Haberler:

deneme

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Konular - Serdar Yıldırım

#41

BIKTIM ARTIK YALNIZLIKTAN
İstanbul'un işlek bir caddesinde marketleri vardı. Babası marketi işletiyordu ama Eren liseyi bitirmiş, üniversite imtihanlarına hazırlanıyordu. Onun ideali hukuk fakültesine girmek ve avukat olmaktı. Bir gün babasının yanına gitti.  Babası: " Oğlum, boş zamanlarında yanıma gelsene. O kadar iş güç var, ben hepsine yetişemiyorum. Gel işin bir ucundan tut. Apartmanlardan telefonla sipariş geliyor, gidemiyorum. Sen gelmezsen bir yardımcı alacağım, haberin olsun. "
Bunun üzerine Eren: " Bırak ya baba, ihtiyacı olan gelir markete ne alacaksa alır. Müşterinin ayağına gitmem. Boğazımı sıksalar kimseye köle olmam. "

Baba oğul konuşmalarını sürdürürken sarı saçlı, mavi gözlü, sümbül, bülbül o kadar güzel bir genç kız markete girdi ki, Eren beyninden vurulmuşa döndü. Neredeyse oturduğu sandalyeden yere düşecekti. Kız iki sakız aldı, elindeki sipariş kağıdını verdi ve kaçamak bir bakış atıp çıkıp gitti. Babası kağıtta yazılanları tezgahın üstüne sıralıyordu. Babasının yanına sokuldu:  " Baba, istersen bunları ben götüreyim. Kız karşıdaki apartmana girdi. Daire numarası kaç? "
" Eren bunları sen mi söylüyorsun? İstenenleri ben götürürüm. Sen buraya bakıver. "
" Şey, sana yardım olsun diye öyle dedim."
" Hani demin köle olmam dediydin de. "

Babasının poşete doldurduğu yiyecek ve içecekleri kızın dairesine bıraktı. Kızı daha yakından görünce tam çarpıldı. Ona aşık oldu. Sonraki günlerde marketten çıkmaz oldu. Kız telefon edip bir kutu kibrit istese bile ayağına götürdü. Aylar sonra babası yokken kıza markette arkadaşlık teklif etti ama kız bu teklifi reddetti:  " Ay, şuna bak, bakkal çırağı. Sen benim pabuçlarımın arkadaşı olursun. Kendini ne sanıyorsun? Dünyada bir tek erkek sen kalsan sana bakmam, bin tane gönlüm olsa birini sana vermem. "
Buna çok üzüldü ve gık diyemedi. Yer yarılsa da içine girsem diye düşündü.
Daha sonraki günlerde kendini derslerine verdi. Çok çalıştı. Ankara Hukuk Fakültesi'ni kazandı ve dört yıl sonra avukat oldu. Fakültede okurken birkaç kıza arkadaşlık teklif eden Eren  avucunu yaladı. Daha sonra İstanbul'a geri dönen Eren bir avukatın yanında bir yıl staj yaptıktan sonra kendi hukuk bürosunu açtı. Kazancı yerindeydi. Bir gün babasının marketine gitti. Yıllar önce kendisine bakkal çırağı diyen kızla karşılaştı. Kız marketten çıktıktan sonra peşine takıldı. Apartmanın girişinde kıza kendini tanıttı ve o zamanlar bakkal çırağı dediğini ama şimdi  bir avukat olduğunu hatırlattı ve arkadaşlık teklifini tekrarladı.
Sarışın kız:  " Avukat değil, astronot olsan sana bakmam, senin arkadaşlık teklifini kabul etmem. Zannetmiyorum ki seninle arkadaş olmak isteyecek bir kız bulunsun. Biz bin kız olsak ve bir adada mahsur kalsak, aramızdaki tek erkek sen olsan inan bir kız çıkıp da sana sarılmaz. Şu sözlerimden utan ve bir daha karşıma çıkma. "

Hızlı adımlarla kızın yanından uzaklaştı. Parka gitti. Dondurma aldı ama dondurmayı yere düşürdü. Az sonra ayağı taşa çarptı, tökezledi, neredeyse yere düşüyordu. Bir banka oturdu. Önünden gelip geçen kızlara imrenerek baktı. Neden benim böyle bir kız arkadaşım yok diye iç geçirdi. İçinden bir ses:
" Olur, Eren olur, sen hele sabret. " dedi.
" Sabret, sabret. Sabredeyim de ne zamana kadar? Yıllar geçiyor, bıktım artık yalnızlıktan. "
" Biraz daha sabret. Yakında senin de bir kız arkadaşın olacak. "
" Yakında mı? Ne kadar yakında? "
" Çok yakında. Pek yakında. "
Gözlerini sıktı. Sağa sola bakındı. Biraz umutlandı. Bakarsın olur diye düşündü. Bakarsın bir gün benim de bir kız arkadaşım olur. Ayağa kalktı. Ellerini pantolonunun ceplerine soktu. Hafiften bir türkü söylemeye başladı ve parkın çıkışına doğru yürüdü.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

#42

PAPAĞAN İLE ZÜRAFA
Afrika'nın uçsuz bucaksız savanlarında yaşayan bir papağan vardı. Bu papağanın adı Sarp'tı. Sarp hangi ağacın altındaki gölgelikte serinleyen hayvan grubu varsa oraya gider, konuşmaları dinlerdi. Kim ne demiş, kim ne söylemiş, kimin ne derdi varmış, hepsini bilirdi. Sarp öğrendiklerini sağda solda anlatmaz, olayların hesaplaşmasını kendi iç dünyasında yapardı. Duydukları çok önemliyse, bunları arkadaşı zürafa Bili ile paylaşırdı. Zürafa Bili, Sarp'ın anlattıklarını önemsemez, güler geçerdi.

Günlerden bir gün, Sarp bir ağacın dalları arasında uyukluyordu. Öğleye doğru bir aslan grubu Sarp'ın durduğu ağacın altında dinlenmeye çekildi. Aslanların konuşmalarını duyan Sarp gözlerini açtı. Bu aslan milleti oldum olası iki konu hakkında konuşurdu. Birincisi, en büyük düşmanları sırtlanlar ve ikincisi, bu gece ne avlasak? Civardaki sırtlanlar, geceli, gündüzlü avlanarak aslanların tekerine çomak sokmuştu. Yalnız gezen sırtlanı yakalayıp öldürmeli ve sayılarını kontrol altında tutmalıydı. Sırtlanları tümden yok edebilseler buralar geyik, zebra ve antilop dolardı. Dün gece av peşinde koşmuşlar, iki zebra ve bir antilobu ellerinden kaçırmışlardı. Belli ki, zebralar, antiloplar hızlarını arttırmışlardı. Belki de, biz yavaşladık, diyenler vardı. Bir diğer aslan: Yavaşladığımız doğrudur. Hatırlarsanız dün gece de av yakalayamadık yani iki gündür açız. Aç aslan hızlı koşamayacağına göre, avlanamaması normaldir.

Bunun üzerine grubun lideri erkek aslan:  " Şu ilerideki ağacın yapraklarını yiyen uzun boyunlu zürafayı avlayalım. Akşamüstü peşine düşeriz. Öyle bir tuzak kuralım ki, o zürafanın boyunu devirelim. Dur bakalım, zürafa Bili değil mi o? Akşama yedim seni, Bili."
Sarp duyduklarına inanamadı. Aslanlar, arkadaşı Bili'yi yakalayıp yiyeceklerdi. Hemen gidip Bili'yi uyarmalı ve onun buralardan çok uzaklara gitmesini sağlamalıydı.
Bili, papağanın anlattıklarını her zamanki gibi önemsemedi, güldü, geçti. Yıllardır ona dokunmayan aslanlar neden şimdi fikir değiştirsin? Hem onun aslanlardan korkusu yoktu. Gücüne güveniyordu. Aslanları pişman ederdi. Papağanın, bu sefer durum başka, aslanlar iki gündür açmış. Sadece sana odaklanmışlar. Tuzak hazırlıyorlar, demesine aldırmadı.

Bili akşamüstü ormanın kenarına geldi. Birden aslanların etrafını sardığını görünce içi acıdı. Keşke Sarp'ı dinleseydim ve buralardan gitseydim, diye düşündü. Aslanlara yem olmak istemeyen Bili, onlara saldırdı. Uzun bacaklarıyla tekmeler savurdu. Bu tekmelerin tadına bakan iki aslanı yere serdi. Ormanın kenarındaki dar alandan kurtulup açık alana çıktı ve koşmaya başladı. Peşinde yirmiden çok aslan vardı. Tuzak, saat gibi işliyordu. Bili koştukça, kaçtıkça yoruldu. Birer aslan ayaklarına sarıldı. Bunun üzerine Bili'nin hareketleri yavaşladı, dizlerinin üstüne çöktü ve yere yuvarlandı. Grubun lideri erkek aslan, mengene gibi dişleriyle, Bili'nin boğazını sıkmaya başladı.  Olanları başından beri takip eden papağan yakındaki bir ağaca kondu:  " Dur, Uzunyele. Ben papağan Sarp. Hatırlarsan küçükken seni birkaç kere ölümden kurtarmıştım. Bana can borcun var. O zürafa Bili, benim arkadaşım. Onu bırakmanı istiyorum."
Uzunyele, papağanın dediğini yaptı. Bili'yi bıraktı. Papağanın dedikleri doğruydu. Yavruyken papağanın çok faydasını görmüştü. Yaşamını papağana borçluydu. Bili ayağa kalktı ve oradan uzaklaştı. Aslanlar, bir daha Bili'ye dokunmadılar. Papağan ve Bili'nin arkadaşlıkları devam etti. Bili artık papağanın anlattıklarını dikkatle dinliyordu, gülüp geçmiyordu.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

#43


ULUDAĞ TARZANI AHMET
Bursa Hayvanat Bahçesi'nde çalışmakta olan Kemal dürbünüyle Uludağ'ı gözlemliyordu. Kemal birden irkildi. Gördüğüne inanamadı. Ağaçlar arasında bir boşluk vardı ve orada ağaç yoktu. Halbuki geçen gün orası ağaç doluydu. Dürbününü sağa doğru kaydırdı. Birtakım adamlar, ellerinde baltaları ağaç kesiyordu. Yutkundu. Sağ yumruğunu salladı:  " Benim adım Kemal, ben size orada ağaç kestirmem, " diye söylendi. Yan taraftaki tel örgülerin arkasında duran arkadaşı Hayri'ye seslendi: " Hayri, Uludağ'da ağaçları kesiyorlar. Fırla koş, Uludağ Tarzanı Ahmet'e git. Ahmet, bu kesimi engeller. "
Hayri:  " Bunlar bir fidan dikmişler mi, ağaçları kesiyorlar? İnsan olmanın erdemine ulaşamamışlar sanırım. Geri zekalılar, " dedi ve tel örgülerin üstünden atladı. Hedefi Uludağ'dı ve Tarzan'ı bulmalıydı. Tarzan bu işin üstesinden gelirdi.
Hayri, Tarzan'ı buldu. Olanları öğrenen Tarzan çok kızdı ve şunları söyledi:  " Dededen, babadan kalan ağaçları, sen de çocuğuna, torununa ulaştır.  Ağaçlar kesilirse, soluduğumuz hava kirli olur ve çeşitli hastalıklara yakalanırız. Ağaçları kesmeyip korumak lazım. Boş arazilere fidan dikmemiz gerekir. "

Tarzan  şimşek hızıyla harekete geçti ve ağaç katliamına dur dedi. Toprağa bağımlı yaşayan, kaçamayan, kendini kollayamayan, var olmaktaki amaçları canlılara yaşam sunmak olan ağaçlar sevindiler. Nihayet onlara arka çıkan biri olmuştu.
Tarzan'ın gelmesiyle ağaç kesmeyi bırakıp baltalarını yere atan adamlardan biri şöyle dedi:  " Tarzan, bu bizim ekmek kapımız. Ne kadar çok ağaç kesersek, o kadar çok para kazanıyoruz. "
Bir başkası ise, şöyle dedi:  " Ya bırak Tarzan, kırp gözünü görmezden gel. Görmezsen bizi, görürüz seni. Şu yüz lirayı al, bozdur bozdur harca. "
Tarzan:  " Arkadaşlar, öncelikle bu sizin ekmek kapınız değil. Gücünüz, kuvvetiniz yerinde. Gidin başka iş bulun. Şu yaptığınız iş sayılmaz, kazandığınızın bereketi olmaz. Yer yer doymazsınız, hiç bir zaman mutlu olmazsınız. Bir ağaç kesen bir baş keser, o ağacı kesen el taş kesilir. "

Uludağ Tarzanı Ahmet'in gür sesi ve kararlı konuşması başları öne eğdirdi. Zaten ağaç kesen adamlar inanmadıkları şeyler söylüyorlardı. Tam gidiyorlardı ki, onları buraya getiren, bir ağacın gölgesine sığınıp orada yatmakta olan ve duyduğu konuşmalar üzerine kalkıp gelen Hasan Ağa:  " Selam Tarzan, ben Hasan Ağa'yım. İsteyerek konuşmalarınızı duydum. Biraz üzüldüm, biraz sevindim. Üzüldüm, keşke gelmeseydin ve kesebildiğimiz kadar ağaç kesip gitseydik. Sevindim, senin gelmen iyi oldu. Nice zamandır Bursa'dan bu ormanlara bakar ve iç geçirirdim. Şu ağaçları kessem de küpümü doldursam, diye düşünürdüm. Uludağ Tarzanı Ahmet derlerdi, o ağaçları, ormanları korur. Senin korkundan buraya çıkamamıştım. Bugün bir cesaret bulup geldim ve epey ağaç kestirdim. Demin yüz dedilerdi, az dediler. Sen karanlığa kadar izin ver, al şu bin lirayı harca, ye, iç. Bana bir ay izin versen Uludağ'da kesilmedik ağaç bırakmam. "
Bunun üzerine Tarzan:  " Bana bak Hasan Ağa, ayaklarının dibine bıraktığın ve benim eğilip almamı beklediğin o parayı al cebine sok. Değil Uludağ, burada bulunan bir ağaç için, milyon versen fikrimi değiştirmem. Senin bundan sonra ağaç kesmene izin vermem. Parayla satın alınan insanlar vardır ama dünyadaki bütün paraları toplayıp gelsen, ben satılık değilim. "

Tarzan'ın sözleri karşısında Hasan Ağa insanlığından utandı. Başını önüne eğdi ve iki damla gözyaşı göz pınarlarından süzüldü. Param çok olsa dünyayı satın alırım derken, işte gelmiş Tarzan'a toslamıştı. İşçilerine gündeliklerini ödeyip evlerine yolladı. Derin bir çukur kazıp baltaları gömdü. Kestirdiği ağaçlardan özür diledi. Tarzan'dan izin alıp, ağaçları korumak için, Uludağ'ın batı tarafına yöneldi. Yaşam zincirini kırmış, kimliğini değiştirmişti. Artık Hasan Ağa yoktu, Tarzan Hasan vardı.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım

#44
Not: Bu ileti bir moderatörden onay beklemektedir.

KARAGÖZ İLE HACİVAT:  AYAKLI KÜTÜPHANE
Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
Karagöz:  "Hacivat, evi taşımışsın? "
Hacivat: " Doğru taşıdım. "
Karagöz: " Nereye taşıdın? "
Hacivat: " Şu kilisenin beş ev yukarısına. "
Karagöz:  " Kilis'e mi taşındın? "
Hacivat: " Kilis demedim Karagözüm. Kilise dedim. "
Karagöz:  " Kilis'e taşındığına göre Konya'yı görmüşsündür. "
Hacivat: " Konya da nereden çıktı? "
Karagöz:  " Kilis'e giderken kervan Konya'dan geçer. "
Hacivat: " Ne Konya'sı, ne kervanı? "
Karagöz:  " Mervan dayım Konya'da otururdu. Çocukken gitmiştik. "
Hacivat: " Dayının adı Mervan mıydı? "
Karagöz: " Van daha ileride Acem sınırında. "
Hacivat:   " Eee? "
Karagöz: " Orada bir göl varmış. Deniz kadar büyükmüş. "
Hacivat: " Göl  deniz kadar büyük olur mu? Deniz gölden büyüktür. "
Karagöz:  " Marmara Denizi, Ege Denizi. "
Hacivat: " .... "
Karagöz:  " Karadeniz, Akdeniz. "
Hacivat: " Bunları niye sayıyorsun? "
Karagöz:  " Saymayı bilirim, bir, iki, üç. "
Hacivat: " Sonra. "
Karagöz:  " Üç, iki, bir. "
Hacivat: " Sonrası yok mu? Sen kaça kadar okudun? "
Karagöz:  " Üçe kadar. Matematikte birinciydim. "
Hacivat: " Belli, sondan birinci. "
Karagöz:  " Okumam da iyidir. "
Hacivat: " Şu dükkanın levhasını oku bakalım. "
Karagöz:  " Kem küm. "
Hacivat: " Sonra. "
Karagöz:  " Ham hum. "
Hacivat: " Senin neden üçe gidemediğin belli. "
Karagöz:  " Üçe gidecektim ama evden göndermediler. "
Hacivat: " Neden? "
Karagöz:  " Çok şey öğrenmiştim, beynim dolmuştu. "
Hacivat: " Yapma ya? "
Karagöz:  " Bana ayaklı kütüphane diyorlardı. "
Hacivat: " Ayaklı kütüphane ha? "
Karagöz:  " Sen de bir şey bilmiyorsun Hacivat? Sen kaça kadar okudun? "
Hacivat: " Beşi bitirdim. "
Karagöz:  " Beşi  mi? Ben senden çok okumuşum. "
Hacivat: " Vay  vay! Üç mü büyük, beş mi? "
Karagöz:  " Sen de amma cahilsin be Hacivat. Tabi ki üç büyük. "

#45


KAHRAMAN ATATÜRK
Adın anılacak dünya durdukça
Sen en öndesin insanlık var oldukça.
*              *              *              *
Yoktur bu dünyada benzerin, eşin
Vatanı kurtarmaktı senin işin.
*              *              *              *
İngiliz, fransız, yunan toplandı.
Anadolu'da batağa saplandı.
*              *              *              *
Geçilemez dedin, geçmeye geldi.
Yenilgi acısı içmeye geldi.
*              *              *              *
Tuzak kurdular, seni yenmek için,
Sonunda kahroldular, neden, niçin?
*              *              *              *
Planlar sonsuz güven altındaydı.
Düşman komutan ateş hattındaydı.
*              *              *              *
Zafer mutlaktı, yenilgi imkansız.
Türk Ordusu çözülürdü, sancısız.
*              *              *              *
Bir sen geldin, sen Mustafa Kemal'sin,
Bilemediler asla yenilmezsin.
*              *              *              *
Savaş alanında düşmana çarptın,
Düşman pişman oldu, çok iyi yaptın.
*              *              *              *
Kesin bir daha karşına çıkmazlar.
Bin yıl geçse de seni unutmazlar.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım 

------------------------------------------

TÜRK ASKERİ ÇANAKKALE'DE
Türk, Anadolu'da hüküm sürsün diye,                  
Kurtuluş Savaşı'nda canlarını feda ettiler.                    
Mehmetler, Ahmetler, Aliler, Veliler.    
Anadolu' nun fedakar askerleriydiler.
*            *            *            *                                                
Büyük bir karanlığın ardından,                                        
Mucize bir aydınlık beklediler.                                  
Aydınlık biraz geç geldi.                                            
Çanakkale bir buçuk yıl onlara mezar oldu.    
*            *            *            *                                                
Çocuklarımız, torunlarımız dediler.                                
Onlar rahat etsin dediler.                                        
Azrail, ingiliz gemisinin topunun ucundaydı.      
Bombalar siperlere düştükçe                                    
Yerde yatan vurulmuş askeri arkadaşı tanımadı.      
*            *            *            *                                                                        
Alman komutanlar, Çanakkale'deydi.                            
İşi biraz ağırdan alıyordu.            
İngiliz savaş gemileri,
Bombaları bitince gider, diyordu.
Türk topçularına talimat verilmişti.
Ateş etmeyin, bekleyin, diyordu.
*            *            *            *                                                                        
Sonunda Çanakkale'ye Mustafa Kemal geldi.
Bütün cephelerin komutanlığını bana verin, dedi.
Mustafa Kemal'e almanlar direnemedi.
Kendi ülkeleri de ateş hattındaydı.
Birinci Dünya Savaşı devam ediyordu.
Almanlar, bir daha gelmemek üzere
Anadolu'yu terk etti.
*            *            *            *  
Mustafa Kemal siperde saklanmadı.
Savaş meydanını düşmana bırakmadı.
Türk topçularına ateş emrini verdi.
Ateş, ateş, ateş, dedi.
*            *            *            *
Çelikten ölüm kaleleri,
İngiliz, fransız savaş gemileri,
Türk topçusunun yoğun ateşi karşısında
Boğazın derinliklerini boyladı.          
*            *            *            *  
Sonra kara savaşları başladı.
İngiliz, Avustralya ve Yeni Zelanda'dan Anzakları getirdi.    
Onları,  Türkler, boyun eğmedi, diye kandırdı.
Anzaklar, Türkleri kendine düşman bildi.
*            *            *            *  
Anzaklar, 25 Nisan 1915'te Gelibolu yarımadasına  çıkartma yaptı.
Karşısında Türk Ordusu'nu buldu.
Türk Ordusu'nun başında Yarbay Mustafa Kemal vardı.
Türk Ordusu yenilmezdi, Mustafa Kemal yenilmezdi.
Sekiz ay süren savaşlar sonunda,
Anzaklar parçalandılar, paramparça oldular.
Saklanacak ağaç kovuğu bulamadılar.

SON

Yazan: Serdar Yıldırım