Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Konular - Avukat

#41


MÜKREMIN ALBAYRAK - SAMSUN
 
Vârisleri arasında merhum başbakanlardan Bülent Ecevit'in de bulunduğu 60'a yakın Türk mirasçıya Medine Harem Şeyhi Hacı Emin Paşa'nın mirasına kavuşmanın yolu açılıyor.

50 mirasçı adına 2005 yılında Medine Mahkemesi'ne açılan davada önemli gelişmeler yaşandı. Mahkeme, Hacı Emin Paşa'ya ait taşınmazların tapularını arşivlerden buldu. Kamulaştırma bedellerini ödemek için hazırlık yapan Divan-ı Melik, davalılardan da müvekkillerini bir araya getirmelerini istedi.

Medine Harem Şeyhi Hacı Emin Paşa'nın Suudi Arabistan'daki kutsal topraklarda yer alan mirası için açılan dava, Türkiye'nin en medyatik davalarından birisi oldu. Mescid-i Nebevi kenarından başlayan ve Osmanlı Tren İstasyonu'na kadar devam eden 100 dönümlük arazide kamu binaları ve çok sayıda otel bulunuyor. Medine Mahkemesi tarafından yapılan gayri resmi değer tespitinde ecri misilleri hariç gayrimenkule 11 milyar riyal değer biçildi. Davanın ilk adımı 1970'li yıllarda atılmış ve verasetler alınmış ancak  kayda değer bir sonuç elde edilememişti.

1995 yılında mirasçılardan birisi Suudi Arabistan Krallığı'na yazdığı mektupla haklarının verilmesi yönünde talepte bulunmuştu. Suudi Arabistan Devleti Ankara Büyükelçiliği kanalı ile verilen yazılı cevapta mektubun sahibine mahkeme yolunu göstermişti. 50 müvekkili adına davayı yürüten avukat Lale Beşe, bu mektuptan yola çıkarak 2005 yılında Medine Mahkemesi'ne dava açtı. Davada mirasçıların elinde bulunan onaylı tapu kayıtlarının asıllarının getirilmesi istendi. Ancak mirasçılar bu kayıtların aslını temin edemedi. Buna rağmen mahkeme mirasçılara büyük bir jest yaparak tapuların asıllarını Suudi Arabistan arşivlerinden buldu. Gelinen aşamada Osmanlı tapuları resmi Suudi Arabistan tapularına çevrilerek kamulaştırma bedellerinin ödenmesi sürecine girildi.

'Sevda Tepesi' haberleri davanın seyrini yavaşlattı

Avukat Beşe, dava devam ederken Türk basınında mirasçıların haklarının verilmemesine sebep olarak Sevda Tepesi'nin imara açılmaması şeklinde çıkan haberlerin davanın akışını olumsuz etkilediğini dile getirdi. Merhum Başbakan Bülent Ecevit, Türk hacılarının kullanımı için mirasını Diyanet'e bıraktığını açıklamıştı. Türk Medeni Kanunu'nun 531/1 maddesine göre sözlü vasiyetin geçerli olduğunu belirten avukat Lale Beşe, Rahşan Ecevit'in de bu konuda başka bir düşüncede olmayacağının altını çizdi.

http://www.zaman.com.tr/anasayfa/ecevitin-de-varisi-oldugu-medinedeki-araziden-iyi-haber-var/2020394.html
#42


Binlerce Filistinli'yi katleden 'Beyrut Kasabı' eski İsrail Başbakanı Ariel Şaron'un binbaşı rütbesindeki küçük oğlu Gilad, 'Gazze'yi Hiroşima gibi dümdüz etmeliyiz' önerisinde bulundu.

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırıları bir haftayı doldurdu. Geçen çarşambadan bu yana 23'ü çocuk 106 Filistinli'nin katledildiği Gazze'de soykırım çağrısı yapanlara, İsrail eski Başbakanı Ariel Şaron'un oğlu Gilad Şaron da katıldı. 1982'deki Lübnan iç savaşı sırasında Sabra ve Şatilla kamplarındaki çoğu çocuk ve kadın 1500 masum Filistinliyi katleden Ariel Şaron'un oğlu, Gazze'ye atom bombası atılması gerektiğini savundu. Kaleminden kan damlayan binbaşı rütbesindeki küçük oğul Şaron, İsrail'in Gazze'yi muhakkak Hiroşima gibi dümdüz etmesi gerektiğini kaydetti.

"HİROŞİMA DA YETMEZ!"

İsrail gazetesi Jerusalem Post'a önceki gün bir yazı gönderen Şaron, 'Beyrut Kasabı' lakabıyla anılan savaş suçlusu babasının oğlu olduğunu da böylece ispatlamış oldu. Soykırım çağrısında bulunan oğul Şaron, "Gazzeliler masum değil! Onlar Hamas'ı seçti. Gazzeliler rehine değil, bu seçimi özgürce yaptılar ve bunun sonuçlarıyla yaşamalılar" dedi.

GAZZE'DE HAREKET EDEN ARAÇ BİLE KALMAMALI

Önce Gazze'nin girişindeki mahalleleri sonra da tüm Gazze'nin dümdüz edilmesini söyleyen Şaron, "Japonlar çabucak teslim olmadılar, Amerikalılar da Hiroşima ile durmadılar, Nagazaki'yi de vurdular. Gazze'de ne eklektrik ne benzin ne de hareket eden bir araç kalmalı. Ondan sonra ateşkes isteyeceklerdir. Bu işin çabucak bitirilmesi gerekiyor" diye yazdı. Bu arada İsrail basınında yer alan haberlerde 40 bin askerin olası kara harekatı için Gazze sınırında giriş izni beklediği ileri sürüldü. İsrail'in bir haftalık saldırılarında 23'ü çocuk 7'si kadın 106 Gazzeli öldü, 260'ı çocuk ve kadın 783 kişi yaralandı. Batı Şeria'daki El Halil'de de 1 protestocu İsrail askerleri tarafından öldürüldü.

http://www.haber7.com/dunya/haber/954274-saronun-oglu-gazzeyi-dumduz-etmeliyiz



İsrail'in saldırıları aralıksız sürüyor ama Gazzeliler buna alışmış; yüzlerde korkudan eser yok.

AHMET DÖNMEZ, SERVET YANATMA - GAZZE   

Her yerde ambulans sirenleri yankılanırken yol kenarında bekleyen Filistinliler, Türkiye bayraklı otobüsü görünce sevinçle el sallıyor. Selahaddin Caddesi'nden ilerlerken etrafta bombaların açtığı 10 metrelik çukurlar görüyoruz. Biraz ileride mola veriyoruz. Gençler hemen etrafımızı sarıyor. Kimi Türkiye'ye olan sevgisini dile getiriyor, kimi yaşadıkları zulmü anlatmaya çalışıyor. Saat 15.30'u gösterirken bir bomba sesiyle irkiliyoruz. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğ-lu'nun Gazze'ye tarihi ziyaretini izlemek için Refah Sınır Kapısı'ndayız. Mısır Kahire Havaalanı'ndan karayoluyla 4 saatte buraya vardıktan sonra içeri girip giremeyeceğimiz hâlâ netleşmiş değil.

Dışişleri yetkilileri, Filistin'e girişimize izin verilmeme ve geri dönme ihtimalimizin bulunduğunu söylüyor. Neyse ki bir saatlik bekleyişin ardından bir zorluk çıkarılmadan içeri alınıyoruz. Ancak yolculuk o kadar da kolay olmayacak. Hareket etmeden önce otobüsün dört bir yanı Türk bayraklarıyla donatılıyor. Filistinli yetkili, "İsrail'in açık hedefiyiz. Bayrakları asmazsak bizi vurabilirler." açıklamasını yapıyor.

Otobüs, Gazze'nin içinden ilerlerken saldırılar da aralıksız sürüyor ama Gazzeliler buna alışmış; yüzlerde korku ifadesi yok. Avrupa Hastanesi'ne gidip gelen ambulansların siren sesleri yankılanırken yol kenarlarında bekleyen Filistinliler, Türk bayraklı otobüsü görünce sevinçle el sallıyor. Selahaddin Caddesi'nden geçerken yol kenarında bombaların yol açtığı 10 metrelik çukurlar görüyoruz. Biraz ileride mola veriyoruz. Durduğumuz yer, üç gün önceki saldırıda yerle bir edilen Hule ailesinin yaşadığı bina enkazının önü. Çoğu gençlerden oluşan bir kalabalık hemen etrafımızı sarıyor. Kimi Türkiye'ye olan sevgisini dile getirirken kimi de yaşadıkları zulmü bize anlatmaya çalışıyor. Tekrar yola koyuluyoruz. Solumuzda yine 3 gün önce yerle bir olmuş Şecaiye polis karakolu ve mağazalar var. Bir polis arabası hâlâ enkazın altında. Daha ileride, dün vurulan Millî İslam Bankası karşımıza çıkıyor... Ve Rimal mahallesinde 3 kişinin öldüğü, 6'sı basın mensubu 60 kişinin yaralandığı Şuruk Apartmanı. Burası yerli ve yabancı basın kuruluşlarının toplandığı bir binaydı ama artık metruk. Son olarak, birazdan Davutoğlu'nun ziyaret edeceği Şifa Hastanesi'ne geliyoruz. Burada, önceki geceki saldırılarda 8 kişinin şehit olduğunu öğreniyoruz. Kısa bir süre sonra da bir tanesinin cenazesi, tekbirler ve intikam sloganları eşliğinde hastaneden çıkarılıyor. Saatler 13.50'yi gösterdiğinde ise şiddetli bir patlama sesiyle irkiliyoruz. Aldığımız bilgiler, İsrail insansız hava araçlarının, Gazze'nin doğusundaki İzzeddin Kassam Tugayları'nın eğitim alanını vurduğu yönünde. Yarım saat kadar sonra bu satırları kaleme aldığımız esnada, başka bir gürültüyle binamız sallanıyor. Bu kez Gazze'den karşılık verildiği bildiriliyor.

Geçtiğimiz hafta Mısır Başbakanı'nın ziyaretinin ertesi günü İsrail saldırılarında yerle bir olan  bakanlar kurulu binası önünde Davutoğlu'nu beklerken, çarpıcı bir manzara gözümüze takılıyor. Tepemizde aynı anda 7 tane birden Heron, sinir bozucu bir uğultuyla dönüp duruyor. Bir müddet sonra da iki uçaktan Gazzelilerin üzerine propaganda bildirileri yağdırılıyor. Kara operasyonu uyarısı yapan bildiriyi yırtıp atan 60 yaşındaki Memun Hozendar ise Gazze'deki hissiyatı şu sözlerle dile getiriyor: "Bizim için fark etmez, vurulacaksak vurulacağız. Ama onlar da kayıp verecek. Korkumuz yok. Az önce burada bir patlama oldu, bir kişinin gözünde seğirme gördünüz mü? Ama İsrailliler bir patlama olduğunda sığınıklara kaçıyorlar. Ben ölsem oğlum devam edecek, o ölse onun oğlu devam edecek. Teslim olmayacağız."

http://www.zaman.com.tr/dis-haberler/ay-yildizin-siperinde-gazzeye-girmek/2018655.html
#43


Kenan Biter'in haberi

Tanıtım amacı ile çekilen ve projenin üretici firması olan Ağaoğlu şirketinin patronu Ali Ağaoğlu'nun oynadığı reklam filmi ile gündeme gelen 'Maslak 1453' projesi lansmana çıktığı günden beri tartışma konusu olmaya devam ediyor.

İlk önce 'Yeşilist' adlı bir grup tarafından internet üzerinden başlatılan kampanya ile projede yer alan orman alanlarının yok edileceği  iddia edilmiş  ve projenin iptali için 30 bine yakın imza toplanmıştı. Ancak Ali Ağaoğlu ortaya atılan '320 bin ağaç kesilecek' iddialarını reddetmiş ve hodri meydan diyerek projede değil 320 bin ağaç 3 ağaç kesildiğini ispat etsinler etek giyip gezeceğini ileri sürmüştü.

Kamuoyu ortaya atılan bu iddialı bahis üzerine tam Ağaoğlu'nu haklı  bulmuşken bu seferde  Toplumcu Mimarlar ve Mühendisler Meclisi  proje ile ilgili uydu fotoğraflarını yayınlayarak projenin yapılacağı söz konusu alanda belli zaman dilimlerinde yaşanan değişimi gözler önüne sermiş ve Ağaoğlu'nun halktan özür dilemesini isteyerek vatandaşın aklını yine karıştırmıştı.

Bu restleşme sürerken bu seferde Ağaoğlu'na bir darbe de Habertürk Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı'dan gelmiş,  Altaylı köşesinde kaleme aldığı yazısında 'Maslak 1453' projesinde yer alan orman alanının kullanımı ile ilgili yaşanan usulsüzlüğü yine Bakanlık içerisinde olan bir görevli bürokratın verdiği bilgiler ışığında gündeme taşımıştı.

İşte tüm bu tartışmalar karşılıklı sürerken geçtiğimiz günlerde bakanlık devreye girmiş ve projede yer alan orman alanların kullanımı ile ilgili Ağaoğlu'nun kendilerinden izin almadan ormanda reklam çekimi yaptığını öne sürmüş ve Fatih Ormanı Tabiat Parkının tahsisi ve işletme hakkı sözleşmesini iptal ederek bir nevi tüm bu tartışmalara da son noktayı koymuştu. Bu karar sonrası Ağaoğlu, bakanlığa 'Tecavüzcü Coşkun orada film çekerken izin mi alıyor' sözleri ile sitemde bulunurken öte taraftan da reklamın kibirli ve iddialı olduğunu itiraf etmişti.

REKLAMA AĞIR CEZA GELEBİLİR!

Ancak proje ile ilgili tartışmalar daha sürecek gibi görünüyor. Fatih Ormanı'nda çekilen reklam filmi için Tüketici Örğütleri Federasyonu (TÖF), Gümrük ve Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu'na, konut projesine ilişkin tanıtıcı reklam filminde, projenin orman alanı içerisinde ya da hemen kenarında olduğu ve orman alanının bu projeden konut alanların/alacakların kullanımına tahsis edildiği izlenimi verildiğini ve  tüketicilerin yanıltıldığını  ileri sürerek şikayette bulundu. Yapılan başvuru sonrasında Reklam Kurulu'nun reklamı incelemeye aldığı öğrenilirken, yapılan inceleme sonucunda reklamda kusur bulunması halinde, Ağaoğlu'na haksız rekabet ve halkı kandırmaktan dolayı ağır bir ceza verilmesi bekleniyor.

TÜKETİCİLER SATIN ALDIKLARI DAİRELERDEN VAZGEÇEBİLİR!

Sıkıntı sadece bununla da bitmiyor.  Projede yer alan ve satışa çıkartılan 2 bin 700 konutun 2 bin 200  adeti  satılmış bulunuyor. Projeden konut satın alan tüketiciler reklam filmlerinde ormanın da içinde olduğu algısına kapılmış ve tercihini ona göre şekillendirmişti. Ancak Bakanlığın iptali sonrası projeden konut satın alan vatandaşların projeden aldığı daireden vazgeçip,  paralarını geri iade etmelerini istemeleri de gündeme gelebilir.

Tüketiciyi koruma kanunlarının bu konuda çok net olduğunu ifade eden Tüketiciyi Koruma Derneği (TÜKODER) Başkanı Avukat Şükran Eroğlu, olayın iki taraflı ele alınabileceğini belirterek, kanunda taahhüt edilen şeylerde eğer bir tüketicinin beklediği faydayı ortadan kaldıran veya azaltan hukuki ve ekonomik eksiklikler varsa bu malın ayıplı olacağının ifade edildiğini,  böyle bir durum karşısında ise tüketicinin aldığı maldan vazgeçme hakkına sahip olduğunu söyledi.

Eroğlu, söz konusu hizmetin taahhütnamede yer almaması durumunda ise tüketicinin yine itiraz etme seçeneğinin olduğunu belirterek, '' Çünkü söz konusu proje için çekilen reklam filminde her ne kadar direkt ormanın kullanımının projede oturanlara ait olduğu izlenimi yaratılmasa da ormanın içinde ata binilmesi ve projenin yanında olduğunun belirtilmesinin tüketicinin aklında proje ile ormanının iç içe geçmesine sebep olmuştur. Bu reklam ile tüketici yanıltılmıştır. Tüketici o olandan faydalanamayacak halbu ki o alandan faydalanacağını düşünerek burayı satın almıştı. Dolayısıyla burada bir ayıp 'dan söz ediyoruz. Ayıp olduğu içinde tercihlerinden vazgeçme hakkına sahiptirlerdir.'' dedi.

Eroğlu, yaşanan bu durumdan ötürü aldıkları daireden vazgeçmek isteyen tüketicinin ayıplı bir malın kendilerine satıldığını ileri sürerek ihtarname çekerek paralarını geri isteyebileceklerini vermedikleri takdirde ise tüketici mahkemesine gidip dava açabileceklerini söyledi.

http://www.haber7.com/emlak-gundemi/haber/952431-ali-agaoglunu-bekleyen-iki-tehlike
#44
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan konuyla ilgili hükümler:

    Yargılama giderlerinin kapsamı
     Madde 323 - (1) Yargılama giderleri şunlardır:
    a) Celse, karar ve ilam harçları.
    b) Dava nedeniyle yapılan tebliğ ve posta giderleri.
    c) Dosya ve sair evrak giderleri.
    ç) Geçici hukuki koruma tedbirleri ve protesto, ihbar, ihtarname ve vekâletname düzenlenmesine ilişkin giderler.
    d) Keşif giderleri.
    e) Tanık ile bilirkişiye ödenen ücret ve giderler.
    f) Resmî dairelerden alınan belgeler için ödenen harç, vergi, ücret ve sair giderler.
    g) Vekil ile takip edilmeyen davalarda tarafların hazır bulundukları günlere ait gündelik, seyahat ve konaklama giderlerine karşılık hâkimin takdir edeceği miktar; vekili bulunduğu hâlde mahkemece bizzat dinlenmek, isticvap olunmak veya yemin etmek üzere çağrılan taraf için takdir edilecek gündelik, yol ve konaklama giderleri.
    ğ) Vekille takip edilen davalarda kanun gereğince takdir olunacak vekâlet ücreti.
    h) Yargılama sırasında yapılan diğer giderler.

    Yargılama giderlerinden sorumluluk
     Madde 326 - (1) Kanunda yazılı hâller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verilir.
    (2) Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa, mahkeme, yargılama giderlerini tarafların haklılık oranına göre paylaştırır.
    (3) Aleyhine hüküm verilenler birden fazla ise mahkeme yargılama giderlerini, bunlar arasında paylaştırabileceği gibi, müteselsilen sorumlu tutulmalarına da karar verebilir.



Konuyla ilgili emsal bir Yargıtay Kararı:

T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2010/3392
K:2010/7289
T:15.06.2010

1086 s. Yasa m. 417,423

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan tahliye davasına dair karar; davalı-davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kâğıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
Uyuşmazlık, konut ihtiyacı nedeniyle kiralananın tahliyesine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili ve davalı vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
1- Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına, takdirde de bir isabetsizlik bulunmamasına göre temyiz eden davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davalı vekilinin vekalet ücretine ilişkin temyiz itirazlarına gelince;
Tarafların davanın görülmesi ve sonuçlanması için ödedikleri paraların tümü şeklinde tanımlanabilecek yargılama giderleri HMUK'nun 417/1. maddesi hükmü gereği davada haksız çıkan ve aleyhine hüküm kurulan tarafa yükletilir. Yine HMUK'nun 423/6. maddesine göre davayı kazanan taraf davayı bir vekil aracılığı ile takip etmiş ise haksız çıkan ve davayı kaybeden taraf yargılama gideri olarak vekalet ücreti ödemeye de mahkum edilir. Yargılama giderleri hakkında hüküm verilebilmesi için tarafların dilekçelerinde yargılama giderlerini ve vekalet ücretini açıkça istemelerine gerek yoktur. Mahkeme istek olmasa bile yargılama giderlerine ve vekalet ücretine kendiliğinden karar vermekle yükümlüdür.
Olayımıza gelince; davacı tarafından konut ihtiyacı nedeniyle açılan davaya karşı davalı, vekili aracılığı ile 24.10.2008 tarihinde verdirdiği cevap dilekçesi ile davanın reddine karar verilmesini savunmuştur. Davalı vekili 26.11.2008 tarihinden itibaren oturumlara katılmış, delil listesi vermiş ve davayı davalı adına takip etmiştir. Her ne kadar dosyada hüküm verilinceye kadar davalı vekilinin vekaletnamesi bulunmasa da temyiz dilekçesine ekli vekaletnameye göre davalı 15.09.2008 tarihinde açılan davadan sonra 07.10.2008 tarihinde vekil tayin etmiştir. Davalı vekili de yargılamadaki işlemleri bu vekaletnameye dayanarak ve vekil sıfatı ile yürütmüştür. Karar aşamasına kadar dosyada vekaletnamesi yok ise de sonradan sunulan vekaletname tarihi ve aşamalardaki işlemleri itibariyle davalı vekilinin yargılamada yer aldığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin vekaletname sunması konusunda davalı vekilinden bir talebi de olmamıştır. Bu durum karşısında davalının yargılamada kendisini vekille temsil ettirdiğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmesi üzerine davalı yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi'nin 9. maddesi gereğince nispi vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken davalı vekilinin vekaletname ibraz etmemesi gerekçesi ile davalı yararına vekalet ücreti takdir etmemesi doğru görülmediğinden hükmün davalı yararına ve vekalet ücretine hasren bozulması gerekmiştir.
Sonuç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün yukarıda ( 2 ) no'lu bentte yazılı nedenlerle davalı yararına ve vekalet ücretine hasren BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 15.06.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#45
Libya'da yaşanan olayların ardından Türkiye'ye dönen ve çalıştıkları şirketlerden paralarını alamayan işçiler, işverenlerine dava açmaya başladı.

İşçiler paralarını alamadıkları gerekçesiyle mağdur olduklarını belirtirken, işverenin de Libya'da zarara uğradığı için ödeme yapamadığı belirtiliyor.

Ankara Barosu avukatlarından Emrah Altunç, Libya mağduru bir çok işçi bulunduğunu ve bunların haklarını aramak için dava açmaya başlayacaklarını söyledi.

Bu konuda şu ana kadar 3 işçinin vekaletini aldığını ve bu sayının önümüzdeki hafta 10'u bulmasını beklediğini kaydeden Altunç, ''Libya'da ihale alarak orada yatırımcı olan firmalar iş makinaları inşaat malzemeleri gibi ihtiyaçlarını Libya devletinin verdiği ödenekten karşılıyorlardı.

Yani Libya hükümeti bu yatırımı üstleniyor ve giderlerini karşılıyor. Bu şirketlerin orada herhangi bir yatırım zararı yok. Bu şirketlerin sadece yaptıkları iş karşılığında bir kısım istihkakları savaş sonrası Libya hükümetinde kalmış, onlarda Yeni Hükümet tarafından kendilerine ödenmiş, ödenmektedir. Yani kısacası bu şirketlerin önemli zararları söz konusu değil'' dedi.

''Hiçbir bildirim olmaksızın işten çıkarılmışlar''

Libya'da yatırımı bulunan şirketlerin işçilerin ücretlerini savaş, mücbir sebep gibi bahaneleri göstererek ödemediğini aktaran Altunç, sözlerine şöyle devam etti:

''İşçiler orada canları pahasına şirketin şantiyesini korumalarına ve son ana kadar direnmelerine rağmen Dışişleri Bakanlığı kanalıyla Türkiye'ye getirildikleri günün hemen ertesinde şirket tarafından sigortaları kesilmiş. Hiçbir bildirim olmaksızın işten çıkarılmışlar.

2 yıllık süre zarfında çoğunluğu aranmamış, hep oyalanmış. İŞKUR tarafından işçilere kısa bir süreliğine kısa çalışma ödeneği adı altında bir ödenek verileceği, ancak bunun için işveren firmanın başvuru yapması gerektiği duyurulmuş ancak çoğu firma işçilerin bu imkandan faydalanmasını sağlayacak başvuruyu yapmamış. Örneğin bizim işçilerin çalıştığı bir inşaat firması bu başvuruyu yapmamış.

Firma hem Libya'da petrol işinde, hem de Azerbaycan hükümetiyle işlerine devam etmektedir. Ancak çoğu işçi halen alacağını alamamış durumda. Bu durumda Libya'dan Dışişleri Bakanlığı kanalıyla büyük bir coşkuyla ve operasyonla Türkiye'ye dönen işçilerin bir kısmının mağduriyeti giderilmemiştir.''

Mağdur işçilerin alacak miktarlarının her işçinin çalışma süresine göre değiştiğini aktaran Altunç, ''Örneğin bir işçinin çalışma süresi yaklaşık 5 yıl. 20 bin lira kıdem tazminatı, yaklaşık 6-7 bin lira ihbar tazminatı, 50 bin lira kadar fazla çalışma ücreti, 3 bin lira ödenmemiş maaşı ve kullandırılmamış ulusal bayram ve dini izin günleri alacağı ile hafta tatili alacağı gibi bütün kalemler toplandığında aşağı yukarı 80 bin liralık yasal faiziyle birlikte bir alacağı söz konusu oluyor'' dedi.

10 bin liradan 80 bin liraya kadar alacağı olan işçi bulunduğu bilgisini veren Altunç, net rakamların dava aşamasında bilirkişi tarafından hesaplanacağını dile getirdi.

''Libyada çalışan firmaların zararları Libya Hükümeti tarafından büyük oranda karşılandı''

Dava işçiler lehine sonuçlanırsa, bu yönde umudu olmayan binlerce işçinin dava açma konusunda cesaretlenip bu haklarını talep edebileceğini anlatan Altunç, sözlerine şöyle devam etti:

''Libya'da çalışan firmaların zararları Libya Hükümeti tarafından büyük oranda karşılandı. Ancak sigortaları Türkiye döndükleri ilk gün kesilen işçiler unutuldu. Bu şirketler savaş nedeniyle zarara uğradıklarından bahsediyorlar ve işçilere alacaklarını ödemeye yanaşmıyorlar.

Burada önem arz eden husus Türkiye'ye Dışişleri Bakanlığı kanalıyla getirilen işçilerin ertesi gün sigortalarının kesilmek suretiyle bildirimde bile bulunulmadan iş akitlerinin haksız olarak feshedilmesi ve işçi alacaklarının ödenmemesi. İşçiler iş sözleşmesinde işverene göre daha zayıf tarafta ve bu durum devletin işçiyi koruması gibi bir uygulamayı zorunlu kılıyor.

Sosyal devlet anlayışının gereği de budur. Devlet yaşanan kriz sonrası firmaların zararlarını ödemeyi taahhüt etmiş ancak işçileri koruyucu bir önlem almamıştır. İşçilerde mahkemelerde haklarını aramak durumundalar.''

Libya'da çalışan işçi Türkmen: ''Şirket tekrar gel dese gitmem''

Libya'da çalışan ve çalıştığı firmaya dava açmaya hazırlanan işçilerden Vural Türkmen, Libya'dan ayrılalı 20-21 ay olduğunu, eski şirketini aradığını ancak muhatap bulamadığını söyledi.

Şirketten 20-30 bin lira alacağı olduğunu belirten Türkmen, şunları anlattı:

''Libya'dan 150 arkadaşla birlikte geldik ve hepsinin çalıştığımız şirkette alacağı vardı. İşveren 'tekrar gideceğiz' diyor. Tamam, biz oradan ekmek yedik ama biz de emek verdik. Şu anda görüştüğüm arkadaşlardan ya da başkalarından ödeme yapılan birini duymadım hiç. Şirket tekrar gel dese gitmem.

Yurt dışındaydım Fas'ta idim yeni geldim. Bazı firmaların ödeme yaptığını duydum ama hangisi ne kadar ödeme yaptı bilmiyorum. Bu arada Arap firmalarında çalışan işçi arkadaşlarımız da vardı ve onlar da alacaklarını tahsil edemedi. Benim olduğum şantiyede 200 civarında Türk işçi vardı. Libya'da 25-30 bin civarında Türk işçi vardı. Daha fazla da olabilir çünkü illegal yöntemlerle gelen bir sürü işçi de vardı '' ifadelerini kullandı.

Bir diğer işçi Niyazi Gök ise şirketten 50 bin lira alacağı olduğunu ve kendisi gibi 107 kişinin daha bulunduğunu belirtti.

Geçtiğimiz günlerde Libya'da bir yetkili ile görüştüğünü aktaran Gök, çalıştığı şirketin Libya Hükümeti'nden 4 milyon lira aldığını ama işçilere herhangi bir ödeme yapmadığını dile getirdi.

''Şimdi yerine gidip hakiki zararların tespiti yapılmaya başlandı''

Türk-Libya İş Konseyi Başkanı Ersin Takla ise Libya'da yatırımı bulunan Türk şirketlerinin zararının halen bir tartışma konusu olduğunu belirterek, ''Oradan gelirken bırakılan mal mülk makina varlık toplamı ile o tarihten itibaren 2011 aralık sonuna kadar oluşan sabit giderler yani teminat mektup masrafları, sigorta komisyonları, kiralar  gibi rakamın 1 milyar doların üzerinde olduğu biliniyor. Ancak şimdi yerine gidip hakiki zararların tespiti yapılmaya başlandı'' dedi.

Alacaklarını alamadığı için işçisine parasını ödeyemeyen şirketler olduğunu belirten Takla, çok zor durumda olan arkadaşları olduğunu ve 1,5 senedir alacaklarını alamayan arkadaşlarının da bulunduğu bilgisini verdi.

Bu konuda bankaların müteahhitlere karşı daha dikkatli olması gerektiğini kaydeden Takla, ''Bir Abu Dabi bankası yüzde 0,25 komisyonla teminat mektubu vereceğini söylüyor. Normal şartlarla buna kontr garanti veren bankanın yüzde 0,50 alması lazım. Hadi bilemediniz toplamını 0,75 olması lazım.

Libya'da da 0,75'e 1,75. Bizim burada yüzde 5'in altında komisyon ödeyen adam yok. Bunlar çok aşırı komisyonlar. Bunlar hem maliyeti artırıyor, hem de potansiyeli azaltıyor. Her bir bina için 2 defa teminat mektubu kullanıyorsunuz. Bu konuda anlayışlı olmak lazım ve burada bankalara önemli görevler düşüyor'' şeklinde konuştu.

İŞKUR tarafından yapılan destek, iş yerlerine değil bu iş yerlerinde çalışan işçilere yapılıyor

Kuzey Afrika ve Arap ülkelerinden sadece Libya'da faaliyet gösteren ve sosyal güvenlikleri SGK tarafından sağlanan firmalar için 4447 sayılı Kanun kapsamında ödeme yapma imkanı bulunuyor.

İŞKUR tarafından yapılan destek, iş yerlerine değil bu iş yerlerinde çalışan işçilere yapılıyor.

Libya'da çıkan halk ayaklanmaları nedeniyle anılan ülkede iş yapan Türk firmalarından 13 işyeri bin 599 kişi için kısa çalışma talebinde bulundu. Bu firmalardan 2 tanesi talebinden vazgeçti, 11 firma da 874 kişi için kısa çalışma talebi uygun bulundu.

Kısa çalışma uygulaması uygun bulunan firmalarda çalışan ve yasanın aradığı prim ödeme koşullarını sağlayan 431 kişiye kısa çalışma ödeneği ödendi. Ödemeler geçen yıl mart ayından itibaren başlatılarak 2011 yılında tamamlandı.

Kaynak: AA
http://www.ekotrent.com/dunya-ekonomisi/haber/947498-libya-magduru-isciler-isverenlerine-dava-aciyor
#46
21.12.2011 Tarihinde Resmi Gazete'de yayınlanan "Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi"ne göre;

2. Ortaklığın giderilmesi için satış memurluğunda yapılacak işlerin takibi için 420,00 TL
3. Ortaklığın giderilmesi ve taksim davaları için 900,00 TL


maktu vekalet ücretine hükmedilmektedir. Bu vekalet ücretinin ödenmesinden hissedarlar payları oranında sorumludur. Aşağıda buna ilişkin emsal bir Yargıtay Kararı bulunmaktadır.


T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2006/2091
K:2006/2732
T:20.03.2006

4721 s. Yasa m. 698,703

   Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan paydaşlığın giderilmesi davasına dair karar davalılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Uyuşmazlık bir adet taşınmazda ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir. Mahkeme satış suretiyle ortaklığın giderilmesine karar vermiş, hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Davacılar vekili dava dilekçesinde; davalılar ile müşterek ve elbirliği halinde malik oldukları dava konusu 3 No'lu parselin satış suretiyle ortaklığının giderilmesini istemiş. Davalılar vekili de dava konusu taşınmazın satılmasını savunmuştur.
   Paydaşlığın giderilmesi davaları iki taraflı, taraflar için benzer sonuçlar doğuran davalar olup, sonuçta kazanan ve kaybeden taraftan söz edilemeyeceğinden yargılama giderleri ve vekalet ücretinin taraflara payları oranında yükletilmesi gerekir.
   SONUÇ : Olayımıza gelince: Paydaşlığın giderilmesi davalarında kendilerini vekil ile temsil ettiren paydaşlar yararına Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükumlerıne göre maktu vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken nisbi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru değil ise de bu nedenle hükmün bozularak yeniden yargılama yapılmasında usul ekonomisi yönünden yarar gorülmediginden hükmün 6. fıkrasındaki "Karar tarihinde geçerli Asgari Avukatlık Ücret Tarifesi uyarınca hesaplanan 665.87.- YTL vekalet ücretinin hisseleri oranında davacılar uzerinde bırakılmasına, geriye kalanın davalılardan alınarak davacılar vekiline verilmesine" ibaresinin cıkartılarak yerine "Kendilerini vekil ile temsil ettıren davacılar yararına karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre 375.- YTL maktu vekalet ücretinin paydaşlardan payları oranında alınarak davacılara verilmesine" ibaresinin eklenmesine hükmün bu şekliyle HUMK'nun 438/son maddesi gereğince değiştirilerek ve düzeltilerek ONANMASINA ve taşınmaz malın satış bedelinden paylarına düşecek paranın % 09 oranında hesaplanacak onama harcından peşin alınan 11.20.YTL'nın mahsubu ile bakiyesinin temyiz edenlerden alınmasına, 20.03.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#47
CİHAN

Yargıtay'da birikmiş olan yaklaşık 2 milyon dosyasının eritilmesi ve bundan sonra temyize gönderilen dosyalara daha kısa sürede bakılması için 15 bölgede kurulan bölge istinaf mahkemeleri 'yargılama' da yapacak.

Ülke genelinde kurulan 15 bölgeden birisi olan Samsun Bölge İstinaf Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısı Erol Tosun, diğer bir adı bölge adliye mahkemesi olan istinaf mahkemelerinin Yargıtay'dan farklı olarak, temyiz için gelen dosyaları bozduğunda dosyayı iade etmeyip yargılamayı ilgili dairenin kendisinin yapacağını söyledi.

    DOSYALAR GERİ İADE EDİLMEYECEK

    Yargıtay'a biriken 1 milyon 800 bin dosyanın üzerine her yıl taşradan yeni 680 bin dosyanın ilave olduğunu belirten Tosun, yeni atamalarla birlikte dosyalara bakan kişi sayısının artmasına rağmen bu dosyaların 3 yıl içinde bitirilmesinin ön görüldüğünü anımsattı. İstinaf mahkemelerinin devreye girmesi halinde Yargıtay'ın gelen dosyaları hemen ele alabilecek konuma gelmelerinin sağlanacağını vurgulayan Tosun, " İlk derece mahkemenin verdiği kararı istinaf mahkemesinin onaması halinde yine de vatandaş, bir haksızlığa uğradığı ve adil yargılamanın yapılmadığı, hatta soruşturma evresinin dahi yeterince yapılamadığı iddiasındaysa cezanın ağırlığına göre Yargıtay'a tekrar başvuracak. Ama bu istatistiklere göre yüzde 10'u geçmeyecek. Fakat istinaf mahkemesi verilen kararı bozarsa Yargıtay'da olduğu gibi dosyayı geri iade etmeyecek, dosyayı kendisi ele alıp yargılamayı tekrar kendisi yaparak doğru kararı verecek. Dolayısıyla vatandaş için yeni sistemde istinaf yolu ikinci bir yargılama anlamına gelmekte." dedi.

    DOSYA KABULÜ 2014'TE BAŞLAYACAK

    15 bölgedeki istinaf mahkemesinin de aynı anda dosya kabulüne başlayacağını bunun için ön görülen tarihin en geç 2014 adli yıl başlangıcı olduğunu ifade eden Tosun, "Samsun'da yeni yapılan ve nisan ayında teslim edilmesini tahmin ettiğimiz adliye binasında hizmet vermeye başlayacağız. Ancak binaya taşınsak bile istinaf mahkemesinin göreve başlaması biraz zaman alabilir. Çünkü 15 bölgedeki istinaf mahkemelerinin büyük şehirlerde dahil 3 tanesinin binası hazır diğerleri inşaat halinde. 15 bölgeden 10 tanesinin binası hazır hale geldi onların dosya kabulüne başlaması diye bir şey söz konusu olamaz. Tüm istinaf mahkemelerinin binalarının tamamlanması ve personellerinin hazır olmasıyla birlikte dosya kabulü tüm Türkiye'de aynı anda başlayacak. Bölgelerin tamamında eksikliklerin giderilmesiyle mahkemeler hazır hale geldiğinde Yargıtay'a direk başvuru yolu kapatılacak ve dosyalar bölgelere gönderilecek. Tüm bölgenin hazır olması ve dosya kabulü kanaatimce 2014 yılı adli yılın başını bulabilir." diye konuştu.

    MAHKEMELERDE 80 PERSONEL ÇALIŞACAK

    İstinaf mahkemelerinin ceza, sulh ve asliye mahkemeleri gibi ilk derece mahkemeler ile temyiz mahkemeleri arasında yer alan ikinci derecede üst mahkeme niteliği taşıyacağını hatırlatan Tosun, Samsun Bölge Adliye Mahkemesi'nin ceza ve hukuk alanlarında toplamda 15 daireden oluşacağını kaydetti. Samsun İstinaf Mahkemesi'nin yargı çevresinin; Samsun, Sinop, Amasya, Tokat, Ordu, Çorum'a kadar olduğunu belirten Erol Tosun, normal dairelerde 1 başkan 2 üye olurken istinaf mahkemelerinin 1 başkan 3 üyeden oluşacağını kaydetti. Toplamda 15 dairede idari personel hariç hakim ve savcılardan oluşan yaklaşık 80 kişi ile göreve başlayacaklarını söyleyen Tosun, gelecek olan dosyaların sayısına göre buralardaki personel ve daire sayısının arttırılıp eksiltilebileceğini vurguladı.

    VATANDAŞ GÜNÜ BİRLİK İŞİNİ HALLEDECEK

    Yeni düzenlemenin vatandaşların hem zaman hem de maddi açıdan yararına olduğunu ifade eden Tosun konuşmasına şöyle devam etti; "İstinaf mahkemeleri vatandaşın ulaşım masrafını ve zaman kaybını da en aza indirecek. Edirne'den Kars'tan bir kişi kalkıp Ankara'ya dosyasını götürdüğünde maddi ve manevi zorluklar yaşıyordu. Ama şimdi herkes kendi bulunduğu bölgede kısa sürede dosyasını ilgili yere ulaştıracak. Samsun için düşünecek olursak, Ordu'dan Sinop'a iç kısımda da Tokat'tan Çorum'a kadar uzanan bir yelpazede vatandaşlar gün içinde gelip derdini anlatıp, dosyasını teslim edip evine gidebilecek. Aynı zamanda konunun ihtisaslaşmış daireler tarafından ele alınması süreci daha da hızlandıracak. Dosyalar ilk derece mahkemeler tarafından karara bağlandığı için ve ceza davalarında da soruşturma tamamlanmış olacağından yargılama süresi daha da kısalacaktır."

http://www.zaman.com.tr/son-dakika/istinaf-mahkemeleri-bozulan-davalarin-dosyasini-geri-iade-etmeyecek/2003205.html
#48


Adananın Ceyhan ilçesinde, 6 yaşındaki oğlunu döverek vücudunda sigara söndüren anne 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Beş ay önce 6 yaşındaki Ali E., gece yarısı perişan bir halde Gaziosmanpaşa Polis Merkezine sığınmıştı. Yapılan incelemede, küçük çocuğun vücudunda darp ve sigara yanığı izleriyle kesikler tespit edilmişti. Asayiş Büro Amirliği ekiplerinin çalışmaları sonucu yakalanan anne ile birlikte yaşadığı erkek arkadaşı Ömer T., çıkarıldıkları mahkemece tutuklanmış, avukatların yaptığı itiraz sonucu Ömer T. (31) 1 hafta sonra serbest bırakılmıştı. Olayın hemen ardından Adanaya gelen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahinin yakından ilgilendiği küçük çocuk, Adana Sevgi Evleri Çocuk Yuvasına yerleştirilmiş ve devlet korumasına alınmıştı.

Dün Ceyhan 2. Asliye Ceza Mahkemesinde açılan davada anne Halime E. (42), çocuğa karşı eziyet suçundan 3 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sanık avukatı Ahmet Karahan, savunmasında, müvekkilinin önceki yıllarda yaklaşık 2 yıl psikolojik tedavi gördüğünü, akli dengesinin yerinde olmadığını belirterek, beraat istedi. Mahkeme heyeti ise Adana Ekrem Tok Ruh ve Sinir Hastanesinden gönderilen raporda sanığın akli dengesinin yerinde olduğunun bildirildiğini belirterek, avukatın istemini reddetti. Mahkeme heyeti daha sonra, sanığa TCKnın 96. maddesi uyarınca çocuğa karşı eziyet suçundan 4 yıl hapis cezası verdi. Mahkeme, sanığın duruşmalardaki iyi halini göz önüne alarak cezayı 3 yıl 4 aya indirdi. Aynı davada tutuksuz yargılanan Halime E.nin birlikte yaşadığı erkek arkadaşı Ömer T. ise delil yetersizliğinden beraat etti. ADANA AA

http://www.zaman.com.tr/gundem/cocuguna-eziyet-eden-anneye-hapis/1354468.html
#49
Cemil Çiçek, Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği aday adaylığı için başvuruların 11 Ekim'de başlayacağını söyledi.

TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği aday adaylığı için başvuruların 11 Ekim 2012 tarihinde başlayacağını ve 30 Ekim 2012 tarihinde sona ereceğini belirterek, "Aday adayları, başvuru dilekçesi ve ekindeki belgeleri TBMM'nin evrak birimine elden teslim edebilecekleri gibi posta yoluyla da iletebilirler. Başvuru süresinin bitiminden sonra yapılan başvurular işleme alınmayacaktır" dedi.

Çiçek, Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği seçim sürecine ilişkin yaptığı yazılı açıklamada, Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu'nun, 14 Haziran 2012 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdiğini hatırlattı.

İlgili kanunun 1 Kamu Başdenetçisi ile 5 Kamu Denetçisinin seçimi görevini TBMM'ye verdiğini belirten Çiçek, Başkanlığın, kanun hükümleri çerçevesinde ve kanunda açık olmayan hususlarda teamülleri dikkate alarak bir seçim takvimi hazırlandığını ifade etti. Çiçek, şunları kaydetti:

"Buna göre öncelikle 11 Ekim 2012 tarihinde Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği için Resmi Gazete'ye ilan verilecek, ayrıca ilan TRT'den ve Tbmm internet sitesinden de duyurulacaktır. Söz konusu ilanda Kanunun 10. maddesi uyarınca başvuru şartları ile başvuruda istenen belgeler ve başvuru usulü açıklanacaktır.

TBMM Başkanlığı'na hitaben yazılacak başvuru dilekçesi ekinde 'özgeçmiş; son altı ay içerisinde çektirilmiş 2 adet vesikalık fotoğraf; onaylı nüfus cüzdanı örneği; en az dört yıllık yüksek öğrenim diplomasının ya da mezuniyet belgesinin onaylı örneği; Cumhuriyet Savcılığından son üç ay içerisinde alınmış adli sicil ve arşiv bilgilerini gösterir belgenin aslı; kamu kurum ve kuruluşlarında çalışmış/çalışmakta olanlar için sicil özeti/hizmet belgesi; uluslararası kuruluşlarda çalışmış/çalışmakta olanlar için ilgili kuruluşta çalışmış olduğunu gösterir belge; sivil toplum kuruluşlarında veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında ya da özel sektörde çalışmış/çalışmakta olanlar için Sosyal Güvenlik Kurumu hizmet döküm belgesi aslı' yer alacaktır.

Kamu Başdenetçiliği ve Kamu Denetçiliği aday adaylığı için başvurular 11 Ekim 2012 Perşembe günü başlayıp 30 Ekim 2012 Salı günü saat 18.30'da son bulacaktır. Aday adayları başvuru dilekçesi ve ekindeki belgeleri TBMM'nin evrak birimine elden teslim edebilecekleri gibi posta yoluyla da iletebilirler. Başvuru süresinin bitiminden sonra yapılan başvurular işleme alınmayacaktır."

Çiçek'in yaptığı açıklamaya göre; başvuruların alınmasını takiben başvuru dilekçeleri ve ek belgeler Meclis Başkanlığı tarafından, Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyon Başkanlığı'na ulaştırılacak. Karma Komisyon da başvuru süresinin bitiminden itibaren 15 gün içinde belirleyeceği üç başdenetçi adayını Genel Kurul'a sunulmak üzere TBMM Başkanlığı'na bildirecek. Genel Kurul da sonraki 15 gün içinde ve en çok 4 turda başdenetçi seçimini tamamlayacak.

Kamu denetçilerinin seçimi ise Karma Komisyonda tamamlanacak. Başvuru süresinin bitiminden itibaren Karma Komisyon tarafından oluşturulacak alt komisyon 15 gün içerisinde, başvuruda bulunan aday adayları arasından, seçilecek denetçi sayısının üç katı olan 15 adayı belirleyecek. Karma Komisyon da sonraki 15 gün içinde bu adaylar arasından 5 denetçinin seçimini tamamlayacak.

http://www.haber7.com/ic-politika/haber/936269-iste-kamu-denetciligi-icin-basvuru-tarihi


Kimler Kamu Denetçisi Olabilir?

Başvuru şartları için aşağıdaki Kamu Denetçiliği Kurumu Kanunu'nun 10. maddesine bakabilirsiniz:

    KAMU DENETÇİLİĞİ KURUMU KANUNU
   
    Kanun No. 6328 Kabul Tarihi: 14/6/2012
   
    BİRİNCİ BÖLÜM
   
    Genel Hükümler
   
    Amaç
   
    Madde 1 – (1) Bu Kanunun amacı; kamu hizmetlerinin işleyişinde bağımsız ve etkin bir şikâyet mekanizması oluşturmak suretiyle, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve önerilerde bulunmak üzere Kamu Denetçiliği Kurumunu oluşturmaktır.
   
    Kapsam
   
    Madde 2 – (1) Bu Kanun; Kamu Denetçiliği Kurumunun kuruluş, görev ve çalışma usullerine ilişkin ilkeler ile Kamu Başdenetçisi ve kamu denetçilerinin niteliklerine, seçimlerine, özlük haklarına ve Kurum personelinin atanmaları ile özlük haklarına ilişkin hükümleri kapsar.
   
    Tanımlar
   
    Madde 3 – (1) Bu Kanunun uygulanmasında;
   
    a) Başdenetçi: Kamu Başdenetçisini,
   
    b) Başdenetçilik: Kamu Denetçiliği Kurumu Başdenetçiliğini,
   
    c) Başkanlık: Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığını,
   
    ç) Denetçi: Kamu denetçisini,
   
    d) Genel Kurul: Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunu,
   
    e) İdare: Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarını, mahallî idareleri, mahallî idarelerin bağlı idarelerini, mahallî idare birliklerini, döner sermayeli kuruluşları, kanunlarla kurulan fonları, kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşları, kamu iktisadi teşebbüslerini, sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait kuruluşlar ile bunlara bağlı ortaklıklar ve müesseseleri, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarını, kamu hizmeti yürüten özel hukuk tüzel kişilerini,
   
    f) Komisyon: Türkiye Büyük Millet Meclisi Dilekçe Komisyonu ile İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyonu,
   
    g) Kurum: Kamu Denetçiliği Kurumunu,
   
    ifade eder.
   
    (2) Komisyonun Başkanı, Başkanvekili, Sözcüsü ve Kâtibi; Dilekçe Komisyonunun Başkanı, Başkanvekili, Sözcüsü ve Kâtibidir.
   
    İKİNCİ BÖLÜM
   
    Kuruluş, Görev ve Çalışma İlkeleri
   
    Kuruluş
   
    Madde 4 – (1) Bu Kanunda belirtilen görevleri yerine getirmek amacıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına bağlı, kamu tüzel kişiliğini haiz, özel bütçeli ve merkezi Ankara'da bulunan Kamu Denetçiliği Kurumu kurulmuştur.
   
    (2) Kurum, Başdenetçilik ve Genel Sekreterlikten oluşur.
   
    (3) Kurumda, bir Başdenetçi ve beş denetçi ile Genel Sekreter ve diğer personel görev yapar.
   
    (4) Kurum, gerekli gördüğü yerlerde büro açabilir.
   
    Kurumun görevi
   
    Madde 5 – (1) Kurum, idarenin işleyişi ile ilgili şikâyet üzerine, idarenin her türlü eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışlarını; insan haklarına dayalı adalet anlayışı içinde, hukuka ve hakkaniyete uygunluk yönlerinden incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmakla görevlidir.
   
    (2) Ancak;
   
    a) Cumhurbaşkanının tek başına yaptığı işlemler ile resen imzaladığı kararlar ve emirler,
   
    b) Yasama yetkisinin kullanılmasına ilişkin işlemler,
   
    c) Yargı yetkisinin kullanılmasına ilişkin kararlar,
   
    ç) Türk Silahlı Kuvvetlerinin sırf askerî nitelikteki faaliyetleri,
   
    Kurumun görev alanı dışındadır.
   
    Başdenetçilik
   
    Madde 6 – (1) Başdenetçilik; Başdenetçi ve denetçilerden oluşur.
   
    (2) Kurum, Başdenetçi tarafından yönetilir ve temsil edilir.
   
    Başdenetçinin ve denetçilerin görevleri
   
    Madde 7 – (1) Başdenetçinin görevleri şunlardır:
   
    a) Kuruma gelen şikâyetleri incelemek, araştırmak ve idareye önerilerde bulunmak.
   
    b) Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmelikleri hazırlamak.
   
    c) Yıllık raporu hazırlamak.
   
    ç) Yıllık raporu beklemeksizin gerek gördüğü konularda özel rapor hazırlamak.
   
    d) Raporları kamuoyuna duyurmak.
   
    e) Yokluğunda kendisine vekâlet edecek denetçiyi belirlemek.
   
    f) Birisi kadın ve çocuk hakları alanında görevlendirilmek üzere, denetçiler arasındaki iş bölümünü düzenlemek.
   
    g) Genel Sekreteri ve diğer personeli atamak.
   
    ğ) Kanunlarla verilen diğer görevleri yapmak.
   
    (2) Denetçilerin görevleri şunlardır:
   
    a) Bu Kanunda verilen görevlerin yapılmasında Başdenetçiye yardımcı olmak.
   
    b) Başdenetçi tarafından verilen görevleri yapmak.
   
    Çalışma ilkeleri
   
    Madde 8 – (1) Başdenetçi, denetçiler arasında iş birliğini sağlar ve bunların uyumlu çalışmasını gözetir.
   
    (2) Denetçiler, Başdenetçi tarafından görevlendirildikleri konu veya alanlarda tek başlarına çalışır ve önerilerini Başdenetçiye sunarlar.
   
    (3) Kurum, faaliyetlerinde elektronik ortam ve iletişim araçlarının kullanılmasını gözetir.
   
    (4) Denetçilerin Başdenetçi tarafından görevlendirilecekleri konu veya alanlara ve aralarındaki iş bölümüne ilişkin ilkeler yönetmelikle belirlenir.
   
    Genel Sekreterliğin oluşumu ve görevleri
   
    Madde 9 – (1) Genel Sekreterlik; Kurumun idari ve mali işleriyle sekretarya hizmetlerini yerine getirir. Genel Sekreterlikte Genel Sekreter ve diğer idari personel görev yapar.
   
    (2) Genel Sekreterliğin görevleri şunlardır:
   
    a) Kurumun büro işlemini yürütmek.
   
    b) Personelin şahsi dosyalarını tutmak.
   
    c) Kurumun arşiv hizmetlerini yürütmek.
   
    ç) 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile 22/12/2005 tarihli ve 5436 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunun 15 inci Maddesi ve diğer mevzuatla mali hizmetler birimi ve strateji geliştirme birimlerine verilen görevleri yapmak.
   
    d) Personelin izin ve emeklilik işlemlerini yürütmek.
   
    e) Kurumda çalışan personelin özlük işleri ile sağlık ve sosyal hizmet faaliyetlerini yürütmek.
   
    f) Kurumun görev alanıyla ilgili hususlarda bilişim sisteminin kullanılmasını sağlamak.
   
    g) Kanunlarla verilen veya Başdenetçilik tarafından verilen diğer işleri yapmak.
   
    Başdenetçi ve denetçilerin nitelikleri
   
    Madde 10 – (1) Başdenetçi veya denetçi seçilebilmek için aşağıdaki şartlar aranır:
   
    a) Türk vatandaşı olmak.
   
    b) Seçimin yapıldığı tarihte Başdenetçi için elli, denetçi için kırk yaşını doldurmuş olmak.
   
    c) Tercihen hukuk, siyasal bilgiler, iktisadi ve idarî bilimler, iktisat ve işletme fakültelerinden olmak üzere dört yıllık eğitim veren fakültelerden veya bunlara denkliği kabul edilmiş yurt içi veya yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmak.
   
    ç) Kamu kurum ve kuruluşlarında, uluslararası kuruluşlarda, sivil toplum kuruluşlarında veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında ya da özel sektörde toplamda en az on yıl çalışmış olmak.
   
    d) Kamu haklarından yasaklı olmamak.
   
    e) Başvuru sırasında herhangi bir siyasi partiye üye olmamak.
   
    f) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü Maddesinde belirtilen süreler geçmiş olsa bile kasten işlenen bir suçtan dolayı hapis cezasına ya da affa uğramış olsa veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmiş olsa bile Türk Ceza Kanununun ikinci kitabının birinci kısmının bir ve ikinci bölümündeki suçlar, Devletin güvenliğine karşı suçlar, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar, millî savunmaya karşı suçlar, Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçları ile yabancı devletlerle olan ilişkilere karşı suçlardan veya zimmet, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, güveni kötüye kullanma, hileli iflas, ihaleye fesat karıştırma, edimin ifasına fesat karıştırma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama veya kaçakçılık suçlarından mahkûm olmamak.

   
    Adaylık ve seçim
   
    Madde 11 – (1) Başdenetçi veya denetçilerden birinin görev süresinin bitmesinden doksan gün önce, bu görevlerin herhangi bir sebeple sona ermesi hâlinde ise sona erme tarihinden itibaren onbeş gün içinde durum, Kurum tarafından Başkanlığa bildirilir.
   
    (2) Başkanlık tarafından ilân edilen başvuru süresi içinde, 10 uncu Maddede yazılı nitelikleri taşıyanlardan, Başdenetçi veya denetçi aday adayı olmak isteyenler Başkanlığa başvuruda bulunurlar.
   
    (3) Komisyon, Başdenetçi seçiminde başvuruda bulunan aday adayları arasından üç adayı, başvuru süresinin bittiği tarihten itibaren onbeş gün içinde belirleyerek Genel Kurula sunulmak üzere Başkanlığa bildirir.
   
    (4) Genel Kurul, bildirim tarihinden itibaren onbeş gün içinde, Başdenetçi seçimlerine başlar. Başdenetçi gizli oyla seçilir.
   
    (5) Başdenetçi, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilir. Birinci oylamada bu çoğunluk sağlanamadığı takdirde ikinci oylamaya geçilir. İkinci oylamada da üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun oyu aranır. Bu oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamaya geçilir ve üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyunu alan aday seçilmiş sayılır. Üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamazsa, bu oylamada en çok oy alan iki aday için dördüncü oylama yapılır. Dördüncü oylamada karar yeter sayısı olmak şartıyla en fazla oy alan aday seçilmiş olur.
   
    (6) Komisyon tarafından oluşturulacak alt komisyon, başvuruda bulunan aday adayları arasından, seçilecek denetçi sayısının üç katı kadar adayı, başvuru süresinin bittiği tarihten itibaren onbeş gün içinde belirler ve Komisyona sunar. Komisyon sonraki onbeş gün içinde denetçi seçimlerini yapar. Denetçiler, üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilir. Birinci oylamada bu çoğunluk sağlanamadığı takdirde ikinci oylamaya geçilir. İkinci oylamada da üye tamsayısının üçte iki çoğunluğunun oyu aranır. Bu oylamada üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu sağlanamadığı takdirde üçüncü oylamaya geçilir ve üye tamsayısının salt çoğunluğunun oyunu alan aday seçilmiş olur. Üçüncü oylamada üye tamsayısının salt çoğunluğu sağlanamadığı takdirde en çok oy alan adaylardan, seçilecek aday sayısının iki katı kadar aday ile seçime gidilir. Dördüncü oylamada karar yeter sayısı olmak şartıyla en fazla oy alan aday seçilmiş olur. Birden fazla denetçi seçimi yapılacağı durumlarda adaylar için birleşik oy pusulası düzenlenir. Adayların adlarının karşısındaki özel yer işaretlenmek suretiyle oy kullanılır. Seçilecek denetçilerin sayısından fazla verilen oylar geçersiz sayılır.
   
    (7) Seçimler, Kurumun Başkanlığa başvuruda bulunduğu tarihten itibaren en geç doksan gün içinde sonuçlandırılır.
   
    (8] Bu Maddede yer alan süreler, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tatilde olması veya araverme sırasında işlemez.
   
    Bağımsızlık ve tarafsızlık
   
    Madde 12 – (1) Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, Başdenetçiye ve denetçilere görevleriyle ilgili olarak emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.
   
    (2) Başdenetçi ve denetçiler, görevlerini yerine getirirken tarafsızlık ilkesine uygun davranmak zorundadır.
   
    Andiçme
   
    Madde 13 – (1) Görevlerine başlarken Başdenetçi Genel Kurulda, denetçiler ise Komisyonda aşağıdaki şekilde andiçerler:
   
    "Görevimi tam bir tarafsızlık, dürüstlük, hakkaniyet ve adalet anlayışı içinde yerine getireceğime, namusum ve şerefim üzerine andiçerim."
   
    Görev süresi
   
    Madde 14 – (1) Başdenetçi ve denetçilerin görev süreleri dört yıldır.
   
    (2) İstifa, ölüm veya görevden alınma gibi herhangi bir nedenle süresi bitmeden görevinden ayrılan Başdenetçi veya denetçinin yerine yeni seçilen Başdenetçi veya denetçinin görev süresi de dört yıldır.
   
    (3) Bir dönem Başdenetçi veya denetçi olarak görev yapan bir kimse sadece bir dönem daha Başdenetçi veya denetçi seçilebilir.
   
    (4) Başdenetçi veya denetçiliğe seçilenlerin görev yaptıkları sürede eski görevleriyle olan ilişikleri kesilir. Ancak kamu görevlisiyken Başdenetçiliğe veya denetçiliğe seçilenler, memuriyete giriş şartlarını kaybetme dışındaki herhangi bir nedenle görevlerinin sona ermesi, görevden ayrılma isteğinde bulunması veya görev sürelerinin dolması durumunda, otuz gün içinde eski kurumlarına başvurmaları hâlinde, atamaya yetkili makamlar tarafından otuz gün içinde mükteseplerine uygun bir kadroya atanırlar. Yüksek mahkeme üyeliğinden seçilenlerden görevi sona erenler, herhangi bir işleme gerek olmaksızın ve boş kadro şartı aranmaksızın, geldikleri yüksek mahkeme üyeliği görevine geri dönerler ve boşalan ilk üye kadrosu kendilerine tahsis olunur. Belirtilen atama yapılırken Başdenetçi veya denetçilerin Kurumda geçirdikleri süreler makam veya hâkim sınıfından olup da yüksek hâkimlik tazminatını almaya başladıktan sonra seçilenler için yüksek hâkimlik tazminatı ödenmesini gerektiren görevlerde geçmiş olarak değerlendirilir. Bu hükümler, akademik unvanların kazanılmasına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla üniversitelerden gelen personel hakkında da uygulanır. Mükteseplerine uygun bir kadroya atamaları gerçekleşinceye kadar süresi dolması sebebiyle görevi sona eren Başdenetçi ve denetçilere almakta oldukları aylık ücret ile sosyal hak ve yardımların Kurum tarafından ödenmesine devam olunur. Mükteseplerine uygun kadrolara atananlara, atama yapıldığı tarih itibarıyla Kurum tarafından ödemede bulunulmasına son verilir.
   
    Görevden alınma ve görevin sona ermesi
   
    Madde 15 – (1) Başdenetçinin veya denetçilerin 10 uncu Maddede sayılan nitelikleri taşımadıklarının sonradan anlaşılması veya bu nitelikleri seçildikten sonra kaybetmeleri hâlinde, durumun Komisyon tarafından tespit edilmesini takiben Başdenetçinin görevinin sona ermesine Genel Kurul tarafından görüşmesiz olarak; denetçilerin görevinin sona ermesine ise Komisyon tarafından karar verilir.
   
    (2) Seçilmeye engel bir suçtan dolayı kesin hüküm giyen veya kısıtlanan Başdenetçi hakkındaki kesinleşmiş mahkeme kararının Genel Kurulun; denetçi hakkındaki kesinleşmiş mahkeme kararının Komisyonun bilgisine sunulmasıyla Başdenetçi veya denetçi sıfatı sona erer.
   
    Başdenetçi ve denetçilerin mali ve sosyal hakları
   
    Madde 16 – (1) Başdenetçiye Başbakanlık Müsteşarı; denetçilere Başbakanlık müsteşar yardımcıları için belirlenen her türlü ödemeler dâhil mali haklar tutarında aylık ücret ödenir. Başbakanlık Müsteşarı ve müsteşar yardımcılarına ödenenlerden, vergi ve diğer kesintilere tabi olmayanlar bu Kanuna göre de vergi ve diğer kesintilere tabi olmaz. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve diğer mevzuat uyarınca Başbakanlık Müsteşarının yararlanmış olduğu sosyal hak ve yardımlardan Başdenetçi, Başbakanlık müsteşar yardımcılarının yararlanmış olduğu sosyal hak ve yardımlardan da denetçiler aynı esas ve usuller çerçevesinde yararlanır.
   
    ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
   
    Kuruma Başvuru ve Yapılacak İşlemler
   
    Başvuru ve usulü
   
    Madde 17 – (1) Kuruma, gerçek ve tüzel kişiler başvurabilirler. Başvuru sahibinin talebi üzerine başvuru gizli tutulur.
   
    (2) Başvuru; başvuru sahibinin adı ve soyadı, imzası, yerleşim yeri veya iş adresini ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için vatandaşlık kimlik numarasını, yabancılar için pasaport numarasını, başvuru sahibi tüzel kişi ise tüzel kişinin unvanı ve yerleşim yeri ile yetkili kişinin imzasını, varsa, merkezi tüzel kişilik numarasını ve yetki belgesini içeren Türkçe dilekçe ile yapılır. Bu başvuru, yönetmelikte belirlenen şartlara uyulmak kaydıyla elektronik ortamda veya diğer iletişim araçlarıyla da yapılabilir.
   
    (3) Yapılan başvurulardan;
   
    a) Belli bir konuyu içermeyenler,
   
    b) Yargı organlarında görülmekte olan veya yargı organlarınca karara bağlanmış uyuşmazlıklara ilişkin olanlar,
   
    c) İkinci fıkrada belirtilen şartları taşımayanlar,
   
    ç) Sebepleri, konusu ve tarafları aynı olanlar ile daha önce sonuçlandırılanlar,
   
    incelenmez.
   
    (4) Kuruma başvuruda bulunulabilmesi için, 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununda öngörülen idari başvuru yolları ile özel kanunlarda yer alan zorunlu idari başvuru yollarının tüketilmesi gereklidir. İdari başvuru yolları tüketilmeden yapılan başvurular ilgili kuruma gönderilir. Ancak Kurum, telafisi güç veya imkânsız zararların doğması ihtimali bulunan hâllerde, idari başvuru yolları tüketilmese dahi başvuruları kabul edebilir.
   
    (5) Kuruma, illerde valilikler, ilçelerde kaymakamlıklar aracılığıyla da başvurulabilir.
   
    (6) Başvurulardan herhangi bir ücret alınmaz.
   
    (7) Kuruma, dördüncü fıkra uyarınca yapılacak başvuruya idare tarafından verilecek cevabın tebliği tarihinden, idare başvuruya altmış gün içinde cevap vermediği takdirde bu sürenin bitmesinden itibaren altı ay içinde başvurulabilir. Başvuru tarihi, dilekçenin Kuruma, valilik veya kaymakamlıklara verildiği, diğer hâllerde başvurunun Kuruma ulaştığı tarihtir.
   
    (8] Dava açma süresi içinde yapılan başvuru, işlemeye başlamış olan dava açma süresini durdurur.
   
    Bilgi ve belge istenmesi
   
    Madde 18 – (1) Kurumun inceleme ve araştırma konusu ile ilgili olarak istediği bilgi ve belgelerin, bu isteğin tebliğ edildiği tarihten itibaren otuz gün içinde verilmesi zorunludur. Bu süre içinde istenen bilgi ve belgeleri haklı bir neden olmaksızın vermeyenler hakkında Başdenetçi veya denetçinin başvurusu üzerine ilgili merci soruşturma açar.
   
    (2) Devlet sırrı veya ticari sır niteliğindeki bilgi ve belgeler, yetkili mercilerin en üst makam veya kurulunca gerekçesi belirtilmek suretiyle verilmeyebilir. Ancak, Devlet sırrı niteliğindeki bilgi ve belgeler Başdenetçi veya görevlendireceği denetçi tarafından yerinde incelenebilir.
   
    Bilirkişi görevlendirilmesi ve tanık dinlenmesi
   
    Madde 19 – (1) İnceleme ve araştırma konusu ile ilgili olarak Başdenetçi veya denetçiler bilirkişi görevlendirebilir.
   
    (2) 10/2/1954 tarihli ve 6245 sayılı Harcırah Kanunu hükümleri saklı kalmak üzere, bilirkişi olarak görevlendirilen kamu görevlilerine her inceleme ve araştırma konusu için (1.000), diğer kişilere her inceleme ve araştırma konusu için (2.000) gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak miktarı geçmemek üzere görevlendirmeyi yapanın kararı ile bilirkişi ücreti ödenir. Bu ödemeler, damga vergisi hariç herhangi bir vergi ve kesintiye tabi tutulmaz.
   
    (3) İnceleme ve araştırma konusu ile ilgili olarak Başdenetçi, denetçiler veya uzmanlar tanık ya da ilgili kişileri dinleyebilir.
   
    İnceleme ve araştırma
   
    Madde 20 – (1) Kurum, inceleme ve araştırmasını başvuru tarihinden itibaren en geç altı ay içinde sonuçlandırır.
   
    (2) Kurum, inceleme ve araştırma sonucunu ve varsa önerilerini ilgili mercie ve başvurana bildirir. Kurum, başvurana, işleme karşı başvuru yollarını, başvuru süresini ve başvurulacak makamı da gösterir.
   
    (3) İlgili merci, Kurumun önerileri doğrultusunda tesis ettiği işlemi veya Kurumun önerdiği çözümü uygulanabilir nitelikte görmediği takdirde bunun gerekçesini otuz gün içinde Kuruma bildirir.
   
    Dava açma süresinin yeniden işlemeye başlaması
   
    Madde 21 – (1) Başvurunun Kurum tarafından reddedilmesi hâlinde, durmuş olan dava açma süresi gerekçeli ret kararının ilgiliye tebliğinden itibaren kaldığı yerden işlemeye başlar.
   
    (2) Başvurunun Kurum tarafından yerinde görülerek kabul edilmesi hâlinde; ilgili merci Kurumun önerisi üzerine otuz gün içinde herhangi bir işlem tesis etmez veya eylemde bulunmaz ise durmuş olan dava açma süresi kaldığı yerden işlemeye başlar.
   
    (3) Kurumun, inceleme ve araştırmasını, başvuru tarihinden itibaren altı ay içinde sonuçlandıramaması hâlinde de durmuş olan dava açma süresi kaldığı yerden işlemeye başlar.
   
    Raporlar
   
    Madde 22 – (1) Kurum, her takvim yılı sonunda yürütülen faaliyetleri ve önerileri kapsayan bir rapor hazırlayarak Komisyona sunar. Komisyon, bu raporu araverme ve tatil dönemleri hariç olmak üzere iki ay içinde görüşüp kendi kanaat ve görüşlerini de içerecek şekilde özetleyerek Genel Kurula sunulmak üzere hazırladığı raporu Başkanlığa gönderir. Komisyonun raporu Genel Kurulda ivedilikle görüşülür.
   
    (2) Kurumun yıllık raporu, ayrıca Resmî Gazetede yayımlanmak suretiyle kamuoyuna duyurulur.
   
    (3) Kurum; açıklanmasında fayda gördüğü hususları yıllık raporu beklemeksizin her zaman kamuoyuna duyurabilir.
   
    Açıklama yapma yetkisi
   
    Madde 23 – (1) Kurumun faaliyetleri hakkında açıklama yapmaya Başdenetçi veya görevlendireceği denetçi yetkilidir.
   
    DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
   
    Personele İlişkin Hükümler
   
    Personelin atanması
   
    Madde 24 – (1) Genel Sekreter, en az dört yıllık yükseköğretim kurumu mezunu, Devlet Memurları Kanununa tabi görevlerde on yıl hizmeti bulunan ve aynı Kanunun 48 inci Maddesinde yazılı şartlara sahip olanlar arasından Başdenetçi tarafından atanır.
   
    (2) Diğer personel Başdenetçi tarafından atanır.
   
    Kamu denetçiliği uzman yardımcılığı
   
    Madde 25 – (1) Kamu denetçiliği uzman yardımcılığına atanabilmek için, Devlet Memurları Kanununun 48 inci Maddesinde sayılan genel şartlar yanında aşağıdaki nitelikler de aranır:
   
    a) Dört yıllık eğitim veren fakültelerden veya bunlara denkliği kabul edilmiş yurt içi veya yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarından mezun olmak.
   
    b) Yapılacak giriş sınavında başarılı olmak.
   
    c) Sınavın yapıldığı yılın ocak ayının ilk günü itibarıyla otuzbeş yaşını doldurmamış olmak.
   
    Kamu denetçiliği uzmanlığı
   
    Madde 26 – (1) 25 inci Maddeye göre kamu denetçiliği uzman yardımcılığına atananlar, en az üç yıl çalışmak kaydıyla açılacak yeterlik sınavına girmeye hak kazanırlar. Sınavda başarılı olanlar, Kamu Personeli Yabancı Dil Bilgisi Seviye Tespit Sınavında en az (C) düzeyinde puan veya uluslararası kabul görmüş yabancı dil seviye tespit sınavlarından bu puana denk puan almış olmak şartıyla kamu denetçiliği uzmanı unvanını alırlar. Sınavda başarılı olamayanlar, istekleri hâlinde Kurumunda veya Devlet Personel Başkanlığınca diğer kamu kurum ve kuruluşlarında uygun kadrolara atanırlar.
   
    (2) Kamu denetçiliği uzman yardımcılarının mesleğe alınmaları, yetiştirilmeleri ve yeterlik sınavının şekli ile kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcılarının görev, yetki ve çalışmalarına ilişkin esas ve usuller yönetmelikle düzenlenir.
   
    Personele uygulanacak hükümler ile personelin mali ve sosyal hakları
   
    Madde 27 – (1) Bu Kanunda hüküm bulunmayan hususlarda Kurum personeli hakkında Devlet Memurları Kanunu hükümleri uygulanır.
   
    (2) Genel Sekretere Başbakanlıktaki genel müdürlere uygulanan mali ve sosyal hak ve yardımlara ilişkin hükümler uygulanır.
   
    (3) Kamu denetçiliği uzmanlarına aynı derecede bulunan Başbakanlık uzmanları, kamu denetçiliği uzman yardımcılarına Başbakanlık uzman yardımcıları ve Kurumun diğer personeline ise Başbakanlıkta aynı unvanlı ve aynı dereceli kadrolarda çalışanlara uygulanan mali ve sosyal hak ve yardımlara ilişkin hükümler uygulanır. Başbakanlıkta emsali personele ödenenlerden vergi ve diğer kesintilere tabi olmayanlar bu Maddeye göre de vergi ve diğer kesintilere tabi olmaz.
   
    Kamu kurum ve kuruluşlarındaki personelin görevlendirilmesi
   
    Madde 28 – (1) Merkezî yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde, sosyal güvenlik kurumlarında, mahallî idarelerde, mahallî idarelerin bağlı idarelerinde, mahallî idare birliklerinde, döner sermayeli kuruluşlarda, kanunlarla kurulan fonlarda, kamu tüzel kişiliğini haiz kuruluşlarda, sermayesinin yüzde ellisinden fazlası kamuya ait kuruluşlarda, kamu iktisadi teşebbüsleri ile bunlara bağlı ortaklıklar ve müesseselerde çalışanlar, kurumlarının izni ile uzmanlık gerektiren işlerde görevlendirilebilirler. Bu şekilde yapılan görevlendirmenin süresi altı ayı geçemez. Ancak ihtiyaç hâlinde bu süre üç ay daha uzatılabilir. Kurumun bu konudaki talepleri, ilgili kurum ve kuruluşlarca öncelikle sonuçlandırılır. Bu şekilde görevlendirilen personel, kurumlarından aylıklı izinli sayılır. Bu personelin izinli oldukları sürece memuriyetleri ile ilgileri ve özlük hakları devam ettiği gibi, bu süreler yükselme ve emekliliklerinde de hesaba katılır ve yükselmeleri başkaca bir işleme gerek duyulmadan süresinde yapılır.
   
    BEŞİNCİ BÖLÜM
   
    Çeşitli Hükümler
   
    Bütçe
   
    Madde 29 – (1) Kurumun gelirleri şunlardır:
   
    a) Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesinden alınacak Hazine yardımı.
   
    b) Diğer gelirler.
   
    (2) Kurum bütçesinden bu Kanun kapsamındaki görevlerin gerçekleştirilmesine ilişkin giderler yapılır.
   
    Yasaklar
   
    Madde 30 – (1) Başdenetçi, denetçiler, Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları ile diğer personel, siyasi partilere üye olamazlar; herhangi bir siyasî parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef alan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep ayırımı yapamazlar; görevleri sebebiyle herhangi bir şekilde öğrendikleri mesleki veya ticari sırları görevlerinden ayrılmış olsalar bile açıklayamazlar, kendilerinin veya başkalarının yararına kullanamazlar.
   
    (2) Başdenetçi, denetçiler, Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları; kendilerinin, eşlerinin ve üçüncü dereceye kadar (bu derece dâhil) kan ve kayın hısımlarının şikâyetlerini inceleyemezler.
   
    (3) Başdenetçi, denetçiler, Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları ile diğer personel, bu görevleri süresince resmî veya özel hiçbir görev alamazlar, ticaretle uğraşamazlar. Bilimsel yayınlarda bulunma, görevleri veya meslekleri ile ilgili olarak davet edildikleri ulusal veya uluslararası kongre, konferans ve benzeri toplantılara katılma, derneklerde üyelik ve kâr amacı gütmeyen kooperatiflerde ortaklık hâlinde bu Madde hükümleri uygulanmaz.
   
    Başdenetçi veya denetçiler hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması usulü
   
    Madde 31 – (1) Başdenetçi ve denetçilerin görevleri sebebiyle bir suç işledikleri öne sürüldüğü takdirde haklarında ceza soruşturması ve kovuşturması yapılabilmesi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanının iznine bağlıdır. İzin verilmesi veya verilmemesine ilişkin karara karşı itiraz mercii, Danıştayın ilgili dairesidir.
   
    (2) Başdenetçi ve denetçiler hakkındaki soruşturma Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından yapılır. Açılacak kamu davası, Yargıtayın ilgili ceza dairesinde görülür. Temyiz mercii, Yargıtay Ceza Genel Kuruludur.
   
    (3) Bu Maddede hüküm bulunmayan hususlarda 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.
   
    (4) Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlara ilişkin suçüstü hâli genel hükümlere tabidir.
   
    Genel Sekreter ve personel hakkında ceza soruşturması ve kovuşturması usulü
   
    Madde 32 – (1) Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcılarının görevleri sebebiyle bir suç işledikleri öne sürüldüğü takdirde ceza soruşturması ve kovuşturması yapılabilmesi Başdenetçinin iznine bağlıdır. İzin verilmesi veya verilmemesine ilişkin karara karşı itiraz mercii Ankara Bölge İdare Mahkemesidir.
   
    (2) Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları ile diğer personel hakkındaki soruşturma, suçun işlendiği yer Cumhuriyet başsavcısı veya görevlendireceği Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Açılacak kamu davası aynı yer mahkemesinde görülür.
   
    (3) Bu Maddede hüküm bulunmayan hususlarda, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.
   
    (4) Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren suçlara ilişkin suçüstü hâli genel hükümlere tabidir.
   
    Emeklilik
   
    Madde 33 – (1) Başdenetçi, denetçiler, Genel Sekreter, kamu denetçiliği uzman ve uzman yardımcıları ile diğer personel, 31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 4 üncü Maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında sigortalı sayılır. Başdenetçi ve denetçilerin sigorta primine esas kazanç tutarları, Başdenetçi için Başbakanlık Müsteşarı, denetçiler için Başbakanlık müsteşar yardımcıları esas alınarak belirlenir. Bu görevleri sırasında 5510 sayılı Kanunun geçici 4 üncü Maddesi kapsamına girenlerin bu görevde geçen süreleri makam tazminatı ile temsil tazminatı ödenmesi gereken süre olarak değerlendirilir ve emeklilik yönünden Başdenetçi Başbakanlık Müsteşarı, denetçiler Başbakanlık müsteşar yardımcıları için belirlenmiş olan ek gösterge, makam tazminatı ile temsil tazminatından aynı usul ve esaslara göre yararlandırılır.
   
    (2) Sosyal güvenlik kuruluşlarının herhangi birinden emekli aylığı almakta olanlardan Başdenetçi ve denetçi seçilenlerin, istekleri hâlinde emekli aylıkları kesilir ve 5510 sayılı Kanunun 4 üncü Maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında yeniden sigortalı sayılır. Bu şekilde emekli aylıklarını kestirmek suretiyle yeniden sigorta primi ödeyenlerin görev sürelerinin bitiminde emekli aylıkları genel hükümlere göre yeniden belirlenir.
   
    (3) Başdenetçi ve denetçiler hakkında 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununun 40 ıncı Maddesinin birinci fıkrası ile 5510 sayılı Kanunda yer alan yaş haddine ilişkin hükümler uygulanmaz.
   
    Kadrolar
   
    Madde 34 – (1) Ekli listede yer alan kadrolar ihdas edilerek 13/12/1983 tarihli ve 190 sayılı Genel Kadro ve Usulü Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin eki (I) sayılı cetvele Kamu Denetçiliği Kurumu bölümü olarak eklenmiştir.
   
    Değişiklik yapılan hükümler
   
    Madde 35 – (1) 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 36 ncı Maddesinin "Ortak Hükümler" bölümünün (A) fıkrasının (11) numaralı bendine "Yüksek Kurum Uzman Yardımcıları," ibaresinden sonra gelmek üzere "Kamu Denetçiliği Uzman Yardımcıları," ibaresi ve "Yüksek Kurum Uzmanlığına," ibaresinden sonra gelmek üzere "Kamu Denetçiliği Uzmanlığına," ibaresi eklenmiştir.
   
    (2) 10/12/2003 tarihli ve 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununa ekli (II) sayılı cetvelin "B) Özel Bütçeli Diğer İdareler" bölümünün Anayasa Mahkemesince iptal edilen 34 üncü sırası "34) Kamu Denetçiliği Kurumu" olarak yeniden düzenlenmiştir.
   
    (3) 5/1/1961 tarihli ve 237 sayılı Taşıt Kanununun eki (2) sayılı cetvele "Başbakanlık Müsteşarlıkları" satırından sonra gelmek üzere aşağıdaki satır eklenmiştir.
   
    "Kamu Başdenetçisi 1 er " 5 " "
   
    Geçiş hükümleri
   
    GEÇİCİ MADDE 1 – (1) Başdenetçi ve denetçilerin seçimi ile Kamu Denetçiliği Kurumu kurulur.
   
    (2) Bu Maddenin yürürlüğe girdiği tarihten onbeş gün sonra Başkanlık tarafından Başdenetçi ve denetçi seçimi için aday adaylığı başvuru süreci başlatılır ve 11 inci Maddede öngörülen usule uyularak seçim sonuçlandırılır.
   
    (3) Bu Kanunun uygulanmasına ilişkin yönetmelikler, bu Maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren dokuz ay içinde yürürlüğe konulur.
   
    (4) Başdenetçi ve denetçilerin seçimi tamamlandıktan sonra Başdenetçi tarafından doksan gün içinde; bir defaya mahsus olmak ve ekli listede yer alan Kamu Denetçiliği Uzmanı unvanlı serbest kadro adedinin yüzde ellisini geçmemek üzere, 25 inci ve 26 ncı Maddelerdeki şartlar aranmaksızın, doktora yapmış üniversite öğretim elemanları veya kamu kurum ve kuruluşlarında görevli olup, mesleğe özel yarışma sınavı ile girilen ve belirli süreli meslek içi eğitimden sonra özel bir yeterlik sınavı sonunda atanmış olanlardan kamu denetçiliği uzmanı olarak atama yapılabilir. Kamu denetçiliği uzmanı olarak atanacakların mesleklerinde en az beş yıllık deneyime sahip olmaları gerekir.
   
    (5) Bu Kanun hükümleri, mahallî idarelerin eylem ve işlemleri ile tutum ve davranışları hakkında, bu Kanunun bütün hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihten bir yıl sonra uygulanmaya başlanır.
   
    Yürürlük
   
    Madde 36 – (1) Bu Kanunun 17 nci Maddesi yayımı tarihinden dokuz ay sonra, diğer Maddeleri yayımı tarihinde yürürlüğe girer.
   
    Yürütme
   
    Madde 37 – (1) Bu Kanun hükümlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Bakanlar Kurulu yürütür.
#50


Gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, Nişanyan'ın hakaret içeren cümlelerinin fikir özgürlüğü kapsamına girmeyeceğini belirtti. Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Avukat Fikret Duran ise, Nişanyan'ın yazısının TCK kapsamında suç olduğuna dikkat çekiyor. Avukat Duran, "İslâm inancını taşıyan her bir fert manevi zarara uğratıldığından suç duyurusunda bulunabilir." dedi.

Eski Taraf Gazetesi yazarı Sevan Nişanyan, internetteki kendi blogunda, dünyada büyük infial uyandıran Peygamberimizle ilgili filmi ifade özgürlüğü olarak değerlendirdi. Yazısının bir bölümünde de Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'e (sas) insaf sınırlarına aşan hakaretler etti. Bunun üzerine Nişanyan'a sosyal paylaşım sitelerinde büyük tepki gösterildi. Gazeteci yazar Etyen Mahçupyan, söz konusu yazının fikir özgürlüğü kapsamına girmeyeceğini söylerken, Boğaziçi Hukukçular Derneği Başkanı Avukat Fikret Duran da bunun TCK kapsamında suç olduğunu belirtti. Duran, her bir Müslüman'ın tazminat davası açabileceğini söyledi. Sorularımız üzerine hakaretlerini savunan Sevan Nişanyan, 'Özür dilemeyeceğim' dedi.

Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed'e (sas) hakaret içeren film tüm dünyada infial uyandırdı. ABD'de yayınlanan filme tepki amaçlı birçok ülkede protestolar düzenlendi. Tüm dünyada filme tepkiler büyürken Taraf gazetesi eski yazarı Sevan Nişanyan, geçtiğimiz cumartesi günü kendi blogunda filmi 'ifade özgürlüğü' olarak gören bir yazı kaleme aldı. Nişanyan yazısının bir bölümünde Peygamber Efendimiz'e insaf sınırlarını aşan ve ağza alınmayacak hakaretler ederken bunu da bir hak olarak gördüğünü ifade etti. Ayrıca Peygamberimiz'le dalga geçmenin nefret suçu olmadığını savundu.

Nişanyan'ın Efendimiz'e hakaret içeren yazısına tepki gecikmedi. Birçok kişi Twitter üzerinden Nişanyan'a tepkilerini iletti. Eleştiriler karşısında sert ifadeler kullanan Nişanyan, yazısındaki ifadeleri destekleyen cevaplar yazmaya devam etti. Nişanyan gelen yoğun tepkiler üzerine dün de yine kendi blogundan bir yazı kaleme aldı. Fakat kendisinden özür beklenen Nişanyan, önceki yazdıklarının daha da ötesine geçerek üslubunu sertleştirdi. İnternet ve sosyal medyanın da ilk konusu haline gelen hakaret yazısı duyarlı aydınlardan da tepki çekti. Gazeteci-yazar Etyen Mahçupyan, Sevan Nişanyan'ın hakaret cümlelerinin fikir özgürlüğü kapsamına girmeyeceğini söyledi. Nişanyan'ın sözlerinin yanlışlığını Mahçupyan şu sözlerle anlattı: "Birbirini anlamaya ve derinleşmeye hizmet etmeyen cümlelerin ifade özgürlüğü bağlamında ele alınması bana garip geliyor. Bunlar birtakım tarih klişeleri haline dönüşüyor bir süre sonra. Bence Sevan'ın söylediği cümle de böyle. Ne bu konuyu daha iyi anlamamızı sağlıyor ne aramızdaki ilişkiyi ilerletmemizi sağlıyor ne tanımamızı sağlıyor; dolayısıyla hiçbir kamusal yararı olmayan bir cümle. Tabii ki herkes aklına gelen her şeyi söyleyebilir. Ancak ifade özürlüğü böyle bir şey olmamalı. Avrupa'da nefret söylemi niye var? Çünkü ifade özgürlüğü duvara çarptı da ondan var. O duvar bizim birlikte yaşama irademizin duvarı."

Boğaziçi Avukatlar Derneği Başkanı Avukat Fikret Duran, Sevan Nişanyan'ın yazısının TCK kapsamında suç olduğunu belirtti. Avukat Duran, "TCK 216/3 Md.si 'Halkın bir kesiminin benimsediği dinî değerleri alenen aşağılayan kişi altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.' diyor. Sevan Nişanyan'ın sözünün burada tanımlanmış olan madde çerçevesinde suç olduğuna dair hiçbir tereddüt yoktur. Üstelik bu sözün internet ortamında yazılıp yayılmış olduğu düşünüldüğünde İslam inancını taşıyan, Hazreti Muhammed'e inanmış her bir ferdin bu sözlerle manevi elem duymuş, manen zarara uğratılmış. Her bir Müslüman, Türkiye'nin herhangi bir yerinden suç duyurusunda bulunabilir." ifadelerini kullandı.

AMACIM KİMSENİN KUTSALINI İNCİTMEK DEĞİL

Zaman'ın ulaştığı Nişanyan ise, yazısındaki amacının kimsenin kutsalını incitmek ya da herhangi bir dinin peygamberine sövmek olmadığını savundu. Nişanyan, "Türkiye'de ABD'de aptalca lise seviyesinde yapılan filmi bahane ederek linç atmosferi oluşturulmaya çalışılıyor. İfade özgürlüğü kısıtlanmaya çalışılıyor. İnsanların inançları hakkında veya karşıt görüşle kendini ifade etmek nefret suçu kapsamına girmez ve girmemelidir. Kişilere karşı hakaret etmek nefret suçu kapsamına giremez." ifadelerini kullandı. Yazısının arkasında olduğunu anlatan Nişanyan, özür dileyip dilemeyeceği konusunda ise, "Şimdilik öyle bir niyetim yok. İleriye yönelik herhangi bir tarifte bulunamam. Öyle bir ihtiyaç hissetseydim zaten yapardım. Özür dilemek gibi bir kararım olsaydı şu an da dilerdim." diye konuştu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1353438&title=nisanyana-tepki-bu-bir-nefret-sucudur



NİŞANYAN'IN BLOG SİTESİNDE TEPKİ ÇEKEN HZ. MUHAMMED YAZISI

Nişanyan, blog sitesinden paylaştığı yazıyla tepkilerin merkezine oturdu. Nişanyan'ın "Buna karşılık, bundan yüzlerce yıl önce Allah'la kontak kurduğunu iddia edip bundan siyasi, mali ve cinsel menfaat temin etmiş bir Arap lideriyle dalga geçmek nefret suçu değildir. "İfade özgürlüğü" denilen şeyin, adeta anaokulu seviyesindeki bir test örneğidir" sözleri büyük tepkilere neden oldu.

SÖZLERİNİN ARKASINDA DURDU

Nişanyan, sosyal paylaşım sitesi Twitter'da paylaştığı satırlarla blogunda yazdığı satırların arkasında durdu. Gelen tepkilere sert cevaplar veren Nişanyan, "Pardon Arap değil miydi? Liderliğinden kuşkunuz mu var? Hangi sözler tam olarak? Arap lideri? Allahla kontak kurmuş? Menfaat elde etmiş? "Allah" ile iletişimde olduğunu söyleyen herkesin, farklı düzeylerde de olsa, yalan konuştuğu kanısındayım.' dedi.



DAHA ÖNCE DE TEPKİ ÇEKEN İFADELERİ OLMUŞTU

Nişanyan'ın 2009 yılı Ekim ayında Taraf gazetesinde yayınlanan "Sansür" başlıklı yazısı da tepkilere neden olmuştu. Nişanyan'ın "Neymiş? Allah
diye biri varmış, canı sıkıldıkça kitap yazarmış ama artık yazmamaya karar vermiş, pırpır kanatlı ulaklarla birtakım hazretlere mesaj iletirmiş, o
hazretlere dil uzatan maazallah çarpılırmış. Bu hikayelere istemesen inanma diyorlar, tamam, ama inanmadığını açık açık söylemen caiz değildir. Nedenmiş? Müslümanlar alınırmış!" satırları tepki çekmişti.

#51
6136 SAYILI ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR İLE DİĞER ALETLER HAKKINDA KANUN

     Madde 13 – (Değişik: 23/1/2008-5728/156 md.)
    Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşli silahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlar veya
    bulunduranlar hakkında bir yıldan üç yıla kadar hapis ve otuz günden yüz güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.
    Ateşli silahın, bu Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasında sayılanlardan olması ya da silâh veya mermilerin
    sayı veya nitelik bakımından vahim olması halinde beş yıldan sekiz yıla kadar hapis ve beşyüz günden beşbin güne kadar adlî
    para cezasına hükmolunur.
    Bu Kanunun 12 nci maddesinin dördüncü fıkrasında sayılanlar dışındaki ateşli silahın bir adet olması ve mutat
    sayıdaki mermilerinin ev veya işyerinde bulundurulması halinde verilecek ceza bir yıldan iki yıla kadar hapis ve yirmibeş
    günden yüz güne kadar adlî para cezasıdır.
    Ateşli silahlara ait mermilerin pek az sayıda bulundurulmasının veya taşınmasının mahkemece vahim olarak takdir
    edilmemesi durumunda hükmolunacak ceza altı aya kadar hapis ve yüz güne kadar adlî para cezasıdır.
    Kuru sıkı tabir edilen ses veya gaz fişeği ya da benzerlerini atabilen tabancayı, teknik özelliklerinde değişiklik
    yaparak öldürmeye elverişli silah haline dönüştüren kişi, bu maddenin birinci fıkrası hükümlerine göre cezalandırılır.

     Madde 16 – (Değişik: 12/6/1979 - 2249/11 md.)
    Bu Kanunun kapsamına giren suçlarda Kaçakçılığın Men ve Takibine Dair 1918 Sayılı Kanun hükümleri
    uygulanmaz.
    Ek Madde 1 – (Ek:30/6/1970 - 1308/7 md.; Değişik:22/11/1990 - 3684/2 md.)
    A) Duruşmalarda, mahkeme salonlarında, hastanelerin psikiyatri bölümlerinde, akıl hastanelerinde, ceza ve
    tutukevleri ile her türlü ıslah ve infaz kurumlarında veya bunların eklentilerinde,
    B) Öğrencilerin toplu olarak oturdukları yurtlarda, eğitim ve öğretim kurumlarında, siyasi partilerin açık hava ve
    kapalı yer toplantılarında, izinli veya izinsiz yapılan toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, sendikalarda, derneklerde veya
    bunlara yönetim ve yapı olarak doğrudan doğruya bağlantılı olan yerlerde veya bunların toplantı ve kongrelerinde, her türlü
    spor karşılaşma veya yarışmalarının yapıldığı yerlerde, kanuna uygun veya kanuna aykırı olarak grev ve lokavt yapılmakta
    olan iş yerlerinde,
    C) Türkiye Büyük Millet Meclisi ana binaları ile Meclis Başkanlığınca belirlenen yerlerde,
    Ateşli silahlar taşınamaz.
    Yukarıda sayılan yerlerde bu Kanuna aykırı olarak ateşli silahları veya bunların mermilerini 4 üncü maddede yazılı
    olan bıçakları veya sair aletleri veya benzerlerini veya Türk Ceza Kanunun 174 üncü maddesinde yazılı olanları taşıyan veya
    bulunduranlar hakkında ilgili kanunlarda belli edilen cezaların iki katı hükmolunur. (1)
    (A) ve (B) bentlerinde sayılan yerlerde 7 nci maddenin 1, 2, 3 ve 4 numaralı bentlerinde belirtilen, kişiler ile bu
    yerlerin güvenliği için görevli bulunan polis ve jandarma personeli, (C) bendinde sayılan yerlerde ise yalnız bu yerlerin
    güvenliği ile görevli bulunan polis, jandarma ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Mumafız Taburu personeli silahlarını
    taşıyabilirler.
    (Değişik dördüncü fıkra: 23/1/2008-5728/159 md.) (A), (B) ve (C) bentlerinde sayılan yerlere silahla giren veya
    buralarda silah taşıyan kişiler, fiilleri daha ağır cezayı gerektiren başka bir suç oluşturmadığı takdirde, elli günden az
    olmamak üzere adlî para cezası ile cezalandırılır. Ayrıca, bu kişilerin silah ruhsatları bulundurmaya çevrilir. Önödeme veya
    mahkûmiyet kararındaki adlî para cezasının infaz edildiği veya düştüğü tarihten itibaren beş yıllık süre geçmediği takdirde,
    bu kişilere taşıma ruhsatı verilmez.




T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E:2006/8-201
K:2006/190
T:19.09.2006

6136 s. ASK m. 13,16,17

Ruhsatsız silah taşımak suçundan sanık Abdullah'ın beraatine ilişkin olarak (Sandıklı Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 08.05.2002 gün ve 76-179 sayılı hüküm, Sandıklı Cumhuriyet Başsavcısı tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay Sekizinci Ceza Dairesince 25.03.2004 gün ve 1656/2661 sayı ile;

"Oluşa, dosya içerisindeki kanıtlara göre sanığın, oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı beline takarak köy içinde dolaştığı yolunda kolluğa yapılan ihbar üzerine köye giden görevlilerce yakalandığı anlaşılmakla, tabancanın kullanılmaya elverişli olmasının saptanması halinde atılı suçun oluşacağı gözetilmeden, yanlış kabulle beraat kararı verilmesi" isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel Mahkeme 07.06.2004 gün ve 139-171 sayı ile;
"Sanık silahı mahzene bırakmak için üzerine almıştır. Bu sebeple sanıkta taşıma kastı bulunmamaktadır. Bu tür taşıma kısa süreli taşıma olarak kabul edilmektedir. Y.8.C.D. nin aşağıya aldığımız içtihatlanna konu olduğu gibi bu tür taşımalarda suçun manevi unsuru oluşmamaktadır. Suçun manevi unsuru genel kasttır. Kısa süreli, şekli ve zaruri taşımalarda suçun hukuka aykırılık unsuru oluşmadığı gibi manevi unsuru da oluşmaz. Sanık ruhsatsız silah taşıdığını bilmekte ve taşımayı istemektedir. Ancak bu irade silahı işlevine uygun olarak taşıma amacını içermemektedir. Bu nedenle suçu silah edinmek olarak adlandırmak daha uygun olacaktır. Taşımak kavramının içermediği irade, edinmek kavramında bulunmaktadır. Şekli suçlar kasttan mücerret olamaz. Salt hareket suçun oluşmasına yetmez. Bu hareketin korunan hukuki yararı ihlal etmek kastına bağlı olması lazımdır. Halbuki olayımızda sanık silahı taşımak için değil, oğlunun talimatı üzerine mahzene bırakmak için üzerine almıştır. Daha sonra gelen misafirler ile ilgilendiği sırada silah üzerinde yakalanmıştır. Hem zaman hem de mesafe nazara alındığında sanığın taşıma kastı ile hareket ettiğini kabul etmek mümkün değildir. Sanığın başka yer ve zamanlarda bu silahı taşıdığı konusunda iddia ve ispat yoktur.
Şu halde ruhsatsız silah edinmek suçu şekli bir suçtur. Diğer bir ifadeyle hareket suçudur. Ancak suçun biçimsel bir nitelik taşıması kasttan mücerret olmasını gerektirmez. Şekli suçlar dahi kasta bağlı olmalıdır. Kasta mak-run olmayan hareketler sadece icra edildiği için suç oluşturmazlar.
Ruhsatsız silah edinmek suçundan sanık, silahın fonksiyonlarından faydalanma, mal edinme, sahiplenme duygusu ile hareket etmiş olmalıdır. Böyle bir amaç olmadan silahın maddi varlığı ile bağlantılı, fakat fonksiyonel yapısı ile ilişkisiz olan edinmeler suç oluşturmaz. Örneğin; tamircinin bulundurması, kısa bir süre için alıp ateş etmek, olay çıkmasını engellemek amacıyla muhafaza altına almak hallerinde suç oluşmayacağı karara bağlanmıştır.
Konunun sırf biçim ve şekil süreci üzerinde durulduğu, cürüm niteliğindeki suçlarda öncelikle manevi unsur olan kusurlu iradi hareketin saptanması gerektiği. (Y. 8. C.D.16.10.1997/12358 1997/13688)
Tamir için bırakılan silahı ruhsatını sormayarak bulunduran sanığın eyleminde kast yoktur. (Y.8.C.D. 11.02.1998 1998/596 1998/1498)
Sanığın ruh hastası yeğenine ait tabancayı bir olay olmasından endişe ederek evinde birkaç gün bulundurması eyleminde kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 03.03.1992 1992/227-2917)
Değişik Yargıtay kararlannda işyerinde yaralanan işçiyi hastaneye götüren kişinin farkında olmadan silahı da götürmesi, tarlada çalışan eşinden silahı kısa bir süre için muhafaza amacıyla alan ve bulunduran sanığın eyleminde kast bulunmamıştır.
Sanık bulundurma ruhsatlı tabancasını, yerel kolluktan aldığı izne dayalı olarak, bir evinden diğerine taşırken, yolda yakalanmıştır. Bu durumda sanıkta suç işleme kastı olmadığının kabulü gerekir. (Y.C.G.K. 16.04.1996 1996/8-70-81)
Sanığın işyerinde bulundurmak üzere ruhsata bağlattığı silahını, işyerini naklederken eşyaları ile birlikte getirip yeni işyerinde bulundurması eyleminin sadece nakil aşamasında yetkili mercilerden izin almamasından dolayı idari işlem eksikliği olarak değerlendirilmesi gerekir. (Y.8.C.D. 27.05.2002 2001/25564 2002/6300)
Hakkındaki mahkumiyet hükmünü temyiz etmeyen sanık Hlyi düğün evine kadar aracıyla götüren sanığın, aracının torpido gözüne H tarafından habersiz olarak bırakılan ruhsatsız tabancayı alıp kısa bir süre taşıması, diğer sanığın da oluşu bu şekilde anlatması nedeniyle eyleminde 6136 sayılı Yasada amaçlanan biçimde tabancayı taşımak kastının bulunmadığı gözetilmeden mahkumiyet hükmü kurulması hatalıdır. (Y.8.C.D. 17.06.2002 2001/8242, 2002/7014)
Bir olayda maktule ait tabancayla onu öldürüp tabancayı bir müddet sakladıktan sonra getiren ve teslim olan sanık hakkında ruhsatsız silah edinmekten hüküm kurulması hatalı bulunmuş ve kast olmadığına karar verilmiştir.
Arkadaşlanna hava atmak için silahı kısa süre taşıyan sanığın eyleminde kast bulunmamıştır.
Sanığın babasına ait tabancayı onun bilgisi dışında arkadaşlanna hava atmak için kısa sürede bulundurmaktan ibaret eyleminde kast yoktur. (Y.8.C.D. 29.09.1994, 1994/9811-10319)
Konuya ilişkin diğer içtihatlar aşağıya alınmıştır.
Sanığın arkadaşına ait tabancayı çok kısa bir süre aldığı ve ateş ettiği suç kastının bulunmadığı. (Y.8.C.D. 12.05.1992, 1992/4680-6275)
Kavga edenleri gören sanığın evinde bulunan tabancayı alıp kavgada teşhir etmesinde taşıma kastı oluşmamıştır. (Y.8.C.D. 19.9.1994, 1994/8790-9771)
Sanığın evinde bulundurma ruhsatlı tabancasını, evinin önünde park halinde bulunan arnca koymasında silahın güvenlik alanı dışına çıkanlması söz konusu olmadığından kast unsuru oluşmamıştır. (Y.8.C.D. 25.05.1995, 1995/6200-7552)
Sanığın, alkollü vaziyette kahvehaneye gelen kardeşinin üzerinden olay çıkmasını önlemek için tabancayı alıp, dışan çıkarken yakalanmasından ibaret kısa süreli taşıma eyleminde suçun kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 27.11.1998. 1996/15380, 1996/15882)
Sanığın silahını düğün yerine getirdiği bir müddet sonra düğün yerinden başka bir yere gitmesi gerektiği ve silahı arkadaşına bıraktığı bu sanığın da silahı yanm saatlik kısa bir süre taşıdığı düğünde arama yapan polisler tarafından yakalandığı anlaşıldığından suçun kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 27.11.1996, 1996/13850, 1996/15084)
Sanığın dayısı olan diğer sanığın talimatı ile ruhsatsız tabancayı dükkandan alıp eve getirdiği, ancak tabancayı başkasına göstermek için yakındaki akaryakıt istasyonuna götürdüğü kollukça yapılan aramada ele geçirildiği suç kastının bulunmadığı. (Y.8.C.D. 24.11.1997, 1997/15190, 1997/16305)
Diğer taraftan dava suçüstü hükümlerine göre yürütülmüştür. Bu nedenle sanıklann bir savunma planı oluşturmalanna imkan yoktur. Ve savunma inandıncıdır. Bu nedenle mahkemenin kabulünde bir hata bulunmamaktadır.
Sanığın amacı tabancanın ele geçmesini önlemektir, maksadı tabancayı mahzene saklamaktır, saiki ise oğluna yardımcı olmaktır. Görüldüğü gibi ruhsatsız silah taşımak amacıyla edinmek kastı sanıkta bulunmamaktadır " gerekçesi ile önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de yerel Cumhuriyet başsavcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımın  "onama"  istekli 07.12.2005 gün ve 153893 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gonderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

Sanık Abdullah'ın ruhsatsız silah taşıma suçundan beraatine karar verilen olayda; Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı, bulundurulmasına izin verilen yer dışında bir süreliğine taşımasının ruhsatsız silah taşıma sucunu oluşturup oluşturmayacağına iliskindir.
İnceleme konusu olayda;
Dosyada bulunan ve kolluk tarafından duzenlendigi belırlenen 19.02.2002 tarihli olay yeri tespit tutanağından Abdullah'ın Zeki'ye ait kahvehane çevresinde oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı üzerinde taşıdığının ihbar edildiği anlaşılmaktadır. Tutanakta ihbarı kimin yaptığı yazılı değildir. Yine aynı tarihli el koyma tutanağına göre; alınan ihbar üzerine köye gelen kolluk görevlileri Zeki'ye ait kahvehanede yaptıkları arama sırasında sanık Abdullah'ın üzerinde 7.65 mm. çaplı, 95264232 numaralı tabancayı bulmuşlardır. Sanığın evi ile arama yapılan kahvehane arasındaki mesafe sanığın kendi beyanına ve tanıklara göre 500 metre civarındadır.
Olayla ilgili olarak savunması alınan sanık Abdullah; kollukta alınan 19.02.2002 tarihli savunmasında: Karakolda ifade vermek istemediğini söyledikten sonra, oğlu Süleyman'ın 19.02.2002 tarihinde ifade vermesi üzerine, Süleyman'ın ifadesine uygun şekilde geliştirerek Cumhuriyet savcısı huzurunda yaptığı 20.02.2002 tarihli savunmada: Evimde oğlum Süleyman'a ait bulundurma ruhsatlı tabanca vardı, ev diğer oğlumun nişan töreni sebebiyle kalabalık olduğu için, Adalya'da çalışan oğlum Süleyman tabancayı bulunduğu çekmeceden alıp, evin alt katındaki kilitli bir yere bırakmamı istedi, ben de alt kata bırakmak üzere silahı üzerime aldım, aşağı indim, o sırada benden kurbanlık hayvan almak isteyen Akif beni çağırdı, kapının önüne indim, tam kapının önüne çıkmıştım ki, köye o sırada arama yapmaya gelen jandarma ekipleri herkesin üzerini aradılar ve bendeki silahı gördüler. Kesinlikle silahı kullanma gibi bir amacım yoktur. Öyle olsa idi, şarjörün içine mermi bırakırdım, suçsuzum, dedikten sonra; Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 20.02.2002 (3005 SY göre) tarihli savunmasında; önceki savunmasını tekrar ettikten sonra, biz oğlumla aynı evde otururuz, ben aşağı indiğimde evimiz kahveye yakın olduğu için jandarmalar beni çağırdı ve üzerimde silahı buldular....Benim evim kahvehaneye 500 m. uzaktadır. Silah olay günü çıplak olarak pantolonumun kemerine takılı idi. Üzerimde ceketim de vardı. Kim görüp, ihbar etti bilmiyorum, demek suretiyle savunmasına eklemeler yapmıştır. 07.06.2004 tarihinde bozmaya karşı diyecekleri sorulduğunda ise; bozmaya uyulmasın diyerek, suç saatinin 21.00 olduğunu belirtmiştir.
Sanığın oğlu ve sanığın üzerinde yakalanan silahın sahibi olduğu anlaşılan Süleyman tanık olarak dinlenmiştir. Süleyman kolluk tarafından alınan 19.02.2002 tarihli ifadesinde; Adalya Dinlenme Tesislerinde çalışıyorum. 19.02.2002 de kardeşimin nişanı vardı. Saat 20.00'de babamı telefonla aradım. Evde çekmecede bulunan tabancayı üzerine al, çocuklann eline geçerse bir kaza olur dedim. Babam da tabancayı üzerine almış ve kahvehanenin orada arama sırasında yakalanmış şeklinde beyanda bulunurken; yeminden ve tanıklıktan çekinme hakkı hatırlatıldıktan sonra, takdiren yeminsiz olarak dinlendiği 20.02.2002 tarihli Cumhuriyet Savcılığı ifadesinde; önceki ifadesini kısmen tekrar ettikten sonra,....babama telefon ettim, silahın başkasının eline geçmemesi için aşağı kata kilitli bir yere bırakmasını söyledim. Sonra yakalanınca haberim oldu. Zaten silahın mermisi de yoktu demiştir. Asliye Ceza Mahkemesi'nde verdiği 20.02.2002 tarihli ifadesi de aynıdır.
Sanık, söylediklerinin doğru olduğunu ispatlamak için tanık dinletmek istemiştir. Bu nedenle dinlenen tanık Akif, Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 27.03.2002 tarihli ifadesinde; olay günü köye hayvan alıcıları gelmiş, sanık Abdullah'ta hayvan bulunduğu için bu şahısları Abdullah'ın evine götürdüm. Orada hayvan alıcıları ile Abdullah anlaşamadılar. Alıcılar, yabancı oldukları için onları yolcu etmek amacıyla birlikte evden çıktık, cami önüne doğru gidiyorduk. Kahvenin önüne geldigimiz sırada kahvede bulunan jandarmalar dışarı cıktılar, bizi kalabalık gorünce durdurdular. Hepimizin uzerini aradılar. Arama sırasında Abdullah'ta silah bulundu seklinde ıfade vermiştir. Yine olayın geçtiği kahvehanenin sahibi Zeki tanık olarak dinlenmiş ve Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 17.04.2002 tarihli beyanında; olay günü jandarmalar kahveye geldiğinde sanık kahvehanede değildi. Yanında bulunan ve hayvan alıcısı olan şahıslarla birlikte yolda yürüyordu. Jandarmalar bu şahıslan da kahvehaneye çağırdılar, üstlerini aradılar, arama sonucunda sanığın üzerinde bir adet tabanca yakalandı. Daha önce sanığı tabanca taşırken görmedim. Sanığın evi kahvehaneye 500 m. uzaktadır. Olay günü, Abdullah'ın evinde nişan merasimi vardı şeklinde ifade vermiştir.
Olay yeri tespit tutanağı ve el koyma tutanağını düzenleyen kolluk görevlileri de tanık olarak dinlenmişlerdir. Bunlardan, K.... Jandarma Karakol Komutanı Yücel Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 17.04.2002 tarihli ifadesinde; olay günü, ismi bizde saklı olan ve sanıkla aynı köyde oturan bir şahıs bize telefon etti. Sanığın bulundurma ruhsatlı silahı o anda üzerinde taşıdığını söyledi. Derhal olay yerine gittik. Yarım saat, bir saat içinde orada olduk. Köy kahvesine gidip, kahvenin dışındaki şahısları içeri aldık. Genel arama yaptık. Arama sonucu bu şahsın üzerinde tabanca çıktı. Şahsın evi ile kahvehanenin yakın olduğunu söylediler, ancak biz bu durumu incelemedik diyerek tutanakları doğrularken; uzman çavuş Murat'da Asliye Ceza Mahkemesi'ndeki 17.04.2002 tarihli ifadesinde; tanık Yücel ile aynı doğrultuda beyanda bulunup, buna ek olarak   şahsa sorduğumuzda, silahı sürekli taşımadığını, düğün sırasında çalınmasını önlemek için üzerine geçiciolarak aldığını söyledi, demiştir. Jandarma eri Hakan "ise Asliye CezaMahkemesi'ndeki 17.04.2002 tarihli beyanında; diğer iki zabıt düzenleyicisi ile aynı doğrultuda ifade vererek, aynca   kendisine sorduğumuzda verdiği cevabı ben hatırlamıyorum. Sadece aramaya katıldım demekle yetinmiştir.
Sanığın üzerinde yakalanan silah oğlu Süleyman adına evde bulundurma ruhsatlıdır.
Dosyada bulunan ruhsatname fotokopisine göre ruhsatın geçerlik süresi 15.02.2004 tarihine kadar devam etmektedir.
Dosyadaki kanıtların değerlendirilmesinden;
Sanık Abdullah'ın olay akşamı saat 20.00-20.30 sıralarında şehir dışında çalışmakta olan oğlu Süleyman'ın telefon ederek, "evde nişan var, tabancayı bulunduğu yerden al, çocukların eline geçmesin" demesi üzerine, Süleyman'a ait bulundurma ruhsatlı tabancayı beline takarak dışarı çıktığı, sanığın belinde silah olduğunu gören bir kişinin Jandarma Karakolunu arayarak Abdullah'ın silah taşıdığı yönünde ihbarda bulunduğu, bunun üzerine kolluk güçlerinin köye hareket ettikleri, 21.30 sıralarında köy kahvehanesinde arama yapmaya başladıkları, bu sırada sanığı da kahvehanenin önünde görerek çağırıp aradıklarında üzerinde silahı buldukları, kahvehane ile sanığın evinin arasındaki mesafenin 500 metre civarında olduğu anlaşılmaktadır.
Sanığın silahı üzerinde taşıdığı sabittir, sanık silah taşıma eylemine kolluk görevlileri tarafından yakalanıncaya kadar devam etmiştir, yakalandığı yer evi veya evinin önü değildir, aksine kolluk tarafından yakalandığında evinden uzaklaşmaya devam etmektedir. Olayın oluş şekli de göz önünde bulundurulduğunda; oğlu Süleyman adına evde bulundurma ruhsatlı olan silahın, bulundurulmasına izin verilen yer dışında sanığın iradesi dahilinde 1 veya 1,5 saat süreyle, 500 metrelik mesafe boyunca ruhsatsız olarak taşınması nedeniyle, tabancanın sağlam ve atışa elverişli olduğunun bilirkişi raporuyla saptanması halinde ruhsatsız silah taşıma sucunun kast unsurunun gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Bu nedenle isabetli görülmeyen yerel mahkemenin direnme hükmü bozulmalıdır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle;
a)Yerel Mahkemenin direnme hükmünün (BOZULMASINA),
b)Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 19.09.2006 günlü müzakerede tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak oybirliği ile karar verildi.
#52


Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, suça karışan çocukların sayısı her geçen gün artıyor. Son dört yılda çocuk suçlu artış oranı yüzde 36. Yalnızca 2011 yılında 84 bin çocuk şuç işledi. Uzmanlar, bu durumun birinci sebebinin aile olduğunu, ilgili kurumların da aileye destek vermekte yetersiz kaldığını ifade ediyor.

İzmir'de 15 yaşındaki H.K., öğretmenini bıçaklayarak öldürdü. İstanbul'da ise 3. sınıf öğrencisi bir kız çocuğu, 5 buçuk yaşındaki Eren B.'yi tuvalette ıslatıp dövdü. Son günlerde meydana gelen bu olaylar Türkiye'de şiddete karışan çocukları gündeme getirdi. Emniyet ve Jandarma teşkilatlarının, Türkiye İstatistik Kurumu'na (TÜİK) rapor ettiği verilere göre, 2008 yılında 62 bin, 2009'da 69 bin, 2010'da 83 bin, 2011'de 84 bin 916 çocuk suça karıştı. Bu veriler, son dört yılda çocuk suçlarında yüzde 36'ya varan artış anlamına geliyor. Yaralama, hırsızlık, mala zarar verme, cinsel suçlar, tehdit, uyuşturucu ve adam öldürme gibi suçları kapsayan bu artış, uzmanları da endişelendiriyor.



Cezaevlerinde çocuk mahkûmlara yönelik çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Adem Solak, istatistiklerin TÜİK verilerine yansıyandan daha yüksek olduğuna dikkat çekiyor. Solak'ın 2008-2010 arasında Adalet Bakanlığı verilerine dayanarak verdiği suça bulaşan çocuk sayısı 427 bin. Solak, adli vaka olarak rapor edilen bilgilerin daha gerçekçi olduğuna dikkat çekerek, suça bulaşan çocuk sayısının TÜİK verilerinin iki katı olduğu tahminini yapıyor.

Boşanmış aileler, şiddet mağduru çocuklar, istismara uğrayan çocuklar toplumsal rehabilitasyon kanallarının tıkalı olması nedeniyle potansiyel suçlu haline geliyor. Yine suç işleyen ve cezaevine düşen ancak rehabilite edilmeyen, suçlularla aynı ortamda cezaevine konulan çocuklar suça bağımlı geliyor. Ayrıca çocuklarla ilgili kurumlar arasında işbirliği olmaması ve suça şahit olanların ihbar etmekten korkması, çocuk suçlarıyla mücadeleyi olumsuz etkiliyor.

Adem Solak'ın cezaevlerinde hükümlü ve tutuklu çocuklara yönelik yaptığı çalışmada ise bir başka nokta dikkat çekiyor. Cezaevlerindeki çocukların yüzde 63'ü kendini korumak istediği için şiddete başvurduğunu ifade ediyor. Yüzde 17'si içinde bulunduğu sorunu çözmede başka yol bilmediği için, yüzde 10'u da karşısındaki kişiyi cezalandırmak için şiddet uyguluyor. Birkaç gün önce okulda öğretmenini öldüren H.K.'nin hikayesi de bu durumu açıklıyor. Ağabeyi hapiste olan H.K., babası tarafından dövülüyor. Etrafındakilerle sürekli kavga eden H.K., yanında bıçak taşıyor. Sık sık okuldan kaçan çocuk, arkadaşlarına da bıçakla saldırıyor.

Uzmanlar, Türkiye'de devlet kurumlarının ancak çocuk suç işlediğinde harekete geçtiğini söylüyor. 2005 yılında çıkarılan Çocuk Koruma Kanunu da dâhil yasalar ve kurumlar suç ve ceza odaklı bir yaklaşıma sahip. Çocukların suça sürüklenmelerini engelleme konusunda gerekenler yapılmıyor. Mağdur çocuklarla ilgili ise çok az yasal düzenleme bulunuyor. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü Murat Koçak, Türkiye'nin bu yaklaşımdan çıkarak suçu önlemeye yönelik uygulamalar yapması gerektiğini vurguluyor.

SUÇ İŞLEYEN ÇOCUKLAR BİR ARAYA GELİNCE SUÇ ORANI DA ARTIYOR

Uzman psikiyatrist Dr. Ayhan Akcan'a göre suça meyilli olan çocuklar suç işlemeden önce davranışlarıyla alarm veriyor. Etrafa zarar verme, okul asma, sokakta çok fazla zaman geçirme, sınıfta kalma, karakola düşme, madde kullanma (uyuşturucu, sigara, bali, alkol, vb.) hayvan öldürme gibi davranışlar çocuğa dikkat edilmesi gerektiğini gösteriyor. Çocuk bu davranışlarıyla bir nevi yaklaşan tehlikeyi haber veriyor. Akcan'a göre, ebeveynlerin bunu fark edip önlem alması gerekiyor.

Çocuk suçlarında artış metropollerde daha çok dikkat çekiyor. Örneğin İstanbul Emniyeti verilerine göre 2011 yılında 17 bin çocuk hakkında 25 bin adli işlem yapıldı. Bu rakamlar, bir çocuğun birden fazla suç işlediğini gösteriyor. Dikkat Çocuklar Derneği'nin Yönetim Kurulu 2. Başkanı Tanzer Gezer ise tutuklama ve rehabilitasyon süreçlerinin iyi olmadığını belirtiyor. Yine ceza avukatı Mahmut Ceren ise tutuklanma gerekçelerine göre cezaevine konulan çocukların suça bağımlı hale geldiklerine işaret ediyor.

Suça sürüklenmiş çocuklar bir araya gelince suça olan eğilim daha da artıyor. Çünkü suçtan bahsedilen ve suçun yüceltildiği bir ortam adeta suç okulu haline geliyor. Gezer, bu nedenle çocuk tutukevlerinin ayrı olması ve buralardaki rehabilitasyon süreçlerinin daha iyi yapılması gerektiğine vurgu yapıyor. Ceren'e göre ise özellikle Polat Alemdar'a benzeme hastalığı olan çocukların suç eğilimlerini törpülemek için eğitim verilmesi gerekiyor. Ceren, cezaevlerinde bu çocuklara eğitim verildiğini ama bunların yeterli gelmediğini belirtiyor.

Suç işleyen çocukların cezai ehliyeti tüm dünyada tartışmalara neden olan bir konu. Bazı ülkelerde suç işleyen çocuklar için cezai ehliyeti 15 yaşında başlarken Türkiye'de 12 yaşında başlıyor. 15 yaşı sınır alan ülkelerde suça sürüklenen çocuklar cezanın dışında tutuluyor ama aynı zamanda rehabilite ediliyor. Çocuk yargılanma değil, iyileştirme sürecinden geçiyor. Solak, "Ancak çocuğu korumayı ilke edinerek her şehirde rehabilitasyon alanları oluşturursak, 15 yaş uygulanabilir." diyor.

Dinî değerleri öğrenseydim suç işlemezdim

Avukat Mahmut Ceren, çocuk suçluluğunun önlenmesinde eğitim, rehabilitasyon, spor gibi faaliyetler kadar dinî eğitimin de etkili olacağını söylüyor. Ceren, "Allah korkusu suça eğilimi azaltıyor. Allah'tan korkan insan suç işlemiyor." diyor. Buna göre insanlarda ceza korkusu ikinci planda kalıyor. ŞİDAM (Üsküdar Üniversitesi Şiddet ve Suçla Mücadele ve Uygulama Merkezi) Müdürü ve HEGEM (Hayatboyu Gelişim Eğitim Derneği) Başkanı Prof. Dr. Adem Solak'ın cezaevlerinde yaptığı araştırmanın sonuçları da bunu gösteriyor. Cezaevlerindeki çocukların yüzde 45'i "Dinî ve ahlakî değerler bana öğretilseydi suç işlemezdim." diyor. Türkiye'de suça sürüklenen çocuklarla ilgili ilk merci çocuk polisi oluyor. Polis ancak çocuk suç işlediğinde duruma müdahale edebiliyor. Ancak polis müdahalesinden sonra çocukla ilgili olan kurumların koordine olmaması ve yeteri kadar rehabilitasyon merkezinin olmaması çocuk suçları ile mücadelede yetersiz kalınmasına sebep oluyor.

Psikiyatrist Ayhan Akcan'a göre anne ve baba tarafından şefkat görmeyen çocuklar ıslah olmuyor. Akcan çocuk suçluluğu ile mücadelede ilk vazifenin anne babaya düştüğünü söylüyor. Buna göre anne babadan herhangi birinin çocuğa ilgi göstermese büyük önem ifade ediyor. Küçük yaştaki çocuklar babalarını örnek aldıkları için babanın çocuğa doğruyu ve yanlışı öğretmesi gerekiyor. Ayrıca Akcan, suça meyilli olan çocuklara zamanında müdahalede ailenin kilit noktada olduğunu söylüyor. Akcan, "Suça zamanında müdahale okulda, yetiştirme yurtlarında, askeriyede değil ailede olur."

Sosyal hizmetlerdeki uzman sayısı artırılmalı

Ailenin bilinçlendirilmesi için Sosyal Hizmetler, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi kurumların aileye yönelik çalışmalar yapması gerekiyor. Ayrıca şehirlerde sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve rehber öğretmen gibi aileye yardım edebilecek yeteri kadar uzman bulunmuyor. Şehirlerde olması gereken aile ile ilgilenen uzman sayısının ancak yüzde 10'u görevlendiriliyor. Bu oranı çok az bulan Adem Solak, "Hiçbir ilde bu sayının yüzde 20'yi aşmadığını görüyoruz. Ayrıca 110 bin uzman olması gereken sosyal hizmetlerde şu an yaklaşık 4 bin uzman var. Bu sayı artırılmalı." diyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1352161&title=cocuk-suclu-sayisinda-tehlikeli-tirmanis



Çocuk suçlu sayısını örgütler artırıyor

TUĞBA ÖCEK - İSTANBUL

Son yıllarda yapılan araştırmalar, bütün suçlarda yaş oranlarının düştüğünü gösteriyor.

Alkol, sigara, uyuşturucu maddeler gibi kötü alışkanlıklara başlama yaşı 11-12'ye kadar iniyor. Çocuk suçlu sayısını artıran etkenlerin başında ise suç örgütleri geliyor. Bu örgütler özellikle büyük şehirlerdeki eylemlerinde çocukları kullanıyor. Uzmanlar, çocuğu suçtan uzaklaştıracak eğitimin ailede başlayıp okulda devam etmesi gerektiğini belirtiyor.

F.S. suça karışan ve 16 yaşında hapse giren çocuklardan sadece birisi. Diyarbakır'dan İstan-bul'a göç eden bir ailenin ikinci çocuğu olan F.S., 13 yaşındayken hem bir hazır giyim atölyesinde çalışıyor hem de okuluna devam ediyor. Annesi ve babası ayrı olan F.S., bir gece sokakta karşılaştığı çocuklarla kavgaya karışıyor. Dayak yiyen F.S., kendisini döven çocuklardan birini bıçaklıyor. Suçu sebebiyle 10 yıl hapis cezası alan F.S.'yi Yargıtay ceza indirimi ile 7 yıla mahkûm ediyor. Hapisten çıktığında 23 yaşına girmiş olan F.S.'nin şimdi tek derdi, hayata tutunmak...

Zaman'ın önceki gün manşetten duyurduğu 'Çocuk suçlu sayısında tehlikeli tırmanış' haberi üzerine uzmanlar, aileleri çocuk suçları konusunda uyarıyor. Prof. Dr. Adem Solak, değişen dünya değerleri karşısında ayakta duramayan ailenin, çocukların suça bulaşmasının birinci sebebi olduğunu vurguluyor. Solak, çocuğa ahlaki değerleri öğretmesi gereken ailenin ilgisini yetersiz buluyor. Psikiyatrist Ayhan Akcan, "Çoğunluğu göç ile büyük şehirlere gelen bu ailelerde, öncelikle çocuklar yeni yaşama adapte olamıyor. Aileler bu konuda bilinçli olmadıkları için durumu ancak çocuk suça sürüklendiğinde fark ediyor." şeklinde konuşuyor. Solak'a göre çocuk suçlarının önlenmesi için ilk olarak ailenin bilinçlendirilmesi gerekiyor. Prof. Solak şu tavsiyelerde bulunuyor: "Ailenin bilinçlendirilmesi için Sosyal Hizmetler, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı gibi kurumların aileye yönelik çalışmalar yapması şart. Ayrıca şehirlerde sosyal hizmet uzmanı, psikolog ve rehber öğretmen gibi uzmanlar yeterli değil. Şehirlerde olması gereken uzman sayısının ancak yüzde 10'u görevlendiriliyor. Hiçbir ilde bu sayı yüzde 20'yi aşmıyor. Ayrıca 110 bin uzman olması gereken sosyal hizmetlerde şu an yaklaşık 4 bin uzman var. Bu sayı artırılmalı." Eğitim kurumlarının insani değer kazandırma yönüne vurgu yapan Prof. Solak, eğitimin öğretime kurban edildiğini kaydediyor. Adem Solak, "Okul, ailede insani değerler eğitimi almamış çwocukların eksiğini telafi edeceği tek yer. Okulda da bunu yapamadığınız zaman sokağın insafına terk ettiğiniz bir nesille karşı karşıyasınız." diyor.

İstanbul Emniyet Müdürlüğü Çocuk Şube Müdürü Murat Koçak ise çocukların aileden sonra en çok okulda vakit geçirdiğini ve eğitimcilerin dikkatli olması gerektiğini söylüyor. Buna göre çocuk davranışlarıyla suça meylini haber verdiğinde bunu aileden sonra okuldaki öğretmenler anlayabiliyor. Bu durumu fark eden eğitimcilerin çocuğun ailesiyle ve yetkililerle irtibata geçmesi gerekiyor. Gençlerin enerjilerini yönlendiremediğine dikkat çeken eski Adli Tıp Başkanı Oğuz Polat, "Sınava ve sürekli ders çalışmaya odaklı eğitim sisteminde başarısız olan çocuk sokağa yöneliyor." ifadelerini kullanıyor. Polat'a göre çocukları sokaklardan uzak tutmanın yolu, onları spor gibi başarılı olacakları bir alana yönlendirmekten geçiyor. Böylece spor, müzik gibi alanlarda başarılı olan çocuk başka bir alanda başarısız olduğunda hayal kırıklığı yaşayarak yanlış bir davranışta bulunmayacak.

ÇOCUKLAR ÖRGÜT TUZAĞINDA

Son yıllarda çocukların suç örgütleri tarafından kullanılması da çocuk suçlu sayısını artırıyor. Büyük şehirlerde çeteler tarafından hırsızlık yaptırılan çocuklar, kırsal kesimlerde ise terör örgütlerinin güvenlik güçleri ve sivillere karşı illegal eylemlerinde ön saflarda kullanılıyor. Taş Atan Çocuklar Yasası'nın yürürlüğe girmesinden sonraki bir buçuk yıllık zaman diliminde korsan gösteri, molotoflu saldırı, araç kundaklama gibi olaylarda yüzde 214 artış gözleniyor. Bu olaylarda gözaltına alınan 18 yaş altı şüphelilerde yüzde 216 artış var. Güvenlik güçlerinin verilerine göre özellikle büyük şehirlerdeki suçlarda çocuklar kullanılıyor. Bu çocuklar farklı bölgelerden ya kaçırılıyor ya da ailelerinin rızası ile alınıyor. Çocukların tercih edilmesinin sebebi ise cezai ehliyetinin bulunmaması ve tekrar yeni suçlarda kullanılabilmesi.

Son yıllarda yapılan araştırmalara göre bütün suçlarda yaş oranları gittikçe düşüyor. Alkol, sigara, uyuşturucu gibi maddelere bağımlılık yaşı 11-12'ye kadar iniyor. Küçük yaşta bu ortamlara giren çocuklar, suça daha meyilli oluyor ve yaralama, adam öldürme, hırsızlık, gasp, mala zarar verme, cinsel suçlar ve uyuşturucu kullanma ve satma gibi suçlara bulaşıyor. Uyuşturucu kullanımı da ilköğretime kadar düşmüş durumda. Uzmanlar ise gerçek sayıların TÜİK verilerinin iki katı olduğunu belirtiyor. Tüm olayların emniyete gelmediği düşünüldüğünde ise ortaya korkunç bir tablo çıkıyor.

Çocuk suçlarını önlemek için neler yapılmalı?

Çocuklara insani ve ahlaki değerler öğretilmeli.

Çocukların dini eğitimine dikkat edilmeli.

Çocuklar okul saatleri dışındaki boş vakitlerini dolduracak sanat ve spor faaliyetlerine yönlendirilmeli.

Aileler çocuklarını yakından takip etmeli.

Öğretmenler çocuklara iyi gözlem yapmalı.

Çocukların okula devam durumu takip edilmeli.

Özellikle çocukların rol model gördüğü baba, evdeki davranışlarına dikkat etmeli.

Çocukların yanlışları şiddet yoluyla değil konuşarak anlatılmalı.

Anne-baba okulları açılmalı. Anne-babalara eğitim verilmeli.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın 5 yıllık 'Şiddet Eylem Planı' uygulanmalı.

Sosyal hizmetlerdeki uzman sayısı artırılmalı.

Suça sürüklenmiş çocuklar koruma altına alınmalı. Bu çocuklara yönelik rehabilitasyon merkezleri açılmalı.

Rehberlik sistemi güçlendirilmeli.

Cezalandırma zihniyetinden vazgeçilmeli.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1352537&title=cocuk-suclu-sayisini-orgutler-artiriyor&haberSayfa=0
#53


Diyabet ve obezite için umut olan stevia bitkisi, diğer adıyla şeker otu Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde yetiştirilmeye başladı.

Anavatanı Paraguay olan bitkinin kalorisi sıfır, üstelik şeker pancarı ve şeker kamışından 25 kat daha tatlı.
Bitki, girişimci bir çiftçi tarafından Balıkesir'in Burhaniye ilçesinde yetiştirildi.

Üretici bu bitkinin toprağı ve iklimi sevdiğini söylüyor.

Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi tarla bitkileri bölümünde 2.5 sene araştırması ekimi ve adaptasyonu yapılan bitki, şeker pancarı ve şeker kamışına alternatif bir ürün.

Bu bitkinin işlenmesiyle özellikle şeker hastalarının, diyabet hastalarının şekerli yemesi bundan sonra mümkün olacağa benziyor.

Kurutulmuş yaprakları doğal tatlandırıcı olarak kullanılan bitkinin yaygınlaştırılması hedefleniyor.

Hasadı ve yetiştiricilik maliyetinin çok ucuz olduğunu söyleyen, Balıkesir Gıda Tarım ve Hayvancılık Müdürü Engin Sancı, bu bitkiyi Balıkesir ve Türkiye'ye kazandırmak istediklerini söyledi.

Hiç şeker içermeyen stevia bitkisi, yoğun kimyasal girdi olmadan yetiştirilebiliyor.

Kaynak: DHA
http://www.haber7.com/sa287l305kl305-ya351am/haber/927347-kalorisi-sifir-tatli-mi
#54


Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı 28 Şubat'taki karanlık sürecin öne çıkan isimlerinden dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Osman Özbek ve eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu hakkında soruşturma başlattığı öğrenildi.

Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı 28 Şubat'taki karanlık sürecin öne çıkan isimlerinden dönemin Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek ve eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu hakkında soruşturma başlattığı öğrenildi. Geçtiğimiz aylarda Özgür İrade Platformu Başkanı Vakkas Çevik, 28 Şubat döneminin Erzurum Bölge Komutanı Osman Özbek hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve savcılık harekete geçmişti.

Çevik tarafından yapılan suç duyurusu ile TCK'nın 309, 311 ve 312. maddeleri yönünden soruşturma açılarak, emekli tümgeneral Osman Özbek hakkında kamu davası açılması ve cezalandırılması istenmişti. Suç duyurusunu dikkate alan Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Özbek hakkında soruşturma açarak, Özgür İrade Platformu Başkanı Vakkas Çevik'i tanık olarak ifadeye çağırdığı kaydedildi.

Öte yandan İnsan Hakları ve Mazlumlar İçin Dayanışma Derneği (MAZLUMDER) Gaziantep Şube Başkanı Abdurrahim Çelik'in, eski İstanbul Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu hakkında yaptığı suç duyurusunun da işleme konulduğu öğrenildi. Önceki gün savcılık tarafından ifadesine başvurulan Abdurrahim Çelik'in Alemdaroğlu hakkında şikâyetini yenilediği, fişlemelerden dolaylı gerekli tahkikatın yapılarak Alemdaroğlu'nun cezalandırılmasını istediği öğrenildi. Müştekinin ifadesini alan savcılığın soruşturma başlattığı öğrenildi.

http://www.haber7.com/ic-politika/haber/927872-hocaya-kufreden-pasaya-15-yil-sonra-sorusturma
#55


İki yılı aşkın süredir mali sorunlarla boğuşan Fi Yapı İnşaat Sanayi ve Ticaret A.Ş., iflas erteleme talebi ile mahkemeye başvurdu.

Şirketin iflas erteleme talebini mahkeme karara bağlayacak. İflas erteleme süreci kabul edilir ve borçlar ödenebilirse Fi Yapı yola devam edecek. İşler planlandığı gibi gitmez ve sıkıntı sürerse mahkeme süreç sonunda şirketin iflasına karar verebilecek.

Adası da hacizliydi

Konut sektöründeki atılımını 2000'li yılların ortasında yapan, binlerce konuttan oluşan projeler geliştiren Fi Yapı, iki yılı aşkın bir süreden bu yana mali sorunları ile gündemdeydi. Beş bini aşkın ailenin konutlarının teslimini beklediği şirket, vergi daireleri, SGK ve diğer borçlu olduğu kişilerin uygulattığı haciz kararı ile de yüz yüze kalmıştı. Geçtiğimiz günlerde Hürriyet, Fi Yapı'nın sahibi Fikret İnan tarafından "kurtuluş umudu" olarak lanse edilen Garip Ada üzerinde de hacizler olduğunu ortaya çıkarmıştı.

Başvuru 10 Eylül'de

Kadıköy 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'ne 10 Eylül'de 2012/1139 dosya numarası ile başvuran Fi Yapı 27 ayı kapsayan bir iyileştirme planı sundu. 17 Eylül günü mahkeme sunulan 45 sayfalık bilirkişi raporunda, şirketin sunduğu iyileştirme planının uygulanabilir olduğu rapor edildi. Bilirkişi raporunun mahkemeye sunulduğu gün, mahkemeden de tedbir kararı çıktı. Böylece Fi Yapı, alacaklılarına karşı rahat bir nefes almış oldu.

588 milyon liralık borç

Bilirkişi raporuna göre şirketin toplam varlığı 580 milyon 947 bin lira olarak gösterildi. Şirketin toplam borçlarının ise 588 milyon 275 bin lira olduğu rapor edildi. Şirket, söz konusu borçların 500 milyon liralık bölümünün müşterilerden alınan avanslardan oluştuğunu bildirdi. Şirketin borca batıklık durumunun ise 7.3 milyon TL seviyesinde olduğu rapor edildi. Şirketin en büyük kaybı yaşadığı 2011'de 65 milyon lira zarar ettiği vurgulandı.

Telefon parasına red

Mahkeme 17 Eylül'de verdiği tedbir kararı ile birlikte şirket faaliyetlerinin denetimi için Ahmet Serdar Kıyat, Mehmet Ali Güldal ve Yurdakul Tuncer'den oluşan üç kişilik kayyum heyeti atadı. Şirket mahkemeye yaptığı başvuruda, haciz kararı ile el konulan lüks araçlarının iadesini de talep etti. Mahkeme, alacaklı bir şirketin el koyduğu Porsche, Jeep, Peugeot marka üç lüks otomobil ile bir otobüsün yeddi emin olarak Fi Yapı'ya devrine karar verdi. Fi Yapı mahkemeden ayrıca elektrik, su ve telefon paralarının da bir süre talep edilmemesini istedi; ancak mahkeme bu talebe olumsuz yanıt verdi.

Alacaklılar beklemede

Şirketin iflas ertelemeye ilişkin tedbir kararı alması ile birlikte, alacaklı kurum ve kişiler; şirkete ilişkin aldırdıkları haciz kararlarını uygulayamayacak. Bir başka ifade ile haczedilen varlıklar satılamayacak. Alacaklılar yeni haciz kararı da aldırılamayacak ancak alacaklı sırasına müdahil olabilecek. Bu durum şirkete yarım kalan projelerini bitirme olanağı sağlayacak. Ancak teslim edilmeyi bekleyen 5 bin konutun tamamlanması için gerekli finans gücünün sağlanıp sağlanamayacağı henüz belirsiz durumda.

İlk duruşma 2 Ekim'de

Mahkeme, Fi Yapı hakkında tedbir kararı verdikten sonra, dosyanın esası üzerinde yargılamaya geçecek. İlk duruşma 2 Ekim'de yapılacak. Söz konusu dosyaya alacaklı şirketler de müdahil olmaya başladı. Alacaklı şirketlerin itiraz başvurularında, iflas erteleme talebinin kötü niyet taşıdığı, alacaklılara karşı zaman kazanma amacı taşıdığı vurgusu öne çıkıyor.

İflas erteleme nedir

İFLAS erteleme, mali durumu bozulan şirket ve kooperatiflerin sermayesinin korunması için gerekli tedbirlerden birisi olarak Türk Ticaret Kanunu'nda düzenleniyor.Mahkeme, şirketin mali durumunun düzeltilmesini mümkün görürse yönetim kurulu veya bir alacaklının talebi sonucunda iflas erteleme kararı verebiliyor. İflas erteleme sonucunda borçlu firma normal faaliyetlerine devam edebiliyor. Kamu alacağı ve SGK primleri dahil hiçbir yasal takip yapılamıyor. Mahkeme, atanan kayyumun verdiği raporlara göre iflas erteleme süresini sona erdirebildiği gibi, 4 yıla kadar uzatabiliyor veya firmanın iflasına karar veriyor.

Adanın değeri 43 milyon liraymış

Fi Yapı'nın mahkemeye sunduğu iyileştirme planında şirketin krizden çıkış planı da açıklandı. Şirket sahibi Fikret İnan'ın '200 milyon dolardan aşağıya satmam' dediği İzmir Dikili'deki Garip Ada'nın değeri mahkemeye 43 milyon TL olarak bildirildi. Bu fiyat, üç yıl önce satın alınan adanın değerinin hiç artmadığına işaret ediyor. Hürriyet, Fikret İnan'ın adayla ilgili çelişkili açıklamalarını haberleştirmişti. Dinçer Gökçe imzalı haberde ada üzerinde birçok haciz bulunduğuna ve mahkeme kararına göre satılamaz durumda olduğuna dikkat çekilmişti. Fİ Yapı mahkemeye, Sakarya'da bir arazinin 9 milyon liraya satılacağını Fi Side ve Fi Tower isimli projelerden de toplam 50 milyon lira gelir elde edeceğini bildirdi.

http://www.hurriyet.com.tr/ekonomi/21527284.asp
#56
Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde temizlik işçisi ile bir çocuk arasında ''Oğlum bak git'' diye başlayan ve sosyal medyada fenomen olan kavga mahkemelik oldu.

Gölcük Cumhuriyet Başsavcılığı'nca hazırlanan iddianamede, belediye temizlik işçisi şüpheli Selçuk Kahraman'ın, 11 Mayıs 2012'de temizlik yaptığı sırada Gölcük Ali Paşa Caddesi'nde mağdur Yasin K'nın (17) arkadaşıyla uygunsuz konuştuğunu görmesi üzerine uyardığı belirtildi.

Mağdur Yasin K'nın da bunun üzerine, Kahraman'a ''sinkaflı'' sözler söylemesi üzerine, Kahraman'ın, mağdurun haksız tahriki altında temizlikte kullandığı ağaç saplı süpürge ile mağdura bir kez vurarak Yasin K'yı yaraladığı kaydedilen iddianamede, Yasin K'nın olay sonrası basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek şekilde yaralandığı vurgulandı.

İddianamede, Yasin K'nın bu olaydan dolayı şüpheli Kahraman'dan şikayetçi olduğuna yer verilerek, şüphelinin alınan savunmasında suçunu inkar ettiği kaydedildi.

-Suç aleti süpürge adli emanette-

Şüpheli Kahraman'ın olayda kullandığı süpürgenin TCK'nın 54. Maddesi uyarınca el konulması istenen iddianamede, Kahraman'ın TCK'nın ''kasten yaralama'' suçunu düzenleyen 86/2, 3-e maddeleri uyarınca 2 yıldan 5 yıl arasında değişen hapisle cezalandırılması talep edildi.

İddianamede, şüphelinin söz konusu suçu ağır tahrik altında işlediği belirtilerek, şüpheliye 1,5 yıldan 3 yıl 9 aya kadar hapis cezası verilmesi istendi.

Söz konusu iddianameyi kabul eden Gölcük Sulh Ceza Mahkemesi'nde görülen ilk duruşmada, yaşı küçük mağdur için avukat ve sosyal hizmet uzmanı istenmesine karar verildi.

Mahkeme, diğer eksikliklerin giderilmesi için duruşmayı erteledi.

Kocaeli'nin Gölcük ilçesinde temizlik işçisi Selçuk Kahraman ile kendisini elindeki kemerle taciz eden 17 yaşındaki Yasin K. arasındaki ''Oğlum bak git'' diye başlayan diyalog ve süpürgeli kavga bir süre önce sosyal paylaşım sitelerinde en fazla izlenen görüntüler arasında yer almıştı.

Kaynak: AA
http://www.haber7.com/guncel/haber/927184-oglum-bak-gite-hapis-istemi


Seyretmeyenler için işte o meşhur video ve dayak yiyen çocukla yapılan ropörtaj:

http://www.youtube.com/watch?v=s7iSY6oaaPY#

http://www.youtube.com/watch?v=eVBiCf6eXVE#
#57



Evine giderken uğradığı silahlı saldırıda ağır yaralanan Tunceli'nin Ovacık ilçesi Cumhuriyet Başsavcısı Murat Uzun, askeri helikopterle Elazığ'a sevk edildi.

Saldırının ardından ağır yaralı olarak kaldırıldığı Ovacık Devlet Hastanesi'nde ilk müdahalesi yapılan Uzun, daha sonra çağrılan askeri helikopterle Elazığ'a gönderildi. Elazığ Asker Hastanesi'ne getirilen Uzun, buradaki müdahalenin ardından Fırat Üniversitesi Hastanesi'ne sevk edildi.

Elazığ Valisi Muammer Erol, Cumhuriyet Başsavcısı Musa Çatal, Emniyet Müdürü Ayhan Buran ve İl Sağlık Müdürü Mübin Çetin Dağhan da hastaneye geldi.

Bu arada, Ovacık'ta olayla bağlantısı olabileceği değerlendirilen bazı kişiler ile olayda kullanıldığı tahmin edilen bir aracın güvenlik güçlerince arandığı bildirildi.

-Saldırıyla ilgili 4 kişi gözaltına alındı

Tunceli'nin Ovacık ilçesi Cumhuriyet Savcısı Murat Uzun'a yönelik silahlı saldırıyla ilgili 4 kişinin gözaltına alındığı bildirildi.

Olayın ardından geniş çaplı operasyon başlatan güvenlik güçlerinin, olayla bağlantısı olabileceği değerlendirilen 4 şüpheliyi gözaltına aldığı öğrenildi. Güvenlik güçlerinin, bölgedeki operasyonları sürüyor.

Kandolar Mahallesi'ndeki adliye lojmanlarında evinin bulunduğu binaya girdiği sırada kimliği belirsiz bir kişinin saldırısı sonucu ağır yaralanan Murat Uzun'un Temmuz ayındaki kararnameyle Serik'ten Ovacık'a atandığı belirtildi.

Murat Uzun'un hemşire eşinin de Ovacık'ta görev yaptığı ve 2 çocuklarının olduğu öğrenildi.

-HSYK, Başsavcıya yapılan saldırıyı kınadı

Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK), Tunceli'nin Ovacık ilçesi Cumhuriyet Başsavcısı Murat Uzun'a yönelik silahlı saldırıyı kınadı.

HSYK'dan yapılan açıklamada, ''Cumhuriyet Savcısı Murat Uzun'a görevi sebebiyle yapılan alçakça silahlı saldırının teessürle öğrenildiği'' belirtildi.

Açıklamada, ''Yapılan bu kanlı saldırıyı lanetliyor, bu ve benzeri olayların bir daha yaşanmaması temennisiyle, Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi'nde tedavisi devam etmekte olan meslektaşımıza Allah'tan acil şifalar diliyor, ailesi ve tüm yargı camiasına geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz'' denildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1347404&title=savci-uzunun-hayati-tehlikesi-suruyor


Ovacık Başsavcısı hayatını kaybetti

Terör örgütü mensubu kişiler tarafından dün uğradığı silahlı saldırı sonucu yoğun bakıma alınan Tunceli Ovacık Başsavcısı Murat Uzun hayatını kaybetti.

Tunceli'nin Ovacık İlçesi Cumhuriyet Başsavcısı Murat Uzun, dün PKK'lıların düzenlediği silahlı saldırıda başına aldığı tek kurşunla ağır yaralanmış, ilk müdahalede kalbinin durduğu ve hayatını kaybettiği belirtilmiş ancak yapılan kalp masajı ile tekrardan hayata döndürülmüştü.

Ancak yapılan tüm müdahalelere rağmen Başsavcısı Murat Uzun, bugün akşam saatlerinde yaşam savaşını kaybetti.

http://www.haber7.com/guncel/haber/926907-ovacik-bassavcisi-hayatini-kaybetti


Vekil.net ailesi olarak menfur saldıyı şiddetle kınıyor, teröristlerin şehit ettiği merhum başsavcımıza Allah'tan rahmet, kederli aisine, tüm hukuk camiasına ve aziz Milletimize başsağlığı diliyoruz.
#58


Ege Üniversitesi'nde bir Prof. başörtülü bir öğrencisini engellediği gerekçesiyle hapis cezasına çarptırıldı.

Ege Üniversitesi'nde öğrenim gören başörtülü bir öğrencinin, ''okula girmesini engellediği'' öne sürülen Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü, öğrencinin eğitim öğrenim hakkını ihlal ettiği gerekçesiyle 2 yıl 1 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Pekünlü'nün, Ege Üniversitesi (EÜ) Fen Fakültesi Astronomi Bölümü'nde öğretim üyesi olarak görev yaptığı dönemde, ''fakültenin matematik bölümü öğrencilerinden F.N.G'nin, başörtülü olması nedeniyle okula girmesini engelleyerek eğitim öğrenim hakkını ihlal ettiği'' iddiasıyla açılan davada karar duruşması yapıldı.

İzmir 4. Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın duruşmasına, Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü ile davacı F.N.G. ve tarafların avukatları katıldı. CHP İzmir milletvekilleri Birgül Güler Ayman ve Mustafa Moroğlu da duruşmayı takip etti.

Müşteki F.N.G'nin avukatlarından Turan Tutumlu, duruşmada, sanığın üzerine atılı suçu işlediğinin sabit olduğunu iddia ederek, Prof. Dr. Pekünlü'nün cezalandırılmasını istendi.

Bir diğer müşteki avukatı Hasan Erdoğan da sanığın müvekkillerinin eğitim ve öğretim hakkını engellediğini ve bu yönde bir pişmanlığının söz konusu olmadığının görüldüğünü savunarak, cezalandırılmasını talep etti.

Sanık avukatı Murat Ülkü ise son savunmasında anayasa ve AİHM kararları doğrultusunda, türbanlı olarak derse girilmesinin yasak olduğunu öne sürdü.

Ege Üniversitesi Rektörlüğü'nden mahkemeye gönderilen yazıda da bu konuda hukuksal bir değişiklik olmadığının belirtildiğini savunan Ülkü, ''Müvekkilim, sadece türbanla üniversiteye derse giren öğrencileri tutanak ile tespit etmiştir. Bu bir suç değildir. Hiç bir öğrencinin eğitim hakkını engellememiştir. Beraatini talep ediyorum'' dedi.

Mahkeme hakimi, tarafların iddia ve savunmalarını dinlemesinin ardından sanık Prof. Dr. Pekünlü'nün F.N.G'nin eğitim öğretim hakkını hukuka aykırı olarak engellediğine hükmetti.

Sanığın, Türk Ceza Kanunu'nda eğitim öğrenim hakkının engellenmesi eylemini düzenleyen 112. Maddesi'nin 1. fıkrasında yer alan, ''Öğrencilerin toplu olarak oturdukları binalara veya bunların eklentilerine girilmesine veya orada kalınmasına engel olunması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur'' düzenlemesi gereğince 2 yıl 6 ay hapisle cezalandırılmasına karar veren hakim, cezayı sanığın duruşmalardaki iyi halini göz önüne alarak 2 yıl 1 ay hapse indirdi.

Hakim, sanığa verilen cezanın ertelenmesine ve paraya çevrilmesine yer olmadığına hükmederek, temyiz yolu açık olarak duruşmayı bitirdi.

Sanık avukatı Murat Ülkü, duruşmanın ardından yaptığı açıklamada, kararı temyiz edeceklerini söyledi.

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü Öğrencisi F.N.G, fakülte astronomi bölümü öğretim üyelerinden Üyesi Prof. Dr. Esat Rennan Pekünlü tarafından fakülte binasına başörtülü olarak girişinin engellendiği ve cep telefonuyla fotoğrafının çekildiği iddiasıyla savcılığa suç duyurusunda bulunmuş ve Pekünlü hakkında ''Eğitim öğretim hakkını engellenmek'' suçundan dava açılmıştı.

Kaynak: AA
http://www.haber7.com/guncel/haber/924153-turbani-engelleyen-profesore-hapis-cezasi
#59


Bursa'da 8 yaşında hafız olan çocuk, hediye edilen paralarla küçük kardeşine Kur'an almaya giderken alkollü sürücünün kurbanı oldu. Küçük hafızın, 'Ben Hz. Yusuf'a komşu olacağım' sözü ağlattı.

Ailesi, kazadan önce 'Ben Hz. Yusuf'a komşu olacağım' diyen küçük hafız için gözyaşı döküyor. Küçük çocuğun babası ise sanığın alkollü olmasına rağmen 2 ay sonraki ilk duruşmada serbest bırakılmasına tepki gösteriyor.

Kaza, merkez Osmangazi ilçesi Alemdar Mahallesi'nde 13 Haziran 2012 tarihinde meydana geldi. 8 yaşında hafızlığı bitiren Berke Yusuf Demir, kendisine ödül olarak verilen paralarla kardeşine yeni bir Kur'an alıp hediye etmek amacıyla dışarı çıktı. Kardeşi ile yolun karşısına geçmek istediği sırada Yaşar D.'nin kullandığı kamyonetin altında kaldı. Kazada ağır yaralanan Berke, ambulansla hastaneye kaldırıldı. Hastaneye girişte gözlerini açan ve babasını görünce 'Baba' diyen küçük çocuğun son sözleri 'Baba nefes alamıyorum' oldu. Yapılan tüm müdahalelere rağmen çocuk kurtarılamadı.

Çarpmanın ardından polis raporlarına göre 36 metre sonra durabilen şoför Yaşar D. ise olayın ardından kaçtı. Polis tarafından birkaç saat sonra evinde yakalanan D.'nin kontrollerinde 0.45 promil alkollü olduğu tespit edildi. 4 yıldan 12 yıla kadar hapis talebiyle hakim karşısına çıkan kamyonet şoförü, yapılan ilk duruşmadaki ifadesinde olaydan sonra 'eve gidip kahve içtiğini' ifade etti. Kaza sırasında alkolü daha sonra aldığını söyleyen D., psikolojisinin bozulduğunu ileri sürdü. D., 2 ay sonraki ilk duruşmada tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Kamyonet şoförünün serbest bırakılması üzerine büyük üzüntü yaşayan baba Ahmet Demir, mahkemeye yazdığı dilekçede, "Ailem yıkıldı, kızım konuşamıyor, oğlumu kanlar içinde bırakıp kahve içen adamı nasıl bıraktın?" diyerek şahsın tutuklu yargılanmasını talep etti.

Yaşadıkları acıyı anlatan Ahmet Demir, şunları dile getirdi: "Bir insan kaza yaptıysa evine gidip nasıl kahve içer? Kazadan sonra 4 metre sonra aracı bıraktım diyor, polis raporlarında 36 metre görünüyor. Bunu ayıramayacak kadar alkollü. Sanık avukatı, sanığın psikolojisinin bozulduğundan bahsediyor, ama öbür oğlumun gözünün gönünde abisi eziliyor. Bülbül gibi konuşan oğlum çok kekeliyor, konuşamıyor. O da hafızlığa devam ediyor ama 'Hafızlığımı bitirince ben de öleceğim' diye düşünüyor. Kendisine Kur'an almaya gittiği için kendisini suçluyor. 4 yaşındaki kızım ise abisini yolun ortasında kanlar içinde yatarken görüyor. Her gece 'Yusuf abim diye ağlıyor', onun psikolojisini kimse düşünmüyor."

"SON SÖZÜ 'BABA NEFES ALAMIYORUM' OLDU"

Eşinin de psikolojisinin bozulduğunu belirten Ahmet Demir, şöyle devam etti: "Bir anne için evlat ne demektir sayın mahkememiz düşünmedi. Babanın durumunu düşünemedi. Ben olay gününden beri hiçbir şey yapmıyorum. Oğlumu yerde yatarken gördüm. Hastaneye gidene kadar fark etmedi. Hastaneye girerken uyandı, beni gördü, gülerek, 'Baba' dedi. 'Efendim oğlum' dedim. 'Baba nefes alamıyorum' dedi. Odaya aldılar, kalp masajı yapmaya başladılar ve oğlum öldü. Bütün ailem benim perişan şu an. Alkollü bir adamın psikolojisinin bozulmaması için hepimizin psikolojisinin bozulması mı gerekiyor? Ben adam idam edilsin demiyorum, ama olması gereken ceza da bellidir."

"BEN HZ. YUSUF'A KOMŞU OLACAĞIM"

Kendisine, 'Köye gidip okulu bitireceksin diyorduk' dediklerini, onun ise 'Ben okula gideceğim, ama okula gitmeyeceğim' dediğini hatırlatan baba Demir, "Aynen dediği gibi oldu. Köye gitti, ama okula gidemiyor. Olaydan birkaç gün önce de bilgisayardaki bütün fotoğraflarını sildi. Bize kazayla sildiğini söyledi. Kazadan birkaç gün önce yine Kur'an kursunda 'Ben Hz. Yusuf Aleyhisselam'a komşu olacağım' demiş. Arkadaşları dalga geçmiş. Şimdi bütün çocuklar ve hocaları ağlıyor." diye konuştu.

Kaynak: CİHAN
http://www.haber7.com/guncel/haber/923744-kucuk-hafizin-goz-yasartan-son-sozleri
#60
Danıştay, avukatların icra dairelerinde borçludan tahsil edilen ve açılan davalarda da mahkemelerce karşı taraf aleyhine hükmedilip bu karara istinaden karşı taraftan tahsil edilen vekâlet ücretinin katma değer vergisine tabi olduğuna karar vermişti. Ancak bu karardan sonra aynı konuda İstanbul 11. Vergi Mahkemesi tam aksi yönde bir karara imza attı. Bu davanın safahatını okumak için lütfen tıklayınız.

Danıştay 4. Dairesinin 29.06.2011 Tarih ve Esas No: 2010/1971 Karar No: 2011/5825 sayılı kararı ve istemin özeti şu şekildeydi:

İstemin Özeti: Avukatlık faaliyetinde bulunan davacının 2006 yılı işlemlerinin incelenmesi sonucunda düzenlenen vergi inceleme raporunda; muhtelif icra müdürlüklerinden müvekkilleri adına yapmış olduğu icra takipleri sonucunda tahsil ettiği ve serbest meslek kazanç defterine gelir olarak kaydettiği vekâlet ücretleri için serbest meslek makbuzu düzenlemediği ve katma değer vergisini iç yüzde yöntemiyle ayrıştırmadığı ileri sürülerek adına resen tarh edilen 2006/1-12 dönemi katma değer vergisi ile kesilen vergi ziyaı cezasının kaldırılması istemiyle dava açılmıştır. Vergi Mahkemesi kararıyla; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu'nun 1. maddesinde avukatlığın, kamu hizmeti ve serbest bir meslek olduğu hükmüne yer verildiği, 3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu'nun 1. maddesinin (1) numaralı fıkrasında ticari, sınai, zirai faaliyet ve serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin katma değer vergisine tabi olduğu, 20. maddesinin (4) numaralı fıkrasında, belli bir tarifeye göre fiyatı tespit edilen işler ile bedelin biletle tahsil edildiği hallerde tarife ve bilet bedelinin katma değer vergisi dahil edilerek tespit olunacağı ve verginin müşteriye ayrıca intikal ettirilmeyeceğinin hükme bağlandığı, anılan Kanun maddelerinden, avukatlık mesleğinin, serbest meslek faaliyeti ve bu meslekten elde edilen kazancın da serbest meslek kazancı olduğu, serbest meslek faaliyeti çerçevesinde yapılan teslim ve hizmetlerin ise katma değer vergisine tabi bulunduğunun anlaşıldığı, bu bakımdan, serbest meslek erbabı olan avukatların gerek icra dairelerinde borçludan adlarına tahsil edilen gerekse mahkemelerce karşı tarafa hükmedilen vekalet ücretinin katma değer vergisine tabi olduğu ve belli bir tarifeye göre fiyatı tespit edilen işlerde tarifenin katma değer vergisi dahil edilerek belirlendiğinin dikkate alınmasıyla söz konusu tahsilatlar nedeniyle davacı adına tarh edilen vergi ve cezada yasaya aykırılık görülmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 423. maddesi uyarınca vekâlet ücretinin yargılama gideri olduğunu, karşı tarafa hizmet sunulmadığından vergiyi doğuran olayın gerçekleşmediğini, bu nedenle, katma değer vergisine tabi olmadığını ileri sürerek kararın bozulmasını istemektedir.

Karar: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, bozulması istenilen kararın dayandığı gerekçeler karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak durumda görülmemiştir. Bu nedenle, temyiz isteminin reddine, Vergi Mahkemesi kararının onanmasına oybirliğiyle karar verildi.
#61
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E:2008/6915
K:2008/7602
T:01.05.2008

Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
YARGITAY KARARI
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Davacı (koca), davalının boşanmadan sonra 11.11.2006 tarihinden itibaren sigortalı olarak çalışmaya başladığını, dolayısıyla yoksulluktan kurtulduğunu ileri sürerek aylık 250,00 YTL yoksulluk nafakasının kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.
Davalı (kadın) cevap dilekçesinde; davacıdan yoksulluk nafakası almak koşulu ile boşandığını, girdiği işten de çıkartıldığını, bulduğu işlerin süreklilik arzetmediğini, şu an işsiz olduğunu beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, boşanma davası sırasında davalının çalışmadığı, daha sonra sigortalı olarak işe girdiği, halen asgari ücretle çalışıp düzenli gelir elde ettiğinden sözedilerek yoksulluk nafakasının dava tarihi itibariyle kaldırılmasına karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğinden, tarafların anlaşmalı olarak boşandıkları, boşanmanın mali sonuçları konusundaki anlaşmanın mahkemece de uygun bulunarak 20.2.2006 dava tarihinden itibaren davalı için aylık 250,00 YTL yoksulluk nafakasına karar verildiği anlaşılmıştır.
MK gereğince "Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek eş, kusuru daha ağır olmamak şartıyla geçimi için diğer eşten mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir" hükmü getirilmiştir.
Yoksulluğun hukuksal kavramı sözkonusu bu maddede tanımlanmamış ise de, YHGK'un 7.10.1998 tarih ve 2-656-688 sayılı-kararında kabul edildiği gibi yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanları yoksul kabul etmek gerekir.
Davalının, boşanmadan sonra sigortalı bir işe girip çıktığı, dava tarihinde de asgari ücretle Y. adlı şirkette çalıştığı anlaşılmaktadır.
Belirtmek gerekir ki; HGK'nın yerleşik kararlarında, asgari ücretle çalışılmakta bulunması "yoksulluk nafakası" bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu kabul edilmemiştir.
Somut olayda; asgari ücretle özel bir şirkette çalışmaya başlayan davalının aldığı maaşın, insanca yaşayıp geçinme olanağı sağlayamayacağı, onu yoksulluktan kurtarmayacağı kuşkusuzdur. Kaldı ki, davalının çalışma olgusunun süreklilik arzetmeyebileceği de gözetildiğinde, mahkemece; davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı gerekçe ile kabulü doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 1.5.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E:2005/8074
K:2005/11279
T:08.11.2005

4721 s. Yasa m. 2
818 s. Yasa m. 19,20

   Dava dilekçesinde nafakanın tenkisi olmadığı takdirde Sinop İcra Müdürlüğünün 2002/756 ve 2003/752 sayılı takip dosyaları ile nafaka borcu bulunmadığının tespiti ile 31.7.2002 tarihli sözleşmeye uygun hale getirilmesi istenilmiştir. Mahkemece davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Davacı vekilinin 16.10.2003 tarihli dilekçesinde; davacı ile davalının boşandıkları ve müşterek çocuğun velayetinin davalıya verildiği, yine, taraflar arasında yapılan ve mahkemece tasdik edilen protokol gereğince küçük için aylık 150.000.000 lira nafakanın ödenmesine ve bu nafakanın her maaş artışında %50 oranında artırılacağına ilişkin hükmün aynen yerine getirilmesinin olanaksız hale geldiği ileri sürülerek nafakanın davalı ile yapılan 31.7.2002 tarihli 2.protokole uygun hale getirilmesi, olmadığı takdirde nafakanın tenkisi ve karar tarihine kadar yapılacak fazla ödemelerinde tahsili talep ve dava edilmiştir.
   Mahkemece, davanın reddi cihetine gidilmiş, hüküm, süresinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Davanın hukuki dayanağı; TMK'nun 184/5.maddesi; "boşanma veya ayrılığın fer'i sonuçlarına ilişkin anlaşmalar, hakim tarafından onaylanmadıkça geçerli olmaz" hükmünü koymuştur.
   Bu hükme göre hakimin iradesinin varlığı sözleşmenin geçerlilik şartıdır. Şu yönü belirtmek gerekir ki, eşler arasında TMK'nun 150/5.maddesine göre yapılacak sözleşme aynı yasanın 174 ve devamı maddelerinde düzenlenen hususlarla sınırlıdır. Hükmün amacı boşanma davasının getirdiği baskılar nedeniyle bunalmış tarafı korumak, ezilmeyi önlemek, haksız çıkar sağlamalarını engellemek içindir. Bunun içindir ki hakimin sözleşmelerin tamamını veya bir kısmını ret etme yetkisi vardır. Burada gözden kaçırılmaması gereken cihet, hakimin onayını gerektiren sozleşmeler boşanma davasının yapıldığı sırada akdedilenlerdir.
   Somut olayda, taraflar TMK'nun166/3 maddesi çercevesinde "anlaşmalı olarak" boşanmıslardır. Aralarında yaptıkları protokol, hukuki niteligi itibariyle TMK hükumlerinden kaynaklanmakta ıse de; genel sözleşme hükümlerine tabidir. Taraflarca yapılan anlaşma boşanma mahkemesince uygun görülmüş olup onaylanmıştır. Bu şekli ile oluşan kesin hüküm tarafları ve mahkemeyi bağlayıcıdır ( HUMK.mad.237 ).
   TMK.mad.176 /4 hükmüne göre; tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.Aynı şekilde 331.madde uyarınca; durumun değişmesi halinde hakim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır.
   Yukarıda sözü edilen yasal duzenlemelere göre tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu gerektirmesi halinde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.
   Nafaka iradı, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile indirilebilir. Borclar Kanununun 19-20. maddelerine aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmede, edimler arasındaki denge, umulmadık gelişmeler nedeniyle sonradan bozulacak olursa ( TMK:mad.2 ) gereğince sözleşme koşulları değişen maddi koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eger gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sozlesmeyı bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca, beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet, yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde sözleşmeye Hakimin müdahalesi gündeme gelir.
   Sonuç olarak, boşanma protokolünden sonra tarafların yaptıkları 31.7.2002 tarihli ikinci protokolün yukarıda açıklanan yasal ilkeler uyarınca irdelenerek bir karar verilmesi gerekmektedir. Bundan ayrı olarak ta; ikinci protokol bu şekli ile dava açılmak suretiyle hakimin tasdikine takdim edilmiştir. Bu durumda mahkemece yapılacak iş; hakkaniyet gerektiriyorsa nafakanın tenkisine karar vermekten ibarettir.
   SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 08.11.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E:2006/189
K:2006/1831
T:07.03.2006

4721 s. Yasa m. 2,4,176,331

   Davacı O. ile davalı P. aralarındaki nafaka davasına dair İstanbul 2. Aile Hakimliği'nden verilen 28.04.2005 günlü ve 2003/195 E., 2005/337 K. sayılı hükmün onanması hakkında dairece verilen 06.10.2005 günlü ve 2005/10619 E., 2005/9601 K. sayılı ilama karşı davacı vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir.
   Düzeltme isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra, dosyadaki bütün kâğıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Davada, anlaşmalı boşanma ile kabul edilen 750 DM yoksulluk nafakasının, davalının öğretmen olarak çalışmaya başlaması ve davacının da gelirinin azalması nedeniyle kaldırılması istenilmiş; mahkemece davanın reddine karar verilmiş, işbu kararın temyizi üzerine dairemizce 06.10.2005 gün ve 10619-0601 sayıyla onama kararı verilmiştir. Daire kararına karşı davacı taraf karar düzeltme isteminde bulunmuş olup, isteğin süresi içerisinde bulunduğu anlaşıldıktan sonra dosadaki bütün kâğıtlar okunup gereği düşünüldü.
   KARAR :
   Tarafların 15.12.1992 tarihinde kesinleşen ilamla anlaşmalı olarak boşandıkları, boşanma protokolünde 750 DM nafaka ödemesi ve evlenme halinde nafakanın sona ereceği hususlarının kararlaştırıldığı, davalının 17.06.1974 tarihinde öğretmen olarak göreve başlayıp evlendikten bir süre sonra da görevine devam ettiği, 20.10.1989 tarihinde istifa ettiği, boşanmadan yaklaşık iki yıl sonra 11.03.1994 tarihinde yeniden atandığı ve halen öğretmen olarak görev yapmakta bulunduğu, davalının ise 2001 yılında SSK#dan emekli olduğu, işbu davanın ise 17.09.2003 yılında açıldığı anlaşılmaktadır.
   TMK. mad. 176/lV hükmüne göre: "Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın arttırılması veya azaltılmasına karar verilebilir." Aynı şekilde 331. madde uyarınca; "durumun değişmesi halinde hakim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır."
   Yukarıda sözü edilen yasal düzenlemelere göre, iradın arttırılması veya azaltılması için ya tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin bunu gerektirmesi gerekmektedir.
   Hakkaniyet bir bakıma adaleti deyimler. Fakat; sevgi, anlayış ve hoşgörü duygularıyla paylaştırıcı ve denkleştirici davranmak, adaletli davranmaktan daha başka ve daha ileride bir anlam taşır.
   Nafaka iradı, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile şartları oluştuğu takdirde artırılabilir veya azaltılabilir. Aksi düşünce "güven" ilkesine aykırı düşer. Zira davacının sözleşme ( protokol )ile elde ettiği "statü"ye beslediği güven, davalı ( borçlunun )sosyal ve ekonomik durumunun bu özel statüyü koruyacak seviyeden daha aşağı düşmediği ( kötüleşmediği )veya hakkaniyet bunu gerektirmediği sürece sarsılıp boşa çıkarılamaz. Ancak sözleşmeyle kararlaştırılmış ve hakim tarafından onaylanmış olan iradın aradan çok az bir zaman geçtikten sonra indirilmesi isteminde bulunmak, hakkın kötüye kullanılması mahiyetini de arz edebilir.
   Bunun gibi sırf boşanmayı sağlayabilmek icin, bilerek ve isteyerek mali gücünün üzerinde bir yükümlülüğü protokolle üstlenen kişinin, sonradan bu yükümlülüğün kaldırılması ya da azaltılması yönünde talepte bulunması da iyi niyet, doğruluk-dürüstlük ve sozleşmeye bağlılık ilkeleri ıle bagdasmaz. Çünku kendi kusuru ( basiretsizliği vb. )ile mali imkanlarını zorlayan tarafın MK#nun 2. maddesinden yararlanması söz konusu olamaz.
   Ancak, Borçlar Kanunu#nun 19 ve 20. maddelerine aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmede, edimler arasındaki denge, umulmadık gelişmeler yüzünden sonradan bozulacak olursa ( örneğin olağanüstü dalgalanmalarda edimler arasındaki denge altüst oluyor ve bu yüzden ifa aşırı derecede zorlaşıyorsa )güven sorumluluğu ve ivazsız iktisabın korunmazlığı ilkesi ( MK. mad. 2 )gereğince sözleşme koşulları değişen maddi koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca, beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet, yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla bağlı kalmaları beklenemiyorsa, sözleşmeye hakimin müdahalesi gündeme gelir.
   Tarafların mali durumlarının değişmesi, iradın arttırılması veya azaltılmasını gerektirebilir. Örneğin, alacaklının ( davalının )yoksulluğu azalmış veya büsbütün ortadan kalkmıştır ya da borclunun ( davacının )mali veya gelir durumu kötüleşmiştir. Burada, iradın takdirine ( veya kararlaştırılmasına )esas olan şartları ortadan kaldıracak önemde bir değişiklik olması aranacaktır.
   Somut olayda boşanma sürecinde davalının öğretmen olduğu ve gerekirse yeniden göreve baslayabileceği öngorulerek nafakanın kabul edildiği degerlendirıldiğinde, boşanmadan iki yıl sonra işe başlanmış olması ileri sürülerek yoksulluk nafakasının kaldırılmasının istenmesi sözleşmeye bağlılık ve iyi niyet kuralları ile bağdaşmamakta ise de, boşanma sonrasında davacının emekli olduğu, gelirinin azaldığı iddia edilerek nafakanın kaldırılması ( "çoğun içinde az da vardır ilkesine göre" nafakanın azaltılması )istendiğine göre gerçekten davacının ekonomik durummunun nafaka başlangıcından sonra istem tarihi itibariyle bozulup bozulmadığı ya da ciddi oranda ödeme güçlüğü ve geçim sıkıntısı doğuracak şekilde azalıp azalmadığı araştırılıp sonucu değerlendirilmeden ve de davalının düzenli, güvenceli görevi nedeniyle gelir sahibi olması gözetilmeden eksik incelemeye dayalı olarak istemin tümüyle reddine karar verilmiş olması TMK#nun 4. maddesinde vurgulanan "hakkaniyet" ilkesine uygun bulunmamıştır. Bu nedenle dairemizin 06.10. 2005 gün ve 10619 E-9601 sayılı kararı ortadan kaldırılarak hükmün bozulması gerekmiştir.
   Mahkemece yapılacak iş; davacının, nafaka tesisi ile işbu dava tarihindeki sosyal ve ekonomik durumu tarafların tüm delilleriyle birlikte, zabıta marifetiyle araştırılıp, gerekirse resmi birimlerden kayıt ve belgeler de getirtilerek incelenip sonucuna göre hüküm kurmaktan ibarettir.
   SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 07.03.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E:2005/9674
K:2005/8731
T:19.09.2005

4721 s. Yasa m. 175
1086 s. Yasa m. 237

   Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
   KARAR : Davacı vekili dilekçesinde; müvekkili ile davalının anlaşmalı olarak boşandıklarını, boşanmadaki amacın davalının yurt dışına gidebilmesini temin olduğunu, oysa davalının bir süre sonra başka biriyle evlendiğini, müvekkilinin aldatıldığını ileri sürerek; müvekkili ( kadın ) için 200.000.000.- Lira yoksulluk nafakası takdir edilmesini, boşanma kararıyla çocuklara takdir edilen nafakanın da arttırılarak aylık 150'şer milyon Liraya yükseltilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
   Davalı vekili cevap dilekçesinde; çocuklar için ayrı ayrı 100.000.000.- Lira nafaka ödemeyi kabul ettiklerini, yoksulluk nafakası talebinin ise reddine karar verilmesini istemiştir.
   Mahkemece; "Her ne kadar anlaşmalı boşanma davası sırasında davacı eş nafaka talep etmemiş ise de, davalının Almanya'ya gidebilmesi için boşanma davasını kabul ettiği, aslında boşanma amacının olmadığı; ancak, davalının bu durumu fırsat bilerek boşandıktan sonra bir başka kadınla yaşamaya başladığı nedeni ile davalı yanıltılmış olup, bu durum MK'nun 2. maddesinde açıklanan iyi niyet kuralları gereğince korunamaz" gerekçesi ile, davacı için 100.000.000. Lira yoksulluk ve müşterek çocukların her biri için takdir edilen iştirak nafakasının da 100.000.000.- Liraya yükseltilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
   Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
   Ancak, boşanma davasında davacı ( kadın ), nafaka istemediğini beyan etmiş ve bu beyanını imzası ile tevsik etmiştir. Davacının boşanma davasındaki beyanı kendisini bağlar. Boşanma kararı kesinleşmiş olmakla, kesin hüküm nedeniyle davacının yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde yoksulluk nafakası talebinin kısmen kabulü doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
   SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 19.09.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#62
T.C.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/1908
K. 2008/5306
T. 13.11.2008

2004/m.277
1086/m.446

DAVA : Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı borçlu Selami aleyhine icra takibi yaptıklarını, borcu karşılayacak malı bulunamadığını, borçlunun alacaklısından mal kaçırmak amacıyla taşınmazlarını boşanma protokolü ile diğer davalıya devrettiğini açıklayarak tasarrufların iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, dava konusu tasarrufların boşanma ilamının feri niteliğinde bulunduğu ve davacının ancak yargılamanın iadesi yoluyla böyle bir istekte bulunabileceği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, İİK.277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
Davacı taraf, davalı borçlu Selami'nin eşi İnci Nur Ç.'e boşanma protokolü ile 8 adet bağımsız bölümü ( taşınmazı ) devrettiğini, bu devir işleminin tarafların anlaşmalı boşanmaları sonucu mahkeme hükmüne bağlandığını açıklayarak, söz konusu tasarrufun iptalini dava etmiştir. Mahkemece, mahkeme hükümlerinin tasarrufun iptali davalarına konu edilemeyeceği düşüncesi ile dava reddedilmiştir. Mahkemenin kabul şekli yasal düzenlemenin amacına uygun düşmemektedir. İlke olarak taraflar arasında bir anlaşmazlığı hükme bağlayan ilamlara karşı tasarrufun iptali davası açılamaz. Tarafların iradelerinin uygunluğu ile bir mahkeme hükmünün elde edilmesi halinde, nizalı bir yargıdan bahsedilemez. Bu gibi hallerde tarafların uygun iradesi hükmün oluşmasına yetmektedir. Alacaklısından mal kaçırmak amacında olabilen borçlu bu durumda amacına uygun bir mahkeme kararı elde edebilecektir. Somut olayda, davalı borçlu ile diğer davalı eşi, boşanma davasına esas olmak üzere bir protokol hazırlamış ve bunu mahkemeye sunmuşlardır. Davacı alacaklı, anılan protokol ile borçlu tarafından eşine devredilen 8 adet taşınmaz ( bağımsız bölüm ) hakkındaki tasarrufların iptalini istemiştir. Davacının asıl amacı, boşanmaya ilişkin mahkeme hükmünün iptali değil, taşınmaz devrine ilişkin tasarrufun iptalidir. Tasarrufun tarafları karı-kocadır. Boşanma davasında tarafların mal bölüşümü mahkeme tarafından belirlenmiş değildir. Tarafların mahkemeye anlaşma şeklinde bildirdikleri iradeleri ile mal paylaşımı belirlenmiştir. Bu gibi hallerde borçlunun alacaklısından mal kaçırabilme imkanı vardır. Gerek tasarrufun iptali davalarında, gerekse HUMK.nun 446. maddesinde yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurmak suretiyle açılan davaların yasal düzenlemelerinin, aynı amaca yönelik olduğu kuşkusuzdur. Bu durumda mahkemece tarafların delilleri toplanarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiği halde, yazılı olduğu biçimde davanın reddine karar verilmesi isabetli görülmemiştir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile usul ve yasaya aykırı olan hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 13.11.2008 tarihinde oybirliği ile karar verildi.



T.C.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
E. 2008/812
K. 2008/3427
T. 23.6.2008

4721/m.557

DAVA : Taraflar arasında görülen tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda: Davanın reddine ilişkin K.... 2. Asliye Ticaret Mahkemesinden verilen 17.10.2007 gün ve 2005/379-2007/704 sayılı hükmün duruşma yapılması isteğiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmiş olmakla işin duruşmaya tabi olduğu belirlendikten sonra 17.06.2008 Salı günü için taraflara gönderilen çağrı kağıdı üzerine hükmü temyiz eden davacı Denizbank A.Ş. vekili Av. G... Ö.... Ö... ile davalı R... E... Ö... vekili Av. A... A..., A... Z... Ö... vekili Av. R... A... B...'un hazır oldukları anlaşılmakla duruşmaya başlandı, temyiz isteğinin süresinde olduğu tesbit edilmekle hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı borçlu R... E.. Ö...'in eşi davalı A... Z... Ö...'ten 21.03.2005 tarihinde boşandığını K... Göztepe mahallesi 405 ada 73 parselde 3. kat 6 nolu daire, 399 ada 52 parselde l. kat 8 nolu daire ve S... S... K... Soğuksu 206 parsal B-l nolu bağımsız bölümü boşanma tazminatı olarak eşi A... Z...'e devrettiğini, boşanma ve devirlerin alacaklısından mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olduğunu belirterek davalılar arasındaki tasarrufun iptalini talep etmiştir.
Davalı R... E... Ö... vekili dosyanın yetki ve iş bölümü itirazı nedeniyle Küçükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesi gerektiğini, aciz belgesi sunulmadığını, müvekkilinin borcu karşılayacak malı olduğunu,icra takibinin kesinleşmediğini, aynı alacağa ilişkin mükerrer iki takip bulunduğunu, boşanma ve buna bağlı devirlerin muvazaalı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı A... Z... Ö... vekili boşanma ilamı ve protokolü tanık beyanları, fotoğraf, mektup, bilirkişi incelemesi ve tapu kayıtları gibi delillerini bildirmiştir.
Mahkemece 2005/4984 esas sayılı takibin kesinleşip kesinlişmediğinin anlaşılamadığı, 2005/5935 sayılı takibin kesinleştiği ancak bu dosyadaki 8 ve 26 Nisan 2005 tarihli zabıtların aciz vesikası hükmünde sayılamıyacağı bu nedenle dava şartının gerçekleşmediği esas yönünden de davalılar arasındaki tasarrufun 21.03.2005 tarihli anlaşmalı boşanma çerçevesinde akedilen protokole dayalı yapıldığı, İİY 278/III-I ve 280/1 maddelerinde belirtilen şartlar yerinde bulunmadığı kanısıyla davanın reddine karar verilmiş hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş ise de toplanan deliller hükme yeterli olmadığı gibi varılan sonuçta yasaya uygun düşmemektedir.
Davacı tarafın yaptığı iki icra takibinden birisinin kesinleştiği borçlunun adresinde hacze gidildiği yapılan hacizde hacze değer menkul malının bulunmadığı borçlunun adresinden de taşındığı belirlenmiştir. Bu durumda borçlunun aciz halinin gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Ayrıca diğer kesinleşip kesinleşmediğinin anlaşılamadığı biçiminde ifade edilen takibin kesinleştirilmesi ve o takipte de aciz belgesi veyahut aciz belgesi yerine geçebilecek haciz zabıtlarının da davanın devamı süresince mahkemeye ibraz edilmesi mümkündür. Borçlu iki daire bir villasını boşandığı eşi Ayşe Zerrin Özalp'e boşanma davasında anlaşmalı şekilde devretmiştir. Boşanma davası 11.03.2005 tarihinde açılmış 21.03.2005 tarihinde anlaşmalı biçimde sonuçlandırılmıştır. Uygulamada tarafların anlaşmalı boşanmaları halinde eşe yapılan mal temliklerinin iptale tabi tasarruf gibi kabul edildiği bilinmektedir. Zira bu tür temliklerde mahkeme genellikle tarafların anlaşmalı biçimindeki iradelerini esas alarak hüküm kurmaktadır. Maddi olayların hukuki tavsifini hakimin yapması gerekir. Bu konularda bilirkişi incelemesi yaptırılması doğru değildir. Boşanan eşler biribirinin aciz halinde bulunduğunu bilebilecek kişilerdir.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 550.00 YTL duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacılara verilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 23.06.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/4042
K. 2008/445
T. 31.1.2008

2004/m.278, 280

DAVA : Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı A. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili davalı Z. aleyhine icra takibi yapıldığını, borcu karşılayacak mal bulunamadığını bu nedenle borçlunun kendisine ait taşınmazlarını boşanma davası sırasında eşine manevi tazminat olarak vermesine üzerine yapılan tasarrufların iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı A. vekili, davacının elinde aciz belgesi olmadan dava açtığını, dava şartının eksik olduğunu, borçlu ile müvekkilinin boşanmasının anlaşmazlığa dayalı olduğunu, taşınmazların da tazminat olarak verildiğini belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Diğer davalı usulüne uygun davetiye tebliğine rağmen duruşmalara gelmemiş ve cevap vermemiştir.
Mahkemece, borçlu ile diğer davalının davacı bankanın hesap kesiminden sonra anlaşmalı olarak iki gün içerisinde boşandıkları, aralarındaki protokol gereği taşınmazların davalı A. adına tescil edildiği ancak bu devirlerin danışıklı yapıldığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş hüküm davalı A. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, takip sonucu davalı borçlunun borcu karşılayacak miktarda malının bulunmadığının anlaşılmasıyla aciz halinin gerçekleştiğinin kabulünde zorunluluk olmasına, 3.kişi A.'in borçlu Z.'in eşi olmasına İİY'nın 278/1 maddesinde bu derece akrabalar arasında yapılan tasarrufların bağışlama hükmünde sayıldığının ve iptale tabi olduğunun öngörülmesine, diğer taraftan A.'in borçlu olan Z.'in alacaklılarından mal kaçırmak ya da alacaklılarını ızrar kastı ile hareket ettiğini bilebilecek kişilerden olması nedeniyle de boşanma sırasında verilen Manisa İli Turgutlu İlçesi, Albayrak Mahallesi 209 ada 26 parselde kain taşınmazdaki 2 nolu mesken ile aynı ilçe 2. mıntıka 72 ada 55 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesinin devrine ilişkin tasarrufların iptali gerekeceğine ( İİY. 280/11 ) ve kararda yazılı diğer gerekçelere göre,
SONUÇ : Davalı A. vekilinin yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 227.38.-YTL kalan onama harcın temyiz eden davalı A.'dan alınmasına, 31.01.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#63
5941 Sayılı Çek Kanunu'nun konuyla ilgili 2. maddesinin ilk dört fıkrası aynen şu şekildedir:

     (1) Bankalar, çek hesabı açılması ile ilgili olarak bu Kanunla kendilerine verilen görev ve yükümlülükleri yerine getirirken, çek hesabı açtırmak isteyenin yasaklı olup olmadığını bu Kanun hükümlerine göre araştırırlar; ayrıca ilgili kişinin ekonomik ve sosyal durumunun belirlenmesinde gerekli basiret ve özeni gösterirler.
     (2) Bankalar, çek hesabı açtırmak isteyenlerin yasaklılık durumuna ilişkin Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kayıtlarını, açık kimliklerini saptamak için fotoğraflı nüfus cüzdanı, pasaport veya sürücü belgesi örneklerini, yerleşim yeri belgelerini, vergi kimlik numaralarını, tacir olanların ayrıca ticaret sicili kayıtlarını, esnaf ve sanatkâr olanların ise esnaf ve sanatkâr sicili kayıtlarını almak ve çek hesabının kapatılması hâlinde bunları, hesabın kapatıldığı tarihten itibaren on yıl süreyle saklamakla yükümlüdür. Yerleşim yeri yurt dışında bulunan kişiler, bankaya kendileri ile ilgili olarak Türkiye'de bir adres bildirmek zorundadır. Çekin karşılığının tamamen veya kısmen bulunmaması hâlinde, çek düzenleyenin bankaca bilinen adresleri, talebi hâlinde hamile verilir.
     (3) Çek hesabı ilgilinin, vekilin veya yasal temsilcisinin imzası olmadan açılamaz. Çek hesabı açılmasını veya mevcut çek hesabından çek defteri verilmesini isteyen kişi, her defasında tacir veya esnaf ve sanatkâr olup olmadığı ve kendisi hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı bulunmadığı hususunda bankaya yazılı beyanda bulunur. Tüzel kişiler adına verilecek beyannamede ayrıca, tüzel kişinin yönetim organında görev yapan, temsilcisi olan veya imza yetkilisi olan kişilerin çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı bulunmadığı belirtilir.
     (4) Hakkında çek düzenleme ve çek hesabı açma yasağı kararı bulunan gerçek kişinin, yönetim organında görev yaptığı, temsilcisi veya imza yetkilisi olduğu tüzel kişiye çek defteri verilmez.


Konuyla ilgili emsal Yargıtay Kararları aşağıdadır:


T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E:2001/8360
K:2002/509
T:28.01.2002

Taraflar arasında görülen davada Kadıköy Asliye 1.Ticaret Mahkemesince verilen 13.2.2001 tarih ve 1998/1296-2001/131 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ayşe Altun tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı bankanın, dava dışı Merkez Telekominikasyon İletişim Tic. Ltd. Şti. müdürü olduğunu söylenen Hacı Demir isimli kişiye gerekli araştırmayı yapmadan, sahte belgelere rağmen çek hesabı açtığını, dava dışı şirkete mal satan müvekkiline verilen iki çekin karşılığı bulunmadığını, çek hesabı açarken gerekli araştırmayı yapmayan davalının kusurlu eylemi sonrası müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek, toplam 6.900 USD.nın 8.9.1998 tarihinden itibaren %98 faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davacının yetkili hamil olmaması nedeniyle dava açma hakkı bulunmadığını, çek hesabı açılırken gereken dikkat ve özenin gösterildiğini, kusurun davacıda olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına gore, davalı bankanın çek karnesi verilmesi için gerekli olan belgeleri dava dışı şirketten talep ettiği, ancak bunların sıhhati konusunda yeterli araştırmayı yapmadığı, davalı bankanın gerekli araştırmayı yapmaksızın sahte olduğu anlaşılan ikametgah belgesinden hareketle gerektiğinde Ticaret Sicilinden soruşturma yaparak sahteliğini tespit edebileceği ve çek karnesi vermeyeceği icin davacının zararının doğmasına engel olmasının mümkun olacağı, bununla birlikte davacının da ilk defa ticari ilişkide bulundugu bir firma hakkında gereklı arastırmayı yapmayarak basiretli davranmadığı, dava konusu olayda tarafların %50şer oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle, 953.200.500 liranın 28.9.1998 dava tarihinden itibaren %80 ve değişen oranlarda avans işlemlerine uygulanan faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1- Davacı vekilinin cevabi temyiz dilekçesinin, temyiz defterine kaydedilmediği ve temyiz harcının da yatırılmadığı, bu durumda davacı vekilinin süresinde usulünce yapılmış temyiz istemi bulunmadığı anlaşıldığından, davacı vekilinin temyiz isteminin süre yonunden reddine karar vermek gerekmiştir.
2- Davalı vekilinin temyizine gelince; Dava, davalı muhatap bankanın çek hesabı açarken gerekli araştırmayı yapmaması ve bu hesaptan keşide edilen çekin karşılıksız çıkması nedeniyle, çek hamilinin uğradıgı zararın tazmini istemine iliskindır. Çek hesabı acan muhatap bankanın, hesap sahibinin sadece adresi üzerinde araştırma yapması yeterli değildir. Adına çek hesabı açılan dava dışı şirketin ticari itibarı ve ekonomik durumu konusunda yeterli araştırmayı yapmayan davalı muhatap bankanın kusurlu bulunmasına ve dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin süre yönünden reddine, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz isteminin reddi ile kararın ONANMASINA, alınmadığı anlaşılan 4.960.000 TL. harcın davacıdan alınmasına, 51.500.000.- lira temyiz ilam harcından peşin harcın mahsubu ile temyiz eden davalıdan alınmasına, 28.1.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak:YKD - 1999/6 - Sayfa:871



T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E:2000/5272
K:2000/6281
T:03.07.2000

Taraflar arasındaki davanın İzmir 3.Asliye Ticaret Mahkemesince görülerek verilen 10.12.1999 tarih ve 1998/2500 - 1999/1121 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava dosyası için Tetkik Hakimi Verda Çiçekli tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, davalı bankanın Şirinyer Şubesinin 32002890 nolu çek hesabına ticaret ünvanı basılı olarak verdiği çeklerden birinin keşideedilerek müvekkiline verildiğini 20.000.000.000.- lira bedelli çeki alan müvekkilinin çek bedelinin yüksek olması nedeniyle, davalı bankaya bu çek hesabının iyi işleyip işlemediğini sorduğunu, hesabın iyi işlediğinin bildirildiğini, çekin tahsili için bankaya ibrazında karşılığının olmadığı ve keşideci şirketin hayali bir şirket olduğunu öğrendiğini, 3167 sayılı Kanun'un 2 nci maddesi uyarınca, bankaların çek hesabı açarken dikkat ve özen göstermesi gerektiğini, davalının bu ozeni yerine getirmediğini ileri sürerek, 20.000.000.000.- lira'nın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müşteriye verilmiş çek kocanının yenilenmesi uzerine yanlıslığın farkedildiginı, yüksek meblağlı çek alan davacının keşidecinin durumunu araştırması gerektiğini ve asıl kusurun davacıda olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, yaptırılan bilirkişi incelemesinde, davalı bankanın 3167 sayılı çek Kanunu'nun 2 nci maddesi hükmüne aykırı davranmak sureti ile çek karnesi verip çek hesabı açtığından dolayı davacının zarara uğradığı ve bu kusurlu davranışı nedeniyle, davacının 20.000.000.000.- lira'lık zararının olduğu, bu olaydan dolayı davacının da çek keşidecisinin durumunu araştırmadığından esit oranda kusurlu olduğunun saptandığı, raporun hükum kurmaya yeterli bulunduğu gerekçesiyle, davanın 10.000.000.000.- lira'lık kısmının kabulüne, fazla istemin reddine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı davalı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 360.000.000.- lira temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 03.07.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
E:2009/3259
K:2009/4335
T:13.10.2009

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtay'ca incelenmesi davalı tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, dosyadaki belgeler okundu. Tetkik hakiminin açıklamaları dinlendi. Gereği görüşüldü:

Dava, haksız fiilden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, toplanan ve değerlendirilen deliller ile hükme dayanak yapılan uzman bilirkişi raporu esas alınarak davanın kabulüne karar verilmiş ise de, yerel mahkemenin vardığı sonuç dosya kapsamına uygun düşmemektedir.

Haksız fiilden kaynaklanan davalarda davanın kabulüne veya kısmen kabulüne karar verilebilmesi için sadece zararın ve B.K'nun 41. maddesinde öngörülen diğer haksız fiil unsurlarının kanıtlanması yeterli değildir. Bunlar yanında ayrıca ve özellikle haksız fiilin sorumluluğunun zorunlu unsurlarından olan uygun illiyet bağını kanıtlama yükü 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 6. maddesi hükmü dikkate alındığında davacı taraf üzerindedir.

Somut olaya gelince; davacı taraf davalı bankanın müşterisinden bir adet çek aldığını, çekin tahsili için muhatap bankaya ibraz edildiğinde karşılığının bulunmadığını öğrendiğini, bunun üzerine davalı bankanın dava dışı müşterisi olan borçlu hakkında icra takibi başlattığını, borçlu adına kayıtlı menkul ve gayrimenkul mal bulunamaması nedeniyle haciz işlemi yapamadıklarını, davalı bankanın çek keşidecisinin ekonomik ve sosyal durumunun belirlenmesinde özen göstermediğini, gerekli araştırmayı yapması halinde çek karnesi veremeyeceğini, bu durumda anılan çek nedeniyle zarara uğramalarının söz konusu olmayacağını öne sürerek dava açmıştır. Yukarıda açıklanan hukuksal olgu dikkate alındığında, somut olayda davacı tarafın zararının, davalı bankanın kanun ve yönetmeliklerin kendine yüklediği basiretli ve itinalı davranma yükümlülüğünü yerine getirmeden dava dışı kişiye çek karnesi vermesinden kaynaklandığını davacı taraf kanıtlamak zorundadır.

Davacı tarafından gösterilen ve bu doğrultuda toplanan deliller doğrudan ve uygun illiyet bağını kanıtlamaya yeterli değildir.

Hal böyle olunca, az yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak, toplanan delillere göre kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz, davalı tarafın temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan 337,80 TL harcın istek halinde davalı tarafa iadesine, 13.10.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.



T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E:1998/3999
K:1998/5855
T:22.09.1998

   Taraflar arasindaki davadan dolayı Ankara Asliye 5. Ticaret Mahkenesi'nce verilen 5.2.1998 tarih ve 159-25 sayılı hükmün temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
   KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı S. ve E. T. adlı kişilerden alacağına karşılık referans da alınmak suretiyle muhatadı davalı banka ve keşidecisi "F. S. Sıhhi Kağıt Tic. Ltd." olan ( 1.190.000.000 ) lira meblağlı iki adet çek aldığını, bilahare çeklerin karşılıksız çıktığı gibi çek borçluları aleyhine girişilen icra takiplerinden de sonuç alınamadığını, yapılan incelemede, çek hesabının E. T. adına olduğu halde, çeklerin adı geçen şirket adına düzenlendiğinin, esasen böyle bir şirketin hiç mevcut olmadığının anlaşıldığını, davalı bankanın çek verirken gerekli özen ve dikkati göstermediği için müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek, bu meblağın reeskont faizi ile tahsilini talep ve dava etmiştir.
   Davalı vekili cevabında, müvekkili bankada "F. S. Sıhhi Kağıt Tic.E. T." adına açılan hesabın düzenli işlemesi üzerine çek karnesi verildiğini, bir müddet bu hesaba keşide edilen çeklerin de muntazaman ödendiğini, bilahare bir çekin karşılıksız kalması üzerine sehven şirket adına çeklerin düzenlendiğinin farkedilerek elde mevcut çek yapraklarının hemen geri alındığını, bankanın kusur ve sorumluluğunun bulunmadığını, esasen çek keşidecisi ile kömur ocağı hafrıyat işi nedeniyle akti ilişki bulunan davacının keş keşidecisinin şirket olmadığını bildiğini, çekleri kabul ederken gerekli özenle ve araştırmayı yapmayan davacının kusurlu olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.
   Mahkemece, iddia ve savunmaya, toplanan delillere nazaran, çek hesabının baştan beri şirket hesabına açıldığı, bu hususun banka çalışanlarının beyanı ve şirket olarak keşide olunan başkaca çeklerin ödenmiş olması ile doğrulandığı, oysa boyle bir şirket mevcut olmayıp hayali şirket adına hesap açılmış olduğu, davacının diğer ilgililer aleyhine giristiği icra takibinın de sonucsuz kaldıgı, davacıya izafe olunacak müterafık kusur bulunmadığı, bu itibarla ceza davası neticesinin de beklenilmesine gerek görülmediği, davalının çek bedelleri kadar uğranılan zarardan sorumlu olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
   Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
   1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
   2- Ancak davada hayali şirket hesabına çek defteri verilmesi suretiyle zarara uğranıldığı ileri sürülmüş olup, davalı cevap dilekçesinde, davacı tarafın, bankada çek hesabı bulunan F. S. Kâğıt Tic. E. T. ile hafrıyat sözleşmesi yaptığını, bu nedenle daha baştan çeki alırken böyle bir şirket olmadığını bildiğini savunmustur. Davanın özüne etkide bulunacak böyle bir savunma uzerine mahkemece, davalıdan ve varsa davacıdan bu husustaki mukabil delilleri sorularak toplanması ve değerlendirilmesi gerekırken, bu hususun gozden kacırılması dogru olmadığı gibi, tacir olan davacının basiretli davranıp, kabul ettiği çeklerin güvenilirliğini, keşideci gözüken şirketin sermaye durumunu, çeklerin imzalarının şirketi temsile yetkili kişilerce atılıp atılmadığını araştırması ve çek yanında şahsi veya ayni güvenceler alması gerekirken, ( Nitekim Dairemizin 20.1.1997 tarih, 1996/6710-.16 sayılı kararın da bu ilkeler benimsenmiştir ) bu hususları yerine getirmediği için kusurlu olduğunun düşünülmemesi doğru olmamıştır.
   Öte yandan, yine Dairemiz kökleşmiş inançlarına göre, davacının diğer çekte imzası bulunan sorumlular hakkında tüm hukuki yolları tüketmiş olması zorunlu olup, davacı tarafından bu şekilde girişilen icra takiplerinin adres tahkiki safahatinde olduğu anlaşılmakla, takiplerin tamamen semeresiz kaldığından da söz etmek mümkün değildir.
   SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 22.9.1998 tarihinde, oybirliği ile karar verildi.



T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E:2007/6459
K:2007/8597
T:25.06.2007

Davacı Övün vekili tarafından, davalı Y... K... Bankası A.Ş. ve diğerleri aleyhine 02.02.1999 gününde verilen dilekçe ile manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.10.2004 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, kendisine ait sürücü belgesi kullanılarak davalı Necati tarafından düzenlenen sahte belgeler ve A... Üçüncü Noterliği'nde tanzim edilen imza onayı ile davalı Y... K... Bankası A.Ş.'nin A... Şubesinde çek hesabı açtırıldıgını, kullanılan çeklerin karşılıksız çıkması üzerine hakkında Cumhuriyet Savcılığı tarafından kovuşturmalar yapılıp, ceza davaları açıldığını, işyerine gönderilen bildirimler ve çevrede yapılan araştırmalar nedeniyle onurunun incindiğini belirterek manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Mahkemece, zararın davalı Necati'nin haksız ve hukuka aykırı eyleminden doğduğu, diğer davalıların olayda kusurları bulunmadığından sorumluluklarının söz konusu olamayacağı gerekçesiyle davalı banka ve noter M.Y. hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre; davacının kaybolan sürücü belgesi davalı Necati tarafından ele geçirilmiş, resmi değiştirilerek ve bu kimlik ile ikametgah ilmühaberi alınarak davalı notere imza onayı için başvurulmuştur. Noter tarafından üzerinde tahrifat yapılmış sürücü kimliği esas alınarak imza onayı düzenlenmiştir. Davalı bu imza onayı ile birlikte kimliğin fotokopisi, ikametgah ilmühaberi ve Nüfus Cüzdan Örneği fotokopisini ibraz ederek davalı banka şubesinden çek hesabı açılması talebinde bulunmuş ve talebi yerinde görülerek açılan çek hesabından 10.07.1998 tarihinde çek karnesi verilmiştir. Davalı Necati'nin imzaladığı çeklerden biri karşılıksız çıkmış ve davacı hakkında karşılıksız çek düzenlemek nedeniyle işlemler yapılmıştır. Davacının bu şekilde durumu öğrenip davalı banka şubesine başvurması üzerine, davalı banka tarafından bu konuda Merkez Bankası'na bildirimde bulunulmuştur.

Davalılardan M.Y., A... Üçüncü Noteridir. 1512 sayılı Noterlik Kanu-nu'nun 1. maddesine göre, noterlik bir kamu hizmeti olup, noterler hukuki güvenliği sağlamak ve anlaşmazlıkları önlemek için işlemleri belgelendirir ve kanunlarla verilen başka görevleri yaparlar. Anılan Yasa'nın 90. maddesinde, hukuki işlemlerin altındaki imzanın onaylanmasının imzayı atan şahsa ait olduğunun bir şerhle belgelendirilmesi şeklinde yapılacağı, 92. maddesinde ise, onaylama şerhinin işlemin yapıldığı yer ve tarihi, ilgilinin kimliği, adresi ve vergi kimlik numarasını, noter ilgiliyi tanımıyorsa, kimliği hakkında gösterilen ispat belgesini ve işleme katılanların ve noterin imza ve mührünü taşıması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Sahte kimlik ile davalı tarafından imza onayı yapıldığı anlaşılmaktadır. İşlem yapılırken imza onayı yapılan kişinin kimliğini ispat için sunduğu belgenin incelenmesinde kamu hizmeti yapan noterlerin gerekli tüm dikkat ve özeni göstermeleri gerekir. Olayımızda kamu hizmetinin gerektirdiği özenin gösterilmemiş olması sonucu, davacı adına düzenlenen karşılıksız çekler nedeniyle davacı iş ve sosyal çevresinde zor durumda kalmış, onuru incinmiştir.

Davalı Y... K... Bankası A.Ş.'nin durumuna gelince; Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkındaki 3167 sayılı Yasa'nın 2. maddesi gereğince; bankalar, çek hesabı açmak maksadıyla bu Kanunla kendilerine verilen görev ve yükümlülükleri yerine getirirken, çek hesabı açtırmak isteyenin yasaklılık ve engel durumu bulunup bulunmadığını, TC. Merkez Bankası'nca 9. maddeye göre bankalara yapılan duyumlar çerçevesinde her birinin kendi nezdinde oluşturduğu kayıtlardan araştırırlar, ayıca bu kişinin ekonomik ve sosyal durumu gibi hususların belirlenmesinde gerekli basiret ve özeni gösterirler, aynı Yasa'nın 3. maddesine göre ise; bankalar çek hesabı açtıranların açık kimlik ve adreslerini saptamak için fotoğraflı nüfus cüzdanı örnekleri ile yerleşim yeri belgelerini, tacir olanların ayrıca ticaret sicili kayıtlarını almak, bunların açık kimliklerini, adreslerini, vergi kimlik numaralarını ve çek hesabının kapatılma hallerini onbeş gün içinde TC. Merkez Bankası'na bildirmek zorundadır. Ayrıca Bankalar Yasası'nda da banka mudi-lerinin kimliklerinin gerçeğe uygun tespit edilmesi konusunda düzenleme mevcuttur. Açıklanan yasal düzenlemeler gözetildiğinde, davalı bankanın, çek hesabı açtıran şahsın kimlik bilgilerine ilişkin belgelerin asıllarını istemeden, sosyo-ekonomik durumu hakkında gerekli araştırmayı yapmadan kendisine çek karnesi verdiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle, davalı Necati çek karnesi alarak bu çekleri de kullanmış ve davacı hakkında karşılıksız çek düzenlemekten yasal işlemler yapılmıştır.

Yukarıda açıklanan yasal düzenlemeler ile olayların gelişimine göre davalılar Y... K... Bankası A.Ş. ve M.Y.'nin dava konusu olayların meydana gelmesine eylemleriyle neden oldukları gözetilerek sorumluluklarına karar verilmesi gerekirken, sorumluluğu gerektirir eylemleri bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 25.06.2007 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#64
Hükümet tarafından TBMM'ye gönderilen ve halihazırda komisyonda görüşmeleri devam eden Sermaye Piyasası Kanunu Tasarısı'nın 16. maddesine göre, pay sahibi (hissedar) sayısı beşyüzü geçen şirketler, iki yıllık süre içinde hisselerinin borsada işlem görmesi için İMKB'ye başvurmak zorunda. Bu düzenlemenin hedefinde, ortak sayısının beşyüzün üzerinde olduğu bilinen Kombassan, Yimpaş ve JetPa Holding gibi şirketler bulunuyor. Böylelikle bu şirket hissedarları bir nebze rahatlamış olacaklar; hiç değilse bu şirketler borsaya açıldıktan sonra çok daha sıkı bir kontrole tabi tutulacak. Öyle ki tasarının 91. maddesine göre SPK'ya tabi şirketlerin hukuka aykırı işlemleri ile sermayeyi veya malvarlığını azaltıcı işlemleri söz konusu olduğunda ve bu durum mahkeme kararı ile tespit edildiğinde, bu işlemlerde sorumluluğu bulunanların Kurul tarafından imza yetkileri kaldırılabilecek ve şayet ilgililer hakkında suç duyurusunda da bulunulmuşsa, Kurul, yargılama sonuçlanıncaya kadar ilgilileri görevden almaya ve yapılacak ilk genel kurul toplantısına kadar da görevden alınan yönetim kurulu üyelerinin yerine yenisini atamaya yetkili olacak. Bakalım kanun tasarısı ne zaman mecliste görüşülerek kabul edilecek ve tasarının son hali mevcut halini ne kadar koruyabilecek?

Kanun tasarısının güncel durumunu aşağıdaki linkten takip edebilirsiniz:
http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/tasari_teklif_sd.onerge_bilgileri?kanunlar_sira_no=108129
#65
T.C.
YARGITAY
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu

K:2012/1
T:09.02.2012

14.02.2011 tarih ve 27846 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 09.02.2011 gün ve 6110 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 8. maddesi ile 2797 sayılı Yargıtay Yasası'nın 14. maddesinde yapılan değişiklik uyarınca; Yargıtay Başkanlar Kurulunun 26.01.2012 tarih, 1 sayılı kararı ile hazırlanan Yargıtay İşbölümü karar tasarısını görüşmek üzere Yargıtay Büyük Genel Kurulu önceden belli edilen 09.02.2012 Perşembe günü saat: 09.15'da 305 Üyenin katılımıyla Konferans Salonunda Birinci Başkan A.Nazım Kaynak'ın Başkanlığında toplandı.

A)      Hukuk Dairelerinin İş Durum Çizelgesi;

HUKUK DAİRELERİ
2010'dan Devir
2011'de Gelen İş
2011'de
Çıkan İş
2012'ye
Devir

Hukuk Genel Kurulu
90
893
818
165

1. Hukuk Dairesi
1147
14910
14157
1900

2. Hukuk Dairesi
16488
23366
24221
15633

3. Hukuk Dairesi
3130
23026
22076
4080

4. Hukuk Dairesi
7360
15916
14370
8906

5. Hukuk Dairesi
6787
21622
22618
5791

6. Hukuk Dairesi
3793
15384
16072
3105

7. Hukuk Dairesi
3980
8100
8505
3575

8. Hukuk Dairesi
2697
8094
7970
2821

9. Hukuk Dairesi
44049
55000
50347
48702

10. Hukuk Dairesi
13700
20314
21680
12334

11. Hukuk Dairesi
15982
15977
17872
14087

12. Hukuk Dairesi
11909
32683
31599
12993

13. Hukuk Dairesi
5698
21235
21674
5259

14. Hukuk Dairesi
1265
16191
16458
998

15. Hukuk Dairesi
4267
7700
8203
3764

16. Hukuk Dairesi
4250
8964
10309
2905

17. Hukuk Dairesi
4846
13350
13435
4761

18. Hukuk Dairesi
2440
12478
13144
1774

19. Hukuk Dairesi
5441
16601
17072
4970

20. Hukuk Dairesi
2559
17683
16375
3867

21. Hukuk Dairesi
9936
17487
14534
12889

22. Hukuk Dairesi
 
18688
9126
9562

23. Hukuk Dairesi
 
5083
3027
2056

Toplam Hukuk
171814
410745
395662
186897

B)      Ceza Dairelerinin İş Durum Çizelgesi;

CEZA DAİRELERİ
2010'dan Devir
2011'de Gelen İş
2011'de
Çıkan İş
2012'ye
Devir

Ceza Genel Kurulu
38
902
305
635

1. Ceza Dairesi
9067
8565
8737
8895

2. Ceza Dairesi
37380
39155
43136
33399

3. Ceza Dairesi
22390
44056
25703
40743

4. Ceza Dairesi
33719
24300
25719
32300

5. Ceza Dairesi
17062
14443
25899
5606

6. Ceza Dairesi
69296
24156
49802
43650

7. Ceza Dairesi
36513
13120
27361
22272

8. Ceza Dairesi
24808
18434
18518
24724

9. Ceza Dairesi
28456
12513
30935
10034

10. Ceza Dairesi
59219
27487
59218
27488

11. Ceza Dairesi
26552
13893
24294
16151

12. Ceza Dairesi
 
24526
10702
13824

13. Ceza Dairesi
 
36918
10155
26763

14. Ceza Dairesi
 
23049
6341
16708

15. Ceza Dairesi
 
68118
23981
44137

Toplam Ceza
364500
393635
390806
367329
 
GENEL TOPLAM
536314
804380
786468
554226

Hukuk ve Ceza Dairelerinin İş durum çizelgeleri incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:

I ) YARGITAY HUKUK DAİRELERİ İŞBÖLÜMÜ

A) İŞBÖLÜMÜ GENEL ESAS VE İLKELERİ

1.        Yargıtay Hukuk Daireleri arasında işbölümü, temyiz incelemesinin sonuçlandırılmasında zaman kayıplarını önlemek, uzmanlaşmayı, akademik çalışma ve işbirliğini desteklemek, hukuksal problemlerimizin çözümünde sorumluluk üstlenerek yönlendirici olabilmek ve Hukuk Dairelerinin hukuksal kimliklerini güçlendirmek amacıyla, aşağıda yer alan "ihtisas alanı ve temel görev esasları" çerçevesinde yapılır.

2.        İhtisas Alanı :

1.        Yargıtay Hukuk Daireleri, "Medeni Hukuk Daireleri", "Gayrimenkul Hukuku Daireleri", "Ticaret ve Borçlar Hukuku Daireleri", "İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Daireleri" olmak üzere dört "ihtisas alanı" altında toplanır.

2.        Her Hukuk Dairesi, kural olarak yalnızca bir ihtisas alanı altında yer alır.

3.        Zaruret bulunması halinde bir hukuk dairesi, iki ihtisas alanı altında yer alabilir.

3.        Temel Görev :

1.        Her Hukuk Dairesi, ihtisas alanına giren temel bir göreve sahiptir.

2.        Hukuk Dairelerine, kural olarak, temel görevi ile bağdaşmayan görevler verilmez.

3.        Zorunluluk bulunması halinde bir Hukuk Dairesine, ihtisas alanları ile uyumlu birden fazla temel görev verilebilir.

4.        Zaruret bulunması halinde bir daireye, bu durum ortadan kalkıncaya kadar, ihtisas alanı ve temel görevi dışında da görev verilebilir.

5.        İhtisas alanı ve temel görevin belirlenmesinde, taraflar arasındaki ihtilafın   çözümünde uygulanması gereken hukuksal normlar esas alınır.

6.        Hukuk Dairelerine verilecek işlerin belirlenmesinde, 6100 sayılı Kanunla getirilen değişikliklere uyum sağlamak ve işbölümünde karışıklığı önlemek amacıyla, Sulh Hukuk / Asliye Hukuk Mahkemesi ayırımı dikkate alınmaz.

B) ORTAK HÜKÜMLER

1.        Bu işbölümüne ilişkin kararların yürürlüğe girdiği tarih itibariyle, 12.05.2011 tarihli Yargıtay Büyük Genel Kurulu kararı uyarınca dairelerin görevinde olup henüz temyiz incelemesi sonuçlanmayan dosyaların temyiz incelemeleri aynı daireler tarafından tamamlanır.

2.        Bu iş bölümünün yürürlüğe girdiği tarihten önce, eksiklikleri nedeniyle mahalline geri çevrilen dosyaların temyiz incelemesi ile temyiz incelemesi tamamlanarak mahalline gönderilen dosyalara ilişkin karar düzeltme istemlerinin incelemesi aynı daire tarafından tamamlanır.

3.        Dairelerin ihtisas alanları ve temel görevleri ile bağlantılı ve/veya fer'isi durumunda bulunan ve açıkça diğer dairelerin görevine girmeyen davalar hakkında verilen hüküm ve kararlar, temel görevli daire tarafından incelenir.

4.        Asıl davayla ilgili ihtiyati haciz ve ihtiyati tedbir taleplerine ilişkin kararların temyiz inceleme görevi, asıl davaya bakacak olan daireye aittir.

5.        Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu'nun değişmesi ve değişik şekillerinin yürürlük tarihleri nazara alınarak bu iş bölümünde, eski kanunlara yapılan atıfların yeni Kanunların yürürlüğe girmesi ile birlikte yeni kanunların karşılık gelen hükümlerine yapılmış sayılır. Aynı şekilde, bu işbölümü ile yasa maddelerine yapılan diğer atıflar, ilgili yasanın değişmesi halinde yeni yasanın karşılık gelen maddelerine yapılmış sayılır.

6.        Bir davada, bir kaç hukuk dairesinin görevine giren uyuşmazlık söz konusu ise, temyiz incelemesi, uyuşmazlığı doğuran asıl hukuki ilişkiye ait hüküm ve kararları inceleyen daire tarafından yapılır.

7.        Bir davada, uyuşmazlık konusu hukuki ilişki bir kaç dairenin görev alanına giren karma sözleşmeye yahut birden ziyade sözleşme türüne ayrı ayrı dayanıyorsa, temyiz incelemesi, bunlardan Borçlar Kanunundaki özel sözleşme türüne ilişkin davalara ait hüküm ve kararları incelemekle görevli daire tarafından yapılır.

8.        Yabancı mahkeme kararlarının tanınması ve tenfizi istemli davalar sonucu verilen kararlar ile hakemlerce ve hakemlere ilişkin her türlü işlerle ilgili hüküm ve kararların incelenmesi, esas davaya ait hükmü incelemekle görevli daire tarafından yapılır.

9.        Ebniye Kanunu, 2510 sayılı İskan Kanunu ve 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu gibi kanunlardan doğan ve ayın davası açılması imkanı bulunmayan durumlarda açılan tazminat davaları ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 186 ncı maddesi hükmünden yararlanılmak suretiyle tazminata dönüştürülen davalara ilişkin olarak verilen hüküm ve kararların temyiz incelemesi, ayın uyuşmazlığını inceleyecek daire tarafından yapılır.

10.     İşbölümünde 1/2 paylaşım esasına göre görev alan daireler arasında işlerin paylaşımı, o gün ya da hafta içinde gelen dosyaların eşit iki gruba ayrıldıktan sonra kura çekilmesi suretiyle yapılır.

11.     Yargıtay 5. ve 18. Hukuk daireleri arasında görev bölüşümüne esas olan iller aşağıda sıralandığı şekilde (ve önceki işbölümü kararlarında olduğu gibi) iki grup halinde belirlenmiştir:

1.        Birinci Grup : Adıyaman, Ağrı, Amasya, Ankara, Ardahan, Artvin, Bartın, Batman, Bayburt, Bingöl, Bitlis, Bolu, Çankırı, Çorum, Diyarbakır, Düzce, Edirne, Erzincan, Erzurum, Gaziantep, Giresun, Gümüşhane, Hakkari, Iğdır, İstanbul, Karabük, Kars, Kastamonu, Kırıkkale, Kırklareli, Kilis, Kocaeli, Mardin, Muş, Ordu, Rize, Sakarya, Samsun, Siirt, Sinop, Sivas, Şanlıurfa, Şırnak, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Tunceli, Van, Yalova, Yozgat, Zonguldak.

2.        İkinci Grup : Adana, Antalya, Afyon, Aydın, Aksaray, Balıkesir, Bilecik, Bursa, Burdur, Çanakkale, Denizli, Elazığ, Eskişehir, Hatay, Isparta, İzmir, İçel (Mersin), Kayseri, Karaman, Konya, Kütahya, Kahramanmaraş, Kırşehir, Malatya, Manisa, Muğla, Nevşehir, Niğde, Osmaniye, Uşak.

12.     6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 47. maddesi uyarınca, hakimlerin fiil ve kararlarından dolayı Devlet aleyhine açılan tazminat davalarının ilk derece yargılaması asıl davanın temyiz incelemesini yapmakla görevli ilgili Hukuk Dairesi tarafından yapılır.

13.     Gayrimenkul mülkiyeti ya da zilyetliğinin korunması ile ilgili davalarda Hazine ya da Orman Yönetimi taraf olup, ihtilafın çözümü için orman yönünden de araştırma yapılması gerekli bulunan davalar sonucu verilen hüküm ve kararların temyiz incelemesi, dairelerin görevleri yazılırken istisna tutulup tutulmadığına bakılmaksızın 20. Hukuk Dairesi tarafından yapılır.

C) DAİRELERİN GÖREVLERİ

BİRİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Gayrimenkul Hukuku

Temel Görevi : Gayrimenkul Mülkiyeti / Tapu Sicili

1.        Taşınmaz mallara ilişkin, tapu kaydına ve mülkiyet hakkına dayalı tapu iptal, tescil, elatmanın önlenmesi, yıkım (kal) istemli davalar ile bu davalarla birlikte açılan haksız işgal tazminatı (ecrimisil) istemli davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar.

(16. H.D.nce bakılan kadastro sonucu oluşan tapu kaydının, kadastro öncesi neden olarak tapu kaydına dayalı iptal ve tescil davaları, 8. H.D.nce bakılan Hazinenin devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yer ya da zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmadığı iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil davaları ile 3. H.D.nce bakılan ve müstakilen açılan haksız işgal tazminatı (ecrimisil) davaları hariç olmak üzere)

2.        Uygulamada "muris muvazaası" olarak tanımlanan ve 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararına konu edilen uyuşmazlıklar nedeniyle, tapu iptali ve tescil istemli davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

3.        Mülkiyet hakkına dayanılarak açılmış ve bu hakkın gerçek sahibine hükmen nakledilmesini amaçlayan tapu iptal davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar, (TMK. 705 ve 716. maddesinden kaynaklanan davalar)

4.        Batıl ve geçerli olmayan (sahtecilik ve ehliyetsizlik gibi) nedenlerle yok hükmünde olduğu ileri sürülen temliki tasarruflar hakkında açılmış davalar (TMK. md.1025'e dayalı ve aynı Kanunun 15. vd. maddeleri hükümlerinden kaynaklanan davalar) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        Gabin, hata, hile ve ikrah gibi iradeyi sakatlayan sebeplere (BK.'nun 21. ile 23. vd. madde hükümlerinden kaynaklanan davalar) dayanılarak açılmış tapu iptal davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

6.        Bağış suretiyle tapuda gerçekleştirilen temliki tasarruflar hakkında, bağışlamadan rücu koşullarının gerçekleştiği, koşullu bağıştan koşulun yerine getirilmemesi nedeniyle rücu, rücu koşuluyla bağıştan vazgeçme nedenleri ileri sürülerek açılan davalar (BK.'nun 240, 241, 242, 243, 244 ncü maddelerinden kaynaklanan davalar) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

7.        Ölünceye kadar bakma ve gözetme sözleşmesine bağlanarak yapılan temlikî tasarruflar hakkında açılmış, "sözleşmeye aykırılık" ya da "geçersizlik" iddiasını taşıyan tapu iptal davaları (BK.'nun 511 vd. maddeleri hükümlerinden kaynaklanan davalar) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

8.        Tapuda vekil eliyle gerçekleştirilen temliki tasarruflara yönelik olarak vekaletin hile ile alındığı ve kötüye kullanıldığı iddiası ile açılan tapu iptal ve tescili davaları (BK. 386. vd. Maddelerinden kaynaklanan davalar) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

9.        Hazine tarafından açılan, TMK.un 588. maddesine dayalı gaiplik ve buna bağlı tapu iptal ve tescil davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

10.     İmar uygulaması (şuyulandırması) sonucu (3194 sayılı kanun m.18, 2981 ve 3290 sayılı kanunlar m.10/c m. Hükmü uyarınca) oluşan imar parsellerinin hukuki dayanağını teşkil eden idari işlemin idari yargıda iptal edilmesiyle yolsuz tescil durumuna düşen imar çap kayıtlarının iptali ile eski kadastral mülkiyet ve geometrik durumuna çevrilmesi isteğiyle açılan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

11.     Cemaat Vakıflarınca açılıp Asliye Hukuk Mahkemelerinden verilen tapu iptal ve tescil davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

12.     Vakıfların, 5737 sayılı Yasanın 17 ve 30. maddesi uyarınca açmış oldukları tapu iptal ve tescil davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

13.     Tapu kayıt maliki ile davacının aynı kişi olduklarının tespitine ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

14.     Tenkise ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararları,

İKİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Medeni Hukuk

Temel Görevi : Evlilik Hukuku / Miras Hukuku

1.        4721 sayılı Türk Medeni Kanununun Aile Hukuku başlıklı İkinci Kitabının, "Evlilik Hukuku" başlıklı 1. Kısmında yer alan hükümlerden kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar

(8. H.D.nce bakılan mal rejiminden kaynaklanan davalar, 3. HD.nce bakılan nişan bozmadan kaynaklanan davalar ile münhasıran açılan nafaka davaları ve 6. HD.nce bakılan eşya davaları hariç olmak üzere)

2.        4721 sayılı Türk Medeni Kanununun Aile Hukuku başlıklı İkinci Kitabının, "Hısımlık" başlıklı 2. Kısmında yer alan hükümlerinden (TMK. m.321-395) kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

(18. H.D.nce bakılan "Türk Medeni Kanununun m. 282 ila 320 : Hısımlık / 1. Bölüm, 1, 2, 3 ve 4. ayırımlar: kocanın babalığı, tanıma ve babalık, evlat edinme" hükümlerinden kaynaklanan davalar ile 3. H.D.nce bakılan ev başkanının sorumluluğundan (m.369) kaynaklanan davalar hariç olmak üzere)

3.        Mülga 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanununa ve bu kanun yerine geçen 5718 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Kanununa göre işbu işbölümü cetvelinde gösterilen konularda yabancı mahkemelerden verilen aile hukukuna ve miras hukukuna ilişkin kararların tanınması ve tenfizi davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

4.        Uluslararası Çocuk Kaçırmanın Hukuki Veçhelerine Dair Sözleşmeye ve 5717 sayılı yasaya göre açılan çocukların mutad meskeni olan ülkeye iadesine ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        2828 sayılı Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kanununa göre korunmaya muhtaç çocuklarla ilgili koruma kararları, bu kararların uzatılmasına veya kaldırılmasına ilişkin davalar ile 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununa göre; korunmaya muhtaç çocuklar hakkında verilen koruyucu ve destekleyici tedbir kararları,

6.        4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanuna dayanılarak alınan tedbirler,

7.        4721 sayılı Türk Medeni Kanunu 3. Kitap : "Miras Hukuku" hükümlerinden kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

(3. HD.nce bakılan vasiyetnameye ilişkin davalar, 1. HD.nce bakılan muris muvazaası nedeniyle tapu iptal-tescil ve tenkis davaları, 7. HD.nce bakılan mirasçılık belgesine ilişkin davalar ve 8. HD.nce bakılan miras taksim, miras payının devri ve miras sözleşmesine dayalı tapu iptal ve tescil davaları hariç olmak üzere)

ÜÇÜNCÜ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Borçlar-Ticaret Hukuku

Temel Görevi : Sebepsiz Zenginleşme / Kusursuz Sorumluluk / Kira Tespiti

1.        Arada sözleşme ilişkisi bulunup bulunmadığına bakılmaksızın BK.nun 61-67. maddelerine temas eden sebepsiz zenginleşmelerden kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

2.        Taraflarının sıfatına (tacir olup olmadığına ve kiralayan ya da kiracı olup olmadığına) bakılmaksızın, kira sözleşmesinden kaynaklanan, kira tespiti davaları ile uyarlama davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar.

3.        Bağımsız olarak açılan haksız işgal tazminatı (ecrimisil) taleplerine ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

4.        Kusursuz sorumluluktan kaynaklanan davalar (BK- 55, 56, 58, TMK-369 vb.) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        Noterlerin hukuki sorumluluğuna ilişkin davalar,

6.        Diş tedavi, protez v.s. yapımından kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

7.        Estetik amaçlı ameliyatlardan doğan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

8.        Araç tamirine ilişkin davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar,

9.        Fotoğraf ve video çekiminden kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

10.     Kaynaklara, özel ve genel sulara ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

11.     4721 sayılı Türk Medeni Kanununun "Miras Hukuku" Başlıklı 3. Kitabında yer alan "Vasiyetname" hükümlerinden (T.M.K. m. 520-526, 542-544, 550-556, 557-559, 600-604 ve 595-597) kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar.

12.     Boşanma davasından bağımsız olarak açılan her çeşit nafakaya ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

13.     Nişan bozmadan doğan hediyelerin geri alınması ve tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

DÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Borçlar / Ticaret Hukuku

Temel Görevi : Haksız Fiil Tazminatı

1.        Haksız eylemden kaynaklanan ve diğer dairelerin görevine girmeyen davalar (her türlü haksız eylem, haksız haciz, haksız ihtiyati tedbir, haksız şikâyet vs.den kaynaklanan tüm davalar) nedeniyle verilen hüküm ve kararlar,

( 17. HD.nce bakılan trafik kazalarından kaynaklanan maddi hasara ilişkin tazminat davaları, 7. HD.nce bakılan tarafların tacirler arasında haksız eylemden kaynaklanan davalar, 7. HD.nce bakılan kaçak elektrik, su, doğalgaz kullanımından kaynaklanan davalar hariç olmak üzere)

2.        Trafik kazası sonucu oluşan cismani (bedensel) zarar ile ölüm nedeniyle destekten yoksun kalmadan kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

3.        Taraflarının tacir ve işin ticari işletmeyle ilgili bulunmadığı, ceza hukuku açısından suç oluşturan eylemlerden kaynaklanan tazminat davaları (hırsızlık, öldürme, yaralama, hakaret vs.den kaynaklanan tüm davalar) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

(17. HD.nce bakılan trafik kazalarından kaynaklanan maddi hasara ilişkin tazminat davalar hariç olmak üzere)

4.        Tarafların sıfatına bakılmaksızın basın yolu ile kişilik hakkına saldırıdan kaynaklanan tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        T.M.K. 24. ve B.K. 49. maddeleri gereğince kişilik haklarına saldırı nedeniyle açılan tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

6.        Taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunmayan araç mülkiyetinin tespiti davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

7.        B.K. 18. maddesi gereğince muvazaa iddiasına ilişkin iptal davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

8.        Menkul eşyalara ilişkin alacak ve tespit davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

9.        Çevre kirlenmesinden kaynaklanan davalar, davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

10.     İş akdi ile çalışmayan kamu görevlilerinin çalıştığı kuruma karşı verdikleri zararlardan kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

11.     2330 sayılı Nakdi Tazminat Kanunundan kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

12.     Özel yasalardan kaynaklanan (Maden Kanunu, Taş Ocakları Nizamnamesi, Milli Müdafaa Mükellefiyeti Kanunu gibi) ve diğer hukuk dairelerinin görevi dışında kalan davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar,

13.     Orman Kanunundan doğan tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

14.     3530 sayılı Tahkim Kanunundan doğan uyuşmazlıklar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar.

15.     İcra ve İflas Kanunu 5. maddesi gereğince icra memurlarının eylemi nedeniyle Adalet Bakanlığı aleyhine açılan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

16.     Tarafların tacir ve işin ticari işletmeyle ilgili bulunmadığı İcra ve İflas Kanununun 89.maddesinden kaynaklanan menfi tespit davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar

17.     Yedieminlerin sorumluluğuna ilişkin olup, sözleşmeden kaynaklanmayan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

18.     Tarafların tacir ve işin ticari işletmeyle ilgili bulunmadığı gemi siciline kayıtsız deniz araçlarının çarpışmasından doğan davalar,

19.     İdari yargı kararlarının uygulanmamasından doğan maddi ve manevi tazminat davaları,

20.     Hâkimlerin sorumluluğundan kaynaklanıp Devlet aleyhine açılacak davalar ile buna ilişkin rücu davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

(Ortak hükümler bölümünün 12. maddesinde yazılı davalar hariç olmak üzere)

21.     Her türlü idari eylem ve işlemler ile idarenin sorumlu olduğu diğer sebeplerin yol açtığı vücut bütünlüğünün kısmen veya tamamen yitirilmesine yahut kişinin ölümüne bağlı maddi ve manevi zararların tazminine ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar.

BEŞİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı : Gayrimenkul Hukuku

Temel Görevi : Kamulaştırma / Devlet Tarafından Mülkiyet Hakkının İhlalinden

  Kaynaklanan Tazminat

1.        Genel Hükümler bölümünde yazılı "Birinci Grup"ta yer alan illerin merkez ve ilçelerinde bulunan mahkemeler tarafından, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunundan kaynaklanan (kamulaştırmasız elatma nedeniyle açılan tazminat davaları hariç olmak üzere) davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

2.        Kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan el atmanın önlenmesi, taşınmaz ve muhtesat bedellerinin tahsili davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

3.        Çiftçiyi Topraklandırma Kanunundan kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

4.        İmar uygulaması sonucu bedele dönüştürülen taşınmaz bedelleri ile imar uygulaması sebebi ile oluşturulan ipotek bedellerinin artırılması ve eksiltilmesi ile ilgili davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        Tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan tazminat davaları (MK. 1007 md.) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

6.        Tapu kaydının mahkeme kararıyla iptalinden kaynaklanan ve Devlet aleyhine açılan tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

7.        775 sayılı Gecekondu Kanunundan Kaynaklanan tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar.

ALTINCI HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Gayrimenkul Hukuku – Borçlar / Ticaret Hukuku

Temel Görevi : Kira Hukuku / Ortaklığın Giderilmesi / Vefa, Şufa ve İştira Hakları

1.        Kira ilişkisinden (hasılat kirası dahil) doğan tahliye davaları, tahliye davası ile birlikte görülen kira karşılığı ve tazminat davalarına ilişkin hüküm ve kararlar (6570 Sayılı Yasa m. 7, Borçlar Kanunun 249- 250- 251- 256- 260 -262-285-287-288 ),

2.        İcra İflas Kanununun 10. Bab'ında (Kira alacağı ve tahliyeye ilişkin takip) düzenlenen itirazın kaldırılması davaları ile bu davayla birlikte açılan ve buna bağlı olarak tahliyeye ilişkin İcra Tetkik Merciince verilecek hüküm ve kararlar,

3.        Taraflarının sıfatına bakılmaksızın (tacirler arası kira ilişkisi dahil), kira ilişkisinden kaynaklanıp (hasılat kirası dahil) kiracı, kiralayan veya mülk sahibi tarafından açılan davalar (kiracılığın tespiti, menfi tespit, itirazın iptali, alacak ve tazminat davaları) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

(3. H.D.nce bakılan kira tespit ve uyarlama davaları hariç olmak üzere)

4.        Hasılat kirası hükümlerine tabi ticari işletme kiralanmasından kaynaklanan davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar,

5.        Kira alacağı nedeniyle başlatılan takipler üzerine icra mahkemelerince verilen itirazın kaldırılması kararları,

6.        Şuf'a, iştira ve vefa haklarına ilişkin davalar sonucu (T.M.K. m. 732, 733, 734, 735, 736) verilen hüküm ve kararlar,

7.        Paydaşlar veya mirasçılar arasında taşınır ve taşınmaz malların taksimi ve şüyuunun giderilmesi ( T.M.K. m. 696-699 ) davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

8.        Elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesi istemli davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

9.        Boşanmadan bağımsız olarak açılan, karı-koca arasında, Borçlar Kanunundan kaynaklanan eşya davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

YEDİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Gayrimenkul / Borçlar-Ticaret

Temel Görevi : Kadastro Hukuku / Abonelik sözleşmeleri / Adi Ortaklık

1.        3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 24. maddesi uyarınca kurulan Kadastro Mahkemelerinin verdikleri hüküm ve kararların 1/2'si (diğer yarısı 16. HD.ne ait olmak üzere)

(20. HD.nce bakılan, Hazinenin ya da Orman İdaresinin taraf olduğu ve orman yönünden değerlendirme yapılması gerekli olan davalar, 16. H.D.nce bakılan 2981 (imar), 2859 (yenileme kadastrosu) sayılı yasalardan ve 3402 sayılı kadastro kanununun 22/a maddesinden (yenileme kadastrosu) kaynaklanan davalar ile 16. H.D.nce bakılan 2/B alanlarına ilişkin kullanım kadastrosundan kaynaklanan davalar hariç olmak üzere)

2.        4721 sayılı Türk Medeni Kanunu ile diğer genel kanun hükümlerine, 3402 Sayılı Kadastro Kanunu'nun 19. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'nun 19. maddesinin 12. fıkrası hükümlerine göre, taşınmaz üzerinde bulunan yapı, ağaç ve benzeri muhtesatın aidiyetinin tespiti istemiyle açılan her türlü davalar sonucunda genel mahkemelerce verilen hüküm ve kararlar,

3.        Tacirler arasında haksız fiilden kaynaklanan (trafik kazalarından kaynaklanan davalar hariç) tazminat, itirazın iptali ve menfi tespit davaları sonucunda verilen hüküm ve kararlar,

(17. H.D.nce bakılan trafik kazalarından kaynaklanan maddi hasarlara ilişkin davalar ile 4. H.D.nce bakılan trafik kazalarından kaynaklanan bedensel zararlar ile destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin davalar hariç olmak üzere)

4.        4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 598. maddesi hükmüne dayanılarak açılmış mirasçılık belgesi, atanmış mirasçı belgesi veya vasiyet alacaklısı belgesi verilmesi ya da mirasçılık belgesinin iptali istemiyle açılmış davalar sonucunda verilen hüküm ve kararlar,

5.        Tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın kaçak elektrik, kaçak su ve kaçak doğalgaz kullanma nedeniyle açılan tazminat, itirazın iptali ve menfi tespit davaları sonucunda verilen hüküm ve kararlar,

6.        Tarafların sıfatına bakılmaksızın su, elektrik, doğalgaz, telefon ve internet aboneliği sözleşmelerinden kaynaklanan davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar,

7.        Tarafların sıfatına bakılmaksızın atık su bedelinden kaynaklanan davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar.

8.        Tarafların sıfatına bakılmaksızın adi ortaklıktan kaynaklanan davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar

SEKİZİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Gayrimenkul Hukuku

Temel Görevi : Zilyetlik Hukuku

1.        Kazanmayı sağlayan zilyetlik nedeniyle TMK. 713/1. maddesine dayalı tapusuz taşınmazların tescili hakkında verilen hüküm ve kararlar,

2.        3402 sayılı Kadastro Kanununun 14. ve 17. maddesine dayalı ve aynı kanunun 12. maddesi gereğince açılan tescil ile tapu iptali ve tescil davaları,

3.        Tapusuz taşınmazların zilyetliğe dayanılarak mülkiyet veya zilyetliğin tespiti hakkında açılan davalar (TMK.m.713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu m. 14, 17) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

4.        T.M.K. m. 981 ve devamı maddelerinde düzenlenen, yalnızca zilyetliğin korunmasına ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        TMK. 713/2. maddesine dayalı tapulu taşınmazların tapu iptali ve tescili hakkında verilen hüküm ve kararlar,

6.        Hazinenin mülkiyet hakkına ya da "Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlardan olduğu" iddiası ile açtığı davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar,

(16. HD.nce bakılan, genel kadastro sonucu oluşmuş tapu kayıtlarının, kadastro öncesi neden olarak tapu kaydına dayanılarak iptal ve tescili davaları ile yine 16. HD.nce bakılan, kadastro harici bırakılan yerlerin 3402 Sayılı Kanunun 18. maddesi hükmü gereğince Hazine adına tescili istekli davalar hariç olmak üzere)

7.        Genel Kadastro Komisyonlarınca yapılan tespit ve sınırlandırma, Toprak Komisyonlarınca yapılan belirtmeye dayanılarak kesinleşmiş sicillere karşı açılan tapu iptali ve tescil istekleri hakkında verilen hükümler (TMK. m.713/1, 3402 sayılı Kadastro Kanunu m. 14),

(16. HD.nce bakılan, genel kadastro sonucu tapu kaydı oluşmuş, sınırlandırılmış taşınmazlar hakkında, kadastro öncesi neden olarak tapu kaydına dayanılarak açılan iptal ve tescil istemli davalar hariç olmak üzere)

8.        Eşler arasında mal rejimlerinden kaynaklanan (T.M.K. m.202-281) davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

9.        4721 sayılı T.M.K.nun 676, 677, 678. maddelerinden kaynaklanan miras taksim sözleşmesi ve miras payının devri sözleşmesine dayanan tapu iptal ve tescil davaları ile aynı yasanın 527 ve 528. maddelerinde yer alan miras sözleşmesinden kaynaklanan tapu iptal ve tescil davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

10.     Rehnin (menkul ve gayrimenkul) paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takiplerle ilgili olarak alacaklı, borçlu ve ipotek veren üçüncü kişinin itiraz ve şikayetleri üzerine İcra Mahkemelerince verilen hüküm ve kararlar,

11.     2004 sayılı İ.İ.K.nun 24 ve müteakip maddelerinde düzenlenen ilamların icrası yolu ile yapılan takiplerle ilgili olarak alacaklılar, borçlu ve üçüncü kişilerin İcra Mahkemelerine yapmış bulundukları şikayet ve itirazları sonucu İcra Mahkemesince verilen hüküm ve kararlar,

DOKUZUNCU HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku

Temel Görevi : İş Hukuku

Aşağıda yazılı davalarla ilgili ve İş Mahkemelerince verilen hüküm ve kararların temyiz incelemesi Yargıtay 9. ve 22. Hukuk Daireleri arasında eşit olarak paylaşılmak suretiyle yapılır:

1.        4857 sayılı İş Kanunundan kaynaklanan davalar,

(10. ve 21. H.D.nce bakılan, Kanunun 77. maddesine dayalı iş kazası ve meslek hastalığından doğan maddi ve manevi tazminat davaları ile bunlarla birlikte açılan işçilik alacaklarına ilişkin davalar ve hizmet tespiti ile birlikte açılan işçilik alacaklarına ilişkin davalar hariç olmak üzere)

2.        4857 sayılı İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işverenler arasında 818 sayılı Borçlar Kanunundan kaynaklanan davalar,

3.        5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanundan kaynaklanan davalar,

4.        854 sayılı Deniz İş Kanunundan kaynaklanan davalar,

5.        4857 sayılı İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işverenler arasında 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunundan kaynaklanan davalar,

6.        4857 sayılı İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işverenler arasında iş sözleşmesi kapsamında 5188 sayılı Özel Güvenlik Hizmetlerine Dair Kanundan kaynaklanan davalar,

7.        2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunun Ek 2.maddesi gereğince kurulan Vakıf Üniversiteleri öğretim elemanları ile üniversite arasında İş Kanunu ve iş sözleşmesinden kaynaklanan davalar,

8.        4857 sayılı İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işverenler arasında 6772 sayılı Kanunda öngörülen ilave tediye alacağından kaynaklanan davalar,

9.        2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunundan ve toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan davalar,

10.     2821 sayılı Sendikalar Kanunundan kaynaklanan davalar,

11.     4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunundan kaynaklanan davalar, 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunundan kaynaklanan davalar,

(Ek 1. madde kapsamında ücret garanti fonu ve Ek 2. madde kapsamındaki kısa çalışma ödeneğine ilişkin uyuşmazlıklar hariç olmak üzere),

12.     Tarafların sıfatına bakılmaksızın, 4046 sayılı Özelleştirme Uygulamaları Hakkında Kanunun 21.maddesi kapsamında iş kaybı tazminatından kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin davalar,

13.     4857 sayılı İş Kanununa göre işçi sayılan kimselerle işverenler arasında İcra ve İflas Kanununun 67. maddesi gereğince açılan itirazın iptali davaları, m.72 gereğince açılan menfi tespit davaları ve istirdat davaları ile iş sözleşmesinin yapılması veya devamı sırasında işçiden alınan senedin iptali davaları,

14.     İşe iade kararının sonucuna bağlı fark ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık ücretli izin alacağından doğan davalar

ONUNCU HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku

Temel Görevi : Sosyal Güvenlik Hukuku

1.        4857 sayılı İş Kanununun 65. maddesinde yer alan kısa çalışma ödeneği ve primleri ile anılan kanunun 33. maddesi uyarınca hükme bağlanan ücret garanti fonu primleri ile ilgili uyuşmazlıklara ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

2.        Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından açılan rücu davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

3.        Aşağıda yazılı davalarla ilgili İş Mahkemelerince verilen hüküm ve kararların temyiz incelemesi Yargıtay 10. ve 21. Hukuk Daireleri arasında eşit olarak paylaşılmak suretiyle yapılır:

1.        5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunundan kaynaklanan davalar,

2.        506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunundan kaynaklanan davalar,

3.        5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunundan kaynaklanan davalar,

4.        1479 sayılı (Bağ-Kur) Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunundan kaynaklanan davalar,

5.        2925 sayılı Tarım İşçileri Sosyal Sigortalar Kanunundan kaynaklanan davalar,

6.        2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanunundan kaynaklanan davalar,

7.        2108 sayılı Muhtar Ödenek ve Sosyal Güvenlik Kanunundan kaynaklanan davalar,

8.        2829 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumlarına Tabi Olarak Geçen Hizmetlerin Birleştirilmesi Hakkında Kanundan kaynaklanan davalar,

9.        2147 sayılı Yurt Dışında Çalışan Türk Vatandaşlarının, Yurt Dışında Çalışma Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanundan kaynaklanan davalar,

10.     3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanundan kaynaklanan davalar,

11.     6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usûlü Hakkında Kanunu (Sosyal Güvenlik Kurumunun süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsiline ilişkin olarak) uyarınca yapılan takiplerden kaynaklanan tüm davalar (ödeme emrine itiraz, menfi tespit, haczin kaldırılması, haczedilemezlik),

12.     5458 sayılı Sosyal Güvenlik Prim Alacaklarının Yeniden Yapılandırılması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkına Kanundan kaynaklanan davalar.

ONBİRİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Borçlar / Ticaret Hukuku

Temel Görevi : Ticaret Hukuku / Sigorta Hukuku

1.        Türk Ticaret Kanunu'nda yer alan Ticari İşletme, Ticaret Sicili ve Unvanı, Haksız Rekabet, Ticari Defterler, Cari Hesap İlişkisi, Ticari İşler Tellallığı ve Acente, Şirketler (Anonim, Limitet, Kolektif ve Komandit), Kıymetli Evrak (Poliçe, Bono, Çek ve diğerleri), Yolcu ve Eşya Taşıma, Deniz Ticareti (Gemi, Donatma İştiraki, Deniz Kazaları, Deniz Taşımaları), Sigorta (Hayat, Mal, Sorumluluk ve Deniz Sigortaları) ve ilişkilerinden kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

(Aşağıda yazılı davalar hariç olmak üzere:

o        7. HD.nce bakılan, tacirler arasındaki haksız fiilden kaynaklanan tazminat davaları ile abonelik sözleşmelerinden kaynaklanan davalar,

o        6. HD.nce bakılan, Borçlar Kanunu'ndaki hasılat kirası hükümlerine tabi ticari işletme kiralanmasından kaynaklanan davalar,

o        6. HD.nce bakılan, tarafların sıfatına bakılmaksızın, kira sözleşmesinden kaynaklanan alacak ve tazminat davaları,

o        3. HD.nce bakılan, kira sözleşmesinden doğan uyarlama davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar)

o        17. HD.nce bakılan, TTK.nun 1301 nci maddesinden kaynaklanan ve kasko sigortasıyla ilgili rucuan tazminat davaları ile sigortalının kendi trafik ve kasko sigortacısına, trafik sigortacısının kendi sigortalısına karşı açtığı tazminat davaları ile taşıma ilişkisi dışındaki ve sigortanın taraf olup olmamasına bakılmaksızın, her türlü cismani ve maddi zararlı trafik kazalarından doğan davalar.)

2.        Türk Medeni Kanunu'nda yer alan, rehin karşılığında ikraz ile meşgul olma (T.M.K. m. 876-883) işlerinden kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

3.        Borçlar Kanunu'nda yer alan, işletmenin satılma veya değiştirilmesi (B.K. m. 179-180), ticari neşir mukavelesi (B.K. m. 372-385), itibar mektubu ve emri komisyonu (B.K. m.399-403), ticari mümessil ve vekiller (B.K. m. 449-456), ticari nitelikteki havale (B.K. m. 457-462), vedia (B.K. m. 463 vd) ilişkilerinden kaynaklanan alacak davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

4.        Taraflarının sıfatına bakılmaksızın, 556 sayılı Markaların Korunması, 551 sayılı Patent Haklarının Korunması, 554 sayılı Endüstriyel Tasarımların Korunması, 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararnameler ile Fikir ve Sanat Eserleri Kanunundan kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        Bankalar Kanunu, Ticari İşletme Rehni Kanunu, Sermaye Piyasası Kanunu, Sigorta Murakabe Kanunu, 5941 sayılı Çek Kanunu'ndan kaynaklanan alacak davaları,

6.        T.T.K.nun 1460. maddesi kapsamında kalan şirketler hukuku, taşıma hukuku ve sigorta hukukundan kaynaklanan İ.İ.K.nun 67. maddesine dayalı itirazın iptali ve yine İ.İ.K.nun 72 nci maddesinden doğan borçlu olmadığının tespiti davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

ONİKİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Borçlar / Ticaret Hukuku

Temel Görevi : İcra ve İflas Hukuku

1.        2004 sayılı İ.İ.K.nun 16. maddesi uyarınca icra müdürlüklerinin işlemlerine karşı alacaklı, borçlu ve üçüncü kişilerin icra mahkemesine şikayet yolu ile başvuruları sonucu İcra Mahkemelerince verilen hüküm ve kararlar,

(8. H.D.nce bakılan Rehnin (menkul ve gayrimenkul) paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takiplerle ilgili olarak alacaklı, borçlu ve ipotek veren üçüncü kişinin itiraz ve şikayetleri üzerine İcra Mahkemelerince verilen hüküm ve kararlar ile 2004 sayılı İ.İ.K.nun 24 ve müteakip maddelerinde düzenlenen ilamların icrası yolu ile yapılan takiplerle ilgili olarak alacaklılar, borçlu ve üçüncü kişilerin İcra Mahkemelerine yapmış bulundukları şikayet ve itirazları sonucu İcra Mahkemesince verilen hüküm ve kararlar, hariç olmak üzere)

2.        Genel haciz yolu ile yapılan icra takiplerine karşı borçluların vaki itirazları üzerine alacaklıların İ.İ.K.nun 68, 68/a ve 68/b maddeleri uyarınca itirazların kaldırılması için başvurusu üzerine İcra Mahkemelerince verilen hüküm ve kararlar,

3.        Kambiyo senetlerine (çek, poliçe, bono) mahsus haciz yolu ile yapılan icra takiplerine karşı borçluların İ.İ.K.nun 169, 170 ve 170/a maddeleri uyarınca borca, imzaya itirazları ile şikayetler nedeniyle icra tetkik mercilerine yazılı başvuruları üzerine İcra Mahkemelerince verilen hüküm ve kararlar,

4.        İcra İflas Kanunu uyarınca yapılan icra takipleri sonucu icra müdürlüklerince cebri icra yolu ile satılan menkul ve gayrimenkul mallarla ilgili satışlar sonucu borçlu, alacaklı ile üçüncü kişilerin icra tetkik mercilerine yapmış oldukları şikayet sonucu verilen hüküm ve kararlar ile Sulh Hukuk Mahkemelerince şüyu'un satılarak giderilmesine dair kararlar sonucu satış memurluklarınca satılan gayrimenkullerle ilgili Sulh Hukuk Mahkemelerine açılan ihalenin feshi davaları ve 6183 sayılı Yasanın 99. maddesi uyarınca yapılan şikayet sonucu İcra Mahkemesince verilen taşınmaz ihalesinin feshi ile ilgili hüküm ve kararlar,

5.        Taşınmazın ihalesi üzerine İ.İ.K.nun 135/2. maddesine göre borçluya, taşınmaz başkaları tarafından işgal edilmekte ise, bu kişilere çıkarılan tahliye emrine yönelik şikayetler üzerine İcra Mahkemelerince verilen hüküm ve kararlar,

6.        2004 sayılı İ.İ.K.nun 71. maddesi uyarınca İcra Mahkemelerince verilen takibin iptali ve taliki ile ilgili hüküm ve kararlar,

7.        Borçluların icra takibi ile ilgili icra müdürlüklerince yapılan icra tebliğleri ile ilgili İcra Tetkik Mercilerine açmış bulundukları usulsüz tebligatlarla ilgili şikayetleri nedeniyle verilen hüküm ve kararlar ile borçluların, İcra İflas Kanunu'nun 65. maddesi uyarınca verdikleri gecikmiş itiraz talepleri ile ilgili İcra Mahkemelerince verilen hüküm ve kararlar,

8.        Hacizle ilgili olarak borçluların, İcra Mahkemesine açmış bulundukları haczedilmezlik şikayetleri ve alacaklıların İ.İ.K.nun 89. maddesi uyarınca borçluların üçüncü kişilerdeki alacakları ile ilgili 1. ve 2. haciz ihbarnamelerine karşılık üçüncü kişilerin İcra Mahkemelerine vaki şikayetleri üzerine İcra Mahkemesince verilen hüküm ve kararlar ile sözü edilen maddenin 4. fıkrası uyarınca üçüncü kişinin tazminatla mahkûm edilmesi isteği üzerine İcra Mahkemesince verilen hüküm ve kararlar,

ONÜÇÜNCÜ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Borçlar / Ticaret Hukuku

Temel Görevi : Sözleşme Hukuku / Tüketici Hukuku

1.        Borçlar Kanununun ikinci kısmında yer alan sözleşmelerden (İstisna akdi hariç akdin muhtelif nevilerinden) kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

2.        Özel kanunlara göre yapılan sözleşmelerden doğan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

(7. H.D.nce bakılan abonelik sözleşmeleri, 18. H.D.nce bakılan eğitim tazminatları ile 11. ve 15. H.D.nin görevlerine giren davalar hariç olmak üzere)

3.        4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kalan ve Tüketici Mahkemelerince verilen hüküm ve kararlar,

4.        5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu uyarınca bankalarca genel mahkemelerde açılan alacak, itirazın iptali ve menfi tespit davaları sonunda verilen hüküm ve kararlar,

5.        İmalatçının sorumluluğuna ilişkin davalar (Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 4. maddesine göre sorumlu olan ve sorumlu olmasına rağmen tüketici ile akdi ilişkisi bulunmayan imalatçı, ithalatçı, bayi ve acente arasında doğan davalar dahil) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

6.        Alacağın temliki ve borcun naklinden doğan davalara ilişkin olarak verilen hüküm ve kararlar.

(11. ve 15. Hukuk dairelerinin görevine giren davalar hariç olmak üzere)

ONDÖRDÜNCÜ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Gayrimenkul Hukuku

Temel Görevi : Sınırlı Ayni Haklar, Şahsi Haklar / Kamu Orta Malları / Gayrimenkul Mülkiyetinin Sınırları

1.        Sınırlı ayni haklara ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

(6. Hukuk Dairesince bakılan şufa, iştira, vefa haklarına dayanılarak açılanlar ile diğer hukuk dairelerinin görevlerine giren davalar hariç olmak üzere

2.        Kamu orta mallarından mera, yaylak, kışlak iddiası ile açılan davalar sonucu genel mahkemelerden verilen hüküm ve kararlar,

3.        Şahsi haklara dayalı ve taşınmaz mallarla ilgili:

1.        Satış vaadi sözleşmelerine dayalı tapu iptali ve elatmanın önlenmesi davaları,

2.        Yükleniciden haricen satın alınan bağımsız bölüme ilişkin olup, 30.09.1988 tarihli 1987/2 E. 1988/2 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına dayalı tapu iptali ve tescil davaları,

3.        Tahsis kararlarına dayalı elatmanın önlenmesi ve tapu iptali ve tescil davaları,

4.        İnanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil davaları (05.02.1947 tarihli 20/65 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı),

5.        Ölünceye kadar bakma aktine dayalı tapu iptali ve tescil davaları,

Sonucu verilen hüküm ve kararlar

4.        4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 724, 725 ve 729. maddelerine dayalı (temliken tescil) tapu iptali ve tescil davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        Ferman ve hüccet gibi tasarruf belgelerinin sahteliği nedeniyle açılan iptal davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

6.        4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 1027. maddesi gereğince tapuda isim ve soyadı düzeltilmesi istemli davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

7.        Karz (ödünç) ipoteklerinin kaldırılması ile ilgili davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

8.        Geçit ve mecra hakkı ile ilgili davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

9.        Su yoluna vaki müdahalenin meni ve iptal davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

10.     Mülkiyet hakkına dayalı olup, mülkiyeti uyuşmazlık konusu olmayan tapuda yazılı şerhin ve ipoteğin kaldırılmasına ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

11.     5520 sayılı Kanunla değişik Tapu Kanununun 31. maddesi uyarınca açılan tapuda sınır ve yüzölçümü düzeltilmesine ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

12.     Tapu kaydına bağlı taşınmazlarda, Türk Medeni Kanununun 737. maddesine dayalı komşuluk hukukuna aykırı davranışın giderilmesine ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

13.     Komşuluk hukukundan kaynaklanan tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

ONBEŞİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Borçlar / Ticaret Hukuku

Temel Görevi : Eser Sözleşmesi

1.        İşin niteliği ve tarafların sıfatına bakılmaksızın bütün istisna (eser) sözleşmelerinden kaynaklanan davalar sonucu verilen (BK.nun 355-376. maddelerine göre) hüküm ve kararlar,

(23. H.D.nce bakılacak olan arsa payı ya da kat karşılığı inşaat sözleşmelerinden kaynaklanan davalar ile 3. H.D.nce bakılacak olan "Diş tedavi, protez v.s, estetik amaçlı ameliyatlar, araç tamiri ile fotoğraf ve video çekiminden kaynaklanan davalar hariç olmak üzere)

ONALTINCI HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Gayrimenkul Hukuku

Temel Görevi : Kadastro Hukuku / İmar Hukuku

1.        3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 24. maddesi uyarınca kurulan Kadastro Mahkemelerinin verdikleri hüküm ve kararların 1/2'si (diğer yarısı 7. HD.ne ait olmak üzere),

(20. HD.nce bakılan ve orman yönünden değerlendirme yapılması gerekli olan davalar ile 16. Hukuk Dairesince bakılacak olan 2981, 2859 sayılı yasalardan ve 3402 sayılı kadastro kanununun 22/a maddesinden kaynaklanan davalar ile 2/B alanlarına ilişkin kullanım kadastrosu hariç)

2.        7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun uyarınca yapılan "Afet Kadastrosu"ndan kaynaklanan tüm davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

3.        Kadastro öncesi nedenle ve tapu kaydına dayanılarak, genel kadastro sonucu tapu kaydı oluşmuş ya da kamu orta malı (mera, yaylak, kışlak, genel harman yeri) olarak sınırlandırılmış taşınmazlar hakkında, tapu iptal ve tescil istemiyle (3402 sayılı yasanın 12. maddesi uyarınca) genel mahkemelerde açılan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

4.        2859 sayılı Tapulama ve Kadastro Paftalarının Yenilenmesi Hakkındaki Kanun ile 3402 sayılı yasanın 22/a maddesi uyarınca yapılan yenileme kadastrosundan kaynaklanan davalar sonucu Kadastro Mahkemeleri ya da genel mahkemeler tarafından verilen hüküm ve kararlar,

5.        Kadastro harici bırakılan ve hakkında kadastro tutanağı düzenlenmeyen taşınmazlar hakkında tapu kaydına dayalı olarak açılan tescil davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

6.        Hazine tarafından, kadastro sırasında tespit harici bırakılan taşınmazlar hakkında, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 18. maddesi uyarınca, Hazine adına tescil istemiyle açılan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

7.        3402 sayılı Kadastro Kanununun 41. maddesine dayalı olarak açılan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

8.        2981 sayılı kanundan doğan uyuşmazlıklar ile ilgili olarak açılan davalar nedeniyle Kadastro Mahkemeleri ya da Genel Mahkemelerce verilen hüküm ve kararlar,

(1. H.D.nce bakılan imar uygulaması sonucu oluşan imar parsellerinin hukuki dayanağını teşkil eden idari işlemin iptal edilmesiyle yolsuz tescil durumuna düşen imar çap kayıtlarının iptali ile eski kadastral mülkiyet ve geometrik durumuna çevrilmesi isteğiyle açılan davalar hariç olmak üzere)

9.        2924 sayılı Orman Köylülerinin Kalkındırılması ve Desteklenmesi Hakkındaki Kanun uyarınca yapılan kullanım kadastrosuna ilişkin davalar nedeniyle genel mahkemeler ile Kadastro Mahkemelerinden verilen hüküm ve kararlar,

10.     5831 sayılı yasanın 8. maddesi ile 3402 sayılı Kadastro Kanununa eklenen Ek-4. madde uyarınca 2/B alanlarında yapılan kullanım kadastrosundan (6831 sayılı yasanın 2/B maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkarılan alanlarda, taşınmaz üzerindeki zilyetlik ve muhdesatın aidiyetinin belirlenmesi) kaynaklanan davalar nedeniyle Kadastro Mahkemeleri ile genel mahkemelerce verilen hüküm ve kararlar,

ONYEDİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Borçlar / Ticaret Hukuku

Temel Görevi : Trafik Kazaları (Tazminat – Sigorta) / Merci Tayini

1.        Trafik kazası sonucu oluşan maddi hasara ilişkin tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve karar,

2.        6762 sayılı Türk Ticaret Kanununun 1301. maddesinden kaynaklanan ve kasko sigortası ile ilgili rücuan tazminat davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

3.        Sigortalının kendi trafik kasko sigortasına, trafik sigortasının da kendi sigortalısına karşı açtığı tazminat davaları ile taşıma ilişkisi dışındaki ve sigortanın taraf olduğu her türlü cismani ve maddi zararlı trafik kazalarından doğan davalar nedeniyle verilen hüküm ve kararlar,

4.        İcra İflas Kanunu ve 6183 sayılı kanundan kaynaklanan tasarrufun iptali davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkındaki Kanundan doğan ve diğer dairelerin görev alanına girmeyen her türlü davalara ilişkin hüküm ve kararlar,

6.        2004 sayılı İcra ve İflas Kanunun 96 ve devamı maddelerine göre hacizden doğan ve İcra Tetkik Merciince karara bağlanan istihkak davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

7.        İcra mahkemeleri tarafından genel hükümler çerçevesinde görülen istihkak davaları sonucu verilen hüküm ve kararlar,

8.        Kesinleşen takip sonucu icra müdürlüklerinin haczin uygulanması işlemlerine yönelik şikayetler üzerine İcra Mahkemeleri (İİK.nun 96, 97, 99. maddeleri) tarafından verilen hüküm ve kararlar,

9.        Adli Yargı içinde, yargı yeri belirlenmesine ilişkin ihtilaflar nedeniyle yargı yerinin belirlenmesi (merci tayini),

ONSEKİZİNCİ HUKUK DAİRESİ

İhtisas Alanı: Gayrimenkul Hukuku / Medeni Hukuk

Temel Görevi : Kat Mülkiyeti – Kişiler Hukuku – Hısımlık – Vesayet - Kamulaştırma

1.        634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun uygulanmasından kaynaklanan uyuşmazlıklarla ilgili davalara ilişkin hüküm ve kararlar,

2.        Paylı mülkiyete ya da elbirliği mülkiyetine tabi taşınmazlarda paydaşlardan veya birlikte malik olanlardan birinin, taşınmaz mülkiyetinin kat mülkiyetine çevrilmesini istediği ortaklığın giderilmesi davaları (634 sayılı Yasanın 12. maddesi) sonucu verilen hüküm ve kararlar,

3.        Birden çok parsel üzerinde yer alan toplu konut ve diğer yapıların ortak yönetiminden kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

4.        Genel hükümler bölümünde yazılı "İkinci Grup"ta yer alan illerin merkez ve ilçelerinde bulunan mahkemeler tarafından, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunundan kaynaklanan (kamulaştırmasız elatma nedeniyle açılan tazminat davaları hariç olmak üzere) davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

5.        4721 sayılı T.M.K.nun Kişiler Hukuku başlıklı 1. Kitabının "Gerçek Kişiler" başlıklı 1. Kısmında yer alan maddelerden (T.M.K. m. 8-46) kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

6.        5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu uyarınca nüfus kayıtlarının düzeltilmesine ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

7.        4721 sayılı T.M.K.nun Kişiler Hukuku başlıklı 1. Kitabının "Tüzel Kişiler" başlıklı 2. Kısmında yer alan maddelerden (T.M.K. m. 47-117) kaynaklanan davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

8.        4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 56 ila 100. maddeleri ile 5253 sayılı Dernekler Kanunu hükümlerine göre açılmış derneklerin feshi, derneğin sona erdiğinin tespiti gibi dernekler hukukundan kaynaklanan her türlü dava sonucunda verilen hüküm ve kararlar,

9.        Meslek kuruluşları (Esnaf Odaları, Ticaret Borsaları, Siyasi Partiler gibi) ve bu kuruluşlarla üyeleri arasında çıkan ve dernekler hukuku hükümleri uygulanmayan uyuşmazlıklara ilişkin davalar sonucu verilen hüküm ve kararlar,

10.     4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 101 ve devamı maddeleri kapsamında kalan Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıfların kuruluş ve tescil işlemleri, vakıf senedinin düzenlenmesi ve değiştirilmesi, vakfın teşkilatı (örgütü), denetimi, yöneticilerin azli, vakıf yönetiminin amacının ve mallarının değiştirilmesi, vakfın sona ermesi ve tasfiyesi; ayrıca, Osmanlı döneminde kurulan ve 5737 sayılı Vakıflar Yasasına tabi olan vakıflarda vakfiye şartı gereği vakıf evladı veya ilgilisi olduğunun ya da tevliyete hak kazandığının tespiti ile vakfın gelir fazlasından yararlanma (intifa) haklarıyla ilgili olarak açılan davalara ilişkin hüküm ve kararlar,
#66




İsrail, Corrie davasında kendini akladı!

Gazze'de 2003'te bir gösteri sırasında bir buldozer tarafından ezilerek hayatını kaybeden Amerikalı barış eylemcisi Corrie'nin ailesinin orduya açtığı dava İsrail mahkemesince reddedildi. Olayın kazayla olduğuna hükmeden mahkeme, kararında Corrie'yi suçlayarak tehlikeli bir bölgede yer aldığını bildiğini belirtti.

İsrail mahkemesi, 2003'te bir gösteri sırasında İsrail'e ait bir buldozer tarafından ezilen Amerikalı barış eylemcisi Rachel Corrie'nin ailesinin orduya açtığı davayı reddetti. İsrail'in kuzeyindeki Hayfa bölgesindeki mahkemenin hakimi Oded Gerşon, ordunun ve buldozeri kullanan İsrail askerinin ihmalinin söz konusu olmadığı sonucuna vardı. Hakim Gerşon, olayın kazayla olduğunu, ölen eylemcinin tehlikeli bir bölgede yer aldığını bildiğini ve tüm uyarılara rağmen bölgeden ayrılmadığını belirterek, İsrail ordusunun olayda kusuru bulunmadığına hükmetti. Kararda, devletin 'savaş zamanındaki eylemlerinden ötürü oluşan hiçbir zarardan sorumlu tutulamayacağı' ifade edilirken, Rachel Corrie'nin ölümü, 'üzücü bir kaza' olarak nitelendirildi. Kararda, Corrie'nin ölümünün ardından İsrail ordusu tarafından açılan soruşturmanın da gerektiği gibi yürütüldüğü savunuldu. Rachel Corrie, Gazze'de Filistinlilere ait evleri yıkan bir buldozerin önüne geçerek yıkıma engel olmaya çalışmış ve aracın paletleri altında hayatını kaybetmişti.

Buldozer Corrie'yi ezerken yanında bulunan bir başka eylemci Corrie'nin ölümünü, "İsrail buldozerinin bütün uyarılara rağmen Corrie'nin üzerinden iki defa geçerek ölümüne yol açtı. Corrie eylem sırasında tanınmasını sağlamak üzere florasan etkili bir yelek giyiyordu." şeklinde anlatmıştı.

Corrie ailesi, 23 yaşındaki kızlarının kasten ve yasadışı şekilde öldürüldüğü ve İsrail hükümetinin olayla ilgili güvenilir bir soruşturma yürütmediği gerekçesiyle Hayfa'da İsrail devletine ve ordusuna karşı sembolik tutarı olan 1 dolarlık tazminat dava açmıştı.

Karara tepki gösteren Rachel Corrie'nin annesi Cindy, üst mahkemeye temyize gideceklerini açıkladı. Oldukça üzüntülü olan Cindi Corrie, "Mahkeme kararıyla hukukun üstünlüğü ve insan hakları açıkça çiğnenmiştir. Kızım Rachel'in öldüğü gün en acılı günümdü. O günü elbette bugünle mukayese etmem mümkün değil ama yine de bugün mahkemenin verdiği karar, beni onun öldüğü gün kadar üzdü." diye konuştu. Ailenin avukatı Hüseyin Ebu Hüseyin de basına yaptığı açıklamada Corrie'nin ölümünün cezasız kalmasını 'adaletin ve uluslararası hukukun açıkça çiğnenmesi' olarak niteleyerek, "Rachel Corrie, Gazze'deki adaletsizliği ve yıkımları tamamen barışçıl bir şekilde protesto ederken öldürüldü. Mahkeme verdiği kararla, sivillerin hayatını tehlikeye atan yasadışı uygulamalara resmen onay vermiş oldu. Karar, kurbanı çarpık gerçeklere dayanarak suçlamaktadır." dedi. Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu Başkan yardımcısı Raci es-Surani de kararı, 'İsrail'in insanlığa karşı işlediği bu suça yargı kılıfı giydirme eylemi' olarak niteledi.

Adı unutulmayacak bir insan hakları savunucusu

Rachel Corrie ismi Filistin'de yaşanan dramlar için özel bir yere sahip oldu. Corrie için şarkılar bestelendi, hayatı "Benim Adım Rachel Corrie" adlı oyunla tiyatro sahnesine taşındı. Corrie'nin adı 2010 yılında Gazze'ye yardım götürürken İsrail askerlerince saldırılan insani yardım filosunda bulunan gemilerden birine de verilmişti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1338292&title=israil-adaleti-rachel-corrienin-buldozerle-ezilmesi-uzucu-bir-kaza#
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1338512&title=israil-corrie-davasinda-kendini-akladi#


http://www.youtube.com/watch?v=5CevswnaAe8#




Rachel'in anne-babası Mavi Marmara gemisini de ziyaret etmişti

16 Mart 2003 tarihinde bir İsrail buldozeri tarafından ezilerek hayatını kaybeden Amerikalı barış eylemcisi Rachel Corrie'nin anne ve babası 25.01.2011 tarihinde Mavi Marmara gemisini ziyaret etmişti. O dönem Tuzla tersanesinde tamir ve bakımı devam Mavi Marmara'yı ziyaret eden anne Cindy Corrie ve baba Craig Corrie'ye gemiyle ilgili İHH İnsani Yardım Vakfı Başkanı Bülent Yıldırım ve geminin kaptanı Mahmut Tural tarafından bilgi aktarılmıştı.

Baba Craig Corrie, kızı Rachel ile Mavi Marmara'da şehit olan 9 akitvistin aynı kaderi yaşadıklarını, kızının savaş karşıtlığının simgesi olduğunu ifade etmiş ve "Benim kızım 23 yaşında Filistinlilerin evleri yıkılmasın diye mücadele ederken İsrail buldozerleri altında can verdi. Kızım öldü ama onun geride bıraktığı değerler yaşıyor. Mavi Marmara aktivistleri de benzer bir eylemde bulundular. Ancak İsrail onlara da izin vermedi ve 9 masum insanı öldürdü. Bu gemiyi gezerken kızımın öldüğü günlere yeniden döndüm. Özellikle şehit Furkan'ın hikâyesi beni çok etkiledi. O da henüz 19 yaşında hayatını feda etti. Artık bunun değişmesi lazım. İsrail'in hukuk tanımazlığı durdurulmalı" demişti.

Gözyaşlarını tutmakta zorlanan Cindy Corrie ise Mavi Marmara gemisinin Rachel'in başlattığı yolda devam ettiğini kaydetmiş ve "Bizler kızımın ve Mavi Marmara şehitlerinin bıraktığı yerden devam edeceğiz. İsrail hiçbir şekilde bizi yıldıramaz. İsrail'e karşı açtığımız dava devam ediyor. Bu davayı sonuna kadar takip edeceğiz. İsrail mahkemelerde ve insanlık vicdanında elbette mahkûm olacaktır" demişti.

Amerika'dan gelen ikili daha sonra Muammer Karaca Tiyatrosu'nda sahnelenen "Benim Adım Rachel Corrie" adlı tiyatro oyunun galasına da katılmıştı.

http://www.ihh.org.tr/rachel-in-anne-babasi-mavi-marmara-yi-ziyaret-etti/
#67
Güzel bir arşiv oluşuyor :)

















#68
Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, öğrenci harçlarının kaldırıldığını açıkladı.

Arınç, Bakanlar Kurulu toplantısının ardından gazetecilere açıklamalarda bulundu.

Toplantı sonrasında ''müjde'' olarak açıklamak istediğini belirten Arınç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın üniversite öğrencileri için harçların kaldırılacağı müjdesinin, bugün bir kararnameyle gerçekleştirildiğini belirtti.

Arınç, şöyle konuştu:

''Sayın başbakanımızın, bakanlarımızın imzaladığı kararnameyle bundan böyle birinci öğretimden katkı payı alınması, yani harçlar tamamen kaldırılmıştır. 2011-2012 öğretim yılı sayısı itibarıyla 1 milyon 524 bin 380 öğrenci bu harçların kaldırılmasından doğrudan istifade edecektir. Aynı şekilde açık öğretimden katkı paylarının alınmasına da son verilmiştir. Yine 2011-2012 eğitim-öğretim yılında 1 milyon 951 bin 494 öğrenci de bundan istifade etmiş olacaktır.''

Arınç, birinci öğretimden ve açık öğretimden harçların kaldırılmasının bugün gerçekleştiğini ifade ederek, bu akşam mükerrer veya yarın ki Resmi Gazete'de kararnamenin yayımlanacağını bildirdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1338161&title=universite-harclari-kalkti
#69
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 28.09.2011 tarihli, 2011/2-44 E. ve 2011/566 K. sayılı kararında (kararın tam metni aşağıdadır) bu konuya değinilmiştir: "TMK'nun 194. maddesine göre, "Aile konutu üzerinde hak sahibi olmayan esin talebi üzerine tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesi de TMK'nun 1009. maddesi kapsamında değerlendirilmelidir. - Tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesi Tapu Sicil Müdürlüğü'nden istenir. Taşınmazın maliki olmayan eşin şerhin verilmesini talep edebilmesi için bir mahkeme kararına veya hak sahibi eşin söz konusu işleme izin vermesine gerek yoktur. Zira TMK'nun 194/3. maddesinin açık hükmü ile taşınmazın maliki olmayan eşe bu hak tanınmıştır.-"

Türk aile yapısının sosyo ekonomik ve eğitim durumu incelendiğinde, aile içinde kadınlar ekonomik açıdan kocalarına bağımlı olduklarından, hiçbir maddî güvenceleri de bulunmadığından, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 194. maddesi ile aile konutuna özel bir koruma getirilmiştir. Bu maddeye göre mahkeme kararı olmaksızın, eşlerden her biri kendi mülkiyetinde olmayan aile konutuna, "devredilememesine ilişkin" aile konut şerhi konulmasını talep edebilecektir. Yukarıda atıf yapılan Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun kararı da bu istikamettedir.

Buna karşın Danıştay Onuncu Dairesi'nin 2010/11873 E. sayılı dosyada 13 Haziran 2011 tarihli ara kararıyla, TMK 194. maddesinin uygulanmasına dair Tapu Sicil Tüzüğü'nün 57. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendi ile 2002/7 sayılı genelgenin "Aile Konutu Şerhi" başlıklı bölümünün 1. maddesinin yürütmesini durdurmuştur; böylece Danıştay, tapu dairelerinden mahkeme kararı olmaksızın aile konut şerhinin tapu kütüğüne işlenmesinin talep edilmesinin önüne geçmiştir.

Danıştay yürütmeyi durdurma kararının gerekçesinde 4721 sayılı yasanın 1008. maddesinde şerhlerin de tescil edilecek işlemler arasında olduğunu, tescil için mahkeme kararı gerektiğini o halde kanun hükmü uyarınca şerh düşülebilmesi için mahkeme kararının gerektiğini sebep göstermiştir.

Danıştay, öncelikle maddeye bakarken açıkça maddi hata yapmıştır. Çünkü; 1008. maddesi kapsamında tescil edilecekler arasında şerhler yoktur. Maddi hatanın dışında esasa ilişkin en önemli hata ise yürütmenin durdurulması neticesinde tapulara gönderilen genelge ile TMK madde 194. maddesinin yok sayılmış "açık rızanın aranması ilkesi"nin unutulmuş olmasıdır. Şu hali ile yönetmeliğin ilgili maddesi iptal edilmiş olsa dahi TMK 194 uyarınca tapularda her gayrimenkul devrinde varsa eşin açık rızasının alınması mecburiyeti asıldır. Diğer yönden yürütmenin durdurulması kararı verilmesi İYUK madde 27 uyarınca telafisi güç veya imkansız zararların doğması ve idari işlemin açıkça hukuka aykırı olması şartları birlikte gerçekleşmemiştir.

Kararın ve sonuçlarının belki de en ilginç yönü, bu kararın verilmesine yol açan davada davacının, mahkeme kararı olmaksızın aile konut şerhi verilmemesini değil, tam aksine, mahkeme kararı olmaksızın aile konut şerhi verilirken "eşlerin birlikte yaşadığına dair belgenin istenmemesi gerektiğini" bu nedenle bu belgenin istenmesine ilişkin düzenleme yapan ilgili genelge ve tüzüğün ilgili maddelerinin iptalini gerektiğini ileri sürmesi olmuştur. Özetle davacının amacı, tapuda aile konut şerhi işlenmesini talep eden malik olmayan eşi daha da iyi şartlara kavuşturmaktır. Ancak Danıştay'ın bu kararı ile davacının talebinin tam tersi bir sonuç ortaya çıkmıştır.

Tapu Sicil Genel Müdürlüğü, Danıştay'ın verdiği yürütmeyi durdurma kararı neticesinde, tüm tapu dairelerine bir genelge göndermiş, bu genelge ile mahkeme kararı olmaksızın yürütme durdurma kararı verilen dosya karara çıkana kadar tüzüğün ilgili maddesi uyarınca aile konut şerhinin beyanla belirtilen belgeler eşliğinde konulması uygulamasını durdurmuştur. Yürütmenin durdurulması kararının verilmesi her ne kadar gecikmeksizin uygulanması gerekirse de yürütmeyi durdurma kararı sonucu, Tapu Müdürlüğü'nün mahkeme kararı olmaksızın aile konut şerhi konulamayacağına dair genelgesi, bu süreçte telafisi imkansız pek çok zarara sebebiyet vermektedir. Konunun bir an evvel açıklığa kavuşturulması ve yaşanan ve yaşanabilecek olan mağduriyetlerin önüne geçilmesi gerekmektedir.

http://www.istanbulbarosu.org.tr/Detail.asp?CatID=1&SubCatID=1&ID=7233


T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
Esas : 2011/2-447
Karar : 2011/556
Tarih : 28.09.2011

DAVA VE KARAR:
Taraflar arasındaki "tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kayseri 3.Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 29.01.2009 gün ve 2007/1130 E., 2009/67 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 19.11.2009 gün ve 2009/6998-20165 sayılı ilamı ile; ("...Aile konutu eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı, anılarla dolu bir alandır. Toplanan delillerden, tarafların yurtdışında yaşadıkları, senede bir ay izne geldiklerinde 10-15 gün dava konusu taşınmazda kaldıkları, bunun haricinde taşınmazda davalının ailesinin oturduğu belirlenmiştir. Dava konusu taşınmazın açıklanan ilkeler çerçevesinde aile konutu olmadığı anlaşılmaktadır. Davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır...") gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir. Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI: Davacı vekili, tarafların ortak çalışmaları sonucu alınan ancak davalı üzerine kayıtlı bulunan taşınmazın davalı tarafından satılma veya başkasına devredilme ihtimaline binaen tapu kaydı üzerine aile konutu şerhi konulmasını talep ve dava etmiştir. Davalı vekili, dava konusu taşınmazın aile konutu olmadığını, tarafların yıllardır yurt dışında yaşadıklarını, sadece izine geldiklerinde on günlüğüne davaya konu evde oturduklarını hatta davacının vatandaşlıktan çıktığını, davacının amacının dava konusu evde yaşayan davalının anne babasını tahliye etmek ve davalıyı ailesinin gözünde küçük düşürmek olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Yerel mahkemece, dava konusu taşınmazın aile konutu olduğu kanaatine varılarak davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçe ile bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir. Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tapu siciline "aile konutu" şerhi konulması istenen taşınmazın, "aile konutu" niteliğinde olup olmadığı noktasındadır. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, "aile konutu" kavramı üzerinde durmakta yarar vardır. "Aile konutu" bir hukuki kurum ve kavram olarak 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK) ile hukuk hayatımıza girmiştir. 4721 sayılı TMK'nun 194. maddesi, 4722 sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Sekli Hakkında Kanun'un 9. maddesinin son fıkrası gereğince, bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce kurulmuş olan evlilikler hakkında da geçerlidir. Bu sebeple 194. madde Türk Medeni Kanunu'nun yürürlüğe girmesiyle derhal uygulanma niteliğini kazanmıştır. 4721 sayılı TMK'nun "Aile Konutu" başlıklı 194.maddesinde: "Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hakimin müdahalesini isteyebilir. Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini isteyebilir. Aile konutu eşlerden biri tarafından kira ile sağlanmışsa, sözleşmenin tarafı olmayan eş, kiralayana yapacağı bildirimle sözleşmenin tarafı haline gelir ve bildirimde bulunan eş diğeri ile müteselsilen sorumlu olur." denilmekte; aile konutunun tanımı ise madde metninde yer almamaktadır. Bu tanıma anılan maddenin gerekçesinde yer verilmiş; aile konutu "eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan" olarak tanımlanmıştır. Şu hale göre, aile konutu kavramı; aile ve konut olmak üzere iki unsurdan oluşmaktadır. Aile kavramı, mahiyeti ve yapısı zamanla değişen, çevresi genişleyip daralan bir hukukî kurumdur. Çeşitli zamanlarda ve değişik toplumlarda "aile" terimi ile ifade edilmek istenilen şey; daima birbirinden farklı olmuştur. Çünkü ailenin çeşitli tipleri ve her çağın, her milletin kendine özgü bir aile kavramı vardır. Ailenin temelini evlenme teşkil eder. TMK'nun 186 maddesinin 1. fıkrasına göre "Evlenme ile eşler arasında evlilik birliği kurulmuş olur." Türk Medeni Kanunu evliliği resmî sekil şartına (nikah) bağlamıştır (TMK 141,142.maddeleri). Konut, sözlük anlamı olarak "insanların içinde yaşadığı ve barındığı yapı, ev" veya "mesken, oturulan yer" olarak tanımlanmıştır. Konut, insanların kötü hava şartlarından, düşmanlarından, tehlikelerden korunduğu, dinlendiği, özel hayatını sürdürdüğü az veya çok kapalı ve güvenlikli barınaklardır. Kişinin barınmasına elverişli olan sürekli olmasa da, yerleşme amacıyla kullanılan taşınır veya taşınmaz bölümler de konut olarak nitelendirilebilir. Örneğin bir evin odası, otel odası, karavan, kulübe, gemi kamarası ve bunun gibi yerler de konut kavramı içinde değerlendirilebilir. Öğretide aile konutu, "Resmen evli olan karı kocanın birlikte yasadıkları konut", "Eşlerin beraberce seçmiş oldukları ve varsa çocukları ile birlikte eylemli olarak içinde yaşadıkları ortak konut" , "Ailenin yaşam merkezi sayılan mekan", "Eşlerin iradelerine uygun olarak birlikte yaşamalarına hizmet eden oturma yeri" şeklinde tanımlanmaktadır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü tarafından 1.6.2002 tarihinde çıkartılan 2002/7 No'lu Genelgede aile konutu, "eşlerin bütün yaşam faaliyetleri gerçekleştirdikleri mesken" olarak tanımlanmıştır. Bir yerin aile konutu sayılabilmesi için eşlerin aile konutunu beraberce seçmeleri ve burada ortak bir yaşam merkezi oluşturmaları; aile konutunun aile hayatı için merkezileştirilmesi; aile konutunun kullanımının hukuka uygun olması ve nihayet eşlerin bir yeri aile konutu haline getirmeye yönelik iradelerinin üçüncü kişiler tarafından da anlaşılabilir olmasıdır; yani, konutun üçüncü kişilerce de ailenin yaşadığı konut sayılmasıdır. Aile konutu tek bir konuttur. Eşlerden birinin meslekî faaliyeti veya çocukların sağlık veya eğitim durumu sebebiyle ailenin yaşam faaliyeti yılın belirli dönemlerinde farklı konutlarda odaklanıyorsa ailenin yaşam faaliyetinin yoğunlaştığı konut aile konutu sayılmalıdır. Aile konutu, ailenin barınma ihtiyacını karşılayan ve eşlerin yaşam merkezi olan konuttur. Aile konutu ailenin barınma ihtiyacını karşılamasının yanı sıra, aile hayatının önemli bir bölümünün geçirildiği alan olarak aile fertleri bakımından manevi bir değere de sahiptir. Aile, acı ve tatlı günlerini bu konutta yaşar, komşularla, çevreyle ilişkiler kurar, eşler uzun yıllar birlikte yaşadıkları bu konutu yerleşim yeri ve haberleşme adresi olarak gösterirler. Aile konutu anılarla dolu fizikî bir mekan olmanın ötesinde aile için önemli bir mal varlığı değeridir. Ailelerin sosyal ve ekonomik hayatı için son derece önemli bir yere sahip olan aile konutu, eşlerin mutlulukları ve çocukların geleceği için adeta bir güvence olarak görülmektedir Türk aile yapısının sosyal ekonomik ve eğitim durumu incelendiğinde, aile içinde kadınların ekonomik açıdan kocalarına bağımlı oldukları, hiçbir maddî güvencelerinin bulunmadığı, bu sebeple evlilik birliği herhangi bir şekilde sona erdiğinde ekonomik değerlerini kaybetme tehlikesi içinde bulundukları, kocanın, kendi üstüne kayıtlı olan konutu başkalarına devrederek veya kira sözleşmesi ile edindiği konutta kiralayana sözleşmeyi feshettiğini bildirerek eşinin ve çocuklarının barınma hakkını ortadan kaldırdığı sıklıkla karşılaşıldığından 4721 sayılı TMK'da aile konutuna özel bir koruma getirilmiştir. Aile hayatı için bu denli öneme sahip olan aile konutunu, mülkiyet hakkına sahip olan eşin diğer eşin rızası olmadan devretmesi veya bir hakla sınırlandırması; kira sözleşmesi ile sağlanmış bir aile konutu söz konusuysa, sözleşmenin tarafı olan eşin diğer eşin rızası olmadan bu sözleşmeyi feshetmesi, ailenin mutluluğu ve geleceğine önemli ölçüde zarar verir. Bu sebeple aile konutu ile ilgili olarak özel koruma hükümleri getirilmiş, aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin tasarrufları diğer eşin rızasına bağlanmış veya evliliğin ölüm sebebiyle son bulması halinde diğer eşe kanunî alım (iştira) hakkı veya intifa hakkı tanınmıştır. Türkiye'nin de taraf olduğu "Kadınlara Karsı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nde kadınların ikametgah seçme konusunda erkekler ile eşit haklara sahip oldukları hükme bağlanmıştır (Convention on Elimination of all Forms of Discrimination against Women- C.E.D.A.W. 15/4.maddesi). Bu anlayışa uygun olarak 4721 sayılı TMK'nun 186. maddesinde "eşler oturacakları konutu birlikte seçerler." düzenlemesi yapılmış; ailenin fiilen yaşayacağı maddî alanı oluşturan konutun seçimi eşlerin ortak iradesine bırakılmıştır. Aile konutu seçimi her iki eşin katılımıyla yapılabileceği gibi, eşlerin anlaşarak bu yetkiyi içlerinden birine vermeleriyle ya da eşlerden birinin seçtiği konutu diğer eşin kabul etmesiyle de gerçekleşebilir. Eşler konutun seçiminde anlaşamazlarsa, TMK'nun 195/1. maddesi uyarınca ayrı ayrı veya birlikte hâkimin müdahalesini talep edebilirler. Evlilik, eşlere birlikte yaşama yükümlülüğü getirmektedir. TMK'nun 186/1. maddesinde 'eşlerin oturacakları konut', TMK'nun 194. maddesinde ise 'aile konutu' düzenlenmektedir. Çoğu olayda, eslerin birlikte seçtikleri konut aile konutudur. Bunun yanı sıra, eslerin ikametgâhlarını aynı yerde seçmeleri o yerin aile konutu olduğu yönünde emare teşkil eder. Ancak eslerin iradeleri ile belirledikleri konutlar her zaman aile konutu değildir. Eslerin birlikte oturdukları birden fazla konut olsa bile, bunlardan sadece biri aile konutu sayılır ve TMK'nun 194.maddesindeki korumadan faydalanabilir. Çünkü, TMK'nun 194.maddesi ile, ailenin oturduğu veya kullandığı herhangi bir konutun değil aile için yaşam merkezi olan, kaybedildiğinde aile birliğinin maddî ve manevi yönden sarsılacağı, ailenin ve diğer eşin barınma hakkını kaybedeceği konutun korunması amaçlanmıştır. TMK'nun 193.maddesi ile, kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her birinin diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabileceği hükme bağlanmıştır. TMK'nun 194.maddesi, bu hükmün en önemli istisnalarındandır. TMK'nun 194.maddesine göre, " Eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz." Bu emredici bir hüküm olup eşler, aralarında yapacakları sözleşmelerle bu hükmü değiştiremez veya ortadan kaldıramazlar. TMK'nun 1009. maddesinde kanunlarda açıkça öngörülen diğer hakların tapu kütüğüne şerh edilebileceği düzenlenmiştir. Aile konutu üzerinde hak sahibi olmayan esin talebi üzerine tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesi de TMK'nun 1009.maddesi kapsamında değerlendirilmelidir. Aile konutuyla ilgili şerh verilmesini talep etme hakkı aile konutu olarak özgülenen taşınmazın maliki olmayan eşe tanınmıştır. Ancak, konut üzerinde hak sahibi olan eşle, hak sahibi olmayan eşin şerh verilmesini birlikte talep etmelerine de kanunî bir engel yoktur. Tapu kaydına aile konutu şerhinin verilmesi Tapu Sicil Müdürlüğü'nden istenir. Taşınmazın maliki olmayan eşin şerhin verilmesini talep edebilmesi için bir mahkeme kararına veya hak sahibi eşin söz konusu işleme izin vermesine gerek yoktur. Zira TMK'nun 194/3. maddesinin açık hükmü ile taşınmazın maliki olmayan eşe bu hak tanınmıştır. Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünün Tapu Sicil Müdürlüklerine gönderdiği 1.6.2002 tarih ve 2002/7 nolu Genelgesine göre, malik olmayan eşin talebi ile aile konutu şerhi işlenebilmesi için evlilik birliğinin resmen devam ettiğini kanıtlayan nüfus kayıt örneği ile eşlerin bu konutta birlikte yaşantılarını sürdürdüklerini kanıtlayan muhtarlıktan alınmış belgenin ibraz edilmesi zorunludur. Taşınmaz malın maliki olmayan eşin veya eşlerden her ikisinin talebi ile aile konutu şerhinin islenebilmesi için evlilik cüzdanının ve nüfus kayıt örneğinin ibrazı yeterlidir. Bu Genelgeye göre aile konutu şerhi eşlerden birinin tek taraflı talebi ile işlenmişse, TMK'nun 1019.maddesi gereğince diğer eşe işlemin sonucunun bildirilmesi gerekmektedir. Konutun aile konutu olup olmadığı hususunda taraflar arasında çekişmeli ise, şerhin verilmesi hâkimden istenebilir. Eldeki davada da davacı eş, dava konusu taşınmazın aile konutu olarak tapuya şerhini istemiştir. Kural olarak; bir konutun aile konutu olarak kabulü için devamlı kullanılması koşulu bulunmamaktadır.Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde konutun tarafların bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan olması yeterlidir. Bu bağlamda yurt dışında yaşayan bir ailenin Türkiye'ye geldiğinde kullandığı tek bir ev var ve bu yukarıda açıklanan niteliklere sahipse aile konutu olarak kabulü olanaklıdır. Ne var ki, somut olayın özelliği itibariyle dava konusu taşınmaz bu özelliği taşımamaktadır. Dosya kapsamından tarafların evlendikleri günden bu yana ve halen yurt dışında yaşadıkları, yapıldığı ilk günden itibaren bu konutta davalının anne ve babasının oturduğu, faturaların davalının babası tarafından ödendiği, davanın taraflarının bu konutta sadece izne geldikleri dönemde ve burada oturmakta olan ailelerini ziyaret amacıyla 10-15 gün kaldıkları, anlaşılmakla; başkasının kullanımına özgülenmiş bir konutun, aile konutu olarak, kabulüne olanak bulunmamaktadır. Bu nedenle aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire Bozma kararına uyulmak gerekirken, yanılgılı gerekçe ile önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırı olup; kararın bozulması gerekir.

SONUÇ:
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), yapılan ikinci görüşmede, oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY Taşınmaz kat mülkiyeti kütüğünde "konut" olarak davalı koca adına kayıtlıdır. Taraflar, yurtdışında çalışmakla birlikte her yıl Türkiye'ye izinli olarak geldiklerinde çocuklarıyla birlikte bu konutu kullanmaktadırlar ve konut, ortak yaşamı sürdürme ve oturma ihtiyacı için edinilmiştir. Tarafların Türkiye'de kalabilecekleri başka bir konutları bulunmamaktadır. Bu haliyle konut, tarafların Türkiye'deki yaşam faaliyetlerinin merkezi durumundadır. Davalının anne ve babasının köyde kendilerine ait kurulu bir evlerinin olduğu, taraflar yurdışındayken eve bakmak amacıyla bu konutta kaldıkları tanıklarca ifade edilmiştir. Bu durumda dava konusu konutun, taraflarca ortak yaşam için "aile konutu" olarak kullanılmak üzere özgülendiği kabul edilmelidir. Mahkemece Türk Medeni Kanununun 194/3.maddesi gereğince tapu kütüğüne konutla ilgili şerh verilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı kanısındayım. Bu sebeple direnme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle değerli çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

KARŞI OY Dava hakkındaki bilgi ve belgelere bakıldığında, tarafların yurtdışında yaşamakta oldukları, bazı yasal haklara kavuşmak anlamında vatandaşlıktan çıkmalarına izin verildiği, ancak ülkeye gidip geldikleri, geldiklerinde kalacak bir konut hazırladıkları ve eşyanın eşlere ait olduğu, tatillerde burada kaldıkları, bu konutun eşlerden davalı adına tescilli olduğu, tatilin bir kısmını da sayfiye yerlerinde geçirdikleri, taraflar yurdışında iken evde davalının anne babasının kalmakta olduğu ve elektrik ve doğalgaz aboneliğinin baba adına olduğu ve davalının konutu satma girişimlerinde bulunduğu ve buna dayanarak da davacının "aile konutu" şerhi verilmesini talep ettiği anlaşılmaktadır. Yasal anlamda aile konutu verilebilmesi için tarafların evli olmaları, konutun eşlerden biri adına kayıtlı olması ve o konutta eşlerin yaşam faaliyetlerinin paylaşılıyor olması (eş ve aile anlamında) gerekli ve yeterlidir. Tarafların ülkeye gelmelerinde yaşam faaliyetlerinin burada geçiyor olduğu açıktır. Tatil beldelerine gitmeleri aile konutu vasıflarını bertaraf edemez. Davalının babasının konutta taraflar yokken kalıyor olması da aile konutu özelliğini kaldırmaz. Zira herkesce bilinmektadir ki, baba-atanın o konutta kalması salt ahlaki nedenlere dayalıdır. Aksi düşünce halinde taraflar konutta yokken davacının annesi ahlaki nedenlere dayalı olarak orada kalıyor olsa idi davalı buranın aile konutu olduğunu iddia edemeyecekmiydi? Dolayısıyla örften kaynaklanan kullanımlar eşin aile konutu şerh hakkını ortadan kaldıramaz. Diğer yandan eşlerin yaşam faaliyetlerinin geçtiği birden fazla aile konutlarının olabileceği unutulmamalıdır. Özellikle ekonomik ve kültürel gelişmeler karşısında birden fazla aile konutu olabilir. Bu anlamda yurt dışında oturan tarafların Türkiye'de aile konutları olmuştur. Bu nedenle davalı vekilinin tarafların Türkiye'ye dönmeyecekleri yönlü savunması esas alınamaz. Nitelik itibarıyla "aile konutu" şerhi kayıt lehtarı olmayan eşe mülkiyet hakkı vermemektedir. Şerhin amacı eşlerin birliği devam ettikçe konut üzerinde gerçekleşecek tasarrufun diğer eşin muvafakatına tabi kılmaktır. Bu aile ve eş olmanın getirdiği en doğal haklardan sayılmalıdır. Nitekim Kadınların İnsan Haklarının Korunması Hakkındaki Sözleşme (CEDAW) gereği ülkemizde bu haklar tartışılmış ve aile konutu düzenlemesi Medeni Kanun`da yerini almıştır. Kanunun amacı gözetilmelidir. Böyle olmadığı takdirde bu konutun aile konutu kabul edilmeyerek davalı tarafından satışına yol açılması kuşkusuz kadın aleyhine bir durumdur. Bu hukuk düzeninin amacı olmadığına göre davacının davası kabul edilmelidir.
#70


Van 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin molotofkokteyli ile yakalanan 2 sanığa "terör örgütüne silah sağlama" suçundan verdiği 12 yıl 6'şar aylık hapis cezası, Yargıtay tarafından onandı.

Van'da iki yıl önce 4 adet molotofkokteyli ve havai fişek rampalarıyla yakalanan Kadir Caniş ve Hakan Zeydan'a "terör örgütüne silah sağlama" suçundan verilen hapis cezası, avukatları tarafından temyize götürüldü. Cezayı fazla bulan ve müvekkillerinin Kürtçe savunma taleplerinin kabul edilmediğini öne süren sanık avukatları, Yargıtay 9. Ceza Dairesi'ne başvurarak kararın bozulmasını talep etti. Dosyayı inceleyen Yargıtay, yerel mahkemenin verdiği hükümde bir isabetsizlik görülmediği kararına vardı ve cezayı oybirliğiyle onayladı.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6/3-e ve Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 202. maddelerinde düzenlenen, bir tercüman yardımından yararlanma hakkının, sanıkların, mahkemenin kullandığı dili anlamadığı veya konuşamadığı durumlarda geçerli olduğu görüşüne yer verdi. Yargıtay kararında, incelenen dosyaya göre sanıkların suçunun varlığının, olay niteliğine ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç vasfı tayin edildiği ve savunmalarının inandırıcı gerekçelerle reddedildiği bildirildi. Yerel mahkemenin verdiği hükümde bir isabetsizlik görülmediğinden sanıkların ve avukatlarının temyiz dilekçelerinde ileri sürdükleri itirazların reddine ve mahkemenin verdiği hükmün onanmasına oy birliğiyle karar verildiği kaydedildi. Yargıtay'ın emsal gösterilecek bu kararıyla terör örgütü adına yapılacak eylemler için molotofkokteyli hazırlayan ve kullanan kişilere bundan böyle ''terör örgütü adına suç işlemek'' yerine Türk Ceza Kanunu'nun 315. maddesindeki "terör örgütüne silah sağlamak" suçundan ceza verileceği belirtildi. Ahmet Görçüm - Van

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1337148&title=yargitay-da-molotof-silahtir-dedi
#71


ENGİN TENEKECİ - Oslo, HASAN CÜCÜK - Kopenhag

Norveç'in başkenti Oslo'da bombalı saldırı düzenleyen, ardından Ütoya adasında gençleri katleden Anders Behring Breivik sadece 21 yıl ceza aldı. 77 kişiyi öldüren Breivik, bu süre sonunda topluma zararlı görülmezse serbest kalacak. Kızı öldürülen Unni Espeland Marcussen, "Aslında öldürdüğü her bir kişi için 21 yıl hapis yatmalı." diyerek karara tepki gösterdi.

Norveç'te, aşırı sağcı fanatik Anders Behring Breivik'in duruşmasında karar verildi. Geçen yıl, önce başkent Oslo'da bombalı saldırıda 8 kişiyi öldüren Breivik, ardından Ütoya adasındaki kampta 69 genci katletmişti. Savunmalarında, aklî dengesinin yerinde olduğunu ifade etmiş; saldırıları, Norveç'te ve Avrupa'da çok kültürlü topluma karşı olduğu için, ülkesini ve Avrupa'yı Müslümanlardan korumak amacıyla gerçekleştirdiğini söylemişti. Başkan ve 5 hâkimden oluşan mahkeme, katliamı itiraf eden Breivik'in akıl sağlığının yerinde olduğuna hükmetti ve 21 yıl hapis cezası verdi. Kararı ayakta dinleyen katilin gülümsemesi gözden kaçmadı. Temyize gitmeyeceğini söyleyen Breivik, cezasını Oslo'nun dışındaki sıkı güvenlikli İla Cezaevi'nde, tek kişilik hücrede çekecek. Hücrede, bir bilgisayar, gazete ve ayrı bir egzersiz odası yer alıyor. Norveç kanunlarında idam veya ömür boyu hapis cezası bulunmuyor. 21 yılın sonunda Breivik'in serbest kalıp kalmayacağına kendisiyle görüşülerek karar verilecek. Toplum için bir tehdit oluşturduğuna kanaat getirilirse mahkum, yine parmaklıklar ardında tutulacak. Görüşmeler 5'er yıllık periyotta yapılacak.

Norveç'te 77 kişiyi öldüren Anders Behring Breivik'in 10 hafta süren duruşmasında karar dün çıktı. Davayı yürüten hâkim Wenche Elizabeth Arntzen, mahkeme heyetinin aldığı 90 sayfalık kararı okudu. Breivik'in akıl sağlığının yerinde olduğuna mahkeme heyetinin oybirliğiyle karar verdiğini ifade eden Arntzen, savcının ve daha önce psikiyatrların verdikleri 'deli raporunu' dikkate almadıklarını söyledi. Terör suçu işlemekten suçlu bulunan Breivik, 21 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Avukat Odd Ivar Gröm, Breivik'in kararı için 'sürpriz olmadı' yorumunu yaptı. Breivik, duruşmanın 3. gününde hâkimin "Peki idam ister miydin?" sorusuna şu cevabı vermişti: "İstemem ama böyle bir karar çıkarsa saygıyla karşılarım. Zaten mantık olarak 77 kişiyi öldürme suçunun cezası ya idamdır ya da beraattir. Ben yaptığım eylemin suç olmadığına inanıyorum." demişti. Avukat Odd Ivar Grön, kararı temyiz etmeyeceklerini de açıkladı. Breivik, cezasını Oslo'nun dışında bulunan sıkı güvenlik önlemlerinin alındığı İla Cezaevi'ndeki tek kişilik hücrede çekecek.

hapis cezası UZATILABİLİR

Hakim Arntzen, Breivik'in topluma karşı tehlike arz ettiğinden 'önleyici tutukluluk' haline hükmedildiğini belirtti. Ancak bu Breivik'in 21 yıl sonra özgür olacağı anlamına gelmiyor. 33 yaşındaki katil cezasını bitirdiğinde mahkeme heyeti, Breivik'in toplum için zararlı olacağına ve aynı eylemi tekrar yapabileceğine hükmederse cezası 5 yıl daha uzatılacak. Toplumda oluşan genel infialden dolayı verilen 21 yıllık cezanın 'ömür boyu' anlamına geldiği ifade edildi. Breivik'e verilen ceza 21 yıl olmasına karşın ileride 'iyi hali' dikkate alınıp serbest bırakılma durumu söz konusu olsa bile en az 10 yıl hapis yatacak.

Öte yandan Norveç Sağlık Müdürlüğü, mahkemenin vereceği karar her ne olursa olsun, aşırı sağcı Breivik'in kaldığı İla Cezaevi'nde özel bir klinikte psikolojik tedavi göreceğini teyit etmişti. Ayrıca, Oslo Valiliği'nin güvenlik nedeniyle fanatik Breivik'i kaldığı cezaevi dışında herhangi bir hastanede tedavi altına aldırmak istemediği kaydedildi. Breivik de daha önceki duruşmalarda verdiği savunmalarında, akli dengesinin yerinde olduğunu, saldırılarının da Norveç'te ve Avrupa'da çok kültürlü topluma karşı olduğunu, bu nedenle ülkesini ve Avrupa'yı Müslümanlardan korumak için gerçekleştirdiğini söylemişti. Breivik, psikiyatr hastası olduğuna, adli tedavi altında tutulmasına karar verilirse, karara itiraz edeceğini, ancak hapis cezası verilmesi halinde ise karara itiraz etmeyeceğini avukatları aracılığıyla bildirmişti.

Kurbanlar arasında Türk kızı Gizem de var

Anders Behring Breivik, geçen yıl 22 Temmuz Cuma günü öğle saatlerinden sonra giydiği polis üniformasıyla ilk önce bir arabaya yerleştirdiği bombayı başbakanlık binalarının önünde patlatmıştı. Ardından seri bir şekilde Utoya adasına geçerek Norveç İşçi Partisi Gençlik Kolları'nın düzenlediği kampta silahlı saldırı sonucunda toplam 77 kişiyi acımasızca katletmişti. Breivik'in Utoya adasında düzenlediği silahlı saldırı sonucunda 18 yaşındaki bir Türk kızı Gizem Doğan da hayatını kaybetmişti.



Duruşmada Nazi selamı verdi

Yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı duruşma, Oslo Adliye Sarayı'nda yapıldı. Salonda, saldırılarda ölenlerin yakınlarıyla katliamdan yaralı kurtulan bazı gençler de yer aldı. Siyah takım elbise giyen ve elleri kelepçeli olarak getirilen Breivik, 'Nazi selamı' verdi. Cam bölmede tutulan ve sakin görünen Breivik'in duruşma başladıktan sonra kelepçeleri çözüldü.

Öldürdüğü her kişi için 21 yıl yatmalı

Mahkeme kararı, Ütoya Adası'ndaki saldırıdan sağ kurtulanlar ve maktullerin yakınlarını ikiye böldü. Kimi Breivik'in 21 yıl hapis cezasına çarptırılmasını ve caniye deli raporu verilmemesinin kendilerini mutlu ettiğini söylerken, kimi de karara tepkili. Kızı öldürülenler arasında olan Unni Espeland Marcussen adlı bir kadın, "Aslında öldürdüğü her bir kişi için 21 yıl hapis yatmalıydı." dedi. Utoya adasından sağ kurtulan Tore Sinding Bekkedal, Breivik'in 'politik çılgınlık' içinde olduğunu belirterek, "Karar tam beklediğim gibi çıktı. Şimdi biraz olsun rahatladım. Ama gidenler geri gelmeyecek." diye konuştu. Saldırıda hayatını kaybeden Danimarkalı Hanne Fjalested'in babası Per Balch Sörensen de kararı olumlu bulurken, "Artık onun sesini yıllarca duymayacağımız için mutluyum. En kötüsü 10 haftalık yargılama boyunca onu görmekti." ifadelerini kullandı.




http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1337144&title=mahkeme-norveci-kana-bulayan-breivik-ile-ilgili-kararini-verdi-77-kisinin-katiline-21-yil&haberSayfa=0



Breivik bize ne anlatıyor?, Mehmet Kamış, Zaman Gazetesi

1209 yılında, şövalyeler ve piyadelerden oluşan 30 bin kişilik bir Haçlı ordusu, kasırga gibi Kuzey Avrupa'dan şimdiki Güney Fransa olarak bilinen Pirene dağlarının eteklerine indi. Geçtikleri bölgelerde ekinleri yok edip, kasaba ve şehirleri yağmaladılar. Bütün ahali kılıçtan geçirildi. Bu bölgelerin en büyük özelliği Kathar inancına sahip insanların yaşıyor olmasıydı.

Katharlar, 13. yüzyılda özellikle Güney Avrupa'da etkili olmuş bir Hıristiyan mezhebiydi. Temeli Hıristiyanlık olan bu inançtakiler, Kilise'nin birçok dogmasına karşı çıkmaktaydılar. Hıristiyan'dılar ancak dinleri bir Katolik inancından çok farklıydı. Gerçek Hıristiyanlığı temsil ettiklerine ve kaynağa yeniden döndüklerine inanıyorlardı. Hz. İsa'yı bir peygamber olarak kabul etmelerine karşılık onun Allah'ın oğlu olamayacağını söylüyorlardı. Puta, heykele ve haça tapınmayı da reddediyorlardı. İnançları, Kilise tarafından komik ve sapkınlık olarak nitelendirildi. Bu nedenle Engizisyon ateşi ilk onlar için yakıldı. Kilise'ye göre hepsi yakılmalıydı, içlerinden kim yanmazsa o günahsızdı. Krallar ve Kilise, kendileri açısından tehdit gördükleri için yüz binlercesini bu şekilde yakarak öldürdüler.

Sadece Beziers şehrinde 15 bin kadın, erkek ve çocuk ayırt edilmeksizin katledildi. Bu şehirde Katolik inancına sahip kişiler olmasına rağmen hepsi öldürüldü. Papalığın temsilcisine, şehirde Katoliklerin olduğu hatırlatıldı ama 'Tanrı'nın günahsız olanları ayırt edeceği' cevabı verildi. Bunun üzerine hepsi diri diri yakıldı. Sonra Perpignan, Narbonne, Carcassonne, Toulouse şehirlerine girilip bütün Kathar inancındakiler öldürüldü.

30 bin askerle saldırı yapılan bölge kültürel ve ekonomik olarak yukarı Fransa'ya hiç benzemiyordu. Bu bölgede Yunanca, İbranice ve Arapça ders olarak okutuluyor ve Endülüslerle birlikte hareket ediliyordu. Kuzeydeki asiller bile isimlerini yazamazken buradakiler edebiyat ve sanatta bir hayli ileriye gitmişlerdi.

Bugün Avrupa ülkelerine baktığınızda homojen bir ırk ve inanç yapısını görmeniz mümkündür. Fransa'da, İspanya'da, Belçika'da, Almanya'da, İtalya gibi ülkelerde yerli bir Müslüman azınlık bulmak imkansızdır. Ya da kendine has farklı inançlara sahip insan toplulukları neredeyse yoktur.

Müslümanların yönetimindeki bölgelere baktığınızda ise küçük küçük de olsa farklı dini ve etnik yapıları her yerde görebilirsiniz. Son yüzyıla kadar Osmanlı hakimiyetinde kalmış bölgelerin hiçbirinde homojenlik yoktur. Bosna-Hersek'te Boşnakların yanında Hırvatlar ve Sırpları, Makedonya'da Arnavutları, Torbeşleri, Makedonları, Pomakları ve Türkleri görmek mümkündür.

Balkanlar, yüzyıllar boyunca Fransızların ya da Almanların elinde kalsaydı, bu kadar farklı etnik ve kültürel yapılar orada varlıklarını sürdürebilirler miydi? Fransızlar, İspanyollar ya da İtalyanlar kendi coğrafyalarındaki bütün 'ötekileri' fiilen ortadan kaldırarak ya da zorla asimile ederek kendilerince milli bir birliği(!) sağlamışlardı. Ancak Müslümanların böyle bir uygulamaya gitmeleri dinen yasak olduğu için onların hakim oldukları bölgelerde ırklar ve inançlar yüzlerce sene var olmaya devam etti. O nedenledir ki, Müslüman dünyada farklılık, Avrupa ülkelerinde homojenlik hakimdir.

Breivik, 13. yüzyılda farklı olanları ortadan kaldıran zihniyetten hiçbir farkı bulunmayan çağdaş bir şövalyedir. Ötekinden ödü kopan bir bilinçaltı hortlamasıdır. Norveç'te kendisi gibi olmayan 77 kişiyi bilerek ve taammüden öldüren bir katile 'ne yapalım kanunlar böyle' diyerek 21 yıl hapis cezası vermeleri, bu eylemin tolere edilebilir bir şey olduğunu düşündüklerini de gösteriyor.

Bugünün en büyük tehlikesi; ötekinin ortadan kaldırılması gereken bir şey olduğu anlayışıdır. Kürtleri tehlike olduğu için asimile ederek, yok etmeye niyetlenen darbeci anlayış gibi, Kürtler arasındaki farklılıkları yok etmeye niyetlenen bir PKK belası, öteki için büyük bir tehdit olmaya devam ediyor.

Aradan 800 sene geçmiş olmasına rağmen Avrupa ve bunun türevi anlayışlar, farklı olanı tehdit görmekten vazgeçmiyor.

m.kamis@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1337211&title=breivik-bize-ne-anlatiyor
#72
Konuyla ilgili Ceza Muhakemesi Kanunu'nda yer alan hükümler:

    Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat
    Tazminat istemi
     Madde 141 – (1) Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;
    a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,
    b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,
    c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,
    d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,
    e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,
    f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,
    g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,
    h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,
    i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,
    j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,
    Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler.
    (2) Birinci fıkranın (e) ve (f) bentlerinde belirtilen kararları veren merciler, ilgiliye tazminat hakları bulunduğunu bildirirler ve bu husus verilen karara geçirilir.

    Tazminat isteminin koşulları
     Madde 142 – (1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir.
    (2) İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır.
    (3) Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir.
    (4) Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi hâlde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.
    (5) Mahkeme, dosyayı inceledikten sonra yeterliliğini belirlediği dilekçe ve eki belgelerin bir örneğini Devlet Hazinesinin kendi yargı çevresindeki temsilcisine tebliğ ederek, varsa beyan ve itirazlarını onbeş gün içinde yazılı olarak bildirmesini ister.
    (6) İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hâkimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir.
    (7) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/20 md.) Mahkeme, kararını duruşmalı olarak verir. İstemde bulunan ile Hazine temsilcisi, açıklamalı çağrı kâğıdı tebliğine rağmen gelmezlerse, yokluklarında karar verilebilir.
    (8] Karara karşı, istemde bulunan, Cumhuriyet savcısı veya Hazine temsilcisi, istinaf yoluna başvurabilir; inceleme öncelikle ve ivedilikle yapılır.

    Tazminatın geri alınması
     Madde 143 – (1) Kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararı sonradan kaldırılarak, hakkında kamu davası açılan ve mahkûm edilenlerle, yargılamanın aleyhte yenilenmesiyle beraat kararı kaldırılıp mahkûm edilenlere ödenmiş tazminatların mahkûmiyet süresine ilişkin kısmı, Cumhuriyet savcısının yazılı istemi ile aynı mahkemeden alınacak kararla kamu alacaklarının tahsiline ilişkin mevzuat hükümleri uygulanarak geri alınır. Bu karara itiraz edilebilir.
    (2) (Değişik: 25/5/2005 - 5353/21 md.) Devlet, ödediği tazminattan dolayı, koruma tedbiriyle ilgili olarak görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle görevini kötüye kullanan kamu görevlilerine rücu eder.
    (3) İftira konusunu oluşturan suç veya yalan tanıklık nedeniyle gözaltına alınma ve tutuklama halinde; Devlet, iftira eden veya yalan tanıklıkta bulunan kişiye de rücu eder.

    Tazminat isteyemeyecek kişiler
     Madde 144 – (1) Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:
    a) Gözaltı ve tutukluluk süresi başka bir hükümlülüğünden indirilenler.
    b) Tazminata hak kazanmadığı hâlde, sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği, durumları tazminat istemeye uygun hâle dönüşenler.
    c) Genel veya özel af, şikâyetten vazgeçme, uzlaşma gibi nedenlerle hakkında kovuşturmaya yer olmadığına veya davanın düşmesine karar verilen veya kamu davası geçici olarak durdurulan veya kamu davası ertelenen veya düşürülenler.
    d) Kusur yeteneğinin bulunmaması nedeniyle hakkında ceza verilmesine yer olmadığına karar verilenler.
    e) Adlî makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar.



Konuyla ilgili emsal bir Yargıtay Kararı:

T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E:2010/6-212
K:2010/263
T:21.12.2010

5271 s. Yasa m. 141,142

Davacı Gülcan vekili 20.02.2008 tarihli dilekçesi ile, davacının tutuklu olarak yargılandığı davada beraat ettiğinden koruma tedbirleri nedeniyle 10.000 Lira maddi, 10.000 Lira manevi tazminat ve faiz isteminde bulunmuş, istemi değerlendiren Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce 22.09.2008 gün ve 72-235 sayı ile;
"...Davacı vekilinin dava dilekçesine davası ile ilgili herhangi bir delil ve belge eklemediği, bu konuda CMK'nın 142/3-4. maddeleri uyarınca dava dilekçesindeki bilgi, belgelerin yetersizliği ifade edilerek eksikliğin bir ay içerisinde giderilmesi, aksi halde istemin reddedileceği hususunun şerhli davetiye ile davacı vekiline 14.08.2008 tarihinde usulüne uygun şekilde tebliğ edildiği halde inceleme tarihi olan 16.09.2008 tarihine kadar mahkememize bildirilmediği anlaşılmakla;
CMK'nın 142/4. maddesi uyarınca dava dilekçesinin reddine,
Yargılama giderinin davacıdan alınıp Hazineye gelir kaydına,
Davalı Hazine vekili için 1.100 YTL avukatlık ücretinin davacıdan alınıp davalı Hazineye verilmesine" karar verilmiştir.
Bu karara karşı davacı vekili tarafından yapılan itirazı inceleyen Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce 27.11.2008 gün ve 1566 sayı ile;
"... Davacı vekili 20.02.2008 havale tarihli dilekçe ile haksız olarak tutuklanması sonucu çalışamadığını, ailesinin masraflar yaptığını belirterek maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
Mahkemece yapılan tebligata rağmen zararlarını kanıtlayıcı belge davacı taraf ibraz etmemiştir.
CMK'nın 142/6. maddesinde; 'istemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapar' şeklindeki düzenleme getirilmiştir.
Dava dosyası getirtilip incelenerek davacının sosyal ve ekonomik durumu resen araştırılarak manevi tazminat istemi karara bağlanabileceği gibi yasal tazminat talebi de resen araştırılması gerektiğinden; CMK'nın 267 ve devamı maddeleri uyarınca itirazın kabulü ile Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 22.09.2008 gün 72-235 sayılı kararının kaldırılmasına" karar verilmiştir.
Adalet Bakanlığı'nın 05.02.2009 gün ve 6233 sayılı yazısı üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığı'nca 06.03.2009 gün ve 38483 sayılı ihbarname ile;
"1- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 142/1. maddesinde yer alan*Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir' şeklindeki düzenleme nazara alındığında, davacının beraat ettiği Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 21.09.2007 tarihli kararının sanık vekilinin yüzüne karşı verildiği ve 28.09.2007 tarihinde kesinleştiği, sanık vekili Avukat Mehmet imzalı tarihsiz dilekçenin ise 20.02.2008 havale tarihli olduğu dikkate alındığında, 3 aylık başvuru süresinin geçirilmiş olduğu,
2- Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce, sanık vekiline dilekçesindeki eksiklikleri gidermesi için çıkarılan meşruhatlı davetiyenin bizzat tebliğini müteakip, 1 aylık yasal süre içerisinde eksikliklerin giderilmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 142/4. maddesine dayanılarak dava dilekçesinin reddine karar verildiği, ancak itiraz merci Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce anılan maddenin 6. fıkrasında yer alan 'istemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hakimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir' şeklindeki düzenleme nazara alınarak, mahkemesince re'sen araştırma yapılması gerektiğinden bahisle İtirazın kabulüne karar verilmiş ise de, 6. fıkrada yer alan 'istemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya yetkilidir' biçimdeki ifadenin, davacının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Ka-nunu'nun 142/4. maddesine göre üzerine düşen görevi yaparak, belirtilen eksiklikleri gidermesinden sonra, mahkemenin kararını vermek için ihtiyaç duyacağı diğer bilgi ve belgeler için resen araştırma yapması şeklinde yorumlanması gerektiği, aksi halde 4. fıkranın bir öneminin kalmayacağı, mahkemenin başvuru üzerine resen araştırmaya başlaması gerekeceği anlamına geleceği, oysa talebin tazminat hukukuna ilişkin şahsi bir hakka dayandığı, önce talep edenin kanunda öngörüldüğü şekliyle kendi üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerektiği cihetle, mahkemece verilen 1 aylık yasal süre içerisinde eksikliğin giderilmemiş olduğu gerekçesiyle dava dilekçesinin reddi kararında bir isabetsizlik bulunmadığı," görüşüyle yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulması üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi'nce 30.06.2010 gün ve 7091-11902 sayı ile;
"Kanun yararına bozma istemine dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbar yazısı incelenen dosya içeriğine göre yerinde görüldüğünden kabulü ile Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilip kesinleşen 27.11.2008 tarih ve 2008/1566 müteferrik sayılı kararın 5271 sayılı CMK'nın 309. maddesi gereğince bozulmasına" karar verilmiştir.
Yargıtay C.Başsavcılığı ise 11.10.2010 gün ve 38483 sayı ile;
"5271 sayılı CMK'nın 142/1. maddesinde karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir' hükmü öngörülmüştür.
Maddedeki açık düzenleme gereğince, hükmün kesinleşmesi yeterli olmayıp, kesinleştiğini belirten meşruhatla birlikte bizzat sanığa bildirilmesi gerekmektedir. Ancak her ne suretle olursa olsun kararın kesinleşmesinden itibaren 1 yıllık hak düşürücü süreyi geçiren kimseler tazminat başvuru hakkını kaybedeceklerdir.
Somut olayda, sanık Gülcan hakkında Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce yağma suçundan yapılan yargılama sonucunda, 21.09.2007 günlü kararla sanığın beraatına karar verilmiş, sanık savunmanının yüzüne karşı verilen hüküm 28.09.2007 gününde kesinleşmiştir. Ancak getirtilen karar örneğine göre, kararın, diğer ilgililer tarafından temyiz edilmediğinden 28.09.2007 gününde kesinleşmiş olduğu sanığa veya savunmanına tebliğ edilmediği anlaşılmıştır. Bu bildirim yapılmadığından, tazminat davası açma süresi yönünden dikkate alınması gereken üç aylık süre değil, bir yıllık süre olacaktır.
Davacı Gülcan vekilinin maddi ve manevi tazminat istemine konu dilekçesi, hakim tarafından 20.02.2008 günü havale edilmiştir. Havale tarihine göre dava yasal bir yıllık süre içerisinde açılmış olduğundan, (1) nolu kanun yararına bozma isteminde ileri sürülen neden yerinde değildir. Özel Daire'ce süreye ilişkin kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi gerekirdi.
Yine somut olaya dönecek olursak, davacı Gülcan vekili Av. Mehmet, müvekkilinin, yağma suçundan beraat ettiği Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2007/159 esas sayılı dosyasında 6,5 ay tutuklu kaldığını, yargılama sonucunda beraat ettiğini, hiçbir ilgisi olmadığı bir suçtan dolayı cezaevine girmiş olmasının, ileriki hayatında onarılmaz yaralar açtığını, mahkeme masrafları yaptığını, çalışıyor olması nedeniyle bu dönemde kazanç kaybına uğradığını, haksız yere tutuklanması nedeniyle 10.000 YTL maddi, 10.000 YİT. manevi tazminat isteminde bulunmuş, delil olarak Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2007/159-213 sayılı dosyasını göstermiş ve ayrıca sair deliller demiştir.
Davanın açıldığı Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi, gerekli işlemlerin yapılması için naip hakim görevlendirmiş, naip hakim tarafından, davacı vekiline, davacının ikametgah belgesi ile davaya ilişkin delillerini tebliğinden itibaren bir ay içinde bildirmesi, bildirmediği takdirde davanın reddedileceği hususunu içeren açıklamalı tebligat yapılmış, yapılan tebliğe rağmen eksiklikler giderilmediğinden Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 22.09.2008 gün, 2008/72235 sayılı kararı ile 5271 sayılı CMK'nın 142/4. maddesi uyarınca dava dilekçesinin reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili tarafından dava dilekçesinin reddine ilişkin karara süresinde itiraz edilmiş, itiraz mercii Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce
27.11.2008 gün ve 2008/1566 müteferrik sayılı karar ile 'ceza dosyası getirtilip, davacının sosyal ve ekonomik durumu da resen araştırılarak, tazminat  istemleri karara bağlanabileceğinden, itirazın kabulüne' karar verilmiştir.
CMK'nın 141. maddesinin a-j bentlerinde belirtilen kişilerin, maddi ve manevi her türlü zararlarını Devletten isteyebilecekleri hükme bağlanmıştır.
Maddi zarar, haksız olarak yakalanan ya da tutuklanan kişinin bedenen ya da manen uğradığı mali kayıptır. Yoksun kalınan kazanç ile haksız eylem ve işlemin yol açtığı giderler de maddi zarar kapsamındadır.
Manevi zarar ise, Ceza Genel Kurulu'nun 11.05.1999 gün, 102-115 ve 17.03.2009 gün, 2008/193-60 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere, tutuklanan şahsın sosyal çevresinde itibarının sarsılması, özgürlüğünden yoksun kalınması nedeniyle duyulan elem, ıstırap ve ruhsal sıkıntıların bir ölçüde de olsa giderilmesi amacına yöneliktir. Bu nedenle manevi tazminata hükmedilirken kişinin cezaevinde kaldığı süre, sosyal ve ekonomik durumu, toplumsal konumu, atılı suçun niteliği, tutuklamanın şahıs üzerinde bıraktığı olumsuz etkiler dikkate alınarak, zenginleşme sonucunu doğurmayacak, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşır bir miktar olmasına özen gösterilmelidir.
142. maddenin 3 ve 4. fıkraları gereğince, tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi zorunludur.
Tazminat istemine ilişkin dilekçedeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda, mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi halde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksikliği tamamlanmayan dilekçe, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur.
Bu hükümlere göre, dava dilekçesinin, yasal koşul ve belgeleri kapsamaması nedeni ile reddolunması halinde, yasal süresi içinde eksikliklerin tamamlanması suretiyle yeniden başvuruda bulunulması olanağının bulunduğu açıktır. Bu nedenle de, bu hükümler uyarınca dava dilekçesinin reddine ilişkin olarak verilen kararlar aleyhine* itiraz'yasa yoluna başvurulabilecektir. Nitekim Ceza Genel Kurulu'nun 03.10.2000 gün, 173-180 sayılı kararında da bu husus açıkça vurgulanmıştır.
CMK'nın 142. maddesinin 5-6-7. fıkralarında, dilekçe ve ekli belgelerin yeterliliği durumunda, tazminat istemi konusunda esasa ilişkin incelemenin ne  şekilde yapılıp, kararın nasıl verileceği belirtilmiş olup, son fıkrasında, esasa  ilişkin karara karşı istinaf yasa yoluna başvurulacağı hükme bağlanmıştır.
Esasa ilişkin incelemenin nasıl yapılacağını gösteren 6. fıkrası' istemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında, mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hakimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir' biçimindedir.
Bu hüküm, dava dilekçesine, tazminat istemine ilişkin belgelerin eklenmesinden ve işin esasına girilmesinden sonra uygulanması gereken bir hükümdür.
Maddi zarar istemlerinde, davacının, gerçek zararını belgelemesi ve bunun delillerini de dilekçesine eklemesi zorunlu iken manevi tazminat istemlerinde dava dilekçesine eklenmesi gereken bir belge ya da sunulması zorunlu olan bir bilgi bulunmamaktadır.
Manevi tazminat istemi üzerine mahkeme, haksız gözaltı ya da tutuklamaya konu olan dosyayı getirtip incelediğinde, manevi tazminata hükmedilmesi konusundaki aranan kriterlerin tümünün yanıtlarını kolayca bulabilecektir.
İnceleme konusu olayda, Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin  21.09.2007 gün 2007/159-213 sayılı karar örneğinden dahi sanığın, suç tarihinde 23 yaşında olup, evli ve üç çocuğunun bulunduğu, hurda toplayarak geçimini sağladığı, 04.03.2007 tarihinde işlediği ileri sürülen yağma suçundan, 05.03.2007 tarihinde tutuklandığı, yargılama sonucunda sanığın suçu sabit olmadığından 5271 sayılı CMK'nın 223/2-e maddesi uyarınca beraatine karar verildiği hususları ile davacının açık kimlik ve adresi açıkça anlaşılmaktadır.
Davacı vekili dilekçesinde 10.000 YTL manevi tazminat isteminde bulunarak, tazminatın nitelik ve niceliğini de belirtmiştir. Müvekkilinin zarara uğradığı işlemin ne olduğunu da belirtmiştir.
Bu durumda, manevi tazminat istemi yönünden, CMK'nın 142. maddesinin 3 ve 4. fıkralarının uygulanma olanağı bulunmamaktadır. Mahkemece ceza dosyası getirtilip incelenerek, zenginleşme sonucu doğurmayacak, adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşır ölçüde manevi tazminat konusunda bir karar verilmesi gerekirdi.
Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin dava dilekçesinin CMK'nın 142/4. maddesi uyarınca reddine ilişkin 22.09.2008 gün, 2008/72-235 sayılı kararına yönelen itiraz üzerine verilen itirazın kabulüne ilişkin Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 27.11.2008 gün ve 2008/1566 müt. sayılı kararı manevi tazminat istemi yönünden yerindedir. Maddi tazminat istemi yönünden ise yerinde değildir. Zira davacı vekili, maddi tazminat istemine dayanak oluşturacak bilgi ve belgeleri sunmamış, ihtara rağmen gereğini yerine getirmemiştir. Ancak yasal süresi içerisinde, gerekli bilgi ve belgeleri tamamlayıp ekleyerek yeniden maddi tazminat isteminde bulunmasına engel bir durum söz konusu değildir.
Açıklamalar ışığında; Özel Daire'nin, (2) no'lu kanun yararına bozma isteminde ileri sürülen nedeni sadece''maddi tazminat yönünden kabul edip, itiraz mercii Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 27.11.2008 günlü kararının bozulması; (2) no'lu kanun yararına bozma isteminde ileri sürülen nedeni "manevi tazminat' yönünden reddetmesi ve yine (1) no'lu kanun yararına bozma isteminde ileri sürülen neden yerinde olmadığından reddine karar vermesi gerekirken yazılı biçimde hüküm kurmasının yasaya aykırı olduğu kanaatine ulaşılmıştır"görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, "Özel Daire'nin kararının kaldırılması, (2) no'lu yasa yararına bozma isteminin manevi tazminat yönünden ve (1) no'lu yasa yararına bozma isteminin de davanın süresinde açılmış olması nedeniyle reddine, (2) no'lu yasa yararına bozma isteminde ileri sürülen nedenin maddi tazminat yönünden yerinde olması nedeniyle itiraz merciinin kararının bozulmasına karar verilmesi" isteminde bulunulmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kurulu'nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Tutuklu kaldığı davada beraat etmesinden dolayı koruma tedbirleri nedeniyle tazminat isteminde bulunan davacı vekilinin dilekçesinin, "yeterli bilgiyi içermemesi, herhangi bir belge eklenmemesi ve yapılan ihtara rağmen bu eksikliğin giderilmemesi" gerekçesiyle Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce CYY'nin 142/4. maddesi uyarınca reddine ilişkin karara yapılan itirazın Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce "tazminat istemi üzerine gerekli araştırmanın resen yapı/ması gerektiği" gerekçesiyle kabul edilmesi üzerine, Adalet Bakanlıgı'nca; "Davan/n 3 aylık süre içinde açılmadığı ve Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin dava dilekçesinin reddine karar vermesinde bir isabetsizlik bulunmadığı"görüşüyle yasa yararına bozma yasa yoluna başvurulmuş, Özel Daire'ce de bu istem kabul edilerek Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi kararının, yasa yararına bozulmasına karar verilmiştir.
Bu karara karşı Yargıtay C.Başsavcılığı'nca; davanın süresinde açılmış olması nedeniyle Adalet Bakanlığı'nın (1) no'lu yasa yararına bozma isteminin reddiyle Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi kararının manevi tazminat istemi yönünden yerinde olduğundan hareket edilerek, (2) no'lu yasa yararına bozma isteminin sadece "maddi tazminat" yönünden kabulüne karar verilmesi gerektiği, görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurulmuştur.
Görüldüğü gibi somut olayda Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulu'nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar:
1-   Dava dilekçesinin süresi içinde verilip verilmediğine,
2-   CYY'nin 142/4. maddesi uyarınca dava dilekçesinin reddi koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğine göre;
Davacı vekilince 20.02.2008 tarihli dilekçe ile maddi ve manevi tazminat isteminde bulunulduğu, dilekçede davacının adresi ve ne iş yaptığına dair bir bilgi yer almadığı gibi dilekçeye hiçbir belgenin de eklenmediği, Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce naip hakim görevlendirilerek davaya dayanak yapılan beraat kararının mahkemesinden getirtildiği, davacının beraat ettiği Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 21.09.2007 tarihli kararının sanık müdafiinin yüzüne karşı verildiği, kararda tazminat isteme hakkının hatırlatılmadığı, davacı yönünden kararın 29.09.2007 tarihinde kesinleştiği, kesinleşen kararın davacıya tebliğ edildiğine ilişkin bir bilginin bulunmadığı,
Naip hakimin inceleme günü olarak belirlediği 27.05.2008 tarihinin davacı vekiline 21.03.2008'de davetiye ile tebliğ edildiği, davetiyeye "davacının  ikametgah belgesi, dosyaya ilişkin delilleriniz ile zararın neden kaynaklandığını ve net miktarını çağrı kağıdının tebliğinden itibaren 15 gün içinde mahkememize bildirmeniz ihtar olunur" açıklamasının yazıldığı, davacı vekilinin mazeret bildirerek inceleme günü gelmediği ve herhangi bir belge de sunmadığı,
Naip hakim tarafından 5271 sayılı CYY'nin 142/4. maddesi uyarınca aynı açıklamanın, sürenin bir ay olarak belirtilmesi suretiyle inceleme günü ile birlikte davacı vekiline 12.06.2008 tarihinde tebliğ edildiği, davacı vekilinin 31.07.2008 tarihindeki ikinci incelemeye yine mazeret bildirerek gelmediği ve herhangi bir belge sunmadığı,
Naip hakimce bu kez daha önce davacı vekiline tebliğ edilen açıklamaya "aksi takdirde davanın reddedileceği" ihtarının da eklenerek inceleme gününün açıklamalı çağrı kağıdıyla davacı vekiline tebliğine karar verildiği, davetiyenin 14.08.2008 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği, 16.09.2008 tarihindeki üçüncü inceleme gününde de davacı vekili gelmediği gibi yine herhangi bir belge sunmadığı, naip hakimin tevdii üzerine Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce 22.09.2008 tarihinde dosya üzerinden verilen kararla, CYY'nin 142/4. maddesi uyarınca dava dilekçesinin reddine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1) Dava dilekçesinin süresi içinde verilip verilmediği:
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı "CYY'nin Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Yasa" nın 18. maddesi ile 466 sayılı "Yasa Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Yasa" yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı CYY'de "Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat" ana başlığı altında, 141 ila 144. maddelerinde, tazminat isteme koşulları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde düzenlenmiştir. 5320 sayılı Yasa'nın 6/1. maddesindeki; "Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 141 ila 144. maddeleri hükümleri, 1 Haziran 2005 tarihinden itibaren yapılan işlemler hakkında uygulanır" hükmü uyarınca davacının beraat ettiği davada tutuklu kaldığı tarihin 01 Haziran 2005 tarihinden sonra olması nedeniyle uyuşmazlığın 5271 sayılı CYY hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiği hususunda duraksama bulunmamaktadır.
5271 sayılı CYY'nin " Tazminat İsteminin Koşulları" başlıklı 142. maddesinin 1. fıkrasındaki; "Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir" şeklindeki düzenleme nedeniyle beraat kararının kesinleştiği hususunun davacıya tebliğ edilmesi gereklidir.
Somut olayda, davacının yağma suçundan yargılandığı Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nce 21.09.2007 tarihinde beraatine karar verilmiş, sanık müdafiinin yüzüne karşı verilen bu karar temyiz edilmeksizin 29.09.2007 tarihinde kesinleşmiş, ancak kesinleşen beraat kararı davacıya tebliğ edilmemiştir. Bu durumda CYY'nin 142/1. maddesinde belirtilen üç aylık süre işlemeye başlamayacağından aynı fıkradaki bir yıllık süre içinde davanın açılması gerekli ve yeterlidir. Davacı da bu süre içinde 20.02.2008 tarihinde dilekçesini vermiştir.
Diğer taraftan; CYY'nin 141. maddesinin 1. fıkrasının (e) ve (f) bentleri uyarınca, "Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra, haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler" ile "Mahkum olup da, gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için, kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle, zorunlu olarak, bu cezayla cezalandırılanlara" kararda tazminat isteme haklarının bulunduğunun bildirilmesi, aynı maddenin 2. fıkrasının zorunlu sonucudur.
Bu düzenlemeye koşut olarak, CYY'nin 231. maddesinin 3. fıkrasında; "Beraat eden sanığa, tazminat isteyebileceği bir hal varsa bu da bildirilir" ve aynı Yasa'nın "Hükmün Gerekçesi ve Hüküm Fıkrasının İçereceği Hususlar" başlıklı 232. maddesinin 6. fıkrasında; "...Hüküm fıkrasında, ...kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir" biçiminde getirilen düzenleme ile de tazminat istemeye hakkı olan kişiye kararda bu hakkının hatırlatılması konusunda oluşabilecek duraksamaların önüne geçilmiştir.
Somut olayda davacı hakkında, Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararında, CYY'nin 141/2, 231/3 ve 232/6. maddeleri uyarınca yapılması gereken, "tazminat isteme hakkı olduğuna ilişkin" bildirimin yapılmadığı anlaşıldığından, bu açıdan da dava dilekçesinin süresinde verildiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu nedenle, Adalet Bakanlığı'nın (1) nolu yasa yararına bozma istemi ile bu istemi kabul eden Özel Daire kararında isabet bulunmamakta olup, Yargıtay C.Başsavcılığı'nın dava dilekçesinin süresi içinde verildiğine ilişkin itirazının kabulüne karar verilmesi gerekmektedir.
2) CYY'nin 142/4. maddesi uyarınca dava dilekçesinin reddi koşullarının bulunup bulunmadığı:
Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat istemi, kişilerin mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla getirilmiş bulunan kendine özgü bir kurumdur. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca, Anayasamızın 19. maddesinin son fıkrasının 03.10.2001 gün ve 4709 sayılı Yasa ile; "Bu esaslar dışında bir işleme tabi tutulan kişilerin uğradıkları zarar, tazminat hukukunun genel prensiplerine göre, Devletçe ödenir" şeklinde değiştirilmesi üzerine 466 sayılı Yasa'nın yürürlükten kalkıp kalkmadığına ilişkin ortaya çıkan tartışmalar, 23.11.2004 gün ve 177-203 sayılı kararında; "466 sayılı Yasa'ya dayalı tazminatlarda, her türlü sorun, öncelikle yasa norm/arıyla çözümlenecek, açıklık bulunmayan ahvalde*tazminat hukuku'kıyaslamasına başvurulacak, fiilin en ziyade*haksız fiil' benzeri olduğu gözetilecek çözüme ulaşılacaktır" tespiti yapılarak sonlandırılmış ve koruma tedbirleri nedeniyle tazminat kurumunun kendine özgü bir kurum olduğu açıkça vurgulanmıştır. Buna göre, bu kurumun salt ceza yargılaması hukuku veya salt tazminat hukuku mantığı ile değerlendirilmesi, karşılaşılan sorunların çözümlenmesi olanağı bulunmamaktadır.
01 Haziran 2005 tarihinden sonra gerçekleşen işlemler açısından da karşılaşılan sorunların çözümünde, Ceza Genel Kurulu'nun anılan kararından hareketle öncelikle CYY'nin 141 ila 144. maddeleriyle getirilen düzenlemelerin esas alınması, çözüme ulaşılamaması halinde ise tazminat hukuku kurallarına başvurulması gerekmektedir.
5271 sayılı CYY'nin "Tazminat İsteminin Koşulları" başlıklı 142. maddesinin 1. fıkrasında; "(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her halde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir" şeklinde tazminat isteme süresi,
2. fıkrasında; ""İstem, zarara uğrayanın oturduğu yer ağır ceza mahkemesinde ve eğer o yer ağır ceza mahkemesi tazminat konusu işlemle ilişkili ise ve aynı yerde başka bir ağır ceza dairesi yoksa, en yakın yer ağır ceza mahkemesinde karara bağlanır" şeklinde görevli ve yetkili mahkeme,
3. fıkrasında; "Tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesine, açık kimlik ve adresini, zarara uğradığı işlemin ve zararın nitelik ve niceliğini kaydetmesi ve bunların belgelerini eklemesi gereklidir" şeklinde tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesinde yer alması gereken hususlar,
4. fıkrasında ise; "Dilekçesindeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkeme, eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi halde istemin reddedileceğini ilgiliye duyurur. Süresinde eksiği tamamlanmayan dilekçe, mahkemece, itiraz yolu açık olmak üzere reddolunur" şeklinde dilekçedeki bilgi ve belgelerin eksik olması durumunda bu eksikliğin tamamlanmasının yolu gösterilmiş, eksikliğin tamamlanmaması halinde ise dilekçenin mahkemece reddolunacağı hükme bağlanmıştır.
Bu düzenlemeye göre maddenin 2. fıkrasında; kamu düzenine ilişkin olarak kesin bir yetki kuralı getirilmiş, 3. fıkrasında; tazminat isteminde bulunan kişinin dilekçesinde, "açık kimlik ve adresi ile zarara uğranılan işlemin ve zararın nitelik ve niceliğinin" bulunması ve bunlara ilişkin belgelerin de dilekçeye eklenmesi zorunlu kılınmıştır.
Maddenin 4. fıkrasında ise, dilekçedeki bilgi ve belgelerin yetersizliği durumunda mahkemenin, "eksikliğin bir ay içinde giderilmesini, aksi halde istemin reddedileceğinin" davacıya bildireceği ve süresi içinde eksiği tamamlanmayan dilekçenin, mahkemece itiraz yolu açık olmak üzere reddolunacağı açık ve net bir şekilde belirtilmiş, bu aşamada dilekçedeki eksikliklerin mahkemece re'sen yapılacak araştırma ile giderilmesine olanak tanınmamış, bilgi ve belgeleri yetersiz olan ve verilen sürede eksiklikleri de tamamlanmayan dilekçelerin reddolunması hususunun takdire bağlı kılınmadığı emredici bir ifade ile hüküm altına alınmıştır. Aynı maddenin 5. ve devamı fıkralarında ise mahkemece yeterli kabul edilen dilekçe üzerine yapılacak işlemler sıralanmıştır.
Dilekçesi CYY'nin 142/4. maddesi uyarınca reddedilen ilgili, süresi içinde olmak koşuluyla eksiklikleri tamamlayarak yeni bir dilekçe ile tekrar tazminat isteminde bulunabilecektir. Zira dilekçenin reddolunması tazminat isteminin esastan reddi anlamına gelmemektedir.
Maddede yer alan düzenlemeden de anlaşılacağı üzere yasa koyucu tarafından maddi ve manevi tazminat istemleri açısından farklı koşullar öngörülmediğine göre maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkin dilekçelerin yeterliliği konusunda aranan koşullarda ayrıma gidilmemesi ve birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Davacı vekilinin 20.02.2008 tarihli dilekçesinde, davacının açık kimliği, adresi, ne iş yaptığı ve istenilen zararın ne şekilde doğduğuna ilişkin bir bilgi yer almadığı gibi ekine de davacının beraat ettiği yargılama sırasında alındığı anlaşılan vekaletname dışında hiçbir belge eklenmemiştir. Davacı hakkında Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen beraat kararının başlığında ikamet adresinin "Üsküdar" olması, İstanbul İli Üsküdar İlçesinde ağır ceza mahkemesi teşkilatının kurulu bulunması, dava dilekçesine ekli vekaletnamede davacının adresinin Ü... P... Cezaevi" olarak gösterilmesi ve dava dilekçesinin Kadıköy Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi'ne verilmesi hususları birlikte gözönüne alındığında, dilekçenin CYY'nin 142/2. maddesinde gösterilen ve kamu düzenine ilişkin olarak belirlenen yetkili ağır ceza mahkemesine verilip verilmediğinin tespiti açısından oldukça önem arz eden ikametgah belgesinin eklenmesi bir yana adres bilgisine dahi dilekçede yer verilmediği görülmektedir.
Mahkemece görevlendirilen naip hakim tarafından, üç ayrı inceleme günü belirlenmesine ve davacının ikametgah belgesi, dosyaya ilişkin delilleri ile zararın neden kaynaklandığı ve net miktarın neden ibaret olduğunun bildirilmesi için yapılan ihtarlara rağmen, davacı vekili inceleme günlerinde gelmediği gibi herhangi bir belge de sunmamıştır.
Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat kurumunun yasaya konuluş amacı gözetilerek yasadaki boşlukların, ceza yargılamasındaki işlemler nedeniyle CYY'nin 141/1. maddesi kapsamında tazminat isteme hakkına sahip ilgililer lehine tamamlanması ve konulan kuralların ilgililer lehine yorumlanması gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır. Ancak Yasa'nın öngördüğü ve yerine getirilmesi ilgililer açısından herhangi bir ek yükümlülük oluşturmayan asgari koşulların yerine getirilmemesi halinde, bunun müeyyidesi de Yasa'nın amir hüküm ile açıkça belirlenmiş olduğundan bu konuda yorum yoluyla doldurulması gereken yasal bir boşluk olduğundan da söz edilemez.
Bunun yanında, CYY'nin 142/6. fıkrasındaki; "İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hakimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir" şeklindeki hükmün, mahkemece yeterli kabul edilen dilekçe üzerine, istemin esasına girilerek yapılacak işlemlere ilişkin olmasından dolayı olayımızda uygulama olanağı yoktur.
Bu nedenle, açık yasal düzenlemeler karşısında asgari olarak aranan bilgi ve belgeleri taşımayan, yapılan ihtarlara karşın eksiklikleri de tamamlanmayan dilekçenin Kadıköy Birinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce reddine karar verilmesinde hem maddi hem de manevi tazminat yönünden yasaya aykırı bir yön olmadığından, itiraz üzerine bu kararın kaldırılmasına karar veren Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin kararında isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla; Adalet Bakanlığı'nın, dilekçenin reddi kararının itiraz üzerine Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce kaldırılmasında isabet bulunmadığına ilişkin (2) nolu yasa yararına bozma isteminin kabulüne karar veren Özel Daire yasa yararına bozma kararının, maddi tazminat istemine ilişkin olarak doğru ancak manevi tazminat açısından isabetsiz olduğuna dayanan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi Doç. Dr. İbrahim Şahbaz; "Haksız olarak özgürlüğünden yoksun kılınanların uğradıkları maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkin düzenlemeler 1961 ve 1982 Anayasalarında yer aldığı gibi, tarafı olduğumuz AİHS ve diğer uluslararası birçok metinde ve 5271 sayılı Ceza Yargılaması Yasası'nın 141 vd. maddelerinde yer almaktadır.
Bu düzenlemelerin amacı, özgürlükten yoksun kalanların haklarının teslim edilmesidir. Bu aynı zamanda özgürlük kısıtlaması işleminde görev alan kamu görevlilerinin tamamının hukuka uygun davranmalarının sağlanmasını hedeflemektedir.
Somut olayımızda davacı, Kadıköy Üçüncü Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2007/159 E. ve 2007/213 K. sayılı kararıyla beraat etmiştir. Davacı ve vekilinin bu beraat kararının başlığında ve içerisinde adres ile diğer bilgiler bulunmaktadır.
Davacı vekili aynı yer Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı'na verdiği 20.02.2008 havaleli dilekçe ile tutuklu bulunulan süre için maddi ve manevi tazminat istemiştir.
Dava dilekçesinde beraat edilen dava ile ilgili dosyanın esas ve karar numaraları belirtilmiş olup, bu beraat dosyası aynı adliyede bulunmaktadır.
Dosya içerisinde davacının adresi, hurda toplayarak geçimini temin ettiği, evli ve üç çocuğunun olduğu, 23 yaşında bulunduğu ile vekaletnamedeki avukatının olduğu gibi hususlar yer almaktadır.
Bu başvuru üzerine talebin reddedilmesine karşı yapılan itiraz üzerine itirazı inceleyen itiraz merciince davacının davasının reddinin yerinde olmadığına karar verilmiş, ancak yasa yararına bozma başvuru yolu ile hak isteminin yerinde olmadığı ifade edilmiştir.
Çoğunluk görüşünde dile getirilen ve dilekçede eksiklik olması nedeniyle yasa yararına bozma isteminin (2) nolu kısmının kabulüne ilişkin görüşe katılmamaktayım. Çünkü, davacının dilekçesinde eksik olarak gözüken adres ile maddi tazminat için gerekli olan belgelerin eklenmemesi hususu, beraat edilen dosyadaki bilgiler karşısında, 5271 sayılı CYY'nin 142/4. maddesi gereğince istemin belge eksikliği nedeniyle reddedilmesi yerine, aynı Yasa'nın 142/6. maddesi dikkate alınarak eksikliğin bu yolla giderilmesini gerektirmekteydi. Zira davacının avukat tutması ve vekaletname gereğince avukatın maliyeye vergi ödeme yükümlülüğü dikkate alındığında, davacının vekaletname gereğince  vekiline  ücret ödediği sabit olduğu gibi, hurda toplamakla geçimini temin eden kimse hakkında zaten 142/6. madde gereğince araştırma yapılacağından, maddi tazminat için ayrıca belge aranmasına gerek bulunmamaktadır. Bir başka deyişle, belge eklenmesi gerekse bile, hurda toplama İşi nedeniyle kıt kanaat geçinen kimseden ayrıca belge istenmesi yerine, 142/6. madde gereğince araştırma yapılarak maddi tazminat belirlenebilirdi. Bu nedenle 142/4. maddeyi, somut olayımızda olduğu gibi, vekaletname avukatı olmayan veya ne iş yaptığı anlaşılamayan ve gerçekte talep ettiği miktara göre belgeli konuşmakla beraber belge sunamayan kimseler bakımından arayabiliriz. Beraat ettiği dosya içerisinde ne iş yaptığı açık olan kimseden, zaten belgeli iş yapmadığı halde belge istenmesi, o kimse açısından bir hakkın kullanımının zora sokulması sonucunu doğurabilir. Oysa hukuk devletinde hakların mümkün mertebe etkin kullanımını sağlayacak mekanizmanın işletilmesi ve yasanın etkin kullanımını sağlayabilecek yorumlarda bulunulması gerekmektedir.
Diğer yandan manevi tazminat bakımından zaten belge istenmesine gerek olmadığından, yine beraat dosyasındaki adres ve diğer bilgiler dikkate alınmak suretiyle, 142/6. madde işletilerek hakkın tesliminin sağlanması gerektiği halde, çok bariz olmasına karşın bu hak isteminde de gecikme olmaktadır.
Maddi ve manevi tazminat talebi üzerine, 142/6. maddede yer alan, "İstemin ve ispat belgelerinin değerlendirilmesinde ve tazminat hukukunun genel prensiplerine göre verilecek tazminat miktarının saptanmasında mahkeme gerekli gördüğü her türlü araştırmayı yapmaya veya hakimlerinden birine yaptırmaya yetkilidir' düzenlemesi dikkate alınarak, yukarıda belirttiğim bilgiler ışığında 142/4. madde dikkate alınmaksızın, 142/6. madde işletilerek tazminat istemleri hakkında bir karar verilebilecekken, davanın uzatılmasına sebebiyet verilmiş olunmaktadır" görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi de, benzer düşüncelerle dilekçenin reddi kararı isabetsiz olduğundan itirazın kabulü yönünde, karşı oy kullanmışlardır.
Sonuç: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay C.Başsavcılığı'nın dava dilekçesinin süresi içinde verildiğine ilişkin itirazının KABULÜNE, dava dilekçesinin reddi kararının maddi tazminat
açısından isabetli, manevi tazminat açısından ise isabetsiz olduğuna ilişkin itirazının REDDİNE,
2- Yargıtay Altıncı Ceza Dairesi'nin 30.06.2010 gün ve 7091-11902 sayılı
yasa yararına bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Adalet Bakanlığı'nın dava dilekçesinin süresi içinde verilmediğine ilişkin (1) no'lu yasa yararına bozma isteminin REDDİNE,
4- Adalet Bakanlığı'nın dava dilekçesinin reddi kararında bir isabetsizlik bulunmadığına ilişkin (2) nolu yasa yararına bozma isteminin KABULÜNE, Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nin 27.11.2008 gün ve 1566 sayılı kararının bu nedenle CYY'nin 309. maddesi uyarınca yasa yararına BOZULMASINA,
5- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.12.2010 günü yapılan müzakerede (1) nolu uyuşmazlık açısından oybirliği, (2) nolu uyuşmazlık konusu açısından ise oyçokluğu ile karar verildi.
#73


ÖZLEM ÇAKMAK, ZEYNEP ÖZONAR - İSTANBUL

Bayramın vazgeçilmezi baklavalarda kullanılan yapay tatlandırıcılara dikkat. Fiyatı piyasaya göre düşük olan ucuz baklavalarda kullanılan aspartam sağlık sorunlarına yol açabiliyor. Uzmanlar tüketicileri merdivenaltı tatlılara karşı uyarıyor.

Ramazan Bayramı arefesinde misafirlere ikram edilecek tatlı alışverişi yoğunlaştı. Bayramın gözde tatlısı baklava. Piyasada 6 liradan 40 liraya kadar değişen fiyatlarda baklava satılıyor. Ancak uzmanlar ucuz baklavalarda kullanılan ve sağlığı tehdit eden tatlandırıcılara karşı tüketicileri uyarıyor. Baklavanın maliyetini düşürmek için kimi üreticiler yapay tatlandırıcı olarak bilinen aspartam kullanıyor. Türk Gıda Kodeksi'nde içinde aspartam yer alan ürünlerin açıkça 'tatlandırıcı içerir' yazılması zorunlu. Ancak ürün için sadece 'fıstıklı, cevizli baklava' yazan üreticiler bu kurala uymuyor. Bu uyarıları görmeden aspartamlı tatlı yiyenlerin önemli sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalabileceği belirtiliyor. Aspartamın kontrolsüz kullanımı başta obezite olmak üzere, eklem ağrısı, bulantı, kas spazmı, görme kaybı, işitme kaybı, soluk zorluğu, çarpıntı gibi sağlık sorunlarına yol açabiliyor.

Bayram ve özel günlerde merdivenaltı üretim hız kazandı. Ürünleri ucuza mal ederek daha çok para kazanmak isteyenler, şekerden çok daha fazla tatlı içeren aspartamı tercih ediyor. Doğada bulunmayan yapay bir tatlandırıcı olan ve şekerin yerini alan aspartam gündelik hayatta kontrolsüzce yaygınlaşıyor. Bir liralık aspartam 10 liralık şekere bedel. Sağlık riski bulunan tatlandırıcı için günlük kullanım sınırı olmasına rağmen, bu ürüne internet üzerinden bile ulaşmak mümkün. Bazı internet sitelerinde kilolar halinde satılıyor. Kansere sebep olduğu tartışmalarının yanında aspartam, aktarlarda, toptancılarda ve internette adeta yok satıyor. Eminönü çarşısında da aspartama ilgi büyük. Eminönü'nde bu ürünlerin satışını yapan bir esnaf bir tutam aspartam alan kişinin şeker komasına girmesinin kaçınılmaz olduğunu söylüyor. Faruk Güllüoğlu Ar-Ge Müdürü Gıda Mühendisi Emine Akyıldız, aspartamın dahil olduğu tatlandırıcıların sadece Türk Gıda Kodeksi'ndeki belirtilen bebek ve küçük çocuk gıdaları hariç "Özel Beslenme Amaçlı Gıdalar" olduğunu söylüyor. Bu tatlandırıcıların şeker yerine tatlandırma amacıyla kullanılmaması gerektiğini vurgulayan Akyıldız, tüketicileri bilinçli olmaları konusunda uyardı. Tüketiciler Derneği (TÜDER) Gıda Komisyonu Başkanı Diyetisyen Ayşe Cengiz ise 20 kapsülden fazla aspartamın ciddi zararları olduğunu, aspartamlı iki dilim baklavanın bile günlük tüketim sınırını aşılmasına neden olduğunu belirtiyor. Aspartam hakkında yapılan araştırmaların sonuçları da ilginç. Aspartam gibi kimyasal tatlandırıcıların ithalatının son 8 yılda 13 kat arttığını belirten Şekerleme ve Şekerli Mamuller Tanıtım Grubu Başkanı Zekeriya Mete ilaç firmalarının sponsor olduğu araştırma sonuçlarında aspartamın zararsız çıktığını, bağımsız araştırmacıların araştırmasında ise yüzde 98 zararlı çıktığını belirtiyor.

Uzmanlar bayram için tatlı alışverişi yapacak tüketicilerin firmaların hizmet ve ürün kalitesini de karşılaştırması, merdivenaltı yerlerden alışveriş yapmaması gerektiğini belirtiyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1334997&title=yapay-tatlandiricilar-bayramin-tadini-kacirmasin



Aspartamda kanser tehlikesi, 2005'te İngiltere'de de haber konusu olmuştu

İngiltere Avam Kamarası 2005 yılındaki Gıda ve Çevre Komisyonu Başkanı Williams, aspartamın kansere neden olduğuna dair deliller bulunduğunu belirterek, bu maddeyi içeren ürünlerin yasaklanmasını istemişti. 2005 yılındaki haber aynen şu şekilde:

Komisyon Başkanı Liberal Demokrat Milletvekili Roger Williams, aspartamın kansere neden olduğuna dair güvenilir deliller bulunduğunu belirterek, bu maddeyi içeren ürünlerin satışının yasaklanmasını istedi. Williams, İtalya'da yapılan bir araştırmada, düzenli olarak aspartam verilen farelerde tümörlerin ortaya çıktığını söyledi. İngiliz milletvekili, aspartamın kullanılmasına izin veren yetkililerin, ana görevleri olan halkın sağlığını koruma konusunda başarısız olduklarını belirtti. Bazı İngiliz bilim adamları da Komisyon'un çağrılarına destek vererek, aspartam içeren gıda maddeleri ve ilaçların raflardan kaldırılması çağrısı yaptı. İngiliz basınına göre Williams, dünya çapında her 15 kişiden birinin her gün aspartam içeren ürünleri tükettiğini, bunların büyük kısmını da çocukların oluşturduğunu söyledi. Milletvekili, aspartamın, diğer birçok ürünün yanı sıra, çocukların tercih ettiği kahvaltılık gevrekler, çikolotalar ve bazı çocuk şuruplarında kullanıldığını belirtti.

İngiltere'de Avam Kamarası Gıda ve Çevre Komisyonu, ülkede satılan 6 bin gıda maddesi, ilaç ve içeceğin içinde bulunan yapay tatlandırıcı "aspartam"ın kansere yol açabileceği uyarısında bulundu. İngiliz Daily Express gazetesi, haberi "Tatlandırıcıda kanser bağlantısı" başlığıyla manşetinden verirken, Daily Mail gazetesi de aspartam içeren ürünlerin listesini yayımlayarak aileleri çocuklarını bu yapay tatlandırıcının kullanıldığı ürünlerden uzak tutmaya çağırdı. Gazeteye göre bazı türleri aspartam içeren ürünler şöyle: Meşrubatlar, Meyveli içecekler, Sakızlar, Meyveli yoğurtlar, Dondurulmuş tatlılar, Sofralık tatlandırıcılar, İlaçlar, Çocuk şurupları ve antibiyotikler, Düşük kalorili gıdalar, Sporcu içecekleri, Çikolatalar, Nane şekerleri, Dondurmalar, Kahvaltılık gevrekler, Konserve meyveler.

Williams'ın açıklamasına göre, aspartamın içinde bir metil ester ve iki aminoasit (fenilalanin ve aspartik asit) bulunuyor. Tatlandırıcı üreten şirketler, bu maddelerin gıda ve içeceklerde doğal olarak bulunduğunu belirtirken, bunların aspartam halinde tüketilmesinin insan sağlığına zararlı olduğunu gizliyor. Wililams'a göre, yiyeceklerde bulunan fenilalanin ve aspartik asit, başka aminoasitlere bağlı halde oldukları için sağlığa zarar vermiyor. Aspartamdaki fenilalanin ve aspartik asitse, midedeki enzimler tarafından ayrıştırılıyor. Serbest kalan fenilalanin, metabolizma tarafından "diketopiperazine" adı verilen bir kanserojen maddeye dönüştürülüyor. Aspartik asit de, "excitotoxin" adlı toksik maddeye dönüşüyor. Bu madde, sinir hücrelerinin zarar görmesine veya ölmesine yol açıyor. Aspartamın içindeki üçüncü madde olan metil ester ise en zararlısı. Vücut, metil esteri, iyi bilinen bir zehir olan metanole dönüştürüyor.

Nasıl kanser yapıyor?

Besin değeri olmayan, enerji içermeyen tatlandıcılardır. (Sakkarin, aspartam, asesulfam potasyum (asesulfam-K), siklamat, alitam, sukraloz) Avrupa, yılda 2 bin ton aspartik asit ve fenilalanin aminoasitlerinden oluşan bir tatlandırıcıyı yani aspartamı tüketiyor. Çay şekerine göre 200 kat daha tatlı bir madde. Tüm dünyada yılda 9 bin ton üretiliyor. 2004'te 146 milyon ton olan dünya şeker tüketiminin bir kısmını karşılayan tatlandırıcılar aslında gıda sektöründe önemli bir açığı kapatıyor. Tatlandırıcıların ana maddesini oluşturan aspartamın zehir olduğu iddiası da dilden dile dolaşıyor.

UZMAN GÖRÜŞLERİ

Dikkatli olmak gerekiyor

Prof. Dr. Tanju Besler (Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Beslenme ve Diyabetik Bölümü Başkan Yardımcısı): "Aspartam ile ilgili dünyada zaman zaman bir kıyamet koparılıyor. Bilimsel bir dayanağı olup olmadığının ayrıntısıyla incelenmesi gerekir. Tarım Bakanlığı'nın gıda mevzuatında bile aspartam kullanımına ilişkin izin maddesi var. Bu konu, Avrupa entegrasyonuyla paralel gidiyor. Aspartamın kullanım dozları vardır. Belirlenen dozların kullanılmaması durumunda, nörolojik bazı değişikliklere neden olabileceği biliniyor. Bu söylentilerin bilimsel dayanağını incelemek gerekli. Dikkatli olmak gerekiyor."

Diyabet hastalarında özellikle aspartamı tavsiye ediyoruz

Dr. Fatoş Özcan (Acıbadem Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı): "Diyabet eğitim merkezimizde, hastalara aspartamı özellikle öneriyoruz. Kalori içermediği için, kullanılan toz tatlandırıcılardan biri. Normal kişilerin kullandığı diğer tatlandırıcılarda günlük 6 - 7 adet sınırlaması var. Aspartamda ise günlük, 10 miligramdan, 150 - 140 tablete kadar kullanılabiliyor. Aşırı doz ise, mesane tümörlerine, ishal, mide bulantısına neden olabiliyor. Yine de, hastalara mümkünse şeker kullanmayın diyoruz. Aspartam diğer tatlandırıcılara göre çok daha güvenilir. Özellikle öneriyoruz."

http://www.milliyet.com.tr/aspartamda-kanser-tehlikesi/guncel/haberdetayarsiv/16.12.2005/254823/default.htm



Aspartamın 1981'de ABD'de hangi tartışmalar ve çarpışık ilişkiler neticesinde yasaktan kıl payı kurtulduğunu gösteren güzel bir analiz:

Tehlikeli Tatlandırıcının Geç de Olsa Yasaklanması

Kanser Önleme Koalisyonu
15 Ağustos, 2009
Çeviren: Orhan Akalın

CHICAGO, IL, 15 Ağustos, 2009 --/BASIN DUYURUSU/-- Kanser Önleme Koalisyonu'nun yaptığı uyarıya göre, deney farelerinde kansere neden olduğu gösterilmiş olan suni tatlandırıcı aspartamın, insanlar tarafından tüketilmesinin yasaklanması gerekmektedir.

Kanserojen gıda katkı maddelerinin otomatik olarak yasaklanmasını gerektiren 1958 tarihli Delaney Yasası'nın açık hükümleri uyarınca Koalisyon, ABD Gıda ve İlaç İdaresi'nin (FDA) yeni atanan başkanı ve halk sağlığı savunucusu Dr. Margaret Hamburg'u göreve çağırarak aspartamın kullanımını derhal yasaklamasını talep etmektedir.

İlk defa 1965'de bir ilaç firması olan G.D. Searle tarafından bulunan aspartam halihazırda Nutrasweet, Equal ve Canderel adı altında Ajinomoto Sweeteners tarafından pazarlanmaktadır.

Dünyada en yaygın şekilde kullanılan ikinci suni tatlandırıcı olan aspartam, sıcak çikolata, sakız, şeker, tatlı, yoğurt ile gazlı ve toz halindeki içecekler de dahil olmak üzere 6.000 den fazla üründe bulunmaktadır. Dünyada 200 milyondan fazla kişinin tükettiği ve 30 yılı aşkın bir süredir kullanımda olan aspartam, FDA tarafından ilk 1974'de onaylanmıştı.

Sakarinden sonra en yaygın tatlandırıcı olan aspartam suni tatlandırıcı pazarının yaklaşık %60'ını temsil etmektedir.

Aspartam, gıda, meşrubat, şekerleme ve sakız üreticilerine 200 kat daha az tatlı olan şekere göre önemli maliyet tasarrufu sağlamaktadır. Kalorisiz bir tatlandırıcı olan aspartamın, kilo kontrolüne de yardımcı olduğu kabul edilmektedir.

Aspartam üreticileri tarafından yapılan kanserojenlik çalışmaları negatif [kansere neden olmadığı-ç.n.] sonuç vermiştir.

Ancak Kanser Önleme Koaliyon Başkanı Dr. Samuel S. Epstein'ın yaptığı uyarıya göre aspartamın yiyecekler, vitaminler ve ilaçlardaki kullanımı yanlış güvenlik bilgilerine dayanmakta ve bu konudaki siyasi manevralar 30 yıl öncesine kadar uzanmaktadır.

Ocak 1976'da devrin FDA Başkanı Dr. Alexander M. Schmidt'in Amerikan Kongresi'ndeki tanıklığında, Searle için çalışan Hazleton Laboratuarları'nın aspartamla ilgili toksikolojik verileri çarpıtmakla suçlandığını belirtmişti.

FDA, tatlandırıcının deney hayvanlarındaki kanserojenik etkileri ile ilgili kaygıları incelemek için bir Araştırma Kurulu toplamış ve Kurul 1980'de, aspartamın beyin tümörlerinin oluşumuna katkıda bulunabileceğine karar vermişti.

Dr. Epstein o zamanki FDA'nın teyit edilmeyi bekleyen bu bulgulara istinaden tatlandırıcının artık kullanılmamasını tavsiye ettiğine dikkat çekmektedir.

Ancak Searle'in Yönetim Kurulu Başkanı daha sonra Bush Yönetiminde Savunma Bakanlığı yapan Donald Rumsfeld tatlandırıcıya onay almak için "nüfuzlu tanıdıklarını yardıma çağıracağına" ant içmişti.

Ronald Reagan'ın göreve başlamasından bir gün sonra, 21 Ocak 1981'de, Searle aspartamın gıda tatlandırıcısı olarak onaylanması için FDA'ya yeniden başvurdu ve Reagan'ın yeni FDA Başkanı Arthur Hayes Hull (Jr) Araştırma Kurulu'nun kararını incelemesi için beş kişilik bir Bilim Kurulu atadı.

Kurul 3-2 oy çokluğuyla yasağı onayladı ama Hull bunun üzerine kurula 6. bir üye atadı ve oylamada sonuç 3-3 oldu. Sonrasında Hull takdir hakkını aspartam lehine kullanarak yasağı kaldırdı.


Hull, görevi kötüye kullandığı yolundaki iddialar karşısında FDA'dan ayrıldıktan sonra 1985'de Searle'ı satın alan Monsanto ve Searle'in çalıştığı başlıca hakla ilişkiler şirketi olan Burston-Marsteller'de işe başladı.


Dr.Epstein, tatlandırıcı ile ilgili endişeler belirten yegâne doktor değildir.

Dahiliye ve diyabet uzmanı olan Dr. H.J. Roberts, 25 Temmuz 2009'da yeni FDA başkanına gönderdiği mektubunda yiyecekler ve diğer ürünlerdeki aspartamın tehlikeli sağlık etkilerine dikkat çekmiştir.

"Aspartame Disease: An Ignored Epidemic" [Aspartam Hastalığı: Gözardı Edilen Salgın] ve "Aspartame Disease: an FDA Approved Epidemic" [Aspartam Hastalığı: FDA Onaylı Bir Salgın] adlı kitapların yazarı olan Dr. Roberts, " Benim kendi veri tabanımda yer alan 1400'den fazla kişinin yaşadığı önemli rahatsızlıklar sakız da dahil olmak üzere doğrudan bu ürünlerin kullanılmasına bağlanabilir." diye yazmaktadır.

Tatlandırıcının yasaklanması için başka çağrılar da olmuştur. Örneğin bu yıl İngiltere'de Milletvekili Roger Williams "Kanserojen olan bu maddenin İngiliz yiyecek ve içecek pazarında tümden yasaklanması için ikna edici ve güvenilir kanıtlar" olduğunu belirtmiştir.

Dr.Epstein, aspartamın kanserojenliğiyle ilgili kanıtların, bir İtalyan laboratuarında farelerle yapılan benzersiz bir beslenme testiyle daha da güçlendiğini söylemektedir.

2005'de yaklaşık 200'lük fare grupları ve normal insan beslenme seviyelerinden düşük dozlarla yapılan son derece hassas ömür-boyu beslenme testlerinde saygın bir kurum olan Italyan Ramazzini Vakfı aspartamın kesin bir şekilde kanserojen olduğunu doğrulamıştır. Tatlandırıcıyla beslenen deney farelerinin lenf bezleri, beyin ve böbrek de dahil olmak üzere bir çok organında yüksek oranda kanser oluşmuştur.

Dr.Epstein, yaşamlarının erken cenin devresinde aspartamla beslenen farelerin ömürboyu aspartama maruz kaldıklarını söylemektedir. "Bunun da evvelce bildirilen organlarda görülen kanser oranlarını daha da yüksek seviyelere taşıdığını" belirtmektedir.

Ramazzini araştırmasını, ABD Ulusal Çevre Sağlığı Bilimleri Enstitüsü'nün hakemli dergisi "Environmental Health Perspectives" 2005 Kasım sayısında haber yapmıştır.

Ramazzini yazarları, "Araştırmamız, aspartamın kanserojenik etkilerinin, insanların günlük alımında kabul edilenden daha az bir seviyede, 1 kilogram vücut ağırlığı başına günlük 20 miligram dozda açık bir şekilde çoklu potansiyel [İng. multipotential] kanserojenik bileşik olduğunu göstermiştir" şeklinde yazmaktadır.

Şu anda insanlar için kabul edilebilir günlük alım ABD 'de 50 mg/kg Avrupa'da ise 40 mg/kg'dır.

Nisan 2007'de bu araştırmanın sonuçları Ramazzini bilim insanları tarafından New York'taki Mount Sinai Tıp Fakültesi'nde sunulmuştur.

Dr.Epstein, bu bulgulara tatlandırıcı sanayi, Coca-Cola, Pepsi-CO, Nestle ve Monsanto gibi belli başlı tatlandırıcı kullanıcıları ile sanayi-yönelimli bilimsel dergi ,"Critical Reviews in Toxicology" tarafından şiddetle itiraz edilmesinin hiç de şaşırtıcı olmadığını söylemektedir.

Aspartamın kanserojenliği ile ilgili yeni bilimsel kanıtları ve FDA tarafından ilk kabulündeki siyasi oyunları göz önünde tutarak Dr.Epstein, yeni FDA Başkanı Dr.Hamburg'u aspartamın insan tüketimindeki kullanımını acilen yasaklamaya davet etmektedir.

http://www.bgst.org/keab/se20090927.asp
#74
T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E:2010/6209
K:2011/1087
T:01.03.2011

4721 s. Yasa m. 5,178,179,202,225
743 s. Yasa m. 170
818 s. Yasa m. 66,125,132/1-2

Ayşe ile Ali aralarındaki tapu iptali, tescil ve katkı payı alacağı davasının reddine dair (Bafra İkinci Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi)'nden verilen 22.04.2010 gün ve 255/247 sayılı hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay'ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu ve temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:
Davacı Ayşe vekili; dava dilekçesinde tarafların 03.09.1979 tarihinde evlendiklerini, vekil edeninin 1981 yılında Almanya'da çalışmaya başladığını, 1983 yılında ise, davalının yanına gittiğini ve çalışmaya başladığını, evlilik birliği içerisinde 1170 ada 66 parsel sayılı taşınmazın satın alındığını, tapu kaydının davalı üzerinde bulunduğunu, davacı ve davalının çalışmaları sonucu ortak katkıları ile arsa üzerinde 4 katlı bina yapıldığını, vekil edeninin taşınmaz üzerinde %50 oranında hakkı bulunduğunu, bu nedenle anılan parselin tapu kaydının 1/2 oranında iptali ile vekil edeni adına tapuya kayıt ve tesciline, bu olmadığı takdirde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşulu ile 20.000 YTL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak vekil edenine verilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı Ali vekili cevap dilekçesinde; tarafların 27.12.2005 tarihli mahkeme kararı ile boşandıklarını, hükmün temyiz edilmeyerek 10.03.2006 tarihinde kesinleştiğini, arsanın ortak alındığı ve üzerindeki binanın birlikte yapıldığı yönündeki davacı tarafın iddiasının doğru olmadığını, davacının ailesinin Samsun'da oturduğunu, bu nedenle davacının Bafra'da inşaat yapılmasını istemediğini, davacının alınan taşınmaza ve üzerine yapılan binaya hiçbir katkısının bulunmadığını, arsanın 1984 yılında satın alındığını, üzerindeki binanın inşaatının ise, 1994 yılında tamamlandığını, Borçlar Kanunu'nun 66. maddesi gereğince davanın zamanaşımına uğradığını ve zamanaşımı definde bulunduklarını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece, "...Türk Medeni Kanunu'nun 178. maddesindeki dava zamanaşımı suresinin geçtiğini, somut olayda 10 yıllık zamanaşımı süresini öngören Borçlar Kanunu'nun 125. maddesinin uygulama olanağının bulunmadığını..." gerekçe göstermek suretiyle davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından süresinde duruşmalı olarak temyiz edilmiştir.
Dava, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı rejimi döneminde edinilen taşınmaz ile bu taşınmaz üzerinde inşa edilen 4 katlı binaya yapılan katkı payı alacağı isteğine ilişkindir.
Mahkemece, 4721 sayılı TMK'nın 178. maddesinde öngörülen 1 yıllık zamanaşımı süresinin gerçekleştiği görüşünden hareketle davanın reddine karar verilmiş ise de, mahkemenin bu görüşüne katılma olanağı bulunmamaktadır. Taraflar 03.09.1979 tarihinde evlenmişler, eldeki davanın davalısı Ali tarafından 06.04.2005 tarihinde; Bafra Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan, Aile Mahkemesi sıfatıyla bakılan ve 10.03.2006 tarihinde kesinleşen 27.10.2005 gün ve 2005/138 Esas, 2005/577 Karar sayılı hükmü ile boşanmışlardır. Bu durum karşısında taraflar arasında evlenme tarihinden boşanma davasının açıldığı ve 4721 sayılı TMK'nın yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar 743 sayılı TMK'nın 170. maddesi uyarınca mal ayrılığı, başka bir mal rejimi seçmediklerinden 01.01.2002 tarihinden boşanma davasının açıldığı ve mal rejiminin sona erdiği 06.04.2005 tarihine kadar edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (TMK'nın 202, 225 ve 4722 sayılı Kanun'un 10/1 maddeleri).
Uyuşmazlık konusu 1170 ada 66 sayılı parsel mal ayrılığı rejiminin geçerliği olduğu dönemde 30.07.1984 tarihinde alınmış olup, davalı Ali adına tapuda kayıtlı bulunmaktadır. Üzerindeki 4 katlı binanın inşaatı ise, gerek cevap dilekçesine ve gerekse dosyadaki bilgi ve belgelere göre 1994 yılında tamamlanmıştır. Görüldüğü gibi arsanın alımı ve üzerindeki binanın yapımı, taraflar arasında mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinildiğinden ve yapıldığından, taraflar arasındaki uyuşmazlığın Borçlar Kanunu'nun genel hükümleri gereğince çözümlenmesi gerekmektedir. Mal ayrılığı rejimi döneminde edinilen mallar için Türk Medeni Kanunu'nda herhangi bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir. Ancak Türk Medeni Kanunu'nun 5. maddesinde; bu Kanun ve Borçlar Kanunu'nun genel nitelikli hükümleri, uygun düştüğü ölçüde tüm özel hukuk ilişkilerine uygulanır, denilmektedir. TMK'nın 179. maddesinde ise, mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır hükmüne yer verilmiştir. Şu halde TMK'nın 5. maddesi yoluyla, Borçlar Kanunu'nun 125. maddesinde öngörülen 10 yıllık zamanaşımı süresinin somut olayda uygulanması gerektiğinin kabulü gerekir. Çünkü taşınmaz ve üzerindeki bina 01.01.2002 tarihinden önce edinilmiştir. Bu konuda bir uyuşmazlık da söz konusu değildir. Bu durum karşısında mahkemenin gerekçesine dayanak yaptığı TMK'nın 178. maddesi 01.01.2002 tarihinden sonra edinilen ve eşler arasında yasal mal rejimi dışında başka bir mal rejimi sözleşmesinin söz konusu olmadığı mallar hakkında uygulanır. Bu bakımdan mahkemenin bu yöne ilişkin gerekçesi hukuki yanılgıya dayalıdır. Öte yandan Borçlar Kanunu'nun 132/1-2 bendi uyarınca evlilik devam ettiği sürece karı-kocadan birinin, diğerinin zimmetinde olan alacakları hakkında zamanaşımı işlemez. Borçlar Kanunu'nun 66. maddesinin de somut olayda uygulama yeri bulunmamaktadır.
O halde mahkemece yapılacak iş; iddia ve savunma doğrultusunda taraf delillerinin toplanması, yukarıda yapılan açıklamaların gözönünde tutulması, ondan sonra toplanacak tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki yanılgı sonucu zamanaşımı nedeniyle davanın reddine karar verilmiş olması usul ve kanuna aykırıdır.
Davacı vekilinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde olduğundan kabulü ile yerel mahkeme hükmünün açıklanan nedenlerle HUMK'nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine 01.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:2010/8-231
K:2010/255
T:05.05.2010

Taraflar arasındaki "katkı payı alacağı" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Aydın Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 18.11.2008 gün ve 2006/1041 E.-2008/1165 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine,
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi'nin 26.05.2009 gün ve 2009/1873 E., 2009/2621 K. sayılı ilamı ile;
(...Davacı M.E.K. vekili, davalı adına kayıtlı 1463 ada 34 parseldeki 4 numaralı bağımsız bölümün alımındaki katkısı nedeniyle davalı eşinden katkı payı alacağı isteğinde bulunmuştur.
Davalı H.A. vekili, süresinde verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı defi'nde bulunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulüyle 16.202 YTL'nin yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar 6.3.1987 tarihinde evlenmiş, 24.9.2002 tarihinde açılan dava sonucu boşanmalarına karar verilmiş, hüküm 30.6.2004 tarihinde kesinleşmiştir. Eşler arasında boşanma davasının açıldığı tarihte mal rejimi sona ermiştir. (TMK'nun 225/son)
Taraflar arasında evlilik tarihinden 1.1.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (TKM. m. 170.), bir yıl içinde başka mal rejimini seçmediklerinden 24.9.2002 tarihine kadar ise edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. (4722 S. K. md. 10/1, 4721 S. TMK md.202/1.)
TMK'nun 178. maddesinde, "evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar." hükmüne yer verilmiştir. Somut olayda, boşanma kararı 30.6.2004 tarihinde kesinleşmiş görülmekte olan dava ise bir yıllık zamanaşımı süresi geçirildikten sonra 6.11.2006 tarihinde açılmıştır. Davalı vekili süresinde sunduğu cevap dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuştur. Davanın zamanaşımı süresinin geçmiş olması nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde esasa ilişkin kabul kararının verilmesi doğru görülmemiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava; katkı payı alacağı istemine ilişkindir.
Mahkemenin, davanın kabulüne dair verdiği karar, davalı vekilinin temyizi üzerine, Özel Daire'ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Yerel Mahkemece, "Davanın Borçlar Kanunu'nun 125. maddesinde öngörülen on (10) yıllık zamanaşımına tabi olduğu ve henüz zamanaşımı süresinin dolmadığı" gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Hükmü temyize, davalı vekili getirmektedir.
Davaya konu edilen ve davalı adına tapuda kayıtlı gözüken 1463 ada 34 parseldeki 4 numaralı bağımsız bölümün 02.03.2000 tarihinde dava dışı üçüncü kişiden satış yoluyla edinildiği, uyuşmazlık konusu değildir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu'nun önüne gelen uyuşmazlık; 2000 yılında ortak hayatın devam ettiği dönemde alınan ve davalı (kadın)adına tapuya tescili yapılan taşınmazın alımında yapıldığı ileri sürülen katkı payına ilişkin alacağın dava zamanaşımı süresinin ne olması gerektiği, burada varılacak sonuca göre, davanın yasal süresinde açılıp açılmadığı, noktalarında toplanmaktadır.
Öncelikle katkı payı alacağı ile ilgili genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır.
Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (T.M.K.) 1.1.2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu tarihten önce 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi (T.K.M.) yürürlükte iken, taraflar; evlenme mukavelesiyle kanunda muayyen diğer usullerden birini kabul etmediklerine göre, aralarında yasal rejim olan mal ayrılığı geçerlidir. (TKM. m.170) Taşınmaz, taraflar arasında bu rejim geçerli iken edinilmiştir.
Mal ayrılığında; eşlerden her biri, kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM m. 186/1). Eşlerden her birinin mallarının geliri ve kendi kazançları yine kendilerine aittir. (TKM m.189). 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nin 152'nci maddesi gereğince evin intihabı, karı ve çocukların münasip veçhile iaşesi kocaya aittir. 153'ncü madde gereğince de eve kadın bakar. Başka bir ifade ile, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisine göre; kadının eve bakması ve ev işlerini yapması yasal ödevidir (Hukuk Genel Kurulu'nun 18.06.2008 gün ve 2008/2-432 E.-444 K. sayılı ilamı).
Yukarıda da değinildiği üzere, koca mensup olduğu sosyal çevre bakımından, zorunlu ihtiyaçlarla birlikte, normal yaşayış düzeyini sağlamakla yükümlü olduğuna göre, kadının gelirinden bunları karşılamak üzere sarfı gereken giderlere Medeni Kanunu'nun 190. maddesi uyarınca münasip katılma payı dışında kalan kısmının kocanın mal varlığını arttırmada kullanıldığının kabulü gerekir. 190. maddenin 2. fıkrasındaki "karının bu suretle iştiraki kocanın hiçbir vakitte iade ve tazmin mükellefiyetini icap etmez" yolundaki hükmü de, hiç kuşkusuz kadının katılma zorunda bulunduğu masraflar için uygulamak gerekir. Bunun aksinin kabulü kadının, kocanın mal varlığını arttırmaya ya da katılma zorunluluğu sonucunu doğurur ki, bu fiilen kocanın yasal yükümlülüklerine ters düşeceği gibi hakkaniyet ve adalete de aykırı olur. Davalının mal varlığındaki artışın niteliği de göz önünde tutulduğunda davacının hibe (bağışlama) amacıyla hareket ettiğinden de söz edilemez (HGK'nun 01.02.1985 gün ve E: 2-176, K: 57 sayılı ilamı).
743 Sayılı Kanun'da, eşlerden birinin edindiği mala, diğer eş katkı yapmış ise, sağladığı bu katkı karşılığını isteyebileceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Ancak Yargıtay kararları ile; katkıyı sağlayan eşin, diğerinden katkısı karşılığı genel hükümlere göre bir tazminat (veya alacak) talep edebileceği kabul edilmiştir (HGK'nun 01.02.1985 gün ve E: 2-176, K: 57; 28.09.1994 gün ve 1994/2-47 E. - 564 K.; 18.09.1996 gün ve 1996/2-498 E. - 595 K.; 03.02.1999 gün ve 1999/2-56 E. - 40 K.; 07/06/2000 gün ve 2000/2-959 E. - 972 K.; 18.06.2008 gün ve 2008/2-432 E.-444 K. sayılı ilamları).
Öğretide ise, eşlerin aile birliğinin gerektirdiği münasip katkı dışında kalan maddi destek nedeniyle, katkı sağlayan eşin diğer eşe karşı bir alacak hakkına (katkı tazminatına) sahip olduğu ileri sürülmüştür (Acabey, M. Beşir: Evlilik Birliğinde Yasal Mal Rejimi, İzmir 1998, s.56; Özuğur, A. İhsan:Mal Rejimleri, Ankara 2007, s.147; Zeytin, Zafer: Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, Ankara 2008, s.139; Gümüş, M. Alper: Teori ve Uygulamada Evliliğin Genel Hükümleri ve Mal Rejimleri, İstanbul 2008, s.324; Gençcan, Ö. Uğur: Mal Rejimleri Hukuku, Ankara 2007, s.473; Dural, M./Öğüz, T./Gümüş,A.: Türk Özel Hukuku (Aile Hukuku), Cilt III, İstanbul 2005, s.417).
Alman Federal Mahkemesi de, mal ayrılığı rejiminde eşler arasında bir paylaşımı olanaklı kılmak için, (aile hukuku dışındaki) genel hükümlere başvurduğu görülmektedir. Bununla, mal ayrılığı rejiminin, evlilik sona erdiğinde eşler arasında bir paylaşıma yer vermemesinin adaletsizliği ve bunun ihtiyaçları karşılamadaki yetersizliği karşısında, verdiği kararlarla, genel kuralları zorlayarak eşler arasında bir paylaşım gerçekleştirmeye çalışmıştır (Acabey, M. Beşir: Evlilik Birliğinde Yasal Mal Rejimi, İzmir 1998, s.68, 71).
Gerçekten, karı-kocanın kendilerine daha iyi bir gelecek hazırlama düşüncesi ile, aralarında akdi bir ilişki kurdukları her türlü duraksamadan uzaktır. Katkı yapılan malın edinme nedeninin temelinde de, bu düşünce yatmaktadır. Katkıyı sağlayan eşin, diğer eşe bu maddi desteği, bağışlama olarak kabul etmek de, mümkün değildir.
Diğer taraftan, katkıyı alan eşin, aldığını para olarak iade edeceği düşüncesinde olduğu da, ileri sürülemez. Çünkü, evlilik birliğinin temelindeki aile birliği düşüncesi buna engel oluşturmaktadır. Eşler arasındaki bu ilişkinin temelinde kocanın (veya kadının) taşınmazdan katkısı oranında yararlanacağı esası bulunmaktadır. Bu akdi ilişki, bir süre sınırlamasına tabi tutulmadığı gibi, evlilik birliğinin devamı süresince varlığını koruyacağı aşikardır.
Buraya kadar yapılan açıklamaların zamanaşımı süresine etkisi de irdelenmelidir:
Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.
818 sayılı Borçlar Kanunu'nun (B.K.) 125-140'ncı maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (obligatio naturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def'ide bulunması gerekir (Tutumlu, M. Akif: Türk Borçlar Hukukunda Zamanaşımı ve Uygulaması, Ankara 2007, 27-28; Reisoğlu, Safa: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1998, s.334 vd.; Kuru, Baki/Arslan, Ramazan/Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Ankara 1995, s.304 vd.; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 1997, s.346 vd.; Alangoya/Yıldırım/Deren-Yıldırım: Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2009, s.254 vd.; Pekcanıtez/Atalay/Özekes:Medeni Usul Hukuku, Ankara 2009, s.323; Ayrıca bakınız: HGK'nun 3.12.2003 gün ve 2003/4-658 E. - 727 K.; 3.5.2006 gün ve 2006/4-232 E.- 269 K. sayılı ilamları).
B.K.'nun 125.maddesindeki " bu kanunda başka suretle bir hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir" hükmündeki (her dava) sözcüklerini "bütün alacaklar" şeklinde anlamak gerekir (Zeytin, Zafer: a.g.e., s.265; Tutumlu, M. Akif: a.g.e., s.36). B.K.'nun 125'inci maddesi, sözleşme veya kanuni borç ilişkisi nitelendirmesine dayanan bir ayırıma gitmemiş, sadece kanunda başka bir düzenleme yoksa diyerek tüm borç kaynaklarından doğan alacaklar için, özel düzenlemeler saklı kalmak kaydıyla genel bir zamanaşımı süresi öngörmüştür (Zeytin, Zafer: a.g.e., s.266; Tutumlu, M. Akif:a.g.e., s.42).
Diğer taraftan, eşler arasındaki borç ilişkilerinin dava ya da takip yoluyla çözümlenmesinin, evlilikte bulunması gereken karşılıklı güven, saygı ve sevgi duygularını olumsuz yönde etkileyebileceğini düşünen Yasa koyucu, evlilik süresince eşlerin birbirlerindeki alacakları hakkında zamanaşımının işlemeyeceğini kabul etmiştir (Tutumlu, M. Akif:a.g.e., s.333).
Yasa koyucu, bu amacın gerçekleştirilmesine yönelik olarak, B.K.'nun "Müruru zamanın cereyanına mani olan ve müruru zamanı tatil eden sebepler" başlığı altında 132. maddenin 1.fıkrasının 3.bendinde aynen; "Nikah devam ettiği müddetçe karı kocadan birinin, diğeri zimmetinde olan alacakları hakkında" demek suretiyle, evlilik süresince zamanaşımının işlemeyeceğini, işlemeye başlamış ise, duracağını yasal teminat altına almıştır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Taraflar 6.3.1987 tarihinde evlenmiş, 24.9.2002 tarihinde açılan dava sonucu boşanmalarına karar verilmiş, hüküm ise 30.6.2004 tarihinde kesinleşmiştir.
Davalı (kadın) adına tapuda tescili yapılan ve ortak hayatın devam ettiği dönemde (02.03.2000 tarihinde), satın alınan taşınmaza katkı sağlandığı ileri sürüldüğüne göre, iddia olunan hak, katkı payı alacağıdır.
Yukarıda belirtildiği üzere, bu alacak, eşler arasında B.K.'nun genel hükümlerine tabi akdi ilişkiye dayanır. Bu akdi ilişki nedeniyle, B.K.'nun 125. maddesine göre, aksine düzenleme bulunmayan hallerde, her dava (bütün alacaklar) on (10) senelik dava zamanaşımı süresine tabidir.
Söz konusu katkı payı alacağı bakımından, katkı sağlandığı ileri sürülen taşınmazın satın alındığı 02.03.2000 tarihi ile boşanma kararının kesinleştiği 30.06.2004 tarihi arasında, yani evlilik süresince, B.K.'nun 132. maddenin 1.fıkrası 3.bendine göre, zamanaşımı süresi işlemeye başlamayacaktır.
Dolayısıyla, boşanma kararının kesinleştiği 30.06.2004 tarihinden itibaren on (10) senelik zamanaşımı süresi işlemeye başlayacağına göre, eldeki davanın ise 06.11.2006 tarihinde açıldığı gözetildiğinde, katkı payına ilişkin alacak davasının yasal süresinde açıldığının kabulü gerekir.
O halde, Özel Dairenin davacının katkı payı alacağına ilişkin davasının bir (1) senelik zamanaşımı süresine tabi olduğu yönündeki bozma kararına, yerel mahkemece "davanın B.K.'nun 125. maddesinde öngörülen on (10) yıllık dava zamanaşımı süresine tabi olduğu" şeklindeki gerekçe ile direnilmesi yerindedir.
Ne var ki, Özel Dairece işin esasına yönelik temyiz itirazları bozma nedenine göre incelenmemiş olup, dosyanın temyiz itirazlarının incelenmesi için Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunduğundan işin esasına yönelik davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 8. Hukuk Dairesi'ne gönderilmesine, 05.05.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.



Konuyla ilgili Medeni Kanun'da yer alan hükümler:

     V. BOŞANMADA TAZMİNAT VE NAFAKA
         
     1. MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT
     
     Madde 174 - Mevcut veya beklenen menfaatleri boşanma yüzünden zedelenen kusursuz veya daha az kusurlu taraf, kusurlu taraftan uygun bir maddi tazminat isteyebilir.
   
    Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.
     
     2. YOKSULLUK NAFAKASI
     
     Madde 175 - Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir.
   
    Nafaka yükümlüsünün kusuru aranmaz.
     
     3. TAZMİNAT VE NAFAKANIN ÖDENME BİÇİMİ
     
     Madde 176 - Maddi tazminat ve yoksulluk nafakasının toptan veya durumun gereklerine göre irat biçiminde ödenmesine karar verilebilir.
   
    Manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemez.
   
    İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü halinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi halinde mahkeme kararıyla kaldırılır.
   
    Tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde iradın artırılması veya azaltılmasına karar verilebilir.
   
    Hakim, istem halinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen maddi tazminat veya nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.
     
     4. YETKİ
     
     Madde 177 - Boşanmadan sonra açılacak nafaka davalarında, nafaka alacaklısının yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir.
     
     5. ZAMANAŞIMI
     
     Madde 178 - Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.
     
     VI. MAL REJİMİNİN TASFİYESİ
         
     1. BOŞANMA HALİNDE
     
     Madde 179 - Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır.
     
     2. AYRILIK HALİNDE
     
     Madde 180 - Ayrılığa karar verilirse mahkeme, ayrılığın süresine ve eşlerin durumlarına göre aralarında sözleşmeyle kabul edilmiş olan mal rejiminin kaldırılmasına karar verebilir.
     
     VII. MİRAS HAKLARI
     
     Madde 181 - Boşanan eşler, bu sıfatla birbirlerinin yasal mirasçısı olamazlar ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendilerine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça, kaybederler.
   
    (Değişik fıkra: 31/03/2011-6217 S.K 19. mad.) Boşanma davası devam ederken, ölen eşin mirasçılarından birisinin davaya devam etmesi ve diğer eşin kusurunun ispatlanması hâlinde de yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.

     DÖRDÜNCÜ BÖLÜM : EŞLER ARASINDAKİ MAL REJİMİ
         
     BİRİNCİ AYIRIM : GENEL HÜKÜMLER
         
     A - YASAL MAL REJİMİ
     
     Madde 202 - Eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin uygulanması asıldır.
   
    Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kanunda belirlenen diğer rejimlerden birini kabul edebilirler.
     
     B - MAL REJİMİ SÖZLEŞMESİ     
     
     I. SÖZLEŞMENİN İÇERİĞİ
     
     Madde 203 - Mal rejimi sözleşmesi, evlenmeden önce veya sonra yapılabilir. Taraflar, istedikleri mal rejimini ancak kanunda yazılı sınırlar içinde seçebilir, kaldırabilir veya değiştirebilirler.
     
     II. SÖZLEŞME EHLİYETİ
     
     Madde 204 - Mal rejimi sözleşmesi, ancak ayırt etme gücüne sahip olanlar tarafından yapılabilir.
   
    Küçükler ile kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızasını almak zorundadırlar.
     
     III. SÖZLEŞMENİN ŞEKLİ
     
     Madde 205 - Mal rejimi sözleşmesi, noterde düzenleme veya onaylama şeklinde yapılır. Ancak, taraflar evlenme başvurusu sırasında hangi mal rejimini seçtiklerini yazılı olarak da bildirebilirler.
   
    Mal rejimi sözleşmesinin taraflarca ve gerektiğinde yasal temsilcilerince imzalanması zorunludur.
     
     C - OLAĞANÜSTÜ MAL REJİMİ
         
     I. EŞLERDEN BİRİNİN İSTEMİ İLE     
     
     1. KARAR
     
     Madde 206 - Haklı bir sebep varsa hakim, eşlerden birinin istemi üzerine, mevcut mal rejiminin mal ayrılığına dönüşmesine karar verebilir.
   
    Özellikle aşağıdaki hallerde haklı bir sebebin varlığı kabul edilir:
   
    1. Diğer eşe ait malvarlığının borca batık veya ortaklıktaki payının haczedilmiş olması,
   
    2. Diğer eşin, istemde bulunanın veya ortaklığın menfaatlerini tehlikeye düşürmüş olması,
   
    3. Diğer eşin, ortaklığın malları üzerinde bir tasarruf işleminin yapılması için gereken rızasını haklı bir sebep olmadan esirgemesi,
   
    4. Diğer eşin, istemde bulunan eşe malvarlığı, geliri, borçları veya ortaklık malları hakkında bilgi vermekten kaçınması,
   
    5. Diğer eşin sürekli olarak ayırt etme gücünden yoksun olması.
   
    Eşlerden biri ayırt etme gücünden sürekli olarak yoksun ise, onun yasal temsilcisi de bu sebebe dayanarak mal ayrılığına karar verilmesini isteyebilir.
     
     2. YETKİ
     
    Madde 207 - Yetkili mahkeme eşlerden herhangi birinin yerleşim yeri mahkemesidir.
     
     3. MAL AYRILIĞINA GEÇİŞTEN DÖNME
     
     Madde 208 - Eşler, her zaman yeni bir mal rejimi sözleşmesiyle önceki veya başka bir mal rejimini kabul edebilirler.
   
    Mal ayrılığına geçişi gerektiren sebebin ortadan kalkması halinde hakim, eşlerden birinin istemi üzerine eski mal rejimine dönülmesine karar verebilir.
     
     II. CEBRİ İCRA HALİNDE
         
     1. İFLASTA
     
    Madde 209 - Mal ortaklığını kabul etmiş olan eşlerden birinin iflasına karar verildiği takdirde, ortaklık kendiliğinden mal ayrılığına dönüşür.
     
     2. HACİZDE
     
    Madde 210 - Mal ortaklığını kabul etmiş eşlerden birine karşı icra takibinde bulunan alacaklı, haczin uygulanmasında zarara uğrarsa, hakimden mal ayrılığına karar verilmesini isteyebilir.
   
    Alacaklının istemi her iki eşe yöneltilir.
   
    Yetkili mahkeme, borçlunun yerleşim yeri mahkemesidir.
     
     3. ESKİ REJİME DÖNME
     
    Madde 211 - Alacaklı tatmin edildiği takdirde eşlerden birinin istemi üzerine hakim, mal ortaklığının yeniden kurulmasına karar verebilir.
   
    Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle edinilmiş mallara katılma rejimini kabul edebilirler.
     
     III. ÖNCEKİ REJİMİN TASFİYESİ
     
     Madde 212 - Mal ayrılığına geçildiği takdirde, kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşler arasında önceki mal rejiminin tasfiyesi, bu rejime ilişkin hükümlere göre yapılır.
     
     D - ALACAKLILARIN KORUNMASI
     
     Madde 213 - Mal rejiminin kurulması, değiştirilmesi veya önceki rejimin tasfiyesi, eşlerden birinin veya ortaklığın alacaklılarının, üzerinden haklarını alabilecekleri malları sorumluluk dışında bırakamaz.
   
    Kendisine böyle mallar geçmiş olan eş, borçlardan kişisel olarak sorumludur; ancak, söz konusu malların borcu ödemeye yetmediğini ispat ettiği takdirde, bu ölçüde kendisini sorumluluktan kurtarabilir.
     
     E - MAL REJİMİNİN TASFİYESİ DAVALARINDA YETKİ
     
     Madde 214 - Eşler veya mirasçılar arasında bir mal rejiminin tasfiyesine ilişkin davalarda, aşağıdaki mahkemeler yetkilidir:
   
    1. Mal rejiminin ölümle sona ermesi durumunda ölenin son yerleşim yeri mahkemesi,
   
    2. Boşanmaya, evliliğin iptaline veya hakim tarafından mal ayrılığına karar verilmesi durumunda, bu davalarda yetkili olan mahkeme,
   
    3. Diğer durumlarda davalı eşin yerleşim yeri mahkemesi.
     
     F - BİR EŞİN MALLARININ DİĞERİ TARAFINDAN YÖNETİMİ
     
     Madde 215 - Eşlerden birinin açık veya örtülü olarak mallarının yönetimini diğer eşe bırakması halinde, aksi kararlaştırılmış olmadıkça vekalet hükümleri uygulanır.
     
     G - ENVANTER
     
    Madde 216 - Eşlerden her biri, diğerinden her zaman mallarının envanterinin resmi senetle yapılmasını isteyebilir.
   
    Bu envanter, malların getirilmesinden başlayarak bir yıl içinde yapılmışsa, aksi ispatlanmış olmadıkça bu envanterin doğru olduğu kabul edilir.
     
     H - EŞLER ARASINDAKİ BORÇLAR
     
     Madde 217 - Mal rejimi, eşler arasındaki borçların muaccel olmasını önlemez. Bununla beraber bir borcun yerine getirilmesi, borçlu eşi evlilik birliğini tehlikeye düşürecek derecede önemli güçlüklere sokacaksa, bu eş ödeme için süre isteyebilir. Durum ve koşullar gerektiriyorsa, hakim istemde bulunan eşi güvence göstermekle yükümlü tutar.
     
     İKİNCİ AYIRIM : EDİNİLMİŞ MALLARA KATILMA
         
     A - MÜLKİYET     
     
     I. KAPSAMI
     
     Madde 218 - Edinilmiş mallara katılma rejimi, edinilmiş mallar ile eşlerden her birinin kişisel mallarını kapsar.
     
     II. EDİNİLMİŞ MALLAR
     
     Madde 219 - Edinilmiş mal, her eşin bu mal rejiminin devamı süresince karşılığını vererek elde ettiği malvarlığı değerleridir.
   
    Bir eşin edinilmiş malları özellikle şunlardır:
   
    1. Çalışmasının karşılığı olan edinimler,
   
    2. Sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurum ve kuruluşlarının veya personele yardım amacı ile kurulan sandık ve benzerlerinin yaptığı ödemeler,
   
    3. Çalışma gücünün kaybı nedeniyle ödenen tazminatlar,
   
    4. Kişisel mallarının gelirleri,
   
    5. Edinilmiş malların yerine geçen değerler.
     
     III. KİŞİSEL MALLAR
         
     1. KANUNA GÖRE
     
     Madde 220 - Aşağıda sayılanlar, kanun gereğince kişisel maldır:
   
    1. Eşlerden birinin yalnız kişisel kullanımına yarayan eşya,
   
    2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri,
   
    3. Manevi tazminat alacakları,
   
    4. Kişisel mallar yerine geçen değerler.
     
     2. SÖZLEŞMEYE GÖRE
     
     Madde 221 - Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle, bir mesleğin icrası veya işletmenin faaliyeti sebebiyle doğan edinilmiş mallara dahil olması gereken malvarlığı değerlerinin kişisel mal sayılacağını kabul edebilirler.
   
    Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle kişisel malların gelirlerinin edinilmiş mallara dahil olmayacağını da kararlaştırabilirler.
     
     IV. İSPAT
     
     Madde 222 - Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür.
   
    Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır.
   
    Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal kabul edilir.
     
     B - YÖNETİM, YARARLANMA VE TASARRUF
     
     Madde 223 - Her eş, yasal sınırlar içerisinde kişisel malları ile edinilmiş mallarını yönetme, bunlardan yararlanma ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir.
   
    Aksine anlaşma olmadıkça, eşlerden biri diğerinin rızası olmadan paylı mülkiyet konusu maldaki payı üzerinde tasarrufta bulunamaz.
     
     C - ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE KARŞI SORUMLULUK
     
     Madde 224 - Eşlerden her biri kendi borçlarından bütün malvarlığıyla sorumludur.
     
     D - MAL REJİMİNİN SONA ERMESİ VE TASFİYE
         
     I. SONA ERME ANI
     
     Madde 225 - Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona erer.
   
    Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer.
     
     II. MALLARIN GERİ ALINMASI VE BORÇLAR
         
     1. GENEL OLARAK
     
     Madde 226 - Her eş, diğer eşte bulunan mallarını geri alır.
   
    Tasfiye sırasında, paylı mülkiyete konu bir mal varsa, eşlerden biri kanunda öngörülen diğer olanaklardan yararlanabileceği gibi, daha üstün bir yararı olduğunu ispat etmek ve diğerinin payını ödemek suretiyle o malın bölünmeden kendisine verilmesini isteyebilir.
   
    Eşler karşılıklı borçları ile ilgili düzenleme yapabilirler.
     
     2. DEĞER ARTIŞ PAYI
     
     Madde 227 - Eşlerden biri diğerine ait bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa, tasfiye sırasında bu malda ortaya çıkan değer artışı için katkısı oranında alacak hakkına sahip olur ve bu alacak o malın tasfiye sırasındaki değerine göre hesaplanır; bir değer kaybı söz konusu olduğunda katkının başlangıçtaki değeri esas alınır.
   
    Böyle bir malın daha önce elden çıkarılmış olması halinde hakim, diğer eşe ödenecek alacağı hakkaniyete uygun olarak belirler.
   
    Eşler, yazılı bir anlaşmayla değer artışından pay almaktan vazgeçebilecekleri gibi, pay oranını da değiştirebilirler.
     
     III. EŞLERİN PAYLARININ HESAPLANMASI
         
     1. KİŞİSEL MALLARIN VE EDİNİLMİŞ MALLARIN AYRILMASI
     
     Madde 228 - Eşlerin kişisel malları ile edinilmiş malları, mal rejiminin sona ermesi anındaki durumlarına göre ayrılır.
   
    Eşlerden birine sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurumlarınca yapılmış olan toptan ödemeler veya iş gücünün kaybı dolayısıyla ödenmiş olan tazminat, toptan ödeme veya tazminat yerine ilgili sosyal güvenlik veya sosyal yardım kurumunca uygulanan usule göre ömür boyunca irat bağlanmış olsaydı, mal rejiminin sona erdiği tarihte bundan sonraki döneme ait iradın peşin sermayeye çevrilmiş değeri ne olacak idiyse, tasfiyede o miktarda kişisel mal olarak hesaba katılır.
     
     2. EKLENECEK DEĞERLER
     
     Madde 229 - Aşağıda sayılanlar, edinilmiş mallara değer olarak eklenir:
   
    1. Eşlerden birinin mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan, olağan hediyeler dışında yaptığı karşılıksız kazandırmalar,
   
    2. Bir eşin mal rejiminin devamı süresince diğer eşin katılma alacağını azaltmak kastıyla yaptığı devirler.
   
    Bu tür kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.
     
     3. KİŞİSEL MALLAR İLE EDİNİLMİŞ MALLAR ARASINDA DENKLEŞTİRME
     
     Madde 230 - Bir eşin kişisel mallara ilişkin borçları edinilmiş mallardan veya edinilmiş mallara ilişkin borçları kişisel mallarından ödenmiş ise, tasfiye sırasında denkleştirme istenebilir.
   
    Her borç, ilişkin bulunduğu mal kesimini yükümlülük altına sokar. Hangi kesime ait olduğu anlaşılamayan borç, edinilmiş mallara ilişkin sayılır.
   
    Bir mal kesiminden diğer kesimdeki malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına katkıda bulunulmuşsa, değer artması veya azalması durumunda denkleştirme, katkı oranına ve malın tasfiye zamanındaki değerine veya mal daha önce elden çıkarılmışsa hakkaniyete göre yapılır.
     
     4. ARTIK DEĞER
     
     Madde 231 - Artık değer, eklenmeden ve denkleştirmeden elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere her eşin edinilmiş mallarının toplam değerinden bu mallara ilişkin borçlar çıkarıldıktan sonra kalan miktardır.
   
    Değer eksilmesi göz önüne alınmaz.
     
     IV. DEĞERİN BELİRLENMESİ
         
     1. SÜRÜM DEĞERİ
     
     Madde 232 - Mal rejiminin tasfiyesinde malların sürüm değerleri esas alınır.
     
     2. GELİR DEĞERİ     
     
     A. GENEL OLARAK
     
    Madde 233 - Bir eşin malik olarak bizzat işletmeye devam ettiği veya sağ kalan eş ya da altsoyundan birinin kendisine bir bütün olarak özgülenmesini istemeye haklı olduğu bir tarımsal işletme için değer artışından alacağı pay ve katılma alacağı, bunların gelir değeri göz önünde tutularak hesaplanır.
   
    Tarımsal işletmenin maliki veya mirasçıları, diğer eşe karşı ileri sürebilecekleri değer artışı payının veya katılma alacağının, işletmenin sadece sürüm değeri üzerinden hesaplanmasını isteyebilir.
   
    Değerlendirmeye ve işletmenin kazancından mirasçılara pay ödenmesine ilişkin miras hukuku hükümleri kıyas yoluyla uygulanır.
     
     B. ÖZEL HALLER
     
     Madde 234 - Özel haller gerektirdiği takdirde hesaplanan değer, uygun bir miktarda artırılabilir.
   
    Özellikle sağ kalan eşin geçim koşulları, tarımsal işletmenin alım değeri, ayrıca tarımsal işletme kendisine ait olan eşin yaptığı yatırımlar veya mali durumu özel hallerden sayılır.
     
     3. DEĞERLENDİRME ANI
     
     Madde 235 - Mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan edinilmiş mallar, tasfiye anındaki değerleriyle hesaba katılırlar.
   
    Edinilmiş mallara hesapta eklenecek olanların değeri, malın devredildiği tarih esas alınarak hesaplanır.
     
     V. ARTIK DEĞERE KATILMA     
     
     1. KANUNA GÖRE
     
     Madde 236 - Her eş veya mirasçıları, diğer eşe ait artık değerin yarısı üzerinde hak sahibi olurlar. Alacaklar takas edilir.
   
    Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma halinde hakim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir.
     
     2. SÖZLEŞMEYE GÖRE     
     
     A. GENEL OLARAK
     
     Madde 237 - Artık değere katılmada mal rejimi sözleşmesiyle başka bir esas kabul edilebilir.
   
    Bu tür anlaşmalar, eşlerin ortak olmayan çocuklarının ve onların altsoylarının saklı paylarını zedeleyemez.
     
     B. İPTAL, BOŞANMA VEYA MAHKEME KARARIYLA MAL AYRILIĞINDA
     
     Madde 238 - Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde, kanundaki artık değere katılmaya ilişkin düzenlemeden farklı anlaşmalar, ancak mal rejimi sözleşmesinde bunun açıkça öngörülmüş olması halinde geçerlidir.
     
     VI. KATILMA ALACAĞININ VE DEĞER ARTIŞ PAYININ ÖDENMESİ     
     
     1. ÖDEME VE ERTELENMESİ
     
     Madde 239 - Katılma alacağı ve değer artış payı ayın veya para olarak ödenebilir. Ayni ödemede malların sürüm değeri esas alınır; bir mesleğin icrasına ayrılmış birimler ile işletmelerin ekonomik bütünlüğü gözetilir.
   
    Katılma alacağının ve değer artış payının derhal ödenmesi kendisi için ciddi güçlükler doğuracaksa, borçlu eş ödemelerinin uygun bir süre ertelenmesini isteyebilir.
   
    Aksine anlaşma yoksa, tasfiyenin sona ermesinden başlayarak katılma alacağına ve değer artış payına faiz yürütülür; durum ve koşullar gerektiriyorsa ayrıca borçludan güvence istenebilir.
     
     2. AİLE KONUTU VE EV EŞYASI
     
     Madde 240 - Sağ kalan eş, eski yaşantısını devam ettirebilmesi için, ölen eşine ait olup birlikte yaşadıkları konut üzerinde kendisine katılma alacağına mahsup edilmek, yetmez ise bedel eklenmek suretiyle intifa veya oturma hakkı tanınmasını isteyebilir; mal rejimi sözleşmesiyle kabul edilen başka düzenlemeler saklıdır.
   
    Sağ kalan eş, aynı koşullar altında ev eşyası üzerinde kendisine mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.
   
    Haklı sebeplerin varlığı halinde, sağ kalan eşin veya ölen eşin yasal mirasçılarının istemiyle intifa veya oturma hakkı yerine, konut üzerinde mülkiyet hakkı tanınabilir.
   
    Sağ kalan eş, mirasbırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoyundan birinin aynı meslek veya sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde bu hakları kullanamaz. Tarımsal taşınmazlara ilişkin miras hukuku hükümleri saklıdır.
     
     3. ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE KARŞI DAVA
     
     Madde 241 - Tasfiye sırasında, borçlu eşin malvarlığı veya terekesi, katılma alacağını karşılamadığı takdirde, alacaklı eş veya mirasçıları, edinilmiş mallarda hesaba katılması gereken karşılıksız kazandırmaları bunlardan yararlanan üçüncü kişilerden eksik kalan miktarla sınırlı olarak isteyebilir.
   
    Dava hakkı, alacaklı eş veya mirasçılarının haklarının zedelendiğini öğrendikleri tarihten başlayarak bir yıl ve her halde mal rejiminin sona ermesinin üzerinden beş yıl geçmekle düşer.
   
    Yukarıdaki fıkra hükümleri ve yetki kuralları dışında mirastaki tenkis davasına ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır.
     
     ÜÇÜNCÜ AYIRIM : MAL AYRILIĞI     
     
     A - YÖNETİM, YARARLANMA VE TASARRUF
     
     Madde 242 - Mal ayrılığı rejiminde eşlerden her biri, yasal sınırlar içerisinde kendi malvarlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf haklarını korur.
     
     B - DİĞER HÜKÜMLER
     
     Madde 243 - İspat, borçlardan sorumluluk ve paylı mülkün özgülenmesi konularında paylaşmalı mal ayrılığı rejimine ilişkin hükümler uygulanır.
     
     DÖRDÜNCÜ AYIRIM : PAYLAŞMALI MAL AYRILIĞI     
     
     A - YÖNETİM, YARARLANMA VE TASARRUF     
     
     I. GENEL OLARAK
     
     Madde 244 - Eşlerden her biri, yasal sınırlar içerisinde kendi malvarlığı üzerinde yönetim, yararlanma ve tasarruf haklarını korur.
     
     II. İSPAT
     
    Madde 245 - Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür.
   
    Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır.
     
     B - BORÇLARDAN SORUMLULUK
     
    Madde 246 - Eşlerden her biri, kendi borçlarından bütün malvarlığıyla sorumludur.
     
     C - MAL REJİMİNİN SONA ERMESİ VE TASFİYE
         
     I. SONA ERME ANI
     
     Madde 247 - Mal rejimi, eşlerden birinin ölümü veya başka bir mal rejiminin kabulüyle sona erer.
   
    Mahkemece evliliğin iptal veya boşanma sebebiyle sona erdirilmesine veya mal ayrılığına geçilmesine karar verilmesi hallerinde de, mal rejimi dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer.
     
     II. MALLARIN GERİ ALINMASI VE PAYLI MALIN VERİLMESİ
         
     1. GENEL OLARAK
     
     Madde 248 - Her eş, diğer eşte bulunan mallarını geri alır.
   
    Paylaşmalı mal ayrılığı rejimi sona erdiğinde, üstün yararı olduğunu ispat eden eş, diğer önlemler yanında, eşine payının ödeme günündeki karşılığını vermek suretiyle paylı mülkiyetteki malın kendisine verilmesini isteyebilir.
     
     2. KATKIDAN DOĞAN HAK
     
     Madde 249 - Eşlerden biri diğerine ait olup, paylaştırma dışı kalan bir malın edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına hiç ya da uygun bir karşılık almaksızın katkıda bulunmuşsa; mal rejiminin sona ermesi halinde, katkısı oranında hakkaniyete uygun bir bedel ödenmesini isteyebilir.
   
    Aynı istem, paylaştırma dışı kalan malın yerine geçen değerler için de geçerlidir.
     
     III. AİLEYE ÖZGÜLENEN MALLAR     
     
     1. KURAL
     
     Madde 250 - Eşlerden biri tarafından paylaşmalı mal ayrılığı rejiminin kurulmasından sonra edinilmiş olup ailenin ortak kullanım ve yararlanmasına özgülenmiş mallar ile ailenin ekonomik geleceğini güvence altına almaya yönelik yatırımlar veya bunların yerine geçen değerler, mal rejiminin sona ermesi halinde eşler arasında eşit olarak paylaşılır. Paylaştırmada işletmelerin ekonomik bütünlüğü gözetilir.
   
    Manevi tazminat alacakları, miras yoluyla edinilen mallar ile karşılıksız kazandırmada bulunanın açık iradesinden aksi anlaşılmadıkça, sağlararası veya ölüme bağlı tasarruflarla edinilen mallar hakkında bu hüküm uygulanmaz.
     
     2. PAYLAŞMAYA AYKIRI DAVRANIŞLAR
     
     Madde 251 - Eşlerden biri, diğer eşin payını azaltmak kastıyla paylaşmadan önce bir malı karşılıksız olarak elden çıkardığı takdirde hakim, diğer eşin alacağı denkleştirme bedelini hakkaniyete uygun olarak belirler.
   
    Mal rejiminin sona ermesinden önceki bir yıl içinde diğer eşin rızası olmadan olağan hediyeler dışında yapılan karşılıksız kazandırmaların bu eşin payını azaltmak kastıyla yapıldığı varsayılır.
   
    Bu tür kazandırmalara ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararı, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırmadan yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebilir.
     
     3. PAYLAŞTIRMA İSTEMİNİN REDDİ
     
    Madde 252 - Zina veya hayata kast nedeniyle boşanma halinde hakim, kusurlu eşin payının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir.
     
     4. PAYLAŞTIRMA YÖNTEMİ
     
    Madde 253 - Paylaştırmanın ayın olarak yapılması asıldır. Buna olanak yoksa bedel eklemek suretiyle paylar denkleştirilir. Eşlerden birinin diğerine ödeyeceği bedel, malların tasfiye anındaki sürüm değerlerine göre hesaplanır. Bu hesaplamada paylaşım konusu malların edinilmesinden doğan borçlar indirilir.
   
    Denkleştirme bedelinin derhal ödenmesi kendisi için ciddi güçlükler doğuracaksa, borçlu eş ödemelerin uygun bir süre ertelenmesini isteyebilir.
   
    Aksine anlaşma yoksa, tasfiyenin sona ermesinden başlayarak denkleştirme bedeline faiz yürütülür; durum ve koşullar gerektiriyorsa ayrıca borçludan güvence istenebilir.
     
     IV. AİLE KONUTU VE EV EŞYASI
         
     1. İPTAL VEYA BOŞANMA HALİNDE
     
     Madde 254 - Evliliğin iptal veya boşanma kararıyla sona erdirilmesi halinde, ailenin ortak kullanımına özgülenmiş ve eşler arasında eşit olarak paylaşma konusu olan konutta kalmaya ve ev eşyasını kullanmaya hangisinin devam edeceği konusunda eşler anlaşabilirler. Konutta kalma hakkını elde eden eş, bu hakkın tapu kütüğüne şerh edilmesini isteyebilir.
   
    Eşlerin aile konutunda kimin kalmaya ve ev eşyasını kimin kullanmaya devam edeceği konusunda anlaşamamaları halinde, hakkaniyet gerektiriyorsa hakim, olayın özelliklerini, eşlerin ekonomik ve sosyal durumlarını ve varsa çocukların menfaatlerini göz önünde bulundurarak bu hakka hangisinin sahip olacağına iptal veya boşanma kararıyla birlikte resen karar verir; bu kararında kalma ve kullanma süresini belirleyerek tapu kütüğüne şerhi için tapu memurluğuna bildirir.
   
    Hakim aksine karar vermedikçe hak, belirlenen sürenin bitiminde kendiliğinden sona erer. Ancak, bu süre sona ermeden yararlanan tarafın durumunda değişiklik olması halinde, diğer taraf hakimden, kararın gözden geçirilmesini isteyebilir.
   
    Eşler konutta kira ile oturuyorlarsa hakim, gerektiğinde konutta kiracı sıfatı taşımayan eşin kalmasına karar verebilir. Bu durumda, kiralayanın sözleşmeden doğan haklarını güvenceye almak için gerekli düzenleme yapılmasına iptal veya boşanma kararıyla birlikte resen karar verilir.
     
     2. ÖLÜM HALİNDE
     
     Madde 255 - Eşlerden birinin ölümü halinde, paylaşma konusu olan mallar arasında ev eşyası veya eşlerin birlikte yaşadıkları konut varsa; sağ kalan eş, bunlar üzerinde kendisine miras ve paylaşmadan doğan hakkına mahsup edilmek ve yetmezse bir bedel eklenmek suretiyle mülkiyet hakkı tanınmasını isteyebilir.
   
    Haklı sebeplerin varlığı halinde sağ kalan eşin veya ölenin diğer yasal mirasçılardan birinin istemi üzerine, mülkiyet yerine intifa veya oturma hakkı tanınmasına da karar verilebilir.
   
    Sağ kalan eş, mirasbırakanın bir meslek veya sanat icra ettiği ve altsoyundan birinin aynı meslek veya sanatı icra etmesi için gerekli olan bölümlerde bu hakları kullanamaz. Tarımsal taşınmazlara ilişkin miras hükümleri saklıdır.
     
     BEŞİNCİ AYIRIM : MAL ORTAKLIĞI
         
     A - MÜLKİYET     
     
     I. KAPSAMI
     
    Madde 256 - Mal ortaklığı rejimi, ortaklık malları ile eşlerin kişisel mallarını kapsar.
     
     II. ORTAKLIK MALLARI
         
     1. GENEL MAL ORTAKLIĞI
     
    Madde 257 - Genel mal ortaklığında eşlerin kanun gereğince kişisel mal sayılanlar dışındaki malları ile gelirleri ortaklık mallarını oluşturur.
   
    Eşler, ortaklık mallarına bölünmemiş bir bütün olarak sahip olurlar.
   
    Hiçbir eş, ortaklık payı üzerinde tek başına tasarruf hakkına sahip değildir.
     
     2. SINIRLI MAL ORTAKLIĞI     
     
     A. EDİNİLMİŞ MALLARDA ORTAKLIK
     
    Madde 258 - Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle sadece edinilmiş mallardan oluşan bir ortaklık kabul edebilirler.
   
    Kişisel malların gelirleri de bu ortaklığa dahildir.
     
     B. DİĞER MAL ORTAKLIKLARI
     
    Madde 259 - Eşler, mal rejimi sözleşmesiyle belirli malvarlığı değerlerini veya türlerini, özellikle taşınmaz malları, bir eşin kazancını, bir meslek veya sanat icrası için kullandığı malları ortaklık dışında tutabilirler.
   
    Aksi sözleşmede öngörülmedikçe bu malların gelirleri ortaklığa dahil değildir.
     
     III. KİŞİSEL MALLAR
     
     Madde 260 - Kişisel mallar, mal rejimi sözleşmesi, üçüncü kişinin karşılıksız kazandırması veya kanunla belirlenir.
   
    Eşlerden her birinin sadece kişisel kullanımına ayrılmış olan eşyası ile manevi tazminat alacakları kanundan dolayı kişisel malıdır.
   
    Bir eşin saklı pay olarak isteyebileceği malvarlığı değerleri, mal rejimi sözleşmesiyle ortaklığa dahil edildiği ölçüde, mirasbırakanları tarafından kendisine kişisel mal olarak kazandırılamaz.
     
     IV. İSPAT
     
    Madde 261 - Bir eşin kişisel malı olduğu ispatlanmadıkça tüm malvarlığı değerleri ortaklık malı sayılır.
     
     B - YÖNETİM VE TASARRUF
         
     I. ORTAKLIK MALLARINDA     
     
     1. OLAĞAN YÖNETİM
     
     Madde 262 - Eşler, ortaklık mallarını evlilik birliğinin yararına uygun olarak yönetirler.
   
    Olağan yönetim sınırları içinde her eş, ortaklığı yükümlülük altına sokabilir ve ortak mallarda tasarrufta bulunabilir.
     
     2. OLAĞANÜSTÜ YÖNETİM
     
     Madde 263 - Olağan yönetim dışında kalan konularda eşler, ancak birlikte veya biri diğerinin rızasını almak suretiyle ortaklığı yükümlülük altına sokabilir veya mallarda tasarrufta bulunabilir.
   
    Rızanın bulunmadığını bilmeyen veya bilecek durumda olmayan üçüncü kişiler için bu rıza var sayılır.
   
    Evlilik birliğinin temsiline ilişkin hükümler saklıdır.
     
     3. ORTAKLIK MALLARI İLE MESLEK VEYA SANAT İCRASI
     
     Madde 264 - Eşlerden biri, diğerinin rızasıyla ortaklık mallarını kullanarak, tek başına bir meslek veya sanat icra ederse, bu meslek veya sanata ilişkin bütün hukuki işlemleri yapabilir.
     
     4. MİRASIN KABULÜ VEYA REDDİ
     
    Madde 265 - Eşlerden biri, diğerinin rızası olmaksızın ortaklık mallarına girecek olan bir mirası reddemeyeceği gibi, tereke borca batıksa mirası kabul de edemez.
   
    Diğer eşin rızasının alınmasına olanak bulunamazsa veya bu konudaki istem onun tarafından haklı sebep olmaksızın reddedilirse, istem sahibi eş kendi yerleşim yeri mahkemesine başvurabilir.
     
     5. SORUMLULUK VE YÖNETİM GİDERLERİ
     
    Madde 266 - Mal ortaklığının sona ermesi halinde, eşlerden her biri ortaklık malıyla ilgili işlemlerden dolayı vekil gibi sorumludur.
   
    Yönetim giderleri ortaklık mallarından karşılanır.
     
     II. KİŞİSEL MALLAR
     
     Madde 267 - Eşlerden her biri, yasal sınırlar içerisinde kendi kişisel mallarını yönetme ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunma hakkına sahiptir.
   
    Kişisel mallara giren gelirler varsa, yönetim giderleri bu gelirlerden karşılanır.
     
     C - ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE KARŞI SORUMLULUK     
     
     I. ORTAKLIK BORÇLARI
     
    Madde 268 - Eşlerden her biri, aşağıdaki borçlardan kişisel malları ve ortaklık mallarıyla sorumludur:
   
    1. Evlilik birliğini temsil veya ortaklık mallarını yönetme yetkisine dayanarak yapılan borçlardan,
   
    2. Ortaklık mallarını veya ortaklık mallarına giren gelirleri kullanarak bir meslek veya sanatın icra edilmesi nedeniyle yapılan borçlardan,
   
    3. Diğer eş için de kişisel sorumluluk doğuran borçlardan,
   
    4. Kişisel mal yanında ortaklık mallarının da sorumlu olacağı hususunda eşlerin üçüncü kişilerle anlaşarak yaptığı borçlardan.
     
     II. KİŞİSEL BORÇLAR
     
     Madde 269 - Her eş, diğer bütün borçlardan kendi kişisel mallarıyla ve ortaklık mallarının değerinin yarısı kadarıyla sorumlu tutulur.
   
    Ortaklığın zenginleşmesinden kaynaklanan istemler saklıdır.
     
     D - EŞLER ARASINDAKİ BORÇLAR
     
    Madde 270 - Mal rejimi eşler arasındaki borçların muaccel olmasını önlemez. Bununla beraber bir borcun yerine getirilmesi borçlu eşi, evlilik birliğini tehlikeye düşürecek derecede önemli güçlüklere sokacaksa, bu eş ödeme için süre isteyebilir. Durum ve koşullar gerektiriyorsa hakim, istemde bulunan eşi güvence göstermekle yükümlü tutar.
     
     E - MAL REJİMİNİN SONA ERMESİ VE TASFİYE
         
     I. SONA ERME ANI
#75
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E:2009/18326
K:2009/21112
T:28.12.2009

2004 sayılı Kanun m. 89/5

Dava dilekçesinde, kira parasının 05.12.2006 gününden başlayarak aylık 20.000 TL olarak tespiti istenilmiştir. Mahkemece, davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddi cihetine gidilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği düşünüldü.
Davacı banka, davalılardan B... B... A... Tekstil Sanayi ve Ticaret A.Ş.'nin borcu bulunduğundan, borca karşılık maliki olduğu fabrika ve müştemilatına ipotek konulduğunu, ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle takip yapılarak borçlu şirketin kiracısı olan diğer davalı G... Tekstil Sanayi ve Ticaret Limited Şir-keti'ne kira paraiannın kendisine ödenmesi için haciz ihbarnamesi gönderildiğini, kiracı davalının 5 yıldır kira artışı yapmadan aynı kira miktarını İcra Dairesine ödemeye devam ettiğini, İcra Müdürlüğünün gayrimenkulun korunması, kiralanması vb. konularda tedbirler alabileceğinden kira artırımı davası açma yetkisi aldığını öne sürerek, bu yetkiye dayanarak 05.12.2006 tarihinden itibaren 5.000 TL olan kiranın aylık 20.000 TL'ye çıkarılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar İcra Müdürlüğünün yetki belgesi veremeyeceğini bildirerek, yersiz olan davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, kira tespiti davasının, kira sözleşmesinin tarafı olan kiracı ve kiralayan veya bazı hallerde malik tarafından açılabileceği, ipotek alacaklısının kira tespiti davası açma hakkının bulunmadığı ve taraf sıfatı bulunmadığından davanın sıfat yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, borçlu davalının fabrikasında kiracı bulunan diğer davalının 2001 yılından beri kira bedelini hiç arttırmadan ödediğini ileri sürerek, İcra Müdürlüğünden aldığı yetki belgesine dayanarak kira bedelinin tespitini istemiştir.
Davalı G... Tekstil San. ve Tic. Ltd., davacıya borçlu bulunan diğer davalı B... A.Ş.'nin kiracısı olup, davacının alacağına karşılık tesis edilen ipotek konusu taşınmazda kiracıdır ve kira parasının alacaklıya ödenmek üzere haczedildiği anlaşılmaktadır. Alacaklı davacı lehine haczedilmiş alacağın alacaklıyı sözleşmenin tarafı haline getirmesi mümkün değildir. Ancak kira parasını sözleşmenin tarafı yahut malikin talep etmesinin hukuksal nedeni, sözleşme nedeniyle alacak hakkının doğması yahut mülkiyet hakkı sonucu taşınmazın getirişini talep hakkı vermesidir. Kiracının kira borcunun alacaklı davacının kendisine ödenmek üzere haczedilmiş olması durumunda kira parasını talep hakkı olduğuna göre, alacağın yeni kira dönemindeki gerçek miktarını tespiti hakkının da varlığı kabul edilmelidir. Nitekim alacaklı alacağın miktarının tespitini İİK m. 89/5 hükmüne göre İcra Mahkemesi marifetiyle sağlayabildiğine göre, yeni dönemdeki kira parasının tespitini görevli Sulh Hukuk Mahkemesinden isteyebilmelidir.
Bu itibarla, yukanda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazlan bu nedenlerle yerinde olduğundan, kabulü ile hükmün HUMK'nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 28.12.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Kaynak: YKD - ŞUBAT 2010 sayısı.
#76
T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E:2011/11890
K:2011/13090
T:07.12.2011

818 s.Yasa m. 41,42,60/2
2918 s. Yasa m. 109/2

Davacı Mehmet ve Gülsen vekili tarafından, davalı Semiha ve diğerleri aleyhine 16.04.2009 gününde verilen dilekçe ile yaralamalı trafik kazasına dayalı oluşan maluliyet nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 09.06.2011 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davacılar vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, yaralamalı trafik kazasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın esastan ve ayrıca zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar, davaya konu trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi zararlarının tazmini için açılan ilk davada davanın kısmen kabulüne karar verildiğini, bu kararın kesinleştiğini, ancak bu dava devam ederken 24.08.2007 ve 12.09.2007 tarihlerinde 3. ve 4. ameliyatları olduğunu, bu ameliyatların sonunda sakat kalıp, sürekli maluliyetinin oluştuğunu beyan ederek maddi ve manevi tazminat talep etmiştir.
Davalılar, süresinde zamanaşımı definde bulunmuş, ayrıca ilk davada davacının maddi ve manevi zararlarının kesinleşerek hüküm altına alındığı gerekçesiyle esastan da davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davacının 3. ve 4. ameliyatları ile ilgili belgelerin kesinleşen 2009/180 E.-2009/237 K. sayılı dosyada sunulup bilirkişi incelemesinin yapılmış olduğu, bu nedenle eldeki davada belirtilen taleple ilgili olarak dava açamayacağı gibi ameliyatların 24.08.2007 ve 12.09.2007 tarihlerinde yapıldığı, dava tarihine karar 1 yıldan fazla süre geçtiği gerekçesi ile davanın zamanaşımı nedeniyle de reddine karar verilmiştir.
Dosya kapsamına göre: Davacıların yaralanmasına neden olan trafik kazası 17.04.2004 gününde meydana gelmiştir. Davacılar tarafından 25.08.2005 tarihinde açılan ve mahkemenin 2009/180 E.-237 K. sayılı dosyasında verilen 25.02.2008 tarihli kararda, davacıların dava tarihine kadar yapılan tedavi ve ulaşım gideri ile manevi tazminata hükmedilmiştir. Kararın davacılar tarafından temyizi üzerine Dairemizin 26.01.2009 gün ve 2008/5775 E.-2009/1116 K. sayılı ilamı ile "Dava dilekçesinde fazlaya ilişkin hakların saklı tutularak tedavi giderine yönelik istemde bulunulmuş, tedavinin halen devam ettiği belirtilmiştir. Davacılar, dava tarihinden sonra yapılan tedavi giderini harcını yatırmak suretiyle 20.08.2008 tarihli ıslah dilekçesinde talep etmiştir. Dava dilekçesinde fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmuş olması, tedavinin devam ettiğinin açıklanması ve harcı yatırılan ıslah dilekçesinin ek dava niteliğinde olduğu kabul edilerek dava tarihinden sonra yapılan tedavi giderlerine yönelik de karar verilmelidir." gerekçesi ile karar bozulmuştur. Yargılamaya devamla, bozma ilamına uyularak verilen 08.06.2009 tarihli karar ile davacıların dava tarihinden sonra yapılan tedavi giderleri de hüküm altına alınmış ve karar kesinleşmiştir. Özetlenen bu dosyada da, davacı Mehmet'in 3. ve 4. ameliyatlarının yapıldığı, buna ilişkin raporların dosyaya sunulduğu ve bu ameliyatlara ilişkin tedavi giderinin ıslah dilekçesi ile talep edildiği anlaşılmaktadır.
Temyiz incelemesine konu dava ise, 16.04.2009 tarihinde açılmıştır. Aynı olay nedeniyle davacı Mehmet'in 3. ve 4. ameliyatlarından sonra oluşan kalıcı sakatlık sonucu maluliyet zararı ve manevi tazminat talep edilmektedir.
Şu durumda, haksız eylemden kaynaklanan zararlı sonuç bakımından gelişen durumun söz konusu olduğu açıktır. Davacılar da, gelişen durum sonucunda oluşan kalıcı sakatlık nedeniyle yeniden maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Davaların tarafları aynı olmakla birlikte, dayanılan maddi olgular (vakıalar) anlamında dava sebepleri bir olmadığı gibi; dava konusu (talep sonucu) da aynı değildir. Mahkemenin, davacının 3. ve 4. ameliyatları ile ilgili belgelerin daha önce kesinleşen 2009/180 E.-2009/237 K. sayılı dosyasına sunulup bilirkişi incelemesi yapıldığından bu ameliyatlarla ilgili dava açılamayacağına ilişkin gerekçesi bu bakımdan yerinde görülmemiştir.
Yine, davaya konu tazminat talepleri yaralamalı trafik kazasına dayanmaktadır. Davalı hakkında kamu davası açılıp mahkumiyetle sonuçlanmıştır. Davalının eylemi, olay tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK'nın 459/2 hükmü kapsamında olup; 2918 sayılı Yasa 109/2. madde ve BK 60/2. madde hükümleri gereğince uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması söz konusudur. Ceza zamanaşımı süresi dikkate alındığında, dava tarihi itibariyle henüz zamanaşımı da gerçekleşmemiştir. Mahkemece yapılacak iş; yukarıdaki açıklamalar ışığında davacı Mehmet'in dava konusu trafik kazası sonucu sürekli maluliyetinin oluşup oluşmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu Üçüncü İhtisas Kurulu'ndan raporunun aldırılması; davacıların, manevi tazminat takdirinde son ameliyatlarının da gözönüne alınmasına yönelik kesinleşen davadaki beyanları dikkate alınarak, davacının alınacak raporuna göre maddi ve manevi tazminat koşullarının oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi ve uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesinden ibarettir. Yanılgılı değerlendirme ve yetersiz gerekçeye dayalı olarak davanın reddi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 07.12.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E:2010/7287
K:2011/6824
T:13.06.2011

Davacı N.M. vekili Avukat Ş.T. tarafından, davalı ........ İnşaat Tic ve San. Ltd. Şti ve M.S. aleyhine 12/03/2007 gününde verilen dilekçe ile trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; maddi tazminat talebinin feragat nedeniyle reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne dair verilen 23/12/2009 günlü kararın Yargıtay'ca incelenmesi davalı ........ İnşaat Tic. ve San. Ltd. Şti vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Davalının diğer temyiz itirazına gelince:
Dava, trafik kazası sonucu yaralanma ve maddi hasar nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece maddi tazminat istemi feragat nedeniyle reddedilmiş, manevi tazminat isteminin ise bir bölümü kabul edilmiş; karar, davalılardan ........ İnşaat Ticaret ve San. Ltd. Şti. tarafından temyiz olunmuştur.
Borçlar Yasası'nın 47. maddesi gereğince yargıcın, özel durumları göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Takdir edilecek bu tutar, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir işlevi (fonksiyonu) olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek tutar, var olan durumda elde edilmek istenilen doyum (tatmin) duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22/06/1966 gün ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel durum ve koşullar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden yargıç, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde nesnel (objektif) ölçülere göre uygun (isabetli) bir biçimde göstermelidir.
Dava konusu olayın gelişimi, olay tarihi, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve yukarıdaki ilkeler gözetildiğinde davacı yararına takdir olunan 25.000,00 TL manevi tazminat fazladır. Daha alt düzeyde manevi tazminat takdiri için kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2) sayılı bentte gösterilen nedenlerle davalılardan ........ İnşaat Tic. ve San. Ltd. Şti. yararına BOZULMASINA; davalının öteki temyiz itirazlarının ilk bentte açıklanan nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 13/06/2011 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YEREL MAHKEMENİN KARARI

Davacı vekili 12/03/2007 havale tarihli dilekçesinde özetle, 13/12/2005 günü mülkiyeti davalılardan ........ inşaat Ltd Şti 'ye ait .............. plaka sayılı kamyonun diğer davalı M.S.'in idaresinde iken müvekkilinin sevk ve idaresindeki .............. plaka sayılı araç ile çarpıştığını, meydana gelen kazada tüm kusurun davalı M.S. de olduğunu, diğer davalının da araç maliki olması nedeni ile kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince sorumlu olduğunu, meydana gelen kaza sonucu müvekkilinin hayati tehlike geçirdiğini ve sağ gözünü kaybettiğini ayrıca müvekkiline ait araçta 5000 TL 'lik hasar meydana geldiğini, tüm bu nedenlerle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 5000 TL maddi, 35000 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiş, duruşmadaki beyanlarında da, sigorta şirketi tarafından müvekkiline 50000 TL tazminat ödendiğini, bu nedenle maddi tazminata ilişkin taleplerinden feragat ettiklerini, kaza nedeni ile müvekkilinin genç yaşta gözünü kaybettiğini, bu kaybın maddi veya manevi olarak giderilmesine imkan olmadığını, bu hususun dikkate alınmasını bu nedenlerle davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
CEVAP: Davalı ........ inşaat Ltd Şti vekili cevap dilekçesinde özetle, davaya konu kazanın meydana gelmesinde tüm kusurun davacı tarafta olduğunu, kazaya davacının dikkatsiz tutum ve davranışlarının sebebiyet verdiğini, ayrıca davalı M.S.'in mesai saati dışında müvekkil şirketin izin ve iradesi olmadan şirkete ait olmayan bir iş için şirkete ait aracı kullandığı sırada kazanın meydana geldiğini, bu nedenle müvekkil şirketin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını, kaza sonrası verilen raporlardaki kusur oranları ve davacıya ait araçta meydana gelen zarar miktarını da kabul etmediklerini, talep edilen manevi tazminat miktarının da fahiş olduğunu, davacıya sigorta şirketi tarafından da tazminat ödendiğini, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı M.S. duruşmadaki beyanında, suçsuz olduğunu, bu nedenle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
DELİLLER: Niksar Sulh Ceza mahkemesinin 2007/361 esas 2008/79 karar sayılı dosyası celbedilmiş, tetkikinde; Niksar Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/575 esas sayılı 14/11/2007 tarihli iddianamesi ile 13/12/2005 tarihinde meydana gelen kaza nedeni ile davalılardan M.S.'in TCK'nun 89/3b-son maddesi gereğince cezalandırılması talebi Ile kamu davası açıldığı, yapılan yargılama sonucunda Niksar Sulh Ceza mahkemesinin 2007/361 esas 2008/79 karar sayılı 25/03/2008 tarihli kararı ile sanığın 3600 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, ilgili kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği görülmüştür.
Dosya  içindeki belgelerin tetkikinde, 13/12/2005 tarihinde meydana gelen kaza ile ilgili olarak kolluk tarafından 13/12/2005 tarihli görgü tespit tutanağı ve kaza yeri terk bildirim tutanağı tutulduğu, soruşturma sırasında 26/05/2006 tarihinde mahallinde keşif yapıldığı, keşif sonucu trafik polis memuru bilirkişi tarafından düzenlenen 31/05/2006 havale tarihli bilirkişi raporunda .............. plaka sayılı aracı kullanan M.S.'in meydana gelen kazada "sürücülere ait asli kusurlardan 6. madde (doğrultu değiştirme, manevraları yanlış yapma) ve diğer kusurlardan 47/1-d (trafik güvenliği ve düzeni ile ilgili olan diğer kural, yasak, zorunluluk veya yükümlülüklere uymamak) maddelerini ihlal ettiği, .............. plakalı otoyu kullanan N.M.'in kendi şeridinden gittiğinden meydana gelen kazada herhangi bir trafik ihlalinin olmadığı kanaatine varıldığı" belirtilmiştir.
Kovuşturma aşamasında Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 08/11/2006 tarihli bilirkişi raporunda "mağdur sürücü N.M.'in yönetimindeki vasıtası ile istikamet şeridi içinde seyri sırasında kontrolsüzce yola girip istikamet şeridini kapatan kamyona çarparak katıldığı kazada olaya etken atfı kabil kusurunun bulunmadığı, şüpheli sürücü M.S.'in yönetimindeki vasıtası ile mağdur sürücünün istikametine göre yolun sağında hafriyat dökerek yolu yeterince kontrol etmeyip gelen araçların hız ve mesafelerini dikkate almadan vakit gece olmasına rağmen dik ve ani olarak yola girerek mağdur sürücünün istikamet şeridini kapattığı, geçiş hakkını engelleyip olaya sebebiyet verdiği kazada tedbirsiz, dikkatsiz ve nizamlara aykırı hareketi ile asli kusurlu olduğu" belirtilmiştir.
Karayolları Genel Müdürlüğü 7. bölge müdürlüğü tarafından mahkememize gönderilen 11/03/2008 tarihli cevabi yazıda, kazanın meydana geldiği karayolunun Devlet yolu olup Niksar belediyesi imar sınırı dahilinde olduğundan meskun mahal içerisinde bulunduğu, belirtilen yolun daha önce gidiş-geliş tek yol olup 2005 yılı Mayıs ayında çalışmalara başlanıldığı ve yolun sağ tarafında dolgu yapılarak yolun çift yönlü olarak 2007 yılı Temmuz ayında trafiğe açıldığı, yolda çalışmaya başlanmadan önce kaza yerinin yaklaşık 100 m geri tarafına doğru gerekli trafik işaretlemesinin yapılmış olup yapılan işaretlemenin 04/05/2005 tarihinde tutanak altına alındığı, ilgili tutanağın yazı ekinde gönderildiği, yapılan işaretlemenin yol inşaatı bitirilip yolun açıldığı Temmuz 2007 tarihine kadar kaldığı, kazanın olduğu 13/12/2005 tarihinde yolda trafik işaretlemesinin mevcut olduğu bildirilmiştir.
Karayolları Genel Müdürlüğü 7. bölge müdürlüğü tarafından mahkememize gönderilen 11/03/2008 tarihli cevabi yazı dikkate alınmak sureti ile mahkememizce yeniden yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından düzenlenen 07/09/2009 tarihli bilirkişi heyeti raporunda "Ulaştırma Bakanlığı Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından dosyaya gönderilen 11/03/2008 tarihli yazıda belirtilen yolun olay tarihinde gidiş-gelişli olduğu, yolun sağ tarafına dolgu yapılmakta olduğu, yolda çalışmaya başlamadan önce yol gerisinde gerekli işaretlemelerin yapıldığının belirtildiği, tutanak altına alınan işaretlemelerin krokisinin dosyaya ibraz edildiği, işaretlemelere göre olay yerinde maksimum hızın saatte 30 km olarak tespit edildiği, KTK ve yönetmelik gereğince sürücülerin tali yoldan ana yola girmeleri sırasında durup ana yolu dikkatlice kontrol etmeleri, gelmekte olan ve duramayacak kadar yaklaşmış aracı fark ederek tedbirli davranıp bu aracın geçişini beklemesi gerektiği halde, davalı M.S.'in bu tedbirleri almadan tali yoldan ana yola çıkarak davacı aracının seyir yolunu kapattığından olayda tedbirsizliği, dikkatsizliği, trafik nizam ve kurallarına aykırı hareketi sabit olup kusurlu bulunduğu, davacı N.M.'in yönetimindeki oto ile seyri sırasında olay yerinde bulunan trafik işaretlerini dikkate alarak yol çalışmaları yapılması ve hız sınırının 30 km ...olması nedeni ile hızını azaltması, böylece daha yavaş ve dikkatli seyrederek kazayı önleyici tedbiri alması gerekirken bu tedbirleri almadan süratli seyrederek kazayı önleme imkanı bulamadığından olayda kısmen kusurlu olduğu, açıklanan nedenlerle meydana gelen kazada davalı M.S.'in % 75 oranında, davacı N.M.'in ise % 25 oranında kusurlu olduklarının" bildirildiği görülmüştür.
Ankara İl Emniyet müdürlüğüne yazılan müzekkere cevabında, .............. plaka sayılı aracın ........ İnş. Tic. ve San. Ltd. Şti adına kayıtlı olduğu bildirilmiştir.
Davacının sosyal ve ekonomik durumunun tespiti için ilçe emniyet müdürlüğüne yazılan müzekkere cevabında, şahsın yüksek okul mezunu, 32 yaşında evli olduğu, 800 TL maaş karşılığı işçi olarak çalıştığı, evinin kira olmadığı, 320 TL aylık aidat ödediği, 1992 model şahin marka otomobilinin olduğu, sağ gözünün kaza nedeni ile görmediği bildirilmiştir.
Davalı M.S.'in sosyal ve ekonomik durumunun tespiti için ilçe emniyet müdürlüğüne yazılan müzekkere cevabında, şahsın ilkokul mezunu, 41 yaşında evli olduğu, ........ inşaat şirketinde şoför olarak çalıştığı, 420 TL maaş aldığı, 100 TL kira ödediği, bakmakla yükümlü olduğu eşi, 2 çocuğu ve annesinin olduğunun bildirildiği görülmüştür.
GOP Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı tarafından düzenlenen 23/12/2007 tarihli raporda, davacı N.M.'in 13/12/2005 tarihinde geçirmiş olduğu trafik kazası nedeni ile sağ gözde pupillanın tamamen kaybolduğu, gözün tamamen rengini kaybettiği, sağ gözde görmenin tam kaybolduğu, meydana gelen sağ gözde tam görme kaybının işlev kaybı niteliğinde olduğu  belirtilmiştir.
Davacı tanığı Z.M. duruşmadaki beyanında, kendisinin davacının kardeşi olduğunu,davacının kaza nedeni ile ölümden döndüğünü, sağ gözünü tamamen kaybettiğini ve yüzüne 200 'den fazla dikiş atıldığını, fiziksel görüntüsünün değiştiğini, neşeli ve hayat dolu bir insan iken kazadan sonra bunalıma girdiğini, psikolojik tedavi gördüğünü, gözünün görüntüsü, rengi ve şeklinin tamamen değiştiğini, aynaya bakamaz duruma geldiğini beyan etmiştir.
Davacı tanığı S.F.C. duruşmadaki beyanında, davacının 2000 yılından beri şirketlerinde çalıştığını, kazadan sonra 3-4 ay kadar çalışamadığını, sağ gözünü tamamen kaybettiğini, göz çevresindeki kemiklerin kırıldığını, yüzünün görüntüsünün değiştiğini, şirkette bilgi işlemde bilgisayar başında çalıştığını, halen de çalışmaya devam ettiğini, fakat tek gözü görmediği için çabuk yorulduğunu, kendisine ayda birkaç kez izin verdiklerini, tedavi ve psikolojik yardım almak amacıyla Ankara'ya gidip geldiğini, psikolojik durumunun iyi olmadığını beyan etmiştir.
Davacı tanığı A.H.Y. duruşmadaki beyanında, davacının yakın arkadaşı olduğunu, kazadan sonra davacıyı hastaneye kendisinin götürdüğünü, davacının 1,5 ay kadar Sivas ta yatılı tedavi gördüğünü, daha sonra Hacettepe de tedavisinin devam ettiğini, kaza nedeni ile sağ gözünü kaybettiğini, göz bebeğinin tamamen kaybolduğunu, yüzünde yara izleri kaldığını, bu durumu takıntı haline getirdiğini, fiziksel anlamda yüzünde çirkinleşme olduğunu, elini sürekli olarak yüzünde zarar gören kısımlara götürdüğünü, bu şekilde tik oluştuğunu, halen psikolojik yardım aldığını beyan etmiştir.
GEREKÇE: Gerek soruşturma aşamasında yapılan keşif sonucu trafik polisi bilirkişi tarafından düzenlenen 31/05/2006 havale tarihli bilirkişi raporunda gerekse kovuşturma aşamasında adli tıp kurumu Trafik İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 08/11/2006 tarihli bilirkişi raporunda hernekadar meydana gelen kazada davacının kusurunun bulunmadığı, tüm kusurun davalı M.S. de olduğu belirtilmiş ise de, dosya içinde mevcut Ulaştırma Bakanlığı Karayolları Genel Müdürlüğünün 11/03/2008 tarihli cevabi yazısı ve kaza sonrası davacıya ait araçta meydana gelen hasar durumu dikkate alındığında kaza mahallindeki işaretlemelere rağmen azami hız sınırına uymayan davacınında meydana gelen kazada kusurunun bulunduğu anlaşıldığından İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyeleri tarafından düzenlenen 07/09/2009 tarihli bilirkişi raporu mahkememizce oluşa daha uygun görülerek hükme esas alınmıştır.
Davalı şirket vekili cevap dilekçesi ve duruşmadaki beyanlarında, her ne kadar meydana gelen kazada tüm kusurun davacıda olduğunu, diğer davalı sürücünün herhangi bir kusuru bulunmadığını, ayrıca davalı M.S.'in mesai saati dışında müvekkil şirketin izin ve iradesi olmadan şirkete ait olmayan bir iş için şirkete ait aracı kullandığı sırada kazanın meydana geldiğini, bu nedenle müvekkil şirketin herhangi bir sorumluluğunun bulunmadığını, talep edilen manevi tazminat miktarının da fahiş olduğunu, davacıya sigorta şirketi tarafından da tazminat ödendiğini, bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini talep etmiş ise de, hükme esas alınan İTÜ öğretim üyeleri tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda, gerekçeleri açıklandığı üzere davalı M.S.'in meydana gelen kazada % 75 oranında kusurlu olduğu, yine davacı vekilinin duruşmadaki beyanlarında sigorta şirketinden 50000 TL tazminat alındığını belirtmek sureti ile maddi tazminat talebinden feragat ettiği bu anlamda davacı talebinin manevi tazminat isteminden ibaret bulunduğu, KTK 85/5 maddesinde işleten ve araç işleticisi teşebbüs sahibinin aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu olacağının belirtildiği, bu anlamda işleten olan davalı şirketin araç sürücüsü olan diğer davalının kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu olduğu, aynı yasanın 86 maddesi gereğince işleten veya araç işleticinin bağlı olduğu teşebbüs sahibi kendisinin veya eylemlerinden sorumlu tutulduğu kişilerin kusuru bulunmaksızın ve araçtaki bir  bozukluk kazayı etkilemiş olmaksızın kazanın bir mücbir sebepten veya zarar görenin veya  3. kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispat etmek suretiyle sorumluluktan kurtulabileceğinin belirtildiği, buna göre işletenin sorumluluktan kurtulabilmesi için kendisi ya da eylemlerinden sorumlu olduğu kimselerin kusurlarının olmadığı veya kazayı araçtaki bir bozukluğun etkilemediği, yine kazanın mücbir sebep veya zarar gören ya da 3. kişinin ağır kusurundan ileri geldiğini ispatlamasının gerektiği, bu hususları ileri sürmek ve ispat etmek yükümlülüğünün işletene yüklendiği halde belirtilen hususların davalı tarafça ispat edilemediği anlaşıldığından davalı şirket vekilinin talepleri açıklanan nedenlerle mahkememizce yerinde görülmemiştir.
          Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, olay tarihinde davacı N.M.'in .............. plaka sayılı aracı ile Niksar istikametinden Akkuş istikametine seyrettiği sırada yolun sağından yola çıkarak sola dönmek isteyen davalı şirkete ait ve diğer davalı sürücü M.S.'in yönetimindeki .............. plaka sayılı kamyonun sol yan arka tarafına çarptığı kazada tali yoldan ana yola girdiği sırada durup ana yolu dikkatlice kontrol etmesi, gelmekte olan ve duramayacak kadar yaklaşmış olan aracı fark ederek tedbirli davranıp bu aracın geçişini beklemesi gerektiği halde bu tedbirleri almadan tali yoldan ana yola çıkarak davacı aracının seyir yolunu kapatan davalı M.S.'in meydana gelen kazada % 75 oranında, olay yerinde bulunan trafik işaretlerini dikkate alarak yol çalışmaları yapılan ve hız sınırının 30 km olması nedeni ile hızını azaltması,  daha yavaş ve dikkatli seyretmesi gerekirken bu tedbirleri almadan süratli seyreden davacının meydana gelen kazada % 25 oranında kusurlu bulunduğu, meydana gelen kaza sonucunda dosya içinde mevcut 23/10/2007 tarihli raporda da belirtildiği üzere davacının sağ gözünü tamamen kaybettiği, yine ceza dosyası içinde mevcut fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere kaza sonucunda davacının yüzünün görüntüsünün değiştiği, tanık beyanlarından 32 yaşında yüksek okul mezunu olan davacının kazadan sonra gözünü kaybetmesi nedeni ile psikolojik bunalıma girdiği, yaşama sevinicini kaybettiği, işini yapmakta zorlandığı anlaşıldığından  kazanın oluş biçimi, tarafların kusur durumları, davacıdaki yaralanmanın niteliği ve tarafların sosyal ekonomik durumları ile manevi tazminatın niteliği ve amacı dikkate alınmak sureti ile davacı tarafın manevi tazminat talebinin kısmen kabulü yönünde karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı tarafın maddi tazminat talebinin FERAGAT NEDENİ İLE REDDİNE,
2-Davacı tarafın manevi tazminat talebinin KISMEN KABULÜ İLE
25.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 13/12/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacı tarafa verilmesine, fazlaya ilişkin istemin REDDİNE,
3-.............. plaka sayılı araç üzerine konulan ihtiyati tedbirin karar kesinleşinceye kadar DEVAMINA,
4-Alınması gerekli 1350 TL harçtan davanın açılışı sırasında peşin alınan 540 TL harcın mahsubu ile kalan 810 TL harcın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile hazineye gelir kaydına,
5-Davacı tarafça yapılan 851,30 TL yargılama giderinden  (davanın açılış harcı 555,30 TL, 6 davetiye gideri 24 TL, 1 müzekkere gideri 5 TL, bilirkişi incelemesi 267 TL) kabul ve red oranına göre hesaplanan 765,46 TL 'nin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı tarafa verilmesine, kalan kısmın davacı üzerinde bırakılmasına,
6-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden A.A.Ü.T uyarınca kabul edilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 2900 TL vekalet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacı tarafa verilmesine,
7-Davalı şirket kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden A.A.Ü.T uyarınca reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 1200 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı şirkete verilmesine,
8-Davalı şirket kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden A.A.Ü.T uyarınca reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden hesaplanan 600 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı şirkete verilmesine,
Dair, davacı vekili ile davalı şirket vekilinin yüzüne karşı, diğer davalı M.S.'in yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğ tarihinden  itibaren 15 günlük yasal sürede  Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 23/12/2009
#77
T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E:2011/1980
K:2012/9434
T:12.04.2012

4721 s. Yasa m. 301

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hükmün kanun yararına bozulması Adalet Bakanlığının yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa, 31/3/2011 tarihli 6217 sayılı Kanunun 3. maddesiyle ilave edilen Geçici 3. maddenin (1.) fıkrası gereğince; 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin hükümlerinin uygulanması gerekmiştir.
Davacı Hıdır Çiftçi vekili tarafından davalılar Meral Yılmaz ve Ökkeş Kurt'a karşı açılan davada; davacı eski eşi olan Meral Yılmaz ile aralarında boşanma davası devam ederken davalı (eski eşi) Meral Yılmaz'ın diğer davalı Ökkeş Kurt ile gayriresmi olarak birlikte yaşamaya başladığını, bu birlikteliklerinden 2/12/2007 tarihinde Ahmet isimli çocuğun doğduğunu, ancak çocuğun doğduğu tarihte davalı Meral ile evlilikleri henüz sona ermediğinden küçük Ahmet'in nüfusta davacı Hıdır Çiftçi'nin hanesine kaydedildiğini ileri sürerek; nüfus kaydının tashihine karar verilmesi istenmiş; davalılar mahkeme huzurunda davayı kabul etmişler, mahkemece davanın kabulüne küçük Ahmet'in Meral Yılmaz ile Ökkeş Kurt'un müşterek çocukları olduğunun tespitine, Ahmet Çiftçi'nin davacı Hıdır Çiftçi'nin aile kütüğünde bulunan kaydının iptali ile davalı Meral Yılmaz'ın nüfus kütüğüne tesciline karar verilmiş, hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Küçük Ahmet, davacı Hıdır Çiftçi ile davalı Meral'in evliliklerinin devamı sırasında doğduğuna göre, dava; davacı Hıdır Çiftçi ile küçük Ahmet arasında "evlilik içinde doğumla" kurulan soybağının reddi, bu çocuğun babasının Ökkeş Kurt olduğuna ilişkin iddia bakımından da "babalığa" ilişkindir. Başka bir ifade ile davada iki ayrı talep söz konusudur. Birinci talep soybağının reddi, ikincisi ise babalığa hükmedilmesidir. Soybağı reddedilmeden küçüğün babasının bir başkası olduğu kabul edilemeyeceğine göre, her iki davanın birlikte sonuca bağlanması mümkün bulunmamaktadır. Bu bakımdan "babalığa" ilişkin ikinci talebin davadan tefrik edilip ayrı bir esasa kaydedilmesi, soybağının reddi davasının, babalığa ilişkin davada "bekletici sorun" sayılarak, neticesinin beklenmesi, soybağı reddedildikten ve buna ilişkin hüküm kesinleştikten sonra, babalık davasının sonuca bağlanması gerekir. Çocuk ile baba arasındaki soybağının mahkemece belirlenmesini ana ve çocuğun isteyebileceğinin (TMK. md. 301/1), davacı Hıdır Çiftçi'nin "babalık davası" açma hakkının bulunmadığının gözetilmesi ve babalık davasının Cumhuriyet savcısına ve Hazineye ihbar edilmesi gerektiğinin (TMK. md. 301/3) gözetilmesi gerekir. Soybağının reddi davasının kabulü halinde, çocuğun baba hanesindeki kaydı kapatılarak, anasının bekarlık hanesine, anasının bekarlık soyadı ile taşınacağından (Nüf. Hiz. Kanunu Uygulama Yönetmeliği md. 104/1) nüfus kaydının idarece açıklanan yönde düzeltilmesi soybağının reddinin kendiliğinden doğan sonucu olup, davanın 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesindeki nüfus kayıtlarının düzeltilmesi ve iptali ile bir ilgisi bulunmamaktadır.
Soybağına ilişkin davalarda davalıların "davayı kabul" beyanlarının tek başına sonuç doğurmayacağı, hakimin maddi olguları re'sen araştırmakla yükümlü olduğu (TMK. md. 284/1), kan ve genetik araştırma ile soybağı olgusunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti ile sonuca gidilmesi gerektiği gözetilmeden davalıların kabulüne dayanılarak eksik inceleme ile karar verilmesi de usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/6. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin yukarıda açıklanan sebeple kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi. 12/4/2012





T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E:2010/4491
K:2011/7014
T:26.04.2011

4721 s. Yasa m. 284,302

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Babalık davası, soybağı ilişkisini kuşkuya yer bırakmayacak nispette açığa çıkarılması halinde kabul edilebilir. Hakim bu davada maddi olguları res'en araştırır ve kanıtları serbestçe takdir eder (TMK.md.284/1) Türk Medeni Kanununun 284/2. maddesi gereğince, taraflar ve üçüncü kişiler soybağının belirlenmesinde zorunlu olan ve sağlıkları yönünden tehlike yaratmayan her türlü araştırma ve incelemeye rıza göstermekle yükümlüdürler. Davalı, hakimin öngördüğü araştırma ve incelemeye rıza göstermezse, hakim, durum ve koşullara göre bundan beklenen sonucu onun aleyhine doğmuş sayabilir.
Davalının, çocuğun doğumundan önceki üçyüzüncü gün ile yüzsekseninci gün arasında ana ile cinsel ilişkide bulunmuş olması babalığa karine sayılır. Bu sürenin dışında olsa bile fiili gebe kalma döneminde davalının ana ile cinsel ilişkide bulunduğu tespit edilirse aynı karine geçerli olur (TMK.md.302/1-2). Bu karinenin geçerli olduğu halde, davalı çocuğun babası olmasının olanaksızlığını veya bir üçüncü kişinin baba olma olasılığının kendisininkinden daha fazla olduğunu ispatlarsa karine geçerliliğini yitirir (TMK.md.302/3).
Davalı, 5.11.2009 tarihli oturumda davacıyla bir kaç defa cinsel ilişkiye girdiğini kabul ettiğine göre, yasanın 302. maddesindeki babalık karinesi geçerlidir. Yasa, çocuğun doğumundan önceki üçyüzüncü gün ile yüzsekseninci gün arasında veya bu sürenin dışında olsa bile fiili gebe kalma döneminde ana ile cinsel ilişkide bulunmuş olmayı, babalığa karine kabul ettiğine göre bu yasal karinenin aksini ispat yükümlülüğü davalıya düşer. Davalı, hakim tarafından öngörülen DNA araştırmasına rıza göstermediğine ilişkin bir beyanda bulunmamış, aksine bu yönde araştırma ve inceleme yapılmasını talep etmiştir. Mahkemece 10.9.2009 tarihli oturumda, DNA incelemesi yapılmasına karar verilmiş, bu yönde davalıya ihtarlı davetiye tebliği için karar oluşturulmuştur. Davalıya ara kararı gereğince çıkartılan davetiyede "DNA testi için hastaneye gitmek üzere 20 gün içinde mahkemeye başvurması gerektiği, aksi halde küçüğün babası olduğunu kabul etmiş sayılacağı ihtarı" yazılmış, bu davetiye 2.10.2009 tarihinde davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş ise de, bu incelemenin gerektirdiği masraf ara kararında ve davetiyede gösterilmemiştir. Davalı davetiyede öngörülen süre zarfında mahkemeye başvurmuş olsa bile, yükümlü olacağı masrafın ne miktar olduğu davalı tarafça bilinmediği için, rıza beyanında bulunup bulunmayacağı o aşamada belirsizdir. Bu bakımdan davetiye Yasanın 284/2. maddesine uygun ve sonuç doğurucu nitelikte değildir. Takip eden oturumda davalı DNA testine  rızasının olduğunu açıkça beyan ettiğine göre, davalının ana ve çocuğun DNA testi yaptırılarak adli tıptan rapor alınıp sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.26.04.2011
#78


Orhan Turan'ın haberi

33 köylünün katledildiği Başbağlar Katliamı'na ilişkin açılan davanın hakimlerinden Şakir Kadıoğlu, yıllar süren suskunluğunu Yeni Şafak için bozdu. "Katliamdan dolayı tutuklananların olayla hiçbir ilgisi yoktu" diyen Kadıoğlu, Başbağlar davasının Türkiye hukuk tarihinin yüzkarası olduğunu söyledi.

2 Temmuz 1993'teki Sivas Katliamı'ndan yalnızca birkaç gün sonra, 5 Temmuz 1993'te meydana gelen Başbağlar Katliamı ile ilgili yıllar süren suskunluğunu bozan emekli hakim Şakir Kadıoğlu, "O davada hiçbir sanık suçlu değildi. Olay yeri incelemelerini savcı değil, oradaki görevli bir asker yaptı. O kimin adını yazdıysa, mahkeme karşısına da o çıkarıldı. Başbağlar Türkiye'nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır. Yazıktır, günahtır" dedi.

BALİSTİK RAPORLAR HİÇ GELMEDİ

Başbağlar Katliamı davasının 3 kişilik mahkeme heyeti üyelerinden Şakir Kadıoğlu, olayda kaç silah kullanıldığınin bile belli olmadığını dile getirdi. "Bulunan boş kovanların kaç silahtan çıktığı, o kovanların hangi silahlardan çıktığı bile belli değil. Bu kovanların balistik incelemesi bile mahkemeye hiç gelmemiş. Yani 500 küsûr kovan bir silahtan da atılmış olabilir, üç silahtan da atılmış olabilir" diyen Kadıoğlu, evleri kimlerin yaktığının tespit edilemediğini, dosyada şahit de olmadığını aktardı. Katliamla ilgili duruşmaya alakasız sanıkların getirildiğini dile getiren Kadıoğlu, "Peki, kimler geldi mahkemeye? Aleviler! Tunceli'de 'tırpancı' olarak tabir edilen bölgenin Alevilerinden yakaladıkları bazı kişileri çıkardılar. Getirilenlerin hepsi 'Bu işi biz yapmadık' diyorlardı" şeklinde konuştu.

SAVCILIK SORUŞTURMA BİLE AÇMAMIŞ

İşlenen suç 'Ağır Cezalık cürüm' olduğu için, soruşturmayı o zamanki adıyla DGM Savcılığı'nın ya da Ağır Ceza Mahkemesi savcılarının yapmasının gerektiğini belirten Kadıoğlu, Başbağlar'la ilgili süreçte bunun yapılmadığını belirtti. Kadıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Savcılık soruşturma bile yapmadı. Bu soruşturmada neden Ağır Ceza Savcısı görevlendirilmedi? Bu işte direkt savcının bizzat keşfe gidip soruşturma yapması gerekirdi. Erzincan'ın Kemaliye ilçesinde görev yapan bir Astsubay Uzman Çavuş, Başbağlar'da kendi aklınca soruşturma yapmış. Kimden şüphelenilmişse onların adlarını yazıp ifadelerini yazmış. O dosya da savcıya gönderilmiş. Savcı da ona göre fezlekeyi hazırlamış ve Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi'ne sunmuş. Erzincan Ağır Ceza Mahkemesi de Adalet Bakanlığı'na demiş ki, 'Can güvenliği açısından bu dosyanın görülmesinde sakınca var.' Böyleyken dosya Erzincan'dan İzmir'e gidiyor. Ankara, Erzurum gibi yakın yerlere göndermiyor, İzmir'e gönderiyor. Dosya böyle geliyor."

AVUKATLAR HAPSE GÖNDERMEYE UĞRAŞTI!

Dava İzmir'de görülürken kendisinin Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) üyesi olduğunu hatırlatan Kadıoğlu, şunları söyledi: "Davada yargılanan hiç kimse suçunu kabul etmedi. Başbağlar Köyü'nün avukatları da 'bizim elimizde şu şahitler var' demek yerine, 'bu deliller var' demek yerine, aslında gerçekten suçu olmayan kişilerin tutukluluklarının devamına diye karar çıkartmak için uğraşıp durdular. Yani davanın kendisi kadar, avukatların savunmalarındaki strateji de kusurlarla doluydu. Ben mahkeme heyetindeyken bile içimden bunlara şöyle kızardım. Kardeşim tutukluluğun devamı da, 33 tane can gitmiş, tutukluluğun devamına demeyle olmuyor ki bu işler. Olayı ortaya koy. Şahitleri bul. Tanık getir. İsim söyle... Ama yok! Bu davada deliller bile ortaya konulamadı."

İntikam provokasyonu

1993 senesi, Türkiye'nin en karanlık dönemlerinden biri olarak tarihe geçti. 2 Temmuz'da Sivas'ta Madımak Oteli'nin yakılması sonucu 33'ü Pir Sultan Abdal Şenlikleri'ne gelen isimlerden olmak üzere 37 kişi hayatını kaybetti. Bu olaydan sadece 2 gün sonra Erzincan'ın Başbağlar Köyü'nde beliren kanlı katiller kadın, çocuk, yaşlı demeden 29 kişiyi kurşuna dizerek katletti. 1'i kadın 4 kişi de yakılmakta olan evlerinde saklandıkları sırada, alevlerin altında kalarak can verdi. Sivas'ta Alevilerin hedef alındığını ileri sürenler, Başbağlar'da da Sunni katliamına imza atıyordu. Katliamı yapan PKK'lı grubun köye bıraktığı nottaki "Sivas'ın intikamı alındı" ifadesi provokasyon için her şeyi açıklıyordu.

'Neden şimdi konuşuyorsun'

Dava avukatı Kadir Kartal, mahkeme heyetinden emekli hakim Şakir Kadıoğlu'nun bu açıklamalarına tepki gösterdi. Kendilerinin dava sürecinde büyük mücadeleler verdiğini belirten Kartal, "Madem bu kadar kusurlu bir süreçti, kendisi neden şimdi konuşuyor. Onca kişinin tahliyesinde dahli varsa ben hakkımı helal etmem" dedi.

Olayla ilgileri yok

Başbağlar Katliamı ile ilgili davanın görüldüğü mahkemenin üyesi Şakir Kadıoğlu, dava dosyasını okuduktan sonra, duruşma için DGM'ye getirilenlerin olayla hiçbir bağlantısı olmadığına kanaat getirdiğini belirtti. Kadıoğlu, "Olayları başkaları yapmış, bize başkaları getirilmişti. Onlarla ilgili tahliye talebinde bulundum. Ama mahkeme heyeti bunu kabul etmedi. Bu işte asıl faillere ulaşmak yerine süreç böyle devam etti. Olan da bana oldu ve adım 'Kızılbaş'a çıktı. 'Bu hakim Kızılbaş olduğundan karar değiştirdi' dediler. Erzurumluyum. Ben dosyanın gereğini yaptım. O davada asıl zanlılara ulaşamayanlar bu davanın gereğini yapmayanlardır. Bu üç dört kişiye örgüt üyeliği ve örgüte yardım yataklıktan ceza verildi. Dosya kapatıldı" şeklinde konuştu.

SAHİPSİZ KALDILAR

Başbağlar'ın sahipsiz kaldığına dikkat çeken emekli hakim Şakir Kadıoğlu, kimsenin Başbağlar'da gerçeğin ortaya çıkarılması için çaba sarfetmediğini belirtti. "Başbağlar sahipsiz kaldı. İzmir'deki duruşmalar sessiz sakin, eylemsiz yapıldı. Davalar sessizce görüldü. Kimse sormadı, 'Arkadaş bu davanın soruşturmasını nasıl bir Başçavuş yapar' diye... Kimse adliyenin önünde pankart açmadı, slogan atmadı, bağırıp çağırmadı. Sonuç da bu oldu. Bakın diğer davalara kadın kız, çoluk çocuk o kampüs önünde nöbet tutuyor."

Katliamın Erzincan'ın Kemaliye ilçesine bağlı Başbağlar Köyü'nde 5 Temmuz 1993 tarihinde olduğunu hatırlatan Kadıoğlu, "Bu katliamla ilgili anlatılanların çoğu tevatüre dayanır. Yine bu davayla ilgili konuşanların çoğu da dava dosyasında ne yazdığını bile bilmez. Bazıları çıkıp Başbağlar'da ne yaşadığını anlatır. Önce topladılar, sonra kurşuna dizdiler diye... Bu açıklamalar davayı bağlamaz. Çünkü dava dosyasına göre olayın hiçbir görgü tanığı yok. Yani mahkemeye intikal eden dosyada, hiçbir görgü tanığının 'Şu işi şu yaptı. Bu adamı şu öldürdü' gibi bir ifade bulunmuyor. Kabataslak ifadeler var" diye konuştu.

Seneye zaman aşımında

5 Temmuz 1993'teki Başbağlar Katliamı'na ilişkin açılan dava 20 yıl sonra, yani 5 Temmuz 2013'te zaman aşımına uğrayacak. Konunun gerçek bağlantılarıyla birlikte ortaya çıkarılamadığını söyleyen Başbağlar davası avukatlarından Kadir Kartal, "Eğer olayı gerçekleştirenlerden biri bulunamazsa, o bağlantı ifşa edilemezse, bu dava önümüzdeki yıl tamamen kapanmış olacak" uyarısında bulundu.

http://yenisafak.com.tr/Gundem/?i=401106&t=09.08.2012
#79


Arakanlı Müslümanların Lideri Dr. Muhammed Yunus, Burma Hükümeti ve Budistlerin ortak hareket ederek Müslümanlara soykırım uyguladıklarını söyledi. Yunus,"Bugün Burma'da ve Arakan'da yaşayan Müslümanlar, zulümle, işkenceyle, tecavüzle ve mallarının yağmalanmasıyla karşı karşıyalar." dedi.

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, "İslam Dünyası Dini Liderleri Ramazan'da İstanbul'da buluşuyor" başlıklı etkinliğine katılmak üzere İstanbul'a gelen Muhammed Yunus, dini liderlere verilen iftar yemeğinde konuştu. Dünya'nın birçok yerinden gelen İslam büyüklerine konuşma fırsatı verdiği için Allah'a şükrettiğini ifade eden Yunus, Türkiye'yi ve diğer İslam ülkelerini Arakan'daki zulmün durdurulması için gerekenleri yapmaya davet etti.

Haziran ayından başlayan olaylardan bu yana 50 bin civarında Müslümanın katledildiğini, 50 bin Müslümanın ise tutuklandığını ve nerede olduklarının bilinmediğini ifade eden Yunus, "O günden bugüne Müslümanlar çok ciddi bir zulüm altındalar ve sıkıntı içindeler. Birçok Müslüman açlıktan, gıda bulamadığından, sağlık hizmetlerine ulaşamadığından ve diğer birçok sebepten dolayı hayatını kaybetmeye devam ediyor." dedi.

Arakan'daki Budistler ile Burma'daki hükümetin işbirliği yaparak Müslümanlara adeta etnik temizlik uyguladığını belirten Arakanlı Müslümanların Lideri Dr. Muhammed Yunus şunları kaydetti: "Bangladeş hükümeti de kendisine sığınan Müslümanları kabul etmeyerek bir noktada Müslümanların öldürülmesine göz yummaktadır. Türkiye ve diğer İslam ülkelerinin konuya sahip çıkarak oradaki zulüm gören Müslüman kardeşlerinin biran önce hak ve hukuklarının iade edilmesi, bu zulmün durdurulması, bu katliamın durdurulması konusunda gerekeni yapmak zorundalar. Bu iftar programını bir fırsat bilerek buradaki Müslüman kardeşlerimize çağrıda bulunmak istiyorum. Gelin oradaki Müslümanların dertlerine derman olacak yardım elini uzatın ve bu zulmün durdurulması için elinizden geleni yapın."

Topkapı Sarayı'nda verilen iftar yemeğinde İslam Dünyasının dini liderlerine seslenen Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez ise, İslâm coğrafyasının bir acı ve elem coğrafyası olmaktan kurtularak, yeniden bir ilim ve medeniyet coğrafyasına dönüşmesi Yüce Rabbimden en büyük niyazımdır." dedi.

Ramazan ayının dünyanın çeşitli yerlerinde zulüm gören Müslümanların felahına vesile olmasını dilediğini belirten Görmez, "Suriye'de akan kardeş kanının bir an evvel durmasını; Burma'da Arakan'da yaşayan din kardeşlerimize reva görülen insanlık dışı muamelelerin sona ermesini; dünyanın muhtelif yerlerinde saldırılara ve zulümlere maruz bırakılan Müslümanların felahına ulaşmasını Cenâb-ı Hakk'tan niyaz ediyorum." şeklinde konuştu.

Diyanet İşleri Bakanlığı'nın tertiplediği "İslam Dünyası Dini Liderleri Ramazan'da İstanbul'da buluşuyor" organizasyonuna aralarında Rusya Federasyonu Merkezi Din İdaresi Başkanı Talat Teceddin, Mısır Baş Müftüsü Prof. Dr. Ali Cuma, Tunus Din İşleri Bakanı Dr. Noureddine Khademi, Ürdün İslami İşler ve Evkaf Bakanı Prof. Dr. Abdulsalam Davud Muhammed'in de bulunduğu çeşitli ülkelerden birçok İslam alimi katıldı.

Kaynak: CİHAN
http://www.haber7.com/guncel/haber/908151-arakan-dini-lideri-musluman-soykirimi-uygulaniyor



İHH'dan Arakan'a yardım seferberliği

Arakan gerçeği: "Myanmar hakkındaki AB ve BM raporları gerçekçi değil"

Yıllardan beri bölgede çalışmalar yürüten İHH İnsani Yardım Vakfı, yaşanan olayların ardından Myanmar-Bangladeş sınırına giderek Arakanlı mültecilerin yerleştiği kampları ziyaret etti. Kamplardaki gözlemlerini anlatan İHH ekibinden Said Demir kamplarda tam bir insanlık dramı yaşandığını aktardı. AB ve BM raporlarının da gerçekçi olmadığını söyleyen Said Demir, evlerini terk eden Arakanlı sayısının 100 bini geçtiğini belirtti. Şehir merkezlerinde göstermelik olarak baskıların azaldığını dile getiren Demir, ancak kırsal bölgelerde köylerde zulmün devam ettiğini söyledi.

İHH Acil Yardım Ekipleri Myanmar-Bangladeş sınırındaki çalışmalarını sürdürüyor. Yaklaşık 15 yıldır bölgede çalışmalar yürüten ve bölgeyi yakınan tanıyan İHH ekibi, Myanmar-Bangladeş sınırında ve Bangaldeş'ten kaçabilenlerin sığındığı mülteci kamplarında hem gözlem hem de yardım çalışmaları gerçekleştirdi.

İHH ekipleri bölgede yoğun bir şekilde çalışırken İHH Myanmar ve Bangladeş Temsilcisi Said Demir Arakanlı mültecilerle konuşarak bölge hakkında da son bilgileri aldı. Halen bölgede bulunan Demir gözlemlerini anlatırken; "Burada kriz masası oluşturduk. Buradaki mazlum Müslüman topluluğun sesinin dünyaya duyurulması için her türlü resmi ve insani girişimlerimizi sürdürüyoruz." dedi.

Bölgede yardım çalışmalarını koordine eden Demir, Müslümanlara yönelik baskı ve zulümlerin ilk günkü gibi devam ettiğini söyledi. Demir, özellikle Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği temsilcilerinin raporlarının gerçeği yansıtmadığını belirtti. Demir, "Bu kurumlar polis nezaretinde Arakan'a gidip insanlara neler yaşadıklarını soruyorlar. Arakanlılar da korkularından bir şey söyleyemiyor. Geçmişte; gerçekleri söyleyen onlarca kişi Myanmar devleti tarafından katledildi çünkü. Bu yüzden BM ve AB'nin gözlemleri gerçeği yansıtmıyor. Orada ölüm korkusu altında can pazarı yaşanıyor." dedi.

100 binin üzerinde Arakanlı evini terk etmek zorunda kaldı

Arakan'da son bir buçuk ayda gerçekleşen saldırılarda binlerce ev ve köyün yakılıp yıkıldığını bunun sonucu olarak 100 binin üzerinde Arakanlının mülteci durumuna düştüğünü belirten Demir, 10 bin civarında Arakanlının ise Bangladeş sınırını geçerek dağlara kaçtığını ifade etti. Demir son gelişmeleri şöyle özetledi: "Yıllardan beri sürekli Müslümanların yaşadıkları yerlere, tarlalarına el koyuyorlardı. Müslümanlar da bu yüzden mülteci kamplarında yaşıyordu. Son olaylarla birlikte Arakan içinde yaşayan mülteci sayısı arttı. 100 binin üzerinde Arakanlı Müslüman, kendilerini güvende hissetmedikleri için köyünü, evini terk ederek mülteci kamplarına sığındı. Dışarı kaçabilen mülteci sayısı ise son bir ayda 10 bini aşmış durumda."

Myanmar askeri yönetimi kışkırtıyor

Müslümanlara sokağa çıkma yasağı uygulandığını ve askeri yönetimin kışkırttığı Budist çetelerce Müslümanların gece vakti evlerinde katledildiklerini vurgulayan Demir, şunları söyledi: "Müslümanları evlerinden alıyorlar ve bir daha da haber alınamıyor. Daha geçen çarşamba günü köye gelerek Müslüman kızları toplamışlar. Daha sonra kızları okul bahçesine götürerek, tamamını soymuşlar. İçlerinden on tanesini alıp götürmüşler; kızların nereye götürüldüğü belli değil. Bu kızlardan hala haber alınamıyor. Zulüm tüm hızıyla devam ediyor. Müslümanlar dükkânını açsa yağmalanıyor, tarlasına gitse ekinleri elinden alınıyor. Tüm bu yaşananlar Müslümanları açlığa sürüklüyor."

Arakan bölgesinde yaşanan vahşetten kaçan Müslümanları Bangladeş'te ise daha büyük sıkıntılar bekliyor. Çünkü Bangladeş artık mültecileri kabul etmiyor. Sınırlar kapatılmış durumda. Arakanlı Müslümanlar nehirleri geçip günlerce ormanlarda yürüyerek kaçak yollardan Bangladeş'teki kamplara sığınıyorlar.

Ancak kamp şartları oldukça kötü ve canlarını kurtarıp kamplara ulaşanlar yepyeni bir çileye daha başlamış oluyorlar. Myanmar'daki şiddet olayları arttıkça buraya yerleşenlerin sayısı hızla çoğalmış ve alanı sürekli genişlemiş. Mülteciler, tam bir yaşama mücadelesi veriyor. Geçmiş yıllarda kampa yerleşenler Birleşmiş Milletler tarafından yaptırılan barakalarda kalıyor. Su, banyo, tuvalet ihtiyaçlarını ise en ilkel şartlarda gideriyorlar.

Ormanlarda ölüm kol geziyor

İHH ekiplerinin görüştüğü Arakanlı mülteciler yaşadıkları ölümcül yolculukları anlattı. Günlerce ormanlarda saklanarak Bangladeş'e ulaşan Arakanlılar gece yürüyerek gündüz saklanarak canlarını kurtarmaya çalışıyor. Binlerce kişi ormanlardan güvenli bir yere ulaşmak amacıyla yola çıkmış durumda. Bangladeş sınırında İHH ekiplerine yaşadıklarını anlatan Arakanlı mülteciler şu bilgileri paylaştı: "Yola 100 kişi olarak çıktık. Gece yürüdük, gündüz saklandık. Ormanda üç defa Budist fanatiklerin saldırılarına uğradık ve yanımızdaki 52 kişi katledildi. Buraya 48 kişiyle varabildik. Yanımızda 40 gün önce ikiz çocuk doğurmuş bir kadın da vardı. Tam dört günlük yürüyüşümüzde o da yanımızdaydı. Bu kadının kocasını öldürdüler. Çocuklarıyla yalnız kaldı."

İHH yardımları artarak sürecek

10 yıldır bölgede yardım çalışmaları sürdüren İHH İnsani Yardım Vakfı, Arakan için Acil Yardım Kampanyası başlattı. İHH ekipleri; Arakanlı mültecilere maddi yardımlar, tıbbi yardımlar ve gıda yardımları yapıyor. Ekipler özellikle açlık sınırının altındaki kamplara ve köylere pirinç yardımları yapmaya başladı.

Arakanlı Müslümanlara yardım etmek isteyen bağışçılarımız, hayırseverlerimiz ARAKAN yazıp 3072'ye göndererek 5 TL bağışta bulunabilirler. Ayrıca www.ihh.org.tr ve 0212 631 21 21 telefon numaralarından İHH'ya ulaşarak bilgi alabilirler.

Bölge hakkında her türlü soruya cevap bulabileceğiniz İHH Arakan Raporu için TIKLAYINIZ..

Arakan hakkında detaylı bilgi için: arakan.ihh.org.tr

http://www.ihh.org.tr/ihhdan-arakana-yardim-seferberligi/





Arakan'dan dönen gazeteci: Çekim yaparken ağladım

Müslümanların zulme uğradığı Arakan'daki kampları görüntüleyen gazeteci Fatih Er, çekim yaparken ağladığını söyledi.

Arakan'dan dönerken didik didik arandıklarını ve doğa fotoğrafçısı diye askerlere kendilerini tanıttıklarını ifade eden Er, söz konusu bölgede insanların ölümü kurtuluş olarak gördüğünü dile getirdi.

Arakan'da yaşanan zulmü görüntülemek için bölgeye giden gazeteciler Türkiye'ye döndü. İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH)'nın Fatih'teki merkezinde basın toplantısı düzenleyen gazeteci Fatih Er, bölgede yaşananlar karşısında hayrete düştüğünü ifade etti. Kendilerinin sadece kamplara kadar gidebildiğini, vahşetin yaşandığı yerlere giremediklerini anlatan Er, "Buz dağının görünen kısmını duyurabildik. Öldürülen insanları değil ama ölümden kaçan insanları haber yapabildik. Buz dağının görünmeyen kısmı var. O mültecilerle karşılaştığımda, çekim yaparken de montaj yaparken de haberi yazarken de ağladım." dedi.

Oradaki insanların klasik bir mülteci olmadığını ölümden kaçan insanlar olduğunu dile getiren Er şöyle devam etti: "Bu insanlar bizim bildiğimiz klasik umuda kaçan mülteciler değil. Bunlar ölümden kaçan mülteciler. Bir gece vakti Arakan bölgesine bir saat bataklıkta yürüdükten sonra ulaştık. Biz sahil kesime vardığımızda kesinlikle ışık yakmamız yasaktı. Burma hükümeti oraya elektrik vermemiş. Herhangi bir hareketlilikte askerler ateş açıyor. Şayet biz orada olduğumuzu belli etseydik; ölümden kaçan insanların hayatını tehlikeye atacaktık. Orada katliamların durması hiçbir anlam ifade etmiyor. O insanlar katliamdan daha fazla zulümden kaçıyorlar. Onlar için ölüm bir kurtuluş olmuş. Çünkü, 65 yaşındaki kadın bataklığın içinde aç susuz dört gün kaçmaya çalışmazdı. 12 yaşındaki bir çocuk tecavüzden kurtulmak için hiç tanımadığı insanların yanına verilmezdi. Onun için Arakan'da katliamın olmadığını söyleyenler bir kez daha düşünmeli."

Arakan'dan dönen bir diğer gazeteci Osman Sağırlı ise 110 ülke dolaştığını, birçok afet ve savaş gördüğünü ancak böyle bir zulüm görmediğini anlattı. İHH gönüllüsü Sait Demir ise Arakan'da yaptıkları yardım faaliyetleri hakkında bilgi verdi.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1325475&title=arakandan-donen-gazeteci-cekim-yaparken-agladim



Arakan'a yardım kampanyasına Fethullah Gülen Hocaefendi de katıldı

Fethullah Gülen Hocaefendi, Myanmar'da Budist çetelerin katliamından kaçarak Bangladeş sınırına yerleşen Arakan Müslümanlarına Kimse Yok Mu Derneği aracılığıyla 10 bin dolarlık yardımda bulundu.

Myanmar-Bangladeş sınırına yerleşen Arakan Müslümanlarını Kimse Yok Mu Derneği yalnız bırakmıyor. Oruçlarını Müslüman kardeşleriyle açan Kimse Yok Mu gönüllüleri, yardım çalışmalarının yanı sıra inceleme amacıyla mültecilerin kaldığı kampları dolaşıyor.

Fethullah Gülen Hocaefendi de, Kimse Yok Mu'nun Arakan'a yardım kampanyasına ilk bağış yapanlardan oldu. Hocaefendi, kitap telifinden gelen 10 bin doları Arakan Müslümanlarına bağışladı.

'4 BİN MÜSLÜMAN ÖLDÜRÜLDÜ, 8 BİNİ KAYIP'

Öte yandan, Cihan Haber Ajansı'na Arakan'daki son durumu değerlendiren Rohingyalıların ilk haber ajansı Kalaban Press Network'ün Genel Yayın Yönetmeni Tin Soe, Myanmar'ın Arakan bölgesinde 29 Mayıs'tan bu yana yaşanan olaylardan Budistler tarafından 4 bin Rohingyalı Müslümanın öldürüldüğünü ve 8 bin kişiden de haber alınamadığını bildirdi. Kendisi de etnik olarak Rohingyalı soyundan gelen Tin Soe, hâlihazırda en sıkıntılı bölgenin Myanmar ve Bangladeş'in sınırı Naf Nehri kenarı olduğunu kaydetti.

Bangladeş hükümetinin Myanmar'daki zulümden kaçan 500 bin Rohingyalı Müslümanın insani ihtiyaçlarını bile karşılamaktan aciz olduğunu kaydeden Tin Soe, hükümetin sadece 29 bin kişiye kamplarda baktığını söyledi.

Yardım kampanyasına katılmak için 444 4 593 nolu telefondan bilgi alınabilir veya "Arakan" yazıp 5777'ye SMS gönderilebilir.

(CİHAN)
http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1325564&title=arakana-yardim-kampanyasina-fethullah-gulen-hocaefendi-de-katildi
#80
Yargıtay, Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkındaki kapatma davasını reddeden yerel mahkeme kararını bozdu. Yargıtay, yasa ve düzenlemeler karşısında cami ve mescit dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığına karar verdi.

ANKARA - Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, tüzüğündeki ''cemevlerini ibadet yeri olarak'' nitelendiren ifadeler nedeniyle Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında kapatma davası açmıştı. Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi ise davayı, ''Cemevleri yüzyıllardır Alevilerin ibadet yeri olarak toplumca bilinmiş ve kabul görmüştür. Derneğin tüzüğünde yazılı bulunan 'Cemevleri ibadethanedir' hükmü Anayasa'nın 2. maddesine aykırılık taşımadığı gibi kanunlarla da yasaklanmamıştır'' gerekçesiyle reddetmişti.

Kararın temyiz edilmesi üzerine dosyayı görüşen Yargıtay 7. Hukuk Dairesi, yerel mahkemenin kararını oy çokluğuyla bozdu.

Kararın gerekçesinde, Anayasa'nın 174. maddesinde, Anayasa'nın hiçbir hükmünün, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti'nin laiklik niteliğini koruma amacını güden inkılap kanunlarının, Anayasa'nın halkoyuyla kabul edildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasaya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamayacağı ve yorumlanamayacağının belirtildiği kaydedildi.

677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun'da da tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karar verildiği ancak cami ve mescitlerin açık kalmasının belirtildiği kaydedildi.

633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığının Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'da da İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere Başbakanlığa bağlı Diyanet İşleri Başkanlığının kurulduğunun belirtildiği, cami ve mescitlerin Diyanet İşleri Başkanlığının izniyle ibadete açılacağı ve Başkanlıkça yönetileceği, hakiki ve hükmü şahıslar tarafından yapıldığı halde izinli veya izinsiz olarak ibadete açılmış cami ve mescitlerin yönetiminin üç ay içinde Diyanet İşleri Başkanlığına devredileceğinin ifade edildiği vurgulandı.

Anayasanın 90. maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, milletlerarası anlaşma hükümlerinin esas alınacağının belirtildiği kaydedilen gerekçede, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nda da derneklerin kuruluş ve fesih işlemlerinin düzenlendiği hatırlatıldı.

Gerekçede, Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü'nün, davalı Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği'ne ait tüzükte yer alan ''Derneğin amacı Çankaya'da yaşayan Alevi inançlı yurttaşların inanç ve ibadetlerini yerine getirme merkezleri olan cemevlerini yapmak ve yaptırmaktır'', ''Alevi inanç ve ibadet merkezi olan cemevlerini yapmak ve yaptırmak'' ve ''İmar Yasası uyarınca imar planlarında ibadet yeri olarak ayrılan alanlar üzerinde Alevi yurttaşların yaşadığı yerlerde cemevi inşa etmek üzere girişimlerde bulunmak'' şeklindeki ifadelerin, yeniden düzenlenmesini ya da tüzükten çıkarılmasını istediği kaydedildi.

Dernek tarafından verilen cevapta ise maddelerin aynen korunduğunun görüldüğü ifade edilen gerekçede, ''Hukuki ve maddi olgular dikkate alındığında 677 sayılı Yasa ile getirilen sınırlandırmaların Anayasal güvenceyle sürdürüldüğünün anlaşıldığı, bu nedenle 633 sayılı Yasa ve düzenlemeler karşısında cami ve mescit dışında bir yerin ibadethane olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı, kişilerin sivil toplum örgütü olarak yasal mevzuatı sınırları içinde serbestçe dernek kurarak dernek çatısı altında faaliyetlerine devam ettirmelerinin mümkün olduğu kuşkusuzdur'' ifadeleri kullanıldı.

Gerekçede, davalı derneğin tüzüğünde kanuna aykırılık teşkil eden maddelerindeki değişiklikleri yapmaması nedeniyle tüzüğün kanuna aykırı hale geldiği dikkate alınarak davanın kabulü gerekirken, davanın reddine karar verilmesinin bozma nedeni yapıldığı belirtildi.

'ALEVİLİK BİR DİN DEĞİLDİR'
İçişleri Bakanlığı, incelenen dernek tüzüğünün, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın ''Cemevi ve benzeri yerlerin ibadet yeri kapsamında değerlendirilmesine imkan bulunmadığı'' yönündeki görüşünü de alarak Ankara Valiliği'ne yazı göndermiş ve dernek tüzüğündeki ''cemevlerini ibadet yeri olarak'' niteleyen 2 maddenin tüzük metninden çıkarılmasının uygun olacağını bildirmişti.

Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğü de Haziran 2008'de derneğe gönderdiği yazıda, tüzüğün bu maddelerinin yeniden düzenlenmesini talep etmişti.

Müdürlük, derneğe gönderilen tebligata rağmen yasal sürede eksikliklerin giderilmediği gerekçesiyle geçen yılın kasım ayında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na ihbarda bulunmuştu. Bunun üzerine başsavcılık, Çankaya Yenişehir Mahallesi'nde kurulu Çankaya Cemevi Yaptırma Derneği hakkında davaname hazırlamıştı.

Davanamede, derneğin tüzüğünün incelendiği ve tüzükte eksiklikler bulunduğu kaydedilerek, tebligata rağmen yasal sürede eksikliklerin giderilmediği ifade edilmişti. Derneğin feshine karar verilmesi istenen davanamede, dava sırasında faaliyetten alıkonulması için önlem alınması ve fesih kararından sonra derneğe ait para, mal ve hakların derneğin amacına en yakın dernek olan Elvankent Kültür Merkezi Yaptırma Yaşatma ve Cemevi Yaptırma Derneği'ne devredilmesi de talep edilmişti.

Cumhuriyet savcısı Ali Özdemir, esas hakkındaki görüşünde, ''Alevilik bir din değildir. Cemevi de bir ibadethane değildir, toplantının adıdır'' değerlendirmesinde bulunmuştu. ''Davada ve konuda kamu yararı olmadığı aksine kamuoyunu kaos ortamına sürükleme çabası ve amacı görüldüğünü'' ifade eden Özdemir, davanın kabul edilerek derneğin kapatılmasını istemişti.

'ANAYASAYA AYKIRI DEĞİL'
Ankara 16. Asliye Hukuk Mahkemesi'nin ret gerekçesinde, daha önce İzmir 11. Asliye Hukuk Mahkemesi'nde, nüfus cüzdanındaki din hanesine ''İslam'' yerine ''Alevi'' yazılması için açılan davanın mahkemece reddedildiği ve bunun Yargıtay tarafından onandığı hatırlatılarak, bunun üzerine davacının, ''din ve vicdan özgürlüğünün ihlal edildiğini ve Aleviliğin, İslam'ın bir alt yorumu olmadığını'' ileri sürerek, konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) taşıdığı kaydedilmişti. AİHM'nin ise davayı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ''düşünce, vicdan ve din özgürlüğü'' başlıklı 9. maddesine aykırı bularak, kabul ettiği anımsatılmıştı.

Gerekçede, ''Davalı derneğin amacında Medeni Kanun ve Dernekler Kanunu gibi ilgili mevzuata göre hukuka ve ahlaka aykırılık bulunmadığı gibi derneğin amaçları da yine dernek tüzüğünde açık olarak maddelerle belirtilmiştir. Dernek tüzüğünde, Anayasamızın 2. maddesiyle hukuka ve ahlaka aykırı bir husus bulunmadığından, davanın reddine ilişkin hüküm kurulmuştur'' ifadeleri kullanılmıştı.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25369153/



'Sünnî'yim fakat tedavi olayrum', Ahmet Turan Alkan, Zaman Gazetesi

Karşıdan bakınca zengin iftarı gibi görünüyordu...

Türkiye'deki Alevî-Bektaşî Federasyonları ve derneklerinin verdiği iftar davetinde idim. Cumhurbaşkanı, iftarın onur misafiri idi ve orada bulunmasının büyük anlamı vardı. Sünnî hâfız Kur'an okudu, Alevî dedesi sofra duası etti, hep beraber "Âmin" dedik, güzel oldu, kalbimiz ılıklaştı.

Zengin iftarı dedim ama, bir başka cihetten fukara sofrası da sayılırdı. Yargıtay gibi Türkiye'de hukuk imkânlarının müntehâsındaki kuruluşun, cemevlerini ibadet yerinden saymayan kararına muhatap kalan Alevîler fukara değilse, sorarım; bu ülkede kim fukaradır Allah aşkına?

Kararın ayrıntılarına giremiyorum, yer yok; vaktiyle AYM'nin aldığı 367 kararının benzeri bir şeydir. Fiilen yürürlük bulma şansı yok ama Alevî kalbi kırmakta yektâ ve müstesnâ: Cemevlerine tarikat, zâviye sıfatı verilmesi, "inkılâp kanunlarına muhalefet" gerekçesiyle kabul edilmiyor; ibadethane kavramında ısrar ederseniz, üç ay içinde anahtarını Diyanet'e teslim etmeniz lazım imiş; e, inkılâp kanunları hâlâ duruyor Anayasa'da...

Cemevini Diyanet'e teslim etmek? Mübarek gün böyle soğuk espriler hiç çekilmiyor doğrusu; oruçluysak, sabrın da bir hudûdu var birader!

Bu karar, bir anlığına olsun uygulanmaz ve garipliği ile hukuk tarihimizdeki ibret belgelerinin arasına konulur, onda hiç şüphem yok ama bu vesile ile devletin -din işlerini değil- Sünnî İslâm'la ilgili din hizmetlerini üstlenmekteki tekelinin komikliği ve lüzumsuzluğu daha görünür hale geldi. İşin daha da garip, gülünç ve utandırıcı faslı şu: Biz Sünnîlerden çoğu, Diyanet'in din-devlet ilişkilerindeki resmî yerinin garipliğini bal gibi fark edip yanlış bulmamıza rağmen sırf fitne çıkar endişesiyle nihai tahlilde "Diyanetçi" takılırız ne hikmetse!

Dilim varmıyor ama bir yerlerde buna ikiyüzlülük denildiğinden eminim.

Devlet vaktiyle dindarları iyice dövdükten sonra Sünnilere Diyanet teşkilatını ikram ederek bir nevi gönül almıştı; dindarlar Diyanet'ten nihai kertede razı ve mutlu idiler; camilerine görevli atıyor, dinî meselelerde fetva veriyor ve din hizmetlerinin şunun-bunun elinde parça-pinçik edilmesini fiilen engelliyordu; eğer diyanet elden giderse Avrupa'da cami cemaatlerine bölünen Türklerin durumuna düşmez miydik? Düşerdik, öyleyse mesela fazladan oruç tutturma konusunda da ortalığı karıştırmanın pek âlemi yoktu, yarı saatin lâfı mı olurdu; yeter ki fitne çıkmasındı. Diyanet zaten hassas astronomik rasatlarda bulunmak için önümüzdeki yılın bütçesine ödenek bile koymuştu; ee...

Diyanet dedim de aklıma geldi, bu anlamlı iftar davetinde Diyanet'ten kimseleri fark edemedik pek.

Evet, sağolsun Cumhurbaşkanı'mız, teşrifiyle Alevî-Sünnî kardeşliğine büyük katkıda bulundu, menü de fevkalade göz doldurucuydu ama iftar yine de fukara iftarıydı bana göre. Türkiye'de Alevî olmanın ne mânâya geldiğini o gün biraz daha anlayabildim galiba. Bu durumu bir teşbihle anlatmak istiyorum: Varlıklı bir adam fukaradan bir uzak akrabasını sinemaya götürüyor; kendisi için bilet almıştır ama kapı görevlisi akrabasından bilet sorunca, "Yahu, yabancı değil, bu seferlik idare ediversek..." gibisinden aslında davetlisini aşağılayıcı bir yaklaşım gösteriyor.

İşte yargı kararı: Cemevi ibadethane değil; ne öyleyse, folklor derneği mi, saz kursu mu, kıraathane mi, okul mu, ne? Peki Alevîlik? Biz Sünnîlere sorarsanız İslâm içi bir tarikat veya mezheptir; öyledir de Aleviliğin ne olduğunu Sünnilerin tarif etmesinde bir haksızlık yok mu sizce? Lâteşbih, Müslümanlığı Vatikan'ın tarif etmesine rıza göstermek gibi bir şey. Kezâ, Alevî Çalıştayı, şimdiye kadar yapılan en kapsamlı çalışmaydı ama öğrendik ki sonuç bildirgesi güzelce çerçevelendikten sonra hayata geçirilsin diye bir şey yapılmamış.

Gecenin en güzel cümlesi, işadamı Adnan Polat'ın kısa konuşmasında geçti, dedi ki: "Büyüklerimiz bize ilahi ahlâkla ahlâklanmak gerektiğini öğrettiler." İtikad ve inançlar arasındaki zâhiri mesafeleri kuş kanadıyla kat'eden bir cümleydi, unutmadım, mânidar buldum.

Fıkrayla bitirelim: Adama "Lâz mısın?" demişler, "Lâzım fakat tedavi olayrum" diye cevap vermiş. Türkiye'de Sünnî olmanın, ancak yüksek şuur sarfı, empati ve vicdanla tedavi edilebilir bir kısım ârızaları olduğunu kabul etsek, galiba çok iyi olacak.

t.alkan@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1324298&title=sunn%EEyim-fakat-tedavi-olayrum