Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

01 Kasım 2024, 02:53:04

Login with username, password and session length
Üyeler
  • Toplam Üye: 4,219
  • Latest: sezai04
Stats
  • Toplam İleti: 8,881
  • Toplam Konu: 4,415
  • Online today: 20
  • Online ever: 648
  • (29 Eylül 2024, 09:37:03)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 63
Total: 63

Sarıkamış faciası-Rus arşivlerinden orijinal görüntüler-Video ve makale

Başlatan kilimanjaro, 09 Ocak 2013, 02:02:18

« önceki - sonraki »

kilimanjaro

http://m.youtube.com/watch?v=ISfxpeyNCSE

SARIKAMIŞ′I BİLİR MİSİNİZ?

Tarihimiz ihtişamlı zaferler kadar facialarla da dolu. Zaferlerimizle övündüğümüz kadar, yaşadığımız hezimetlerden de dersler çıkarmak zorundayız. Bunu yapmadığımız sürece tarih bizim için ne ölçüde anlamlı olabilir?

Facialardan söz ederken, Sarıkamış'ı özellikle dikkate almamız gerekir. Orada, hiç de uzak olmayan bir zamanda 100.000'e yakın yiğidimizi karlara gömdük. Üstelik tek kurşun atamadan... Üstelik sadece bir hayalperestin kişisel ihtirası uğruna...

İhtiras... Bu kavramı iyi düşünmeliyiz. Kimi kendi ebediyyetini bu ateşle yakıp kül ederken, kimileri de koca memleketi harabeye döndürebiliyor.

Almanlar, Türkiye'ye giden trenlerin üzerine "Enverland'a (Enver'in Ülkesi'ne) gider" yazmaktadırlar. Kibir ve ihtiras demiştik ya! Paşa'nın şu ifadelerine bakın: "Beni Napolyon'a benzetmişlerdi. Kabul etmem. Çünkü ben ikinci adam olamam."

Tarih, 16 Aralık 1914. Soğuk bir kış günü. Talebesi öğretmenini azarlamaktadır: "Hatalı davrandınız! Başarılı olamadınız! Rus ordusu burada yok edilmeliydi. Şimdi hemen harekete geçip, Rus ordusunu Sarıkamış'ta yok edeceksiniz!"

Cephelerin ve harp okulunun emektar komutanı Hasan İzzet Paşa, küstahlaşan öğrencisine pervasızca cevap verir: "Olmaz! Havaları görüyorsunuz. Her yerde kar var. Karakış başlamıştır. Bu şartlar altında, bu mevsimde harekât bir faciaya dönüşebilir. Kış şiddetini kaybetsin, yollar açılsın, düşmana haddini bildiririz."

Her verdiği emrin hemen yerine getirilmesine alışkın padişah damadı ve orduların başkomutan vekili 34 yaşındaki Enver Paşa, asabileşerek şu tehdidi savurur: "Eğer hocam olmasaydınız, sizi idam ettirirdim!"

Bir facianın eşiğinde, Hasan İzzet Paşa istifa ederek ordudaki görevinden ayrılır.

Çöl ateşinden Köprüköy ayazına

Çok geçmeden, tarihler 21 aralığı gösterirken, tarihe "Sarıkamış Faciası" olarak geçen harekât başlatılır. 125 bine yakın iman abidesi insan, kış kıyamette paltosuz, postalsız, gömlekle, çarıkla cehennemî tipinin ortasına sürülürler. O günlere şahit olan bir askerin mektubu, facianın küçük bir boyutunu günümüze şöyle taşır:

"Bu yaz, iki alayımızla Yemen'den buraya naklonulduk. Yola koyulmamızdan dört ay sonra buraya ulaştık ki, Arabistan'ın cehennemî sıcağı Köprüköy'deki ayaz yanında nimet-i ilâhi imiş. Burada çadırın perdesi buza kesmiş oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. Bölük kumandanım, beni sıhhiyeye nakletmiş ise de, tabip ve ilaç yokluğundan çaresiz kalıp tekraren takımıma döndüm. Akşam yaklaşınca Köprüköy'e civar dağlardan tipi boşanır. Kumandanımız, gelecek cuma Başkumandan Enver Paşa Hazretleri'nin teftiş ve hücum için geleceğini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Başkumamandan Paşa Hazretleri'nin gelmesi ile, Moskof'un kahrolacağından ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin. Şafak söktüğünde 2059 rakımlı Kızkulağı Tepesi'nden Moskof obüs yağdırır ama şükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil eyler. Başkumandan Paşa Hazretleri acele gelse ki, ateşe kavuşsak..."

Iğdırlı Ali Çavuş yazlık giysiler içerisinde titreye titreye bu mektubu yazıp İstanbul'dan gelecek olan kışlık giysileri beklerken, Karadeniz'de başka bir facia yaşanıyordu. Ruslar Osmanlı ordusuna erzak, mühimmat ve giyecek getirmekte olan gemileri sulara gömmüşlerdi. Bu durumu askere bildirmeyen Enver Paşa, ihtiraslarına mağlup olarak bütün birliklere şu mesajı çeker:

"Askerler! Hepinizi ziyaret ettim. Ayağınızda çarık, sırtınızda paltonuz olmadığını gördüm. Lâkin karşınızdaki düşman sizden korkuyor. Yakın zamanda Kafkasya'ya gireceğiz. Orada her türlü nimete kavuşacaksınız. İslâm Alemi'nin bütün ümidi sizsiniz."

Böylece "Turan Fatihi", "Sarıkamış Fatihi" olma uğruna, binlerce insan dehşetli bir can pazarına sürülür.

'Üç beyinsizin uğruna üç milyon halk'

Koca bir cihan devleti olan Osmanlı, şahsi ihtiraslar uğruna böylesine yanlış kararlarla askeri harekâta girme aşamasına nasıl gelmişti?

Sultan Abdülhamid Han'ın bir entrika sonucunda darbe ile tahtından uzaklaştıran İttihatçılar, 1914 yazında Avrupa'da esmeye başlayan savaş rüzgarlarında Almanların yanında yer alırlar. Sultan Abdülhamit Han'ın Avrupa'da yıllarca emek vererek sağladığı dengeler bir anda alt üst olur ve İngiltere ve Fransa'nın sömürgecilik yarışından pay kapmak isteyen Almanya'nın aleti oluruz. Almanlar, Fransız ve İngilizlerin yanında yer alan Ruslara karşı Osmanlı askerini kullanarak batı cephesinde rahatlamanın plânlarını yapmaktadırlar. Bunun için Kayser'in "Alman ordusuna eklenen bir süngü" olarak tasvir ettiği Osmanlı neferleri kullanılır. Sömürgecilik yarışında hiçbir çıkarı olmayan Osmanlı, felaketlerle sonuçlanacak olan bir macereya sürüklenmektedir.

Darbe ile iktidara gelmiş, ayak oyunlarıyla rütbe almış ittihatçı subaylar, milletin geleceğini, refahını, kalkınmasını değil, gazete sayfalarına kahraman olarak geçmeyi düşünüyorlardı. Hiç yoktan girilen Birinci Cihan Harbinde, 1 Kasım 1914'te Kafkas Cephesi açılır ve Ruslar Doğu Anadolu'ya girerler.

Ziya Gökalp'in "melekler bu milletin kurtulacağını ona fısıldarlar" diye yücelttiği "hürriyet kahramanı" Enver Paşa'nın halkın dini duygularını galeyana getiren beyannamesi ile Şeyhülislam'ın mukaddes cihad fetvası yayınlanır. Ziya Gökalp'in "turancılık" fikriyle yazdığı şiirler üniversite gençliğinin sloganı olmuştur:

"Düşman ülkesi viran olacak Türkiye büyüyüp Turan olacak!"

Ama Türkiye büyümek bir yana gün geçtikçe erimekte, küçülmekte ve parça parça koparılmaktadır.

Devlet-i Ebed Müddet'ten Enverland'a

"Turan Fatihi" olmanın hayallerini kuran Başkumandan vekili Enver Paşa (başkumandan paşidahtır), padişah damadı olarak birçok yetkiyi elinde tutmaktadır. Padişahın bir çok şeyden haberi bile olmamaktadır. Enver Paşa, verdiği harekât emrinde hedef olarak Tahran ve Akşabat'ı gösterir. Tahran harekat merkezine 1350 km. Aşkabat ise 2000 km. uzaklıktadır.

Almanlar, Türkiye'ye giden trenlerin üzerine "Enverland'a (Enver'in Ülkesi'ne) gider" yazmaktadırlar. Kibir ve ihtiras demiştik ya! Paşa'nın şu ifadelerine bakın: "Beni Napolyon'a benzetmişlerrdi. Kabul etmem. Çünkü ben ikinci adam olamam."

Etrafında bulunan subaylar da ihtiras ve hayalcilikte ondan geri kalmıyorlardı. Çetecilikleriyle meşhur Dr. Bahaeddin Şakir ve arkadaşları Erzurum'a gelirlerken, yol kavşaklarına "Turan'a buradan gidilir!" diye işaret levhaları koyuyorlardı. Alman Von der Goltz Paşa bunlar için şöyle demişti. "Kafkasya'da maalesef Napolyon Bonapart olduğunu iddia eden ve cahil yetişen birçok adam vardır. Bunlar, ordularına güçleriyle bağdaşmayan görevler vermişlerdir ve bu yüzden ordularını büyük zarara uğratmışlardır."

Zararın asıl sorumlularından biri, ihtirasta Enver'den geri kalmayan Hafız Hakkı'ydı. Bu adam hiçbir arazi araştırması yapmadan Enver Paşa'nın ihtiraslarını kamçılayacak şu telgrafı çekmişti: "Dağlar üzerindeki yolları keşfettim. Bu mevsimde bu yollardan hareketin mümkün olduğuna inandım. Buradaki kolordu ve ordu komutanları yeterli ölçüde inançlı ve kararlı olmadıklarından böyle bir saldırıya samimiyetle taraftar olmuyorlar. Bu saldırı vazifesi rütbem düzeltilerek bana verilirse ben bu işi yaparım."

Enver Paşa, Hocası Hasan İzzet Paşa'yı azlederek görevi sekiz gün önce yarbaylıktan albaylığa terfi eden Hafız Hakkı Paşa'ya verdi. Hafız Hakkı Paşa artık tümen komutanı olmuştu ama gözü ordu komutanlığındaydı.

Niçin olmasındı? Orduyu politikalarına alet eden bu darbecilerin başı Enver, 18 gün içinde yarbaylıktan paşalığa yükselmemiş miydi? Bunun yanı sıra harbiye nazırı (savunma bakanı) olmamış mıydı? Ondan neyi eksikti?

Politika ile rütbe alan bu komutanlar arazi ve yol incelemesini yanlış yapmış ve sonuçta "tekerlekli araçların geçmesine uygundur" raporu verilen yollardan askerler yaya zor geçmişlerdi. Tekerlekli araçlar ve kısıtlı mühimmat karlara saplanıp kalmış, tek tek birerli sıralarla yürüyen askerler, güçleri tükenmiş, hasta ve mecalsiz olarak Rusların karşısına dikilmişler çoğu kurşun bile atamadan donarak ölüp gitmişlerdi.



Kardan heykeller

22 aralıkta Enver Paşa'nın emriyle 120-125 bin civarında Osmanlı askeri dondurucu soğuğa rağmen yollara sürülmüştü. Bölge çoğu senenin dört ayı boyunca karlarla örtülüydü. Kar yükseklikleri kimi yerlerde bir metreyi geçiyordu. Zemheriler diye bilinen en soğuk günlerdi. Sıfırın altında kırk dereceye düşen soğuk, düşmandan daha düşmandır. Yapılan harekât plânına göre 9. Kolordu Sarıkamış Dağları'nı, 10. Kolordu ise Allahuekber Dağları'nı aşarak Rusları Sarıkamış'ta kuşatıp imha edecekti.

Gündüz başlayan yürüyüşte çarıkları yumuşayan askerlerin çarıkları gece donmaya, bir mengene gibi ayaklarını sıkmaya başlar. Adım atmak neredeyse imkansızdır. Askerler olduğu yerde zıplar, atlar, kendini karların içine vurur ve ayaktan başlayan donma yavaş yavaş tüm vücuda yayılır. Düşeni kaldırmamak için emir vardır. Zaten kimsede de kimseyi kaldıracak güç kalmamıştır. Neferler ordunun işaret taşları gibi yollara dizilirler. Kimi çömelmiş, kimi oturmuş, kimi yuvarlanmış, kimi bir ağacın gövdesine dayanmış kardan heykellere dönüşürler.

90.000 şehit. Tek kurşun atmadan...

O yıl kurtlar insan etine doyar. Birçok cesedin gözlerini kuşlar oymuştur. Arkadan gelenler, gördükleri korkunç manzara karşısında moralmen yıkılmaktadır. Ayrıca açlık da son haddine ulaşmıştır.

Onbeş saatlik yürüyüşün sonunda, 16.300 kişilik 30. tümenden geriye 1.400 asker kalır. Ölenler, düşmana karşı tek bir mermi atamamışlardır. Diğer birliklerin de bunlardan farkı yoktur. Kayıpların sayısı, en iyimser rakamla 70 bin kişidir. Bazı kaynaklarda bu sayı 90 bin kişiye kadar ulaşır. Sonuçta, sadece bir gecede binlerce asker beyaz karların üzerine cansız serpilmişti. Kalanlar ise açlıkla, bitlerle, tifüsle, soğuk algınlığı ve kangrenle uğraşıyorlardı.

Tarih ne böyle bir faciayı yazmış, ne de görmüştü. Oysa İstanbul'a çekilen telgraflarda inanılmaz ifadeler vardır: "Kafkasya dağları ve tepeleri beyaz bir örtüyle örtülüdür. Kar hemen hemen bir metreyi geçmiştir. Harekâttaki sessizlik bundandır. Kahraman askerlerimizde ilerleme isteği o kadar çoktur ki, ellerinden gelse soluklarıyla karları eritip yol açacaklardır. Karı daha az olan kesimlerde kahramanlarımız başarılar elde ediyorlar. Dün süngü saldırısıyla düşmandan iki mevzi ele geçirilmiştir."

Enver Paşa inadından dönmedi. Son bir gayretle Sarıkamış'a yüklenmek istiyordu. Acımasız emrini verdi: "Saldırı sırasında her üst, bir adım geri atanı derhal tabancası ile öldürecektir." Askerler, bu durum karşısında dillerinde kelime-i şehadet ile bir kere daha bile bile ölüme yürümeye başladı. Sonuçta Sarıkamış'a ancak bir avuç kahraman ulaşabildi. O da geçici bir süre için.

'Onları teslim alamadım. Çünkü...'

Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç, anılarında Sarıkamış'a kavuşan o bir avuç kahramanı şöyle anlatacaktır:

"İlk sırada diz çökmüş beş kahraman. Omuz çukurlarına yasladıkları mavzerleri ile nişan almışlar. Tetiğe asılmak üzereler. Ama asılamamışlar. Kaput yakaları, Allah'ın rahmetini o civan delikanlıların yüreklerine akıtabilmek istercesine semaya dikilmiş, kaskatı... Hele bıyıkları, hele hele bıyıkları ve sakalları! Her biri birer fütuhat oku gibi çelik misal. Ya gözler?.. Dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin bile örtüp kapatamadığı gözleri!.. Apaçık!.. Tabiata da, başkumandana da, karşısındaki düşmana da isyan eden ama Allah'ına teslimiyetle bakan gözler... Açık, vallahi apaçık!..

İkinci sırada öyle bir manzara ki, hiçbir heykeltıraş benzerini yapmayı başaramamıştır. O ürkütücü ayaza rağmen, sağlarında fişekleri debelenerek üzerlerinden atmaya tenezzül etmemiş iki katırın yanında başları semaya dönük, altı masal güzeli Mehmed... Sandıkları bir avuçlamışlar ki, hayatı biz ancak böyle bir hırsla avuçlayıvermişizdir. Öylesine kaskatı kesilmişler.

Ve sağ başta binbaşı Mustafa Nihat. Ayakta... Yarabbi, bu bir ayakta duruştur ki, karşısında düşmanı da, kâfiri de, lanetlisi de Allah'ın huzurunda diz çöküş halinde gibi. Endamı, düşmanı dize getiren bir tekbir velvelesi gibi. Belinde, fişeklerinin yuvalarını tipi ile kapatmaya bütün gece düşen kar bile razı olmamış. Sol eli boynundaki dürbünü kavramış. Havada donmuş, Kale sancağı gibi... Diğer eli belli ki, semaya uzanıp rahmet dilerken öylesine taşlaşmış. Hayrettir, başı açık. Gür erkek kömür karası saçları beyaza bulanmış..."


Ve Moskova'daki askeri müzede sergilenen bu satırların sonu şöyle biter: "Allahuekber Dağları'ndaki Türk müfrezesini esir alamadım. Bizden çok evvel Allah'larına teslim olmuşlardı. 24.12.1914 Perşembe."

Ve bitişimizin itirafını olayın baş sorumlularından Hafız Hakkı Paşa, başkumandan vekiline şu sözlerle özetler: "Bitti paşam, ordumuzun kısm-ı küllisi mahvoldu."

Enver Paşa hiçbir şey olmamış gibi İstanbul'a döner. Arkasında binlerce kefensiz kar çiçeği bırakarak... Basını ele geçirmiş bu darbeci güruh sıkı bir sansür uygulayarak halkın Sarıkamış cephesinde olup biteni öğrenmesine engel olurlar. Faciayla ilgili bilgiler Ruslar vasıtasıyla Avrupa ve Dünya'ya yayılır ama her şey için artık çok geçtir. Bir sohbet sırasında Harbiye Nezareti Ordu Daire Başkanı Behiç Bey'e bu facia için Enver Paşa şöyle der: "Bunlar nasıl olsa birgün ölecek değiller miydi?"

Birinci Cihan Harbi'nin alevleri, Sarıkamış'tan Çanakkale'ye, Galiçya'dan Trablusgarp'a kadar binlerce kilometre karede Müslüman kanının ihtiraslar uğruna akmasına sebep olur. Ve Akif gözyaşları içinde şöyle inler:

"Gitme ey yolcu beraber oturup ağlaşalım,

Elemim bir yüreğin payı değil, paylaşalım.

Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor!"


İhtiras demiştik ya! Bazılarının ihtirası sadece kendilerini değil, milyonlarca vatan evladını ve tarihin gördüğü en ihtişamlı cihan devletlerinin birini yakabiliyor.

Muzaffer TAŞYÜREK
Semerkand dergisi, 12/2000



Ne zaman Sarıkamış'ı düşünsem gözlerim dolar!, Aziz Üstel, Star Gazetesi

Bilirsiniz elbet, Osmanlı 11Kasım 1914'te resmen büyük savaşa girdi. Başkomutan Enver Paşa'nın dışında kimsenin kış taarruzu diye bir fikri yoktu. Çünkü Balkan bozgunundan yeni çıkmış ordu zor duruyordu ayakta; eksiği gediği saymakla bitmezdi. Sarıkamış coğrafyası çetin mi çetin, kışsa pek ağırdı o yıl. Ne var ki, Enver Paşa Rus'ları apansız bastırıp tarihe adını altın harflerle yazdırmak istiyordu! Yapma, etme diyenlere kulak asmadı. Eksiği gediği yolda tamamlayıp, yırtığı söküğü de Sarıkamış'a kadar dikebileceğini düşünüyordu. Enver Paşa ilk iş, kıdem ve tecrübeyi çöpe atıp Harbiye Mektebi'nden hocası Hasan İzzet Paşa'yı 3. Ordu komutanlığına atadı! Sarıkamış'ı tüm şiddetiyle yaşayan isimsiz bir asker, günlüğüne şunları yazmıştı : "Bu yaz iki alayımızla Yemen'den buraya gönderildik. Yola çıktıktan dört ay sonra ulaştık ki, Arabistan'ın cehennemi sıcağı Eleşkirt'in ayazı yanında nimet-i ilahi imiş. Burada çadırın perdesi buz kesmiş oğlan kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. Bölük kumandanım beni sıhhiyeye nakletmiş ise de tabip ve ilaç yokluğundan çaresiz kalıp tekrar takımıma döndüm..."

Bütün perişanlığa rağmen 9-18 Kasım tarihinde 3. Ordu, Rusları Köprüköy'de durdurdu. Ama Kumandan Hasan İzzet Paşa, karnı aç, başıkabak, yalınayak askeri kış şartlarının iyice sertleşmesini de hesaba katarak, geri çekilen Rusların üzerine salmadı.

Enver Paşa hocasını azletti, 3. Ordu'nun başına kendi geçti ve asıl facia başladı! Zemheri denilen kışın en soğuk günlerinde 3. Ordu'ya bağlı 9, 10 ve 11. kolordular saldırıya geçti. Kar kalınlığı kimi yerlerde bir metreyi geçiyordu; sıfırın altında 40 derece soğuk varken Rus'un askeri kaç para, kurşunu kimin umurundaydı! Gece askerler donmaya başladı! Adım bile atamıyorlardı artık. Donmamak için oldukları yerde zıplıyor, kendilerini yerden yere atıyor ama ayak parmaklarından başlayan buzlanma yavaş yavaş, bütün vücutlarına yayılıyordu. Ayşe Hür Hanımefendi'nin deyimiyle "ortalık kardan heykellerle dolmuştu."

Kuruköy'e ulaşabilen asker sayısı 3 bin 200 kadardı ve Rus Kurmay Başkanı Pieteroroviç raporuna, "onları teslim almadım. Çünkü bizden çok önce Allah'larına teslim olmuşlardı!"  diye yazmıştı.

Enver Paşa inadı sürdürdü, dahası "geri dönen vurulacaktır" emrini vermekten de kaçınmadı.  Ve 1 Ocak 1915'de Albay Hafız Hakkı Paşa, başkumandan vekiline, "bitti paşam. Ordumuzun kısm-i küllisi mahvoldu" dedi.

Enver Paşa cepheden ayrılmadan önce şu raporu yollayabildi Harbiye Nezaretine: "Harekat, Rus ordusunun kat'i surette mağlubiyeti ile neticelenmediyse de, düşmanı hudut haricine çıkarmaya ve düşman arazisinin bir kısmını istilaya ve hasım ordunun iyice sarsılmasına meydan verdik." Gerçekleri saklamak için her türlü yola başvuruldu, sansürün en acımasızı uygulandı basına. Gerçek kayıp sayısı ilk kez, 1993'de 109 bin 274 olarak açıklandı Genel Kurmay Başkanlığınca. Sonra, 18 Aralık 2007'de Genelkurmay, Sarıkamış'ta tek kurşun sıkmadan donarak ölenlerin sayısını 60 bin olarak ilan etti resmi sitesinde. Nur içinde yatsınlar.

Enver Paşa'yla geçinemediğinden Irak'a gönderilen Alman Goltz Paşa günlüğüne şöyle yazmıştı: "Kafkasya'da maalesef Napolyon Bonapart olduğunu sananlar, ordularını büyük zarara uğratmışlardır!"

Mehmet Akif, Sarıkamış'ı düşündükçe" Ah! Karşımda vatan namına bir kabristan yatıyor şimdi! " diyecektir.  Kendini Napolyon sananın kimliğine gelince, onu da, bir zahmet, siz tahmin edin!

(Kaynak: Sayısız kaynak vardır.  Öteki Tarih-Ayşe Hür-Profil Yayınları, bunlardan biridir ve çok daha ayrıntılı anlatır Sarıkamış faciasını.)

http://haber.stargazete.com/yazar/ne-zaman-sarikamisi-dusunsem-gozlerim-dolar/yazi-590063
Yasal haklarınızı en üst seviyede koruyup kullanabilmeniz için önemli gördüğünüz konularda mutlaka profesyonel destek almanız, bu anlamda bir avukatla anlaşmanız kesinlikle tavsiye edilir.