Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü

Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

01 Mayıs 2025, 00:25:02

Login with username, password and session length
Üyeler
Stats
  • Toplam İleti: 8,911
  • Toplam Konu: 4,437
  • Online today: 151
  • Online ever: 648
  • (29 Eylül 2024, 09:37:03)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 146
Total: 146

Son İletiler

#51
Merhabalar,
Not: Sorun yaşadığım kişi ile aynı şehirde değilim, yüzyüze hiç görüşmedik-tanışmadık; (WhatsApp sohbetleri sonucu oluşan bir durumdur)

Karşı taraf hakkımda karakol şikayet açtığını bildirdi. 20gün sonra farklı bir numaradan arandım arayan bayan avukatlık bürosundan aradığını ve arabuluculuk için aradığını söyledi.(Belirttiği avukatlık bürosunda adı var). Yaşanan olay içeriğini bilir şekilde , ad-soyad, tc numaramı anne-baba adımı bilerek konuşmaya devam etti.
Olayın sonrası da var fakat önce aşağıdaki sorulara cevap verebilirseniz sevinirim.
 
1- Normalde karakola ifadeye çağrılmam gerekmez mi?
2- Bu şekilde arabuluculuk gibi bir süreç var mı? (ifademe başvurulmadan)
3- Hakkımda yapılan karakol şikayetini bulunduğum şehirdeki karakola ya da savcılığa giderek sorgulatabilir miyim?


Şimdiden teşekkürler.
#52
HIRSIZLIK SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 141 vd.)

Hırsızlık suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı onuncu bölümünde 141 vd. maddelerinde düzenlenen hırsızlık suçu Kanunumuzun 141. maddesinde "Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden almak" olarak tanımlanmıştır.  Hırsızlık suçu; zimmet, irtikâp, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma ve hileli iflas suçları ile birlikte yüz kızartıcı suçlar arasında sayılmaktadır.

Hırsızlık suçunda korunan hukuki değer malın sahibinin ya da malı elinde bulunduranın söz konusu mal üzerinde malikin mülkiyet, malı elinde bulunduranın zilyetlik hakkıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 141. maddesine göre;
"Madde 141 – Hırsızlık
(1) Zilyedinin rızası olmadan başkasına ait taşınır bir malı, kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla bulunduğu yerden alan kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir."


Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere bir fiilin hırsızlık olarak adlandırılabilmesi için tipiklik unsuru gerçekleşmiş olması gereklidir. Hırsızlık suçunun tipiklik unsuru ise;
1.   Suça konu eşyanın, taşınır bir mal olması,
2.   Söz konusu eşya başkasına ait olmalı,
3.   Söz konusu eşya, sahibinin ya da elinde bulunduranın rızası dışında bulunduğu yerden alınması halinde gerçekleşmiş olur.

Hırsızlık suçu tipiklik unsurlarının varlığı ile ortaya çıkmakla birlikte failin suça konu eşyayı "kendisine veya başkasına bir yarar sağlamak maksadıyla" alması da suçun maddi unsuru açısından önem kazanmaktadır. Yine Kanunumuzun lafzında "bulunduğu yerden almak" ile anlatılmak istenen suça konu eşyanın failin egemenliğine geçmesi anlamında kullanılmıştır. Doktrinde egemenlik teorisi olarak adlandırılan bu teoriye göre; ''Hırsızlığa konu malın zilyedinin hâkimiyet alanından çıkarılması, onun mal üzerindeki zilyetliğine son verilmesi ve bu şekilde mal üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle getirilmesi yine bu malın failin egemenlik ve tasarruf alanına dâhil edilmesi hali'' olarak anlaşılmalıdır. (Bkz; Erem, Faruk/Toroslu, Nevzat; Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2003, s.556; Dönmezer, s.347; Gündel, Ahmet, 5237 sayılı TCK da Zimmet-Sahtecilik-Dolandırıcılık-Yağma-Hırsızlık-Güveni Hötüye Kullanma Suçları, Ankara, 2009, s.16;  Yurtcan, Erdener; Yargıtay Kararları Işığında Malvarlığına Karşı Suçlar, Ankara, 2015, s.1; Şeyhanlıoğlu, s. 47;Soyaslan, s.376;Aşık, s.2;Yenidünya, s.13.) 

Hırsızlık suçu icrai hareketli bir suç olmakla beraber suçun unsurlarının oluşmasında suça konu malın bulunduğu yerden alınması gerekmekte olup bu hareketin sonucunda bir neticenin çıkması aranmaz.

Hırsızlık suçunda her gerçek kişi fail olabilir. Tüzel kişilikler hırsızlık suçunun faili olması mümkün değildir. Suçun tanımında korunan hukuki değer zilyetliğe de kapsamakla birlikte uygulamada suça konu malın mülkiyet sahibi de zilyetliği elinde bulunduran kişiye karşı fail konumunda yer alabilir.

Failin söz konusu eylemi, başka bir kişi tarafından teşvik etmesi, azmettirmesi veya yardım etmesi hallerinde bu kişiler bakımından Türk Ceza Kanunumuzun 38. ve 39. maddeleri bağlamında değerlendirme yapılacaktır.

HIRSIZLIK SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Nitelikli Hırsızlık" başlıklı 142. Maddesinde hırsızlık suçunun nitelikli halleri sayılmış olup buna göre;

1- Hırsızlık Suçunun Kamu Kurum ve Kuruluşlarında veya İbadete Ayrılmış Yerlerde Bulunan ya da Kamu Yararına veya Hizmetine Tahsis Edilen Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-a)

Hırsızlık suçunun, kime ait olursa olsun kamu kurum ve kuruluşlarında veya ibadete ayrılmış yerlerde bulunan ya da kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Madde hükmünde hırsızlığın kamu kurum ve kuruluşlarında işlenmesi, hırsızlığın ibadete ayrılmış yerlerde bulunan eşya hakkında işlenmesi, hırsızlığın kamu yararına veya hizmetine tahsis edilen eşya hakkında işlenmesi olmak üzere üç farklı nitelikli hali birlikte sayılmıştır. Söz konusu düzenlemede "kime ait olursa olsun" deyimi ile anlatılmak istenen, suça konu eşyanın kamu kurum ya da kuruluşunda bulunması yeterli olup kamu kurum ve kuruluşuna ait olması gerekmediğidir. Bu fıkranın uygulanabilmesi için eşyanın kamu kurum ve kuruşunda bulunması yeterlidir.

2- Hırsızlık Suçunun Halkın Yararlanmasına Sunulmuş Ulaşım Aracı İçinde veya Bunların Belli Varış veya Kalkış Yerlerinde Bulunan Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-c)

Hırsızlık suçunun, halkın yararlanmasına sunulmuş ulaşım aracı içinde veya bunların belli varış veya kalkış yerlerinde bulunan eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Hırsızlık suçunun dolmuş, otobüs, tramvay, tren, vapur, deniz otobüsü, gemi veya uçak gibi halkın tamamının yararlanabildiği ulaşım araçları ile bunların varış ve kalkış yerleri olan otogar ve havaalanlarında işlenmesi halinde bu nitelikli halin uygulanması gündeme gelmektedir. Söz konusu ulaşım aracı halkın yararlanmasına sunulmuş olması gerekmekte olup suçun taksi, vip transfer araçları ve shuttle hizmetleri esnasında bu nitelikli halin gerçekleştiğinden bahsedilemez.

3- Hırsızlık Suçunun Bir Afet Veya Genel Bir Felaketin Meydana Getirebileceği Zararları Önlemek Veya Hafifletmek Maksadıyla Hazırlanan Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-d)

Hırsızlık suçunun, bir afet veya genel bir felaketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla hazırlanan eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanunu koyucunun "afet veya genel bir felaket" deyiminden kastı deprem, sel, su baskını, tsunami, salgın hastalık, hortum, yangın gibi insan hayatına yönelen tehlikelerdir. Söz konusu tehlikelerin önlenmesi için iç veya dış mekanda depolanmış olması suçun nitelikli halinin uygulanması açısından önem taşımamaktadır.

Söz konusu fıkraya örnek vermek gerekirse; Kızılay'ın deprem çadırları, apartmanların içinde ya da eklentilerinde bulunan yangın söndürme tüpü, su hortumu vs.

Söz konusu hırsızlık fiilinin bir afet veya genel bir felaketin meydana getirebileceği zararları önlemek veya hafifletmek maksadıyla afet esnasında çalınması halinde fail söz konusu fiilinden dolayı zorunluluk hali sebebiyle cezalandırılmayacaktır. (TCK m. 147)

4- Hırsızlık Suçunun Âdet veya Tahsis veya Kullanımları Gereği Açıkta Bırakılmış Eşya Hakkında İşlenmesi (TCK madde 142/1-e)

Hırsızlık suçunun, adet veya tahsis veya kullanımları gereği açıkta bırakılmış eşya hakkında işlenmesi hâlinde, beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu suçun nitelikli haline örnek vermek gerekirse; bağ ve bahçelerde bırakılan tarım araçlarının çalınması, inşaatlardaki yapı malzemelerinin çalınması bu nitelikli hale örnek olarak madde gerekçesinde sayılmıştır. Söz konusu eşyaların çalınmasının kolay olması kanun koyucunun bu şekilde işlenen hırsızlık suçunu nitelikli hal olarak değerlendirmiştir.

5- Hırsızlık Suçunun Kişinin Malını Koruyamayacak Durumda Olmasından veya Ölmesinden Yararlanarak İşlenmesi (TCK madde 142/2-a)

Hırsızlık suçunun, kişinin malını koruyamayacak durumda olmasından veya ölmesinden yararlanarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun maddesinde "kişinin malını koruyamayacak durumda olması" hali kişinin kaza geçirmiş olması, aklî veya bedensel bir hastalık, sakatlıkla mâlul olması, sarhoş olması, yaşlı veya felçli olması olabileceği gibi psikolojik bir çöküntüden kaynaklı da olabilir. Söz konusu durum her olaya göre ayrı ayrı değerlendirilerek kişinin malını koruyabilecek durumda olup olmadığı değerlendirilmelidir.

Kişi fail tarafından malını koruyamayacak duruma getirilmişse failin eylemleri hırsızlık kapsamında değil yağma suçu (m. 148) kapsamında değerlendirilmelidir.

6- Hırsızlık Suçunun Elde veya Üstte Taşınan Eşyayı Çekip Almak Suretiyle ya da Özel Beceriyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-b)

Hırsızlık suçunun, elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel beceriyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun koyuncu söz konusu hüküm ile iki farklı fiili nitelikli hal olarak değerlendirmiştir. Bunlardan ilki elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak yani halk arasında "kapkaççılık" olarak bilinen fiil ve özel beceriyle işlenen hırsızlık fiilidir.
 
Söz konusu düzenlemenin gerekçesi incelendiğinde "hırsızlığın elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle ya da özel bir beceriyle işlenmesi halinin düzenlenmiş olduğu görülmekle, yankesicilik veya kişisel çeviklik ile işlenen hırsızlık halleri bu bendin kapsamına girdiği gibi, bir hayvanı alıştırmak suretiyle ve ondan yararlanılarak işlenen hırsızlık fiilleri hakkında da söz konusu bendin uygulanacağı belirtilmiştir."

Ancak kapkaç olarak tarif edilen "hırsızlık suçunun elde veya üstte taşınan eşyayı çekip almak suretiyle işlenmesi" halinde mağdurun direnmesi ve hırsızlık fiilini gerçekleştiren kişi tarafından direnci kırmak amacıyla kişiye karşı cebir kullanması halinde hırsızlık değil yağma suçu (TCK m.148) oluşacaktır.

Suçun bu bentteki nitelikli hali beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda olan kimseye karşı işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte biri oranına kadar artırılır.

7- Hırsızlık Suçunun Doğal Bir Afetin veya Sosyal Olayların Meydana Getirdiği Korku veya Kargaşadan Yararlanarak Hırsızlık Suçunun İşlenmesi  (TCK madde 142/2-c)

Hırsızlık suçunun, doğal bir afetin veya sosyal olayların meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun koyucu kişilerin içinde bulunduğu durum sebebiyle korku, heyecan ve panik içerisinde kendilerini koruyamayacak halde olmasını ağırlaştırıcı sebep olarak düzenlemiş olup TCK m.142/2-c bendinde sayılan doğal afet ve sosyal olaylar da bu durumlardan biri olarak sayılmıştır. Deprem, fırtına, kasırga, yanardağ patlaması, sel gibi doğal afetler ve isyan, darbe, siyasi ayaklanmalar esnasında işlenen hırsızlık suçları da bu fıkra hükümlerince değerlendirilmektedir.

Ülkemizde yakın zamanda meydana gelen Hatay, Adıyaman, Malatya ve çevre illerde ağır hasara yol açan deprem sonrasında işlenen hırsızlık suçlarında da aynı şekilde aynı fıkraya göre yargılamalar yapılmaktadır.

Söz konusu fıkranın uygulanması için sadece bir doğal afet ya da sosyal olayın meydana gelmesi yeterli olmayıp aynı zamanda failin afet ya da sosyal olayın meydana getirdiği korku veya kargaşadan yararlanması gerekmektedir.

8- Hırsızlık Suçunun Haksız Yere Elde Bulundurulan Veya Taklit Anahtarla Ya Da Diğer Bir Aletle Kilit Açmak Veya Kilitlenmesini Engellemek Suretiyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-d)

Hırsızlık suçunun, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarla ya da diğer bir aletle kilit açmak veya kilitlenmesini engellemek suretiyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu düzenlemenin gerekçesine göre; ''Hırsızlık suçunun, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarlarla ya da diğer bir aletle kilit açmak suretiyle işlenmesi, nitelikli bir hal olarak kabul edilmiştir. Bu nitelikli hal için önemli olan, hırsızlık suçunun kilit açmak suretiyle işlenmesidir. Kilit, haksız yere elde bulundurulan veya taklit anahtarlarla ya da diğer bir aletle açılmış olabilir. Kilidin, hırsızlığı işlemek veya çalınmış malı başka yere nakletmek amacı ile açılmış olması gerekir. Kilidin muhkem olması şart değildir. Anahtar veya diğer aletlerin, vasıtasız olarak açılması mümkün olmayan bir kilidi açmak için kullanılması lazımdır. Kilidi kırmadan açmaya yarayan her türlü araç, alet sayılır. Ancak sahibinin kilidin üzerinde unuttuğu anahtar çevrilerek kilidin açılması suretiyle hırsızlığın işlenmesi ve çalınacak şeyin herhangi bir aletle yerinden sökülmesi hallerinde bu bendin uygulanmayacağı'' belirtilmiştir.

Hırsızlık suçunda bu nitelikli halin gerçekleşebilmesi için kilidin maddede belirtilen araçlar yardımıyla açılması ya da taklit veyahut haksız yere elde bulundurulan şeyle açılması gerekmektedir. Haksız yere elinde bulundurulan anahtar ile anlatılmak istenen, kişinin rızası dışında ya da hukuka aykırı şekilde ele geçirilmiş anahtardır.

9- Hırsızlık Suçunun Bilişim Sistemleri Kullanılmak Suretiyle İşlenmesi (TCK madde 142/2-e)

Hırsızlık suçunun, bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatımızdaki bir çok araç gereç dijitalleşmiş ve elektronik ortama entegre olmuştur. Fatura ödeme, mobil bankacılık, borsa ve yatırım araçları dijital ortamda takip edilir hale gelmiştir. Buna bağlı olarak bilişim sistemleri kullanılarak işlenen suçlar her geçen gün artmıştır. Buna bağlı olarak Kanun koyucu diğer suçlarda olduğu gibi hırsızlık suçunun da bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi halini nitelikli hal olarak düzenlemiştir.

Bilişim sistemlerinin hırsızlık suçunun işlenişinde kullanılması faillerin işini kolaylaştırdığı gibi yakalanmalarını da zorlaştırır. Bunun önüne geçebilmek için hırsızlığın bilişim sistemlerinin kullanılması suretiyle işlenmesi kanunda suçun ağırlaştırıcı nedenlerinden biri olarak sayılmıştır. (Centel/Zafer/Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt 1., İstanbul, Beta Yayınevi, 4.baskı.,2017, s. 357.)

Yargıtay Ceza Genel Kurulu 08.04.2014 tarihinde verdiği kararla bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenen hırsızlık ve dolandırıcılık suçları arasındaki ayrımı saptamak için;

"Bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle işlenen hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarına burada bir örnek vermek gerekirse; Fail hırsızlık suçunun tanımını aşan bir şekilde hileli davranışlarda ve aldatıcı hareketlerde bulunmuş, bu şekilde mağdura ait banka veya kredi kartı bilgisini ele geçirmek suretiyle bir yarar sağlamışsa TCK m.158/1-f bendinde yer alan nitelikli dolandırıcılık suçunu işlenmiş sayılacaktır. Buna karşın, fail herhangi bir şekilde hileli hareketlerde bulunma ve mağduru aldatma durumu olmaksızın ya da banka veya kredi kartını herhangi bir şekilde ele geçirmeksizin bu kart içerisinde bulunan para kendisinin veya bir başkasının hâkimiyet alanına geçirilmek suretiyle eylem gerçekleştirmişse artık bilişim sistemleri kullanılmak suretiyle hırsızlık suçunu işlemiş sayılacaktır." (Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 08.04.2014 tarih ve 2012/1368 Esas, 2014/1799 Karar sayılı ilamı.)

şeklinde hüküm kurarak iki suç arasındaki farkı ortaya koymuştur. 

10- Hırsızlık Suçunun Tanınmamak İçin Tedbir Alarak veya Yetkisi Olmadığı Halde Resmi Sıfat Takınarak İşlenmesi (TCK m.142/2-f)

Hırsızlık suçunun, tanınmamak için tedbir alarak veya yetkisi olmadığı halde resmi sıfat takınarak işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Söz konusu düzenlemede iki farklı durum nitelikli hal olarak sayılmış olup bunlardan ilki failin suçun işlenmesi esnasında tanınmamak için önlem alması ikincisi ise failin resmi sıfat takınmak suretiyle kişilerin güvenini elde ederek işlenmesi halleridir.

Düzenlemeye göre; hırsızlık suçunun işlenmesi esnasında suçun işlenmesini kolaylaştırmak ve tanınmamak amacıyla takma saç, sakal, bıyık, maske gibi önlemler alan kimse, hırsızlık suçunun nitelikli halinden cezalandırılacaktır. Bir diğer nitelikli hal olan failin hırsızlık suçunun işlenmesi esnasında resmi sıfat takınan ve bu suretle kişilerin güvenini elde ederek suçun işlenmesini kolaylaştıran kimse m.142/2-f hükmüyle cezalandırılacaktır.

Kanun metninde yer alan "tanınmamak için tedbir almak" deyimi  ile anlatılma istenen failin dış görünüşünü değiştirmek suretiyle yakalanmaması ve bu cezadan kurtulması amacını güden her türlü davranış biçimi olarak yorumlanmalıdır. Kanun metninde yer alan bir diğer nitelikli hali tarif eden "yetkisi olmadığı halde resmi sıfat takınmak" deyimi ise failin kamu görevlisi olmamasına rağmen kamu görevlisiymiş gibi davranarak hırsızlık fiilini gerçekleştirmesidir. Kişinin gerçekten kamu görevlisi olması halinde bu hükme dayanılarak ceza verilemez.

11. Hırsızlık Suçunun Büyükbaş ve Küçükbaş Hayvanlar Hakkında İşlenmesi (TCK m. 142/2-g)

Hırsızlık suçunun, hırsızlık suçunun büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar hakkında işlenmesi hâlinde beş yıldan on yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Kanun metninde yer alan "büyükbaş ve küçükbaş" hayvandan anlaşılması gereken "Et ve Et ürünleri Üretim Tesislerinin Çalışma ve Denetleme Usul ve Esaslarının Düzenlendiği Yönetmeliğinin" 4. maddesinde açıklanmıştır. Buna göre ''sığır, manda, at ve devekuşu'' büyükbaş hayvan, ''keçi, koyun, tavşan'' ise küçükbaş hayvan olarak sayılmıştır.

HIRSIZLIK SUÇUNUN GECE VAKTİ İŞLENMESİ

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malvarlığına Karşı Suçlar" başlıklı onuncu bölümünün 142 ve 143. maddesinde yer alan hırsızlık suçunun, gece vakti işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

Söz konusu düzenlemenin amacı, hırsızlık suçunun gece vakti daha kolay işlenebilmesi olduğu gibi gece işlenen hırsızlık suçunun toplumda yarattığı korku ve endişenin daha fazla olmasıdır.

Kanuni düzenlemede belirtilen cezayı arttırıcı neden suçun temel halinde uygulanacağı gibi nitelikli halinde de uygulama alanı bulmaktadır. Söz konusu cezayı arttırıcı nedenin uygulamasında hâkimin takdir yetkisi bulunmamaktadır.

Kanun metninde yer alan "gece vakti" deyiminden anlaşılması gereken aynı Kanunun "Tanımlar" başlıklı 6. maddesinde "güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve doğmasından bir saat evvele kadar devam eden zaman süresi" tanımlanmıştır. Dünyanın ekseninin 23°27′ derece eğik olması sebebiyle yıl içinde Güneş'in ufuk düzlemindeki yükseltisi ve güneş ışınlarının yeryüzüne düşme açısı değişir. Güneş'in doğuş ve batış saatleri de buna bağlı olarak yıl içerisinde değişmektedir.

Düzenlemede yer alan cezayı arttırıcı nedenin uygulanabilmesi için suçun ne zaman işlendiğinin tespit edilmesi mutlak önem taşımaktadır. Hırsızlık suçu taşınır malın suçu işleyenin hâkimiyet alanına girmesi ile tamamlanır, bu nedenle gündüz vaktinde icrasına başlanan hırsızlık suçunun gece vakti tamamlanması halinde suç gece vaktinde, gece vaktinde icrasına başlanan hırsızlık suçunun gündüz vakti tamamlanması halinde suç gündüz vakti işlenmiş kabul edilmelidir. (Mahmut KOCA, İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler (2018), 5. Baskı, Ankara, Adalet Yayınevi.)  Suçun ne zaman işlendiğinin tespit edilemediği hallerde "şüpheden sanık yararlanır" ilkesi gereği suçun gündüz vakti işlendiği kabul edilecektir.

HIRSIZLIK SUÇUNDA DAHA AZ CEZAYI GEREKTİRECEK HALLER VE CEZASIZLIK SEBEPLERİ

1- Hırsızlık Suçunun Paydaş veya Elbirliği ile Malik Olunan Mal Üzerinde İşlenmesi (TCK m. 144/1-a)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Daha Az Cezayı Gerektirecek Haller" başlıklı 144/1-a bendine göre;

"Hırsızlık suçunun paydaş veya elbirliği ile malik olunan mal üzerinde işlenmesi halinde, şikayet üzerine, fail hakkında iki aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanun koyucu, suçun yukarıda belirtilen Kanuni tanımına göre işlenmesi halinde hırsızlık suçunun şikâyete tabi olarak düzenlemekle birlikte hâkime tanıdığı takdir yetkisi ile hapis cezasına alternatif adli para cezasına hükmedebileceğini düzenlemiştir.

Söz konusu düzenleme ile payına düşenden daha fazlasını almak isteyen ve bu sebeple diğer paydaşın mülkiyet hakkını ihlal eden paydaşın cezalandırılması amaçlanmıştır. 
Kanunun lafzında bahsedilen mülkiyet türlerini tanımlayacak olursak, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunumuzun 688. maddesine göre paylı mülkiyet; "Paylı mülkiyette birden çok kimse, maddî olarak bölünmüş olmayan bir şeyin tamamına belli paylarla maliktir. Başka türlü belirlenmedikçe, paylar eşit sayılır. Paydaşlardan her biri kendi payı bakımından malik hak ve yükümlülüklerine sahip olur."

Paylı mülkiyet bir hukuki işlemden doğabileceği gibi, Kanun hükmünden veya mahkeme kararından da doğabilir. Paylı mülkiyette herkesin payı belirlenmiş haldedir.

Elbirliği ile mülkiyet ise Türk Medeni Kanunumuzun 701. maddesine göre;  "Kanun veya kanunda öngörülen sözleşmeler uyarınca oluşan topluluk dolayısıyla mallara birlikte malik olanların mülkiyeti, elbirliği mülkiyetidir."

Kanunumuzda suçun daha az cezayı gerektirecek hali olarak sayılan paylı ve elbirliği ile mülkiyet halinde suçunda fail ancak paylı veya elbirliği ile malik olanlar, ortaklar veya mirasçıları olabilir ve hırsızlık suçunun kanuni tanımından kaynaklı olarak yalnızca taşınır mallar üzerinde söz konusu suç işlenebilir.

2- Hırsızlık Suçunun Bir Hukuki İlişkiye Dayanan Alacağı Tahsil Amacıyla İşlenmesi (TCK m. 144/1-b)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Daha Az Cezayı Gerektirecek Haller" başlıklı 144/1-b bendine göre; "Hırsızlık suçunun bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsili amacıyla işlenmesi halinde, şikayet üzerine, fail hakkında iki aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanun koyucu, cezayı azaltacak diğer halde olduğu gibi bu haline göre de işlenmesi halinde hırsızlık suçunun şikâyete tabi olarak düzenlemekle birlikte hâkime tanıdığı takdir yetkisi ile hapis cezasına alternatif adli para cezasına hükmedebileceğini düzenlemiştir.

Kanun hükmünde yer alan "hukuki ilişkiye dayanan alacak" deyimiyle alacağın kanundan, mahkeme kararından ya da farklı bir hukuki ilişkiye dayanabileceğini belirtmiştir. Söz konusu borcun muaccel hale gelmiş, talep edilebilir bir borç olması gerekmektedir. Aksi takdirde henüz doğmamış ya da eksik borç olarak nitelendirilebilecek bir borcun tahsili için işlenen hırsızlık suçunda söz konusu hükmün uygulama alanı bulması beklenemez. Taraflar arasında bir hukuki ilişki bulunmamasına ya da söz konusu borcun muaccel hale gelmemesine rağmen failin, hukuki ilişki ve muaccel hale gelmiş bir borcun bulunduğu düşüncesiyle hareket etmesi halinde fail için hata hükümleri uygulanacaktır.

3- Hırsızlık Suçuna Konu Malın Değerinin Az Olması (TCK m.145) 

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Malın Değerinin Az Olması" başlıklı 145. maddesine göre;"Hırsızlık suçunun konusunu oluşturan malın değerinin azlığı nedeniyle, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, suçun işleniş şekli ve özellikleri de göz önünde bulundurularak, ceza vermekten de vazgeçilebilir."

Hâkim tarafından malın değeri belirlenirken suçun işlendiği tarih dikkate alınmalıdır. Malın değeri belirlenirken emsal ücret araştırması yapılabileceği gibi bilirkişi incelemesi de yaptırılabilir.

Yargıtay 13. Ceza Dairesi 24.05.2018 tarihinde verdiği 2018/2594 Esas, 2018/8101 Karar sayılı ilamında;

"Sanığın olay tarihinde açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen iki kişi ile birlikte gece vakti katılana ait işyerine vitrin camını kırarak girip 150 TL değerinde HP marka bilgisayar ekranı ile 10 TL değerinde market cep telefonunu çaldığının anlaşılması karşısında; suça konu bilgisayar ekranı ile maket cep telefonunun suç tarihindeki değerleri gözetilerek sanık hakkında suçun işleniş şekli ve özellikleri itibariyle ceza vermekten vazgeçilemeyecek ise de hırsızlık konusunu oluşturan malın değerinin az olması nedeniyle, TCK'nın 145. maddesi gereğince sanığa verilen cezadan belirlenecek oranda indirim yapılması gerekmektedir."

şeklinde hüküm kurarak 2018 yılında gerçekleşen 160 TL'lik hırsızlık suçunda hırsızlığa konu malın değerinin düşük olması sebebiyle sanığa verilen cezada indirim yapılması gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 2. Ceza Dairesi ise 28.05.2018 tarihli kararında ise;

"Suça sürüklenen çocukların, müştekinin işyerinde 50 TL bozuk para ile bir adet döner bıçağı çaldıklarının ve suça konu döner bıçağı bakımından dosya içerisinde değer tespit tutanağının bulunmadığının anlaşılması karşısında; döner bıçağının suç tarihindeki ikinci el piyasa değeri tespit edilerek buna göre çalınanların toplam değeri belirlenip sonucuna göre suça sürüklenen çocuklar hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 145. Maddesinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması gerekmektedir."

şeklinde hüküm kurarak çalınan malın olay tarihindeki ikinci el piyasa değeri tespit edilerek, çalınan malların tümünün toplam değeri üzerinden söz konusu hükmün uygulanıp uygulanmaması gerektiğinin tartışılması gerektiğine karar vermiştir.

4- Kullanma Hırsızlığı (TCK m. 146)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Kullanma Hırsızlığı" başlıklı 146. maddesine göre;"Hırsızlık suçunun, malın geçici bir süre kullanılıp zilyedine iade edilmek üzere işlenmesi halinde, şikâyet üzerine, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilir. Ancak malın suç işlemek için kullanılmış olması halinde bu hüküm uygulanmaz."

Kanunumuzun lafzından da anlaşılacağı üzere kullanma hırsızlığı şikâyete bağlı suç olarak düzenlenmiştir. Buna bağlı olarak müşteki ya da katılanın şikâyetten vazgeçilmesi halinde fail hakkında düşme kararı verilecektir.

Söz konusu hükmün uygulanabilmesi için hırsızlığa konu malın belirli bir süre ile alınmış olması ve alınırken iade amacı güdülmesi gerekmekle birlikte malın iadesi için uzun bir zaman geçmemesi gerekmektedir. Geçici olarak kullanılmak üzere alınan eşyanın kısa süre içerisinde sahibinin kolaylıkla bulabileceği bir yere bırakılması da kullanma hırsızlığı kapsamına girmektedir. Yani malın iadesi doğrudan olabileceği gibi malın sahibinin kolaylıkla bulabileceği bir yere bırakılması da iade kapsamında değerlendirilmektedir.

5- Zorunluluk Hali

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Zorunluluk Hali" başlıklı 147. maddesine göre; "Hırsızlık suçunun ağır ve acil bir ihtiyacı karşılamak için işlenmesi halinde, olayın özelliğine göre, verilecek cezada indirim yapılabileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir."

Şeklinde düzenlenmiştir. Söz konusu düzenleme aynı Kanunun 25. maddesinde düzenlenen zaruret halinin özel olarak hırsızlık suçuna ilişkin düzenlenmiş hali olarak yer almaktadır. Kanunumuzda yer alan genel düzenlemede;

"Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.şeklinde düzenlenmiştir.

Zorunluluk halinde suça konu mal herhangi bir taşınır mal olabileceği gibi para da olabilir. Bu halin uygulanmasındaki tek koşul ağır ve acil bir ihtiyacın karşılanması olup malın değerinin az ya da çok olmasının bir önemi bulunmamaktadır.

6- Hırsızlık Suçlarında Şahsi Cezasızlık Sebebi Veya Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebepler

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Şahsi Cezasızlık Sebebi Veya Cezada İndirim Yapılmasını Gerektiren Şahsi Sebep" başlıklı 167. maddesine göre;
Hırsızlık suçunun;
a) Haklarında ayrılık kararı verilmemiş eşlerden birinin,
b) Üstsoy veya altsoyunun veya bu derecede kayın hısımlarından birinin veya evlat edinen veya evlatlığın,
c) Aynı konutta beraber yaşayan kardeşlerden birinin,

Zararına olarak işlenmesi halinde, ilgili akraba hakkında cezaya hükmolunmaz.

(2) Bu suçların, haklarında ayrılık kararı verilmiş olan eşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamayan kardeşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamakta olan amca, dayı, hala, teyze, yeğen veya ikinci derecede kayın hısımlarının zararına olarak işlenmesi halinde; ilgili akraba hakkında şikâyet üzerine verilecek ceza, yarısı oranında indirilir.

Şeklinde düzenlenmiştir. Kanun koyucu bu düzenleme vasıtasıyla aralarında akrabalık ya da yakınlık bulunan kişilerin arasında işlenen suçlar bakımından cezasızlık ya da indirim sebebi haline getirmiştir. Söz konusu cezasızlık ya da indirim sebeplerinden bahsedebilmek için suçun işlendiği esnada söz konusu sebebin var olması gerekmektedir.

HIRSIZLIK SUÇUNDA ETKİN PİŞMANLIK

Etkin pişmanlık, suçun tamamlanmasından sonra failin pişmanlık duyarak suçun meydana getirdiği etkileri ortadan kaldırmaya, azaltmaya, eski hale getirmeye sağlayan, cezayı kaldıran ya da cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep olarak tanımlanabilir. (Erhan GÜNAY, Öğreti ve Uygulamada Yeni Türk Ceza Kanunundaki Etkin Pişmanlık ve Gönüllü Vazgeçme, Ankara, Seçkin Yayıncılık, 2006, s. 15.)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Etkin Pişmanlık" başlıklı 168. maddesinde hırsızlık suçuna ilişkin etkin pişmanlık hükümleri düzenlenmiş olup buna göre;

(1) Hırsızlık suçu tamamlandıktan sonra ve fakat bu nedenle hakkında kovuşturma başlamadan önce, failin, azmettirenin veya yardım edenin bizzat pişmanlık göstererek mağdurun uğradığı zararı aynen geri verme veya tazmin suretiyle tamamen gidermesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisine kadarı indirilir.

(2) Etkin pişmanlığın kovuşturma başladıktan sonra ve fakat hüküm verilmeden önce gösterilmesi halinde, verilecek cezanın yarısına kadarı indirilir.

(4) Kısmen geri verme veya tazmin halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için, ayrıca mağdurun rızası aranır.

Şeklinde düzenlenmiştir. Kanun koyucu etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak için gerekli şartları şu şekilde sıralamıştır;

•   Hırsızlık suçunun tamamlanmasını yani failin bir başkasının malını egemenlik alanına geçirmesini,
•   Hakkında kovuşturmanın başlamasından önce harekete geçmesini,
•   Bizzat pişmanlık göstermek suretiyle mağdurun zararının tanzim edilmesi halinde,
kişinin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanabileceğini açıkça belirtmiştir.

Kanun koyucu, zararın tamamen giderilmesi halinde mağdurun rızasını aramamakta iken; kısmen geri verme veya kısmen zararı tazmin etme durumlarında mağdurun rızasını esas almıştır. Zararın giderilmesi en geç hüküm verilinceye kadar gerçekleşmiş olması gerekmekte olup hüküm verildikten zararın giderilmesi halinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mümkün olmayacaktır.

Kişinin suçun kanuni tanımındaki fiilleri gerçekleştirmeden pişman olması halinde gönüllü vazgeçme ve teşebbüs hükümleri bakımından değerlendirilmesi gerekmektedir.

Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 13.10.2017 tarihli 2016/5361 Esas, 2017/11718 Karar sayılı ilamında "Sanığın, müştekinin zararını gidermek istemesi üzerine sanığa zararı gidermesi için makul bir süre verilip, sonucuna göre hakkında 5237 sayılı TCK'nın 168. maddesi uyarınca etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi gerektiği..." şeklinde hüküm kurarak sanığın mağdurun zararını gidermek için makul bir süre verilmesi akabinde etkin pişmanlığa ilişkin hükümlerin değerlendirilmesi gerektiğini vurgulamıştır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#53
Sosyal Medya Aracılığıyla İşlenen Suçlar

Günümüzde gelişen iletişim teknolojileri ile birlikte internet ve sosyal medya kullanımı artmış ve buna bağlı olarak sosyal medya aracılığıyla işlenen suçlarda ciddi oranda artış meydana gelmiştir.

Sosyal medyanın kullanımının yaygınlaşmasıyla beraber her eğitim ve kültür düzeyinden insanları bir platform etrafında toplamış ve birbirleriyle etkileşimi artmıştır. Bu iletişimin olumlu yönleri olduğu kadar gerek sosyal medyada kişilerin anonim bir kimliğe bürünebilir olması gerekse sosyal medyanın verdiği iletişim olanaklarının kötüye kullanımı ve suistimal edilebilir nitelikte olması sebebiyle bu platformlar kullanıcıların maddi manevi bütünlüğü ve kişilik hakları üzerinde ciddi tehditler oluşturmaktadır.

Bu yazımızda sosyal medya yoluyla işlenebilen suçları, bu suçların maddi, manevi unsurlarını ve bu suçlardan korunma yollarını açıklayacağız.

CİNSEL TACİZ (Türk Ceza Kanunu m.105)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 105. maddesinde;   
   
"Madde 105 – Cinsel Taciz
(1)Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikayeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur."


denmektedir.

Kanunumuzda Cinsel Dokunulmazlığa Karşı Suçlar bölümünde yer alan cinsel taciz suçunda, kişinin herhangi bir temasta bulunmaksızın cinsel arzu ve isteklerini tatmin etmek amacıyla karşısındaki kişiye yönelik her türlü yazı, fotoğraf ve ses kaydı gibi araçlarla rahatsız etmesi şeklinde vücut bulur.

Bu suçun oluşumunda en çok karşılaşılan örnekler gönderilen cinsel içerikli emoji, giff, çıplak vücudun teşhir edilmesi, cinsel içerikli yazı, fotoğraf ve ses kayıtları, görüntülü konuşma sırasında yapılan fiiller olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişilerin sosyal medya üzerinden gönderdiği öpücük emojileri, cinsel ilişki teklifleri, abartılı övgü söylemleri gibi ifadeler de yine bu suçun oluşumuna vücut verecektir.

Bu suçun mağduru kadınlar olabileceği gibi erkekler ve LGBT+ bireyler de olabilmektedir. Yine uygulamada sosyal medya aracılığıyla gerçekleşen cinsel taciz suçunda çocukların da sık sık mağdur konumunda olduğunu görmekteyiz. Kanunun lafzından da görüleceği üzere cinsel taciz suçunun çocuğa karşı işlenmesi halinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunmaktadır.

CİNSEL TACİZ SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ

Cinsel taciz suçunun;

a) Kamu görevinin veya hizmet ilişkisinin ya da aile içi ilişkinin sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
b) Vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, koruyucu aile veya sağlık hizmeti veren ya da koruma, bakım veya gözetim yükümlülüğü bulunan kişiler tarafından,
c) Aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
d) Posta veya elektronik haberleşme araçlarının sağladığı kolaylıktan faydalanmak suretiyle,
e) Teşhir suretiyle,

işlenmesi hâlinde yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise verilecek ceza bir yıldan az olamaz." demektedir.

TEHDİT SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 106)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 106. maddesinde;                   

"Madde 106 – Tehdit 
(1)Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı dokuz aydan az olamaz. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Tehdidin;
 a) Silahla,
 b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,
 c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
 d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
İşlenmesi halinde, fail hakkında iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Tehdit amacıyla kasten öldürme, kasten yaralama veya malvarlığına zarar verme suçunun işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı ceza verilir."
denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere tehdit suçu failin, bir kişinin kendisine veya yakınına karşı hukuka aykırı şekilde zarar vereceğini beyan etmesiyle vücut bulur. Suçun meydana gelmesi sosyal medyadan gönderilen bir iletiyle meydana gelebileceği gibi, emoji, ses kaydı, fotoğraf, yorum atma yöntemleriyle de gerçekleştirilebilir.

Sosyal medya üzerinden yapılan tehdit, mağdurun karar verme ve özgür hareket etme özgürlüğünü kısıtlayacak, mağdurun iç huzurunu bozacak ve onu endişeye sevkedecek nitelikte olmalıdır.

Suçun mağduru, tehdit edildiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde şikayet hakkını kullanmalıdır, aksi halde şikayet hakkını kaybetmiş olacaktır.

ŞANTAJ SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 107)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 107. maddesinde;
   
"Madde 107 – Şantaj 
Hakkı olan veya yükümlü olduğu bir şeyi yapacağından veya yapmayacağından bahisle, bir kimseyi kanuna aykırı veya yükümlü olmadığı bir şeyi yapmaya veya yapmamaya ya da haksız çıkar sağlamaya zorlayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır.
Kendisine veya başkasına yarar sağlamak maksadıyla bir kişinin şeref veya saygınlığına zarar verecek nitelikteki hususların açıklanacağı veya isnat edileceği tehdidinde bulunulması halinde de birinci fıkraya göre cezaya hükmolunur."


denmektedir.

Hayatımızın değişilmez bir parçası olan sosyal medyada kişiler tanışıp arkadaşlık kurabilmekte ve buna bağlı olarak karşısındaki kişilere mahrem görüntüler gönderebilmektedir. Mağdurlar, kötüniyetli kişilerce bu görüntülerin 3. kişilerle paylaşılacağı yönünde tehdit ve şantaja maruz bırakılabilmekte, maddi taleplerde bulunulabilmektedir. Ses, görüntü ve fotoğraflar her ne kadar mağdur kişinin bilgisi ve rızası tarafından gönderilse de bu ses, görüntü ve fotoğrafların 3. kişilerle paylaşılacağı yönünde söylenen sözler tehdit suçunu oluşturmakla beraber paylaşılması halinde özel hayatın gizliliği suçuna da vücut verecektir.

Şantaj suçunun oluşması için tehdit unsuru içeren beyanların gerçekleştirilmiş olmasına gerek yoktur. Salt bu yönde tehdit içeren sözlerin sarf edilmesi yeterlidir. Şantaj suçu ile mağdurların irade hürriyetleri kısıtlanmakla beraber özgür düşünme ve karar alabilmesi ve de buna bağlı olarak hareket edebilme serbestisi kısıtlanmaktadır. Buna bağlı olarak şantaj suçunun işlenmesi her türlü icrai hareketle işlenebilmektedir.
Bir kişinin kanuni bir hakkını kullanacağından bahisle başka bir kimseyi tehdit etmesi şantaj suçuna vücut vermez.

Yargıtay 4. Ceza Dairesi 27.03.2014 tarih ve 2012/24960 Esas, 2014/9657 Karar sayılı ilamında da buna ilişkin;

"Sanığın, borçlu olduğu ve kendisini başka bir soruşturma dosyasından şikayet eden müştekiye şikayetinden vazgeçmesi durumunda borcunu ödeyeceğini bildirmesi eylemi haksız bir çıkar sağlama amacına yönelik olmadığı gibi yapmaya hakkı olduğu bir eylem niteliğinde bulunmadığı, buna göre TCK'nın 107/1. maddesinde düzenlenen şantaj suçunun maddi unsuru, sanığın yapmaya hakkı olan şeyi yapacağından veya yapmaya yükümlü olduğu bir şeyi yapmayacağından söz ederek, bu durumları mağdur üzerinde baskı aracı olarak kullanıp haksız bir çıkar elde edilmesidir unsurunun gerçekleşmediği gözetilmeden şantaj suçundan mahkumiyet hükmü kurulması hatalıdır.."
şeklinde hüküm kurmuştur.

Yargıtay'ın yıllara yayılan kararları incelendiğinde şantaj suçunda ispat hususuna ilişkin önemli ilkelerin benimsendiği ve bu kriterler doğrultusunda kararların verilmesi gerektiği hususunda kararlar verildiği görülmektedir. Yargıtay'a göre, sanığın ikrarı, tanık beyanları, gizli ses kaydı, HTS kayıtları ve mesaj içerikleri şantaj suçunda ispat yönünde önemli deliller olarak kabul edilmektedir.

KİŞİLERİN HUZUR VE SÜKUNUNU BOZMA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 123)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 123. maddesinde;
   
"Madde 123 – Kişilerin Huzur ve Sükûnunu Bozma
(1) Sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla; telefon edilmesi, gürültü yapılması ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunulması halinde, mağdurun şikâyeti üzerine faile üç aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir."

denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere belirli hareketlerle kişilerin huzur ve sükûnlarının bozulması için yapılan fiiller cezalandırılmak istenmektedir.
Suçun maddî unsuru bir kimseye ısrarla, gece gündüz demeden telefon edilmesi veya ona karşı ısrarla gürültü yapılmasıdır. Ancak dikkat edilmelidir ki suçun tanımıyla cezalandırılan fiiller, mağdur özelinde maddi veya cebri bir müdahale niteliği taşımamaktadır. Kanunda korunan hukuki değer kişilerin psikolojik, ruhsal sükûn içinde yaşama hakkıdır.

Suçun oluşabilmesi için, yapılan hareketlerin belirli bir kişinin huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli olması da gerekmektedir. Hareketin mağdurun huzur ve sükûnunu bozmaya elverişli olup olmadığı, mağdurun algı ve değerlendirmesine göre değil, öncelikle objektif bir değerlendirmeye göre belirlenmelidir. Yine olayın özelliklerine göre bir değerlendirme yapılması, aramaların sayısının yanı sıra arama süreleri ve aramaların yapıldığı zaman dilimlerinin de göz önünde bulundurulması maddi unsurun oluşup oluşmadığının tespiti bakımından önem arz etmektedir. (İ. Malkoç, Açıklamalı-İçtihatlı 5237 Sayılı Yeni Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Malkoç Kitabevi, Ankara 2008, s. 1088)

Suçu oluşturan eylemler seçimlik hareketli olup suçun vücut bulması için kanunda sayılan telefon etme, gürültü yapma gibi fiiller dışında da çeşitli şekillerde işlenebilir.

Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, suçtan zarar gören mağdurun şikâyetine bağlıdır.

ISRARLI TAKİP SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 123/A)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 123/A maddesinde;   

"Madde 123/A – Israrlı Takip
(1) Israrlı bir şekilde; fıziken takip etmek ya da haberleşme ve iletişim araçlarını, bilişim sistemlerini veya üçüncü kişileri kullanarak temas kurmaya çalışmak suretiyle bir kimse üzerinde ciddi bir huzursuzluk oluşmasına ya da kendisinin veya yakınlarından birinin güvenliğinden endişe duymasına neden olan faile altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Suçun;
a) Çocuğa ya da ayrılık kararı verilen veya boşandığı eşe karşı işlenmesi,
b) Mağdurun okulunu, iş yerini, konutunu değiştirmesine ya da okulunu veya işini bırakmasına neden olması,
c) Hakkında uzaklaştırma ya da konuta, okula veya iş yerine yaklaşmama tedbirine karar verilen fail tarafından işlenmesi,
hâlinde faile bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir."


Kanunumuza yeni giren bir hüküm olan ısrarlı takip suçunun amacı ve korunan hukuki değer bireyin huzurlu bir ortamda, rahatsız edilmeden, belirli bir sükûnet, psikolojik rahatlık ve esenlik içinde yaşamını sürdürmesini ve bu suretle kişilerin manevi varlığını korumak ve geliştirme hakkını sahip olması için koruma sağlamaktır.

Kanunun 2.fıkrasında sayılmış olan suçun gerek çocuğa ve ayrılık kararı verilen eşe karşı işlenmesi halinde gerekse uzaklaştırma tedbirine uyulmamak suretiyle ya da mağdurun evini, okulunu, iş yerini değiştirmesine neden olacak şekilde işlenmesi suçun ve cezanın ağırlaştırıcı haline vücut vermektedir.
 
Israrlı takip suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, suçtan zarar gören mağdurun şikâyetine bağlıdır.

HAKARET SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 125)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Şerefe Karşı Suçlar başlıklı 8. bölümünün 125. maddesinde;
   
"Madde 125 – Hakaret
(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.
(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.
(3) Hakaret suçunun;
a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,
b) Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı,
c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.
(4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. 
(5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır."

Sosyal medya üzerinden en çok işlenen suçların başında hakaret suçu gelmektedir. Bir kişiye sosyal medya araçları ile sövmek, o kişinin şeref ve saygınlığına saldırmak, o kişiyi aşağılamak fiilleri hakaret suçunu oluşturur. Bir kimseyi sosyal medya üzerinden aşağılamak, sövme şeklinde de olabilir, o kişinin saygınlığına zarar verecek fotoğraf veya videoları yayınlamak suretiyle de olabilir. Atılan tweetler, forumlardaki görüşler, Facebook paylaşımları veya Instagram yorumları üzerinden, aşağılayıcı, küçük düşürücü, husumete maruz bırakıcı yazılı, görsel ve sesli içeriklerle hakaret suçu işlenebilmektedir.

Atılan hakaret içerikli tweet'lerin veya Instagram gönderilerinin retweet veya repost yöntemleriyle paylaşılması, içeriğin daha fazla kişiye ulaşması amacıyla yapılıyorsa, bu kişilerin de sorumluluğu gündeme gelecektir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Şerefe Karşı Suçlar başlıklı 8. bölümünün 125. Maddesinde açıklanan hakaret suçunun işlenmesinde mağdurun ismi açıkça belirtilmemiş veya üstü kapalı olarak geçiştirilmiş olsa bile, eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda şüpheye yer vermeyecek şekilde netlik varsa hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır.

Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Hakaret suçunun, kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi halinde, kişiye ceza verilmez. Yani kişiler arasında gerçekleşen fiziksel bir kavgada edilen küfürler nedeniyle mağdur kişi cezalandırılamayacaktır.

Yine hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmesi halinde, olayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi veya biri hakkında verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.

Ölmüş bir kişinin arkasından hatırasına hakaret edilmesi halinde de hakaret suçu gerçekleşmiş olacaktır. Kanunumuzun 130. maddesinde bu haller için; "Bir kimsenin öldükten sonra hatırasına en az üç kişiyle ihtilat ederek hakaret eden kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Ceza, hakaretin alenen işlenmesi halinde, altıda biri oranında artırılır." demektedir.

Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı işlenen hariç; hakaret suçunun soruşturulması ve kovuşturulması, mağdurun şikâyetine bağlıdır.

Mağdur, şikayet etmeden önce ölürse veya suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise; ölenin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu, eş veya kardeşleri tarafından şikayette bulunulabilir.

HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 132)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 132. maddesinde;   

"Madde 132 – Haberleşmenin Gizliliğini İhlal
(1) Kişiler arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu gizlilik ihlali haberleşme içeriklerinin kaydı suretiyle gerçekleşirse, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Kendisiyle yapılan haberleşmelerin içeriğini diğer tarafın rızası olmaksızın hukuka aykırı olarak alenen ifşa eden kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."

Maddeden de anlaşılacağı üzere Kanunumuzda haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunda 3 farklı eylem tipi cezalandırılmak istenmiştir. Buna göre;

1- Kişilerin arasındaki haberleşmenin gizliliğini ihlal etmek (TCK 132/1),
2- Kişiler arasındaki haberleşme içeriklerini hukuka aykırı olarak ifşa etmek (TCK 132/2),
3- Kendisiyle yapılan haberleşmenin içeriğini karşı tarafın rızası olmaksızın alenen ifşa etmek (TCK 132/3) ayrı ayrı cezalandırılmak istenmiştir.

Kanunumuzda haberleşmeden anlaşılması gereken vasıta açıklanmamış olup Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2020/442 Karar sayılı ilamında bu duruma ilişkin; "Haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunda haberleşmeyi gerçekleştirmek için yararlanılan araçlar bakımından herhangi bir sınırlama söz konusu olmayıp, yapılma biçimi ne olursa olsun her türlü haberleşme açısından bir koruma sağlanmıştır. Kanun koyucu teknolojik gelişmeleri göz önünde tutarak, haberleşmenin yapıldığı araçları tek tek saymak yerine sadece gizliliğin ihlali bakımından haberleşmeden söz etmektedir."

Yine hükmün gerekçesinde de kişiler arasındaki haberleşmenin ne suretle yapıldığının suçun oluşumu açısından önemi yoktur.

Sosyal medya platformları üzerinden gerçekleşen bir mesajlaşmanın, yazılı, sesli ve görsel haberleşme kayıtlarının, rıza dışı, haberleşmenin tarafları veya üçüncü kişilerce sosyal medya platformları üzerinden başkalarına ifşa edilmesi, duyurulması haberleşmenin gizliliğini ihlal suçunu oluşturur.

Örnek vermek gerekirse Instagram üzerinden hikaye veya gönderi paylaşma yöntemiyle bir mesajlaşmanın ekran görüntülerinin karşı tarafın izni olmadan yayınlanması alenen ifşa etmek, Whatsapp uygulaması üzerinden yapılan konuşmaların ekran görüntüsü alınarak 3. kişilerle paylaşılması, ifşa edilmesi vb.

HABERLEŞMENİN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 132. maddesinde yer alan haberleşmenin gizliliğini ihlal
suçunun; 

a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

KİŞİLER ARASINDAKİ KONUŞMALARIN DİNLENMESİ VE KAYDA ALINMASI SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 133)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 133. maddesinde;   

"Madde 133 – Kişiler Arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi ve Kayda Alınması
(1) Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaları, taraflardan herhangi birinin rızası olmaksızın bir aletle dinleyen veya bunları bir ses alma cihazı ile kaydeden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Katıldığı aleni olmayan bir söyleşiyi, diğer konuşanların rızası olmadan ses alma cihazı ile kayda alan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır.
(3) Kişiler arasındaki aleni olmayan konuşmaların kaydedilmesi suretiyle elde edilen verileri hukuka aykırı olarak ifşa eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve dört bin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."

Kanun maddesinden de anlaşılacağı üzere kişiler arasında gerçekleşen konuşmaların bir kısmını ya da tamamını kayda alan kişi iki yıldan beş yıla, bu konuşmaları ifşa eden kişi ise iki yıldan beş yıla hapis ve aynı zamanda dört bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır.

KİŞİLER ARASINDAKİ KONUŞMALARIN DİNLENMESİ VE KAYDA ALINMASI SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ
(Türk Ceza Kanunu m. 137)


Türk Ceza Kanunumuzun 133. maddesinde yer alan kişiler arasındaki konuşmaların dinlenmesi ve kayda alınması suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 134)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 134. maddesinde;   

"Madde 134 – Özel Hayatın Gizliliği
(1) Kişilerin özel hayatının gizliliğini ihlal eden kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gizliliğin görüntü veya seslerin kayda alınması suretiyle ihlal edilmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) Kişilerin özel hayatına ilişkin görüntü veya sesleri hukuka aykırı olarak ifşa eden kimse iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. İfşa edilen bu verilerin basın ve yayın yoluyla yayımlanması halinde de aynı cezaya hükmolunur."


Kanunumuzun 134. maddesinde düzenlenen özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun konusunu oluşturan özel hayat kavramı; kişinin sadece gözlerden uzakta, başkalarıyla paylaşmadığı, kapalı kapılar ardında, dört duvar arasındaki yaşantısı ve mahremiyetinden ibaret olmayıp, herkesin bilmediği veya bilmemesi gereken, istenildiğinde başka kişilere açıklanabilen, tamamen kişiye özel hayat olayları ve bilgilerin tamamını içermektedir.
Özel hayatın içine, bireyin kimliğine ilişkin bilgi ve kayıtlar, cinsel hayatına ilişkin davranışlar, kişinin beden ve ruh bütünlüğüne ilişkin düzenlemeler ve kişiye ait ev, araç gibi özel yerler, telefon konuşmaları, posta gönderileri, adı, fotoğrafı, nam ve şöhreti ile şerefi, yaşam tarzı ve kamuya yanlış tanıtılmasının önlenmesi gibi konular yer almaktadır.

Bir olay ya da bilginin, özel hayat kavramı kapsamına girip girmediği belirlenirken, sadece içinde bulunulan fiziki çevrenin özelliklerine bakılmamalı, kişinin toplum içindeki konumu, mesleği, görevi, kamuoyu tarafından tanınıp tanınmadığı, dışa yansıyan davranışları, rıza ve öngörüleri, sosyal ilişkileri, müdahalenin derecesi gibi ölçütler de göz önüne alınmalıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 15.12. 2015 /10E. 2015/510K. 15.12.2015T.

Özel hayatın gizliliğini ihlal suçu şikayete bağlı suç olmakla birlikte mağdurun suç oluşturan fiilleri öğrenmesinden itibaren şikayet süresi 6 aydır.

ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)
Türk Ceza Kanunumuzun 134. maddesinde yer alan özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

KİŞİSEL VERİLERİN KAYDEDİLMESİ SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 135)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 135. maddesinde;   

"Madde 135 – Kişisel Verilerin Kaydedilmesi
(1) Hukuka aykırı olarak kişisel verileri kaydeden kimseye bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Kişisel verinin, kişilerin siyasi, felsefi veya dini görüşlerine, ırki kökenlerine; hukuka aykırı olarak ahlaki eğilimlerine, cinsel yaşamlarına, sağlık durumlarına veya sendikal bağlantılarına ilişkin olması durumunda birinci fıkra uyarınca verilecek ceza yarı oranında artırılır."

İlerleyen teknoloji ve sosyal medya kullanımı nedeniyle, bireye ve özellikle bireyin sahip olduğu temel hak ve özgürlüklerin ihlaline yönelik tehditler artarak devam etmektedir. Bu tehditlerden biri de sosyal medya kullanıcılarının bilgisi ve rızası olmaksızın, kişilerin instagram storylerinin, tweetlerinin, kişisel verilerinin  yani kişinin adı ve soyadı, doğum yeri ve doğum tarihi, T.C. kimlik numarası, telefon numarası, pasaport numarası, motorlu taşıt plakası, resim, görüntü ve ses kaydı, parmak izleri, aile ve sağlık bilgileri, banka hesap bilgileri, medeni hali, cinsel ve ahlaki eğilimi, etnik kökeni,  siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi herkes tarafından bilinmeyen veya kolaylıkla bilinmesi mümkün olmayan verilergibi kişiyi doğrudan veya dolaylı şekilde belirlenebilir kılmaya elverişli tüm verileri hukuka aykırı olarak kaydedilmesi suç teşkil etmektedir.

Ceza Kanunumuzun 135. maddesi özelinde dikkat edilmesi gereken nokta, kişisel verilerin her halde değil, ancak ve ancak hukuka aykırı bir şekilde kaydedilmesi neticesinde suçun oluşacak olmasıdır. Bu sebeple somut olaya ilişkin hukuka uygunluk nedeni olmaksızın kişisel verilerin kaydedilmesi bu suçu oluşturur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, suç tanımlarında "hukuka aykırı olarak", "hukuka aykırı başka bir davranışla", "hukuka aykırı diğer davranışlarla", "hukuka aykırı yolla", "hukuka aykırı yollarla" gibi ifadelerin varlığı halinde bu suçlarda failin, işlediği fiilin hukuka aykırı olduğunu bilmesi, yani bu konuda doğrudan kastla hareket etmesi gerektiğini bilmesi gerektiğini ve Türk Ceza Kanununda yer alan hukuka uygunluk sebeplerininin yani kanunun hükmünü yerine getirme (m.24/1), meşru savunma (m.25/1), ilgilinin rızası (m.26/2), hakkın kullanılması (m.26/1) gibi nedenlerin varlığının bulunmamasını kabul etmektedir. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 17.06.2014 tarih ve 2012/12-1510 Esas, 2014/331 Karar sayılı ilamı.)

Madde metninde yer alan kaydetme unsurundan anlaşılması gereken, kişisel veriyi tekrardan kullanma ya da başkalarının kullanımına uygun olarak hazır edebilmedir. Bu sebeple kaydetme veya depolama işleminde kullanılan araç ve yönteminin önemi bulunmamaktadır. Kaydetme işlemi bilgisayar ya da cep telefonunda olabileceği gibi kağıt üzerinde de olabilir. Ancak suçun oluşması için asgari şart veri niteliğindeki bilgilerin bir yere yazılması, bir yerde depolanması veya saklanmasıdır.

KİŞİSEL VERİLERİN KAYDEDİLMESİ SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 135. maddesinde yer alan kişisel verilerin kaydedilmesi suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME VEYA ELE GEÇİRME SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 136)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Özel Hayata ve Hayatın Gizli Alanına Karşı Suçlar başlıklı 9. bölümünün 136. maddesinde;   

"Madde 136 – Verileri Hukuka Aykırı Olarak Verme veya Ele Geçirme
(1) Kişisel verileri, hukuka aykırı olarak bir başkasına veren, yayan veya ele geçiren kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Suçun konusunun, Ceza Muhakemesi Kanununun 236 ncı maddesinin beşinci ve altıncı fıkraları uyarınca kayda alınan beyan ve görüntüler olması durumunda verilecek ceza bir kat artırılır."


Kişisel verileri hukuka aykırı olarak verme, yayma veya ele geçirme suçunda, suçu oluşturan hareket seçimlik olup;
1- Kişisel verileri bir başkasına vermek suretiyle,
2- Kişisel verileri yaymak suretiyle,
3- Kişisel verilerin ele geçirmek suretiyle
işlenebilir.

Türk Ceza Kanunu'nun 136/1. maddesinin, "Bu madde hükmü ile hukuka uygun olarak kaydedilmiş olsun veya olmasın, kişisel verileri hukuka aykırı olarak başkalarına vermek, yaymak veya ele geçirmek, bağımsız bir suç olarak tanımlanmıştır." şeklindeki gerekçesinden de anlaşılacağı üzere, kişisel verilerin, "verildiği", "yayıldığı" veya "ele geçirildiği"nin kabul edilebilmesi için, kişisel verilerin kaydedilmiş halde bulunması, kaydedilmiş haliyle başkalarına verilmesi, yayılması ya da ele geçirilmesi gerekir.

Herkes tarafından bilinen ve/veya kolaylıkla ulaşılması ve bilinmesi mümkün olan kişisel bilgiler de, yasal anlamda "kişisel veri" olarak kabul edilmekte ise de, anılan maddenin uygulama alanının amaçlanandan fazla genişletilerek, uygulamada belirsizlik ve hemen her eylemin suç oluşturması gibi olumsuz sonuçların doğmaması için somut olayın özellikleri dikkate alınarak titizlikle değerlendirme yapılması gerekmektedir.

Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 06.07.2015 tarih ve 2016/9332 Esas, 2016/13355 Karar sayılı ilamına göre;

"Verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçunun maddi konusunu oluşturan "kişisel veri" kavramından, kişinin, yetkisiz üçüncü kişilerin bilgisine sunmadığı, istediğinde başka kişilere açıklayarak ancak sınırlı bir çevre ile paylaştığı nüfus bilgileri (T.C. kimlik numarası, adı, soyadı, doğum yeri ve tarihi, anne ve baba adı gibi), adli sicil kaydı, yerleşim yeri, eğitim durumu, mesleği, banka hesap bilgileri, telefon numarası, elektronik posta adresi, kan grubu, medeni hali, parmak izi, DNA'sı, saç, tükürük, tırnak gibi biyolojik örnekleri, cinsel ve ahlaki eğilimi, sağlık bilgileri, etnik kökeni, siyasi, felsefi ve dini görüşü, sendikal bağlantıları gibi kişinin kimliğini belirleyen veya belirlenebilir kılan, kişiyi toplumda yer alan diğer bireylerden ayıran ve onun niteliklerini ortaya koymaya elverişli, gerçek kişiye ait her türlü bilginin anlaşılması gerekir."

VERİLERİ HUKUKA AYKIRI OLARAK VERME VEYA ELE GEÇİRME SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 137)

Türk Ceza Kanunumuzun 135. maddesinde yer alan kişisel verilerin kaydedilmesi suçunun; 
a) Kamu görevlisi tarafından ve görevinin verdiği yetki kötüye kullanılmak suretiyle,
b) Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır.

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK VEYA AŞAĞILAMA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 216)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 216. maddesinde;
   
"Madde 216 – Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama
(1) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Halkın bir kesimini, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak alenen aşağılayan kişi, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Maddeden de anlaşılacağı üzere her fıkrada ayrı bir fiil düzenlenmiştir. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun oluşabilmesi için kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması gerekmektedir.

Sosyal medyada paylaşılan şeyler çok hızlı bir şekilde yayılıp kitleselleşebildiği için kişileri etkileme ve bir araya getirebilme etkisine sahiptir. Dolayısıyla sosyal medya üzerinden yapılan tahrik edici paylaşımlar, toplumun büyük kesimlerini etkileyebilir. Bu suç, sadece bir söylemle işlenebileceği gibi, gerçek olmayan görüntülerin videoların paylaşılması suretiyle de karşımıza çıkabilir. Günümüzde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu çok görülmeye başlanmıştır. Bunun nedeni madde kapsamının çok geniş ve yoruma açık olması olduğu gibi toplumsal olaylar ve değişimlerde etkilidir.

HALKI KİN VE DÜŞMANLIĞA TAHRİK VEYA AŞAĞILAMA SUÇUNUN NİTELİKLİ HALLERİ (Türk Ceza Kanunu m. 218)

Türk Ceza Kanunumuzun 216. maddesinde yer alan halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

Ancak, haber verme sınırlarını aşmayan ve eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

KANUNLARA UYMAMAYA TAHRİK SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 217)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217. maddesinde;
   
"Madde 217 – Kanunlara Uymamaya Tahrik
(1) Halkı kanunlara uymamaya alenen tahrik eden kişi, tahrikin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır."

Kanunlara uymamaya tahrik suçu bir tehlike suçu olup tahrik fiilinin gerçekleşmesiyle tamamlanır.  Bu suçun meydana gelmesi için ayrıca somut bir tehlikenin doğması gerek olmadığı gibi herhangi bir zararın ya da neticenin doğmasına da gerek yoktur.
Türk Ceza Kanunumuzun 217. maddesinde yer alan kanunlara uymamaya tahrik suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

HALKI YANILTICI BİLGİYİ ALENEN YAYMA SUÇU(Türk Ceza Kanunu m. 217/A)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Kamu Barışına Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217/A maddesinde;   
"Madde 217/A – Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma
(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
(2) Fail, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi hâlinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır."

18.10.2022 tarihli ve 31987 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu sosyal medyanın sağladığı anonim ortamın yalan, yanlış ve manipülatif içeriklerin  yayılmasını engellemek ve buna yönelik tedbir alınmasının bir sonucu olarak Kanunumuza girmiş olup ülkemizde ifade özgürlüğünün önünde büyük bir engel teşkil etmektedir.

Kanunumuza yeni girmiş olması sebebiyle uygulamada yaratacağı sorunlar henüz açıklığı kavuşmamıştır.

Türk Ceza Kanunumuzun 217/A maddesinde yer alan halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçunun; basın ve yayın yoluyla işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranına kadar artırılır.

İFTİRA SUÇU (Türk Ceza Kanunu m. 267)

5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun Adliyeye Karşı Suçlar başlıklı 5. bölümünün 217/A maddesinde;
   
"Madde 267 – İftira
(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikayette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği halde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiilin maddî eser ve delillerini uydurarak iftirada bulunulması halinde, ceza yarı oranında artırılır.
(3) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş mağdurun aleyhine olarak bu fiil nedeniyle gözaltına alma ve tutuklama dışında başka bir koruma tedbiri uygulanmışsa, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Yüklenen fiili işlemediğinden dolayı hakkında beraat kararı veya kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş olan mağdurun bu fiil nedeniyle gözaltına alınması veya tutuklanması halinde; iftira eden, ayrıca kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuna ilişkin hükümlere göre dolaylı fail olarak sorumlu tutulur.
(5) Mağdurun ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis cezasına mahkûmiyeti halinde, yirmi yıldan otuz yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(6) Mağdurun mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlanmış ise, beşinci fıkraya göre verilecek ceza yarısı kadar artırılır.
(8) İftira suçundan dolayı dava zamanaşımı, mağdurun fiili işlemediğinin sabit olduğu tarihten başlar.
(9) Basın ve yayın yoluyla işlenen iftira suçundan dolayı verilen mahkûmiyet kararı, aynı veya eşdeğerde basın ve yayın organıyla ilan olunur. İlan masrafı, hükümlüden tahsil edilir.
İftira suçunu oluşturan fiil, kişiye hukuka aykırı suç isnadında bulunmak olup uçun oluşması için zararın doğması ve neticenin varlığına gerek bulunmamaktadır. Ancak suç ancak kasten işlenebilen bir suçtur.
Suçun mağduru maruz kaldığı iftira sonucu iş yapamaz olmuş olabileceği gibi, sosyal dışlanmaya ya da benzer olumsuz durumlarla karşı karşıya kalmış olabilir. Bu sonuç ya da sonuçların ortaya çıkması halinde mutlaka faile karşı tazminat davası ikame edilmelidir.


SOSYAL MEDYA ARACILIĞIYLA İŞLENEN SUÇLARDA TAZMİNAT DAVALARI

Sosyal medya aracılığıyla işlenen bir suçun mağduru uğradığı haksız fiil sebebiyle maddi ve manevi tazminat davası açma hakkına sahiptir.

Tazminat davaları, kişinin haksız bir fiilden, idari işlemden, iş ilişkisinden veyahut başka bir nedenden kaynaklanan maddi ve manevi zararın giderilmesi ve tazmin edilebilmesini sağlayan hukuki yoldur. Zararın kaynağı farklı hukuki ilişkiler olabileceği gibi muhatabı kamu kurumları, tüzel kişiler ve gerçek kişiler olabilir. Yaşanan somut olaya göre istenebilecek tazminat miktarı da farklılık göstermektedir.

MADDİ TAZMİNAT DAVASI

Sosyal medya aracılığıyla kişilik hakları saldırıya uğrayan kişiler (örneğin bir doktor, mühendis vb.) bu nedenle müşteri kaybı yaşamış olabilir veya bir oyuncunun sözleşmeleri iptal edilmiş olabilir. Maddi zarar daha çok kar kaybı veya yoksun kalınan kar şeklinde olabilir. Bu nedenle kişilik haklarına sosyal medya üzerinden hukuka aykırı saldırı yapılması sonucunda maddi zarara uğrayan kişi bu zararın tazminini talep edebilir. Şartları:
•    Kişilik haklarına yönelik hukuka aykırı bir saldırı olmalıdır.
•    Bu saldırı sonucunda maddi bir zarar doğmuş olmalıdır.
•    Saldırı ile maddi zarar arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
•    Saldırıda bulunan kişi kusurlu olmalı veya kusursuz sorumluluk hali mevcut olmalıdır.

Maddi tazminat davası, saldırıyı önleme davası ile birlikte açılamaz. Çünkü saldırı ve zarar unsurları mevcut değildir.

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 58. maddesine göre; kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.

Sosyal medya aracılığıyla kişilik hakları ihlal edilen kimseler, uğradığı manevi zararın bir nebze de olsa giderilebilmesi için tazminat davası açabilir. Örnek vermek gerekirse, sosyal medya aracılığıyla işlenen cinsel taciz suçunun mağduru bunun sonucunda elem, üzüntü, korku ve bu sebeple ruhsal bunalımlar yaşamış olabilir. Yazışmaları rızası olmadan ifşalanan kişi, bu sebeple çevresinde dedikodulara maruz kalmış olabilir, ailesi ve çevresiyle olan ilişkileri zarar görmüş ve bu nedenle kişi üzüntü içinde kalmış olabilir. Kişilerin yaşamış olduğu manevi zarar, üzüntü ve keder tabii ki para ile ölçülemez ancak manevi tazminat davasıyla bir nebze de olsa dengelenebilir.

Kişilik hakları sosyal medya platformları aracılığıyla ihlal edilen kimsenin manevi tazminat davası açabilmesi için gereken şartlar şunlardır:
•    Kişilik hakkına hukuka aykırı bir saldırı gerçekleşmiş olmalıdır.
•    Bu saldırı sebebiyle manevi zarar doğmuş olmalıdır.
•    Zarar ile hukuka aykırı saldırı arasında illiyet bağı bulunmalıdır.
•    Saldırıyı gerçekleştiren kişinin kusuru olmalı veya kusursuz sorumluluğunu gerektiren bir hali bulunmalıdır.

Belirtmek gerekir ki, internet yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat davalarında, açıkça kanunda yer almamakla birlikte, Yargıtay içtihatlarıyla hukukumuza giren matufiyet koşulu vardır. Matufiyet şartı içtihatlarda adı, sanı, kimliği belli olmasa da ona yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak şekilde ithamlara, yönelimlere yer veren ifadeler olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla bir kişiye yönelik saldırıda, isim, kimlik belirtilmese bile, hukuka aykırı saldırının o kişiye yöneldiği konusunda kuşku bırakmayacak ifadeler mevcutsa, manevi tazminata hükmedilebilir. İsim, kimlik belirtilmeden gerçekleştirilen hukuka aykırı saldırıda matufiyet şartı gerçekleşmemişse manevi tazminata hükmedilmeyecektir.


Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr








#54
Selamlar,
Boşanma davasında kusurlu taraf erkek.
Maaşı asgari ücret.
Ancak 3 farklı bankaya 10 yıla varan kredi ödemeleri var ve her ay ödediği  kredi taksitleri toplamı maaşından daha fazla.
Yani anne babasının yardımıyla yaşayabiliyor.
Borçlu olması, bağlanacak nafaka oranını etkiler mi?
#55
TEREKE TESPİT DAVALARI

Tereke, vefat eden kişinin (murisin) aktif ve pasif mallarından oluşan mirasının tamamını ifade etmek için kullanılan bir kavram olmakla beraber kişinin hak ve alacakları aktif malları, borçları ise pasif mal varlığını ifade eder. Tereke mirasçılara intikal edebilen tüm mal varlıklarını ve borçları içermektedir. Terekeyi menkul ve gayrimenkul mallar oluşturabileceği gibi sınırlı ayni haklar ve fikri sinai haklar da terekeye dâhil haklardır.

Tereke tespit davaları ise; miras bırakanın vefatından sonra mirasçılarına intikal edecek alacaklarını ve borçlarının tespitini sağlamak için açılan tespit davalarıdır. Genellikle mirasçılar arasında paylaşılacak malların hakkaniyete uygun şekilde paylaşılması için delil tespiti niteliği taşıyan bir yanı bulunmakla beraber asıl amaç tereke mallarının korunmasıdır.

Tereke tespit davalarında murisin aktif ve pasif malvarlığı tespit edildikten sonra pasif malların (borçlar) aktif mallardan (hak ve alacaklar) indirilmesinin akabinde miras bırakanın öldüğü tarihteki değeri hesaplanmaktadır.

TEREKE TESPİT DAVASI NE ZAMAN AÇILABİLİR?

Miras hakkı, murisin ölümüyle kullanılabilen bir hak olması sebebiyle terekenin tespiti davası, murisin yani miras bırakanın ölüm anından itibaren açılabilir. Terekenin tespiti davası herhangi bir hak düşürücü süre ya da zamanaşımına bağlı değildir. Her zaman açılması mümkündür. Miras bırakanın ölümünden hemen sonra açılacak tereke tespit davalarında terekenin tespiti daha kolay ve hızlı olacağından bu tür davaların ivedilikle açılmasında hukuki yarar bulunmaktadır.

TEREKE TESPİT DAVASINI KİMLER DAVA AÇABİLİR?

Tereke tespit davası açmaya hukuki yararı bulunan kişiler yasal ve atanmış (iradi) mirasçılardır. Buna göre kişilerin alt soyu (çocukları, torunları vs.), sağ olan eşi, anne ve babası (bunların anne babaları vs.), anne babanın altsoyu (kardeşler), amca, dayı, hala ve teyzeleri tereke tespit davasını açabileceği gibi miras bırakanın vasiyetnamesi ile atanmış mirasçılar ve evlat edinilen kişi de bu davayı açabilir. Her mirasçı tek başına davayı açmaya yetkili bulunduğu gibi tüm mirasçılar adına tereke temsilcisi de davayı açabilir. Miras bırakanın alacaklıları tarafından tereke tespit davası açılamaz.

TEREKE TESPİTİ NASIL YAPILIR?

Tereke tespit davasında murisin taşınırları, taşınmazları, banka hesapları, alacakları ve borçları hepsi araştırılmalı ve tespit edilmelidir. Bu konuda öncelikle mirasçıların beyanları ile akabinde ise Tapu Müdürlüğüne, bankalara, trafik siciline, yatırım ve finans şirketlerine, ticaret siciline, SGK'ya vb. kurum ve kuruluşlara müzekkere yazılarak terekenin tamamı tespit edilmektedir. Burada mirasçıların murisin mallarının bulunabileceği yerler konusunda mahkemeyi yönlendirmesi önemli bir husustur.

TEREKE TESPİTİ DAVASI HANGİ MAHKEMEDE AÇILIR?

Tereke tespit davasında yetkili ve görevli mahkeme miras bırakanın son yerleşim yerindeki sulh hukuk mahkemesidir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr
#56
Bir şirket ürün satışını artırmak için düzenlediği çekilişli kampanya sonucu değerli hediyeler vereceğini taahhüt etmiş. Sattığı ürünlerin ambalajında yer alan şifre/kod, katılımcının kimlik ve adres bilgileri ile SMS aracılığıyla ilgili kampanya katılım GSM servis numarasına gönderiliyor veya kampanya için yayınlanan internet sitesi veya telefon mobil uygulaması üzerinden aynı şekilde çekiliş kampanyasına katılım sağlanabiliyor. Bu şekilde katılımcı hem çekiliş kampanyasına katılarak büyük hediyelerden birini kazanma şansı elde ediyor hem de bir miktar hediye ürün puanı kazanıyor.

Kampanya bitiminde yapılan çekilişle kazanan talihliler ilan ediliyor ve kazanılan hediyenin talihli kişiye teslim edilebilmesi için kampanya şartları gereği kazanmış olduğu ilan edilen, üzerinde katılım şifresi/kodu yazılı olan ürün ambalajını ibraz etmeleri isteniyor. Fakat kazanan bir katılımcı o ambalajı ibraz edemiyor, o zaman muhtemelen ilk amacı öncelikle veya sadece hediye ürün puanı kazanmak olduğu için, o ürün ambalajında yazılı olan şifresi/kodu ile kazandığı puan hesabına işlendikten sonra ürün ambalajını muhafaza etmiyor ve bir yere atıyor, halbuki o şifre/kod aynı zamanda o kişiye büyük hediye çekilişinde kazanma şansı verecekti ve nitekim de vermiş ve o ürün şifresi/kodu büyük hediyelerden birini çekiliş sonucu tesadüfen bu katılımcıya kazandırmış. Çekiliş sonucu kazandıran şifrenin/kodun yazılı olduğu ambalajı yetkililere ibraz edemeyeceği için büyük hediyeyi teslim alması mümkün değil ve ilan edilen yedek katılımcı hediyeyi teslim alma hakkını elde edecek.

Fakat beklenmedik bir şey oluyor ve başka bir kişi ortaya çıkarak asıl talihlinin muhafaza etmeyerek yere atmış olduğu kayıp ürün ambalajını bir süre önce tesadüfen yerde bularak muhafaza ettiğini söylüyor ve talihliye bu ambalajı sevabına bedelsiz teslim edemeyeceğini ama hediye ürünün teslim alınabilmesi için hediye ürünün teslim alındıktan sonra satılarak satış bedelinin yarısının kendisine ödenmesine dair bir protokol yapılması şartıyla bu tedbirsiz ve talihsiz çekiliş katılımcısına ortaklık teklif ediyor. Çünkü kazandıran ürün ambalajını kendisi bulduğuna göre kendisinin de teslim edilecek büyük hediyede yarı yarıya hak sahibi sayılması gerektiğini düşündüğünü aksi halde ambalajı imha edeceğini söylüyor. Acaba bu sonradan çıkan kişinin asıl katılımcı ile yarı yarıya promosyon paylaşımı düşüncesi sizce doğru mudur, hukuk buna ne der? Değerli cevaplarınızı beklerim.
#57
KIDEM TAZMİNATI VE KIDEM TAZMİNATINA HAK KAZANMANIN ŞARTLARI


KIDEM TAZMİNATI NEDİR?

Kıdem tazminatı, işçi ile işveren arasındaki iş akdi sona erdiğinde işçiye ödenmesi gereken, işçinin çalışma süresi, maaşı ve maddi olarak ölçülebilen sosyal hakları göz önünde bulundurularak hesaplanan, işçinin yıpranma payı olarak da adlandırabileceğimiz tazminat türüdür. İşçi işe başladığı tarihten iş akdinin sona erdiği tarihe kadar olan süreçte her geçen tam yıl için işverence 30 günlük ücret (giydirilmiş brüt ücret) tutarında kıdem tazminatına hak kazanacaktır. Yani işçi çalıştığı her bir yıl için bir maaşı kadar kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak hak kazandığı bu ücret iş akdinin sona ermesiyle muaccel hale gelecek olup, işçiye işten çıktıktan veyahut çıkarıldıktan sonra ödenecektir.

KIDEM TAZMİNATINDAN KİMLER FAYDALANABİLİR?

İş Kanunumuza göre kıdem tazminatına hak kazanabilmenin belli şartları vardır. Buna göre işçinin kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için;

1-İşçinin 4857 sayılı İş Kanununa tabi olarak çalışması gerekir.

4857 sayılı İş Kanunumuzun tanımlar başlıklı 2. maddesine göre; bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişiye işçi denir. Kanunumuzda iş sözleşmesinin nasıl yapılacağı belirtilmediği gibi yazılı yapılan iş sözleşmeleri uygulamada ispat kolaylığı sağlamaktadır. Yine aynı kanunumuzun istisnalar başlıklı 4. Maddesinde kimlerin iş kanununa tabi olarak çalışamayacağı düzenlenmiştir. Buna göre;

Madde 4 - Aşağıda belirtilen işlerde ve iş ilişkilerinde bu Kanun hükümleri uygulanmaz;
a) Deniz ve hava taşıma işlerinde,
b) 50'den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmelerinde,
c) Aile ekonomisi sınırları içinde kalan tarımla ilgili her çeşit yapı işleri,
d) Bir ailenin üyeleri ve üçüncü dereceye kadar (üçüncü derece dahil) hısımları arasında dışardan başka biri katılmayarak evlerde ve el sanatlarının yapıldığı işlerde,
e) Ev hizmetlerinde,
f) Çıraklar hakkında,
g) Sporcular hakkında,
h) Rehabilite edilenler hakkında,
ı) 507 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar Kanununun ikinci maddesinin tarifine uygun üç kişinin çalıştığı işyerlerinde çalışanlara 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanmaz.


2- İşçinin işyerinde en az 1 yıllık çalışma geçmişi bulunmalıdır.

Kıdem tazminatına hak kazanabilmesi için aynı işyerinde veyahut aynı işverene bağlı olarak farklı işyerlerinde en az 1 yıl süre ile çalışmış olması gerekmektedir. İşverenin işçiyi farklı işverenler üzerinde göstermesi veya işyerinin başka bir işverene devredilmesi kıdem süresi (hizmet süresi) hesabında değişiklik arz etmez.

3- İş akdinin işveren tarafından feshedilmesi ya da işçi tarafından haklı nedenle sona erdirilmesi gerekmektedir.

İşçinin kıdem tazminatı alacağı iş akdinin sona ermesinden sonra muaccel hale gelmektedir. İşçi çalışma süresi devam ederken kıdem tazminatına hak kazanamaz. Aynı şekilde taraflar arasındaki iş akdi haklı neden olmaksızın işçi tarafından feshedilmesi halinde de işçi kıdem tazminatına hak kazanamayacaktır. İş akdinin işçi tarafından haklı nedenle feshedilme koşulları İş Kanunumuzun 24. Maddesinde sayılmıştır ancak kanunda yazılı sebepler örnekleme yoluyla sayılmış olup bunlar somut koşullara göre farklılık gösterebilir. Buna göre;

Madde 24 - Süresi belirli olsun veya olmasın işçi, aşağıda yazılı hallerde iş sözleşmesini sürenin bitiminden önce veya bildirim süresini beklemeksizin feshedebilir:
I. Sağlık sebepleri:
a) İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa.
b) İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa.
II. Ahlak ve iyiniyet kurallarına uymayan haller ve benzerleri:
a) İşveren iş sözleşmesi yapıldığı sırada bu sözleşmenin esaslı noktalarından biri hakkında yanlış vasıflar veya şartlar göstermek yahut gerçeğe uygun olmayan bilgiler vermek veya sözler söylemek suretiyle işçiyi yanıltırsa.
b) İşveren işçinin veya ailesi üyelerinden birinin şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler söyler, davranışlarda bulunursa veya işçiye cinsel tacizde bulunursa.
c) İşveren işçiye veya ailesi üyelerinden birine karşı sataşmada bulunur veya gözdağı verirse, yahut işçiyi veya ailesi üyelerinden birini kanuna karşı davranışa özendirir, kışkırtır, sürükler, yahut işçiye ve ailesi üyelerinden birine karşı hapsi gerektiren bir suç işlerse yahut işçi hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ağır isnat veya ithamlarda bulunursa.
d) İşçinin diğer bir işçi veya üçüncü kişiler tarafından işyerinde cinsel tacize uğraması ve bu durumu işverene bildirmesine rağmen gerekli önlemler alınmazsa.
e) İşveren tarafından işçinin ücreti kanun hükümleri veya sözleşme şartlarına uygun olarak hesap edilmez veya ödenmezse,
f) Ücretin parça başına veya iş tutarı üzerinden ödenmesi kararlaştırılıp da işveren tarafından işçiye yapabileceği sayı ve tutardan az iş verildiği hallerde, aradaki ücret farkı zaman esasına göre ödenerek işçinin eksik aldığı ücret karşılanmazsa, yahut çalışma şartları uygulanmazsa.
III. Zorlayıcı sebepler:
İşçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa.

Yukarıda sayılan sebeplerin varlığı halinde işçi, iş akdini haklı nedenle feshedebilir ve kıdem tazminatına hak kazanabilir. Bu sayılan şartlar haricinde aşağıda sayılan hallerde de işçi kıdem tazminatına hak kazanır:

1-Zorunlu Askerlik Görevinin İfası Halinde;
İşçinin zorunlu askerlik görevini yerine getirmek için iş akdini sona erdirmesi halinde işçi kıdem tazminatına ve diğer işçilik alacaklarına hak kazanacaktır. Yine aynı şekilde işveren de işçiyi bu sebeple işten çıkarması halinde işçi yine kıdem tazminatına hak kazanır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken şey işçinin iş akdini sona erdirmesi ile askere gitmesi arasında geçen süre kısa olmalıdır. 

2-İşçinin Ölümü Halinde;
İşçinin ölümü halinde mirasçıları tarafından kıdem tazminatı talebinde bulunulabilir. İşçinin ölüm sebebi kıdem tazminatına hak kazanma açısından önem teşkil etmemektedir. İşçinin iş kazası sonucunda hayatını kaybetmesi halinde diğer tazminat türleri de talep edilebilecektir.

3-Kadın İşçinin Evlenmesi Halinde;
1475 sayılı İş Kanunu'nun 14. Maddesinin 1. fıkrasının 5. bendine göre; Kadının evlendiği tarihten itibaren bir yıl içerisinde kendi arzusu ile iş akdini sona erdirmesi halinde işçi kıdem tazminatına hak kazanır. Evlilik sebebiyle iş akdinin feshinde kıdem tazminatına hak kazanma yalnızca kadın işçilere tanınmış bir hak olup bu hak resmi olarak evlilik tarihinden başlayarak kullanılmalıdır.

4- İşçinin Yasal Olarak Emekli Olması Halinde;
İşçi, emekli olmak için ödemesi gereken prim gününü doldurması sebebiyle iş akdini feshetmesi halinde kıdem tazminatına hak kazanır.

KIDEM TAZMİNATI NASIL HESAPLANIR?

İş akdinin sona ermesi ile beraber işçinin bakiye ücreti ve 4857 sayılı İş Kanunumuzdan doğan para ile ölçülmesi mümkün tüm menfaatleri muaccel hale gelir ve işçiye ödenmesi gerekir. Kıdem tazminatı ücreti de koşulları oluştuğu takdirde işçinin esaslı alacak kalemlerinden birini oluşturur.

Kıdem tazminatı hesaplanırken ikramiye, devamlılık arz eden prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, kira, aydınlatma, yol/servis yardımı, yemek yardımı, eğitim yardımı, çocuk yardımı, aile yardımı, sağlık yardımı ve benzeri sosyal yardım niteliğindeki ödemeler kıdem tazminatı hesabında çıplak ücrete eklenerek dikkate alınır. 

Kıdem tazminatı hesaplanırken, işçinin iş yerinde aldığı son aylık ücreti önem arzetmekte olup Kanunumuz son ücretin tespit edilmesinde tavan sınır öngörmüştür. Bu  tavan sınır; 1475 sayılı İş Kanunu'nun 14'üncü madddesinin 13'üncü fıkrasında kaleme alınmıştır. Buna göre; Toplu sözleşmelerle ve hizmet akitleriyle belirlenen kıdem tazminatlarının yıllık miktarı, 657 sayılı Devlet Memurları Kanun'una tabi en yüksek devlet memuruna 5434 sayılı T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümlerine göre bir hizmet yılı için ödenecek azami emeklilik ikramiyesini geçemez.

Kanunumuzun amir hükmüne göre 31.12.2024 tarihine kadar geçerli kıdem tazminatının yıllık tavanı 41.828,42 TL'dir. Hesaplanan kıdem tazminat miktarından da sadece damga vergisi ödenecek olup, SGK primi ve gelir vergisi kesintisi yapılamaz.

KIDEM TAZMİNATINA HAK KAZANILACAK BAŞLICA DURUMLAR

Çalışanların kıdem tazminatı talep ederek istifa edebileceği durumlara örnek vermek gerekirse;

•    Maaşın düzenli olarak ödenmemesi, geç veya eksik ödenmesi,
•    Asgari ücretin altında ücret ödenmesi,
•    Fazla mesai ya da fazla sürelerle çalışma ücretinin ödenmemesi veya eksik ödenmesi,
•    Yıllık 270 saatin üzerinde fazla mesai yapılması halinde,
•    Fazla mesai ve ulusal bayram genel tatil günlerinde çalışma yapılması için çalışandan onay alınmaması,
•    Hafta tatilinin kullandırılmaması veya eksik kullandırılması,
•    Ara dinlenme, yemek molası vb. araların kullandırılmaması ya da eksik kullandırılması,
•    Gündüz 11 saatten fazla, gece ise 7,5 saatten fazla çalıştırılma,
•    Hak kazanılan yıllık izinin kullandırılmaması,
•    Mazeret izinlerinin (ölüm, doğum, evlenme vb.) kullandırılmaması,
•    Gebe veyahut çocuk emziren kadın çalışanların günde 7,5 saatten fazla çalıştırılması,
•    Gebe veyahut çocuk emziren kadın çalışanların gece vardiyasında çalıştırılması,
•    Süt izninin kullandırılmaması,
•    Çalışma koşullarında işveren tarafından tek taraflı esaslı değişiklik yapılması,
•    Sigorta primlerinin eksik ödenmesi,
•    Sigortaya esas kazancın eksik gösterilmesi,
•    İşyerinde çalışanlar arasında eşitlik ilkesine aykırı davranılması,
•    İşin niteliği gereği çalışanın sağlığında tehlike olması,
•    İş sözleşmesi yapıldığı esnada sözleşmenin esaslı noktalarından biri hakkında işverenin çalışanı yanıltması,
•    İşverenin, yöneticisinin ya da amirin çalışana karşı şeref ve namusuna dokunacak şekilde sözler sarf etmesi,
•    İşverenin, yöneticisinin ya da amirin çalışana karşı mobbing (psikoljik taciz) uygulaması,
•    Çalışanın emekli olması,
•    Çalışanın askere gitmesi halinde,
•    Kadın işçinin evlendiği tarihten 1 yıl içerisinde,

gibi durumlarda çalışan iş akdini haklı nedenle feshederek kıdem tazminatına hak kazanır. Yukarıda sayılan örnekler arttırılabilir olup en sık karşılaşılan durumlara örnek verilmiştir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr




#58
Araç Değer Kaybı
Araç değer kaybı, bir trafik kazası sonucu aracınızın piyasa değerinde meydana gelen düşüşü ifade eder. Kaza sonrası aracın tamir edilmesi durumunda bile, araç eski değerini koruyamayabilir ve bu, araç sahibine ekonomik bir zarar yaratabilir. Araç değer kaybı, genellikle kaza sonrasında aracın yeniden satış değerinin azalmasından kaynaklanır. Bu durum, özellikle araç ciddi hasar gördüğünde belirgin hale gelir. Araç değer kaybı talebinde bulunurken, kazanın nasıl gerçekleştiği, aracın mevcut durumu ve hasar raporları gibi bilgiler dikkate alınır. Yasal süreçlerde, araç değer kaybının tazmini için gerekli belgelerin ve ekspertiz raporlarının hazırlanması önemlidir.

Trafik Kazası Ceza Davası
Trafik kazası ceza davası, trafik kurallarının ihlali sonucu meydana gelen kazalarda açılan hukuki bir süreçtir. Bu tür davalarda, kaza sonucu oluşan zararın yanı sıra, trafik kurallarına uymayan sürücülere karşı ceza uygulanması söz konusu olabilir. Ceza davaları, hem maddi hem de manevi zararlara yönelik talepler içerebilir. Ceza davalarında, kaza anında yapılan hatalar, sürücülerin dikkat eksiklikleri ve kural ihlalleri göz önünde bulundurulur. Davanın sonucunda, kusurlu sürücüye çeşitli cezai yaptırımlar uygulanabilir, bu da hem cezai hem de maddi sonuçlar doğurabilir.

Yaralanmalı Trafik Kazaları
Yaralanmalı trafik kazaları, kaza sonucunda bireylerin fiziksel yaralanmalar yaşadığı olaylardır. Bu tür kazalar, genellikle araç içi veya araç dışı yaralanmalara neden olabilir ve yaralanma türüne göre tedavi süreçleri değişiklik gösterebilir. Yaralanmalı trafik kazaları, hem fiziksel hem de psikolojik etkiler yaratabilir ve uzun süreli tedavi gerektirebilir. Yaralanmaların boyutu, tedavi süreci ve iyileşme süresi, tazminat taleplerinde önemli rol oynar. Kazanın ardından doğru bir şekilde sağlık raporlarının alınması, hukuki süreçlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi açısından kritik öneme sahiptir.

Ölümlü Trafik Kazaları
Ölümlü trafik kazaları, kaza sonucunda bireylerin hayatını kaybettiği trajik olaylardır. Bu tür kazalar, hem aileler hem de toplum için büyük bir yıkıma neden olabilir. Hukuki süreçlerde, ölümlü trafik kazalarında tazminat talepleri genellikle hem maddi hem de manevi zararları kapsar. Tazminat taleplerinde, kazanın meydana gelme şekli, kusur durumu ve kazada hayatını kaybeden kişinin ailevi durumu gibi faktörler değerlendirilir. Kazanın ardından detaylı bir inceleme yapılması, adaletin sağlanması açısından önemlidir.

Güvence Hesabı
Güvence Hesabı, trafik kazaları sonucu oluşan zararlarda tazminat ödemelerini garanti eden bir fon olarak işlev görür. Güvence Hesabı, sigortasız araçların neden olduğu kazalarda veya sigorta şirketinin iflas etmesi durumunda tazminat ödenmesini sağlar. Bu hesap, zarara uğrayan kişilere adil bir tazminat sağlamak amacıyla kurulmuştur. Güvence Hesabı'ndan yararlanabilmek için, kaza sonrası gerekli belgelerin ve başvuruların yapılması gereklidir. Bu hesap, tazminat taleplerinde önemli bir rol oynar ve mağdurlara destek sağlar.

Yeşil Kart Sigortası
Yeşil Kart Sigortası, uluslararası geçerliliğe sahip bir sigorta sistemidir ve özellikle sınır ötesi trafik kazaları için önemlidir. Türkiye'deki sigorta sahipleri, yeşil kart sayesinde yurtdışında meydana gelen trafik kazalarında sigorta güvencesi altında olabilirler. Yeşil kart, özellikle uluslararası seyahatlerde araç sahiplerinin karşılaşabilecekleri risklere karşı korunmalarını sağlar. Sigorta kapsamı, kaza durumunda oluşabilecek zararlara karşı bir teminat sağlar ve yurt dışındaki sigorta işlemlerini kolaylaştırır.

Pert Farkı Tazminatı
Pert farkı tazminatı, bir aracın kaza sonucu tamamen kullanılamaz hale gelmesi durumunda ödenen tazminattır. Aracın tamir edilmesi mümkün olmasa da, araç sahibine zararının karşılanması amacıyla yapılan bu ödeme, pert durumunda sağlanır. Pert farkı tazminatı, aracın mevcut değeri ile hasar sonrası değeri arasındaki farkı karşılamak için kullanılır. Bu tazminat, genellikle sigorta poliçesi kapsamında ödenir ve aracın ekonomik değer kaybını telafi eder.

Trafik Kazasında Tazminat
Trafik kazasında tazminat, kaza sonucu oluşan zararların karşılanması amacıyla yapılan ödemedir. Tazminat, hem maddi hem de manevi zararları kapsayabilir ve kazaya karışan tarafların sorumluluğuna göre belirlenir. Kazada oluşan fiziksel yaralanmalar, araç hasarları ve psikolojik etkiler, tazminat hesaplamalarında dikkate alınır. Tazminat taleplerinde, kaza anındaki kusur oranı, zararın boyutu ve tedavi süreçleri gibi faktörler önemli rol oynar. Bu süreçte gerekli belgelerin toplanması ve hukuki destek alınması gereklidir.

Araç Mahrumiyet Bedeli
Araç mahrumiyet bedeli, araç sahibi bir trafik kazası sonucu aracını kullanamadığında ödenen bir tazminattır. Aracın onarım sürecinde yaşanan mahrumiyet, aracın ekonomik değerinin kaybına neden olabilir. Bu bedel, araç sahibinin aracını kullanamaması nedeniyle yaşadığı ekonomik kaybı telafi etmek amacıyla ödenir. Araç mahrumiyet bedeli, aracın tamir sürecindeki süreye ve aracın kullanım şekline göre değişiklik gösterebilir. Tazminat taleplerinde, aracın onarım süresi ve kullanım kaybı gibi faktörler dikkate alınır.

#59
Dernek Genel Kurullarının Elektronik Ortamda Yapılması

5253 sayılı Dernekler Kanunu'nun Ek 2'nci maddesi ve Dernekler Yönetmeliğinin 15/A maddesinde yer alan hükümler uyarınca derneklerin elektronik ortamda genel kurul ve yönetim kurulu toplantısı yapabilmesine imkân tanınmıştır.

5253 sayılı Dernekler Kanunu Ek Madde 2'ye göre:

Bu Kanun ve 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununa göre derneklerle ilgili her türlü kayıt ile iş ve işlem elektronik ortamda da yapılabilir. Bu maddenin uygulanmasına ilişkin usul ve esaslar İçişleri Bakanlığınca çıkarılan yönetmelikle belirlenir.

Dernekler Yönetmeliğinin Genel Kurul ve Yönetim Kurulu Toplantılarının Elektronik Ortamda Yapılmasına ilişkin Madde 15/A'ya göre:

Kanunun ek 2 ncimaddesi uyarınca dernekler, genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarınıelektronik ortamda da yapabilirler.

"Dernekler elektronik ortamda yapılacak genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarını Bakanlık Bilgi Teknolojileri Genel Müdürlüğü tarafından uygun görülüp onaylanan elektronik sistemler üzerinden yapabilirler. Söz konusu sistemlere işlenecek veriler, 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununun ilgili hükümlerine uygun olarak işlenir ve muhafaza edilir.

Genel kurul yapılmasına ilişkin alınan yönetim kurulu kararında ve genel kurul ilanında genel kurulun hangi yöntemle yapılacağı belirtilir. Elektronik ortamda alınacak yönetim kurulu kararları fiziksel ortamda tutulan yönetim kurulu karar defterinden ayrı olarak tarih ve sıra sayısı ile elektronik ortamda saklanır.

Kanunda, Türk Medeni Kanununda, bu Yönetmelikte ve derneklerin kendi tüzüklerinde yer alan genel kurul ve yönetim kurulu toplantılarının fiziki ortamda gerçekleştirilmesine yönelik bütün usul ve esaslar elektronik ortamda yapılan toplantılar için de geçerlidir. Elektronik ortamda gerçekleştirilen toplantılara ilişkin her türlü bilgi, belge ve kayıt dernek tarafından muhafaza edilir.

Elektronik ortamda yapılacak dernek genel kurul veya yönetim kurulu toplantılarına katılacak üyeler sisteme, güvenli elektronik imza veya iki faktörlü kimlik doğrulama sistemi kullanarak giriş yaparlar. Kullanılacak elektronik sistemlerin, fiziki ortamda yapılan toplantılardaki divan oluşturma, oylama, söz alma, önerge verebilme ve benzeri tüm işlemlerin elektronik ortamda da yapılabilmesini sağlayan tasarım, yedekleme ve mevzuata uygun arşivleme kapasitesine; yetkisiz erişimlere ve saldırılara karşı gerekli ağ ve sistem güvenliğine sahip olması gerekmektedir.

Fiziki ortamda gerçekleştirilen toplantıların mevzuata aykırı yapılması durumunda uygulanan yaptırımlar elektronik ortamda yapılan toplantılar için de geçerlidir."

GENEL KURULLARIN ELEKTRONİK ORTAMDA YAPILABİLMESİ İÇİN GEREKLİ OLAN YAZILIMDA BULUNMASI GEREKEN ÖZELLİKLER?

Derneklerin genel kurullarını elektronik ortamda gerçekleştirebilmesi için gerekli olan "Elektronik Genel Kurul Yazılımı";

1. Genel ve yönetim kurulu toplantılarının güvenli bir şekilde fiziki ya da Web üzerinden elektronik ortamda görüntülü bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak, kurul sonrasında alınan kararların da Nitelikli e-İmza Sertifikası ile imzalanabilmesine imkan verecek altyapıya ve işlevlere sahip olmalıdır.

2. Yazılımın web arayüzü, responsive bir tasarıma sahip olmalı, en yaygın kullanılan Microsoft Edge, Google Chrome, Mozilla Firefox, Opera, Safari v.b. veya Chromium tabanlı Internet tarayıcılarında tam fonksiyonel çalışabilmelidir.

3. Önerge verebilme ve benzeri tüm işlemlerin elektronik ortamda da yapılabilmesini sağlayan tasarım, yedekleme ve mevzuata uygun arşivleme kapasitesine; yetkisiz erişimlere ve saldırılara karşı gerekli ağ ve sistem güvenliğine sahip olması gerekmektedir.

4. Toplantı ses ve görüntülerinin uçtan uca şifrelenerek gizli bir şekilde gerçekleştirilebilmesini sağlamalıdır.

5. Görüntü ve sesler uçtan uca AES 128 veya 256 bitlik şifreleme yöntemlerinden birisi ile şifrelenmelidir.

6. Elektronik Genel Kurul Yazılımı'nın genel kurul için; en az çift faktörlü kimlik doğrulama (MFA),  görüntülü görüşme, divan oluşturma, oylama, söz alma, söz verme, soru sorma,  anket yapma, toplantıdan çıkartma, kurul kararlarının elektronik olarak imzalanması, önerge verme, tutanak oluşturma özelliklerinin bulunması,

7. Üyelerin yazılıma kimlik doğrulama ile giriş yapması ve birden fazla doğrulama yöntemiyle desteklenmelidir. (Kullanıcı adı, şifre ve SMS OTP,  elektronik imza , T.C. kimlik kartı,  yabancı kimlik kartı, parmak izi, yüz tanıma benzeri biyometrik kimlik doğrulama yöntemlerinden en az ikisi olmalıdır.)

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr


#60
İşsizlik Maaşına Hak Kazanmanın Şartları ve İşsizlik Maaşının Hesaplanması

İşsizlik maaşı (işsizlik ödeneği), sigortalı çalışan bir kişinin iş akdinin kendi kusuru bulunmaksızın işten çıkarılan kişiye belirli bir süre ve miktarda geçici destek sağlamak için işsizlik sigortası tarafından ödenen maaşa halk arasında verilen isimdir. 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu ile düzenlenen işsizlik ödeneği, kanunda belirtilen şartları sağlayan sigortalı işçiler, iş akdinin feshinden sonra 30 gün içerisinde kuruma başvurarak bu ödenekten yararlanabilirler.

İşsizlik ödeneğine hak kazanabilmek için;

1. Sigortalının kendi istek ve kusuru dışında işsiz kalması,

2. Hizmet akdinin sona ermesinden önceki son 120 gün hizmet akdine tabi olması,

3. Hizmet akdinin feshinden önceki son 3 yıl içinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigorta primi ödemiş olması,

4. Hizmet akdinin feshinden sonraki 30 gün içinde en yakın İŞKUR birimine şahsen ya da elektronik ortamda başvurmuş olması gerekmektedir.

İŞSİZLİK MAAŞININ (ÖDENEĞİNİN) SÜRESİ

Hizmet akdinin feshinden önceki son üç yıl içinde;

· 600 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 180 gün,

· 900 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 240 gün,

· 1080 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 300 gün,

süre ile işsizlik ödeneği verilmektedir.

İŞSİZLİK MAAŞININ MİKTARI

Günlük işsizlik ödeneği, sigortalının son dört aylık prime esas kazançları dikkate alınarak hesaplanan günlük ortalama brüt kazancının %40'ı olarak hesaplanmaktadır. Bu şekilde hesaplanan işsizlik ödeneği miktarı, aylık asgari ücretin brüt tutarının %80'ini geçememektedir. İşsizlik ödeneği damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz.

İŞSİZLİK ÖDENEĞİNİN KESİLDİĞİ HALLER

İşsizlik ödeneği almakta iken;

· İŞKUR tarafından teklif edilen mesleklerine uygun ve son çalıştıkları işin ücret ve çalışma koşullarına yakın ve ikamet edilen yerin belediye mücavir alanı sınırları içinde bir işi haklı bir nedene dayanmaksızın reddedenlerin,

· Çalışma hayatını inceleme ve denetleme yetkisine haiz müfettişlerce veya kamu idarelerinin denetim elemanları tarafından yapılan denetimlerde Kurumumuzdan işsizlik ödeneği aldığı dönemde kayıt dışı olarak çalıştığı tespit edilenlerin, işsizlik ödenekleri tekrar başlatılmamak üzere kesilmektedir.

· İşsizlik ödeneği aldığı süre içinde herhangi bir sosyal güvenlik kuruluşundan yaşlılık aylığı almaya başlayanların ödenekleri "Emeklilik" gerekçesiyle yaşlılık aylığını almaya başladığı tarih itibarıyla kesilir.

· İŞKUR tarafından önerilen meslek geliştirme, edindirme ve yetiştirme eğitimini haklı bir neden göstermeden reddeden veya kabul etmesine karşın devam etmeyen ve haklı bir nedene dayanmaksızın Kurum tarafından yapılan çağrıları zamanında cevaplamayan, istenilen bilgi ve belgeleri öngörülen süre içinde vermeyenlerin işsizlik ödenekleri kesilmektedir. Ancak, bu hallerin sona ermesi durumunda, ödemelere yeniden başlanmaktadır. Ödemenin süresi başlangıçta belirlenmiş olan toplam hak sahipliği süresinin sona erdiği tarihi geçememektedir.

İŞSİZLİK ÖDENEĞİNDEN YARARLANIRKEN SAĞLIK HİZMETİNDEN YARARLANMA

İşsizlik ödeneği alanlar genel sağlık sigortası kapsamında olup, işsizlik ödeneği ödenen günler için, ilgililer adına sadece genel sağlık sigortası primleri İşsizlik Sigortası Fonundan yatırılmaktadır. Ödenek alanların bakmakla yükümlü olduğu kişiler de genel sağlık sigortalısı kapsamında sağlık hizmetlerinden yararlanabilmektedir.

ARABULUCULUK TUTANAĞI İLE İŞSİZLİK MAAŞI BAĞLANABİLİR Mİ?

İşsizlik ödeneği, sigortalı olarak çalışırken kendi kusuru olmaksızın işsiz kalmış kişilere yasada belirtilen şartları taşımaları halinde işsiz kaldıkları dönem için belirli süre ve miktarda yapılan ödemedir

İşten çıkarılan kişinin 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu uyarınca işsizlik ödeneğinden yararlanabilmesi için;

· Kendi istek ve kusuru bulunmaksızın işini kaybetmesi/işten çıkarılmış olması,

· İş akdinin feshinden önce son 120 gün içinde prim ödeyerek sürekli çalışmış olması,

· Son üç yıl içerisinde en az 600 gün süre ile işsizlik sigortası primi ödemiş olması,

· İş akdinin sonlanmasına müteakip 30 gün içerisinde şahsen veya elektronik ortamda İŞKUR'a başvurması (Mücbir nedenler dışında başvuruda gecikilen süre toplam hak sahipliği süresinden düşülmektedir.)

gerekmektedir.

İşsizlik Sigortası Kanununun 48. maddesinin dördüncü fıkrasında bulunan "İşveren, hizmet akdi 51 inci maddede belirtilen hallerden birisine dayalı olarak sona ermiş olan sigortalılar hakkında; örneğin Kurumca hazırlanacak üç nüsha işten ayrılma bildirgesi düzenleyip, 15 gün içinde bir nüshasını Kuruma göndermek, bir nüshasını sigortalı işsize vermek ve bir nüshasını da işyerinde saklamakla yükümlüdür." hükmü ile işten çıkış bildiriminin işverence yapılacağı belirlenmiştir. Konuyla ilgili olarak 2009 yılında 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununa Ek 1. madde eklenerek işverenlerce Sosyal Güvenlik Kurumuna (SGK) yapılmış olan işten çıkış bildirimlerinin İŞKUR'a da yapılmış sayılacağı esası getirilmiştir.

Ancak, Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarında yer alan fesih nedeninden farklı bir gerekçe ile feshin gerçekleştirildiği yönündeki itiraz ve bildirimlerde, bu durumun somut belgelerle (ihbar ve kıdem tazminatının ödendiğini gösterir bordro/banka dekontu, kesinleşmiş mahkeme ilamı vs.) itiraz eden tarafından kanıtlanması halinde SGK'ya yapılan bildirimdeki fesih nedeni farklı olsa da (SGK kayıtlarında güncelleme yapılmaksızın) belgeye dayalı fesih nedeni esas alınarak işlem yapılmaktadır.

6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun 18. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan "Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması halinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz." hükmü gereği, taraflar arasında anlaşmanın sağlandığı arabuluculuk tutanakları, Kurumumuzca da işsizlik sigortası faaliyetleri bakımından mahkeme kararı gibi değerlendirmektedir.

Bu sebeple;

Arabuluculuk anlaşma tutanağında, itiraza konu olan feshin 4447 sayılı Kanunun 51. maddesi kapsamında olduğunun açık bir şekilde (feshin hangi maddeye dayalı olarak gerçekleştiğinin, ihbar ve kıdem tazminatlarına hak kazanıldığının, feshin işveren tarafından haklı nedenle yapılmadığının belirlenmesi gibi) belirtilmesi halinde, SGK kayıtlarında güncelleme yapılmasına gerek olmaksızın tutanak doğrultusunda güncelleme yapılmak suretiyle işsizlik ödeneği hak sahipliğinin belirlenmesine ilişkin işlem tesis edilmekte ve iş akdine son verilen kişi işsizlik ödeneğine hak kazanmaktadır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr