Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

01 Kasım 2024, 03:17:31

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,219
  • Latest: sezai04
Stats
  • Toplam İleti: 8,881
  • Toplam Konu: 4,415
  • Online today: 108
  • Online ever: 648
  • (29 Eylül 2024, 09:37:03)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 106
Total: 106

Anadolu Pedagojisi: Çocuğunuz Yunus, Mevlana, Fatih gibi yetişsin ister misiniz?

Başlatan kilimanjaro, 14 Ocak 2010, 11:53:42

« önceki - sonraki »

kilimanjaro



Uzunca yıllar yurt dışında eğitim sistemleri üzerinde araştırmalar yapan Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Uzman Pedagog Adem Güneş'ten ezberbozan bir yaklaşım: Anadolu Pedagojisi

Anadolu aile yapısının özelliğinden kaynaklanan fıtrata uygun çocuk yetiştirme metodudur Anadolu Pedagojisi.

Çocuk eğitiminde en büyük sorumluluk aileye düşmektedir. Gerek çocukluğun okul öncesi dönemlerinden gerekse de okul yıllarında ailenin verdiği eğitim çocuğun kişilik gelişiminde oldukça etkilidir. Özellikle modern çağla birlikte çocuk eğitiminde batılı öğretiler egemen oldu. Anadolu'da da uygulamaya sokulan bu öğretiler, Anadolu'nun çocuk eğitimindeki binlerce yıllık medeniyet birikimiyle uyuşmadı. Ailelerin çocukları ile iletişiminde sorunlar arttı, modern çağa özgü hastalıklar arttı, psikologların kapısını aşındırma moda haline geldi. Aile içi eğitimin yanlış olması modern insanı yalnızlığa itti. Aileyi ön plana çıkararak yayın hayatını sürdüren Moral Dünyası dergisi, batı endeksli pedagoji usullerinin yaşadığımız coğrafya ile uyuşmadığından hareketle Anadolu Pedagojisini öneriyor.

Uzman Pedagog Adem Güneş, çocuk terbiyesinde batıyı değil kendi kültürümüzü referans almamız gerektiği üzerine hacimli bir yazı kaleme almış. Osmanlı döneminde, Anadolu'da çocuk yetiştirme sorumluluğunun bugün olduğu gibi sadece anne üzerine atılmadığını, çocuğun yetişmesinden herkesin sorumlu olduğunu belirterek Osman Gazi'nin eğitiminde Şeyh Edebali'nin rolünü örnek gösteriyor. Aslında, sadece Osmanlı'da değil; Osmanlı'dan önceki dönemlere de bakıldığında bu milletin ortak karakterinin "insan yetiştirmek" olduğunu söylüyor Adem Güneş.

Psikolojinin kelime manası itibariyle ruh bilimi olduğu ve insanda bozulmuş  olan ruh dünyasını yeniden inşa etmeye çalıştığını  bu nedenle reformcu bir yapıya sahip olduğunu belirten Adem Güneş, pedagojinin ise çocuk bilimi olduğu ve henüz bozulmamış, tertemiz bir vaziyette anne-babanın elinde bulunan çocukların dünyasını  yakından inceleyerek anne-babaya, eğiticiye çocukların ruhunu bozmadan nasıl yetiştirilmesi gerektiği üzerine tavsiyelerde bulunduğundan, psikolojinin yeniden inşa, pedagojinin ise sıfırdan inşa etmek olduğunu vurguluyor.

Anadolu Pedagojisi mi? O da ne?

Göz kamaştırıcı  bir hassasiyetle çocuk yetiştiren Anadolu insanını gören Batılı  bilim adamları, çocuğa bakış açısını değiştirdi. Bir zamanlar, içinde günah ve şeytan ile dünyaya geldiği konusunda şüphe duyulmayan ve onun için vaftiz edilerek günahlarından arındırılan çocuk, bir süre sonra batıda daha değerli hale gelmeye başlıyor. Batıda, medya pedagojisi, transkültürel pedagoji, ortopedagoji, eğitim pedagojisi gibi branşlar ortaya çıkıyor.

Batılı öğretinin Anadolu'da uygulanmasında, eğer Doğu Anadolu'da yaşayan halkı  tanımamış, onların yaşamlarını görmemiş, duymamış, bilmemiş  olursak, Said Nursi'nin çocukluk yıllarında minarelerin tepesinde yürümesini hiperaktif bir çocuk olarak tespit edecek, Hacı  Bayram Veli'ye halk içine çıkmıyor, çilehanesinde gözyaşı döküyor diye asosyal kişilik olarak adlandıracağımızı belirtiyor Adem Güneş. Peki bu anlamda Anadolu Pedagojisi nedir? Adem Güneş'e göre, çocuğu fıtratı üzerine yetiştirmektir. Çocuğun fıtratını  bozacak her türlü davranış ve tazyikten uzak durmaktır. Anadolu Pedagojisi'nde her bir çocuk ayrı bir çocuktur. Çocuklara eşit davranılmaz, adaletli davranılır. Çocuk farklılıkları gözönünde bulundurularak ona göre davranılır. Çocuğa koşulsuz bir sevgi sunulur.

Ne yapmalıyız?

Adem Güneş, sonuç  olarak Anadolu Pedagojisi'nin felsefesini su yüzüne çıkartmak gerektiğini ifade ediyor. Madem ki bu topraklar üzerinde Yunuslar, Mevlanalar, Hacı Bektaş-ı Veliler, Hacı Bayramlar, Muhammed Raşit Erollar, Bediüzzamanlar, Esat Coşanlar, Fatihler, Yavuzlar, Alparslanlar yetişmiş ve onları yetiştiren anneler ve babalar bu topraklarda yaşamıştı, o halde bugün yapılacak şey, gözümüzü farklı kültürden kanımıza karışan ve bizimle doku uyuşmazlığı yapan çocuk terbiyesi usulleri değil, Anadolu insanın pedagojik usullerini kullanmak gerektiğini vurguluyor Adem Güneş.

Dergide başka neler var?

Ekrem Altıntepe'nin konuyla ilgili olarak psikolog Mustafa Merter'le yapmış olduğu söyleşi, Yavuz Bahadıroğlu'nun "Çocuk Yetiştirmede Kurumsallaşan Tek Devlet: Osmanlı" başlıklı yazısı, Prof.Dr. Sadettin Ökten'in bir Osmanlı alimi olan babası Celaleddin Ökten'in çocuk terbiyesindeki yaklaşımı üzerine söyledikleri, Mustafa Özçelik'in Anadolu ninnileri üzerinden Anadolu Pedagojisi yaklaşımı dosyaya ilişkin dikkati çeken eserler.

Her ay bizlere dolu dolu bir dergi hazırlayan Moral Dünyası'nı takip etmenizi ve Adem Güneş'in çocuk yetiştirmekle ilgili kaleme aldığı birbirinden değerli kitapları okumanızı tavsiye ediyoruz.
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Araştırmalara göre çocukların en çok tacize uğradığı yaş aralığı 4-11. Bu dönemde onlara daha çok dikkat etmeniz gerekiyor.

Ama onları nasıl koruyacağınızı bilmiyorsanız kaçınılmaz sonucu çocuğunuz da yaşayabilir. Pedagog Adem Güneş, yeni çıkan 'Çocuklarda Mahremiyet Eğitimi: Labirent' adlı kitabında, ebeveynlerin korkulu rüyası haline gelen bu soruna karşı ne gibi önlemler almaları gerektiğini anlatıyor. 'Anadolu pedagojisi' diye adlandırdığı 'mahremiyet eğitimi'ni ebeveynlerin mutlaka öğrenmelerini tavsiye ediyor.

Adalet Bakanlığı'nın, mahkeme kayıtlarına dayanarak hazırladığı rapora göre 1992-2007 yılları arasında ülkemizde 21 bin çocuk (tacize değil) tecavüze uğramış. Oysaki pedagog Adem Güneş, yaşanan her 10 tecavüz olayından sadece birinin mahkemeye intikal ettiğini söylüyor. Çocuklara yönelik cinsel suistimal, bir çocuğun hayatında yaşayacağı en büyük travmalardan biri. Akla karayı bilmediği bir dönemde güvendiği, sevdiği insanlardan zarar görmek onun duygu dünyasını altüst ediyor, ruhunda derin yaralar açıyor. Buna rağmen ne anne-babalar ne de gerekli kurumlar konunun vahametini kavramış değil.

Okulda verilen cinsel eğitimin ise Güneş'in araştırmalarına göre ciddi anlamda olumsuz sonuçları var. Güneş, "Cinsellik, çocuğun özel dünyasıdır. Bu dünyanın sınıf ortamı gibi kalabalıklarda genele açılması onun sınırlarını ayarlayamamasına neden olur. Okullarda ve kalabalık bir grup içinde hangi çocuğun, hangi oranda cinsel bilgiyi sindirebileceği önceden kestirilemez. Örneğin istimna (mastürbasyon) hakkında hiçbir şey bilmeyen bazı çocukların, derste bu konuyu gördükten sonra merak edip başladığına dair yaşanmış örnekler var. Ayrıca böyle bir ortam çocuğun utanma duygusunu zedeler. Cinsel eğitimi verecek kişinin ruhu, çocuğun ruhuyla özdeşleşmiş bir ruh mu, yoksa negatif bir etki oluşturacak bir ruh mu? Bu da önemli bir sorun. Babanın ruhu bile çocukta aksi tesir oluşturuyorsa siz okulda rastgele bir öğretmeni karşılarına çıkarıp bu eğitimi verdiremezsiniz. Örneğin erkek çocuklara mahremiyet eğitimi vermek için dayılar bu konuda en uygun isimlerden biri. Yine erkek çocuklarda abi de çocukta birtakım hayal kırıklıklarına neden oluyor. Çünkü çocuk abisinden bu tür bilgileri duymak istemiyor. Kaldı ki, böylesi konuları sınıf ortamı gibi genel açık bir yerde duymak çocuk ruhunu incitiyor. Çok somut örneklendirir isek, geçenlerde bir kız çocuğu okulda aldığı cinsel eğitimden hemen sonra ablasına gelerek anne ve babasına karşı tiksinti hissettiğini söylemiş. Rica ederim olur mu şimdi böyle, ulu orta çocukları bir araya toplayıp onlara en mahrem konular hakkında bilgiler sunmak?" diyor.

Peki çözüm ne? Adem Güneş, 'Anadolu pedagojisi' olarak adlandırdığı ve ailede verilmesi gereken ama günümüzde unutulan, anne-babaların ihmal ettiği ya da önemsemediği 'mahremiyet eğitimi'ni öneriyor. Güneş, 'mahremiyet eğitimi' ile 'cinsel eğitim'in iki farklı kavram olduğunu söylüyor ve aralarındaki farka ebeveynlerin dikkat kesilmesini istiyor. Cinsel eğitim, bir grup çocuğa topluca verilir. Halbuki mahremiyet eğitimi kişiye özeldir. Adem Güneş, uzun yıllardır Avrupa'da çocuklara yönelik şiddet ve suistimaller konusunda çalışan bir uzman. Henüz bir yıldır Türkiye'de yaşıyor. Gelir gelmez, karşılaştığı suistimal rakamları ve yetersiz uygulamalar karşısında üzüldüğünü anlatıyor. Anne ve babalara da bir uyarıda bulunuyor: "Mahremiyet eğitimi ya da Anadolu pedagojisini mutlaka öğrenin." s.ozarslan@zaman.com.tr

Cinsel suistimale karşı çocuklar nasıl eğitilmeli?

Adem Güneş'e göre, öncelikle çocuklara 'temel davranış refleksi' kazandırılması gerekiyor. Yani, çocuğa yönelik anormal davranışlar karşısında çocuğun ani bir refleks halinde kendisini koruması öğretilmeli. 4-7 yaş dönemi bu eğitim için çok önemli. Temel davranış refleksine, eskiler 'haya duygusu' adını veriyor. Peki bir çocuğa bu refleks nasıl kazandırılabilir?

Çocuğunuz üzerini çıkartırken ondan izin alın

Bunun mahremiyet eğitimindeki adı 'bedenim bana aittir' bilinci oluşturmak: Bedeninin kendisine ait olduğu hissini kazanamayan çocuk, çok rahatlıkla tacize uğruyor. Çünkü herkesin bedeni üzerinde bir şeyler yapabileceğini düşünüyor. Bu nedenle çocuğun altı değiştirilirken, çocuğa saygısızca ve hırçınca davranarak ve hatta zorla yatırarak altını değiştirmemeli ya da çocuğun üzerini çıkartırken ondan izin almalı! 'İstersen atletini çıkartayım, çok terlemişsin kızım' şeklinde cümleler kurmayı ihmal etmeyin. Güneş, "Çocuk başlangıçta kendisinden neden izin alındığını anlayamaz. Ama ilerleyen zaman içinde, kendisinden izni alınmadan bedenine yapılacak müdahaleleri hisseder ve bundan rahatsız olur." diyor.

Severken bile onun rızasını gözetin

'İzin verirsem dokunabilirsin' bilinci: Çocuğunuzu severken bile 'seni öpebilir miyim?' diye müsaade isteyin ki, bu bilinç oluşsun. Çocuğa herkesin izinsiz dokunması; öpmesi, mıncıklaması vs. bedenini koruma refleksini kırıyor.

Dört yaşından itibaren genital bölgesine mümkün olduğunca dokunmayın

'Dokunulması yasak olan yerlerim' refleksi: Anne-babalar, banyo ya da alt temizliği nedeniyle çocuğun sıkça genital bölgesine dokunuyor. 4 yaşından itibaren mümkün olduğu ölçüde bunu yapmamaya gayret edin. Eş-dost ve akrabaların da, çocukların genital bölgesine dokunarak ya da vurarak sevmesine de izin vermeyin.

Çocuğunuzu yaka-paça eve sokmaya çalışmayın

Fiziksel baskıya direnme refleksi: Çocuğunuza, fiziken sizden güçsüz olduğunu asla hissettirmeyin. Mesela yaka paça eve sokmayın, itip kakmayın, zor kullanmayın. Sevgi gösterileri sırasında ise oyun oynamak için sizden kaçan çocuğu köşeye sıkıştırmayın. Siz onu sevdiğinizi düşünebilirsiniz ama çocuk bu sırada kendisinden büyük birinden kaçamayacağını hafızasına yazıyor. Araştırmalara göre, cinsel suistimale uğrayan çocukların birçoğu çırpınmanın ve o anda kaçmanın çözüm olmadığını düşündüğü için kaçmayı denemiyor.

Evde çıplak dolaşmasına izin vermeyin

'Vücudum görünmemeli' hissi: Dört yaşından itibaren çocuğunuzu ev içinde çırılçıplak dolaştırmayın. Giysilerini kendisinin giyip çıkartmasına izin verin. Kendisini başkalarının yanında çıplak görmeye alışkın olmayan çocuk, elbisesinin birileri tarafından çıkartılmasından ciddi rahatsızlık duyar.

Çocuğunuzla birlikte banyo yapmayın

'Banyoda çıplak olunmaması' bilinci: Bazı anne babalar, bebeklikten itibaren çocuklarıyla birlikte yıkanır. Dört yaşından itibaren buna son verin. Ona banyo yaptırırken de üzerinde mutlaka alt çamaşırının olmasına dikkat edin. 7 yaşından itibaren ise mutlaka ve mutlaka çocuğunuzun genital bölgesini başkalarının; eş, dost, akraba görmemesine özen gösterin.

Çocuğunuz tuvalet ihtiyacını giderirken yanında durmayın

'Tuvalette benden başkası olmamalı' bilinci: Çocuğunuza dört yaşından itibaren tuvalet ihtiyacının yalnız başına giderilmesi gereken bir durum olduğunu öğretin. Yanında durmayın. Korktuğunu söylese bile onu ihtiyacını yalnız gidermesine alıştırın.

Başkalarının yanında üst-baş değişimi yapmayın

Soyunma ve giyinmede yalnızlık ilkesi: Temel davranış refleksinin kazandırılmasında çocuğun kıyafetlerini yalnız başına giyip çıkarması büyük önem taşıyor. Dört yaşındaki bir çocuk yalnız başına kıyafet giymekte zorlanabilir. Bu durumda anne ya da baba başka bir odada ona yardımcı olmalı. Asla salonda başkalarının yanında üst-baş değiştirilmemeli.

Onun özel dünyasına saygıyla yaklaştığınızı hissettirin

'İzin verirsem kabul edilirsin' ilkesi: Anne-babalar, çoğu zaman çocuklarının bir birey olduğunu unutuyor ve farkında olmadan ona kendi tekelindeki bir mal muamelesi yapıyor. Buna göre özellikle 7 yaşından sonra çocuğunuzun odasına izin almadan girmeyin. Mesela onu odasında üzerini giyerken gördüğünüzde, özel dünyasına saygıyla yaklaştığınızı hissettirin ve özür dileyip kapısını kapatın. Çocuk, odasının kendisine özel olduğunu anlamalı ve izin vermeden kimsenin giremeyeceğini bilmeli.

***

Taciz yaşayan çocuk nasıl anlaşılır?

- Cinsel suistimale uğrayan çocuğun kaybettiği en önemli duygu; 'güven'... Güven kaybı insan yaşamında oldukça önemli. Böyle bir küçük kız çocuğu ise, içe kapanır, kendini sorgular, kendini suçlu hisseder, depresif olur, erkek çocuğu ise kimlik bunalımı geçirir. Kendisinin hâlâ erkek olduğunu ispat etmeye çalışır, anlamsız 'maço' davranışlar sergiler, agresif bir hale bürünür. Böyle bir durumda kalan çocuğun en önemli ihtiyacı güven duyabileceği bir eldir. Bunun için Avrupa'da birçok ülkede taciz yaşayan çocuklar için özel 'güven kazandırma merkezleri' bulunuyor. Çocuk burada yeniden hayata tutunup daha sonra travma sonrası terapiye alınıyor. Maalesef ülkemizde ne "güven merkezleri" ne de "travma sonrası terapi merkezleri" gerçek anlamda işlemiyor.

- Erkek çocuk da kız çocuk da oyun arkadaşı olarak erkeklerle oynamayı tercih eder. Suistimalin, erkek çocuklarda bıraktığı en derin iz, kimlik bunalımıdır.

- Erkek çocuk güç kazanmak, kız çocuk güçlüye sığınmak ister.

- Kız çocuk, kimliğini değiştirtme eğilimindedir. Geçmişine ait bütün izleri üzerinden atmaya ve silmeye gayret eder.

- Suistimale uğrayan çocuklar, geçici hafıza kaybına uğruyor. Hayatının ilerleyen dönemlerinde geriye dönüp baktığında küçüklüğünün o günlerini hatırlayamıyor.

Sevinç Özarslan
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=906888&title=cocugunuzu-cinsel-suistimalden-korumanin-en-etkili-yolu-anadolu-pedagojisi&haberSayfa=0
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Çocuklarını iyi yetiştirme kaygısı taşıyan bütün kadınların ortak bir kanaati vardır: Anne olmak çok zor. Peki neden? Pedagog Adem Güneş bu soruya, "Çünkü anneler omuzlarındaki birçok başka yükten dolayı annelik sorumluluğunu hakkıyla yerine getiremiyor, hatta anneliğin tatlı duygularını yaşayamıyor." diye cevap veriyor.

Nesil Yayınları'ndan çıkan 'Annelik Sanatı' adlı kitabına "Anneler neden annelik yapamaz?" sorusuyla başlayan Fatih Üniversitesi Öğretim Görevlisi Adem Güneş, bu sorunun cevabını 28 farklı soruyla arıyor. Örneğin, annenin yaşama sevinci var mı, anneye annelik statüsü verilmiş mi, anne ilk dört yaşında annesinden uzun süre ayrı kalmış mı, eşini seviyor mu, benimsemiş mi, eşi tarafından seviliyor mu, empati yeteneği var mı, cinsel yaşantısı normal mi, çocuk terbiyesinde bilinçli mi? Buna benzer soruların üzerinde düşünen annelerin kendilerine verecekleri puanlarla omuzlarındaki yükü hesaplamaları mümkün. Bu yöntemle annelerin kendilerini tanımalarını sağlamayı amaçlayan Güneş, annelerin kendilerinden kaynaklanmayan veya geçmişte yaşadıkları sorunlarla ortaya çıkan sıkıntılarının annelik kabiliyetlerini azalttığını ifade ediyor.

Adem Güneş'e göre, çocuğuna bakamayan, beceriksiz gibi görünen çoğu annenin arkasında baskıcı bir eş çıkıyor. Veya aile içinde kadına annelik statüsü verilmemiş olabiliyor. Çocuğunu istediği gibi terbiye etme özgürlüğü olmuyor. Bazı kayınvalideler çocuğunun bezini değiştirmesine bile müdahale ediyor. Eşinden sevgi alamayan kadın hırçınlaşıyor, sonra bunu çocuğuna yansıtıyor. Kitaptaki 28 maddenin aynı zamanda babaların da anneye karşı sorumluluklarını gösterdiğini ifade eden Güneş, "Bir anne düşünün kendi çocukluğu ve genç kızlığı babasından dayak yiyerek geçmiş. Böyle bir kişi geçmişte yaşadığı şeyleri çocuğuna yansıtıyor. Buna benzer faktörler annenin üstünde yük oluşturuyor. Bu yüklerle annelik yapmaya çalışıyor. Eşinden çocuğunu iyi yetiştirmesini bekleyen erkeklerin de annenin omuzlarındaki bu yükleri bilmesi, kendine bakması ve 'ben ne yapıyorum eşime' diyebilmesi lazım. Babalar unutmasın ki, anne mutsuz ise o annenin elindeki çocuk da mutsuz olacaktır." diye konuşuyor. Güneş, kendini tanıyan ve içinde bulunduğu halin farkında olan annelere, 'Neden daha iyi bir anne değilim?' diye kendilerini suçlamaktan vazgeçmelerini, bir taraftan da tespit ettikleri sorunları kökten çözmeye çalışmalarını tavsiye ediyor.

İlk dört yaşta duygu dengeleri oluşur

İlk dört yaşı birlikte geçirmenin çocuk ve anne için çok önemli bir kazanım olduğunu ifade eden Adem Güneş, çocuğun bu süre içinde duygu dengelerinin oluştuğunu vurguluyor. Bunların en önemlisi de güven duygusu. Erken yaşta annesinden uzun süre ayrılan çocuklarda hırçınlık, mutsuzluk, agresiflik, güvensizlik gibi ortak sorunların görüldüğü tespitini yapan Güneş şöyle konuşuyor: "2,5 yaşında çocuğu olan bir aile 'Hacca gidip geleceğiz bir aylığına, sorun olur mu?' diye soruyor, evet olur, diyorum. Çünkü bu ayrılık çocukta anneye karşı güvensizlik oluşturuyor. Çalışan annelerin uzun süre mesai yapması sorununu modern toplumun çözmesi gerekiyor. Batı'da mesai tanzimi tartışılıyor. İşyerindeki yöneticilerin anne olan çalışanının bu topluma bir fert yetiştirdiğini görmesi, ona herkesle aynı muameleyi yapmaması lazım."

Günün tamamını evde annesiyle geçiren çocukların duygusal ihtiyaçlarının karşılanması da annenin bilincine ve kabiliyetlerine bağlı. Güneş'e göre, evde olmak iyi çocuk yetiştiriyor olmak anlamına gelmiyor. Hatta, sürekli evde bulunan bir annenin çocuğuyla duygu bütünlemesini sağlayamaması dışarıda çalışıyor olmasından çok daha tehlikeli. Çünkü çocuk çalışan anneden en azından akşamları ihtiyacı olan duyguları alır. Ama sürekli beraber olduğu annesi yetersizse çocuk duygu dünyasını geliştiremiyor. Böyle bir çocuk 18 yaşından sonra annesine önyargıyla bakıyor. Çalışan ama çocuğuyla kaliteli zaman geçiren anneye karşı güven eksikliği olsa da 'Annem beni sevemez, beni anlamaz' gibi bir önyargı oluşmuyor.

Çocuklarınızı sevmekten korkmayın

İyi çocuk yetiştirmenin ilk şartını 'empatik olabilmek' şeklinde açıklayan Adem Güneş, annelere doğal olmalarını ve çocuklarını sevmekten korkmamalarını tavsiye ediyor:

"Empatik olmak, çocuğun yerine kendini koyabilmek değil, çocuk gibi hissedebilmektir. Mesela çocuk tavandan aşağı sarkan lambadan korkuyor, belki onu ayaklarından tavana bağlanmış gözünden ışık saçan bir yaratığa benzetiyor. Korktuğunu söyleyen çocuğa 'ne var işte lamba' derseniz duygu bütünlüğünü sağlayamazsınız. Annelik bir kız çocuğunun doğduktan sonra ruhunda adım adım gelişen bir şeydir. Hiç kimse çocuğu kendi annesi gibi sevemez. Anneler, yakınlık gösterirse, kucağına alırsa çocuğun kendisine bağımlı olacağını sanıyor. Oysa ilk 4 yıl içinde anne ilgi ve sevgisine doyan çocuk, ondan sonra rahatlıkla ayrılır annesinden. Ama anne çocuğu terk etmişse, yalnız yatıracağım diye ağlatarak uyutmuşsa, çocuğu bir yerlere bırakmış güvensizlik oluşturmuşsa, çocuğun nazarında her an bırakıp gidebilecek bir güvensizlik duygusu oluşturmuşsa, o zaman anneye bağımlı oluyor."

Anadolu pedagojisi

Çocuklarla ilgili yaklaşımlarında Anadolu pedagojisini öne çıkaran Pedagog Adem Güneş, bu ekolü şöyle anlatıyor: "Türkiye'de genellikle davranışçı ve Darwinist ekoller benimseniyor. Batı'da gelişen bu akımlar aynen alınarak Anadolu kültürüyle yetişmiş insanlara uygulanmaya çalışıldığında sorunlar çözülemiyor. Oysa 'hümanist ekol' Anadolu topraklarıyla daha uyumlu. Sadece Batı ölçüleriyle bakıldığında belki çok yetenekli bir çocuk 'asosyal' veya 'sorunlu' ilan edilebilir. Örneğin, çocukluğunda minarelerin şerefelerinde korkusuzca yürüyen Bediüzzaman Hazretleri'ne, Batı normlarına göre bir pedagogun karşısına götürülse hiperaktif teşhisi konulur, belki ilaçla tedavi edilmeye kalkışılırdı. Oysa bu çocuklara hasta muamelesi yapmak yerine yönlendirmek gerekiyor. Bu durum nörolojik sebeplerden oluyorsa uzmanın onu görmesi lazım. Batı'dan öğrenilen bilgilerin filtreden geçirilerek kendi kültürümüze göre uyarlanmasına 'Anadolu pedagojisi' diyoruz."

Aile Sağlık-Şemsinur Özdemir
http://www.zaman.com.tr/wap.do?method=getHaber&haberno=916977&bolumno=0&altbolumno=0&sirano=5&sayfa=0&maxRead=maxRead
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.

kilimanjaro

Pedagog Adem Güneş Türkiyede Pedagoji bölümlerinin kaldırılmasının doğru olmadığını ve bu durumun yarattığı risklere dikkat çekerek çeşitli uyarılarda bulundu.

MORAL DÜNYASI DERGİSİ-Ekrem Altıntepe'nin Ropörtajı-13 Ağustos 2008

Pedagoji eğitimini Hollanda'da yapan Pedagog Adem Güneş, Türkiye'de üniversitelerde Pedagoji bölümlerinin olmadığını söylüyor. Pedagogların olmadığı bir ülkeyi düşünmenin çok acı olduğunu ifade eden Güneş, bir ülkenin kendi pedagogları yoksa, çocuk terbiyesi konusundaki gelişmeleri dışarıdan ithal etmek zorunda kalacağını, Türkiye için de durumun bundan farklı olmadığını belirtiyor.

Pedagog Adem Güneş, Türkiye için yeni bir metod olduğunu söylediği "terapi hikayeleri" ile çocuklarda var olan "korku", "yalan söyleme", "hırsızlık yapma", "ergenlik problemleri" gibi sorunları çocukların bilinçaltına hikayelerle inerek davranış değiştirmenin mümkün olduğunu ifade ediyor. Güneş, Nesil Çocuk yayınları arasında çıkan "Terapi Hikâyeleri-1 / Korku" kitabı üzerine yaptığımız söyleşide çok ilginç açıklamalarda bulundu.
   
Türkiye'de pedagog yetişmediğini, çünkü üniversitelerden Pedagoloji bölümünün kaldırıldığını kaydeden Güneş, Türkiye'de Pedagoji kelimesine farklı bir anlam yüklenerek "eğitim bilimi" haline getirildiğini, oysa Pedagoji'nin "çocuk bilimi" olduğunu söylüyor.
   
Geçtiğimiz ay "Terapi Hikayeleri" isimli bir kitabınız çıktı. Korku yaşayan çocuklara yönelik özel olarak hazırladığınız bir kitap bu değil mi?
Evet... Hikâyelerle terapi, Türkiye için yepyeni bir uygulama. Bugüne kadar terapi metotları arasında, renklerle terapi, müzikle terapi, oyunla terapi, neo terapi gibi yöntemler biliniyordu. Nesil Yayınları'nın ve değerli Ömer Faruk Paksu Beyefendi'nin de destekleri ile Türkiye yepyeni bir metodla tanışmış oldu.

Nedir peki "hikayelerle terapi"?
Anormal davranışlar sergileyen çocukların davranışlarını yeniden düzenlemek için hikâyeler içine sıkıştırılmış bilinçaltı telkin yöntemidir. Bu yöntemle çocuk bir yandan heyecanlı bir hikaye dinlerken, diğer yandan farkında olmadan bir bilinçaltı terapi sürecinin içine giriyor. Böylece çocuk, bilinçaltına yerleşmiş bulunan ve kendisini anormal davranışlara sürükleyen dürtülerden kurtulma şansını yakalıyor.

Çok ilginç...
Hem ilginç hem de çok başarılı bir yöntem... Hikâyelerle bilinçaltına inmek anne-babalar için hem kolay hem de çok keyif verici bir uygulama. Kolay, çünkü terapi hikâyelerini uygulamak için ekstra bir bilgiye gerek yok. Yapılması lazım gelen şey, bir uzman tarafından hazırlanmış hikâyeler okunarak çocukların bilinçaltına inmek. Dolayısıyla anne-babanın uzman olmasına gerek yok... Ellerinde hazır bir iksir var, bunu çocuklarına hikâye tadında içiriyorlar...

Sadece korku yaşayan çocukların terapisine yönelik mi olacak terapi hikayeleri...
Hayır... Şu an 10 ayrı davranış problemine yönelik kitaplar hazırlıyoruz.  Terapi hikâyelerinin ikincisi "sosyal fobi" yaşayan gençlere yönelik oldu. Önümüzdeki günlerde kitabevleri raflarında yerini alır sanıyorum... Diğer konular da sırayla geliyor. Örneğin yalan söyleme, hırsızlık yapma, ergenlik problemleri gibi on ayrı konu okuyucu ile buluşacak inşallah.

Siz yurtdışında yaşıyorsunuz değil mi?
Evet Hollanda'da... Zaten biliyorsunuz, Türkiye'de olmuş olsaydım pedagog olmam imkânsızdı.

Nasıl yani? Türkiye'de olsaydınız neden pedagog olamazdınız, anlamadım!
Evet, olamazdım; çünkü 1980'li yıllarda Türkiye üniversitelerinde Pedagoji bölümleri kaldırıldı. Bu tarihten sonra Türkiye'de pedagog mezun olamadı.

Şu an Türkiye'de pedagog mezun olamıyor mu?
Evet, maalesef, şu an Türkiye'de bir tane bile mezun pedagog bulamazsınız. 

Peki neden?
Bilemiyorum. Bir şey de söylemek istemiyorum... Ama pedagogların olmadığı bir ülkeyi düşünmek bile çok acı. Eğer bir ülkenin kendi değerleri ile yetişen pedagogları yoksa, çocuk terbiyesi konusundaki gelişmeleri dışarıdan ithal etmek zorunda kalır; ki Türkiye için de durum bundan farklı değil. Türk Pedagoji literatürünü takip etmeye çalışıyorum... İnanın içim daralıyor... Teorilerin birçoğu Batılı kaynaklardan alınmış, Türk kültür ve değerleri ile doku uyuşmazlığı yaşayan tesbitler ve uzman tavsiyeleri hemen dikkat çekiyor. Ben belki yurtdışında olduğum için trajediyi daha iyi gözlemleyebiliyorum... Ama Türkiye'den bakınca olayın vahameti çok görülemiyor maalesef... 

Peki, yetkililer bilmiyor mu bunu?
İşin ikinci trajikomik yanı da bu ya... Ben bu eksikliğin yetkililer tarafından bilindiğini zannetmiyorum... Yani Türkiye'de sadece Pedagoji kaldırılmamış, aynı zamanda Pedagoji kelimesine farklı bir anlam da yüklenmiş. Örneğin şu an Türkiye'de Pedagoji denilince akla "eğitim bilimi" geliyor. Hâlbuki eğitim bilimi Pedagoji'nin altında bir alt branştır. Türk Dil Kurumu sözlüğüne bir bakın lütfen, Pedagoji'nin tarifinde "eğitim bilimi" yazıyor. Hâlbuki kelimenin aslı Yunancadır ve "Paisagogein" dir. "Pais", çocuk demek ve "Agogein" de bilim demektir. Yani Pedagoji "çocuk bilimi"dir. Pedagoji'nin tarifini "eğitim bilimi" olarak yapmak tarihi hatadır. Siz kalkar koskoca Pedagoji bilimini sadece "eğitim bilimi" diye tarif ederseniz, bir kültür katliamı yapmış olursunuz.

Kültür katliamı mı?
Bakın, Pedagoji'nin asıl uğraş sahası normal ve anormal davranışlardır. Bir ülkede çocukların normal ve anormal davranışları üzerine oluşmuş bilim dalını kaldırırsanız, o ülkenin din, ahlak, kültür ve evrensel kabul gören değerlerini de katletmiş olursunuz.

İnanın kafam karıştı... Pedagoji'nin bir toplumun geleceği ile ne ilgisi var?
Şöyle izah edeyim... Normal davranışlar nedir? Normal davranış, belli "norm"lar içinde kalan davranışlar demektir. Peki "norm" nedir? Yargılama ve değerlendirmenin kendisine göre yapıldığı ölçü birimi demektir... Yani, norm demek, din demek, kültür demek, örf ve âdet demek, bölgesel ve evrensel kabul gören değerler demektir. Eğer bir insan bu değerlerin dışında hareket ediyorsa, bu kişiye "anti norm" anlamına gelen "anorm", ya da "anormal" diyoruz... Yani bir çocuğun davranışının "anormal" olup olmadığının tesbitinde işte bu normları esas alıyoruz.

Sanırım şimdi anladım. Yani siz Pedagoji bilimini kaldırmakla "norm" tesbiti yapan bir bilim dalını da kaldırmış oluyorsunuz, öyle mi?
Aynen öyle. Yani bir ülkede pedagoji biliminin kaldırılması ile "normlar"ın tarifi de kalkmış oluyor. Hatta daha da ötesinde siz Pedagoji'ye eğitim bilimi derseniz, ikinci bir katliam daha yapmış oluyorsunuz.

Neden?
Çünkü Pedagoji'nin uğraş sahalarından biri eğitime destektir tamam, ama eğitimin bizzat kendisi değildir. Pedagojinin asıl uğraş sahası terbiyedir.

O halde hemen şöyle sorayım, eğitim ile terbiye arasında ne fark var?
Örneğin, ben desem ki, bir baba, kendi gençlik döneminin acı tecrübelerinden ders alarak, çocuğunu öyle bir eğitmiş, öyle bir eğitmiş ki, on dakikalık bir metro yolculuğu sırasında, metroda bulunan en az on kişinin cüzdanlarını çalabiliyor. Hatta daha da ötesi, boşalttığı cüzdanları hiç kimseye hissettirmeden geri yerine bile koyabiliyor. Bu babanın, çocuğunun eğitimine bu kadar önem vermesinin sebebi, kendi çocukluğunda defalarca polise yakalanmış olmasıdır. "Ben senelerimi karakollarda geçirdim, bari oğlum bu konuda iyi yetişsin" diyor. Şimdi sormak isterim, bu baba çocuğunu iyi eğitmiş mi?

Yankesicilik konusunda iyi eğitilmiş diyebiliriz...
Peki, iyi terbiye edilmiş mi?

Hayır... Böyle bir çocuk terbiyeli diyemeyiz tabii ki...
Şimdi anlıyor musunuz eğitim ile terbiye arasındaki farkı? Yani siz çocuk eğitiminde kültürel ve ahlakî değerleri hesaba katarak bir yol takip ederseniz buna "terbiye" diyoruz. Yok, eğer sadece eğitim konusuna odaklanır ve o sahada bilgi ve beceri kazandırırsanız, buna "eğitim" diyoruz. Siz, Pedagoji'yi kaldırmakla, "terbiye"yi de kaldırmış oluyorsunuz. Geriye kala kala sadece eğitimin kendisi kalıyor ki, sonra da Pedagoji'nin tarifini "eğitim bilimi" diye tanımlıyorsunuz; bu yaklaşım, çocuk yetiştirmede manevi değerlerin yok sayılması anlamına gelir.

Şimdi her şey biraz daha netlik kazanıyor. Bu noktada aklıma hemen bir soru daha geliyor, peki şu an "pedagog" olarak isim yapan kişiler var, bu kişiler hakkında ne söyleyeceksiniz?
Yani kimleri kastettiğinizi bilmiyorum. Ama benim gördüğüm kadarı ile eğitim ile uğraşan birçok değerli kişi kendilerini daha iyi profile etmek için "pedagog' olarak tanımlıyorlar. Kötü niyetli olduklarını düşünmüyorum, çünkü bir ülkede Pedagoji'nin tarifi "eğitim bilimi" diye yapılırsa, eğitim fakültesinden mezun olan bir eğitmen de kendini doğal olarak "pedagog" olarak tarif edecektir. Bunun yanı sıra bir de Adalet Bakanlığı kadrolarında çocuk suçları ile ilgili bilirkişi raporları düzenlemek ve bakanlığın bu konudaki ihtiyaçlarını gidermek üzere üniversitelerin Psikolojik Danışmanlık Rehberlik bölümü mezunları "pedagog" olarak istihdam ediliyorlar. Hâlbuki Pedagoji, "Rehberlik ve Danışmanlık"tan çok ayrı bir şey...

O halde nedir bu Pedagoji bilimi, biraz daha derinleşir misiniz?
Az önce de izahını yapmıştım. Pedagoji, çocuklardaki davranış sapmalarının normal ya da anormal oluşu üzerinde durur. Yani 18 yaşındaki bir erkek çocuğu kulağına küpe takmak istiyor, bu normal mi anormal mi? Eğer anormal ise bu davranış nasıl normal hele dönüştürülür? Ya da başörtüsü takmasını istediğiniz bir kız çocuğuna hangi yol ve yöntemleri izleyerek onu incitmeden ve kırmadan bunu nasıl gerçekleştirirsiniz? Yahut çocuk terbiyesinde televizyon nasıl kullanılmalı? Ya da, taciz yaşamış bir çocuk hangi davranış sinyallerini verir? Tüm bu ve buna benzer örnekler pedagoji biliminin kapsam alanına girer. Bu sorulara cevap bulabilmek için bir medya pedagojisi oluşmuştur, bir orthopedagoji oluşmuştur, bir transkültürel pedagoji oluşmuştur... 

Bir dakika... Bir dakika... Tüm bunlar benim için çok yeni... Medya pedagojisi, orthopedagoji, transkültürel pedagoji...
Evet, işte baştan beri anlatamaya çalıştığım şey de bu. Örneğin siz Pedagoji'yi kaldırırsanız, ülkenizde medya pedagogu yetişemez. Medya pedagogu olmayınca, hangi çizgi filmin, hangi yaş grubuna hitap edeceğini, hangi müziğin hangi yaş grubuna zarar vereceğini, reklamların çocuk davranışını hangi yönde tetiklediğini nereden bileceksiniz? Televizyonda çıkan bir çocuk dizisinin çocukları katlettiğinin tesbitini ve bilirkişiliğini kim yapacak? İşte "medya pedagogu" bu sahada uzmanlaşmış kişidir. Ya da, işitme engelli bir çocuğun üniversite hayatına kadar geçecek olan uzun süreçte hangi yol ve metodların izleneceğini nasıl tesbit edeceksiniz? İşte "eğitim pedagogu" bu sahada uzmanlaşan kişidir. Örneğin doğuştan yüzde yüz işitme engelli olup da, üniversitelerde okuyan kaç kişi gösterirsiniz bana? Ya da, taciz yaşamış olan bir çocuğun davranışlarını kim görüp de o çocuğun durumunu analiz edebilecek? İşte "orthopedagog" da bu sahada uzmanlaşan kişidir. Anlatabiliyor muyum?

Evet... Siz anlattıkça olayın vahameti daha da netleşiyor. Türkiye'de tüm bunlar farklı branşlardan kişilerin şahsi gayretleri ile doldurulmaya çalışılıyor...
Geçtiğimiz yıllarda çocuk yuvalarında yaşanan skandallar gündeme geldi. Aslında asıl skandal birkaç bakıcının çocukları dövmesi değil, çocukların topluca kaldığı bir kurumda bir tane bile uzmanın bulunmuyor oluşudur. Tüm bunlara bakarak diyebiliriz ki, Pedagoji bölümlerinin üniversitelerden kaldırılmış oluşu, domino taşı efekti oluşturmuştur. En baştaki taşa usulca dokundunuz, bakın nerelerde yıkıntılar oluşuyor.

Siz aynı zamanda Pedagoji'de bir akımın da temsilcisisiniz değil mi?
Evet. Biz "Antropedagoji" ismi ile ortaya koyduğumuz yeni bir düşünce akımını savunuyoruz.

Bu akım bir Türk Pedagog'un başlattığı akımdır diyebilir miyiz?
Evet, öyle diyebiliriz. Şöyle izah edeyim. Pedagoji teoriler üzerine inşa edilen bir bilim dalıdır. Yani önce teori ortaya atılır, sonra bu teorinin pratikte uygulanışı gözlenir. Örneğin denilir ki, "Bireysel düşünen insan modeli en başarılı insan modelidir." Sonra bu prensip doğrultusunda pedagojik metodlar üretilir. Çocuğun anne ile olan ilişkisi nasıl olursa bireysellik daha kalıcı olur? Ya da, çocuk hangi terbiye aşamalarından geçerse daha çok bireysellikte başarı yakalanabilir? Okulda ailede, çevrede hep bu teoriyi savunan kişilerin tez ve araştırmaları anne babaları yönlendirir.

Yani önce teori ortaya çıkıyor, sonra pratikte neler yaşanıyor o gözleniyor öyle mi?
Evet, çoğunlukla öyle... Ancak bu durumda yanlış bir teori ortaya atılmışsa, o takdirde, bunun acısı ancak yıllar sonra anlaşılabiliyor. O zaman geriye dönüp bakılıyor ve "şu konuları düzeltmemiz gerek" diyerek yeni bir teori geliştiriliyor. Böylece mükemmele doğru ilerleniyor... Hâlbuki biz diyoruz ki, tarihin derinliklerine inip, oradaki mükemmel insanlara bakılmalı, o kişilerin yetiştirilmesindeki tüm faktörler analiz edilmeli, daha sonra da o faktörlerin günümüz şartlarına uyup uymadığı kontrol edilerek, tecrübe kazanılmalıdır. Böylece, hata yapma riski en aza indirilmiş olur. Biraz önceki örneğe bakarsak eğer, "bireysel insan yetiştirmek" acaba doğru mu? Geçtiğimiz dönemde ortaya atılmış olan bu düşüncenin ürünü olan çocuklar bugün maalesef sokaklarda dehşet saçıyor... "Ego"su çılgına dönmüş insanların gözü ne anne görüyor ne kardeş... Böylesi bir hata neden yapıldı pedagojide? Çünkü tarihi veriler, yani "Antropedagojik" veriler dikkate alınmadı. Hâlbuki "Antropedagojik" yaklaşıma göre bakacak olsak, "bireyselcilik" ya da "kendine güven" hissi daha çok Mısır firavunlarının yetiştirilmesinde görülüyor. Tarihteki örnek insanlara baktığımızda hiçbirinin "ben" vurgusu yapmadığını, "bireysel" düşünmediğini, aksine "kollektif" bir ruh ile hareket ettiğini görüyoruz. İşte bugünün "Pedagoji"sinin daha sağlıklı yol alabilmesi için "Antropedagoji"ye ihtiyacı var. Gidin, tarihin en derin noktalarına fokus yapın, oradan örneğin bir Erasmus'u alın, bir Sokrates'i alın, bir sahabe efendilerimizi alın, bir Fatih Sultan Mehmet'i alın ve inceleyin; o günden bugüne veri transferi yapın ki, hata riskiniz en aza insin...

Böylesi bir akımın öncülüğünün de bir Türk tarafından yapılıyor olması ayrıca bir övünç kaynağı. Son olarak, yeni çalışmalarınızın olup olmadığını sorsam...
Evet var... Şu an Sistem Yayınları'ndan çıkacak olan "Çocuklara Yönelik Tacizler" isimli çok kıymetli bir eserimiz var. Bu eser umuyoruz ki Türkiye'nin her noktasına ve her anne babanın eline ulaşır. Medyada takip ediyoruz, çocuklara yönelik taciz olayları hiç hız kesmeden devam ediyor. Anne baba olarak bu konuda ne biliyoruz, çocuklarda böylesi sinyaller nasıl alınmalı, tüm bunlar bu eser içinde büyük emek sarf edilerek toparlandı. Umuyorum ki yaz tatilinde raflarda olur. Bu arada "Tatil Psikolojisi" üzerine bir çalışmamız var ki, Nesil Yayınları'ndan önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak. Benim için çok özel bir eser oldu bu... Değerli kardeşimiz Editör Özlem Gölcü Hanımefendi'nin büyük sabır ve uğraşlarla ortaya koyduğu bu eser tatile çıkmadan okunması gerekli olan çok hoş bilgilerle dolu bir kitap oldu.
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.