılama suçundan 6 ay hapis cezasına çarptırılmasına karar verdi. Sanığın kişilik özellikleri dikkate alınarak yeniden suç işlemeyeceği hususunda olumlu kanaat oluşmadığından hakim ceza indirimine gitmedi.

http://www.zaman.com.tr/gundem_facebooktan-peygambere-hakarete-hapis_2078199.html
#96
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, 4860/09 başvuru numaralı Müdür Turgut ve Diğerleri-Türkiye davasında 26 Mart 2013 tarihinde sessiz sedasız hatalı bir karara imza attı.

İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, 4860/09 başvuru numaralı Müdür Turgut ve Diğerleri-Türkiye davasında 26 Mart 2013 tarihinde sessiz sedasız hatalı bir karara imza attı. Başvurucular, 07.01.2009 tarihinde İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 6. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenen dürüst yargılanma hakları ile Sözleşmenin 13. maddesinde öngörülen etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddiası ile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne müracaat etmişlerdir.

Mahkeme, Türkiye'de 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'un kabul edildiğini ve bu Kanunla kurulan komisyonu düzenleyen 5. maddenin 19.02.2013 tarihinde yürürlüğe girdiğini, bu sebeple başvurucuların öncelikle bu Komisyona başvurulmaları gerektiğini, ardından Ankara Bölge İdare Mahkemesi'nde dava açmak ve sonrasında da Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru da bulunup, en sonunda İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunabileceklerini belirterek, yapılan başvuruyu esasına girmeden reddetmiştir.

Karar tümü ile yanlıştır. Muhtemelen İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Türkiye'den gelen bireysel hak ihlallerine dayalı başvuruların önünü hukuka aykırı yöntemle kesmeye, deyim yerinde ise bu sorunların iç hukukta çözülmesini ve çözülemese bile İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin önüne gelmemesini, geldiğinde de uzun bir süre geçeceğini bilen bireylerin başvuruda bulunmamasını hedeflemektedir.

Zaten çok geç karar veren ve makul sürede yargılanma hakkını önce kendisi ihlal eden İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi, Türkiye'deki ihlalleri görmezden gelmeyi ve böylelikle Türkiye'den İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne yapılan başvuruların sayısını azaltmayı amaçlamıştır. Mahkemenin niyeti, iş yükünü azaltmaya dayalı sübjektif amaç taşımaktadır. Hatırlanacağı üzere Mahkeme, aynı hataya Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141. maddesinde düzenlenen koruma tedbirleri nedeniyle tazminat bahsinde de düşmüştür. Kim bilir şimdi sırada, Sözleşmenin 3. maddesi ile istisnasız olarak koruma altına alınan işkence yasağı olabilir.

İşin önemi, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin kuruluş amaç ve fonksiyonu düşünüldüğünde, Müdür Turgut ve Diğerleri-Türkiye kararının isabetli olmayan sonuçlara yol açabileceğini ifade etmek isteriz.

1. 6384 sayılı Kanunla öngörülen yol, zorunlu olmayıp, isteğe bağlıdır. Ne kadar etkin olacağı tartışılır olan bu iç hukuk yolunun, tüketilmesi gereken olağan kanun yollarından olmadığı tartışmasızdır.

2. Anayasa m.148/4'de düzenlenen Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının, olağan kanun yolu olmadığı, olağan kanun yolları tüketildikten sonra başvurulan bir yöntem olduğu ve bu nedenle de bu başvurunun İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne bireysel müracaatta bulunabilmesi için aranan şart olamayacağı, aksine İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne başvuru süresini kesmeyeceği de ortadadır.

Anayasa m.148/4 değiştirilmediği sürece birey, ister Anayasa Mahkemesi'ne veya isterse İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne bireysel başvuruda bulunma hakkına sahiptir. Bir Mahkemeye yapılan müracaat, diğerini engellemez, fakat başvuru süresini de durdurmaz. Ayrıca birey, her iki mahkemeye de aynı anda başvurabilir. Bu usulün karışıklığa yol açacağı düşünülebilir, ancak olağanüstü kanun yolları açısından durum budur.

3. Tüm bunların yanında, somut olayda başvuru tarihinin 7 Ocak 2009 olduğu, bu tarihte 6384 sayılı Kanun ile Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvurunun henüz yürürlüğe girmediği dikkate alındığında, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin kararındaki isabetsizlik, süreci ne kadar uzattığı ve başvurucu bireyleri mağdur ettiğini ayrıca izaha gerek duymamaktayız.

Özetle Mahkeme, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin menfaatine, fakat bireylerin korunması gereken yararlarına uygun düşmeyen bir karar vermek suretiyle 6384 sayılı Kanunla kurulan komisyona müracaat ile tüm hak ihlalleri yönünden İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'ne başvurmadan önce Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkının kullanılmasını zorunlu saymaya çalışmıştır. Bu karar yanlıştır. Umarım, tespitlerimde haklı çıkmam ve İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de yukarıdaki açıklamanın doğru olmadığına dair bir açıklama yapar ve kuruluş belgesi olan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ile korunan kişi hak ve hürriyetlerinin özüne uygun bir karar verir.

İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'nin 13. maddesi ile güvence altına alınan etkili başvuru hakkı, trajikomik bir şekilde İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi tarafından ihlal edilmiştir. Kanaatimizce bireylerin, İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi'nin bu kararına karşı şartları varsa önce Mahkemenin Büyük Dairesine itiraz ve ardından da Mahkemeyi kuran Avrupa Konseyi'ne şikayet hakları bulunmaktadır.

http://www.haber7.com/yazarlar/prof-dr-ersan-sen/1013630-insan-haklari-avrupa-mahkemesine-basvuru-yolu-kapaniyor-mu
#97


Anadolu 25. Sulh Ceza Mahkemesi, "ekşi sözlük"te Marmara Üniversitesi (MÜ) İletişim Fakültesi Dekanı Yusuf Devran'a hakaret ettikleri iddiasıyla, fakültenin öğretim görevlisi Nesime Melda Cinman ve öğrenci Mikail Boz'un yargılanmasını, "basın yoluyla işlenen suç" kapsamına koyarak erteledi.

Mahkeme tarafından yazılan gerekçeli kararda, İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı'nca 6 Mart 2013'te hazırlanan iddianameye göre, sanıklar Cinman ve Boz hakkında, MÜ İletişim Fakültesi Dekanı Devran'a internet ortamında hakaret suçundan 1 ile 2 yıl arasında değişen hapis cezası istemiyle kamu davası açıldığı hatırlatıldı.

İddianamenin özetine yer verilen kararda, 6352 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin birinci fıkrasına göre, "31 Aralık 2011 tarihine kadar basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup, temel şekli itibariyle adli para cezasını ya da üst sınırı 5 yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı kamu davası açılmasının, kovuşturmanın ve kesinleşmiş mahkumiyet hükmünün infazının ertelenmesine karar verilir" ifadesi bulunduğu belirtildi.

İNTERNET VASITASIYLA GERÇEKLEŞEN SUÇ

Kanuna göre erteme kararının, sadece basın hürriyeti ve siyasi düşünce açıklamalarını değil, düşünce açıklama hürriyeti kullanılmak suretiyle işlenen tehdit, şantaj ve hakaret gibi suçları da içerdiği bilgisi verilen kararda, "Düşünce açıklamalarının dış dünyaya ne şekilde aktarıldığı önemli değildir. Bu aktarım, doğrudan doğruya olabileceği gibi, internet, telefon tarzı iletişim araçları vasıtalarıyla da gerçekleşebilir" denildi.

6352 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin birinci fıkrasının, düşünce ve kanaat açıklamak suretiyle hürriyet, şeref, özel hayat, kamu barışı ve genel ahlaka karşı işlenen suçlar arasında ayrım ve istisna gözetmeksizin, tüm bu suçları soruşturma, dava veya cezanın ertelenmesi kapsamına aldığı hatırlatılan kararda, "Suç ve ceza siyaseti açısından beğenilmese de kanun koyucunun takdiri bu yönde olduğundan, söz konusu hükmün fail lehine uygulanması gerekmektedir" ifadesi kullanıldı.

"Ekşi sözlük" adlı internet sayfasında yer alan ve "hakaret" içerdiği iddia edilen sözlerin, 6352 sayılı Kanun'un geçici 1. maddesinin 1. fıkrasında yer alan sair düşünce ve kanaat açıklama yöntemi ile işlenen suç olduğunun mahkemece kabul edildiği belirtilen kararda, bu kanun kapsamında yargılamanın ertelenmesine hükmedildiği bildirildi.

Kararda, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren 3 yıl içinde, adli para cezasını ya da üst sınırı 5 yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suç işlenmemesi halinde düşeceği, suç işlenmesi ve bu suçtan kesinleşmiş ceza alınması halinde ise kovuşturmaya devam edileceği hatırlatıldı.

(AA)
http://www.timeturk.com/tr/2013/04/13/eksi-sozluk-ten-hakaret-davasinda-karar.html
#98


Beren Saat'in fotoğrafını şampuan reklamında izinsiz kullanan şirket, 715 bin lira tazminat ödemek zorunda kaldı.

Oyuncu Beren Saat, saç beyazlarını kapatıcı şampuan reklamında izinsiz olarak fotoğraflarının kullanılması üzerine açtığı tazminat davasını kazandı. Mahkeme, Saat'in fotoğraflarını izinsiz olarak kullanan şirketi 715 bin lira manevi tazminat ödemeye mahkûm etti.

Beren Saat, 2011 yılında avukatı Oğuz Müftüoğlu aracılığıyla Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi'ne sunduğu dilekçesinde şampuanın içerdiği 'wasabia' isimli bitkinin saç diplerindeki kan basıncını artırarak, saçları eski rengine kavuşturduğu, saçını boyatmak isteyen pek çok ünlünün yanı sıra kendisinin de genç yaşına rağmen saçları kırlaştığı için kullandığının iddia edildiğini kaydetti.

Fotoğraflarının kendisinin izni dışında yayınlanması nedeniyle 20 bin TL manevi, şimdilik 50 bin TL maddi tazminat talebinde bulundu.

Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi, geçtiğimiz günlerde yargılamaya son vererek Beren Saat'i haklı buldu. Mahkeme, hazırlanan bilirkişi raporu doğrultusunda davacının fotoğraf ve görüntülerini izinsiz olarak kullanan şirketin 700 bin TL maddi, 15 bin TL ise manevi tazminat ödemesine hükmetti.

Mahkeme ayrıca görüntünün kullanılmasının engellenip, diğer sitelerde kullanımının menine ve kararın kesinleştikten sonra 5 büyük gazetede ilanına karar verdi. Davalı şirketin verilen kararı temyiz hakkı bulunuyor.

http://www.gazeteport.com.tr/haber/131407/bu-fotografa-rekor-tazminat
#99


TBMM Genel Kurulu'nda, "4. Yargı Paketi" olarak bilinen, İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı kabul edilerek yasalaştı.

Kanunla, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde açılan tam yargı davalarında, talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınıyor.

Kanuna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde açılan tam yargı davalarında; dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar bir defaya mahsus olmak üzere arttırılabilecek ve miktarın arttırılmasına ilişkin dilekçe 30 gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilecek. Bu hüküm derdest olan davalarda da uygulanacak.

Ceza Muhakemesi Kanunu, İdari Yargılama Usulü Kanunu ve Hukuk Muhakemeleri Kanunu'ndaki hükümlere paralel şekilde, AİHM tarafından verilen ve kesinleşmiş ihlal kararları, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nde görülen davalar bakımından da yargılamanın iadesi sebebi olarak kabul edilecek. Bu kararlar hakkında yargılamanın iadesi, AİHM kararının kesinleştiği tarihten itibaren bir yıl içinde istenebilecek.

DÖRDÜNCÜ YARGI PAKETİNİN BAKANLAR KURULU İMZALI TAM METNİ İÇİN TIKLAYINIZ.

-Tazminatın daha yüksek olduğu anlaşılırsa miktarı arttırma hakkı tanınacak-

Kanunla, AİHM'in, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde Türkiye aleyhinde verdiği ihlal kararlarının önünü kesmek amacıyla düzenleme yapılıyor.

Buna göre, idari yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, nihai karar verilinceye kadar talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınacak.

Yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle kamulaştırma bedelinin geç ödenmesinden dolayı ortaya çıkan hak kayıplarının giderilmesi amacıyla düzenleme yapılıyor. Buna göre, açılan davanın 4 ay içinde sonuçlandırılamaması halinde, bu sürenin bitiminden itibaren başlamak üzere, ödeme tarihine kadar geçecek süre için hesaplanacak kanuni faiz hak sahibine ödenecek.

Kanunla, AİHM'in, terör örgütlerinin içeriği şiddet unsuru içermeyen bildirilerini yayınlayanların, sadece bu eylemleri nedeniyle cezalandırılmasını ifade özgürlüğünün ihlali olarak saymasına paralel düzenleme yapılıyor.

Buna göre, terör örgütlerinin bildiri veya açıklamalarını basanlara veya yayınlayanlara bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilmesinde, ''cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösteren, öven ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik eden'' şartı getirilecek. Böylece, suçun kapsamı AİHM standartlarıyla uyumlu hale getiriliyor.

Aynı düzenleme, basın açıklamaları için de getiriliyor. AİHM'in, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanunu'nca cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaması için düzenleme yapılıyor.

Buna göre, terör örgütünün propagandasını yapan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmesinde, suçun ''cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde olması'' şartı getiriliyor. Bu suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde verilecek cezanın yarı oranında arttırılması hükmü korunuyor.

-Suçları toplantı ve gösteri yürüyüşü dışında da işlerse...-

Terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; örgüte ait amblem, resim veya işaretleri asanlar ya da taşıyanlar, slogan atanlar, ses cihazlarıyla yayın yapanlar, terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformayı giyenler, bu suçları toplantı ve gösteri yürüyüşü dışında da işlerse aynı cezaya çarptırılacak.

Terör örgütlerinin bildiri ve açıklamalarını basmak ve yayımlamak, terör örgütünün propagandasını yapmak ile yasa dışı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma suçunu işleyenler hakkında, ayrıca "Terör örgütüne üye olmak" suçundan dolayı ceza verilmeyecek.

Ancak, işlenen suçun; patlayıcı madde bulundurma, mala zarar verme, kasten yaralama, görevi yaptırmamak için direnme, genel güvenliği kasten tehlikeye sokma gibi cebir ve şiddet içermesi halinde, kişi ayrıca örgüt üyeliğinden cezalandırılacak.

İşkence suçlarında zaman aşımı işlemeyecek.

Kamu düzeni açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkmaması halinde, yapılan açıklamalar ''suçu ve suçluyu övme'' suçunu oluşturmayacak.

Terörle Mücadele Kanunu'nda yapılan; terör örgütünün propagandasını yapan kişiye ceza verilmesinde, suçun ''cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde olması'' şartı getirilmesi düzenlemesi, Türk Ceza Kanunu'nda yapılıyor. Buna göre, terör örgütünün propagandasını yapan kişiye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilmesinde, suçun ''cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde olması'' şartı aranacak.

"Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişinin, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılması ve örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek cezanın yarısına kadar indirilebilmesi" hükmü, sadece silahlı örgütler hakkında uygulanacak. Böylece silahlı olmayan örgütler hakkında söz konusu hüküm uygulanmayacak.

-İhaleye fesat karıştırma-

Kamu kurum veya kuruluşları adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin ihaleler ile yapım ihalelerine fesat karıştıran kişi, 3 yıldan 7 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacak.

İhaleye fesat karıştırma suçunun cebir veya tehdit kullanmak suretiyle işlenmesi halinde temel cezanın alt sının 5 yıldan az olamayacak. Ancak, kasten yaralama ya da tehdit suçundan veya tehdit suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hallerin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca bu suçlar dolayısıyla cezaya hükmolunacak.

İhaleye fesat karıştırma suçu işlenmesi sonucunda ilgili kamu kurumu veya kuruluşu açısından bir zarar meydana gelmemişse fail hakkında bir yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilecek.

Halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara 6 aydan 2 yıla kadar hapis cezası verilmesinde, suçun unsuru, ''askerlik hizmetini yapanları firara sevk edecek veya askerlik hizmetine katılacak olanları bu hizmeti yapmaktan vazgeçirecek şekilde teşvik ve telkinde bulunmak'' şeklinde değiştiriliyor.

Kanunla, soruşturma ve kovuşturma aşamasında yapılan tahliye taleplerinde, Cumhuriyet savcısının mütalaasının sanık, şüpheli veya müdafiye tebliğ edilmemesinin silahların eşitliği ve çekişmeli yargı ilkelerine aykırı kabul edilmemesi için düzenleme yapılıyor. Tahliye talebi, duruşma dışında yapılırsa, Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık veya müdafinin görüşü alınmayacak.

Soruşturma evresinde şüphelinin tutukluluk halinin devam edip etmeyeceği hususunun dosya üzerinden incelenmesinin, AİHM tarafından AİHS'e aykırı olarak değerlendirilmemesi için düzenleme yapılıyor. Buna göre, tutukluluk halinin devam edip etmeyeceği kararı verilirken, şüpheli veya savunma da dinlenecek. Böylece, silahların eşitliği ilkesinin gereği yerine getirilmiş olacak.

-Maddi ve manevi her türlü zararlarının tazminini isteyebilecek-

Yakalanan veya tutuklanan kişiler, yakalama ve tutuklama işlemine karşı kanunda öngörülen başvuru imkanlarından yararlandırılmazlarsa, maddi ve manevi her türlü zararlarının tazminini isteyebilecek.

Gözaltı ve tutukluluk süresi başka bir hükümlülüğünden indirilen kişiler, tazminat isteyebilecek.

Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların etkin soruşturma yapılmadan verildiğinin AİHM'in kesinleşmiş kararıyla tespit edilmesi durumunda, 3 ay içinde yeniden soruşturma açılacak.

Ceza muhakemesinde silahların eşitliğinin sağlanması amacıyla düzenleme yapılıyor. Buna göre, tutukluluğa yapılan itirazlarda, cumhuriyet savcısının görüşü alındıktan sonra, şüpheli, sanık veya savunmanın da görüşü alınınca itiraz hakkında karar verilecek.

-Yargılamanın yenilenmesi-

''Hükümlü lehine yargılamanın yenilenmesi nedenleri'' başlıklı maddeye göre verilen ceza hükmünün, AİHM tarafından İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetleri Korumaya Dair Sözleşme'nin veya eki protokollerin ihlali suretiyle verildiğinin tespit edilmiş olmasına rağmen, bazı başvurular için yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmemesinin önlenmesi amacıyla düzenleme yapılıyor. Buna göre, 4 Şubat 2003 tarihi itibarıyla AİHM'de derdest olup, sonradan ceza hükmünün sözleşmenin ihlali suretiyle verildiği tespit edilen ancak yeniden yargılama yapılamadığından Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından 15 Haziran 2012 tarihi itibarıyla icra süreci denetlenmekte olan kararlar açısından da yargılamanın yenilenmesi yapılabilecek.

-Adli yardımın kapsamı genişletiliyor-

Dava veya takibin açıkça dayanaktan yoksun bulunmaması halinde adli yardımdan yararlanılabilecek. Böylece adli yardımın kapsamı genişletiliyor.

Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde itiraz edilebilecek. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilecek.

Yargılama giderlerinin tahsilinin, adli yardımdan yararlananın mağduriyetine neden olacağı mahkemece anlaşılırsa, mahkeme hükümde tamamen veya kısmen ödemeden muaf tutulmasına karar verebilecek.

-Grupların ortak önergesi-

Kanuna, AK Parti, CHP, MHP ve BDP milletvekillerinin imzasıyla verilen değişiklik önergesiyle geçici madde eklendi. Buna göre, 7 Kasım 1982 tarihinden önce işlemiş olduğu bir suç dolayısıyla hürriyeti cezaya mahkum olan kişi hakkında, mahkum olduğu cezanın infazı sürecinde koşullu salıverildikten sonra deneme süresi içinde işlediği yeni bir suç sebebiyle koşullu salıverilme kararı geri alınmayacak.

Bu düzenlemeden, yaklaşık 32 yıldır cezaevinde bulunan Tahir Canan'ın da yararlanacağı belirtildi.

http://www.haber7.com/ic-politika/haber/1013157-4-yargi-paketi-yasalasti


4. Yargı Paketi ile ilgili yapılan yorum yanlışları

Haber 7 yazarı Prof. Dr. Ersan Şen, 4'üncü Yargı Paketi'nde yapılan değişikliklerin ne anlama geldiğini yorumladı. İşte Ersan Şen'e göre 4. Yargı Paketi ile ilgili yapılan yorum yanlışları:

TBMM Genel Kurulu'nda, "4. Yargı Paketi" olarak bilinen, İnsan Hakları ve İfade Özgürlüğü Bağlamında Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı kabul edilerek yasalaştı.

Ceza Hukukçusu olan Haber 7 yazarı Prof. Dr. Ersan Şen, 4'üncü Yargı Paketi'nde yapılan değişikliklerin ne anlama geldiğini yorumladı.

Yasada yapılan değişikliklerin suç örgütü yöneticilerini kapsamadığını özellikle vurgulayan Şen, göre bazı basın yayın organlarında bahsedildiği bazı isimlere yönelik af niteliği taşıyan bir durumun olmadığını da savundu.

Şen, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen 4. Yargı Paketi ile birlikte 32 yıldır cezaevinde bulunan Tahir Canan da yargılanacağını belirtti.

Kanuna, AK Parti, CHP, MHP ve BDP milletvekillerinin imzasıyla verilen değişiklik önergesiyle geçici madde eklendiğini belirten Şen, bu düzenlemeden, yaklaşık 32 yıldır cezaevinde bulunan Tahir Canan'ın yararlanacağını belirtti.

İşte Ersan Şen'e göre 4. Yargı Paketi ile ilgili yapılan yorum yanlışları:

"4. Yargı Paketi adı ile bilinen 6459 sayılı Kanun nihayet yasalaştı. Yürürlük için Sayın Cumhurbaşkanı'nın Resmi Gazete'de yayımlatması bekleniyor. Toplam 27 maddeden oluşan Kanunun, Meclis Genel Kurulu görüşmelerinde sadece 11. ve 12. maddelerinde değişikliğe gidildi ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'a geçici m.5 eklendi. Bu değişiklikler, Adalet Komisyonu tarafından Meclis Genel Kurulu'na gönderilen metnin tümü ile değiştirilmesi, yeni hüküm konulması veya Komisyon metninde mevcut madde veya hükümlerin kaldırılması değildi.

1. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 220. maddesinin 6. fıkrasına bir cümle eklendi ve 8. fıkrasının ilk cümlesinde de değişikliğe gidildi. Yeni hükümler şu şekildedir:

"(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir. Bu fıkra hükmü, sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır.

(8] Örgütün (veya amacının ibaresi kaldırılıp yerine) cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır".

Altıncı fıkranın, Terörle Mücadele Kanunu'nun 2. maddesinin 2. fıkrası ile uyumu sağlandı, fakat bu uyum, silahlı örgütlerde gözardı edildi. Bu değişiklik, silahlı olsun veya olmasın, suç örgütü kurucusunu, yöneticisini, üyesini veya suç örgütüne yardım edeni kapsamamaktadır. Türk Ceza Kanunu'nun 220. maddesinin 6. fıkrası net bir şekilde, suç örgütüne üye olmayıp da örgüt adına suç işleyen kişilerle ilgilidir.

220. maddenin 8. fıkrasında ise, örgütün propagandasının yapılmasına ilişkin suçun gerçekleşmesi için aranan unsuru zorlaştırıldı. 4. Yargı Paketi'nin 10. maddesinde, suçu ve suçluyu övme suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 215. maddesinde de benzer değişikliğe gidildi. Bu madde değişikliklerinin amacı, ifade hürriyetinin geliştirilmesidir. Bu değişiklikler isabetli olmuş mudur, olmamış mıdır, bunu zaman gösterecektir.

2. Değişiklikle, ihaleye fesat karıştırma suçunu düzenleyen Türk Ceza Kanunu'nun 235. maddesinin 1. ve 3. fıkralarında değişikliğe gidildi ve madde değişikliği olarak kabul edilmese de, değişiklik gerekçesinde, ihaleye fesat karıştırma suçları bakımından Türk Ceza Kanunu'nun 43. maddesinin 1. fıkrasının son cümlesinde yer alan zincirleme suçun tatbikinin gerektiğine işaret edildi.

235. maddesinin 1. ve 3. fıkralarının son hali:

"(1) ('Kamu kurum veya kuruluşları adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin ihaleler ile yapım ihalelerine fesat karıştıran kişi, beş yıldan oniki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.' cümlesi yerine) Kamu kurum veya kuruluşları adına yapılan mal veya hizmet alım veya satımlarına ya da kiralamalara ilişkin ihaleler ile yapım ihalelerine fesat karıştıran kişi, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) ('İhaleye fesat karıştırma sonucunda ilgili kamu kurumu veya kuruluşu açısından bir zarar meydana gelmiş ise, ceza yarı oranında artırılır. Zararın meydana gelmiş olduğu sabit olmakla birlikte miktarının belirlenememiş olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını engellemez.' cümlesi yerine)

İhaleye fesat karıştırma suçunun:

a) Cebir veya tehdit kullanmak suretiyle işlenmesi halinde temel cezanın alt sınırı beş yıldan az olamaz. Ancak, kasten yaralama veya tehdit suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca bu suçlar dolayısıyla cezaya hükmolunur.

b) İşlenmesi sonucunda ilgili kamu kurum veya kuruluşu açısından bir zarar meydana gelmemiş ise, bu fıkranın (a) bendinde belirtilen haller hariç olmak üzere, fail hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur".

3. Geçici Madde 5- "7 Kasım 1982 tarihinden önce işlenmiş olduğu bir suç dolayısıyla hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkum olan kişi hakkında, mahkum olduğu cezanın infazı sürecinde koşullu salıverildikten sonra deneme süresi içinde işlediği yeni bir suç sebebiyle koşullu salıverilme kararı geri alınamaz".

Eklenen bu geçici hüküm, sadece 7 Kasım 1982 tarihinden önce işlenen suçlar dolayısıyla koşullu salıverilmeden yararlananları kapsayıp, bu tarihten sonra suç işleyenleri kapsayacak ve bu tarihten sonra suç işleyenlere ise uygulanmayacaktır. 4616 sayılı Kanundan yararlananların durumunu, bu suç tarihini dikkate alarak değerlendirmek gerekir."

http://www.haber7.com/hukuk/haber/1013445-4-yargi-paketi-ile-ilgili-yapilan-yorum-yanlislari
#100
Adalet tarihimizden iki hâkim örneği: Biri ihtilal mahkemesinin başkanı Salim Başol, öbürü ihtilal dönemindeki Yargıtay Başkanı Recai Seçkin...

27 Mayıs 1960, darbe olmuştur.
Menderes ve arkadaşları yargılanacaksa, bu yargılamanın Yüce Divan sıfatıyla Yargıtay'da yapılması gerekirdi. Fakat öyle olmadı. Bugün utançtan isimlerini burada zikretmeyeceğim "hukuk profesörleri" yargılamanın normal Yüce Divan'da değil, özel olarak kurulacak ihtilal mahkemesinde yapılması için fetva verdiler! Menderes ve arkadaşlarını cezalandırma amacıyla geçmişe yürüyen kanun çıkarılması için de fetva verdiler! Hukuka uyulsaydı Menderes ve arkadaşlarını mahkûm etmek mümkün olmayacaktı. Yassıada'da darbe yanlısı seçme hâkimlerden oluşan ihtilal mahkemesini kurdular. Adil yargılama görüntüsü vermek için Yargıtay Başkanı Recai Seçkin'i mahkeme başkanı yapmak istediler. Recai Seçkin bunu kabul etmedi. Çünkü ihtilal mahkemesi "tabii hâkim" ilkesine aykırı olarak, hukukun temel ilkelerini çiğneyerek kurulmuştu.

SALİM BAŞOL...

27 Mayıs'ı destekleyen kalabalıkların ve basının alkışları arasında bu görevi Yargıtay 1. Ceza Dairesi Başkanı Salim Başol kabul etti. Adnan Menderes Yassıada mahkemesinde adil yargılanma hakkının nasıl ihlal edildiğini anlatmaya başladığında Salim Başol onun sözünü kesti: "Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor!" Sonra idamla yargılanan sanıklar savunma yaparken Başol yine müdahale etti: "Fazla konuşmayın, savunmanızı yazılı verin!" İleride Yassıada evrakı açıldığında görüldü ki, sanıkların yazılı savunmalarını mahkeme okumamıştı, hüküm baştan verilmişti! Böyle "mürettep", yani tertiplenmiş bir mahkemenin, "tabii hâkim" ilkesini çiğneyerek kurulmuş bir ihtilal mahkemesinin başkanlığını kabul etmek utanç vericidir. Salim Başol'un yargılamayı yönetme tarzı da, verilen kararlar da adalet tarihimizin yüz karasıdır. Darbeciler Başol'u Anayasa Mahkemesi üyesi yaparak ödüllendirdiler! Bu, Anayasa Mahkemesi'nin o zaman nasıl bir kadroyla kurulduğu hakkında da bir fikir verir.

RECAİ SEÇKİN...

Darbecilerin teklif ettiği ihtilal mahkemesi reisliğini reddeden Yargıtay Başkanı Recai Seçkin, 6 Eylül 1960 günü Yargıtay'da yaptığı adli yıl açış konuşmasında darbeyi övmedi, ağzına bile almadı. 27 Mayıs şekavetini "devrim" diye öven Yargıtay başkanları, Recai Seçkin'den sonra, bilhassa İmran Öktem'le başlayacaktır. Merhum Recai Seçkin, darbenin lideri "Devlet ve Hükümet Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel"in huzurunda yaptığı 6 Eylül 1960 günlü adli yıl konuşmasında şunları söyledi: "Ülkenin temeli olan adaletin, gereği gibi dağıtılması için ilk şart, mahkemelerin tarafsız olması yani hüküm veren hâkimin, dosyadaki delillerin, kendi hukuk ve kanun anlayışının ve nihayet vicdanının etkisinden başka hiçbir şeyin etkisi altında olmaksızın karar vermesidir. Buna 'yargı bağımsızlığı' denilmektedir. Hâkim, hukuk esasları ve vicdanı yerine idare adamlarının veya davada ilgisi olanlardan birisinin etkisi altında kalarak karar verirse, verdiği karar, özünde adaletle ilgisi bulunmayan bir belge, daha açıkçası bir zulüm belgesinden ibaret kalır. Bu durum haksızlığa uğraya­nın olduğu kadar bütün toplumun gönül rahatlığını bozar. Zira yurttaş haklı olarak aynı felaketin bir gün kendi başına da geleceğini düşünür..." Merhum Seçkin'in bu sözleri adalet tarihimize şerefle yazılmıştır.

İKİSİNDEN HANGİSİ?

Uludağ Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri çıkardıkları dergi için benden bir makale istediklerinde Salim Başol'u ve Recai Seçkin'i anlatan uzun bir yazı yazdım. İstedim ki, hukuk öğrencileri bu iki hâkimi de tanısınlar... Her zaman izlenmesi gereken örnek, elbette Recai Seçkin'dir. Hukuk tarihimizdeki bu iki yargıcı bugün de Hürriyet okurlarına ve tüm hukuk camiasına sunmak istedim. Adalet tarihimizde şerefli bir yere sahip olan, merhum Recai Seçkin'i rahmetle anıyorum, aziz hatırası karşısında derin bir saygıyla eğiliyorum.

http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/22906010.asp?mnID=22906010
#101


Elektrik, su faturalarının yarısı da masraftan düşülecek! Maliye Bakanlığı, giderek yaygınlaşan evini home ofis olarak kullananları sevindirecek bir karar aldı.

Banka kredisiyle satın aldığı evini home ofis olarak kullananlar, faiz giderlerinin yarısını vergiden düşebilecek. Evin bakım, onarım, yakıt ve elektrik-su giderlerinin yarısı da aynı şekilde masraf olarak gösterilip vergiden indirilecek. Habertürk'te yer alan bilgiye göre, mülkü kendisine ait meskenin home ofis olarak kullanılması durumunda ayrıca evin yıpranmasından dolayı ayrılacak amortisman da her yıl vergiye esas kazançtan indirilebilecek.

Home ofiste çalışanların binek otomobillerinin yakıt, sigorta, tamir, bakım ve onarım masrafları da gider olarak gösterilerek kazançtan düşülebilecek.

Serbest meslek kazancı sahiplerinin binek otomobillerinde bu haktan yararlanabilmeleri için otomobili envantere dahil etmeleri yeterli olacak. Otomobilin değerinde yaşanacak azalma da her yıl vergiden indirilebilecek.

http://ekonomi.haber7.com/sosyal-guvenlik/haber/1006232-evine-is-getirene-vergi-indirimi-geliyor
#102


Nihat ULUDAĞ / AHT - ÖZEL

İtalyan avukat Giancarlo Ferrara, havalimanında Türkiye'ye giriş işlemleri sırasında Gümrük Muhfaza memurlarının dikkatini çekti.  Bavullarda yapılan aramada 38 parça tarihi eser çıktı. Eşinin Milano'da savcı olduğunu söyleyen Avukat Ferrara, tarihi eserlerin kendisine ait olduğunu kabul etti. Ele geçenler arasında yer alan eski bir harita ile 2 parça eserin "Kültür ve Turizm Varlıklarını Koruma Kanunu" kapsamında eserler olduğu belirlenince operasyon için düğmeye basıldı.

HER YER TABLO DOLU
Tarihi eserlerin izinsiz olarak yurda sokulduğunun anlaşılması üzerine Gümrük Muhafaza ekipleri araştırmalara başladı. İtalyan avukatın İstanbul'da bir evi ile Marmaris'te villası ve yatı olduğu tespit edildi. Ferrara'nın İstanbul Kasımpaşa'daki Haliç manzaralı 3 katlı evinde ve Marmaris'teki yatı ile villasında eş zamanlı arama yapıldı. Ferrara'nın Kasımpaşa'daki evinde 100'ü aşkın tablo, taşınma sırasında zarar görmemesi için evde bir odada muhafaza altına alındı ve mühürlendi. Gümrük Muhafaza ekiplerinin yürüttüğü operasyonlar sırasında İtalyan Konsolosluk görevlisi de hazır bulundu. Avukatın 2012 yılında yatıyla Türkiye'ye 4 kez giriş çıkış yaptığı belirlendi.



12 TABLOYA EL KONULDU
Mimar Sinan Üniversitesi bünyesinde bir profesör başkanlığında oluşturulan 9 kişilik bilirkişi heyeti, tablolardan yurtdışı kaynaklı olan ve değeri yüksek olduğu belirtilen 12'sine el konulmasına hükmetti. Hazırlanan raporda, tamamı orijinal olan tabloların değerli eşya sınıfında olduğu belirtilerek, "Avrupalı ressamlara ait tabloların, Avrupa ülkelerinde mi yapıldığı yoksa ressamların Türkiye'de yaşadıkları sırada Türkiye'de mi yapıldıklarının tespit edilemediği" vurgulandı.

KARARI SAVCI VERECEK
Bilirkişi üzerine İtalyan avukat Giancarlo Ferrara hakkında, tarihi eşyaları gümrüğe beyan etmeksizin yurda sokmak suçlamasıyla 5607 sayılı kanun kapsamında savcılık tarafından işlem başlatıldı. Ferrera, değeri 450 Euro'dan fazla olan eserin yurda girişi sırasında gümrüğe beyan etmemek ve eserleri izinsiz olarak yurda sokmakla suçlanıyor. İtalyan avukat hakkında dava açılıp açılmayacağına yürütülen soruşturma sonunda karar verilecek.

EL KONULAN ESERLER
El konulan 12 eser arasında İtalyan, Macar ve İngiliz ressamlara ait tablolar bulunduğu belirlendi. Bazıları şunlar:

* Macar ressam Arthur Ferraris (1856-1936)
* İngiliz ressam Trevor Haddon (1864-1941)
* İtalyan ressam Raniero Aureli (1885-1975)



BANYO GALERİ
Habertürk'ün özel olarak görüntülediği Kasımpaşa'daki evde yapılan aramalarda, evin banyo, tuvalet ve mutfağında dahi tabloların asılı olması dikkat çekti.



http://www.haberturk.com/gundem/haber/830110-kacakcilik-muzesi
#103


Fransa'nın Yvelines bölgesinde kreşte çalışan Kuzey Afrikalı Fatma Afif'in başörtüsü taktığı için işine son verilmesiyle ilgili hukuk sürecinde Fransız Yargıtay'ından çarpıcı bir karar çıktı.

Fransa'nın Yvelines bölgesinde kreşte çalışan Kuzey Afrikalı Fatma Afif'in başörtüsü taktığı için işine son verilmesiyle ilgili hukuk sürecinde Fransız Yargıtay'ı, Fransız Anayasası'nın birinci maddesiyle güvence altına alınmış olan laiklik ilkesinin, özel kurumlarda uygulanmaması kararını verdiğini açıkladı.

Fransa'nın Yvelines bölgesindeki "Baby-Loup" adlı özel bir çocuk kreşinde çalışan Kuzey Afrikalı Fatma Afif, iş yerinde başörtüsü taktığı için işine son verilmesi üzerine, kendisine ayrımcılık yapıldığını ileri sürerek kurum hakkında dava açmış ve açtığı dava Fransa'nın laiklik ilkesine karşı olduğu ileri sürülerek, Müslüman kadının aleyhinde sonuçlanmıştı.

Azmini yitirmeyen Fatma Afif'in, 2010 ve 2011 yıllarında işten çıkarıldığı bölgedeki İş Mahkemesi'ne ve bunun yanı sıra Temyiz Mahkemesi'ne yaptığı başvurular sonuçsuz kalmış ve işveren kurumun iddia edildiği gibi ayrımcılık yapmadığı kararına varılmıştı.

Fransız Yargıtay'ı ise bugün, Fransız Anayasası'nın birinci maddesiyle güvence altına alınmış olan laiklik ilkesinin, özel kurumlarda uygulanmaması kararını verdiğini açıkladı. Yargıtay'ın verdiği kararda, dini özgürlüklere getirilebilecek kısıtlamaların laiklik ilkesine değil, "yapılan iş veya önemli ve belirleyici mesleki nedenlere bağlı olması gerektiğine" işaret etti. Müslüman kadın Fatma Afif'in daha evvel açtığı ve kaybettiği, İş ve Temyiz mahkemelerinin kararlarını da iptal eden Yargıtay, davayı yeniden görülmek üzere Temyiz Mahkemesi'ne geri gönderdi.
Fransız Yargıtayı'nın kararına geniş yer veren Fransız basını, Temyiz Mahkemesi'ne geri iade edilen kararın sonucunun merakla beklenildiğini yazdı.

http://www.haber7.com/avrupa/haber/1003922-fransadan-emsal-teskil-edecek-basortusu-karari



Fransız bakanın başörtüsü hazımsızlığı



Fransa İçişleri Bakanı Manuel Valls, temyiz mahkemesinin, çalıştığı kreşte başörtülü olduğu için işine son verilen kadının başvurusunu haklı bulunmasına tepki göstererek, yasak için yasa teklifi sunacağını söyledi.

Vals, Fransız meclisinde konuyla ilgili değerlendirmesinde, ''üzüntü'' ile karşıladığını söylediği karar için ''laikliğe gölge düşürdü'' ifadesini kullandı. 2010'daki duruşmalarda milletvekili sıfatıyla davalı kreşten yana tavır aldığını gizlemeyen Vals, ''dini simgelerin çocukların bulunduğu yerlerde yasaklanmasına'' ilişkin bir yasa teklifi sunacağını söyledi.

Valls, daha önceki sağ yönetim sırasında parlamentoda kabul edilen peçe yasağının oylamasında, o sırada muhalefette olan Sosyalistler oturuma katılmamalarına rağmen genel kurulda ''evet'' oyu vererek kamuoyunun dikkatini çekmişti.

Fransız temyiz mahkemesi bugün açıklanan kararında, 2008'de özel bir kreşte çalışırken başörtüsü nedeniyle işine son verilen kadının başvurusuyla ilgili olarak, "dini inançları yüzünden ayırımcılık yapıldığına" hükmetmişti. Mahkeme ayrıca, kadının en kısa zamanda işe geri alınmasını talep etmişti.

Çalıştığı kreşte, doğum izninin ardından görevine yeniden başlamak isteyen genç kadın, başörtülü olduğu gerekçesiyle Aralık 2008'de işten çıkarılmıştı.

Davayı kaybeden kreşin, yeniden mahkemeye gitmek için başvuruda bulunacağı bildirildi.

http://www.haber7.com/avrupa/haber/1003864-fransiz-bakanin-basortusu-hazimsizligi



Başörtü görünce deliren bakan!, Fatih Karakaya, Haber7.com

Fransa'nın laiklik anlayışı bana Türkiye'nin kara geçmişini hatırlatıyor. Açık ve net olmayan bir kavram ile istedikleri gibi oynuyor ve anlam yüklüyorlar.

Bunun son örneğini kraldan daha kralcı olan ve solun Sarkozy'si olarak adlandırılan Manuel Valls ile görüyoruz. Her sözü, her bir açıklaması Müslümanlara iğne gibi batıyor. Daha önce de bu satırlarda tanıttığımız sayın kıymetli içişleri bakanımız (http://www.haber7.com/yazarlar/fatih-karakaya/933631-islam-adina-sinir-disi-edecek) yine kafayı Müslümanlara taktı.

2008 yılında özel bir kreşte çalışırken anne olup izine ayrılan bir Müslüman bayan işine tekrar döndüğünde artık başörtülü bir işçi olmuştu. Bu nedenle de kırmızı görmüş boğaya dönen kreş müdürü bayanın işine son vermişti.

Olay o kadar çok medyatik olmuştu ki neredeyse tüm siyasiler kadına karşı "laik" cepheyi oluşturmuştu. Bunların başında tabii ki (o zamanlar sadece milletvekili olan) Manuel Valls ve yine Arap asıllı olan ama kendini ateist olarak tanıtan Ayrımcılıkla Mücadele Kurumu başkanı kadın vardı.

Fransa'da işveren ve işçi arasındaki ihtilaf ilk önce iş mahkemesinde işlem görür. Müslüman kadın orada mahkemeyi kaybettiğinde olay üst mahkemeye intikal etmiş ve orada da kaybetmişti. Ancak temyize giderek hakkını arayan bayan bu sefer muradına erdi. Dün mahkeme Fransa tarihinde bir ilk sayılabilecek çok önemli bir karar aldı.

Özel sektör ve Kamu sektörünü ayıran mahkeme, Kamusal alanda laikliğin, özel sektörde ise dini özgürlüklerin geçerli olduğuna hükmetti. Fransa için bu karar devrim niteliğinde. Çünkü bugüne kadar alınan her karar "dokunulamaz laiklik" çerçevesinde alınıyordu. Şimdi ise özgürlük penceresinden bakılıyor. Bu kararı alan hâkimleri tebrik etmek gerekiyor.

Elbet bu sonucu beğenmeyerek itiraz edecekler çok kişi olacak.  2 yıl sürmesi beklenen yeni mahkeme sürecinde ise Müslümanları bekleyen büyük bir tehlike var. Manuel Valls gibi ırkçı insanlar bu olayı fırsat bilip yeni bir yasa ile özel sektörde bile laikliğin geçerli olmasını savunacaklar.

Ancak şu anda nasıl yapacaklarını bilmiyorlar çünkü Müslümanların önünü kesmek için atılacak her türlü adım bir şekilde Yahudileri de etkileyecek. Fransa'da binlerce Yahudi şirketi var ve çoğunluğu Yahudi kökenli işçilerinin rahat ibadet edebilmesi için ortam hazırlıyor. Binlerce kreşlerin içinde sırf Yahudilere hitap edenleri var.

Dolaysıyla her türlü yasak onları da etkileyecek. Yoksa şimdiye kadar rafta bekletilen ve sürekli aşırı laikler tarafından gündeme getirilmeye çalışılan ama Yahudi dostları tarafından engellenen yasa yürürlüğe girerdi.

Bu yasada evde resmi bakıcılık yapan kadınlar da laikliğe tabi tutulmaya çalışılıyor. Yani Müslüman bir kadın evinde çocuk bakacaksa başörtüsüz olacak. Ama tabii bunu yapınca bir Hıristiyan kadın da Çam ağacı süsleyemeyecek, Yahudiler Kipa takamayacak. İşte sorun burada!

Nasıl ki Almanya'da sünnet yasaklandığında Yahudilerin baskısı ile ertelendiyse bu yasalar da Yahudiler sayesinde geçmiyor. Ama şunu yapabilecekler: Dini özelliği olan kreşler bu yasalardan muaf tutulacak. Müslümanların da kreş derdi olmadığı için yine olan bize olacak.

Okul gezilerinde başörtülü anneleri görmeye bile tahammül edemeyen Valls ne yapacak göreceğiz. Geldiğinden beri aşırılara şirin görünmek için Roman avına çıkan, işine gelmeyen imamları sınır dışı eden, Müslüman Kurumları ele geçirmeye çalışan, ünlü âlimlerin Fransa'ya gelmesini engelleyen ömrü boyunca Müslüman avından vazgeçmeyecek. Ne zaman ki Müslümanlar örgütlü bir şekilde siyasi katılımı sağlar, partiler içinde etkili olur ve sürece dâhil olur o zaman farklı olacak.

Yüksek seviyede okulları bitirip tanınmış hâkim, savcı, avukat, gazeteci olduklarında rüzgâr başka türlü esecek.

Fatih Karakaya - Haber7
http://www.haber7.com/yazarlar/fatih-karakaya/1003999-basortu-gorunce-deliren-bakan
#104


Trabzon'da açık ve dar kadın kıyafetlerine savaş açan ve yıllar önce birçok meslektaşıyla da mahkemelik olan Avukat Ali Kemal Yılmaz Bayraktar, bürosunun camına, 'Tayt- don giyen kadınlar giremez' yazısı astı.

TRABZON - Önceki yıllarda açık ve dar kadın kıyafetlerine karşı çıkan 'Haya ve Edebe Aykırı Müstehcen Kadın Kıyafetlerinin Men'i Cemiyeti' kurucusu olan Avukat Ali Kemal Yılmaz Bayraktar, şimdi de tayt giyen kadınları hedef aldı.

'TAYT-DON' GİYEN KADINLAR GİREMEZ. GÜNAHTIR, HAYA VE EDEBE AYKIRIDIR'

Avukatlık bürosunun girişine, 'Eteksiz, bacakları ve kalçaları sıkıştıran, 'TAYT-DON' giyen kadınlar giremez. Günahtır, haya ve edebe aykırıdır' yazısını asan Bayraktar, müstehcen kadın kıyafetlerinin insanları cezbedici hale sokmasından rahatsız olduğunu söyledi. Bayraktar, yazılı açıklamasında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için 'Recep Tahir' olarak söz ederken şöyle dedi:

"Türk kadınının taytı don yerine giyip altındaki bütün kalça şişkinlikleri ve baldır hatları, bölüm ve kırışıklıkları teşhir hastalığının, haya edep ve ahlakla bir alakası var mıdır? Mukadddes Türk analarımız böyle miydi? Onlara tecavüz değil mi? Türk erkeklerine tecavüz, taciz değil mi? Bu görüntülere erkekler dayanabilir mi? Suça tahrik ve teşvik edilmiyorlar mı? Bu belalı görüntüden kim kurtaracak milleti? Başbakanımız Recep Tahir ne güne duruyor? Belalardan kurtarıcı Başbakan değil midir?"(dha/Osman Şişko)

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1125861&CategoryID=77


Avukat Ali Kemal Yılmaz Bayraktar, yaptığı eylemi şu sözlerle açıkladı:


http://www.bugun.com.tr/haberin-galerisi/?id=187798&sira=3

http://www.youtube.com/watch?v=8COGVTILgS8#ws
#105


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Çanakkale'de katıldığı 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma törenlerinde bir ilk yaşandı. 250 bin şehit için ilk kez hatim indirildi, Devlet erkanı duaya durdu!

Başbakan Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ve Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in katıldığı Çanakkale Şehitlerini Anma törenleri bir ilke sahne oldu.

Devlet erkanının katıldığı 18 Mart Çanakkale Şehitlerini Anma törenlerinde 250 bin şehit için ilk kez hatim indirildi. Başbakan Erdoğan ve tören alanındaki herkes, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in yaptığı hatim duasına hep birlikte 'amin' dedi.

Çanakkale Deniz Zaferi'nin 98. yılı anma etkinliklerinde bu yıl ilk kez Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Çanakkale Şehitleri Abidesi önünde gerçekleşen resmi törene katılarak şehitler için dua etti.

Çanakkale Deniz Muharebesinde şehit düşen 253 bin vatan evladı için Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından okutulan 253 bin hatimin duasını da yapan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, duada şu ifadelere yer verdi;

"İzzetimizi, şerefimizi, onurumuzu, harimi ismetimizi çiğnetme, mabetlerimizin göğsüne namahrem eli değdirme, ezanlarımızı susturma, şanlı bayrağımızı indirtme Allah'ım..."

Ey bizleri ve bütün mevcudatı yoktan var eden, varlığından, sevgisinden ve rahmetinden haberdar eden yüce rabbimiz, ey rahmeti ile bütün varlığı, bütün kâinatı, bütün insanlığı yaratan, rahman ve rahim olan ulu Allah'ımız, ey yerlerin ve göklerin yegâne sahibi, kalplerimizin, sırlarımızın, niyet, gaye ve hedeflerimizin, arzu ve kederlerimizin maliki olan yüce mevlamız, öncelikle hakkıyla ifade etmekten aciz kaldığımız hamdimizi, senamızı, şükrümüzü, duamızı sana yöneltiyoruz, kabul eyle Allah'ım.

Bugün dağların, taşların şüheda gövdesine büründüğü Çanakkale'de dünyanın en yüce, en ulvi, en mukaddes şehitliğinde milletçe hep birlikte ellerimizi açtık dua ediyoruz. Onların muazzez ruhlarını, bizlerden haberdar eyle. Eski dünya, yeni dünya, bütün akvamı beşere karşı, yedi iklimi cihana karşı 'Çanakkale geçilmez' diyerek destanlar yazan, en büyük zaferi kazanan şehit Mehmetçiklerimizin diyarından sana yakarıyoruz. Milletimizi, ordumuzu, yurdumuzu, ebediyen payidar eyle. İzzetimizi, şerefimizi, onurumuzu, harimi ismetimizi çiğnetme, mabetlerimizin göğsüne namahrem eli değdirme, ezanlarımızı susturma, şanlı bayrağımızı indirtme Allah'ım.

"O güneşlerin ışığını yurdumuzun, milletimizin üzerinden hiçbir zaman eksik etme Allah'ım..."

Allah'ım yüce kitabında din, iman, millet, vatan, hak, hakikat, adalet, erdem, fazilet uğruna can veren şehitlere ölüler demeyiniz, bilakis onlar diridirler buyuruyorsun. Dipdiri olduklarına şeksiz şüphesiz inandığımız şehitlerimizin 'Amin' sesleri eşliğinde sana yalvarıyoruz. Dualarımızı kabul eyle Allah'ım. Allah'ım bugün 98 yıl önce karada, denizde, Kirte'de, Zığındere'de, Arıburnu'nda, Anafartalar'da bir hilal uğruna batan nice güneşlerin diyarından binlerce şehidimizin tertemiz makamından sana sesleniyoruz. Onların makamlarını ali eyle. O güneşlerin ışığını yurdumuzun, milletimizin üzerinden hiçbir zaman eksik etme Allah'ım. İstiklal şairimizin ifadesiyle 'Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi, bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi' Şehadet şerbetini içen tüm şehitlerimizi, gazilerimizi, başta efendimiz sevgili Peygamberimiz olmak üzere bedir ashabı ile birlikte Hz. Aliyyü'l Murtaza seyyidü Şüheda Hz. Hüseyin Efendimiz ile birlikte haşrolmayı cennet ve cemalinle buluşmayı nasip eyle Allah'ım.

"Bizleri şehitlerimizin uğruna canlarını verdiği yüce değerlere ihanet edenlerden eyleme Allah'ım..."

Allah'ım şehitlerimizi dünyaya getiren, bin bir çile ile büyüten ve onları yüce ideallerle yetiştiren annelerimize merhamet eyle. 'Git evladım ben yıllarca oğulsuz kalayım, şu yaralı bağrıma taşlar basayım, hadi yavrum hadi git, ya gazi ol ya şehit' diyerek evlatlarını Çanakkale'ye gönderen tüm annelerinin ruhlarını aziz eyle.

Allah'ım millet olarak bizlere şehitlerinin aziz hatırasını ruh ve gönül dünyasında yaşatmayı nasip eyle. Bizleri onların uğruna canlarını verdiği yüce değerlere ihanet edenlerden eyleme Allah'ım. Allah'ım dilleri, kavimleri, ırkları, beldeleri farklı ancak imanları, idealleri, azimleri, gayeleri, niyetleri duyguları, aynı nice Mehmetçiklerimiz burada can verdiler. Bugünde aynı iman, aynı gaye, aynı azim, aynı niyet, aynı duygulara sahip kardeşler topluluğu olmayı, barışı, huzuru, esenliği, kardeşliği, hakkı, adaleti, erdemi, fazileti egemen kılmayı bizlere nasip eyle Allah'ım.

"Ateş ve baruta güvenmiş insanlığa bizleri umut eyle Allah'ım..."

Allah'ım Anadolu'nun her evinden, Rumeli'nin her bölgesinden, Şam'dan, Bağdat'tan, Beyrut'tan, Kahire'den, Üsküp'ten, Saray Bosna'dan son ehli saribin salvetini yıkmak için Çanakkale'ye gelen ve burada ölesiye kardeş olan şehitlerimizin bize öğrettiği birlik, beraberlik ve kardeşliği ülkemizden İslam beldelerinden eksik etme Allah'ım. Bize de o kardeşliği ver. Kin ve nefrete mağlup etme Allah'ım. Ateş ve baruta güvenmiş insanlığa bizleri umut eyle Allah'ım.

"Çanakkale aynı zamanda çağdaş dünyaya savaş ahlakını, savaş hukukunu öğreten bir mekteptir, bir okuldur..."

Allah'ım Çanakkale aynı zamanda çağdaş dünyaya savaş ahlakını, savaş hukukunu öğreten bir mekteptir, bir okuldur. Nice Mehmetçikleri yaralı düşman askerlerini sırtında taşımış, kırbasından su içirmiştir. Bizleri, ülkemizi, milletimizi, İslam beldelerini, ahlak dışı, hukuk dışı her türlü savaştan, her türlü afetten, her türlü fitneden, muhafaza eyle Allah'ım.

http://www.haber7.com/guncel/haber/1003548-devlet-erkani-canakkalede-duaya-durdu


Başbakan Çanakkale'de konuştu

Çanakkale'de Deniz Zaferi'nin 98. yıl dönümün töreninde konuşma yapan Başbakan Erdoğan, Çanakkale şehitlerine Mehmet Akif Ersoy'un o duasıyla seslendi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Çanakkale Zaferi'nin sadece Mehmetçiğin değil bütün dünya mazlumlarının zaferi olduğunu belirterek, "Vatanları ve namusları için canını vermiş şehitlerin torunları olarak Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz. 98 yıl önce Çanakkale'de bir olduk, beraber olduk, birbirimize kardeş olduk. Onun için tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet diyeceğiz. Geleceğe böyle yürüyeceğiz. Çanakkale'yi anlayamayan Türkiye'yi asla anlayamaz" dedi.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 18 Mart Stadyumu'nda yapılan Çanakkale Deniz Zaferi'nin 98.yıldönümü törenlerinde konuştu. Başbakan Erdoğan, 98 yıl önce Mehmetçiğinin büyük bir destan yazdığını ifade ederek, "Mehmetçik Çanakkale destanını az önce küçük mücahidimizin okuduğu o Çanakkale şiirindeki inceliğiyle yazdı. Tüm dünyanın mazlumlarının duasıyla, o duaların verdiği güçle, ilhamla yazdı. Kabil'in Kandehar'ın, Belh'in İslamabad'ın, Tebriz'in minberlerinden Mehmetçik için dualar edildi. Saraybosna'nın, Rabat'ın, Tunus'un, Kahire'nin mihrapları önünde gözyaşları içinde dua edildi. Mekke, Medine, Kudüs'te eller semaya açıldı, gözlerden yaş, dillerden dualar döküldü. Mehmetçiğin muzaffer olması için Allah'a yalvarıldı. İnsanlar mallarını, canlarını, en önemlisi de dualarını Mehmetçiğimize yolladılar. Çanakkale birçok boyutuyla olduğu kadar dua boyutuyla da önemlidir. Çanakkale Zaferi bir etnik kökenin bir ırkın bir kavmin zaferi değildir. Çanakkale zaferi Türkiye'nin Anadolu ve Trakya'nın olduğu kadar dünya üzerindeki bütün kardeş milletlerin yeryüzündeki tüm kardeşlerimizin zaferidir. Bu zafer karşısında İstanbul ne kadar sevindiyse Diyarbakır'da o kadar sevinmiştir. Bu muhteşem kahramanlık karşısında İzmir ne kadar iftihar ettiyse Şam , Beyrut o kadar iftihar etmiştir. Bu zafer Van'ın yüreğine nasıl ferahlık vermişte o kadar Sana'nın Hartum'un, Şam'ın, Haleb'in yüreğine de vermiştir. Senegal'den buraya gemilerle asker taşıdılar. Sizi Müslümanların safında savaşmaya götürüyoruz dediler. Kandırarak Çanakkale sırtlarına getirdiler. Osmanlı cihan devletini savunacaklarını sanıyorlardı. Ancak Çanakkale'ye geldiklerinde, düşman sandıkları tarafta yani bizim tarafta okunan ezanları duydular. Aldatıldıklarını, kandırıldıklarını anladılar hemen oracıkta silahlarını bıraktılar" dedi.

"TEK VATAN, TEK BAYRAK, TEK DEVLET VE TEK MİLLET DİYECEĞİZ"
"Müslüman askerlerin Biz Osmanlı'ya, müslüman kardeşlerimize karşı savaşmayız" dediğini hatırlatan Başbakan Erdoğan, "İşte Çanakkale zaferi bunun için önemlidir. Mehmetçiğin kahramanlığında abideleşen bir zaferdir. Ama bu sadece Mehmetçiğin değil bütün dünya mazlumlarının zaferidir. Tarihe yön verecek bir destan yazılırken aynı zamanda bizim millet ve milliyet anlayışımızın da adeta manifestosu yazılmıştır. Ben istiyorum ki bütün Türkiye köyleri, ilçeleriyle, gençleriyle, yaşlılarıyla gelsinler Çanakkale şehitliğini ziyaret etsinler. Tüm Türkiye gelsin o şehitliklerde, o mezar taşlarında yazan isimleri, şiirleri okusunlar. Ben istiyorum ki sadece Türkiye değil Balkanlar'ın, Afrika'nın gençleri de gelsin, burada dedelerini tanısın. Mezar taşlarında İstanbullunun yanında Diyarbakırlı var. Bingöllünün yanında Rizeli var. Erzurumlunun yanında Edirneli var. 81 vilayet, bugün olduğu gibi ilçeleriyle, köyleriyle Anafartalar'da, Arıburnun'da tek bir mezar içinde yan yana gelmiştir. O mezar taşlarında Kudüs var, Bakü var, Gümülcüne var, Batum var. Biz kardeşlik, dayanışma temelinde yakından ilgiliyiz. Çanakkale'yi anlayamayan Türkiye'yi asla anlayamaz. Çanakkale ruhunu anlayamayan milleti de anlayamaz, milliyetçiliği de anlayamaz. Çanakkale'deki azmi, fedakarlığı anlamayan bu ülkenin kardeşliğini de anlayamaz. Biz Çanakkale'de adeta yeniden doğduk. Tarih sahnesinde yerimizi yeniden aldık. Vatanları, bayrakları,,namus ve şerefleri için seve seve can vermiş şehitlerin torunları olarak Türkiye'yi yeniden inşa edeceğiz. 98 yıl önce Çanakkale'de biz bir olduk, beraber olduk, birbirimize kardeş olduk. Onun için tek millet diyeceğiz. Tek bayrak diyeceğiz. Tek vatan diyeceğiz. Tek devlet diyeceğiz. Geleceğe böyle yürüyeceğiz. Yüzüncü yılda inşallah çok daha muhteşem anma törenini hep birlikte gerçekleştireceğiz.

MEHMET AKİF'İN DUASINI OKUDU
Başbakan Erdoğan, Çanakkale şehitlerine Mehmet Akif Ersoy'un o duasıyla seslendi:

"Bu kutlu günde tüm şehitlerimize, tüm gazilerimize Allah'tan rahmet diliyorum ve Mehmet Akif'in duasıyla onlara seslenmek istiyorum:

Millet için etti mi ordum zafer,
Kükremiş aslan kesilir her nefer.
Döktüğü kandan göğe vursun zafer,
Toprağa bir damlası boş akmasın.

Amin! Desin hep birden yiğitler.
"Allahü ekber!" gökten şehitler.
Amin! Amin! "Allahü ekber!"

Ey ulu Peygamberimiz nerdesin?
Dinle minarede öten gür sesin!
Gel, bana yâr ol ki cihan titresin!
Kimse dönüp süngüme yan bakmasın

Amin! Desin hep birden yiğitler.
"Allahü ekber!" gökten şehitler.
Amin! Amin!" Allahü ekber!"

TÖRENLERDEN DETAYLAR
Stadyumdaki törenler başlamadan önce Mehteran gösterisi yürekleri kabarttı. "Çanakkale geçilmez" yazan altın madalya Türk Bayrağı'na takıldı. Şehitler için saygı duruşunda bulunuldu. İstiklal Marşı eşliğinde bayrak göndere çekildi. Vali, Garnizon Komutanı ve Belediye Başkanı halkın zaferini kutladı.

50 dansçı, çeşitli yörelere ait halk oyunları gösterisi sundu. Şehit torunlarının geçit töreni ile stadyumdaki törenler sona erdi. Başbakan Erdoğan Şehit torunlarıyla öğle yemeğinde biraraya gelecek.

Çanakkale Stadyumu'ndaki törenler Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, İçişleri Bakanı Muammer Güler, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım, Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de katıldı.

DÜNYANIN DÖRT YANINDAN ŞEHİT VE GAZİ TORUNLARI BULUŞTU
Bu yılki törenlerde Türkiye ve dünyanın dört yanından şehit ve gazi torunları Çanakkale'de buluştu. Biz değil miydik projesinin yöneticisi Çanakkale Vali Yardımcısı Canan Hançer Baştürk, "Kahraman atalarımıza olan minnet borcumuzu ödemek için yola çıktık. Yurt içi ve dışından 255 şehit çocuğuna ulaştık. Bazıları gazi bazıları şehit yakını. Resmi geçit töreninde bulundular. Başbakanımız kendilerine hitap etti. Daha sonra şehitliğe, atalarının savaştığı toprakları ziyaret edecekler. Bizler duygu yoğunluğunu yaşıyoruz. Yurtdışından gelen şehit ve gazi yakınları var. Irak, Kerkük, Musul, Suudi Arabistan Mekke'den konuklarımız var. Makedonya, Kosova'dan misafirlerimiz var. Türkiye'nin 81 ilinden konuğumuz var. 81 ilimize belgesel ve resim sergileri düzenlenmesini sağladık" dedi.

Projenin adını Başbakan grup toplantısındaki konuşmasından esinlenerek koyduklarını kaydeden Çanakkale İl Dernekler Müdürü Resul Karakurt, "2009 yılında Başbakanımız grup toplantısında Çanakkale'den bahsederken, omuz omuza savaşan biz değil miydik demişti. En güzel isim bu olur diye bu ismi koyduk" diye konuştu.

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2013/03/18/basbakan-canakkalede-konusuyor
#106


Ahmet Gündoğdu, 18 Mart Pazartesi gününden itibaren devlet dairelerinde memurların sivil kıyafetle çalışmaya başlayacaklarını söyledi.

Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 'Pazartesiden itibaren bu yönetmeliği (Kamu Kurumlarında Çalışan Personelin Kılık, Kıyafet Yönetmeliği) yok sayarak, devlet dairelerinde sivil kıyafetle görev yapmaya başlayacağız' dedi.

Memur-Sen İl Başkanlığı tarafından düzenlenen 'Medeniyet Davamız ve Demokrasi Mücadelemiz' konulu konferans için Eskişehir'e gelen Gündoğdu, Vali Kadir Koçdemir'i makamında ziyaret etti.

Gündoğdu, ziyaret sonrası valilik çıkışında gazetecilere yaptığı açıklamada, kamu çalışanlarına kılık kıyafet özgürlüğü talebiyle geçen yıl mart ayında başlattıkları 'Özgürlük İçin 10 Milyon İmza' kampanyasında toplanan 12 milyon 300 bin imzayı, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'e teslim ettiklerini anımsattı.

Gündoğdu, bugün ise 11 genel başkanla bir karar aldıklarını bildirerek, şunları kaydetti:

'18 Mart Pazartesi gününden itibaren anayasaya, evrensel hukuka aykırı, kadınların ayakkabısının topuk boyunu belirleyen, neredeyse ayakkabı numarasına kadar karışan, erkeklerin bıyık biçimine, favorilerine, giydiği kumaşın cinsine karışan, 82 model darbe ürünü bu yönetmelikten kurtulmak istiyoruz. Pazartesiden itibaren bu yönetmeliği yok sayarak, devlet dairelerinde sivil kıyafetle görev yapmaya başlayacağız. Ardından da bu yönetmeliğin kaldırılış haberini bekleyeceğiz. Bu kararımızın, kuruluş ve kurtuluş şehrimiz Eskişehir'den ilk duyurusunu yapmış olalım.'

'Türkiye'de, eş kontenjanından kadın olgusu var' diyen Gündoğdu, şöyle devam etti:

'Yani başörtülü kadın, cumhurbaşkanı eşi, başbakan eşi, milletvekili eşi, memur eşi olabilir. Ama bu örtüsüyle bunların kendisi olamaz. Eğitim, çalışma ve siyaset hakkı kutsaldır. Ama bu, başörtülü kadına yasaklanmıştır. Halbuki, biz 80 yıl önce kadına seçme seçilme hakkını vermişiz. Bugün ne giyeceğine karışma hakkını kendimizde görüyoruz. Bu ucube yönetmelikten kurtulmak istiyoruz. Bu millet, 12 Eylül 2010 referandumunda anayasa değişikliği yapmıştır. Şimdi bu anayasal ve yasal dayanağı olmayan yönetmeliğin kaldırılmasını istiyoruz.'

AA
http://www.haber7.com/guncel/haber/1002406-gundogdu-memur-pazartesi-serbest-kiyafetle-gidecek
#107
İddia (savcı) ve savunma (avukat) makamları aynı konumda olacak.

Ebru TOKTAR ÇEKİÇ/ANKARA

TBMM Uzlaşma Komisyonu'nda yeni Anayasa'da "hak arama hürriyeti ve adil yargılanma hakkı" maddelerinde uzlaşı sağlanarak, Ergenekon davalarını etkileyecek önemli bir karar alındı. Bu davalarda avukatların zaman zaman salon dışına çıkarılması nedeniyle yaşanan tartışmalar dikkate alınarak, "Silahların eşitliği" ifadesi ilk kez Anayasa'ya girdi. Varılan mutabakatla, "Yargılamanın her aşamasında iddia ve savunma makamları arasında silahların eşitliği esastır" maddesi hükme bağlanarak savcı ve avukatın eşit statüde olduğu belirtildi. Yine özellikle Ergenekon davaları sürecinde polemik yaratan "delil" meselesi de dikkate alınarak, "Hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez" hükmünde mutabakat sağlandı. Avukatlık mesleği ilk kez Anayasal güvenceye alındı.

TBMM Uzlaşma Komisyonu, önemli bir dönemeçten geçiyor. "Yargı" bölümünü müzakere etmeye başlayan komisyon, "Hak arama hürriyeti" ve "adil yargılanma maddelerinde" mutabakat sağladı.

"SUÇLAMAYLA İLGİLİ BELGELERİN TAMAMINA ULAŞMA HAKKI"

Komisyonda, özellikle Ergenekon davalarında, "birçok sanığın halen ne ile suçlandığını bilmemesi", "avukatların sanıkla ilgili tüm belgelere ulaşamaması" gibi mevcut sorunlar dikkate alınarak, yeni Anayasa'da bu tartışmalara son vermek üzere şu hüküm üzerinde anlaşıldı:

"Herkes, yetkili, bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde, makul bir süre içinde adil yargılanma hakkına sahiptir. Kendisine suç isnad edilen herkes yöneltilen suçlamaların niteliği ve sebepleri hakkında en kısa zamanda ve ayrıntılı olarak haberdar edilme; savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve suçlamayla ilgili belgelerin tamamına ulaşma da dahil olmak üzere her türlü olanağı kullanma; davada hazır bulunma; kendisini bizzat ya da bir müdafi aracılığıyla savunma; tanık gösterme ve tanıkları sorguya çekme; mahkeme dilini anlayamadığı ya da konuşamadığı durumlarda bir çevirmenden yararlanma hakkına sahiptir."

SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ İLKESİ

Üzerinde mutabakat sağlanan hükümle avukat ve savcının eşit statüde olduğunun altı çizilirken, hukuk dışı elde edilen delillerin yok hükmünde sayılması için şu hükümlerin Anayasa'ya girmesi benimsendi:

"Yargılamanın her aşamasında iddia ve savunma makamları arasında silahların eşitliği esastır. Hiç kimse tabii hâkiminden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi tabii hâkiminden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz. Hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez."

BAROLARA VE AVUKATLARA ANAYASAL GÜVENCE

Dört partinin üzerinde anlaştığı bir diğer madde ile yeni Anayasa'da avukatlık mesleği ve barolar Anayasal güvenceye alınırken, savunma hakkının en temel insan hakkı olduğu, avukatlığın kamu hizmeti niteliğinde olduğu vurgulandı. "Avukatlık Mesleği ve Barolar" başlıklı madde şu şekilde hükme bağlandı:

"Savunma yargının kurucu öğelerindendir ve bağımsızdır.  Avukatlık, kamu hizmeti niteliğinde bir serbest meslektir. Avukatların görevlerinin gerektirdiği güvenceler kanunla sağlanır. Savunma açısından adil yargılama hakkının gerektirdiği güvenceler kanunla düzenlenir. Avukatlar üstlendikleri davalarda delil toplama yetkisine sahiptir. Buna ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir. Yabancı avukatlık kuruluşları, karşılıklılık ilkesine bağlı olarak, ancak yabancı hukuk ve milletlerarası hukuk konularında danışmanlık hizmeti verebilirler. Baroların seçimleri, yönetimleri ve çalışmaları demokratik ilkelere uygun olarak kanunla düzenlenir. Baroların mali ve idari özerkliğini zedeleyecek biçimde denetim yapılamaz. Barolar ve Türkiye Barolar Birliği'nin mali ve idari saydamlığına ilişkin usul ve esaslar kanunla düzenlenir."

http://www.aksam.com.tr/siyaset/savci-ve-avukat-artik-esit-statude/haber-177600
#108


CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün İçişleri Bakanlığı'ndan Türkiye'deki cemevleri sayısını çıkarttı.

TBMM'de cemevi açılması mücadelesini sürdüren CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, Bilgi Edinme Yasası kapsamında Türkiye'deki cemevleri sayısal profilini ortaya çıkardı.

İSTANBUL'DA 64 CEMEVİ VAR
3 bin 113 caminin bulunduğu İstanbul'da cemevi sayısı 64. Tunceli'de cem evi sayısı 8. İki adet cemevi inşaatı sürüyor. Tekirdağ'da da üçüncü bir cemevi için inşaatı yapılıyor.

81 İLİN 31'İNDE CEMEVİ YOK
Aygün aktardığı verilere göre 81 ilin 31'inde Alevilerin mekansal imkan olarak kendilerini ifade edebilecekleri hiçbir yer bulunmuyor.

Bu iller ise şöyle; Afyonkarahisar, Ağrı, Artvin, Bilecik, Bitlis, Bolu, Erzurum, Giresun, Hakkari, Hatay, Kars, Kastamonu, Kırklareli, Kırşehir, Mardin, Muğla, Niğde, Rize, Siirt, Sinop, Trabzon, Van, Aksaray, Karaman, Batman, Şırnak, Bartın, Karabük, Kilis, Düzce

EN ÇOK CEMEVİ OLAN 3 İL
En çok Cemevinin bulunduğu ilk üç il Tokat (172), Çorum (90) ve Sivas (71). İstanbul'da ise 64 Cem Evi var. İçişleri Bakanlığı, İller İdaresi Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 08.03.2013 tarihli Türkiye genelindeki cemevi sayısı ve illere göre dağılım tablosu şöyle:

Amasya (49), Ankara (40), Antalya (7), Aydın (13), Balıkesir (19), Bingöl (3), Burdur (1), Bursa (12), Çanakkale (1), Çankırı (8], Denizli (4), Diyarbakır (3), Edirne (1), Elazığ (6), Erzincan (13), Eskişehir (22), Gaziantep (8], Gümüşhane (1), Isparta (9), mersin (3), İzmir (26), Kayseri (4), Kocaeli (11), Konya (1), Kütahya (8], Malatya (18), Manisa (10), Muş (15), Nevşehir (8], Ordu (30), Sakarya (1), Samsun (17), Tekirdağ (2), Tunceli (8], Şanlıurfa (4), Uşak (1), Yozgat (36), Zonguldak (10), Bayburt (4), Kırıkkale (10), Ardahan (19), Yalova (2), Osmaniye (1).

İşte Aygün'ün açıklamış olduğu o liste;



http://www.haber7.com/guncel/haber/1002426-hangi-ilde-kac-cemevi-var-liste
#109
Çocuklarının üzerine tir tir titreyen bir anne baba, beraber yüzdüğü hemen yanı başındaki yavrusunun boğulmakta olduğunu anlayamayabilir, aman dikkat! Haber7.com yazarlarından Cemal Demir'in çarpıcı bilgiler içeren ve doğru bildiğimiz birçok yanlış bilgiyi gözler önüne seren 2011'de yayınlanmış makalesini yaz aylarına yaklaştığımız şu günlerde önemine binaen paylaşmak istiyorum:

Bildiğimiz Gibi Değil!, Cemal Demir, Haber7.com

Boğulan insanlara ait görüntüler dikkatle analiz edildiğinde çarpıcı gerçekle karşılaşıyoruz... Boğulma anı kesinlikle Hollywood'un bize yansıttığı gibi değil!

Yaz ayları ile beraber boğulma haberlerinde de artış var.

Nerdeyse tamamımız serinlemek için bir şekilde nehre, göle, denize, okyanusa giren insanlardan olduğumuz için de hepimizi bir yandan rahatsız ederken bir yandan da ilgilendiren haberler bunlar.

Hele de birbirini kurtarmaya çalışırken art arda boğularak trajediyi daha da derinleştiren aynı aileden kurbanlara ilişkin olanları...

Boğulma anına ilişkin görüntüler de üç aşağı beş yukarı aynıdır kafamızda. Suda boğulmaya başlayan kişi çırpınmaya ve bağırarak yardım istemeye başlıyor.

İki şey oluyor ondan sonra kafamızdaki senaryoya göre: Ya çırpınıp bağırıp yardım isteyen kişi boğuluyor ya da yardım isteğine karşılık veren biri tarafından kurtarılıyor.

Filmlerde, haberlerde, televizyonlarda tekrar be tekrar seyrettiğimiz için de boğulma olayına çok vakıfız sanıyoruz. En azından nasıl cereyan ettiğine.

Sahilde, nehirde birinin boğulmakta olduğunu hemen anlarız, değil mi?

Maalesef değil.

Boğulmanın nasıl gerçekleştiği konusunda televizyonlardan, sinemalardan beynimize kazınan görüntü tastamam yanlış.

Çocuklarının üzerine tir tir titreyen bir anne baba, beraber yüzdüğü yavrusunun boğulmakta olduğunu anlamayabilir.

Maalesef boğulma düşündüğümüzden çok daha korkunç olmakla beraber düşündüğümüzden kat be kat sessiz gerçekleşen bir vakadır.


BOĞULMAK DIŞARDAN BOĞULMAK GİBİ GÖRÜLMÜYOR

Mevzuya can yeleği giydirmeden önce bir vakayı aktarayım. Kendi adıyla yayın yapan web sitesinden teferruatlı bilgi alabileceğiniz deniz güvenliği uzmanı Mario Vittone, şimdilerde kaptanlık yapan bir eski cankurtaranın başından geçen o meşhur  olayı anlatıyor. Kaptanımız, elbiseleriyle tekneden atlayarak 15 metre kadar uzakta yüzmekte olan aileye doğru hızla yüzüyor. Kaptanın bu paniğine anlam veremeyen ve şaşkın şaşkın ne yaptığını soran ebeveyni geçip, anne-babasına sadece 3 metre mesafede boğulmakta olan 9 yaşındaki kızı suyun altından çıkararak boğulmasına engel oluyor. Baba, hemen yanıbaşındaki kızının boğulmakta olduğunu farketmiyor bile. Çünkü en ufak bir ses, çırpınma yardım çağrısı yok. Şükür ki kaptan boğulan kişiyi uzak mesafeden bile farketmesini sağlayacak tecrübeye sahip. Anne babanın ise boğulmanın nasıl gerçekleştiğine ilişkin bütün bilgisi televizyonda filmlerde gördükleriydi.

Tam 19 yıl ABD sahil güvenlik teşkilatında cankurtaranlık yapan Vittone, bütün tecrübesi boyunca öğrendiği en büyük gerçekle ilgili şu mesajı veriyor: "Boğulmak, dışarıdan boğulmak şeklinde gözükmez''

Bundan yaklaşık 40 sene önce, New York'un meşhur plajlarında cankurtaranlık yapan Frank Pia adlı bir genç, bu gerçeği farkediyor ve daha o yıllarda bunun üzerine gidiyor.  Pia, bugün bile cankurtaranların tekniklerini öğrendiği özellikle de boğulmakta olan kişiyi yüzerek sahile taşıma tekniği olan 'Pia Carry' tekniğine adını veren kişi.

BOĞULANLARIN HİÇ BİRİSİ YARDIM İSTEMİYOR

O yıllarda bir öğrenciye para ödeyerek 16 mm'lik kamerasıyla plajdaki boğulmak üzere olanların ve onların kurtarılmasını filme kaydettiriyor.  Bütün görüntüleri dikkatle analiz ettiğinde çarpıcı gerçekle karşılaşıyor: Boğulma anı Hollywood'un bize yansıttığı gibi değil kesinlikle.

Boğulanların neredeyse hiçbiri bağırmıyor ve yardım istemiyordu. Çok sessiz ve çok hızlı, çoğunlukla etraflarındakilere hiçbir şey söyleyemeden, sadece yüzeyde kalabilmek için en fazla 1 dakika mücadele ettikten sonra boğuluyorlar. Çocuk yaştakilerde ise bu nerdeyse sadece 20 saniye sürüyor.

"Boğulanın etrafındakilerin boğulma olayının gerçekleşmekte olduğunu farketmemeleri istisna değil kaidedir'' diyen Pia tesadüfen kaydettikleri bir vakayı anlatıyor: ''Bir defasında 12 yaşlarında bir erkek çocuk boğuluyordu. Hem de yanında onu korumak için yüzen bir yetişkin olduğu halde. Çocuğun gözlerinde yanındaki yetişkine baktığını görebiliyorsunuz. Ancak yetişkin yüzmeye devam ediyor. İlgisiz olduğu için değil, sadece çocuğun boğulmakta olduğunu farketmediği için...''

HER KURTARMA GÖREVLİSİNİN OKUMASI GEREKLİ

Pia'nın ''Unobserved Drownings: The Unnoticed Struggle (Gözlemlenemeyen boğulmalar: Farkedilmeyen mücadele)'' adlı uzun makalesini, her cankurtaranın her kurtarma görevlisinin okuması gerekiyor.

Boston Globe'dan Keith O'Brien'in aktardığına göre Pia, elde ettiği görüntülerle hazırladığı videoyu daha  1971 yılında "On Drowning (Boğulma Hakkında)" adıyla yayınlıyor ancak, o zamanın bütün yerleşik algı ve bilgilerine meydan okuyan bu video dikkate alınmıyor o yıllarda.

Günümüzde Pia'nın görüşleri artık alanın en uzman görüşleri olarak kabul ediliyor. Ancak her ne kadar su güvenliği uzmanları arasında bu fikirler kabul görmüş olsa da hala sen, ben, o, siz, onlar, ahali suda başı belada olan birini nasıl farkedebileciğimizi bilemiyoruz. Filmlerden televizyonlardan, boğulan kişinin bağırıp çağırdığı, elini kolunu salladığı, çırpındığı bir drama görüntüsü bekliyoruz. Tümüyle yanlış. Pia diyor ki, boğulmakta olan birine hatta çok sevdiğimiz biri de olsa bakmaya devam edebiliriz de boğulmakta olduğu hakkında en ufak bir ihtimal gelemez görüntüsünden. Çünkü, boğulmanın, çırpınmayla bağırıp çağırmayla, el kol sallayıp yardım istemekle alakalı olduğu yanlış bilgisine kendimizi fena halde şartlandırmışızdır.     

Oysa boğulan kişilerin nerdeyse tamamı, yardım isteyemez. Çünkü nefes almakta güçlük çekiyordur. Ayrıca kolları ise suyun yüzeyinde kalabilmek için uğraş vermekle meşguldür. Pia buna 'içgüdüsel boğulma tepkisi' diyor.


BOĞULMA ANINDA NELER OLUYOR?

Pia ve Vittone, Amerikan Sahil Kurtarma ve Arama dairesinin yayın organı olan "On Scene" dergisinin 2006 sonbahar sayısında ortaklaşa yazdıkları makalede, 'İçgüdüsel Boğulma Tepkisi'ni şu şekilde anlatıyorlar.

Birkaç istisna dışında boğulan kişi piskolojik olarak yardım isteyebilecek durumda değildir. Çünkü insan bedeninin önceliği nefes alıp vermektir, konuşmak değil. Nefes alıp verebilen konuşabilir, yardım isteyebilir.

Boğulan kişinin ağzı su yüzeyinde yardım istemesine yetecek kadar kalmaz. O kısa sürede de ancak bir parça nefes almaya çalışır.

Boğulan kişi elini ya da kolunu sallayarak yardım isteyemez. Doğal içgüdülerle boğulan kişi kollarını iki yana açarak suyun yüzeyine bastırmaya ve böylece bir parça yüzyde kalıp nefes alabilmeye çalışır.

Etrafındakilere kol sallamak ancak şuurla yapılabilecek bir harekettir. Bu şuurda hareket edebilmesi, kendisine atılan kurtarma cisimlerini yakalayabilmesi ya da kurtarma görevlilerine doğru yüzebilmesi için öncelikle boğulmaktan kurtulması gerekiyor. Kişi boğulmaktayken bunları yapabilecek şuurda değildir ve vücut içgüdüsel boğulma tepkisi verir sadece.


İçgüdüsel Boğulma Tepkisi sürecinde boğulmakta olan kişi suyun içinde aşağı yukarı dikey hareket eder ve dik durur. Yardım görmekte olduğunu hissetmediği sürece de ayaklarını oynatamaz. Sadece suyun yüzeyinde kalmaya çaba sarfeder. En fazla 60 saniye süren bu mücadele sonunda kendini tamamen bırakır ve suyun içine batar. Çocuklarda bu süre 20 saniye civarındadır.

Pia, boğulamakta olan kişi tek başınayken de iki kişi üç kişi beraber boğuluyorlarsa da aynı şekilde boğulduklarına dikkat çekiyor. Boston Globe'a konuşan çocuk uzmanı Dr. Julie Gilchrist ise, boğulmakta olan birçok çocuğun başlarına ne gelmekte olduğunu bile anlayamadığını ifade ediyor. Boğulmaktan kurtarılan bir çocuk, suyun altına girince uyuyacağını düşündüğünü söylüyor. Bu nedenle de özellikle çocukları ile sahile giden anne babalara, çocuk boğulmalarının çok daha hızlı ve çok daha sessiz gerçekleştiği uyarısında bulunuyor.


Bütün bu bilgiler boğulma vakaları şahitlerinin, 'ne olduğunu anlamadık. Ordaydı bir de baktık kaybolmuş' ifadelerini açıklıyor. Şüphesiz ki yüzmek vazgeçebileceğimiz birşey değil. Hepimizi suya çeken varoluşsal birşey var. Ancak boğulmanın sandığımız gibi bir görüntüye sahip olmadığını bilmek, kendimize de etrafımızdakiler de çocuklarımıza da daha güvenli yüzme imkanı verecektir.

İNSANLARIN DUYUNCA ŞAŞIRMASI TUHAF

Frank Pia ve Mario Vittone'nin 40 yıl önce hazırladıkları bilgiler, bugünlerde normal insanlar arasında internette hızla yayılıyor.

Boğulmanın böyle birşey olduğunu öğrendiğimizde şok oluyoruz.

Pia haklı olarak bu yıllarda gördüğü ilgiden şaşırmış vaziyette: "40 yıl önceden yayınladığımız bilgiler bunlar. Kızıl Haç'ın arama kurtarma çalışmalarının eğitim çalışmalarına bile girmiş. İnsanların duyunca şaşırması çok tuhaf'' diyor.

Ah be Frank!

Televizyon ve sinemanın yarattığı sahte gerçeklikte ne derece boğulduğumuzu farkedebildik mi ki suda nasıl boğulduğumuzu farkedebilelim...

http://www.haber7.com/yazarlar/cemal-demir/770664-bir-insan-gercekte-nasil-bogulur
#110



ÇHD'li 9 avukatın tutuklanmasının ardından konuyu BM'ye taşıyan 4 uluslararası avukat örgütü Türkiye'ye gelerek "olay tespiti" yaptı.

Avrupa ve Arap ülkelerinden dünyanın önde gelen uluslararası avukat örgütleri, KCK davasında 46 avukatın yargılanmasından sonra ÇHD'li avukatların da tutuklanması üzerine Türkiye'ye geldi. 5 gün incelemede bulunan örgütler bir rapor hazırlayarak Türkiye'ye uluslararası hukuka uyması uyarısında bulundu ve tutuklu avukatların serbest bırakılmasını istedi.

Uluslararası avukat örgütleri Türkiye'de

Dünya'da İnsan Hakları ve Demokrasi için Avrupalı Hukukçular (ELDH), Avrupalı Demokratik Hukukçular, Arap Avukatlar Birliği, Uluslararası Demokratik Hukukçular Derneği (IADL) temsilcileri, 18 Ocak'ta Çağdaş Hukukçular Derneği'ne yönelik DHKP-C adı altında yürütülen operasyonda 11 avukatın gözaltına alınarak, 9'unun tutuklanmasının ardından Türkiye'ye geldi.

ELDH Genel Sekreteri Thomas Schmidt, ELDH'den aynı zamanda Lozan İsviçre Federal Parlamento Üyesi Nicolas Rochat Fernandez, IADL'in BM nezdinde Cenova Daimi Temsilcisi Micol Savia, Arap Hukukçular Birliği Genel Sekreter Yardımcısı (ALU) Lamia Mobada, ELDH ve  IADL temsilcisi Fabio Marcelli, AED Avrupalı Demokratik Hukukçular Federasyonu Başkan Yardımcısı Hans Gaasbeek, Atinali Hukukçuların Alternatif Müdahalesi ve ELDH'den Dimitris Sarafianos, NewYork IADL'den Suzanne Adaley, İstanbul'da 5 gün boyunca incelemelerde bulundu.

Olay tespiti yaptılar

Almanya, Yunanistan, Hollanda, İtalya, İsviçre, Mısır ve ABD'den gelen 8 avukatın oluşturduğu heyet, Türkiye'deki avukat örgütleri ve İstanbul Barosu ile görüştü. Polis baskını gerçekleşen avukat bürolarına ziyarette bulunan heyet, tanıklarla görüştü. Soruşturmayı yürüten "Terörle Mücadele Savcısı" Adem Özcan ile görüşmek için de girişimde bulundu. Ancak Savcı Özcan, uluslararası örgüt temsilcileri ile görüşmedi. Tutuklanan avukatlardan hukuka aykırı bir şekilde zorla kan ve tükürük örneği alan doktorlar hakkında yürütülen soruşturmaya ilişkin de heyet İstanbul Tabip Odası ile görüştü. Uluslararası avukat örgütleri temsilcisi 8 avukat bir süre önce baskına uğrayan KESK Genel Başkanı ile de görüştü.

Avukatlara yönelik ihlalleri raporlaştırdılar

Heyetin olay tespitini tamamlamasının ardından ELDH, AED-EDL, ALU ve IADL'nin görevlendirdiği İngiliz avukat Richard Harvey, bir rapor hazırladı. Raporda heyetin vardığı şu sonuçlar belirtildi:

1. Tüm tutuklanan avukatlar, tutuklanmaları esnasında polis tarafından şiddet görmüşlerdir ve Taylan Tanay, üst katında ikamet ettiği Halkın Hukuk Bürosu'dan ÇHD ofisine zor kullanarak götürülmüştür. ÇHD eski Şube Başkanı Serhan Arıkanoğlu ve ÇHD üyesi Zeki Rüzgar, kendi iradeleri ile savcıya ifade vermek üzere adliyeye geldiklerinde gözaltına alınmışlardır.

2. Gözaltındaki kişilerden, zor kullanılarak [Türkiye hukuku ihlal edilerek] yürürlükte olan cezai bir soruşturmada gerekli olacağını gösteren hiçbir gerekçe ortada yokken, kan ve tükürük numuneleri alınmıştır.  Bu numuneleri zorla alınmasına dâhil olmuş doktorların, tıbbi etiği ihlal ettikleri bildirilmiştir.

3. Bu gözaltılara cevaben, o zamanlar yurt dışında Suriye'de bulunan ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, gözaltıları kınayan açıklamalarda bulunarak kendisini bekleyen gözaltı kararına rağmen, Türkiye'ye dönme niyetini duyurmuştur. Atatürk Havalimanına vardığında gözaltına alınmış ve gözaltına alınacağını bilerek Türkiye'ye geri dönmesine rağmen polis tarafından "kaçma riski" olan biri olarak değerlendirilmiştir.

4. Avukatların müvekkillerinin dosyaları iade edilmemiş ve sayısız müvekkillerinin temel hakları böylece çiğnenmiştir.

5. Bir grup avukat tutuklama altındaki avukatların salıverilmesi başvurusu ile mahkemeye geldiklerinde, çevik kuvvet polisleri tarafından saldırıya uğramışlardır. Ramazan Demir, bilincini kaybedene kadar polis tarafından yerde sürüklenmiştir. Kendisi ve diğer başka avukatlar hastanelik olmuşlardır ve müvekkillerini temsil etme yasal görevini icra etmeye çalışırken alınan bu darbelerin fotoğrafları mevcuttur. 

6. 18 Ocak 2013 sabah 04.00 sularında başlayan,  polisin İstanbul ve Ankara'daki ÇHD Şube baskınları CMK madde 118 ihlal edilerek gerçekleştirmiştir. [1]   Halkın Hukuk Bürosu (ezilenlerin temel haklarını savunan bağımsız bir hukuk ofisi)  ve birçok avukatın evlerine de baskın yapılmıştır. Aramalar ve tutuklamalar sabah 04.00'te başlamıştır. Aramaların savcının yokluğunda başlatılması ve İstanbul Barosu'nun aramanın başlamasından bir saat sonra haberdar edilmesi sebebiyle, Ceza Muhakemesi Kanunu daha da fazla ihlal edilmiştir.

7. Polisin özellikle hedefinde görünen dava dosyaları dâhil olmak üzere, avukatların bilgisayarları ve diğer sır saklama yükümlüğü kapsamındaki evraklarına el konulmuştur. Polis aynı zamanda ÇHD'nin üye listelerine, ÇHD'nin hukuki yardımda bulunduğu bazı işçilerin mücadelelerine ilişkin dosyalara el koymuş ve Hrant Dink'in cinayetine ilişkin dosyalara ve başka dava dosyalarına el koymak istemiştir.

8. Bu avukatları tutuklayarak Türkiye Devleti, sadece onları mesleki görevlerini yerine getirmekten alıkoymamaktadır, aynı zamanda müvekkillerini kendilerinin seçtikleri bir müdafii tarafından temsil edilme haklarından da mahrum etmektedir. Bu iki davranış da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 6, fıkra 2 ve BM Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler 1. Maddesinin ihlalidir. Üstelik Temel Prensiplerin 18. Maddesi uyarınca avukatlar müvekkilleri veya müvekkillerinin davaları ile özdeşleştirilmemelidir.

Avukatların tutuklanmasını BM'ye taşıdılar

ÇHD Genel Başkan Yardımcısı Münip Ermiş'in de katılımıyla dün İstanbul Barosu'nda bir basın toplantısı düzenleyen heyet, avukatların tutuklamalarını protesto etti. ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı, derneğin İstanbul Şubesi Başkanı Taylan Tanay ile derneğin üye ve yöneticileri Güçlü Sevimli, Günay Dağ,  Betül Vangölü Kozağaçlı, Şükriye Erden, Naciye Demir, Ebru Timtik, Barkın Timtik'in tutuklanmasını büyük bir endişe ile öğrendiklerini belirten heyetin üyeleri, 11 Şubat'ta konuyla ilgili BM İnsan Hakları Konseyi'ne başvurduklarını kaydetti. Avukatların tutuklanmaları ve haklarının ihlal edilmesini kamuoylarına da duyurduklarını vurgulayan avukat örgütleri temsilcileri, ÇHD'nin uzun yıllardır Dünya'da İnsan Hakları ve Demokrasi için Avrupalı Hukukçular'ın bir üyesi olarak hak savunuculuğu yaptığını vurguladı.

"Avukatlara yönelik davalar siyasi sebeplerle"

Heyet basın açıklamasında KCK kapsamında Silivri'de 46 avukata karşı yürütülen davanın da siyasi sebeple olduğunu gözlemlediklerini ifade etti ve ÇHD'li avukatların da aynı şekilde siyasi gerekçelerle tutuklandıklarını tespit ettiklerini kaydetti. Heyetin yaptığı açıklamada, "Bir kez daha avukatların görevlerini yerine getirmeleri sebebiyle müvekkilleri ile ya da müvekkillerinin davaları ile özdeşleştirilmelerini büyük bir endişe ile izlemekteyiz" denildi.

"Serbest bırakılmalılar, Türkiye hukuka uymalı"

Uluslararası avukat örgütleri, daha sonra olay tespitinde bulunarak hazırladıkları raporun ardından şu talepleri açıkladılar:

1) Tutuklanan avukatlar derhal serbest bırakılmalıdır.
2) Avukatlar, görevlerini icra etmeleri nedeniyle müvekkilleriyle veya müvekkillerinin davalarıyla özdeşleştirilmemelidir.
3) Türkiye Devleti;
a. Avukatların mesleklerini icra ederken herhangi bir gözdağı, engelleme, taciz ve uygunsuz müdahale ile karşılaşmamasını;
b. Avukatların, müvekkilleri ile yurtiçinde ve yurt dışında, herhangi bir engelle karşılaşmaksızın görüşebilmelerini ve bunun için özgürce seyahat edebilmelerini;
c. Bununla birlikte, avukatların, meslek tanımları kapsamında belirtilen görev, standart ve etik kurallar çerçevesinde gerçekleştirdikleri fiiller yüzünden, idari veya cezai soruşturma ile tehdit edilerek veya zarar görerek ekonomik ve diğer türlü herhangi bir yaptırıma maruz bırakılmamalarını sağlamalıdır.
4) Adil yargılanma hakkı ile ilgili olarak Türkiye tarafından kabul edilmiş tüm Uluslararası kurallar ve tüm Avrupa kuralları, örneğin; Kişisel ve Siyasal Haklar Uluslararası Sözleşmesi Madde 14, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Madde 6, tam ve eksiksiz bir şekilde Türkiye Devleti tarafından uygulanmalıdır.
5) 'Avukatların Rolüne Dair Temel Prensipler' Madde 7, 8, 16 ve 18, tam ve eksiksiz bir şekilde yürürlüğe konmalıdır. Haklarında herhangi bir suç isnat edilmiş olsun olmasın, tutuklanan ya da gözaltına alınan kişilerin tümü için derhal avukat temin edebilme hakkı bulunmalı ve bu hak gözaltı ya da tutuklamanın gerçekleştiği andan itibaren 48 saati hiçbir şekilde aşmamak koşuluyla kullanılmalıdır.

http://www.cnnturk.com/2013/turkiye/03/13/uluslararasi.avukat.orgutleri.turkiyede/699993.0/index.html
#111


Gaziantep Adliyesi'ndeki saldırıda 4 kişi hayatını kaybetti.

Gaziantep Valisi Erdal Ata, Gaziantep Adliye Sarayı otoparkı girişindeki silahlı saldırıya ilişkin, ''Saldırıda 4 kişi öldü. Saldırıyı gerçekleştiren Adem Çetin adlı kişi de şu anda gözaltında'' dedi.

Çatışmada ölenler yanlışlıkla vurulmuş

Gaziantep'te adliye otoparkı önünde meydana gelen saldırıda hayatını kaybeden 4 kişinin, yanlışlık sonucu vurulduğu ortaya çıktı. Kalaşnikof tüfekle Dedekurt ailesinin üzerine ateş açan 20 yaşındaki Adem Ç.'nin, aralarında husumet bulunan iki gruptan biri olan ve aynı gün duruşmaları bulunan Serkan G. ve beraberindekileri öldürmek için adliye önüne geldiği anlaşıldı. Ancak vuracağı söylenen şahısları tanımadığı öğrenilen Adem Ç., mal paylaşma davasından çıkan başka bir aileyi hedef olarak seçti.

Gaziantep Adliyesi otoparkının önünde meydana gelen, 4 kişinin ölümü ve 2 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayda, hayatını kaybeden kişilerin yanlış anlamaya kurban gittikleri öğrenildi. Alınan bilgilere göre, geçtiğimiz yıl Gaziantep Cezaevi önünde çıkan çatışmada 4 kişi yaralanmıştı. Çatışmada yaralanan E.K.'nin, bir suç örgütünün lideri olan S.G. ile aralarında çıkan husumet devam etti. S.G.'nin adliyede duruşmasının öğrenilmesi üzerine de 20 yaşındaki Adem Ç.'den S.G. ve beraberindekileri vurması istendi. İki ayrı suç örgütündeki kişilerin husumetinin ardından, Adem Ç. de sabah saatlerinde adliyeye geldi. Ancak öldürmesi söylenen kişileri tanımayınca, olayla hiçbir ilgisi olmayan ve mal paylaşımı davasından çıktığı öğrenilen mühendis Atilla Dedekurt, annesi Hatice Şenel Dedekurt, kız kardeşi Esra Dedekurt ile birlikte yanında bulunan Zeki Erdem Özümsöğüt'ün üzerine kalaşnikof silahıyla taradı. Olayda, Mehmet Kenan Dedekurt ile cezaevinde bir yakınını ziyaret eden Hasan Kılıcı yaralandı.

Olayda hayatını kaybeden mühendis Atilla Dedekurt'un Gaziantep'te sevilen ve saygı duyulan hayırsever bir işadamı olduğu öğrenildi. Atilla Dedekurt'un kız kardeşinin mahkemesi için adliyede olduğu ifade edildi.

Olaydan sonra kaçan zanlı Adem Çetin ise kaçtığı aracı olay yerine yaklaşık 1 kilometre uzakta terk ettikten sonra başka bir araçla Emniyet Müdürlüğü'ne giderek teslim oldu. Adem Ç.'nin sorgusunun ardından Gaziantep Emniyet Müdürlüğü çıkışında, "Herkes bilsin Urfalı ölmez" diye bağırdı. Adem Ç., "Kimse kendini mafya sanmasın. Bu memlekette Urfalılar var." dedi. Adem Ç., gazetecilerin "Pişman mısınız?" şeklindeki sorusuna da, "Ben değilim. Onları öldürdüm yetti." şeklinde cevap verdi.

Ölen ve yaralananların kimlikleri belirlendi

Gaziantep'teki silahlı saldırıda ölen ve yaralananların kimlikleri belirlendi.

Gaziantep Adliye Sarayı otoparkı girişinde düzenlenen silahlı saldırıda Zeki Erdem Özümsöğüt (26), Atilla Dedekurt (34) ve Hatice Şenel Dedekurt'un (54) olay yerinde hayatını kaybettiği, yaralanan Esra Dedekurt'un (29) da Şehitkamil Devlet Hastanesi'ndeki müdahalelere rağmen kurtarılamadığı öğrenildi.

Saldırıda Mehmet Kenan Dedekurt (29) ile yoldan geçen Hasan Kılıç'ın da yaralandığı, Dedekurt'un 25 Aralık Devlet Hastanesi'nde, Kılıç'ın ise (50) Dr. Ersin Arslan Devlet Hastanesi'nde tedavisinin sürdüğü bildirildi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/gundem_gaziantep-adliyesinde-catisma-4-olu_2065086.html


http://www.youtube.com/watch?v=xS8vkO-ya-8#
#112
Danıştay İdari Davalar Kurulu, Adalet Bakanlığı'nın CMK'da dinlemeyi düzenleyen yönetmeklikle ilgili yürütmeyi durdurma kararı verirken, 'Yargının alanına giren konularda yönetmelik çıkarma yetkin yok' dedi.

ERDAL KILINÇ/Ankara

Danıştay İdari Davalar Kurulu, örgütlü suçlara yönelik telefon dinleme, teknik takip ve gizli soruşturmacı uygulamalarını düzenleyen "Ceza Muhakemesi Kanununda Öngörülen Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı Ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik" hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu, "Yargının alanına giren konularda yönetmelik çıkarma yetkin yok" diyerek Adalet Bakanlığı'nı uyardı. Hukukçular bunun önemli bir karar olduğunu belirterek Adalet Bakanlığı'nın yetkisi olmayan bir konuda yönetmelik çıkardığını ve bunun hukuka uygun olmadığını belirtti.

Avukatın itirazı
Terör örgütü PKK'nın üst yapılanması KCK'ya yönelik soruşturma kapsamında 2009'da tutuklanan avukat Ebru Günay'ın avukatı Metin İriz telefon dinleme, gizli soruşturmacı (ajan) kullanma ve diğer teknik takip uygulamalara ilişkin esasların Adalet Bakanlığı'nın yönetmelikleriyle düzenlendiğini belirterek Danıştay'a başvurdu. Adalet Bakanlığı'nın yalnızca "idari" konularda yönetmelik çıkarabileceğini belirten İriz, söz konusu yönetmeliğin "yargı" alanıyla ilgili olduğunu, temel kişi hak ve özgürlüklerine ilişkin olduğunu belirterek iptalini istedi. Ancak itirazı değerlendiren Danıştay 10. Dairesi, bu talebi reddetti. Avukat İriz bunun üzerine Danıştay İdari Daireleri Kurulu'na başvurarak tekrar itirazda bulundu. İriz'in itirazını yerinde bulan üst kurul, bu yönetmelikle ilgili yürütmeyi durdurma kararı verdi.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu kararında şu ifadelere yer verdi:
"Ceza Muhakemesi Kanunu, bir bütün olarak incelendiğinde ilgili maddelerinde yönetmelikle düzenlenebilecek alanlar açıkca belirtilmiştir. Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde yasa koyucunun yönetmelikle düzenlenmesini öngördüğü konuları 'idari alan' olarak açıkça belirttiği, bu konu ve maddeler arasında 'telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim denetlenmesi' ve gizli soruşturmacı ve teknik araçlarla izleme' konularına yer vermediği, 333. maddede ise yönetmelik çıkarma yetkisini sadece bu yasada ön görülen (idari konularla ilgili) yönetmelikler ile sınırladığı sonucuna varılmıştır."

'Mahkemenin işi'
"Yasa koyucunun, Anayasa'nın kişi dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını koruma hakkına ilişkin 17. maddesi; özel hayatının gizliliğinin korunmasına ilişkin 20. maddesi, haberleşme hürriyetine ilişkin 22. maddesi, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetine ilişkin 26. maddeleri gibi birçok temel hak ve hürriyetle ilgisi olan iletişimin denetimi kapsamındaki faaliyetlerin özellikle yönetmelikle düzenlenmesini öngörmediği; ve bu konuları yasada ayrıntılı olarak düzenlemeyi tercih ettiği görülmektedir.
Başbakanlık, bakanlık ve kamu tüzel kişiliklerinin Anayasa'nın 124. maddesinden kaynaklanan düzenleme yetkilerinin ise, görev alanları ile ilgili kanunlarla ilgili olması sebebiyle mahkemelerin uygulayacağı yargılama usulüne ilişkin esaslar idarenin görev alanında değildir."

Prof. Dr. Ersan Şen: 'Doğru karar vermiş'
"Doğru bir karar verilmiş. Yönetmelik kanunun uygulamasıdır. Kanunda olmayan bir şey yönetmelikte olamaz. Bu karar önemlidir. Ancak telefon dinleme ve teknik takip devam eder. Çünkü CMK'nın 135-140 arasındaki maddeleri halen duruyor ve dinlemeler bunlara göre yapılır."

Avukat Metin İriz: 'Bakanlığın yetkisi yok'
Avukat Metin İriz, karara ilişkin şu açıklamayı yaptı: "Mahkemenin bu kararı tarihi bir öneme sahip. Bakanlığın bu konuda bir yönetmelik çıkarma yetkisi yok. Bu yönetmeliğe dayanılarak toplanan deliller sayılabilir. CMK'da Adalet Bakanlığı'nın hangi konularla ilgili yönetmelik çıkarabileceği belirlenmiştir. Örneğin arama, yakalama yönetmelikleri gibi... Kanunda bu hususlar yer almasına rağmen, teknik takip, ajan kullanma ve iletişim denetlenmesi gibi özel hayata ilişkin uygulamalar bunun dışında bırakılmış."

http://gundem.milliyet.com.tr/danistay-in-karari-adalet-bakanligi-na-uyari-gibi-yarginin-alanina-mudahale-etme-/gundem/gundemdetay/12.03.2013/1679160/default.htm
#113


Sultanahmet'teki eski İstanbul Adliyesi ana binası, İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü'ne tahsis edildi. Kararla, müdürlük 6 binada hizmet vermekten kurtulacak.

Haber: ERCAN SARIKAYA

İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün 150 yıllık tarihi binası geçen yıl aralık ayında elektrik kontağından çıkan yangında kül oldu. Binanın kullanılamaz hale gelmesiyle birlikte 2 milyon 500 bin öğrenci ve 103 bin öğretmene hizmet veren İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü ortada kaldı. Müdürlük, bir taraftan tarihi binanın yeniden restore edilmesi için çalışma başlattı. Binanın projeleri hazırlanıp İstanbul Valiliği İl Özel İdare Genel Sekreterliği'ne gönderildi. Bir taraftan da bütün birimleri bir arada toplayacak bina arayışına girdi.

Adliye binasını istediler

Eski Milli Eğitim Bakanı Ömer Çelik, Adalet Bakanlığı 'nın iki yıl önce boşalttığı Sultanahmet'te bulunan eski adliye binasını istedi. Ancak aradan aylar geçmesine rağmen tahsis ile ilgili Adalet Bakanlığı'ndan ses çıkmadı. Bunun üzerine İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü birimlerini kentteki 6 farklı binaya taşıdı. İl Milli Eğitim Müdürü Muammer Yıldız makam odasını İstanbul Lisesi'ne taşırken, yanan binada görev yapan müdür yardımcıları ve binadaki birimler ise Kumkapı, Cağaloğlu, Eminönü ve Zeytinburnu'nda bulunan binalara taşındı.

Sehpa üzerinde hizmet
Bu arada binanın restorasyon işleminin üç yıl bulacağı tahmin edilirken, yeteri kadar yer bulunamadığı için müdür yardımcıları, şube müdürleri ve memurlar sehpa ve sandalyeler üzerinde hizmet vermeye başladı. İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu ve yeni Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı, durumu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan 'a iletti. Başbakan Erdoğan'ın da yer tahsisi için talimat verdiği öğrenildi. Böylece İl Milli Eğitim Müdürlüğü'nün yeni yeri Sultanahmet'teki eski İstanbul Adliyesi oldu. Tahsis ile bina sorununun çözüldüğünü doğrulayan İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğü yetkilileri "Bina sorunumuzun çözülmesi önemli. Dağınık birimlerde hizmet vermekte zorlanıyoruz. Hem veliler hem öğretmenler mağdur oluyor. Evrakları bina bina dolaştırmak zorunda kalıyorlardı" dedi.
İki yıldır boş duruyordu

Sultanahmet Adliyesi 'elveda' yazılı bir pankartla, 2011 yılının ağustos ayında 56 yıllık görevine veda etti. Adliye birimlerinin Çağlayan'a taşınması ile birçok talibi olan bina inşa edildiği günden beri sorunlarla boğuşuyordu. Önce uzun yıllar yerine karar verilememiş, sonra inşa edildiği yerin tarihi kalıntılar üzerinde olduğu anlaşılmış, planına uygun şekilde büyütülemediği için hep yetersiz kalmıştı. Sultanahmet Meydanı'nda, İbrahim Paşa Sarayı'nın arkasında yer alan adliye binası Türk mimarlar Sedad Hakkı Eldem ve Ord. Prof. Emin Halid Onat'ın imzasını taşıyor. 1951'de inşaatına başlanan bina, 1955'te hizmete girmişti.

http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&ArticleID=1124888&CategoryID=77
#114


Rekabet Kurumu'nun 12 büyük banka hakkında başlattığı "kartel" soruşturmasında karar çıktı. Rekabet Kurulu, hakkında soruşturma yürüttüğü 12 bankaya toplam 1 milyar 116 milyon 957 bin 468,76 lira ceza verdi.

Kurul, mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri alanında Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un "Rekabeti Sınırlayıcı Anlaşma, Uyumlu Eylem ve Kararlar" maddesinin ihlal edildiğini belirledi.

Rekabet Kurumu'nun internet sitesinden yapılan duyuruya göre, Türkiye'de faaliyet gösteren 12 bankanın mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri alanında anlaşma veya uyumlu eylem içerisinde bulunmak suretiyle Rekabetin Korunması Hakkında Kanun'un 4. maddesini ihlal edip etmediğinin tespiti amacıyla yürütülen soruşturma tamamlandı.

Soruşturma, kredi kartı ihraç eden bankaların kredi kartı alışveriş ve gecikme faizi oranlarını da kapsayacak şekilde faiz oranlarını anlaşarak belirlediği iddiaları üzerine, Kurul'un, mevduat, kredi ve kredi kartı olmak üzere tüm faiz oranlarının birlikte belirlenip belirlenmediği yönünde başlattığı ön araştırma sonucunda açılmıştı.

CEZA YAĞDIRDI 

Rekabet Kurulu, hakkında soruşturma yürüttüğü 12 bankaya toplam 1 milyar 116 milyon 957 bin 468,76 lira ceza verdi.

Rekabet Kurulu;

Akbank'a 172 milyon 165 bin 155 lira,

Türkiye Garanti Bankası ve Garanti Ödeme Sistemleri ile Garanti Konut Finansmanı Danışmanlık'a 213 milyon 384 bin 545,76,

Yapı Kredi Bankası 149 milyon 961 bin 870,

Türkiye İş Bankası'na 146 milyon 656 bin 400,

Finansbank'a 54 milyon 21 bin 410,

Halkbankası'na 89 milyon 691 bin 370,

Vakıflar Bankası TAO'ya 82 milyon 172 bin 910,

Ziraat Bankası'na 148 milyon 231 bin 490,

Denizbank'a 23 milyon 55 bin 396,

HSBC Bank'a 14 milyon 875 bin 404,

ING Bank'a 12 milyon 72 bin 792,

Türk Ekonomi Bankası'na 10 milyon 668 bin 726 lira idari para cezası verilmesini kararlaştırdı.

http://ekonomi.milliyet.com.tr/rekabet-kurulu-12-bankaya-ceza-yagdirdi/ekonomi/ekonomidetay/08.03.2013/1677962/default.htm



Rekabet cezaları ''ölçülü''

Rekabet Kurulu'nun 12 bankaya verdiği cezanın ölçülü olduğunu belirten uzmanlar, bankaları zora düşürecek bir durumun söz konusu olmadığını ifade ediyor.

İSTANBUL - Ümit Çevik/ Murat Birinci

Rekabet Kurulu'nun yürüttüğü soruşturma sonucu 12 bankaya toplam 1 milyar 116 milyon 957 bin 468,76 lira ceza vermesini AA muhabirine değerlendiren ING Portföy Genel Müdürü Tankut Taner Çelik, Rekabet Kurulu kararının İMKB Bankacılık Endeksinde ilk etapta bir düşüş getirebileceğini belirterek, buradaki olumlu noktanın cezaların en alt limitten verilmesi olduğunu söyledi.

Rhea Portföy Yönetimi Yatırım Komitesi Üyesi Cüneyt Paksoy, kararın birincil etki olarak negatif etkisinin olmadığını ve piyasanın beklentisi noktasında pozitif geldiğini söyledi.

İMKB Bankacılık Endeksinin haftaya olumlu başlayacağını da dile getiren Paksoy, en azından bankacılık sektörünün üzerindeki baskının kalktığına dikkati çekerek, belirsiz bir konunun açıklık kazandığına ve çok da negatif bir şekilde neticelenmediğine işaret etti.

Marbaş Menkul Değerler Araştırma Müdürü Üzeyir Doğan, cezalar konusunda gelen ilk rakamların gelirlerin yüzde 0,6'sı ile yüzde 1,5'i arasında olduğunu söyledi. Doğan, sektörün büyüklüğü ve daha önce ifade edilen rakamlar göz önünde bulundurulduğunda, bankaların Cuma günü başlattıkları yükselişleri bu haftaya da taşıması ya da en azından olumsuzluğu sınırlamasının beklenebileceğini kaydetti.

http://www.aa.com.tr/tr/ekonomi/141633--rekabet-cezalari-olculu



Verilen ceza bankaları kızdırdı

Türkiye Bankalar Birliği'nden (TBB), Rekabet Kurulu'nun, 12 bankanın mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri alanında rekabeti ihlal ettiğine ilişkin kararının, bankalarda üzüntü, şaşkınlık ve hayal kırıklığı ile karşılandığını bildirdi.

TBB'den yapılan yazılı açıklamada, Rekabet Kurulu'nun 12 bankaya ceza vermesinin Türkiye Bankalar Birliği (TBB) tarafından tepkiyle karşılandığı belirtildi.

''Verilen kararın gerçekleri yansıtmadığı ve adaletsiz olduğu'' iddia edilen açıklamada, ''Rekabet Kurulu'nun, 12 bankanın mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri alanında rekabeti ihlal ettiğine ilişkin kararı, ülkemizin, rekabetin en yoğun yaşandığı ve en şeffaf sektöründe faaliyet gösteren bankalarımızda üzüntü, şaşkınlık ve hayal kırıklığı ile karşılanmıştır'' ifadelerine yer verildi.

Açıklamada, bankacılık sektörünün, özel düzenlemeleri olan ve çok sayıda kamu kurumu tarafından denetlenen her faaliyeti kayıtlı, düzenli ve kontrole tabi bir sektör olduğu, geniş kitlelerle muhatap olduğu ve ekonomide merkezi bir role sahip olduğu kaydedildi.

Sektörün, yapısı gereği yüksek rekabet altında çalıştığı vurgulanan açıklamada, ''Rekabet Kurulu'nun kararı sektörün bu farklı yapısını hiç göz önüne almamıştır. Oysa bankacılıkta rekabet ihlali gibi nazik ve karmaşık bir konuda son derece hassas davranılması, bankacılık sektörünün düzenleyicisi ve denetleyicisi olan uzman kurumlar ile yakın ve konuya açıklık getirici işbirliği yapılması, sektörün özellikleri ile bu sektörden hizmet alanların davranış biçimlerinin tam olarak değerlendirilmesi beklenirdi'' görüşü dile getirildi.

''DELİL NİTELİĞİ TARTIŞMALI YAZIŞMALAR...''
Soruşturma ve karar aşamasında, bankaların işleyişinin ve özelliklerinin daha iyi anlaşılması için yeterli analizin yapılmadığının, ilgili uzman kurumların görüş ve önerilerinin yeterince dikkate alınmadığının anlaşıldığı savunulan açıklamada, ''Kararın temelini teşkil ettiği ileri sürülen, aslında delil niteliği tartışmalı yazışmalar, iktisadi hiçbir neden ve sonuçla da ilişkilendirilmediğinden ikna gücünden yoksundur. Var olduğu iddia edilen anlaşmaları, iktisadi gerçekler doğrulamamaktadır'' denildi.

''KARAR, BANKALAR TARAFINDAN YARGIYA GÖTÜRÜLECEK''
Mevduat ve kredi fiyatlamasında her zaman çok yoğun bir rekabet yaşandığı halde, bu alanlarda rekabetin sınırlandığı yönündeki kararın, bankacılık sektörünün yapısını anlamaktan çok uzak olduğu ve sektörün itibarını yok yere zedelediği iddia edilen açıklamada, şunlar kaydedildi:

''Rekabet Kurulu'nun kararı, gerçekleri yansıtmaktan uzak, tutarsız, hukuki dayanakları açısından adaletsizdir ve bu haliyle sektörde güvensizlik yaratmıştır. Bankacılığın itibarına zarar veren ve bankalar tarafından yargıya da götürülecek olan, henüz kesinleşmemiş bu idari kararın, yargı denetimi aşamasında, her yönüyle, geniş bir şekilde tekrar değerlendirileceğine inanılmaktadır.

Ayrıca sektör gerçeklerini yansıtmaktan uzak ve bu yüzden de temelden adaletsiz olan böylesi bir durumla bir daha karşılaşmamak amacıyla, ilgili mevzuatın, sektörün özelliklerini dikkate alır biçimde gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu amaçla, ilgili kurum ve kuruluşların da gözetiminde, mevzuatın yeniden düzenlenmesi için getirilecek öneriler üzerinde sektörün çalışmalara başlaması, TBB'nin gündemine alınmıştır.''

http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2013/03/09/rekabetin-cezasi-bankalari-kizdirdi



Tüketiciler Birliği Federasyonu: Bankalara, kişi başı 40 TL ceza verildi, cezalar az

İSTANBUL - Rekabet Kurulu'nun bankalara verdiği para cezasını değerlendiren Tüketiciler Birliği Federasyonu (TBF) Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz; "bu karar, bankacılık sektörünün topyekûn, tüketici haklarını ihlâl ettiklerinin en somut kanıtıdır" dedi.

Tüketiciler Birliği Federasyonu (TBF) Genel Başkanı Mehmet Bülent Deniz konuyla ilgili şu açıklamalarda bulundu:

Rekabet Kurulu tarafından bankalar hakkında yürütülen soruşturma sonunda, aralarında kamu bankalarının da bulunduğu on iki bankanın 4054 sayılı Rekabetin Korunması Hakkındaki Kanunun 4. maddesini ihlâl ettikleri tespit edilerek, toplam olarak bir milyar yüzonaltı milyon dokuzyüzelliyedi bin lira para cezası verilmiştir.

Yıllardır Sürdürülen Mücadelede Önemli Gelişme
Tüketiciler Birliği Federasyonu (TBF) çatısı altında örgütlenen ve uzun yıllardır tüketici hareketi içinde çalışmalarını yürüten bizler; 2007 yılı başından bu yana bankaların tüketici haklarına ilişkin saygısız, tüketiciyi yok sayan ve tüketici haklarını ihlâl etmekten çekinmeyen uygulamalarını kamuoyuna ısrarla duyurduk. Hak arayışımızın en somut yöntemi olan yargı yolu sıklıkla kullanılarak, 2007 yılından bu yana, bankaların hukuka aykırı uygulamalarını tespit eden yüzbinlerce yargı kararı verildi.

Bankacılık sektörünün müşterisi olan tüketicilerin sayısının çokluğu, ülkemiz hukuk sisteminde yargı kararlarının "emsal" olmakla birlikte, bir başkasının hakkının yerine getirilmesi için bağlayıcı nitelikte olmaması, hukuk düzenlemelerindeki kimi boşluklar ve her şeyden önemlisi sektörün kendisini hukukun üzerinde gören yaklaşımı nedeniyle tüketici-banka ilişkisi her geçen gün daha da gerginleşmiştir. Bir "güven kurumu" olması gereken bankalara karşı, tüketicinin güveni kalmamış; tüketici banka şubelerinin, ATM lerinin önünden geçmeye korkar hale gelmiştir.

Kamu, Görevini Yapmıyor, Tüketici Mağdur Olmaya Devam Ediyor
Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı tarafından 2012/Temmuz ayında dile getirilen bankacılık uygulamalarındaki sorunların çözümü için hazırlanan yeni tüketici yasası taslağı, yasama organının önüne getirilememiş, her geçen gün bankaların mağdur ettiği tüketici sayısı artmaya devam etmiştir.

Sektörün düzenleyici ve denetleyicisi olan Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) nın kuruluş yasasında kendisine verilen, "tüketici hak ve çıkarlarını koruma" dışında her türlü görevini yerine getirdiği gözlemlenmekte, bir tebliğ yayınlayarak tüketicinin cebinden haksız yere para alınmasının engellenebileceği konularda, sessizlik tercih edilmiştir. BDDK nın ısrarlı sessizliği, tüketicileri artık şaşırtmamaktadır.

Ceza Miktarı Az, Ama Yine de Teşekkürler Rekabet Kurulu...
Bu ortam içinde Rekabet Kurulu tarafından yürütülen soruşturma sonucunda verilen mahkûmiyet kararı özel bir önem ve anlam taşımaktadır. Karar ile bankaların rekabeti engelleyici ve dolayısıyla tüketici haklarını ihlâl eden tutumlarının varlığı tespit edilmiştir. Karar tüketicileri sevindirmiş ve yıllardır yürütülen mücadelenin boşa olmadığını ortaya koymuştur.

Ancak verilen bir milyar yüzonaltı milyon dokuzyüzelliyedi bin lira para cezası, bankacılık hizmetlerini kullanan otuz milyon yurttaşımız için kişi başına kırk lira anlamına gelmekte, rekabetin engellenmesi ile elde edilen haksız kazancın büyüklüğü yanında hiçbir anlam ifade etmemektedir. Sadece kredi kart aidatı adı altında her yıl alınan iki milyar beşyüz milyon lira dikkate alındığında dahi verilen cezanın yeterli olmadığı görülmektedir.

Bankasını Seçemeyen Tüketicilerin Ülkesi
Rekabet Kurulu kararına konu olan "bankaların rekabeti engelleyici tutumları" yanında daha önemli olan sorun, ülkemiz tüketicisinin çalışmak istediği bankayı serbestçe seçme olanağının da bulunmamasıdır. Büyük çoğunluğunu ücretli kesimin oluşturduğu tüketiciler, ücretlerini banka üzerinden almakta, kendilerinin değil işverenlerinin seçtikleri bankanın müşterisi olmaktadırlar. Böylelikle ücretlerini almanın yanında kredi kartı, tüketici kredisi ve diğer bankacılık hizmetleri için zorunlu olarak ücretin yattığı bankayla çalışan tüketicinin serbestçe karar verme iradesi açıkça ihlâl edilmektedir.

Yok Aslında Birbirimizden Farkımız
Öte yandan bankaların uyguladıkları faiz oranları, aldıkları masraf ve komisyon miktarları neredeyse birbirinin aynıdır. Örneğin, halen dahi bugün itibariyle kredi kartına uygulanan faiz oranı, kredi kart hizmeti veren yirmi bankada da aynı miktarda uygulanmaktadır. Tüketici hangi bankanın kapısını çalarsa çalsın aynı oranlarla, miktarlarla karşılaşmaktadır.

Bankaları Boykot Edebilir miyiz?
Temel ve yaşamsal gıda ürünlerine zam yapıldığında, tüketiciden bu malları almayarak boykot etmesi istenmesinin uygulanabilir olmaması gibi yolu bir şekilde bankadan geçen, geçmek zorunda kalan tüketici için, banka hizmetlerini satın almamak da, yaşamın gerçekleri ile bağdaşmamaktadır.

Aynı şekilde tüketici haklarını ihlâl eden bankalar için kara listeler oluşturmaya ilişkin önerileri de, yaşama geçirilmesi olanaklı görünmemektedir.

Çözüm
Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı'nın geçtiğimiz yıl Temmuz ayında yaptığı bankalarla ilgili açıklaması, tarafımızdan kuvvetli bir şekilde desteklenmiş, bankaları hizaya getirecek her türlü düzenleme için siyasi iktidarın yanında olduğumuz belirtilmiştir. Rekabet Kurulu kararı ile siyasi iktidarın eli daha da güçlenmiştir.

Yapılacak iş bellidir.
Siyasi iktidar tarafından yeni tüketici yasası taslağı TBMM. ne getirilmeli ve bankaların otuz iki ayrı kalemde aldıkları "deli dumrul haracı"nı engelleyecek hükümler en kısa zamanda yasalaştırılarak, tüketicinin cebine haksızca uzatılan bu eller kesilmelidir.

Tüketiciler Birliği Federasyonu (TBF) konuyla ilgili tüm gelişmeleri yakından izlemekte ve her türlü katkıyı sağlamak için çalışmalarını sürdürmeye devam etmektedir.

http://www.dunya.com/mobi/news_detail.php?id=184428
#115
SPK, Kamuyu Aydınlatma Platformu'nda (KAP) Elektronik Genel Kurul Sistemi'nin uygulanmasına ilişkin duyuru yayımladı. Buna göre İMKB Ulusal Pazar ve Kurumsal Ürünler Pazarında hisse senetleri işlem gören şirketler için elektronik genel kurul zorunlu, payları MKK'da kayden izlenen borsa kotunda bulunmayan diğer şirketler (İMKB İkinci Ulusal Pazarı, Serbest İşlem Platformu, Gözaltı Pazarı, Gelişen İşletmeler Piyasası) içinse bu aşamada elektronik genel kurul zorunluluğu bulunmadığı bildirildi. Zorunluluk olmamasına rağmen bu kapsamdaki dileyen şirketler genel kurullarını elektronik ortamda da yapabilecekler. SPK duyurusu şu şekilde:

T.C.
BAŞBAKANLIK
Sermaye Piyasası Kurulu

Sayı : 29833736 -199 - 21/02/2013
Konu : Elektronik Genel Kurul Uygulaması Hk.

ELEKTRONİK GENEL KURUL SİSTEMİ'NİN UYGULANMASINA İLİŞKİN DUYURU

6362 sayılı Sermaye Piyasası Kanunu'nun (SPKn) yürürlüğe girmesi sonrasında Merkezi Kayıt Kuruluşu A.Ş. (MKK) tarafından payları kayden izlenen ortaklıkların elektronik genel kurul yapmalarına ilişkin olarak:
a) Payları borsaya kote şirketler (Ulusal Pazar ve Kurumsal Ürünler Pazarı) için:
i) Fiziki genel kurul yanında zorunlu olan elektronik genel kurul uygulamasına devam edilmesi ve SPKn'nun 30 uncu maddesi kapsamında payları borsaya kote şirketlerin elektronik genel kurullarının MKK tarafından sağlanan elektronik ortam üzerinden gerçekleştirilmesi gerekmektedir.
ii) 28.08.2012 tarih ve 28395 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan Gümrük ve Ticaret Bakanlığının "Anonim Şirketlerde Elektronik Ortamda Yapılacak Genel Kurullara İlişkin Yönetmelik"inin Geçici 1'inci maddesinin birinci fıkrasında yer alan hüküm kapsamında; konuya ilişkin esas sözleşme değişikliklerinin ilk genel kurulda yapılacak olması, hak sahiplerinin genel kurul toplantısına elektronik ortamda katılmaları için gerekli olan sistemin kurulması ve hak sahiplerine elektronik ortamda katılma imkanının sağlanması zorunluluğunu ortadan kaldırmayacaktır.
b) Payları MKK'da kayden izlenen borsa kotunda bulunmayan diğer şirketler (İMKB İkinci Ulusal Pazarı, Serbest İşlem Platformu, Gözaltı Pazarı, Gelişen İşletmeler Piyasası) için:
i) Bu aşamada elektronik genel kurul zorunluluğu bulunmamaktadır.
ii) İsteğe bağlı olarak elektronik genel kurul yapmak isteyen şirketler MKK sistemi aracılığı ile MKK ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın ilgili düzenlenmelerine ve duyurularına uymak suretiyle genel kurullarını elektronik ortamda yapabileceklerdir.
Bilgi edinilmesi rica olunur.

http://kap.gov.tr/yay/Bildirim/Bildirim.aspx?id=261558
#116


Hemen hemen her sofrada yer alan yoğurtla ilgili çok önemli uyarı geldi. Bizim faydalı diye yediğimiz yoğurttaki asıl tehlikeyi Çapa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar açıkladı.

Çapa Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi Dr. Yavuz Dizdar, endüstriyel yoğurdun yoğurt olmadığını ve son dönemde artan kanser vakalarında bunun etkisinin ilk sırada olduğunu söyledi.

Kanser hastalığı her geçen gün artıyor. Etrafımızda her gün birisine kanser teşhisi konulduğunu duyuyoruz. Uzmanlar, kanserdeki bu kadar yoğun bir artışı yalnızca sigara ile alkolle ve obezite ile açıklamanın mümkün olmadığını düşünüyor.

Rotahaber'e konuşan Çapa Tıp Fakültesi Hastanesi öğretim üyesi Dr. Yavuz Dizdar, bu kadar çok hasta ortaya çıkmasını, herkesin maruz kaldığı bir etmenden kaynaklanabileceği görüşünde. Beslenme açısından da birbirinden çok farklı sosyal statüdeki insanlarda da kanserin görüldüğüne dikkat çeken Dizdar, "şunları hayatınızdan çıkarın diyebileceğiniz neler var" sorusuna şu cevabı verdi:

"Biz bilim adamları olarak geçtiğimiz yıllarda bunu çok tartıştık. Birinci sırada olan yoğurt hala ilk sıradaki yerini koruyor. Bizim ülkemizde yoğurt, diğer ülkelere göre açık ara daha çok tüketilen bir üründür. Yoğurt, beslenmeden öte insan vücudunun dengesinin korunması açısından da çok önemlidir."

Bu sözleri ifade eden Yavuz Dizdar, bir noktanın altını çiziyor. "Ama işlemden geçmemiş, endüstriyel yoğurt olmamalı" diyor. Dizdar, endüstriyel yoğurttan niçin uzak durulması gerektiğini de şöyle anlayor:

"Çünkü endüstriyel yoğurt, yapay bir ürün. Ekşimiyor, dolapta bekleyen yoğurdu haftalar boyunca üstten yemeye devam etseniz bir şey olmuyor. Bunu ben defalarca test etmiş biri olarak biliyorum. Biraz dikkat eden herkesin de bildiğini düşünüyorum.

Bir ürün bu kadar çok tüketiliyorsa, bu kadar derin bir değişime gitti ise sorun var demektir. Bir gıdanın bozulma biçiminin dönüşmüş olması, ekşimenin ötesinde küflenmeyi bile atlıyor olması içerikte çok fazla değişiklik yapıldığını gösterir. Kimse kusura bakmasın. Bunlar yoğurt değiller. "

Ana fermente ürünün yoğurt olduğunu hatırlatan Dizdar, maalesef Türkiye'de olmazsa olmazın başında yoğurt ve ayranın geldiğini hatırlatıyor.

HER ŞEY SON 10 YILDA DEĞİŞTİ

Türkiye'de yoğurdun bir 10-15 yıl önce kesinlikle böyle olmadığını hatırlatan Dizdar, bu yeni yoğurt yönteminin bilinçli bir şekilde Türkiye'ye dayatıldığını söyledi. Dizdar, bu güçlerin, yoğurda ilişkin Türkiye'deki yasal tebliğleri bile değiştirdiğini ifade etti. Kendisinin bu konuda eleştirileri gündeme getirdiğinde bazı endüstriyel yoğurt üreticilerinin, "Hocam size bozulmayan yoğurt verdik daha ne istiyorsunuz" diyenlerin olduğunu dile getirdi.

Dizdar, "Peki hayatımızdan her şeyi ile yoğurdu çıkarmalı mıyız?" sorusuna da kesin bir cevap veriyor. "Kesinlikle hayatımızdan çıkarmamalıyız. Tam tersine mümkün olduğu kadar daha çok yer açmalıyız. Ama, endüstriyel yoğurdu bırakıp yoğurdu evde yapmalıyız" diyor.

http://yemek.haber7.com/yemek/haber/990229-yogurdu-hayatinizdan-cikarin-cunku


UHT edilmiş kutu sütler için de benzer görüşler dile getirilmişti.

10-15 yıl önce bazı uzmanlar, "Sokak sütü mikrop saçıyor, ilkelliği bırakın, kutu sütü alın." çağrısı yapıyordu. Medya organları da sokak sütü sebebiyle rahatsızlanmış çocukları göstererek bu durumu körüklüyordu. Malum, Türk halkının sorgusuz sualsiz yeniliğe açık yapısı bu bombardımana daha fazla dayanamadı. Artık herkesin evine 'kutu süt'ler girmeye başlamış, öyle ki mahalle sütçülerinin nesli kurutulmuştu neredeyse. Marka sayısı arttıkça kutu sütlerin fiyatları da makulleşti. Kullanımı da oldukça pratikti üstelik. Ne evde tencere kirletip dakikalarca kaynatmanız gerekiyordu ne de kısa sürede tüketmeniz. Hâl böyle olunca; bebekler, çocuklar ve yetişkinlerin vazgeçilmezi oldu kutu içindeki UHT sütler. Oysa UHT yöntemi suda çözünen vitaminlerin neredeyse yüzde 80'ini ve B12 vitamininin ise tamamını ortadan kaldırıyordu. Bağırsaktaki probiyotiklere (yararlı bakterilere) zarar vererek onların bağırsağımızda sentezlediği vitaminlerin üretiminin de azalmasına sebep oluyordu. Bu sebeple beslenme uzmanları kutu sütler yerine pastörize edilmiş günlük şişe sütlerin ve şayet temiz, güvenli olduğuna inandığımız üreticiler varsa çiğ sütün tüketilmesinin en ideal yol olduğunu açıklamışlardı. Ayrıntılar için lütfen tıklayınız.
#117
Uzun zaman oldu, bir İslam ülkesinde görev yapan bir müftünün başlangıç noktasını 10-12 olarak belirlediği küçük yaşlardaki kız çocuklarının evlendirilebileceğine dair vermiş olduğu fetva özellikle Batı dünyasında çok büyük tartışmalara kapı açtı.

O dönemlerde almış olduğumuz konu ile alakalı soruya cevap vermeye çalışacağım bu yazıda. Müftü o fetvasında(!) "bayanlarda evlilik yaşının 25'e çıkartma çabalarının yanlış olduğunu, İslam'a göre 10 ile 12 yaş arasında bayanların fıtraten evlilik fonksiyonlarını eda edebileceğini ve babaanne-anneannelerinin o yaşlarda evlendiğini" söylüyordu. Müftünün delil olarak ortaya sunduğu iki şey –ki zaten okuyucu da sadece bunları soruyor- ekseninde sınırlandırmaya çalışacağım yazıyı.

Dikkat ederseniz 2 şey söylüyor müftü; o yaşlarda bayanların fıtraten evliliğe hazır olduğu ve babaanne-anneanne misalleri üzerinden kendi kültürü. İkincisinden başlayalım; sosyal, siyasal, ekonomik, coğrafî vb. özelliklerin belirleyici olduğu kültürel bir olguyu –doğruluğu ve yanlışlığını tartışma ayrı bir mevzu- o bölgede yaşayan nüfusun dinî kimliğinden hareketle İslam ile özdeşleştirme ve "İslam'a göre" demek tek kelime ile yanlıştır. Din ekseninde dün, bugün ve ihtimal yarın da yaşadığımız ve yaşayacağımız birçok kafa karışıklığının altında maalesef bu yaklaşım vardır. Bir şeyin dinî olması ile örfî olması ve/ya dinin o şeye onay vermesi birbirinden farklı şeylerdir.

Burada şu itiraz yapılabilir; 15 asırdır ve neredeyse yüzde yüz nüfusun Müslüman olduğu coğrafyada var olan o kültürel olgu, mutlaka dinden cevaz almıştır; almıştır ki uygulama alanı bulmuş ve bugünlere gelmiş; aksi halde bu zihniyet ve uygulamanın günümüze kadar gelmesi imkânsızdır. Doğrusu bu yaklaşıma itiraz edecek ve bu itirazı temellendirebilecek bir delile sahip değilim. Katılıyor ve ben de aynen böyle düşünüyorum.

Ama doğru mu bu yaklaşım? Bence yanlış. Neden? Çünkü dün-bugün mukayesesi içinde sorgulama yok. Zihnî önkabuller etkin. Kim bilir belki dün, dünkü hayat şartlarında doğru olan bu şey bugün yanlıştır. İşte eksik olan bu. Mezkûr olgu yanlış olabilir zihniyetiyle meseleye yaklaşıp dinî delilleri yeniden ele alma, ulemadan bize intikal eden mezkûr görüşleri Kur'an ve sünnet hakemliğinde yeniden sağlamasını yapma; bunu yapmıyor ve mevcudu olduğu gibi kabullenme kolaycılığına kaçıyoruz.

İkincisi ise; 10-12 yaşları arasındaki kızların fıtraten evlilik fonksiyonlarını eda edebilecek çağa ulaşmış olmaları. Gerçekten öyle mi? Neyi kastediyor müftü? Biyolojik olgunluğa ermeyi mi? Yani o yaşlardaki kızların akile-baliğa olması, anne olabilecek çağa gelmesini mi? Kocasının hanımı, çocuklarının annesi, kayınvalide ve pederinin gelini olabilecek zihnî olgunluğa ulaşmasını mı? Sevinç ve kederleri ile birlikte hayatın bütün zorluk ve sıkıntılarına göğüs gerebilecek, sevinç ve neşeleri bir eşten, anneden, gelinden ve toplumsal açıdan bakarsak bir fertten beklenenleri karşılayabilecek kemale ulaşmasını mı? Eğer bunların bütününü kastediyorsa, müftümüz içinde yaşadığı dünya gerçeklerinin çok ama çok gerisinde bir yerlerde yaşıyor demektir. İnternet arama motorlarından yapacağı küçücük bir araştırmada uzmanların hep aksi ve aykırı istikamette yerini alan tespitlerini ve delillerini görecektir. Aslında konu İslam'a göre kız olsun-erkek olsun küçük yaşlardaki çocukların evlenmesi ve evlendirilmesi sorusuna kilitli. Ayet, hadis, fıkhî görüşler, bunlar çerçevesinde oluşması gereken gelenek ve tabii ki günümüzün ilminin yaptıkları tespitler kelimenin hakiki manasıyla "İslam'a göre" diyebileceğimiz zemindir. Bu zeminin bazı ayaklarının eksik olması yanlış kanaatlere, söylemlere sürükler bizi. Bugün olan ve soru-cevap ekseninde bu yazının yazılmasına sebebiyet veren de zaten budur.

http://www.zaman.com.tr/ahmet-kurucan/islamda-evlilik-yasi_2053559.html



Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Hz. Aişe (r.a.) ile evlendiğinde Hz. Aişe kaç yaşında idi?

25 Yaşında iken 40 yaşında ve dul olan Hz. Hatice ile evlenen, Hz. Hatice'nin vefatına kadar da 25 sene bu evliliği en güzel şekilde sürdüren, yaşı ilerleyen Hz. Hatice'nin teklifine rağmen ikinci bir evlilik yapmayan Hz. Muhammed (s.a.v.) Hz. Aişe (r.a.) ile evlendiğinde Hz. Aişe kaç yaşında idi?

Peygamberliğin gelişinden on yıl sonra, elli yaşındayken eşi Hz. Hatice'yi kaybeden Peygamberimiz (asm.) kendisine hem ev işleri ve çocuklarının bakımında yardımcı olacak, hem de İslâm'a davet faaliyetlerinde destek olacak eşlere ihtiyacı vardı. Bunun için bir yandan yaşlı ve dul bir kadın olan Sevde'yi, öte yandan da en yakın arkadaşı olan Hz. Ebubekir' in kızı Hz.Ayşe'yi istetti.

Hz. Peygamberin bu isteği, vahyin başlangıcından on yıl sonradır. Hz. Ayşe vahiy başlangıcından beş altı yıl önce doğmuştur. Dolayısıyla Hz. Ayşe'nin Peygamberimizle evlendiği yaşın on yedi-on sekiz olduğu ortaya çıkar.

Bu konu, daha detaylı bir şekilde Mevlana Şibli' nin "Asr-ı Saadet" kitabında geçer. (İst. 1928. 2/ 997)

Hz. Ayşe'nin evlendiği zaman yaşının büyük olduğunu, ablası Esma'nın biyografisinden kesin olarak anlıyoruz. Eski biyografi kitapları Esma'dan bahsederken diyorlar ki:

"Esma yüz yaşındayken, Hicretin 73. Yılında vefat etmiştir. Hicret vaktinde yirmi yedi yaşındaydı. Hz. Ayşe ablasından on yaş küçük olduğuna göre, onun da hicrette tam on yedi yaşında olması icap eder. Ayrıca Hz. Ayşe, Hz. Peygamber'den önce Cübeyr'le nişanlanmıştı. Demek evlenecek çağda bir kızdı." (Hatemü'l Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu, s. 210)

Konuyla ilgili daha detaylı bilgi edinmek isteyenlerin, Dr. Reşit Haylamaz'ın "Âişe Vâlidemiz'in Evlilik Yaşı" başlıklı aşağıda yer alan makalesini okumasını tavsiye ederiz:

Âişe Vâlidemiz'in Evlilik Yaşı

Âişe Vâlidemiz'in, altı veya yedi yaşındayken nişanlandığı, on yaşındayken de evlendiği yönündeki rivayetler,1 onun evlilik yaşıyla ilgili kanaatin oluşmasında bugüne kadar en önemli âmiller olagelmiştir. Bu kanaatin yerleşmesinde, erken yaşlarda evlenmenin o gün oldukça yaygın oluşu ve coğrafi yapının etkisiyle çocuklardaki fizikî gelişmenin daha erken yaşlarda tamamlanması gibi sebeplerin de belirleyici olduğunu unutmamak gerekir. Onun içindir ki konu, dün denilebilecek bir zamana kadar hiç gündeme gelmemiş ve tartışma konusu olmamıştır.

Söz konusu hususu bugün, o günkü şartları nazara almayan ve İslâm'ı da 'dışarı'dan inceleme konusu yapanlar gündeme getirmekte ve meseleyi kendi zaviyelerinden değerlendirip tenkit etmektedir. Bu farklı duruşa İslâm Dünyası'nın tepkisi de aynı değildir; bir kısmı, meseleyi olduğu gibi kabul etmenin gerekliliği hususunda ısrar ederken2 az da olsa diğer bir kısmı, evlendiği dönemde Âişe Vâlidemiz'in, daha olgun bir yaşta olduğunu3 ifade etmektedir. Karşılıklı tepkilerin ağırlığını hissettirdiği bu tartışmalar esnasında, her zaman dengenin korunamadığı; tepkilere cevap teşkil etsin denilirken söz konusu rivayetlerin yok sayıldığı veya bu tavra tepki olarak diğer alternatifleri görmezden gelme yanlışlığına düşüldüğü de bir gerçek.

Bilindiği üzere herkes, kendi yaşadığı devrin çocuğudur ve arkadan gelen nesiller tarafından da, o devrin kültürü esas alınarak değerlendirmeye tâbi tutulmalıdır.

Toplumlar, ortak birikimin neticesinde hâsıl olan 'örf'lere göre yön bulurlar ve bunların hesaba katılmadığı yerde, o toplum hakkında karar verme konumunda olanların isabetinden söz etmek oldukça zor, hatta imkânsızdır.

Meseleye bu zaviyeden bakıldığında, Allah Resûlü' nün neş'et ettiği dönem itibariyle kız çocuklarının erken evlendirildiği4 ve bu türlü evliliklerde yaş farkının pek önemsenmediği5 bilinen bir vak'adır. Kız çocukları hakkında o günkü toplumun benimsediği olumsuz tavrın ve bu tavrın aileler üzerinde oluşturduğu baskının, bu anlayışı tetiklediği de söylenebilir. Burada, iklim ve coğrafî şartların müsait olması yönüyle çocukların, fizikî gelişimlerini daha erken tamamladığı ve kız çocuklara, kocasının evinde büyümesi gereken birer varlık olarak bakıldığı gerçeğini de unutmamak gerekir. Kaldı ki bu, sadece kız çocuklarıyla ilgili bir mesele değildir; o günkü uygulamalara bakıldığında erkek çocukların da erken yaşlarda evlendirildiği anlaşılmaktadır. Mesela Amr ibn Âs ile oğlu Hz. Abdullah'ın arasındaki yaş farkı, sadece on ikidir ki bu durumda Hz. Amr, dokuz veya on yaşındayken evlenmiş olmalıdır.

Bu bilgilerden hareketle diyebiliriz ki Âişe Vâlidemiz, dokuz yaşındayken evlenmiş olsa bile ortada garipsenecek bir durum yoktur. Şayet böyle bir husus söz konusu olmuş olsaydı, Zeyneb Vâlidemiz'le izdivacında fırtına koparmak isteyenlerle, Benî Mustalık Gazvesi dönüşünde ve hiç olmadık yerde Âişe Vâlidemiz'e iftira atanların, onlar açısından önem arz eden böyle bir meseleyi dillerine dolamamaları düşünülemezdi. Sonuç nasıl olursa olsun sadece başlı başına bu bilgi bile, Âişe Vâlidemiz'in evliliği konusunda olumsuz herhangi bir durumun olmadığını ispat için yeterli bir güce sahiptir.

Peki, gerçekte durum nedir? Yaş tespiti konusunda yukarıdaki bilgiler tek alternatif midir?

Bu soruların cevabını alabilmek için elbette o günlerin kapısını aralamak ve aralanan bu kapılardan girerek meseleyi, deliller üzerinden tetkik etmek gerekmektedir. Dilerseniz, ulaşılan delillerin bize ne ifade ettiğine birlikte bakalım:

1. Risâletin ilk günlerinde Müslüman olanların isimleri sıralanırken, ablası Esmâ Vâlidemiz'le birlikte Âişe Vâlidemiz'in adı da zikredilmektedir. Dikkat çekici olan bu zikrin, Hz. Osmân, Zübeyr ibn Avvâm, Abdurrahmân ibn Avf, Sa'd ibn Ebî Vakkâs, Talha ibn Ubeydullah, Ebû Ubeyde ibn Cerrâh ve Erkam ibn Ebi'l-Erkam gibi 'Sâbikûn-u Evvelûn' tabir edilen en öndekilerin hemen arkasından; Abdullah ibn Mes'ûd, Ca'fer ibn Ebî Tâlib, Abdullah ibn Cahş, Ebû Huzeyfe, Suhayb ibn Sinân, Ammâr ibn Yâsir ve Habbâb ibn Erett gibi isimlerden de önce gerçekleşiyor olmasıdır.7 Demek ki Âişe Vâlidemiz, o gün küçük de olsa 'irade' beyanında bulunabilecek bir çağda ve ilk Müslümanlar arasında yer alabilecek bir durumdadır. Söz konusu bilgilerde ondan bahsedilirken, 'O gün o küçüktü.' şeklinde bir kaydın konulmuş olması, bu manayı ayrıca teyit etmektedir.8

2. Ablası Esmâ Vâlidemiz'in konumu da bu kanaati güçlendirmektedir; zira onun, on beş yaşında iken Müslüman olduğu bilinmektedir.9 Bilinen bir gerçek de onun, 595 yılında dünyaya gelmiş olduğudur.10 Bütün bunlar, risâletin ilk yılı olan 610 tarihini göstermektedir. Demek ki Âişe Vâlidemiz, yaşı küçük olmasına rağmen 610 yılında Müslüman olmuştur. Bunun için o gün onun, en azından beş, altı veya yedi yaşlarında olması gerekir ki, on üç yıllık Mekke hayatıyla en az yedi aylık11 Medine günleri de bu tarihe ilave edildiğinde onun, Allah Resûlü ile evlendiği gün –risâletten beş yıl önce dünyaya gelmiş olma ihtimalini esas alacak olursak- en azından on sekiz yaşında olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

3. Mekke günleriyle ilgili olarak Âişe Vâlidemiz, "Ben Mekke'de oyun oynayan bir kız iken Hazreti Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)'e, 'Doğrusu, onların asıl buluşma zamanları, kıyamet saatidir; Kıyamet saatinin dehşeti ise, tarif edilemeyecek kadar müthiş ve ne acıdır!' (Kamer Sûresi, 54/46) ayeti nâzil oldu."12  bilgisini vermektedir ki bu bilgi, onun yaşıyla ilgili olarak bize farklı kapılar aralamaktadır. Şöyle ki:

4. Söz konusu ayet, Kamer sûresinin 46. ayetidir ve bütün halinde nâzil olan bu sûrenin, İbn Erkam'ın evinde iken ve bi'setin dördüncü (614),13 sekizinci (618) veya dokuzuncu (619)14 yılında indiğine dair farklı rivayetler vardır. Özellikle ayın ikiye yarılma hadisesini ve o gün buna olan ihtiyacı nazara alan bazı âlimler, söz konusu tarihin 614 olması gerektiği üzerinde durmuşlardır ki bu tarih esas alındığında Hz. Âişe Vâlidemiz, ya henüz dünyaya gelmemiş veya yeni doğmuş demektir. 618 veya 619 tarihi esas alındığında da durum pek değişmemektedir. Zira bu durumda o, henüz dört veya beş yaşında demektir ki her iki yaş da, söz konusu hadiseyi kavrayıp yıllar sonra da aktarabilecek bir olgunluğu ifade etmemektedir. Bu durumda ise o, en yakın ihtimalle risâletin başladığı günlerde dünyaya gelmiş olmalıdır.

Burada dikkat çeken başka bir husus da, o günü anlatırken bizzat Âişe Vâlidemiz'in, "Oyun oynayan bir kız çocuğu idim." şeklindeki beyanıdır. Kendisini ifade ederken kullandığı 'kız çocuğu' kelimesinin karşılığı olan 'câriye' lafzı, ergenlik çağına geçişi ifade etmekte ve o dönemler için kullanılmaktadır. Arap şairlerinden İbn Yerâ, bu yaşlardaki birisini kastederek maksadını şu şekilde ifade etmektedir: "Sekiz yaşına geldiğinde artık o, benim için bir câriye değil; Utbe veya Muâviye'ye nikahlayabileceğim gelin adayımdır." Bazı bilginler bu kelimenin, on bir yaşın üzerindeki kız çocukları için kullanıldığını ifade etmektedir.

Kamer sûresinin indiği tarih olarak 614 yılını esas alacak olursak, Âişe Vâlidemiz'in risâletten en az sekiz yıl önce doğmuş olduğu ortaya çıkar ki bu tarih 606 yılına tekabül etmektedir. Bu ise, evlendiği gün onun on yedi yaşında olduğunu ifade eder. Sûrenin indiği tarih olarak 618 yılını kabul ettiğimizde ise onun, 610 yılında dünyaya gelmiş olma ihtimalini ortaya koyar ki bir yönüyle bu, evlendiği gün Âişe Vâlidemiz'in on dört yaşında olduğu sonucunu doğururken diğer taraftan onun, risâletten dört yıl sonra dünyaya gelmiş olamayacağını ispat eder.

Bu bilgilerle birinci maddede ifade edilenleri yan yana getirdiğimizde, Âişe Vâlidemiz'in 606 yılında dünyaya geldiği ve on yedi veya on yedi buçuk yaşında iken de evlendiği sonucuna ulaşmamız mümkün olmaktadır.

5. Âişe Vâlidemiz'in Mekke yıllarıyla ilgili olarak anlattığı bazı hatıralar da bunu destekler mahiyettedir. Mesela:

a) Risâletten kırk yıl önce gerçekleşen ve tarih belirlemede bir kıstas olarak kabul gören Fil hadisesinden geriye kalan iki kişiyi Mekke'de dilenirken gördüğünü söylemesi;

b) Mekke'nin en sıkıntılı günlerinde Allah Resûlü'nün sabah-akşam kendi evlerine geldiğini ve bu sıkıntılara dayanamayan babası Hz. Ebû Bekir'in de Habeşistan'a hicret teşebbüsünde bulunduğunu detaylarıyla birlikte anlatması;

c) İlk defa namazın ikişer rekat farz kılındığını, mukim olanlar için daha sonraları onun dört rekata çıkarıldığını, ancak sefer durumlarında yine iki rekat olarak bırakıldığını ifade etmesi;

d) "Biz İsâf ve Nâile'yi, Kâbe'de cürüm işlemiş ve bu sebeple Allah'ın kendilerini taş haline getirdiği Cürhümlü bir adamla kadın olarak duyup dururduk."20  gibi ifadelerle ilk günlerle ilgili nakillerde bulunması gibi daha pek çok hâtırat, daha ilk günlerden itibaren onun, gelişmeleri takip edebilecek bir çağda olduğunu ifade etmektedir.

6. Efendimiz'le izdivacı söz konusu olduğu günlerde Âişe Vâlidemiz'in, Mut'im ibn Adiyy'in oğlu Cübeyr ile sözlü oluşu da bu kanaati güçlendirmektedir. Burada ayrıca dikkat çeken husus, söz konusu teklifin, Havle binti Hakîm gibi aile dışından birisi tarafından gündeme getirilmiş olmasıdır. Açıkça bu onun, o gün evlilik çağına gelmiş ve evlendirilebilecek genç bir kız olduğunu ifade etmektedir.

Söz konusu 'sözlülük hali'nin, İbn Adiyy ailesi tarafından ve oğullarının anlayışı değişir gerekçesiyle feshedildiği de bilinen bir gerçektir.21 Burada akla, İbn Adiyy ailesinin, oğullarının anlayışını değiştireceklerinden endişe ettikleri Ebû Bekir ailesiyle böyle bir akdi niye ve ne zaman yaptıkları sorusu gelmektedir. Bunun en makul cevabı söz konusu akdin, ya risâletten önce veya İslâm'ın açıktan tebliğinin başlamadığı dönemde gerçekleşmiş olduğu şeklindedir ki her iki durumda da onun, bi'setin dördüncü yılında dünyaya gelmiş olma ihtimali söz konusu olamaz; hatta bu, sanıldığından da erken yıllarda dünyaya gelmiş olabileceğini düşündürmektedir.

Bu kararın, açıktan tebliğin başlandığı dönemde alınmış olma ihtimali nazara alınacak olursa bu tarihin, İbn Erkam'ın evinden çıkış günleri olan 613-614 yıllarını ifade ettiği görülecektir ki bu, sözlendiği dönem itibariyle onun henüz dünyaya gelmediğini kabullenmek demektir. Bu durumda, söz konusu akitten bahsetmenin de imkânı yoktur. Öyleyse bu sözün bozulduğu tarihlerde onun, en azından yedi veya sekiz yaşında olduğunu kabullenmemiz gerekir ki bu da onun, takriben 605 tarihinde dünyaya gelmiş olduğunu göstermektedir.23

7. Mevzuya ışık tutması bakımından Âişe Vâlidemiz'le diğer kardeşlerinin arasındaki yaş farkı da dikkat çekicidir. Bilindiği gibi Hz. Ebû Bekir (radıyallahü anh)'ın altı çocuğu vardır; bunlardan Hz. Esmâ ve Hz. Abdullah, Kuteyle binti Ümeys'ten; Hz. Âişe Vâlidemiz'le Hz. Abdurrahman, Ümmü Rûmân (r.anha)'dan; Muhammed, Esmâ binti Ümeys'ten ve Ümmü Gülsüm de Habîbe binti Hârice'den dünyaya gelmiştir. Bu durumda Esmâ Vâlidemiz'le Hz. Abdullah; Abdurrahmân ile de Âişe Vâlidemiz anabir kardeşlerdir ve bu her iki anabir kardeşlerin arasındaki yaş farkları konumuza ışık tutacak mahiyettedir; şöyle ki:

a) Hz. Ebû Bekir'in ilk kızı olan Esmâ Vâlidemiz, hicretten yirmi yedi yıl önce 595 tarihinde dünyaya gelmiştir.24 Allah Resûlü'nün hicreti esnasında Zübeyr ibn Avvâm ile evli ve o gün altı aylık hamiledir. Bir diğer ifadeyle o gün yirmi yedi yaşındadır.25 Üç ay sonra Medine'ye hicret ederken Kuba'da oğlu Abdullah'ı dünyaya getirecektir. Yetmiş üç yılında ve yüz yaşındayken, hatta dişleri bile dökülmemiş halde vefat etmiştir.

Âişe Annemiz ile ablası Esmâ Vâlidemiz'in arasındaki yaş farkı ondur.26 Buna göre (595+10=605) Âişe Vâlidemiz'in doğumunun 605; hicretteki yaşının da (27-10=17) olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Evlilik hicretten yedi ay sonra27 gerçekleştiğine göre demek ki, bu sıralarda Âişe Vâlidemiz'in yaşı, on yedi'yi aşmış, on sekiz yaşına yaklaşmış demektir. Bedir'in hemen akabindeki Şevvâl ayında evlendiği bilgisini esas aldığımızda ise onun, evlendiği gün on sekiz yaşını aşıp on dokuza adım attığını kabullenmemiz gerekmektedir.

b) Burada dikkat çeken bir diğer husus da, Âişe Vâlidemiz'in anabir kardeşi olan Hz. Abdurrahman ile arasındaki yaş farkıdır. Bilindiği gibi Hz. Abdurrahman, Hz. Ebû Bekir'in büyük oğludur ve ancak Hudeybiye'den sonra Müslüman olacaktır. Bedir'de, babasıyla karşılaşmamaya özen gösteren de odur ve o gün Abdurrahman, yirmi yaşındadır.28 Buna göre o, 604 yılında doğmuş olmalıdır. Kardeşler arası yaş farkının genelde bir veya iki olduğu bir toplumda, ağabeyi 604 yılında dünyaya gelen bir kardeşin 614 yılında doğması ve tabii olarak iki kardeşin arasında on yaş gibi bir farkın meydana gelmiş olma ihtimali çok zayıftır ve bunu destekleyen herhangi bir delil de bulunmamaktadır.

8. Âişe Vâlidemiz'in vefat tarihi konusunda gelen rivayetler de bu kanaati güçlendirmektedir. Zira onun vefat ettiği yıl ve o günkü yaşıyla ilgili olarak hicrî 55, 56, 57, 58 veya 59;29 yaşıyla alakalı olarak da altmış beş, altmış altı, altmış yedi veya yetmiş dört30 gibi farklı tarih ve rakamdan bahsedilmektedir. Bu ise, doğum tarihinde olduğu gibi onun vefat tarihiyle ilgili de kesin bir kabulün olmadığını göstermektedir.

Özellikle 58. yılında ve 74 yaşında iken vefat ettiğini ifade eden rivayette, onun vefat ettiği günün çarşamba olduğu, vefat tarihinin, Ramazan ayının on yedinci gecesine denk geldiği, vasiyeti üzerine Vitir namazından sonra Cennetü'l-Bakî'ye geceleyin defnedildiği, yine vasiyeti gereği namazını, Hz. Ebû Hüreyre'nin kıldırdığı, mezarına da, ablası Hz. Esmâ'nın iki oğlu Abdullah ile Urve, kardeşi Muhammed'in iki oğlu Kâsım ve Abdullah ile diğer kardeşi Abdurrahman'ın oğlu Abdullah gibi isimlerin indirdiği gibi detayların bulunması,31 diğerlerine nispetle bu bilginin daha güçlü olduğu izlenimi vermektedir. Öyleyse bu tarihi esas alarak bir hesaplama yapacak olursak onun, Efendimiz'in irtihalinden sonra kırk sekiz yıl daha yaşadığını (48+10=58+13=71+3=74) görmekteyiz ki bu hesaba göre o, risâletten üç yıl önce dünyaya gelmiş demektir.

Bu durumda evlendiği gün onun, (74–48=26–9=17+7 ay) on yedi yılını yedi ay geçtiği anlaşılmaktadır.

Yukarıdaki bilgilere ilave olarak, erkek çocukların bile yoldan geri çevrildiği Uhud günü onun da cephede oluşu,32 ilmî meselelerdeki derinliği, İfk Hadisesi karşısında ortaya koymuş olduğu olgun tavır ve beyanları, Fâtıma Vâlidemiz'le arasındaki yaş farkı, hicret ve sonrasında yaşanan gelişmelere detaylarıyla birlikte vukûfiyeti, Medine'ye intikal ettikten sonra evlilik işinin, bizzat babası Hz. Ebû Bekir'in gündeme getirmesiyle ve mehir takdirinden sonra gerçekleşmiş olması,33 model bir şahsiyet olarak Efendimiz'in toplum önündeki rehberlik konumu, peygamberlik hassasiyeti ve baba şefkati, gelen ayetlerde evlilik yaşıyla ilgili olarak rüşd şartının getirilmiş olması,34 onun yaşı ve evliliğiyle ilgili rivayetlerin farklılık arz etmesi yönüyle kesinlik ifade etmiyor oluşu,35 o günkü yaşını ifade ederken bizzat Âişe Vâlidemiz'in, şüphe ifade eden "altı veya yedi" tabirini kullanması, o günün toplumlarında doğum ve ölüm tarihlerinin bugünkü kadar net tespit edilmiyor oluşu gibi bilgiler üzerinde de durulabilir.

Ancak netice değişmemekte ve bunların hepsi, onun risâletten önce dünyaya geldiği, on dört veya on beş yaşlarındayken nişanlandığı ve on yedi veya on sekiz yaşlarındayken de Allah Resûlü (s.a.s.) ile evlendiği şeklindeki kanaati kuvvetlendirmektedir.

Bu durumda bize, nişanlandığında 6 veya 7, evlendiğinde ise 9 yaşlarında olduğu şeklindeki rivayetleri, 'O görünümde birisi idim.' manasına hamledip te'lif etmek düşecektir.36 Hz. Âişe Annemiz'in, fizikî durumu itibariyle zayıf bir bünyeye sahip olduğu bilgisi de bu yorumu güçlendirmektedir. Zira o, fizikî şartlardan çabuk etkilenen ve yaşıtlarına göre kendini daha küçük gösteren bir beden taşıyordu; Medine'ye hicret sırasında hastalanması,37 annesi tarafından özel ilgi gösterilerek iyileştirilmeye çalışılması,38 Benî Mustalık Gazvesi dönüşünde, içinde sanılarak hevdecinin deve üzerine yerleştirilmesi ve bu sırada onun hevdeç içinde olup olmadığının bile anlaşılamamış olması39 gibi hadiseler de bu durumu desteklemektedir.

Özetle Âişe Vâlidemiz, dokuz yaşında iken evlenmiş olsa bile o günkü toplum telakkilerine göre bu çok tabii ve doğal olmakla birlikte hadiseye daha genel bakıldığında onun, on yedi veya on sekiz yaşlarında iken 'Mü'minlerin Annesi' hüviyetini kazandığı anlaşılmaktadır.

Burada akla, "Madem öyle; bugüne kadar bu mesele niye bu şekilde gündeme gelmedi?" şeklinde bir soru gelmektedir. Başta da ifade edildiği gibi, yakın zamana kadar bu hususta olumsuz hiçbir beyan serdedilmemiş; ne Ebû Cehil gibi her fırsatı aleyhte değerlendiren muannit bir firavundan ne de Abdullah ibn Übeyy ibn Selûl gibi olmadık yerden fitne ve iftira üreten nifakın adresi olmuş birisinden bu evliliğe herhangi bir itiraz söz konusu olmamış, olamamıştır. Çünkü ortada itiraz edilecek herhangi bir durum yoktur. O günkü telakkilere göre her iki durum için de tabii bir kabullenme söz konusudur ve muhtemelen bu durum, konuya farklı yaklaşıp yeni bir bakış açısı getirme ihtiyacını da netice vermemiş, dolayısıyla söz konusu haberlerin doğruluğu veya alternatif bilgilerin varlığı hususunda İslâm âlimlerinin farklı bir mütalaada bulunmaları da mümkün olmamıştır.

Dr. Reşit Haylamaz

Dipnotlar
1. bk. Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr 20, 44; Müslim, Nikâh 71; Fedâilü's-Sahâbe 74; Ebû Dâvûd, Edeb 55; İbn Mâce, Nikâh 13; Nesâî, Nikâh 78; Dârimî, Nikâh 56.
2. bk. Azimli, Mehmet, Hz. Âişe'nin Evlilik Yaşı Tartışmalarında Savunmacı Tarihçiliğin Çıkmazı, İslâmî Araştırmalar, Cilt 16, Sayı 1, 2003, s. 28 vd.
3. bk. Doğrul, Ömer Rıza, Asr-ı Saâdet, Eskişehir Kütüphanesi (Eser Kitabevi), İstanbul, 1974, 2/141 vd; Nedvî, Seyyid Süleyman, Hazreti Âişe, Mütercim Ahmet Karataş, Timaş Yayınları, İstanbul, 2004, s. 21 vd. Savaş, Rıza, Hz. Âişe'nin Evlenme Yaşı İle İlgili Farklı Bir Yaklaşım, D. E. Ü. İlâhiyât Fak. Dergisi. 4, İzmir, 1995, s. 139-144; Yüce, Abdülhakim, Efendimiz'in Bir Günü, Işık Yayınları, İstanbul, 2007, s. 82, 83.
4. Efendimiz'in dedesi Abdulmuttalib'in çok erken yaşlarda Hâle binti Üheyb ile evlendiği, Efendimiz'in annesi Âmine ile babası Abdullah'ı da bu yaşlardayken evlendirdiği, hatta her iki evliliğin aynı mecliste gerçekleştiği, bu sebeple Efendimiz ile amcası Hz. Hamza arasında yaş farkının neredeyse aynı olduğu bilinmektedir.
5. Efendimiz'e bir de sıhriyet yönüyle yakın olabilme düşüncesiyle Hz. Ömer, aradaki yaş farkına rağmen Hz. Ali'nin kızı Ümmü Gülsüm'le evlenmiş ve o günkü toplum tarafından bu evlilik asla yadırganmamıştır.
6. bk. İbnü'l-Esîr, Üsdü'l-Gâbe, 3/240.
7. bk. İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk, Sîre, Konya, 1981, 124.
8. bk. İbn Hişâm, Sîre, 1/271; İbn İshâk, Sîre, 124.
9. Nevevî, Tehzîbü'l-Esmâ, 2/597; Hakim, Müstedrek 3/635.
10. Nevevî, Tehzîbü'l-Esmâ, 2/597; Hakim, Müstedrek 3/635.
11. Âişe Vâlidemiz'in, hicretten yedi ay sonraki Şevvâl değil de Bedir sonrasına denk gelen ikinci yılın Şevvâl ayında evlendiği de ifade edilmektedir. Bu durumda onun evlilik yaşı, bir yıl daha gecikmiş demektir. bk. Nevevî, Tehzîbü'l-Esmâ, 2/616.
12. bk. Buhârî, Fezâilü'l-Kur'ân 6, Tefsîru Sûre, (54) 6; Aynî, Bedruddîn Ebû Muhammed Mahmûd ibn Ahmed, Umdetü'l-Kârî Şerhu Sahîhi'l-Buhârî, Dâru İhyâi't-Türâsi'l-Arabî, 20/21; Askalânî, Fethu'l-Bârî, 11/291.
13. Suyûtî, İtkân, Beyrut, 1987, 1/29, 50; Doğrul, Asr-ı Saadet, 2/148.
14. Sekizinci veya dokuzuncu yıl ihtilafı, ay farkından kaynaklanmaktadır. Zira konunun anlatıldığı bazı rivayetlerde sekizinci yılın sekizinci ayı gibi bir ayrıntı dikkat çekmektedir.
15. Günümüzde bu bilgileri değerlendirip ihtimal hesabı yapan bazı insanlar, Hz. Âişe Vâlidemiz'in evlendiği günkü yaşının en az on dört olduğu, bunun yirmi iki, yirmi üç, yirmi dört veya yirmi sekiz olma ihtimalinin de bulunduğu sonucuna gitmektedirler ki, herhangi bir mesnede dayanmadığı için biz bu türlü yorumlara iltifat etmedik.
16. İbn Manzur, Lisanü'l-Arab 13/138.
17. Bu bilgiyi onun dışında sadece ablası Esmâ Vâlidemiz intikal ettirmektedir. bk. İbn Hişâm, Sîre, 1/176; Heysemî, Mecmaü'z-Zevâid, 3/285; İbn Kesîr, Tefsîr, 4/553; Bidâye, 2/214; Kurtubî, Tefsîr, 20/195.
18. bk. Buhârî, Salât 70, Kefâle 5, Menâkıbü'l-ensar 45, Edeb 64; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 6/198. Bu durumda, Âişe Vâlidemiz'in söz konusu hadiseyi ifade ederken, "Kendimi bildim bileli ben, ebeveynimi hep dindar olarak gördüm." mealindeki sözü, "Doğduğum zaman bu evde İslâm vardı." manasından daha ziyade "Etrafımı tanımaya başladığımda hep İslâm'la muhatap oldum." manasına hamledilmelidir.
19. bk. Taberânî, Mu'cemü'l-Kebîr, 2/285, 286; Mu'cemü'l-Evsât, 12/145; İbn Hişâm, Sîre, 1/243. Bu bilgiyi ondan başka bize, sadece İbn Abbâs, Selmân-ı Fârisî ve Sâib ibn Yezîd intikal ettirmektedir. Selmân-ı Fârisî Efendimiz'le Medine'de buluşmuş, Sâib ibn Yezîd de hicretten üç yıl sonra Medine'de dünyaya gelmiştir. İbn Abbâs ise, bi'setin onuncu yılında, hicretten üç yıl önce ve Şi'b-i Ebî Tâlib sürgününde dünyaya gelmiştir. Demek ki her üç sahabenin de ne Mekke'nin ilk yıllarında kılınan ikişer rekat namaza şahit olmalarına ne de miraç gecesiyle gelen beş vakit namaz emrini görüp intikal ettirmelerine imkan yoktur. Öyleyse bu husus, bizzat Efendimiz'den duyarak bize anlattığı bir mesele değilse Hz. Âişe Vâlidemiz'in müşahede ederek yaşadığı bir gerçektir. Bu ise onun, daha ilk günlere muttali olduğunu ve yaşının da o gün bütün bunları kavrayacak noktada bulunduğunu ifade etmektedir.
20. İbn Hişâm, Sîre, 1/83.
21. Buhârî, Nikâh 11; Ahmed ibn Hanbel, Müsned, 6/210; Heysemî, Mecmaü'z-Zevâid, 9/225; Beyhakî, Sünen, 7/129; Taberî, Târih, 3/161-163.
22. Onun için bazıları bu tarihte onun, on üç veya on dört yaşlarında bir genç kız olduğunu söylemektedir. bk. Savaş, Rıza, D. E. Ü. İlahiyat Fak. Dergisi. 4, İzmir, 1995, s. 139-144.
23. bk. Berki, Ali Hikmet, Osman Eskioğlu, Hatemü'l-Enbiya Hz. Muhammed ve Hayatı, 210. Burada zayıf da olsa başka bir ihtimalden söz edilebilir; o da onun, doğumunu takip eden yıllarda, 'beşik kertmesi' benzeri ve ebeveynler arası bir sözleşme ile karşı karşıya olma durumudur. Ancak ilgili metinlerin hiçbirinde bunu teyit eden herhangi bir ayrıntı yoktur.
24. Nevevî, Tehzîbü'l-Esmâ, 2/597.
25. age.
26. Beyhakî, Sünen, 6/204; İbn Mende, Ma'rifetü's-Sahâbe, Köprülü Kütüphanesi, No: 242, Varak: 195 b; İbn Asâkir, Târîhu Dımeşk, Terâcimü'n-Nisâ, Dımeşk, 1982, s. 9, 10, 28; Mes'ûdî, Mürûcu'z-Zeheb, 2, 39; İbn Sa'd, Tabakâtü'l-Kübrâ, Beyrût, 1968, 8/58.
27. Bu evliliğin, hicretten altı ay veya sekiz ay sonra yahut yaklaşık bir buçuk yıl sonra ve Bedir'in akabinde gerçekleştiğini ifade eden rivayetler de vardır. bk. İbn Sa'd, Tabakât, 8/58; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1881; Nedvî, Sîretü's-Seyyideti Âişe Ümmi'l-Mü'minîn, Tahkîk: Muhammed Rahmetullah Hâfız en-Nedvî, Dâru'l-Kalem, Dımeşk, 2003, 40, 49.
28. İbn Esîr, Üsdü'l-Gâbe, 3/467.
29. İbn Abdilberr, İstîâb, 2/108; Tehzîbü'l-Kemâl, 16/560.
30. bk. İbn Sa'd, Tabakât, 8/75; Nedvî, Sîretü's-Seyyideti Âişe, 202.
31. İbn Abdilberr, İstîâb, 2/108; Doğrul, Asr-ı Saadet, 2/142
32. bk. Buhârî, Cihâd, 65.
33. bk. Taberânî, Kebîr, 23/25; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1937; İbn Sa'd, Tabakât, 8/63.
34. bk. Nisâ sûresi, 6.
35. "Hicretten bir buçuk, iki veya üç yıl önce", "altı veya yedi yaşındayken", "Hz. Hatîce'nin vefat ettiği yıl veya vefatından üç yıl sonra", "hicretten yedi, sekiz ay sonra, hicretin ilk senesi" veya "Bedir'in akabinde" gibi farklı rivayetler için bk. Buhârî, Menâkıbü'l-ensar 20, 44; Müslim, Fedâilü's-Sahâbe 74; Aynî, Umde, 1/45; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1881; Nedvî, Sîretü's-Seyyideti Âişe, 40, 49.
36. Hatta konuyla ilgili değerlendirmelere tepkiyle yaklaşan bazıları, "altı veya yedi yaşlarında idim" ifadesini ravinin bir hatası olarak görüp bu cümlenin, "risâlet geldiğinde altı veya yedi yaşlarında idim" şeklinde olması gerektiğini söylemektedirler.
37. bk. Buhârî, Menâkıbü'l-ensar 43, 44; Müslim, Nikâh 69; İbn Mâce, Nikâh 13.
38. Buhârî, Menâkıbü'l-ensar 44; Müslim, Nikâh 69; Ebû Dâvûd, Edeb 55; İbn Mâce, Nikâh 13; Dârimî, Nikâh 56; Taberânî, Kebîr, 23/25; İbn Abdilberr, İstîâb, 4/1938; İbn Sa'd, Tabakât, 8/63; İbn İshâk, Sîre, Konya, 1981, 239
39. bk. Buhârî, Şehâdât 15; Megâzî, 34; Tefsîr, (24) 6; Müslim, Tevbe 56; Tirmizî, Tefsîr, (63) 4; İbn Sa'd, Tabakât, 2/65; İbn Hişâm, Sîre, 3/310.
#118



OSMAN ARSLAN - İSTANBUL

Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe'nin çocuklarının İş Bankası ve CHP'den gereken mirası alamadıkları gerekçesiyle çektikleri ihtarnamenin süresi doldu.

İş Bankası ve CHP'nin ihtarnameye resmi yoldan cevap vermemeleri üzerine dilekçe hazırlayan Atatürk'ün manevi torunları Pazartesi günü dava açacak.

Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe'nin iki oğlu Ahmet Kemal Doğançay ve Ali Kemal Doğançay, 28 Ocak'ta İş Bankası ve CHP'ye 1 milyar dolarlık ihtarname çekmişti. Doğançay kardeşler İş Bankası ve CHP'ye cevap vermeleri için 15 gün süre tanıdı. Ancak bu süre içerisinde herhangi bir cevap gelmedi. Bunun üzerine Doğançay ailesi avukatları aracılığıyla İş Bankası ve CHP hakkında dilekçe hazırladı. Atatürk'ün manevi torunları Pazartesi günü hem CHP hem de İş Bankası hakkında dava açacak.

Atatürk'ün manevi kızı Ülkü Adatepe, 1 Ağustos 2012 tarihinde geçirdiği trafik kazası sonucu hayatını kaybetmişti. Atatürk'ün vasiyetindeki son mirasçısı olduğu belirtilen Adatepe'nin çocukları Ahmet Kemal Doğançay ve Ali Kemal Doğançay annelerinin vasiyette belirtilen miras payını alamadığını ileri sürdü. Doğançay kardeşler İş Bankası ve CHP'ye ihtarname göndererek 1 milyar dolarlık alacağın ödenmesini istemişti.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/gundem_ataturkun-manevi-torunlari-chp-ve-is-bankasina-dava-acacak_2053927.html


İHTARLA İLGİLİ İŞ BANKASI VE CHP KAMUOYUNA AÇIKLAMA YAPMIŞTI

İş Bankası Genel Müdürü Adnan Bali, Atatürk'ün manevi torunlarının 1 milyar dolarlık miras talebiyle ilgili, İş Bankası'nın Antalya'da düzenlediği 'Türkiye Küçükler Satranç Şampiyonası'nda açıklama yapmış ve "İş Bankası bakımından vasiyetname neyi ifade ediyorsa bu şekilde davranılmıştır" demişti.

CHP: BORCUMUZ YOK

Atatürk'ün manevi torunlarının talebi üzerine CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran da Atatürk'ün vasiyetine atıfta bulunarak yazılı bir açıklama yapmış ve bu açıklamada, "Atatürk'ün vasiyetine göre Atatürk'ün sahip olduğu 'nukuk ve hisse senetleri, şimdiki gibi, İş Bankası tarafından' nemalandırılmaktadır. Atatürk vasiyetinde 'Her seneki gibi nemadan nispetleri şerefi mahfuz kaldıkça, yaşadıkları müddetçe, Makbule'ye ayda bin, Afet'e 800, Sabiha Gökçen'e 600, Ülkü'ye 200 Lira ve Rukiye ile Nebile'ye şimdiki yüzer lira verilecektir' emrini vermiştir. Kalan miktarın ise Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edileceğini buyurmuştur. Büyük Atatürk'ün ebediyete intikal ettiği tarihten itibaren CHP bu görevini eksiksiz olarak sürdürmektedir. Nitekim Sayın Ülkü Adatepe yaşadığı müddetçe kendisiyle de istişare halinde olunmuş, ne kadarlık bir meblağ istediği kendisine sorulmuş ve bu meblağ oranında ödemelerin yapılması sağlanmıştır. Bu itibarla kendisine herhangi bir borcumuz bulunmamaktadır." denilmişti.

http://ekonomi.haber7.com/ekonomi/haber/983404-is-bankasindan-milyar-dolarlik-miras-yaniti
#119
ADANA'da polisin çıkar amaçlı organize suç örgütüne yönelik gerçekleştirdiği operasyonda gözaltına alınanların sayısı 60'a yükseldi. Aralarında 3 avukat ve 1 muvazzaf albayın da olduğu şüpheliler, sağlık kontolünden geçirilip, sorguya alındı.

Adana Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'ne (KOM) bağlı Organize Suçlar Büro Amirliği ekipleri, dün sabah saatlerinde halen bir çok suçtan cezaevinde bulunan 'Şirinler Çetesi' elebaşı Mehmet Şirin Aksoy'un merkez Seyhan İlçesi'nin Barbaros Mahallesi'nde güvenlik kameralarıyla donatılmış, çevresi 3 metre yüksekliğinde beton duvarla çevrili evine baskın yaptı.

SIĞINAKTA 10 KİŞİ YAKALANDI

Havadan bir helikopterle takip edilen, Özel Harekat timleri ve Çevik Kuvvet polislerinin de katıldığı operasyonda evin bahçesindeki bir dolabın arkasında gizli sığınak olduğu belirlendi. Girilen sığınakta gizlenen Mehmet Şirin Aksoy'un kardeşi Kemal Aksoy ile birlikte 10 kişi yakalandı.

OPERASYON GENİŞLETİLDİ

Operasyonu sürdüren polisler, eş zamanlı olarak Adana Barosu'na kayıtlı avukatlar M.K., B.Y. ve Y.Y.'yi gözaltına alıp, ev ve işyerlerinde arama yaptı. Aralarında 6'ıncı Tümen Komutanlığı'nda görevli muvazzaf Albay F.D. ile müteahhit R.B.'nin da yer aldığı şüpheliler gözaltına alındı. Kapsamı genişletilen operasyonda gözaltına alınan şüpheli sayısı bu sabah itibarıyla 60'a yükseldi.

Geceyi Adana Emniyet Müdürlüğü'nde ve karakollarda geçiren biri kadın 60 şüpheli, sabah saatlerinde sağlık kontrolünden geçirildi. Geniş güvenlik önlemleri altında Adlı Tıp Kurumu'na getirilen şühpeliler, birbirlerine kelepçeli halde minibüslerden indirilip, doktor muayenesinden geçirildi. Şüpheliler, daha sonra sorgulanmak üzere tekrar polis merkezine götürüldü.

ÇETENİN GEÇMİŞİ

1980 yıllarında Adana'da tombalacılık yapan Tarsus doğumlu Mehmet Şirin Aksoy'un kurduğu Şirinler Çetesi, ilk olarak 1999'da 7 gün süren operasyon sonrası çökertildi. Mehmet Şirin Aksoy ile birlikte kardeşi Ali Aksoy, bir emekli komiser, bir binbaşı, bir emekli astsubay olmak üzere 16 kişi o dönemde çete suçlarına bakan DGM'de cinayet, trilyonlarca liralık çek senet tahsilatı, gasp ve ihaleye fesat karıştırma suçlarından yargılandı. 2001'de sonuçlanan davada 6 çete üyesi cezası alırken, çete lidari 21 yıla mahkum oldu. Çete yakalandığında dönemin Emniyet Genel Müdürü Necati Bilican, "Söylemezlerden de büyük bir çete" açıklaması yaptı.

Çete elemanlarının adları Adana ve İzmir'de 10 kişinin ölümü ile sonuçlanan mafya savaşında da geçti. Ancak kanıt bulunamadı. Fethiye Ölü denizin temizlenmesi ihalesine de adları karıştı. Bu ihalede Tarzanlar Çetesi ile karşı karşıya geldi. Rakip çetenin lideri İskender Gürler daha sonra öldürüldü. Mehmet Şirin Aksoy'un işlediği iddia edilen cinayetler ya tetikçileri, ya da kardeşi tarafından üstlenildi. Kendisi Ankara'daki sevgilisini vurup ayağını parçalamaktan aranırken, subay kimliği kullandığı anlaşıldı. Aksoy halen cezaevinde bulunuyor.

DHA
http://www.haberturk.com/gundem/haber/820058-3-avukat-bir-albay-gozaltinda
#120
Türkiye yüz yıllık bir modern duraklama dönemini sona erdirmek üzere, zamana yayılmış bir devrim yaşıyor. AKP iktidarlarının süreklilik kazanabilmesi söz konusu değişimin daha 'yumuşak' yaşanmasını sağlarken, büyük kırılmaları da önleme fırsatı veriyor.

Toplumsal kesimler kadar bürokratik katmanlar da, sonuçta epeyce radikal olduğu anlaşılacak bu dönüşümü kendi iç bünyelerinde sindirme şansı buluyorlar. Bu 'zamana yayılmış' değişimin önemli bir avantajı var: Hukukun ideolojiye teslim olmasını, siyasetin altında ezilmesini engelleyebilir ve bu sayede toplumsal gerginlik ve husumetlerin geleceğe taşınmasına izin vermeyebilir. Diğer bir deyişle radikal bir değişimi, hukukun rehabilite ve teskin edici, adalet dağıtıcı işlevinden yararlanarak çok daha sorunsuz bir biçimde hayata geçirebilirsiniz.

Hükümet bu imkâna sahip... Ancak bu imkânın ne denli bilincinde olunduğu pek belli değil. Çünkü yargı mekanizmasının çeşitli tasarrufları olması gerekenin tam aksi yönde gidildiğini gösteriyor ve bu ters uygulamanın ardında iktidarın da desteği olduğu görülüyor. Sorun, hukukun siyasî ve ideolojik amaçla kullanımına izin veren bir sistemin sürdürülmesi, yargı mekanizmasının bu amaçları gerçekleştirecek bir özne olarak tasavvur edilmesidir. Söz konusu tutumu mümkün kılan bir unsur muhakkak ki yasaların içeriği ve siyaseti davet eden muğlaklığı... Özellikle Terörle Mücadele Kanunu 'örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüte hizmet etmek' mealindeki maddesiyle gündelik insan ilişkilerini suç haline getiriyor. Öyle ki ileride terörle suçlanabilecek birisiyle bir yemekte buluşmanız bile sizi terörist kapsamına sokabiliyor. Nitekim Devrimci Karargâh davasında Aylin Duruoğlu adlı kişinin tam da bu 'delille' 15 yıl ceza alması istenebiliyor. Aynı davanın iddianamesi Hanefi Avcı'nın, esas olarak kitapta yazılmış olan satırlar ve verildiği söylenen bilgiler bahane edilerek, anlamsız bir süre hapsedilmesini talep ediyor. Buradaki mesele siyasî eylemden cezaî müeyyideye doğrudan geçiş yapan bir hukuk uygulamasının mümkün kılınmasıdır. Hanefi Avcı'nın siyaseten nerede durduğu ayrı bir konu. Yazdığı söylenen kitabın gerçekten kim tarafından yazıldığının bilinmediği, bir 'sipariş' olma ihtimalinin yüksek olduğu öne sürülebilir. Sonuçta müsveddesinin bulunmadığı, Avcı'nın eşinin bile yazıldığından haberdar olmadığı bir kitaptan söz ediyoruz. Dahası Hrant Dink cinayetini bile adi bir suç kıvamına indirgeme çabası içinde olan biriyle karşı karşıyayız. Ne var ki içeriği ne olursa olsun bir kitabın terörle irtibatlandırılması vahim bir durum. Asıl önemlisi şöyle veya böyle Avcı siyasî bir 'iş' yapmış durumda ama karşılığını 'hukuken' alıyor. Bu durum rejim değişikliğini meşru bir zemine oturtma çabalarının mayınlanmasıdır...       

Bu anlayış yargıya hakim olmuşken örneğin 'Terörizmin Finansmanı Kanunu' gibi bir yasanın gündeme gelmesi o meşruiyeti daha da şaibe altında bırakmakta. Mesele terörizmin finans kaynaklarının kesilip kesilmemesi değil, bu kanunun kasıtlı olarak suç yaratma kapasitesinin olup olmaması. Maalesef böyle bir imkân sunuluyor ve yargının şu anki performansı bu tür kanunları arkasına aldığında hiç de güvenilir olmayabileceğini gösteriyor. Çünkü yargı çoğu vakada muhtemel suçlularla kurulmuş olan muhtemel ilişkileri suça iştirak olarak yorumluyor, yani aslında niyet okuyor. Çağdaş Hukukçular Derneği bürolarında çelik kapıların varlığının bir suç delili olarak sunulması şaşırtıcı olmayacak. Çünkü bu kapılar ÇHD avukatlarının muhtemel 'kötü niyetine' örnek olarak algılanacak. Oysa çelik kapıya sahip olmak ne bir suç, ne de bir suç göstergesi. Aksi halde dairesine çelik kapı yaptıran herkesi devlet aleyhine muhtemel delil saklama bahanesiyle tutuklamak mümkün.

Hukukun siyasetin bir aracı haline dönüşmesinde tabii ki bir de madalyonun öteki yüzü var: Değişime direnen vesayetçi odaklar da aynen bu mantıkla hukuku bir silah haline getirmişlerdi ve halen de bu mücadeleyi sürdürüyorlar. Ancak eğer değişim demokrasi yönünde olacaksa, herhalde vesayetçilerin hukuk anlayışını tekrarlayarak ve işine geldiği için kullanarak olmayacak. Şu sıralarda İstanbul Barosu'ndan Kocasakal ekibini bir hukuk darbesiyle indirme girişimi sergileniyor. Yapılan iş hukuken uygun olabilir... Karşı tarafın eline fırsat geçse daha beterini yapacakları da açık... Ama kendinize sormanız gereken soru şu: Biz de onlara mı benzeyeceğiz? Hukuku siyasetten özgürleştirecek adımı atacak olgunluğa bu kadar uzak mıyız?

http://www.zaman.com.tr/etyen-mahcupyan/yargiyi-siyasetten-arindirmak_2053155.html