Haberler:

Hukuk Forumumuza Hoşgeldiniz

Ana Menü
Menü

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır. Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz.

İletileri Göster Menü

Konular - Avukat

#81


YAKUP ÇETİN - VAN

Van'da yıkılan her bina için ayrı ayrı yürütülen soruşturmalar sürerken, Bayram Oteli iddianamesi tamamlandı. Van Başsavcılığı'nın hazırladığı ilk iddianamede yer alan teknik rapor ise yüzlerce can kaybının sebebini ortaya çıkardı: "Yıkılan binalar projesiz. Projesi olanların altında ise imza yok. Belediye bu binalara ruhsat vermiş."

Van ile Erciş merkezini vuran depremlerin ardından yıkılan her bina için ayrı ayrı başlatılan soruşturmalar kapsamında ilk iddianame hazırlandı. 25 kişinin hayatını kaybettiği Bayram Oteli'nin sahibi Tevfik Bayram hakkında 'bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne sebebiyet vermek' suçlamasıyla 22 yıl 6 aya kadar hapis cezasına çarptırılması talep edildi. Soruşturmada büyük mesafe kateden Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Karadeniz Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi'ne hazırlattığı ve ilk iddianameye giren raporda ise Van depremine ilişkin çarpıcı tespitler yer aldı. Rapora göre, örneğin Erciş'te onlarca insana mezar olan Sevgi Apartmanı, plan ve proje olmadan inşa edilmiş. 45 kişinin beton bloklar altında can verdiği İrfan Dağ'a ait 7 katlı binanın projesi var, ancak projenin altında imza yok. Olayın en vahim tarafı ise kim tarafından hazırlandığı belli olmayan bu projelere belediyenin ruhsat vermesi. 30 sayfadan oluşan teknik raporda sıralanan ihmaller bununla da sınırlı değil. Yıkılan binalarda donanım yetersizliği, kalitesiz malzeme kullanımı ve denetim eksikliği tespit edildi. 1. derecede deprem bölgesi standartlarının çok altında yapılan inşaatlar faciaya davetiye çıkardı.

Savcılığın, önümüzdeki günlerde bina sahipleri ile bu apartmanlara ruhsat veren belediye yetkililerinin de aralarında olduğu çok sayıda kişiyi şüpheli sıfatıyla ifadeye çağıracağı öğrenildi.

Van'ın Erciş ilçesinde 23 Ekim'deki depremde yıkılan ve yüze yakın insana mezar olan müteahhit Salih Ölmez'e ait Sevgi Apartmanı ile müteahhit İrfan Dağ'a ait Dağ Apartmanı'nın bilirkişi raporları tamamlandı. Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Mühendislik Fakültesi'nin 9 ayda tamamladığı teknik raporlara yansıyan en ilginç detay Salih Ölmez'e ait 2001 (ruhsat tarihi) yılında yapılan binanın plan ve projesinin olmaması. Ruhsat tarihi 2003 olan İrfan Dağ'a ait ve 45 kişiye mezar olan apartmanın projesi var ancak projede herhangi bir imza bulunmuyor. 7 katlı binaya ait projeyi kimin hazırladığı bilinmiyor. Ancak Erciş Belediyesi, projesi olamayan bu yapılara ruhsat vermiş. KTÜ'nün hazırladığı teknik rapora göre, belediyenin İmar Kanunu'na aykırı bir şekilde bu binalara ruhsat verdiği vurgulandı. Binadan alınan numunelerin sonuçları da ürkütücü. Yaklaşık 30 sayfadan oluşan teknik raporda yıkılan binalarda 'donanım yetersizliği, kalitesiz ve eksik malzeme kullanımı ve denetim eksikliğinin' faciaya davetiye çıkardığı vurgulandı. Yıkılan binalarda 1. dereceden deprem bölgesi olduğu ve standartlarının çok altında yapıldığı ifade edildi.

KTÜ'nün 9 ayda hazırladığı raporlarda ihmaller ve muhatabı olan kurumlar sıralandı. Kişi ismine yer verilmedi. Erciş'teki depremde ölümler daha çok 65 binada yaşandı. Savcılık 82 bina için teknik rapor talep etmişti. 82 rapordan aralarında Sevgi ve Dağ apartmanlarının da olduğu 50 binaya ait teknik rapor tamamlanarak savcılığa gönderildi. Her bina için ayrı soruşturma yürüten Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı, bilirkişiye ikinci bir rapor daha hazırlattı. KTÜ tarafından hazırlanan teknik rapor ışığında aralarında bina sahipleri, ruhsat veren belediye yetkilileri, ruhsatı onaylayanlar, inceleyen mühendisler tek tek belirlendi. Bu kişiler hakkında kusur raporu düzenlendi. Erciş Cumhuriyet Başsavcılığı'nın bu kişileri önümüzdeki günlerde ifadeye çağırması bekleniyor.

BAYRAM OTELi'nİN SAHİBİNE 22 YIL 6 AY YIL İSTENDİ

Van'da 9 Kasım 2011 tarihinde meydana gelen 5,6 büyüklüğündeki depremde 25 kişinin hayatını kaybettiği Bayram Oteli'nin sahibi Tevfik Bayram'ın tutuklandığı soruşturmanın iddianamesi tamamlandı. Savcı, Bayram için bilinçli taksirle adam öldürme suçlamasıyla 22 yıl 6 aya kadar hapis cezası istedi. Van Cumhuriyet Başsavcısı Osman Nuri Güler'in onayladığı iddianame Van Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. 9 Kasım'da meydana gelen ikinci depremde Van'da 7 bina yıkıldı. Savcılık, her bina için ayrı bir soruşturma yürütüyor.

Bayram Oteli iddianamesinde Van'da meydana gelen deprem sonrası aralarında gazetecilerin de bulunduğu çok sayıda kişinin kaldığı otelin Erciş'teki depremin ardından herhangi bir incelemeye tabi tutulmadığı ortaya çıktı. Yaşanan ikinci deprem sonrası otel sahibi binalarının sağlam olduğu yönünde rapor aldıklarını iddia etmişti. Soruşturmayı derinleştiren savcılık, depremde yıkılan bir diğer otel olan Aslan Otel hakkında Erciş'te meydana gelen depremin ardından rapor hazırlandığını tespit etti. Ancak bu raporun tek başına otelin açık tutulmasına dayanak oluşturamayacağı vurgulandı. Van Cumhuriyet Başsavcılığı Bayram Oteli iddianamesinde KTÜ Mühendislik Fakültesi hocaları tarafından hazırlanan rapora geniş yer verdi. Otel sahibinin meydana gelen deprem sonrasında oteli herhangi bir incelemeye tabi tutmadan müşteri alarak oteli açık tuttuğu kaydedildi. Ağır hasarlı olan binanın kullanılmasının faciaya davetiye çıkardığı ifade edildi.

Diğer soruşturmalar da son aşamada

Erciş'te yaşanan 7,2 büyüklüğündeki depremden 17 gün sonra bu kez 9 Kasım 2011'de Van 5,6 ile sarsılmıştı. İkinci depremde yıkılan Bayram Oteli'nde aralarında gazetecilerin de bulunduğu 25 kişi hayatını kaybetmişti. Otel sahibi Tevfik Bayram'ın tutuklandığı soruşturma kapsamında hazırlanan ilk iddianame, Van Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderildi. Savcılık, Van'daki ikinci depremde yıkılan 7 bina için ayrı ayrı soruşturma yürütüyor. Edinilen bilgilere göre, diğer soruşturmalar da bitme aşamasına geldi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1323276&title=van-depremiyle-ilgili-ilk-iddianame-tamamlandi&haberSayfa=1
#82
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:2009/6-32
K:2009/69
T:11.02.2009

Taraflar arasındaki "önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;Giresun Sulh Hukuk Mahkemesince mahkemenin görevsizliğine dair verilen 04.02.2008 gün ve 2006/805 E., 2008/134 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6.Hukuk Dairesinin 19.06.2008 gün ve 2008/5606-7922 sayılı ilamı ile;

(...Uyuşmazlık, önalım hakkına konu edilen payın iptali ile davacı adına tesciline ilişkindir. Mahkemece görevsizlik kararı verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin paydaşı olduğu parselin diğer paydaşlarının hisselerini 27.09.2004 tarihinde 500,-YTL bedelle davalıya sattıklarını, davacının önalım hakkını kullanmak istediğini belirterek davalı adına kayıtlı payın iptali ile müvekkili adına tescilini talep etmiştir. Mahkemece görevsizlik kararı verilmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisini veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ve davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir.

Olayımıza gelince; önalım hakkına konu edilen pay davalıya 27.09.2004 tarihinde 500,-YTL bedelle satılmış, davacı 11.07.2006 tarihinde açtığı işbu dava ile önalım hakkı nedeniyle payın iptali ile adına tescilini istemiştir. Uyuşmazlığın satış tarihi itibariyle 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre çözümlenmesi gerekir.Türk Medeni Kanunu'nun 733. maddesinde yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirilmesi yükümlülüğü getirilmiştir. Bu yükümlülük yerine getirilmediğinden 11.07.2006 tarihinde açılan dava süresindedir. Davalı alıcı, satışı noter aracılığı ile davacıya bildirmediğine ve satış tarihi ile dava tarihi arasındaki sürenin geçmesine kendi eylemiyle sebebiyet verdiğine göre davacıya tapudaki satış bedeli, harç ve masraflar tutarı üzerinden önalım hakkının tanınması gerekir. Mahkemenin görevi de bu şekilde saptanan önalım bedeline göre belirlenir.

O halde davacı tapuda gösterilen satış bedeli, tapu harç ve masraflarından oluşan önalım bedelinden sorumludur ve bu bedel sulh hukuk mahkemesinin görevi kapsamında kalmaktadır.Bu itibarla mahkemenin işin esasını inceleyerek sonucuna göre bir karar vermesi gerekirken, dava konusu payın davanın açıldığı tarihteki bedelin dikkate alarak görevsizlik kararı verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre ve özellikle 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi'nde önalım hakkını kullanan kişi satışı öğrendiği günden itibaren bir ay, herhalde sicile şerh verildiği tarihten itibaren 10 sene içinde bu hakkını kullanabilmekte, yani satış tarihi ile dava tarihi arasıda çok uzun bir süre geçebilmekteydi. Bu nedenle gerek 6.Hukuk Dairesi ve gerekse Hukuk Genel Kurulu kararlarında, dava konusu taşınmazın değerinin objektif esasa göre keşfen tespit edilebileceği esası getirilmişti. Ancak; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu yürürlüğe girdikten sonra; TMK.m.733'de diğer paydaşlara noter bildirim yükümlülüğü getirilmiş ve satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle önalım hakkının düşeceği esası getirilmiştir. TMK.734.maddesi uyarınca da dava değerinin tapuda gösterilen satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderleri olduğu kabul edilmiştir. Böylece davaların kısa sürede açılıp, sonuçlandırılması amaçlanmıştır. Bu nedenle de tapuda gösterilen satış bedelinin esas alınması gerekmektedir. Ayrıca tapuda işlem yapan davalının kendi eyleminin geçersiz olduğuna dayanması mümkün değildir. Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine 11.02.2009 gününde, oybirliği ile karar verildi.





T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2004/9999
K:2005/394
T:01.02.2005

4721 s. Yasa m. 732,733

   Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı önalım davasına dair karar davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Dava, önalım hakkı sebebiyle davalıya satılan payın iptal ve tescili isteğine ilişkindir. Mahkeme davanın reddine karar vermiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara, bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.
   Önalım hakkı alıcıya karşı ancak dava açmak suretiyle kullanılır. TMK.nun 733/3. maddesi hükmüyle yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
   Önalım hakkı satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve herhalde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer. Bu süre hak düşürücü süre olup, mahkemece kendiliğinden gözönünde bulundurulması gerekir.

   Davacı vekili önalım hakkına konu edilen taşınmazın paydaşlarından Ruknettin'in payını 9.10.2002 tarihinde 200.000.000.-TL ( 200 YTL ) bedelle davalıya sattığını belirterek 5.11.2002 tarihinde süresinde actığı bu dava ile önalım hakkı nedeniyle davalıya satılan payın iptal ve tescilini istemiştir. Davalı vekili tapuda bedelin düşük gösterildiğini, müteahit olan davalının satıcının akrabası oldugunu, payı sozlu anlasma ıle taşınmaz üzerinde daire ve dükkan yaparak satıcıya teslim etme karşılığında aldığını, satın alır almazda bu taahhüdünü yerine getirmek için inşaata başladığını, halen karkas halinde olan binanın 10.000.000.000.-TL'nin üzerinde ( 10.000.-YTL ) olan bedelin satış bedeline ilave edilmesi gerektiğini savunmuştur.
   Olayımızda; davalı satış sözleşmesinin tarafı olup, gerek bedelde gerekse işlemde kendi muvazaasına dayanamaz. İşlemde muvazaa ancak yakın akrabalar arasında yapılan işlemlerde söz konusudur. Davalının savunmasına gore olayda 27.3.1957 tarih ve 2/12 sayılı İctihadı Birleştirme Kararının uygulama olanağı bulunmamaktadır. Davalı bedelde muvazaa savunmasında bulunamaz. Ancak taşınmaz uzerinde yaptıgı inşaat nedeniyle en az levazım kıymetini isteyebilir. Bu nedenle bilirkisılerden ek rapor alınarak yapıda sarf edilen malzemenin arazi maliki için taşıdığı en az değerin açıklattırılması ve belirlenecek en az değerin tapudaki satış bedeli, harç ve masraflarına, önalım hakkına konu edilen 8/12 paya isabet eden miktarı ilave edilmek suretiyle bulunacak değerin önalım bedeli olarak kabulü gerekir. Mahkemece davacıya bu bedeli depo etmek için önel verilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken inşaat bedeli üzerinden belirlenen miktarın önalım bedeli olarak kabul edilmesi suretiyle bu miktarın depo edilmediğinden bahisle red kararı verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
   Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.
   SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 1.2.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2010/8834
K:2011/442
T:24.01.2011

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı önalım  davasına dair karar davalı  tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, önalıma konu payın iptali ve tescili istemine ilişkindir.Mahkemece önalıma konu payın iptaline ve davacı adına tesciline karar vermiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili dava dilekçesinde müvekkilinin dava konusu taşınmazda paydaş olduğunu, diğer paydaş Eşref  Kurt'un 16.1.2008 tarihinde payını davalıya 8.000 TL bedelle sattığını belirterek önalım hakkının tanınması ve payın iptali ile tescilini istemiştir. Davalı vekili ise taşınmazın alım satım bedeli için nakit ödenen 8.000.-Tl dışında 20.604.50 TL mükellefiyetlerden kaynaklanan ödeme yaptığını toplam bedelin harç ve masraflar dahil 28.604.50 TL olduğunu bu bedel üzerinden önalım hakkının tanınması gerektiğini, taşınmazın kullanım durumuda gözetilerek davanın reddini savunmuştur.
Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.
Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir.
Olayımıza gelince;Önalıma konu payın bulunduğu 66 nolu parselde davalının 16.1.2008 tarihinde pay satın aldığı ve 16.1.2008 tarih ve 167 yevmiye nolu tapu sicil müdürlüğünce düzenlenen resmi senette "Abdurahmanlar köyü 66  parsel sayılı 46.400 m² bahçenin 67/177 hissesi 14.6.2006 tarih ve 2780 yevmiye ile 13.500 TL bedelle 1.derecede %17.5 faiz nisbetinde  fekki alacaklı tarafından bildirilinceye kadar müddetle T.C.Ziraat Bankası A.Ş. lehine ipotekli olarak ve Germencik İcra Müdürlüğüne 26.12.2007 tarih ve 2007/920 nolu dosyasına 12.571.-TL bedelle ihtiyatı hacizli olarak Eşref Kurt adına kayıtlı iken bu kere Eşref kurt bizzat hareketle iş bu taşınmazın 67/144 hissesini 8.000.-TL bedelle, üzerindeki ipotekten ve ihtiyati hacizden doğmuş ve doğacak  bütün hukuki vecibeleri ile birlikte kabul eden Mustafa Ordu'ya sattığını bedelinin tamamını nakden ve peşinen aldığını,alıcı Mustafa Ordu bizzat hareketle iş bu taşınmazın 67/144 hissesini üzerindeki ipotekten ve ihtiyati hacizden doğmuş ve doğacak  bütün hukuki vecibeleri ile  birlikte aynı bedelle kabul edip aynen satın aldığı" belirtilmiştir.
Bu durumda davalının payı taşınmaz üzerinde bulunan tüm yükümlülükleri ile birlikte satın aldığının kabulü gerekir.Ziraat bankasının 10.3.2010 tarih ve 772/354 sayılı yazısında da davaya konu Abdurahmanlar köyü 66 parsel sayılı taşınmaz üzerine konulan ipotek bedelinin pay satın alan Mustafa Ordu tarafından ödendiği  bildirilmiş ekinde gönderilen kredi vadesiz hesap ekstrasının incelenmesinde de pay satın alan davalı Mustafa Ordu'nun muhtelif tarihlerde Pay satan Eşref Kurt'un Germencik/Aydın ziraat bankası şubesinin 44653039-5003-TRY hesabına ödeme yaptığı anlaşılmaktadır.Bu durumda önalım bedeli satış senedinde gösterilen ve nakit ödenen bedel ile ipotek bedeli ve ipoteğin kaldırılması için yapılan masraf ve ödenen harç toplamı olduğunun kabulü gerekir. Bu nedenle mahkemece resmi satış senedinde belirtildiği gibi ipotek ve ihtiyati hacizin kaldırılması için yapılan ödeme ve masraflarının ilgili yerlerden sorularak tespit edilmesi, tespit edilen bu miktar ile resmi senette yazılan nakit olarak ödenen 8.000 TL  ile  harç ve masraflarının eklenmek suretiyle bu bedel üzerinden önalım hakkını kullanıp kullanmayacağının davalıdan sorulması, kabul ettiği takdirde depo edilen 8.000 TL'nin yanında davacıya davalı tarafından ipotek ve haczin kaldırılması için ödenen miktar, tapu, harç ve  masrafların toplamının depo ettirilmesi için süre verilmesi ve ondan sonra esas hakkında  karar verilmesi gerekirken deliler yanlış değerlendirilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmadığı gibi kabule göre de davalı, fiili taksim savunmasında bulunup 17.9.2008 tarihli dilekçesi ile buna ilişkin delillerini de bildirdiğine göre davalının fiili taksim savunması üzerinde durulmamasıda doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle  BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 24.1.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2009/4009
K:2009/9055
T:27.10.2009

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı önalım davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Uyuşmazlık, önalım hakkının kullanılması nedeniyle davalı adına kayıtlı payın iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir.Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş,karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazda, paydaşlardan birisinin payını üçüncü kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır.Bu hak paylı mülkiyetin oluşması ile doğar ve satışla kullanılabilir hale gelir.Yasadan doğan bu hak bazı istisnai hallerde kullanılamaz.Örneğin, taksim, bağışlama ve olayımızda olduğu gibi eylemli kullanma durumunun gerçekleşmesi halinde cereyan etmez.

Önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması T.M.K.nun 2.maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz. Kötü niyet iddiası 14.2.1951 gün ve 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu gibi halde savunmanın genişletilmesi söz konusu değildir. Eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerekir.

Olayımıza gelince; Önalım hakkına ilişkin bulunan taşınmazın imar uygulaması sonucu oluştuğu anlaşılmaktadır.Davalı alıcı kendisine satılan yerin yıllar önce paydaşlar arasında taksim edilerek kullanılageldiğini,taşınmaz üzerinde davacının kendine düşen kısma kapısı ayrı ev yaptırdığını, davacının kendine özgü bir kullanım biçimi geliştirdiğini, kendisinin de paydaş M... K...'dan yer satın aldığını,bu yerin taşınmaz üzerinde belli ve muayyen bir yer olduğunu, bu durumu davacının da bildiğini, davacının önceki paydaş M... K...'dan pay alımı nedeniyle önalım hakkını kullanmayıp,davalının pay alımına karşı önalım hakkını kullanmasının kötüniyeti gösterdiğini savunmuştur.Her ne kadar mahkemece taşınmazda fiili bir taksim bulunmadığı,tüm paydaşların belli ve muayyen bir yeri olmadığı görüşünden hareketle davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bu değerlendirme yukarıda belirtilen esaslara uygun düşmemektedir.Zira eylemli kullanma durumu, taşınmaz üzerinde paydaşlarca taksim edilerek kullanılagelen bir durumun varlığı ve bu kullanma biçimine değer verilmesi, önalım hakkına konu paya tekabül eden yerin de davalıya satıldığının davacı tarafından bilinip bilinmemesi önem kazanmaktadır. Mahkemece, taşınmazın imar uygulamasından önceki durumu üzerinde durularak, önceki tapu kayıtlarının getirtilerek denetlenmesi, gerekirse yeniden keşif yapılması,taşınmaz üzerindeki davacıya ait evin ve davacının kullanageldiği kısmın saptanıp, imar uygulaması önce ve sonrası taşınmaz üzerinde eylemli kullanma olup olmadığının belirlenmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığından hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

SONUÇ;Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 27.10.2009 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2009/4691
K:2009/4665
T:21.05.2009

Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı önalım davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

Dava önalım hakkı nedeniyle payın iptali ve tescile ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili müvekkilinin annesi R.......'nın Karakeçili mah. 64 parselde paydaş olduğunu diğer paydaş, M......... K.......'ya ait 2/8 payın 23.3.2007 tarihinde, davacının önalım hakkını engellemek amacıyla muvazaalı olarak trampa akdi yapılarak davalıya devredildiğini, tapuda gösterilen trampa akdinin aslında satış olduğunu, önalım hakkı nedeniyle payın iptalini ve müvekkili adına tescilini istemiştir. Davalı tapudaki işlemin ve tarafların gerçek iradesinin trampa olduğunu, önalım hakkının kullanılamayacağını, davanın reddini savunmuştur.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir.

Satış dışındaki temliklerde önalım hakkının kullanılması mümkün değildir. Tapudaki işlemin tarafı olmayan davacının tapudaki işlemin gerçekte trampa olmadığını tanık dahil her türlü delille ispatlaması mümkündür. Bu konuda dinlenen davacı tanığı işlemin niteliği konusunda görgüye dayalı bir açıklamada bulunmamıştır. Trampaya konu edilen taşınmazlar arasında değer farkı olması tek başına işlemin trampa olmadığını kanıtlamaya yeterli olmadığı gibi resmi senette aradaki bedel farkının alındığı da yazılıdır. Trampa yolu ile edinilen paya ilişkin olarak önalım hakkı kullanılamayacağından davanın reddi gerekirken yazılı şekilde kabul kararı verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir../..

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK.nun 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 21.5.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2006/828
K:2006/2781
T:21.03.2006

   Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan önalım davasına dair karar davacılar tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup, gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Uyuşmazlık, önalım hakkına ilişkin payın iptali ile davacılar adına tesciline ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
   Davacılar vekili, dava dilekçesinde, müvekkillerinin paydaşı olduğu II no'lu parselin diğer paydaşı İ'nin taşınmazdaki 25/133 payını 05.04.2004 tarihinde 5.000.000.000.-TL bedelle davalıya sattığını davacıların satıştan, açılan ortaklığın giderilmesi davasında kendilerine dava dilekçe si tebliğ edilmesi üzerine yeni haberdar olduklarını, önalım hakkını kullanmak istediklerini belirterek davalı adına kayıtlı payın iptali ile davacılar adına eşit olarak tescilini talep etmiştir. Davalı, davanın haksız ve kötü niyetle açıldığını, dava konusu edilen payın aslında kendisine ait iken İ'den aldığı paraya karşılık tapuda satış olarak göstererek temlik ettiğini, borcunu ödedikten sonra da aralarındaki anlaşma gereğince İ'nin payı kendisine geri sattığını, davacıların bu durumdan haberdar olduklarını, davanın da süresinde açılmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini savunmuş, davalı vekili de 31.05.2005 tarihli dilekçesi ile müvekkilinin aslında pay karşılığında taşınmaz üzerinde bulunan apartmanın dördüncü katında bulunan daireyi satın almış olduğunu belirtmiştir. Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı oncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.
   Önalım hakkı alıcıya karşı ancak dava acmak suretiyle kullanılır. TMK'nun 733/3. maddesi hükmuyle yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından dıger paydaslara noter aracılığıyla bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
   Önalım hakkı satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl gecmekle düşer. Bu süre hak düşürücü süre olup mahkemece kendiliğinden göz önünde bulundurulması gerekir.
   Olayımıza gelince; dava konusu edilen II no'lu parseldeki 25/133 pay taşınmazın paydaşlarından İ. tarafından 05.04.2004 tarihinde 5.000.000.000.-TL bedelle davalıya satılmıştır. Taşınmazdaki diğer paylar davacılara aittir.
   Davalının taşınmazın paydaşları arasında fiilen bölünerek kullanıldığı yonündeki savunması üzerine yerinde yapılan keşif sonrasında düzenlenen 09.10.2005 tarihli bilirkişi raporunda taşınmaz üzerinde iskan ruhsatı bulunmayan kat irtifakı kurulmamış bodrum +zemin+ 4 normal kattan oluşan betonarme karkas bir bina bulunduğu taşınmazın katlarında davacıların oturduklarını, taşınmazda davalının kullandığı bir dairenin bulunmadıgı belirtilmiştir. Tasınmaz uzerindekı apartman katları davacıların kendi aralarındaki kullanım biçimi ile tasarruf edilmekte ise de tüm paydaşların katılımı ile yapılmış bir bölüşümün varlığından söz edilemez. Taşınmazda davalının ya da kendisine pay satanın kullandığı bir daire bulunmamaktadır. Bir paydaşın bölüşme harici bırakılması ya da bölüşmeye onay vermemesi halinde ortada fiili bir taksim olmadığından var olan durum taksime katılmayan paydaşı bağlamayacaktır. Bu durumda taşınmazın müşterek kullanımı bozulmamış olduğundan davacıların önalım haklarını kullanmalarında bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Davacılar önalım bedelini de depo etmiş olduklarına göre mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı görüldüğünden kararın bozulması gerekmiştir.
   SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK'nun 428. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA ve istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine 21.03.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.





T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2005/6919
K:2005/8301
T:19.09.2005

   Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı önalım davasına dair karar davalı-davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Dava, önalım hakkının kullanılmasına ilişkindir. Dava daha sonra tazminata dönüştürülmüş ve mahkemece kısmen kabul kararı verilmiş; karar her iki taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
   1 ) Dosya kapsamına, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerekçelere göre davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde değildir.
   2 ) Davacı vekilinin temyizine gelince;
   Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda dogar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.
   Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Onalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harc ve masrafların toplamından ibarettir.
   Olayımıza gelince; Dava konusu 14 nolu parselde paydaş olan Ş. payını 16.01.2003 tarihinde Ondort milyar liraya davalıya satmıs, davacı suresınde açtığı bu dava ile payın iptali ile adına tescilini, ancak bedelin muvazaalı şekilde yüksek gösterilmiş olması nedeniyle tespit edilecek gerçek değerden önalım hakkının tanınmasını istemiştir. Davalı, bedelde muvazaa bulunmadığını, tapudaki bedel ödenirse davayı kabul edeceklerini bildirmiş ancak yargılama devam ederken davaya konu payı 24.08.2004 tarihinde Otuzaltı milyar liraya ücüncü şahıs olan Z. isimli şahsa satmıştır. Bu satış üzerine davacı HMUK. 186. maddesi geregince davasını, davalı S.'e karşı tazminata donüşturerek bedelde muvazaa iddiası kabul edilirse 28.362.500.000-TL kabul edilmezse 21.000.000.000.- TL tazminat tahsilini istemistır.
   Önalım davasında payın sonradan el değiştirmesi nedeniyle HMUK. 186. maddesine göre davanın tazminata dönüştürülmesi halinde, ödenmesi gereken tazminat ilk satış bedeli ile ikinci satış bedeli arasındaki farktan ibaret olup, ilk satıştan sonraki objektif değer artışına göre tazminat miktarının belirlenmesi söz konusu olamayacağı gözetilmeden mahkemece bu konuda araştırma yapılarak yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuştur.
   Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.
   SONUÇ : Yukarıda ikinci bentte yazılı nedenle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 19.09.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.





T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2005/7105
K:2005/7514
T:12.07.2005

   Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı önalım davasına dair karar Dairemizin 17.2.2005 gün ve 9778-1106 sayılı ilamı ile onanmasına karar verilmişti. Bu kararın tashihen tetkiki davalı tarafından süresi içinde istenilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Uyuşmazlık önalım hakkı nedeniyle tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı önalım hakkına konu payın satışına ilişkin olarak düzenlenen 21.4.1999 tarih ve 1976 yevmiye numaralı akit tablosunda her bir payın satış değeri ayrı ayrı rakamla ve yazıyla 5.000.000.000.-'er TL gösterilmesine karşın davacı tapu senedinde yazılı 500.000.000.- TL üzerinden onalım hakkını kullanmak için dava açmıştır. Yargılama aşamasında getirtilen akit tablosunda gerçek satış bedelinin tapu senedinde yazılı miktar olmayıp, 5.000.000.000.TL olduğunun anlaşılması üzerine davacı 19.2.2003 günlü oturumda bu defa bedelde muvazaa iddiasında bulunmuştur. Mahkemece davacının bu iddiası üzerine keşif yapılmış, keşif sonucu duzenlenen bilirkişi raporunda toplam satış bedelinin 2.819.450.000.- TL olduğu acıklanmış, ancak muvazaa iddiası konusunda dinlenen tanıklar satış bedeli konusunda bilgilerinin bulunmadıgını bildirmıslerdir. Muvazaa iddiası konusunda keşif tek başına yeterli delil teşkil etmez. Keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporunun tanık beyanlarıyla doğrulanması gerekir. Olayımızda; bu husus gerçekleşmediğine göre davacının bedelde muvazaa iddiasını kanıtladığı sonucuna varılamaz. Davacı tarafından ileri sürülen muvazaa iddiası kanıtlanamadığından akit tablosunda gösterilen ve her bir satıs için belirlenen 5.000.000.000.-'er TL toplam 10.000.000.000.- TL ve bu bedel için ödenen tapu harc ve masrafından ibaret bulunan onalım bedeli uzerinden davacıya bu hakkını kullanıp kullanmayacağının sorulması, kullanmak istedigi takdırde bu bedelin depo edilmesi için uygun süre verilip sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı bu defa ki incelemeden anlaşıldığından Dairemizin 17.2.2005 tarih ve 9778/1106 sayılı onama kararının kaldırılmasına, mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.
   SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının karar düzeltme isteğinin kabulü ile Dairemizin 17.2.2005 tarih 9778/1106 sayılı onama kararının kaldırılmasına, mahkeme kararının BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 12.7.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.





T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E:2005/955
K:2005/2510
T:21.03.2005

   Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan önalım davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
   KARAR : Dava, önalıma konu edilen payın iptali ve tesciline ilişkindir. Mahkeme istem gibi karar vermiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
   Davacı vekili, dava dilekçesinde, müvekkilinin dava konusu taşınmazda 116080/263000 hisseye sahip olduğunu, diğer paydaşlardan Mustafa'nın 1096/263000 hissesini davalıya 5.000.000.000.-TL fahiş fiyatla 5.2.2003 tarihinde sattığını, satışı davalının keşide ettiği ihtarnamenin 18.2.2003 tarihinde tebliği ile öğrendiğini, taşınmazın gerçek değerinin 480.000.000.- TL. olduğunu belirterek bu miktar üzerinden yada mahkemece belirlenecek bedel üzerinden önalım hakkının tanınmasını istemiştir. Davalı ise duruşmalara katıldığı halde bir savunma yapmamış ve delil de bildirmemiştir.
   Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı oncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mulkiyet ilişkisi kurulduğu anda dogar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.
   Önalım hakkı alıcıya karsı ancak dava acmak suretıyle kullanılır. TMK'nın 733/3. maddesi hükmüyle yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
   Önalım hakkı satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer. Bu süre hak düşürücü süre olup mahkemece kendiliğinden göz önünde bulundurulması gerekir.
   Olayımızda: Davacı önalıma konu payın davalıya gerçekte 480.000.000.-TL'ye satıldığı halde önalım hakkının engellenmesi icin tapuda bedelin fazla gosterildigini bildirerek bedelde muvazaa iddiasında bulunmustur. Davacı bu iddiasını kanıtlamak zorundadır. Muvazaa iddiası tanık dahil her türlu delil ıle kanıtlanabilir. Mahkemece keşif yapılarak keşifte belirlenen bedel üzerinden önalım hakkının tanınmasına karar verilmiş ise de keşif bedelde muvazaa iddiasının varlığına tek başına yeterli delil teşkil etmez. Yargıtay'ın yerleşen içtihatları da bu yöndedir. Bu nedenle bedelde muvazaaya ilişkin davacının gösterdiği tanıkların dinlenilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, bu hususun göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olduğundan hükmün bozulması gerekmiştir.
   SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenle ( BOZULMASINA ), istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 21.3.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#83
Erkan Acar - İstanbul

Silivri Asliye Ceza Mahkemesi, bir mahkûmun özgürlüğünün kısıtlanması üzerine dikkat çekici bir karara imza attı.
Edinilen bilgiye göre Silivri Cezaevi'nde yatan bir mahkûma, yakınını kaybettiği için jandarma eşliğinde ailesinin yanında kalması için iki gün izin verildi. Bu izin doğrultusunda mahkûmun gece de ailesinin yanında kalması gerekiyordu. Ancak jandarma buna müsaade etmeyerek mahkûmu akşam Tekirdağ Cezaevi'ne götürdü. Bu durumun ortaya çıkmasının ardından mahkeme, bir hükümlünün 'yasal iznini sınırladıkları' gerekçesiyle sorumlu kişilere 18 ay ile 30 ay arasında hapis cezası verdi.

Silivri Asliye Ceza Mahkemesi, bir mahkûmun özgürlüğünün kısıtlanması ile ilgili ilginç bir karara imza attı. Silivri Cezaevi'nde kalan bir hükümlünün 'yasal iznini sınırladıkları' gerekçesiyle aralarında İstanbul İl Jandarma Komutanı Albay Hüseyin Kurtoğlu'nun da bulunduğu 6 rütbeli jandarma personeline 18 ay ile 30 ay arasında hapis cezası verdi.

Edinilen bilgilere göre Silivri Cumhuriyet Savcılığı, geçtiğimiz ay Silivri Cezaevi'nde kalan bir mahkûma, yakınını kaybettiği için jandarma eşliğinde ailesinin yanında kalması için iki gün izin verdi. Savcılık yazısını alan jandarma eşliğinde Tekirdağ'daki ailesinin yanına gönderilen şahsın akşam da ölen yakınının evinde kalması gerekiyordu. Ancak jandarma, mahkûmun ailesinin yanında kalmasına izin vermedi. Akşam Tekirdağ Cezaevi'ne götürdü. Sabah olunca tekrar ailesinin yanına getirildi. Nihayet izin süresi tamamlanınca Silivri Cezaevi'ne konuldu.

Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı ise Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı'ndan Tekirdağ Cezaevi'nde kalan jandarmaların ve mahkûmun harcırahlarının ödenmesini talep etti. Mahkûmun ailesinin yanında değil de Tekirdağ Cezaevi'nde yatırıldığını öğrenen Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı ise sorumlular hakkında soruşturma başlattı. 'Makamlarını kullanarak bir şahsa verilen yasal izni sınırladıkları' gerekçesiyle aralarında İstanbul İl Jandarma Komutanı Albay Hüseyin Kurtoğlu, İstanbul İl Jandarma Komutan Yardımcısı Albay Selahattin Acara, Silivri Cezaevi Tabur Komutanı Jandarma Yarbay Ümit İlbeyi, Jandarma Üst Çavuş Önder Kargın, Jandarma Uzman Çavuş Mesut Küçükkaya hakkında dava açıldı. Silivri Asliye Ceza Mahkemesi'nde görülen davada Hüseyin Kurtoğlu, Selahattin Acara, Ümit İlbeyi 30'ar ay, Önder Kargın, Mesut Küçükkaya ise 18'er ay hapis cezasına çarptırıldı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1315038&title=mahkemeden-bir-gecelik-ozgurluk-gasbina-30-ay-hapis
#84
2011 Yılında Türkiye'deki tüm icra dairelerindeki toplam dosya sayısı 20.772.462 adet, bir dosyanın ortalama sonuçlanma süresi ise 793 gün gün oldu. Ülkede ekonomik krizin yaşandığı 2001 yılında dosya sayısının toplam 9.404.009 adet, bir dosyanın ortalama sonuçlanma süresinin ise 459 gün olması ve geçmiş yıllara kıyasla özellikle 2009, 2010 ve 2011 yıllarında dosya sayısında çok büyük bir artış yaşanması kanun koyucuyu başka kanunlarla birlikte İcra ve İflas Kanunu'nda da köklü değişiklikler yapmaya itti (bu bilgilere ilişkin istatistik çalışmasını görmek için tıklayınız: http://www.adlisicil.adalet.gov.tr/istatistik_2011/152.pdf). Bu çerçevede İcra ve İflas Kanunu'nun 150/e maddesinin birinci fıkrası aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

"Alacaklı, taşınır rehnin satışını ödeme veya icra emrinin tebliğinden itibaren altı ay içinde, taşınmaz rehnin satışını da aynı tarihten itibaren bir yıl içinde isteyebilir."

Keza aynı istikamette 106 ncı maddenin birinci fıkrası da aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

"Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir."

Bunun dışında 110 uncu madde de aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir:

"MADDE 110- Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya icra müdürü tarafından verilecek karar gereği gerekli gider onbeş gün içinde depo edilmezse veya talep geri alınıp da kanuni müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar. Hacizli malın satılması yönündeki talep bir defa geri alınabilir.

Haczedilen resmi sicile kayıtlı malların, icra dairesiyle yapılacak yazışmalar sonucunda haczinin kalktığının tespit edilmesi hâlinde, sicili tutan idare tarafından haciz şerhi terkin edilir ve işlem ilgili icra dairesine bildirilir."

Kamuoyunda 3. yargı paketi olarak adlandırılan ve mecliste görüşülerek kabul edilen 6352 sayılı Kanun metnini ve diğer tüm değişiklikleri okumak için tıklayınız: http://www.tbmm.gov.tr/kanunlar/k6352.html
#85
Bazı kanunlarda değişiklik yapan ''Torba Teklif'', TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı.

Kanuna göre, soru hazırlama, denetleme ve değerlendirme konularında ihtisaslaşmış doçent ve profesör unvanlı öğretim üyeleri, soru hazırlama ve denetleme hizmetlerinde görevlendirilebilecek. Bu şekilde görevlendirilenlerin sayısı 10'u geçemeyecek.

ÖSYM'nin yaptığı sınavlarda kullanılan soru kitapçıkları, sınav sonuçlarının ilanından 1 yıl yerine 6 ay, cevap kağıtları ise 2 yıl yerine 1 yıl sonra imha edilecek.

Soruların hazırlandığı, basıldığı, dağıtıldığı, muhafaza edildiği ve sınavların yapıldığı binalarda sınav öncesi ve esnasında sinyal karıştırıcı ve benzeri diğer cihazlar kullanılarak güvenlik sağlanacak.

-Kiracılarla ilgili düzenlemeye erteleme-

İşyeri kiralarında; Türk Borçlar Kanunu'nun, ''kira ilişkisinin devri'', ''kiralananın sözleşmenin bitiminden önce geri verilmesi'', ''önemli sebepler'', ''bağlantılı sözleşme'', ''kiracının güvence vermesi'', ''kira bedeli'', ''kiracı aleyhine düzenleme yasağı'', ''konut ve çatılı işyeri kiralarında sözleşmenin sona ermesi'' ile ''dava sebeplerinin sınırlılığı'' başlıklı maddeleri, 1 Temmuz tarihinden itibaren 8 yıl süreyle uygulanmayacak.

Bu durumda, kira sözleşmelerinde bu maddelerde belirtilmiş olan konulara ilişkin olarak sözleşme serbestisi gereği kira sözleşmesi hükümleri uygulanacak. Kira sözleşmelerinde hüküm olmayan hallerde, Borçlar Kanunu hükümleri uygulanacak.

Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, yurt dışında da teşkilatlanabilecek.

-40 bin öğretmen, 30 bin polis-

Milli Eğitim Bakanlığı'na tahsis edilen serbest öğretmen kadrolarından boş bulunan 40 bin öğretmen kadrosuna, 2012 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu'ndaki sınırlamalara tabi olmadan 2012 yılı içinde atama yapılabilecek.

Milli Eğitim Bakanlığı'na 30 bin öğretmen, 950 Şube Müdürü kadrosu; Emniyet Genel Müdürlüğü'ne polis memuru alımı için 30 bin; Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'na 6 şube müdürü; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı'nın merkez teşkilatına 149, taşra teşkilatına 8, yurtdışı teşkilatına 10 olmak üzere toplam 167; Diyanet İşleri Başkanlığı'na 25 başkanlık müşaviri; ÖSYM Başkanlığı'na 5'i başkanlık müşaviri olmak üzere 7; Yükseköğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumu Genel Müdürlüğü'ne 5 müşavir; YÖK Başkanlığı'na 5 başkanlık müşaviri ve Yüzüncü Yıl Üniversitesi'ne 300 kadro ihdas ediliyor.

-Medya hizmet sağlayıcıları gelirlerini beyan edecek-

Medya hizmet sağlayıcıları, elde ettikleri ticari iletişim gelirlerini, o dönemde gelir elde etmemişlerse bile beyan edecek. Medya hizmet sağlayıcıları ile ticari iletişim gelirinin elde edilmesine aracılık yapanlar, yasal defter kayıtlarını, RTÜK payının hesaplanmasına esas teşkil eden ticari iletişim gelirlerinin doğru tespit edilmesini sağlayacak şekilde düzenleyecek.

Süresi geçtiği halde beyannameyi vermeyen hizmet sağlayıcı kuruluşa, 5 bin TL, bilgi verme ve ibraz yükümlülüklerini süresi içinde yerine getirmeyen veya eksik getiren medya hizmet sağlayıcı kuruluşlar ile ticari iletişim gelirinin elde edilmesine aracılık yapanlara 10 bin TL idari para cezası verilecek. Bu cezalar radyolar için yarı oranında uygulanacak.

Askeri okullarda veya Silahlı Kuvvetler adına üniversitede okuyanlar, emniyet teşkilatında görevlendirilmek üzere eğitim görenlerden öğrencilikle ilişiği kesilenler ile devlet hesabına öğrenimi tamamlayıp mecburi hizmet yükümlülüğünü yerine getirmeyenlerden borçlu hale gelenlerden, borcunu ödemeden veya mecburi hizmetini tamamlamadan vefat edenlerin borçları ortadan kalkacak. Borçlunun kendisi, mirasçıları veya kefilleri hakkında başlamış olan borç takibine son verilecek.

İşsizlik Sigortası Fonu gelirlerinden yapılan vergi kesintileri için dava açılmayacak.

-Askeri okuldan ayrılanların tazminatlarının hesaplanması-

Kanunla, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne bağlı eğitim kurumlarına, 1997 ve sonraki yıllarda giren ve askeri öğrencilikten kendi isteğiyle ayrılan ya da sağlık sebepleri dışında öğrencilikten çıkarılanlara ilişkin borçlanmalarda ilaç, tedavi, kitap, kırtasiye, giderleri ile yiyecek giderinin yarısı, öğrenci harçlıkları ve bunların faizleri hesaplama dışına çıkartılıyor.

Buna göre, askeri okullara 1997 ve sonraki yıllarda giren ve askeri öğrencilikten kendi isteğiyle ayrılan veya sağlık sebepleri dışında askeri öğrencilikten çıkartılanlardan; yüklenme ve kefalet senetlerinde yazılı olsa dahi, ilaç, tedavi, kitap, kırtasiye giderleri, öğrenci harçlıkları ile yiyecek giderinin yarısı ve bunlara tekabül eden faizler geri alınmayacak. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihte ödemeleri devam edenler ile bu konuda açılan davaları sonuçlanmamış veya kesin hükme bağlanmış olanlarda bu haktan yararlandırılacak.

Ödemesi devam edenlerden, bu hüküm çerçevesinde yapılacak hesaplamaya göre fazla ödeme yapmış olanlar ile daha önce ödemesini tamamlamış olanlara geri ödeme yapılmayacak.

Sosyal güvenlik kuruluşlarından aylık alanların hane içindeki kişi başına düşen geliri, asgari ücretin üçte birinden az ise yardım alabilecek.

TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen kanuna göre, kamuda çalışan sigortalılar ile bunların bakmakla yükümlü oldukları aile fertlerinin tedavi amacıyla yurtdışına gönderilmeleri durumunda, refakatçilerinin konuklama giderleri karşılanacak.

1999 yılında meydana gelen Marmara depreminin ardından işyeri ihtiyacını karşılamak üzere yapılan ve hak sahiplerine teslim edilen işyerlerinin borç taksitleri, hak sahipleri tarafından üst üste 3 kez ödenmezse ve hak sahipleri de hakkından vazgeçerse, İl İdare Kurulu kararı ile hak sahipliği düşürülecek.

Bu durumda hak sahipleri tazminat ödemeyecek, düşürülme tarihine kadar ödenen miktar da faiziyle birlikte hak sahibine iade edilecek. Hak sahibi olup da kendilerine teslim edilen işyerlerini son 2 yıl içinde fiilen kullanmayanlar da bu haktan faydalanacak.

Seçimlerle ilgili dava açma süresi olarak öngörülen 2 yıllık süre, 6 ay olarak değiştiriliyor.

YURT-KUR Yönetim Kurulu, yurt ihtiyacını karşılamak 15 yıl kiralama yapabilecek.

-TÜBİTAK'ın görevleri-

Kanunla, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu'nun (TÜBİTAK) görevleri yeniden belirleniyor.

Kurum; kuluçka merkezi, teknoloji merkezi, teknoloji transfer ofisleri, proje geliştirme ve bilgi aktarma merkezleri, bilim merkezi, bilim parkı ve benzerlerini kurmak ve desteklemek, yurtdışı irtibat büroları kurmak, destek programları oluşturmak, işbirliği ağları ve kümelenme faaliyetlerini desteklemek, proje pazarı, bilim fuarı, yarışma ve benzeri etkinlikler düzenlemek ve desteklemek gibi görevleri yapacak. Ayrıca ödül, burs ve teşvik ikramiyesi verecek, Bilim Kurulu tarafından belirlenecek usul ve esaslar doğrultusunda teminat alınmaksızın hibe ve kredi olarak sermaye desteği sağlayabilecek, ön ödemede bulunacak.

TÜBİTAK Başkanı'nın görev süresi 3 yıldan 4 yıla çıkarılıyor. Bu düzenleme, yürürlüğe girdiği tarihte görevde olan başkan için de uygulanacak.

Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) Başkanlığı'na ''Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği ve Başkanlık Müşavirliği'' kadroları eklenirken, bu kadrolar istisnai memur kadrosuna dönüştürülüyor.

Uygulamadaki tereddütleri gidermek amacıyla, 2012 yılında Yükseköğretime giriş ve yerleştirmede adayların merkezi sınavlardan almış olduğu puanlara ilave edilecek ortaöğretim başarı puanları, YÖK Genel Kurulu'nun aldığı karar uyarınca belirlenen usul ve esaslara göre hesaplanacak.

Geçen yıl çıkarılan aftan çeşitli nedenlerle yararlanamayan öğrencilere, ilişiklerinin kesildiği üniversitelere başvurmaları şartıyla yeni bir hak tanınacak. Uluslararası ortak lisans programları çerçevesinde öğrenim görenler de dahil olmak üzere öğrenciler, başvurularını takip eden eğitim öğretim yılında öğrenimlerine başlayabilecek.

Bakıma muhtaç özürlüye evde bakım hizmete veren kişi, gelirinin artması halinde, en geç 3 ay içinde bu değişikliği il müdürlüğüne bildirmek zorunda olacak. Gelir değişikliğinin bu tarihten sonra bildirilmesi ya da il müdürlüğünün bu durumu tespit etmesi halinde yapılan ödemeler durdurulacak. Yersiz olarak ödenen tutarlar ise yasal faiziyle tahsil edilecek.

Sürücü belgesi alacaklarda, 8 yıllık temel eğitimi bitirme şartı yerine, en az ilkokul düzeyinde eğitim alma şartı aranacak.

-Yardımlar haczedilemeyecek-

Sivil havacılık alanında iç hukukta kanunlarda aynı konuda farklı hükümler olması durumunda, uluslararası sözleşme ve protokol hükümleri uygulanacak.

Linyit sahaları, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı'nca özelleştirilecek.

Sosyal güvenlik kuruluşlarına tabi olanlar veya bu kuruluşlardan aylık alanlardan fakir ve muhtaç durumda bulunanların hane içindeki kişi başına düşen geliri, 16 yaşından büyükler için belirlenen aylık net asgari ücretin üçte birinden az ise sosyal yardımlaşma ve dayanışma yardımı alabilecek. Afetlerden zarar görenler ile şehit yakınları ve gaziler de bu yardımlardan yararlanabilecek.

Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışmayı Teşvik Fonu'ndan yapılan yardımlar, geri ödemeye tabi proje destekleri ile yaşlılık ve özürlülük yardımları, kişinin muvafakati olsa bile haczedilemeyecek.

TBMM Başkanlığı'nca milletvekilleri, yasama organı eski üyeleri ile dışarıdan atanan bakanlara verilen kimlik belgesi, tüm resmi ve özel kuruluşlar tarafından resmi kimlik olarak kabul edilecek.

Başkent Doğalgaz Dağıtım A.Ş'nin yüzde 20 oranındaki hissesi, özelleştirme kapsam ve programına alınarak yüzde 80 oranındaki hissenin satışıyla birlikte özelleştirilecek. Böylece, Ankara Büyükşehir Belediyesi ve EGO Genel Müdürlüğü'nün BOTAŞ'a ve Hazine'ye olan borçlarının bir an önce ödenmesi amaçlanıyor.

TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen kanunla, özelleştirme sonrası elektrik dağıtım şirketlerinin sayısının artmasından kaynaklanan bu şirketlerin yatırım ve işletme faaliyetleri açısından denetlenmesindeki boşluğun giderilmesi, sokak ve caddelerin aydınlatma bedellerinin ödenmesinde yaşanan sorunların giderilmesi amacıyla düzenleme yapılıyor.

Buna göre, elektrik dağıtım şirketlerinin her türlü denetimi Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı'nca yapılacak. Bakanlık bu denetimi, yetkilendireceği kamu kurum ve kuruluşları ile denetim şirketleri aracılığıyla gerçekleştirebilecek. Bu kapsamda düzenlenecek denetim raporları, Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu'na bildirilecek; denetim raporu sonucuna göre gerekli yaptırım ve işlemler Kurul tarafından karara bağlanacak.

-Başkent Doğalgaz'ın özelleştirilmesi-

Ankara Büyükşehir Belediyesi ve bağlı ortaklıklarına ait Başkent Doğalgaz Dağıtım A.Ş'nin sermayesinde bulunan yüzde 20 oranındaki hisse de özelleştirme kapsam ve programına alınarak, yüzde 80 oranındaki hissenin satışı ile birlikte özelleştirilecek. Böylece, potansiyel yatırımcıların bu özelleştirmeye olan ilgilerinin artması ve özelleştirmeden daha fazla gelir sağlanarak Ankara Büyükşehir Belediyesi ve EGO Genel Müdürlüğü'nün BOTAŞ Genel Müdürlüğü ve Hazine'ye olan borçlarının bir an önce ödenmesi amaçlanıyor.

Lisansın verilmesinden itibaren dağıtım şirketinin sistem kullanım bedeli olan 0,05555 dolar/metreküp karşılığı lira ve taşıma bedeli 0,0077 dolar/metreküp karşılığı lira yönündeki tarifenin uygulanmasına; dağıtım şirketinin hisselerinin özelleştirilmesine dair hisse satış sözleşmesinin imza tarihini takip eden 8 yıl süresince devam edilecek.

Kanunla, yatırımların gerçekleştirilmesi aşamasında çeşitli güçlüklerle karşılaşılması nedeniyle taahhüt edilen yatırımları ve istihdamı tam olarak gerçekleştiremeyen yatırımcıların kredi imkanlarından yararlanarak yatırımlarını tamamlamalarına imkan sağlanması ve bu konuda idareler ile yatırımcılar arasında uygulamada ortaya çıkan hukuki ihtilafların giderilmesi amacıyla düzenleme yapılıyor.

Yatırımcılara bedelsiz olarak devredilen ve yükümlülüklerin yerine getirilmemesi nedeniyle devir işlemi iptal edilerek tapuda eski maliki idare adına tescil edilen ancak davası devam eden ve idarece herhangi bir tasarrufta bulunulmamış taşınmazlar hakkında da bu hükümler uygulanacak.

Yatırımcılara bedelsiz olarak verilen ve uzatılan ön izin süreleri ile 49 yıl süreli tesis edilen irtifak hakkı veya verilen kullanma izinlerindeki yatırımı tamamlama süreleri; yükümlülüklerin yatırımcının kusuru dışında kamudan kaynaklanması halinde, öngörülen sürelerin bitim tarihinden itibaren 3 yıla kadar ilave süre verilmek suretiyle uzatılabilecek.

-Sınav için yapılacaklar ihale dışında tutulacak-

ÖSYM'nin kurduğu veya iştirak ettiği şirketten, ÖSYM'nin yapacağı mal ve hizmet alımlarında YÖK'ün uygun görüşü alınmak kaydıyla, sınav faaliyetlerinin yürütülmesine yönelik olarak yapılacak mal ve hizmet alımları, Kamu İhale Kanunu dışında tutulacak.

İlan yapılmayan ihalelerde, ihale dokümanı sadece idare tarafından davet edilenlere satılacak.

Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanun kapsamına giren üretim tesisleri ile elektrik üretimi yapan diğer tesislerin lisansı kapsamındaki inceleme ve denetim, EPDK tarafından yapılacak veya gerektiğinde masrafları ilgililerine ait olmak üzere, EPDK'nın yetkilendireceği denetim şirketlerinden hizmet satın alınabilecek.

-Kamu kurum ve kuruluşları sorgulama yapabilecek-

Kamu kurum ve kuruluşları, Adalet Bakanlığı'nın belirleyeceği usul ve esaslar çerçevesinde, kişilerle ilgili olarak adli sicil ve arşiv kayıtlarında sorgulama yapabilecek. Gerçek kişiler kendileriyle ilgili adli sicil ve arşiv kayıtlarını, yine bakanlığı belirleyeceği usul ve esaslar çerçevesinde, güvenli kimlik doğrulama araçlarını kullanarak sorgulayabilecek, sonucu, fiziki veya elektronik ortamda mercine verebilecek.

-Kamu binalarının özürlüye uygun hale getirmeye erteleme-

Kamu kurum ve kuruluşlarına ait resmi yapılar, yol, kaldırım, yaya geçidi, açık ve yeşil alanlar, spor, sosyal ve kültürel alanlar, gerçek ve tüzel kişilerce yapılar, umuma açık hizmet veren her türlü yapıların, özürlülerin erişilebilirliğine uygun hale getirilmesi için kanunla tanınan 7 yıllık süre, 8 yıla çıkarılacak. Belediye, kamu kurum ve kuruluşları, umuma açık hizmet veren yapı ve açık alanların malikleri ile toplu taşıma araçlarının sahiplerine, eksiklikleri tamamlamaları için 2 yıl daha ek süre verilebilecek.

Umuma açık hizmet veren her türlü yapılar ve açık alanlar ile toplu taşıma araçlarının sahibi olan gerçek ve özel hukuk tüzel kişiler, verilen sürenin sonunda yükümlülüklerini yerine getirmezse her bir tespit için bin liradan 5 bin liraya kadar; belediyeler ile kamu kurum ve kuruluşlarına ise 5 bin liradan 25 bin liraya kadar idari para cezası kesilecek.

Kanunla, gençlik ve spor faaliyetlerinde görev alanların sigorta işlemlerinin yapılmamasından dolayı, kurum ve kuruluşların cezai işlemle karşılaşması önleniyor.

Kanunla, aldıkları disiplin cezaları ortadan kaldırılmakla birlikte, sonradan memuriyete dönmeyenler ile mali imkanlarının yetersizliği nedeniyle borçlanma hakkını kullanamamış mağduriyeti gideriliyor.

GATA dahil, tıp fakültelerinin son sınıfında okuyan öğrenciler, intörn eğitimi döneminde öğretim üyesi rehberliğinde yaptıkları uygulama çalışmaları karşılığında aylık ücret alacak. İntörnlere, 4.350 gösterge rakamının memur aylık katsayısıyla çarpımı sonucu bulunacak tutardaki aylık ücret, 12 ay boyunca ödenecek.

-Yurtdışına giden öğrencilerin dönmesi için teşvik-

Kanunla, resmi burslu olarak yurtdışına gönderilen öğrencilerin öğrenimlerini tamamlamalarından sonra Türkiye'ye geri dönmelerinin teşvik edilmesi amacıyla da düzenleme yapılıyor.

Milletvekilleri ve dışarıdan atanan bakanlara, görevi sona erdiği halde malullük, yaşlılık veya emeklilik aylığı bağlanmayanların emekli kesenekleri ve kurum karşılıklarının 4 yıl süreyle TBMM bütçesinden karşılanmasındaki 60 gün içinde kuruma başvurma süresini geçirenlere, ikinci kez 60 gün içinde başvurma hakkı tanınıyor.

Organize sanayi bölgelerinde açılan mesleki ve teknik eğitim okullarında öğrenim gören öğrencilere, bu amaçla konulan ödenekten eğitim ve öğretim desteği sağlanabilecek.

Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanı, Başkan Yardımcısı, Daire Başkanı ve 1. Hukuk Müşaviri kadrolarına atanabilmek için; ''En az 4 yıllık yükseköğretim kurumlarından mezun olmak, kamu veya özel sektörde atanacağı görev alanıyla ilgili en az beş yıllık iş tecrübesine sahip bulunmak'' şartı aranmayacak.

-Sayıştay denetimi-

Sayıştay Kanunu'na da eklenen fıkralarla, denetimin yürütülmesi ve kamu zararının tespitinde uyulması gereken konular belirleniyor.

Düzenlilik denetimi; kamu idarelerinin gelir, gider ve malları ile bunlara ilişkin mali nitelikteki tüm hesap ve işlemlerinin kanunlara, diğer hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespitini kapsayacak şekilde yapılacak.

Söz konusu hesap ve işlemler dışında kalan diğer işlem ve faaliyetler, düzenlilik denetimi kapsamında değerlendirilemeyecek. Yapılan düzenlilik denetiminin kapsamına ilişkin denetlenen kamu idaresi ile ortaya çıkan görüş farklılıklarının nasıl giderileceği hususu Sayıştay tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecek.

Denetim raporlarında, kamu idaresinin yerine geçerek belirli bir iş ve işlemin yapılmasını veya belirli bir politikanın uygulanmasını zorunlu kılacak, kamu idaresinin takdir yetkisini sınırlayacak veya ortadan kaldıracak görüş ve talep içeren rapor düzenlenemeyecek.

Yapılan denetimler sonucunda, ilgili kanunlar ile bunlara dayanarak çıkarılan tüzük, kararname, yönetmelik ve ilgili kanunlarda uygulamayı yönlendirmek üzere yetkilendirilmiş olan kamu idareleri tarafından yapılan düzenleme ve verilen görüşlere aykırı denetim, rapor olarak düzenlenmeyecek. Ancak bu düzenlemelerin ilgili kanunlara aykırı olduğu kanaatine varılır ve bu hususa Başkanlık tarafından da iştirak edilirse düzenlenen rapor Başkanlıkça ilgili mercilere gönderilecek.

İlgili kamu idaresinin Sayıştay görüşüne katılması halinde, ilgili düzenleme veya görüş, usulüne uygun olarak düzeltilecek. İlgili kamu idaresinin Sayıştay görüşüne katılmaması halinde, Sayıştay tarafından görevlendirilecek 3 uzman denetçi ile ilgili kamu idaresi tarafından görevlendirilecek 2 üyeden oluşacak komisyon tarafından düzenlenecek rapora göre işlem yapılacak.

-ÖSYM şirket kuracak-

''Faaliyetleri ile ilgili şirket kurmak kurulmuş şirketlere ortak olmak'', ÖSYM'nin görevleri arasında sayılacak.

ÖSYM'nin 2 olan başkan yardımcısı sayısı 3'e, 7 olan Yönetim Kurulu üye sayısı 8'e çıkarılacak.

ÖSYM Yönetim Kurulu, Başkanlığın sınav faaliyetlerinin tamamını veya bir kısmını sağlamak üzere şirket kurulmasını veya kurulu şirketlere iştirak edilebilmesini Bakanlar Kurulu'na teklif edebilecek.

ÖSYM'de ''Dış İlişkiler ve İş Geliştirme'' ile ''Sınav Görevlileri Yönetimi'' adlı iki daire başkanlığı kurulacak.

ÖSYM Başkanı ve başkan yardımcıları, kurulan şirketlerde görev alabilecek.

Uludere olayı gibi olaylarda hayatını kaybeden vatandaşların ailelerine ve yaralananların kendilerine aylık ödenecek.

Bazı kanunlarda değişiklik yapan ''torba teklif'', TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı.

Kanuna göre, Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun uyarınca eşinden, çocuklarından, baba veya annesinden dolayı dul ve yetim aylığı hak eden geçici köy korucularından sakatlananların, ölenlerin ise dul ve yetimlerinin Köy Kanunu'na göre aldıkları maaşları kesilmeyecek.

Görevleri sebebiyle malül kalan ve hayatını kaybeden geçici köy korucularının ailelerine ödenen aylık, ilgili kanundan önce malül kalan ve hayatını kaybeden geçici köy korucularının ailelerine de ödenecek. Ancak geçmişe ilişkin ödeme yapılmayacak.

Her derecede polis okulları, askeri okullar ve Milli İstihbarat Teşkilatı hesabına açılan okullarda okumaya hak kazanıp geçici kaydı yapılan veya yaşları 18'in altındaki öğrencilerin terör eylemleri nedeniyle yaşamını kaybetmesi veya malul olmaları durumunda, kendileri veya yakınları aylığa hak kazanabilecek ve diğer haklardan yararlanabilecek.

Harp malulü, görevlerin ifası sırasında, (nöbet, atış, tatbikat, manevra ve benzeri görev ve hizmetler) şehit olan veya vazife malullüğü aylığı almakta iken hayatını kaybeden erbaş ve erlerin anne ve babalarına aylık bağlanmasında malullük ve muhtaçlık şartı aranmayacak. Hayatını kaybeden erbaş ve erler ile yedek subay okulu öğrencilerinin anne ve babasına bağlanan aylığın toplamı, 16 yaşından büyük işçiler için tespit edilen 30 günlük asgari ücretin net tutarından az olamayacak.

Kanunla, Milli istihbarat hizmetleri sınıfındakiler ile sözleşmeli subay, astsubay ve uzman çavuşların ilgili kanununda yer almaması ve sivil vatandaşlar ile köy korucularının sanal intibaklarının nasıl yapılacağına ilişkin hüküm bulunmaması nedeniyle, bu kişilerin mağduriyetinin sözkonusu olduğu vurgulanarak, belirtilen kişilerin kapsama alınmak suretiyle sanal intibaktan yararlanmaları hedefleniyor.

Kanunla, trafik veya yol güvenliği ile tutuklu ve hükümlülerin sevk ve nakillerini sağlayanlar da yaralanmaları, ölmeleri veya sakat kalmaları halinde, Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamına alınıyor.

-Kaçakçılığa ilişkin eylemlerin önlenmesi-

Güven ve asayişi ihlal eden eylemleri önlemeye yönelik görev yapan mülki idare amirlerinin yanısıra, kaçakçılığa ilişkin eylemlerin önlenmesine yönelik görev yapan mülki idare amirleri de Nakdi Tazminat ve Aylık Bağlanması Hakkında Kanun kapsamına alınıyor.

2008 yılının ekim ayından sonra memuriyete başlayan sosyal güvencelilerden, harp malülü olanlar ile Terörle Mücadele Kanunu (TMK) kapsamındaki olaylar sebebiyle aylık bağlanan er ve erbaşlar ile siviller de faizsiz konut kredisinden yararlanabilecek.

TMK'ya göre aylık alan maluller ile hayatını kaybedenlerin dul ve yetimlerine yapılan gayrimenkul hibeleri, veraset ve intikal vergisinden, harçlardan damga vergisinden müstesna tutulacak.

Malül olanların kendileri, hayatını kaybedenlerin ise dul aylığı bağlanan eşi ya da yetim aylığı bağlanan bir çocuğu da faizsiz konut kredisi hakkından yararlanabilecek.

Malül olanların kendileri, hayatını kaybedenlerin ve malül olanların eşleri, anne ve babaları ile bakmakla yükümlü oldukları çocukları demiryollarında, denizyolları şehir hatlarında, belediye ile özel toplu taşıma araçlarında ücretsiz seyahat edecek.

Terör olaylarının önlenmesi, takibi veya etkisiz hale getirilmesi amacıyla yapılan görevler sırasında veya bu görevlere gidiş-dönüşler esnasında meydana gelen kazalarda yaralanan, sakatlanan, hastalanan ya da hayatını kaybedenler TMK'nın ilgili hükümlerinden yararlanacak.

Erbaş ve erlerin tedavileri, sosyal güvenlik kurumu tarafından karşılanacak. Ancak genel sağlık sigortası kapsamında olmayanların giderleri, ilgisine göre Milli Savunma Bakanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı, Sahil Güvenlik Komutanlığı'ndan tahsil edilecek.

-Terör mağdurlarına aylık-

Kanunla, Uludere olayı gibi olaylarda hayatını kaybeden vatandaşların ailelerine ve yaralananların kendilerine aylık ödenecek. Bu kapsamda hayatını kaybeden kişi sayısı yaklaşık 4 bin, yaralanan ise bin kişi.

Buna göre, terör eylemleri sebebiyle malul olan sivil vatandaşların kendileri ile hayatını kaybedenlerin yakınlarına, SGK tarafından aylık bağlanacak. Bu kişilere, malullük durumlarına göre, 16 yaşından büyükler için tespit edilen 30 günlük asgari ücretin net tutarın yüzde 60'ı, yüzde 80'i ve tamamı oranında, aylık bağlanacak.

Bu düzenlemeyle aylığa hak kazananların, diğer mevzuata göre de aylığa hak kazanması halinde, tercih ettikleri aylıkları SGK'ca ödenecek, diğer aylıkları kesilecek. Ancak, iki yönden aylığa hak kazananlara fazla aylıkları ödenecek. Tercih ettikleri aylıklarını alanlar bu isteklerinden dönebilecek. SGK, bu aylıkları her yıl sonunda Maliye Bakanlığı'ndan tahsil edecek.

Terör örgütleri tarafından öldürülen veya yaralanan ile güvenlik kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilen ya da yaralanan terör örgütü mensupları ile bunların yakınlarına ve terör suçundan hüküm giyenlere aylık bağlanmayacak.

Kanunla, terör olayları nedeniyle hayatını kaybedenlerin ya da malül olanların yakınlarına istihdam sağlanmasıyla ilgili hususlar yeniden düzenlenerek, şehidin kardeşleri ile eşi ve çocukları arasında olabilecek huzursuzluk ve mağduriyetler gideriliyor. Şehidin evli ya da bekar olması durumları ayrıca düzenlenerek, istihdam edilen kişi sayısının artırılması amaçlanıyor.

-Dava ve icra takiplerinden feragat edilmesi-

Daha önce her ne şekilde olursa olsun devam eden yargı süreçleri ve icrai takibatlardan feragat edenler, ilgili kuruma başvurmaları durumunda bu kanunun yayımı tarihini takip eden ay başından itibaren durumlarına uygun haklardan yararlandırılacak. Davalardan feragat edilmesi halinde mahkemelerce ilgili kurum lehine hükmedilecek vekalet ücretleri ilgili kurum tarafından tahsil edilmeyecek.

Geriye dönük herhangi bir aylık, aylık farkı, tazminat, tazminat farkı ile ikramiye ve ikramiye farkı ödenmeyecek ve geriye dönük hak talep edilemeyecek.

Kamu kurum ve kuruluşlarıyla mahalli idareler; memur kadroları, sözleşmeli personel ve sürekli işçi kadrolarının yüzde 2'sini terör eylemlerinden etkilenen kişilerin istihdamı için ayırmak zorunda olacak.

Kamu işyerlerinde yüzde 2 eski hükümlü işçi çalıştırma yükümlülüğünden, Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yaralanmış, fakat maaşa hak kazanamayacak derecede malul olan erbaş ve erler de yararlanacak.

-Sivil vatandaşlara aylık-

Terör eylemleri sebebiyle malul olan sivil vatandaşların kendileri ile hayatını kaybedenlerin yakınları, düzenlemenin yayımını takip eden aybaşından itibaren aylığa hak kazanacak. Ancak düzenlemenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki dönemler için ödeme yapılmayacak.

Kanunla, Türk Silahlı Kuvvetleri dışındaki iç güvenlik veya istihbarat hizmetlerinde görevlendirilen kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan uçucu ve dalgıçlara, hayatlarını kaybetmeleri veya malul olmaları durumunda harp malullüğü hükümlerinden yararlanma imkanı getiriliyor.

Terörle mücadele sırasında yaralanan kamu kurum ve kuruluşlarında sosyal güvenceli çalışanlar ile siviller, malullükleri kesinleşinceye kadar her türlü sağlık ve tedavi hizmetinden herhangi bir katkı ve katılım payı alınmaksızın yararlandırılacak.

Terörle mücadele sırasında olmasa da görevleri başında meydana gelen çeşitli olaylarda yaralanan ve bakıma muhtaç durumda olan vazife veya harp malulleri ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki olaylar nedeniyle malul olan köy korucuları da kapsam içine alınacak. İhtiyaç duyduğu her türlü ortez/protez ve diğer iyileştirici ve rehabilite edici araç gereçlerin bedelleri SGK'ca karşılanacak.

Vazife malullüğü aylığı bağlananlardan, malullüklerinin sürekli olduğuna karar verilen iştirakçiler, belirtilen yaş hadlerini doldurduğu tarihe kadar yeniden muayene edilmelerini isteyebilecek. Uçuş veya dalış hizmetleri sırasında malul olanlara ilgili kanunlardaki yardımlar yapılacak.

TMK kapsamında vazife malulü olup sınıf veya görev değiştirenlerden sigortalı olarak çalışmaya devam edenler ile aynı kapsamda çalışmaya devam eden er ve erbaşlara, görevlerinden ayrılmalarına gerek kalmaksızın, emekliye sevk onayına istinaden aylık bağlanacak.

-Özel harekat tazminatı 24 ay ödenecek-

Terörle mücadele esnasında yaralanan ve tedavisi devam eden personele bir yıl süreyle ödenen özel harekat ve operasyon tazminatı, 12 ay yerine 24 ay olarak ödenecek.

Kanunun, şehit yakınları ve gazilerle ilgili düzenlemeleri; AK Parti, CHP ve MHP'nin ortak önergeleriyle kabul edildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1313076&title=torba-teklif-yasalasti-40-bin-ogretmen-atamasi-yapilabilecek&haberSayfa=0
#86
Avukatlık mesleğinden adaylığa geçmek isteyenler için yazılı yarışma sınavı ve mülâkat ile  9-5 dereceli kadrolara 150 idarî yargı hâkim adayı alınacaktır. Başvurular, 25 Haziran 2012 Pazartesi günü başlayacak, 13 Temmuz 2012 Cuma günü mesai saati bitiminde sona erecektir. Yazılı yarışma sınavı, Yükseköğretim Kurulu Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi (ÖSYM) tarafından 2 Eylül 2012 Pazar günü Ankara'da yapılacaktır. Detaylar için lütfen tıklayınız.
#87


Danıştay 1. Dairesi, er Murat Oktay Can'ın ölümüyle ilgili otopsi raporu düzenleyen Fırat Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı'nda görevli 3 doktor ve 1 teknisyen hakkında soruşturma açılmasına karar verdi.

İntihar ettiği ileri sürülen Can'ın Antalya'da yaşayan ailesi karardan memnun. Baba Oktay Can, "Gerçeğin ortaya çıkması için umut verici bir karar." diyor.

Tunceli'nin Hozat ilçesinde 2009 yılında askerlik görevini yaparken intihar ettiği ileri sürülen er Murat Oktay Can'ın ailesi Danıştay'dan gelen haberle umutlandı. Zira aile, oğullarının intihar ettiğine hiç inanmıyordu. Baba Oktay Can, oğlunun intihar etmediğini, komutanı tarafından vurulduğunu iddia etmişti. Konuyu yargıya taşıdı ancak Elazığ 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığı ile Malatya 2. Ordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi, olayla ilgili kovuşturmaya yer olmadığına karar verdi. Ancak aile olayın peşini bırakmadı. Baba, oğlunun ölümüyle ilgili otopsi raporunu düzenleyenler hakkında, 'suç delillerini yok ederek, gizleyerek ve değiştirerek otopsi raporu düzenledikleri, görevlerini kötüye kullandıkları' iddiasıyla şikâyetçi oldu. Otopsiyi yapan Fırat Üniversitesi, 3 doktor ve 1 teknisyen hakkında yargılanmama kararı aldı. Bu kararın ardından aile Danıştay'a başvurdu. Danıştay 1. Dairesi de 3 doktor ve 1 teknisyen hakkında soruşturma açılmasına karar verdi.

YÜZÜNE İKİ KEZ NASIL SİLAH SIKIYOR!

Baba Oktay Can, bu kararın kendilerini mutlu ettiğini kaydetti. Oğlunun intihar etmediğini ve cinayete kurban gittiğini savundu. Can, "Gerçeğin ortaya çıkması için umut verici bir karar. Soruşturmanın ardından doktor ve teknisyenin suçlu bulunacağına inanıyorum. Çünkü oğlumun olay yeri fotoğraflarında yüzünde 2 mermi deliği görülmesine rağmen otopsiye göre tek mermi deliği bulunduğu bildiriliyor. Bu diğer delik ne oldu da kayboldu? Oğluma estetik yapmışlar. İntihar eden bir kişi nasıl 2 kere yüzüne ateş edebilir?'' dedi. Anne Süsember Can ise oğlunun intihar etmeyecek kadar neşeli, güler yüzlü ve hayata bağlı olduğunu belirtti. Oğlunu vatan için askere gönderdiğini belirten Can, "O benim gülümdü. Benim gülümü soldurdular. Komutanı tarafından vurulduğu ortada. Oğlumu vuranlar cezalandırılsın.'' diye konuştu. ANTALYA AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1312340&title=supheli-olume-intihar-raporu-veren-3-doktora-sorusturma-izni
#88
Dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden GlaxoSmithKline bazı ilaçlar hakkında hatalı bilgi verdiği gerekçesiyle 3 milyar dolarlık rekor tazminat ödeyecek.

GlaxoSmithKline'e tazminat şoku

Dünyanın en büyük ilaç şirketlerinden GlaxoSmithKline, hakkında devam eden yolsuzluk davasında 3 milyar dolar bedel ödeyerek uzlaşma sağlamayı kabul etti.

Şirket; Paxil, Wellbutrin ve Avandia isimli ilaçları tıbbi güvenliği konusunda ilgili makamlara yeterli bilgilendirme yapmadan piyasaya sunmakla suçlanıyordu.

Soruşturmayı yürüten savcı vekili Stuart Delery, yaptığı açıklamada, insan hayatıyla oynayan bir anlayışa tolerans göstermenin söz konusu olamayacağını kaydetti:

"Sağlık sisteminde dolandırıcılık, hayatımıza her yönden dokunan bir salgın. Ve dahası, ilaç endüstrisinin bunları sadece ticaret hayatının olağan bir parçası olarak gördüğünü duyuyoruz. İşte bu yüzden yargı, mümkün olan her yolla sağlıkta dolandırıcılığa meydan vermemek için mücadeleye kararlı."

Öte yandan şirket, ciddi yan etkilerine rağmen doktarların bu ilaçları reçetelerine yazması için rüşvete başvurmaktan suçlu bulundu.

Uzman yorumları, insan hayatının nasıl hiçe sayıldığını ortaya koyuyor:

"Avandia kullanımıyla ilintili olarak 50 bin ile 100 bin arasında diabet hastasında, beklenmedik, istenmeyen kalp krizi vakasına rastlandı. Bu ilaç çok fazla insanın canını yaktı."

Euronews'ın haberine göre; Amerika Birleşik Devletleri'nde şimdiye kadarki en büyük sağlık yolsuzluğu davasında GlaxoSmithKline'ın ödemeyi kabul ettiği bedelin 1 milyar dolarının suç cezası, kalan kısmının ise sivil ceza kapsamında olduğu bildirildi.

Kaynak: AA
http://www.haber7.com/ekonomi/haber/898542-ilac-devi-glaxosmithklinea-tazminat-soku
#89
T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
2009/7-160 E.
2009/264 K.N.

DAVA: Sanığın 4733 sayılı Yasa'nm 8/1. maddesi gereğince 3 yıl hapis ve 459.708.000 TL ağır para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin (Kadıköy Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesi)'nce verilen 07.09.2004 gün ve 131796 sayılı hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay C.Başsavcılığı'nın 06.06.2005 günlü yazısıyla 5320 sayılı Yasa'nın 8. maddesi uyarınca iade edilmiş,

(Kadıköy Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesi)Yine 25.10.2005 gün ve 636-932 sayı ile; yeni yasaların sanık lehine hükümler getirmediği kabul edilerek, hükümdeki ağır para cezasının adli para cezasına dönüştürülmesi ve miktarının da 458 YTL olarak belirlenmesi suretiyle, sanığın yine aynı şekilde cezalandırılmasına karar verilmiştir.

Sanık müdafii tarafından temyiz edilen bu hüküm ise, dosyayı inceleyen Yargıtay Yedinci Ceza Dairesi'nce 19.03.2009 gün ve 8913-4357 sayı ile;

"K... Y... Caddesi G... Sokak içerisinde 12 sayılı yerin giriş katında sahte rakı imalatı yapan bir şahıs bulunduğunun ihbar edilmesi üzerine belirtilen adreste yapılan aramada, birinin yarısı, diğerinin tamamı dolu iki adet 750 litrelik varil içinde saf alkol, bir adet rakı ve votka şişelerinin kapaklarını sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu elektrikli makine, kapakları düzeltmede kullanılan elektrikli ve motorlu makineler, varille bağlantılı şekilde musluklar ve bunlara bağlı hortumlarla birlikte birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu makine, 12 adet 30 litre kapasiteli boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit edilip zaptedilmiş, bunun üzerine sanık hakkında kamu davası açılmış olup, yapılan yargılama sonunda mahkumiyet hükmü kurulmuştur.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 29.11.2005 gün 2005/7-144 esas 2005/150 sayılı kararında da belirtildiği gibi;

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 20. maddesinin ikinci fıkrasında: ' Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz' denilmektedir.

Yine Anayasanın 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanunla değişik konut dokunulmazlığı başlıklı 21. maddesine göre 'Kimsenin konutuna dokunulamaz. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.'

Anayasanın 38. maddesine 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı Kanunla eklenen 5. fıkrası da 'Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez' hükmünü içermektedir.

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nm 97. maddesine görey Aramaya karar vermek salahiyeti hakimindir. Ancak tehirinde mazarrat umulan hallerde Cumhuriyet Savcıları ve Savcıların muavini sıfatıyla emirlerini icraya memur olan zabıta memurları arama yapabilirler.

Hakim veya Cumhuriyet Savcısı hazır olmaksızın süknada veya iş görmeğe mahsus mahaller ile kapalı yerlerde aramada bulunabilmek için o mahal ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.

Yukarıdaki fıkrada gösterilen takayyüt 96. maddenin ikinci fıkrasında yazılı mahallere şamil değildir' hükmü, anılan Yasa'nın 254. maddesine 3842 sayılı Kanunla eklenen 2. fıkrasında ise Soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz' amir hükmü mevcuttur.

Yine bu konuda arama işlemi sırasında yürürlükte bulunan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 5. maddesinde^Adli arama, bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin, özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, etrafı çevrili diğer mahallerinde, üzerinde, özel kağıtlarında, eşyasında, aracında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir' kuralı, aynı Yönetmeliğin 7. maddesinde ise xAd/i aramaya karar vermek yetkisi hakimindir. Kolluk, arama kararı alınması için makul şüphe sebep/erini belirten ayrıntılı ve gerekçe/i bir rapor hazırlar ve Cumhuriyet Savcısına başvurur. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet Savcısının yazılı emri veya bu emrin alınamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kağıtları, eşyası ve aracı aranamaz, konutuna girilemez ve buradaki eşyaya el konulamaz. Cumhuriyet Başsavcılıklarınca, arama ile ilgili kararları vermek üzere, yirmidört saat süreyle bir nöbetçi Cumhuriyet Savcısı görevlendirilir Yetkili merciin yazılı emri yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar'hükümleri yer almaktadır.

Yine suç tarihi itibariyle yürürlükte olan 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu'nun 2. maddesinin 3. fıkrasının VIII. bendinde 'Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda, zabıta tarafından suç delillerinin tesbiti veya suç faillerinin yakalanması maksadiyle yapılacak aramalar için, ... Yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirler derhal yerine getirilir', anılan Yasa'nın 9. maddesinin 2. fıkrasında ise polis, kamu düzenini ve anayasal hak ve özgürlükleri korumak bakımından zorunlu ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, il sınırları içinde valinin, ilçe sınırları içinde kaymakamın, somut olay ve gereksinimler için her seferinde yeniden vereceği emirle: ... sayılan eylemlerle ilgili kişileri ele geçirmek amacıyla, kişilerin üstlerini, araçlarını ve eşyasını arar, suç unsuru gördüklerine el koyar, evrakıyla birlikte adalete teslim eder.

Vali ve kaymakamın arama ve el koymaya ilişkin emri yazıyla verilir. İvedi durumlarda sözlü olarak verilen emrin en kısa zamanda yazı ile doğrulanacağı hükme bağlanmıştır.

Görüldüğü gibi 2559 sayılı PVSK'nın anılan 9. maddesinin henüz 03.10.2001 tarihli Anayasa değişikliğine paralel olarak 4771 sayılı Kanunla değiştirilmeden önceki haliyle bile "suç delillerinin tespiti veya suç faillerinin yakalanması maksadıyla yapılacak aramalar için, maddede tek tek sayılan yer ve şartlarda, vali veya kaymakamın yazılı emri ile; ivedi durumlarda sözlü olarak verilen emrin en kısa zamanda yazı ile doğrulanması şartıyla polisin, ancak kişilerin üstlerini, araçlarını ve eşyasını arayabileceği' düzenlenmiştir.

Kaldı ki 2559 sayılı PVSK'nın anılan 9. maddesi de 03.08.2002 tarih ve 4771 sayılı Kanunla değiştirilerek Anayasalın 21 ve CMUK'nın 97. maddeleriyle uyumlu hale getirilmiştir.

Hukuk devleti, Anayasa Mahkemesi'nin pek çok kararında vurguladığı gibi bütün faaliyetlerinde hukukun egemen olduğu devlettir Bu bağlamda devlet; vatandaşına her an gözaltına alınabileceği, sorgulanabileceği, evinde, işyerinde arama yapılabileceği endişesini yaşatmamalıdır. Aksine, güvenlik içerisinde özgür ve onurlu bir yaşam sunmayı amaçlamalıdır (7. C.D. 20.06.2005gün ve 2003/3539 E-2005/8098 sayılı kararı)

Buna göre somut olay değerlendirildiğinde; alınan ihbar üzerine suç tarihinde yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK'nın 97. maddesi uyarınca hakimden alınacak arama kararı ile ya da gecikmesinde sakınca varsa bu husus belirtilerek yetkili merciin yazılı veya sözlü arama emri ile sanığın işyerinde (deposunda) arama yapılması gerekirken, ilçe merkezinde, gecikmesinde ne gibi sakınca olduğu da belirtilmeden, hakim kararı da olmaksızın hukuka aykırı bir şekilde arama sonucu elde edilen delile dayanılarak sanığın mahkumiyetine karar verilmesi,

Kabule göre de;

Ele geçirilen maddelerin sahte rakı olup olmadığı kimyasal yönden araştırılıp bilirkişi raporu alınmadan sadece zabıt mümzilerinin beyanına dayanılarak eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi" isabetsizliklerinden oyçokluğuyla bozulmuştur.

Daire Üyesi Orhan Koçak; 'Sanığın haklarının ihlal edilmesi halinde, suçun topluma verdiği zarar ile devlet görevlilerinin sanığa ait hakları ihlal etmelerinden doğan kişisel ve toplumsal zarar karşılaştırılarak sanığın topluma verdiği zarar daha fazla ise hukuka aykırı olarak elde edilen deliller yargılamada delil olarak kullanılmalı, aksi takdirde değerlendirme dışı bırakılmalıdır.

İnsan haklarını korumak amacıyla yasaya konulan kanuna aykırı elde edilen delillerin, delil olarak kabul edilemeyeceği hükmü hukuk devleti ilkesinin diğer iki unsuru olan adaleti ve hukuki güvenliği gerçekleştirmeyi en-gellememelidir. Doktrin (Bahri Öztürk, Yenisey, Delil Yasakları, sh. 44-45) ve Yargıtay Genel Kurul Kararları (15.03.2005gün ve 2005/10-15/29, 26.06.2007 gün ve 2007/7-147/159 sayılı kararları) ve İnsan Hakları Mahkemesi kararları da bu doğrultuda görüş belirtiyor. İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma zorunluluğu milletlerarası anlaşmalarla kabul edildiğinden Anayasalın 90/son fıkrası uyarınca da bu kurallar en üstün kural olduğundan İnsan Hakları Mahkemesinin kabul ettiği ölçülülük ilkesini gözetmek zorundayız.

Somut olayımızda da güvenlik görevlilerinin depoda yaptığı arama sonucu sahte rakı imalatı ile ilgili aletler ve alkol ele geçmiştir. Yapılan ara malarda ki usulsüzlük ile sanığın hakları mı daha çok ihlal ediliyor, yoksa ürettiği sahte rakılarla birçok insanın ölmesine sebebiyet vererek toplumsal zarar mı daha çok ihlal edilmiş oluyor? Yaşam hakkı, konut dokunulmazlığından daha üstün bir hak olduğundan, o hak lehine karar verilerek ele geçen deliller delil olarak değerlendirilmelidir. Kaldı ki sanığın arama yapılırken birtakım haklarının ihlal edildiğine ilişkin bir yakınması da olmamıştır.

Kabule göre yapılan bozma da yerinde değildir. Zira işyerinde aletler, boş rakı şişeleri ve bol miktarda alkol yakalanmıştır.

İzah edilen nedenlerle sayın çoğunluğun bozma düşüncelerine katılmıyorum. Sanığın ifadesinde depo sahibi olarak belirtildiği Cengiz din-lenilerek sonucuna göre karar verilmesi gerektiği" görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay C.Başsavcılığınca 29.06.2009 gün ve 221255 sayı ile;

* İstanbul K.. K... Y... 12 sayılı yerin giriş katında sahte rakı imal eden bir şahsın bulunduğunun ihbarı üzerine bu yerin polis tarafından gözetlendiği, bu sırada içeriye giren şahsın bir saat kadar kaldığı ve çıkmadığı anlaşılınca kapı zilinin polis tarafından çalındığı ve kapıyı sanığın açtığında içeriden kuvvetli bir şekilde alkol kokusunun geldiği, aramada sahte rakı imalatına yarayan eşyalar, imalde kullanılan alkol, boş rakı şişeleri bulunması sonucunda tutanak tanzim edildiği, aynı gün poliste alınan ifadesindex kendisinin nakliye işi yaptığını, daha önceleri bir defa sahte rakı pazarlamak, üç defa sahte rakı imal etmek ve piyasaya sürmek suçlarından yakalandığını, bulunduğu yerin şu anda cezaevinde olan Cengiz isimli şahsa ait olduğunu, bu şahsın burada sahte rakı imal ettiğini, kendisinin de talebi halinde birahaneler önünden toplamış olduğu boş şişeleri buraya aracıyla taşımasını yaptığını, olay günü de daha önceden bu şahsa bırakmış olduğu bidonları almaya geldiğini, bu esnada görevlilerce yakalandığını', savcılık ifadesinde ise ySu pazarladığını, olay yerine su bıraktığını, o sırada polislerin geldiğini', duruşmada ise Su pazarlamacılığı yaptığını, Cengiz'e su verdiğini, boş su bidonlarını almaya geldiğinde tesadüfen polislerin geldiğini'ifade etmiştir.

Yapılan araştırmada Cengiz diye bir kişinin sanığın belirttiği cezaevinde tutuklu bulunmadığı anlaşılmıştır.

Adli sicil kayıtlarının incelemesinde sanığın sahte rakı bulundurmak suçundan ceza kararnamesi ile cezalandırıldığı, polis kayıtlarında ise, sahte rakı pazarlamak, sahte rakı imal edip piyasaya sürmek suçlarından giriş kayıtları olduğu tespit edilmiştir.

Sanık beyanları ve olay tutanakları incelendiğinde; sanığın bir anahtar olmadan depoya girmesinin mümkün olmadığı düşünüldüğünde, maddi olaya göre olay tutanağı ve ihbar ile olay yerine gelindiğinde şahsın içeriye girdiği, bir saat çıkmayınca kapı zilinin polis tarafından çalınması sonucu kapıyı açtığı ve ilk ifadesinde boş şişeleri taşıdığını da belirtmesi, ifadesinde bahsi geçen Cengiz isimli şahsın bulunmadığı da dikkate alındığında sanığın tevil// ikrarının bulunduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla olay yerinde bulunan depoda hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama sonunda ele geçirilen delilin hükme esas alınmayacağı konusunda Yargıtay Özel Dairesi ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında görüş farklılığı bulunmadığı, ancak hukuka aykırı aramada elde edilen maddi delil dışındaki diğer delillerin, yani telefon ihbarı ile sanığın tevilli ikrarının somut olayda mahkumiyet için yeterli olup olmadığının Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 144-150 esas karar sayılı ilamı ışığında tartışılması gerekmektedir.

Sanığın tevilli ikrarı özgür idaresine dayalıdır. Beyanının ciddiyetini ve doğacak sonuçlarını bilmektedir, tevilli ikrarı diğer delillerle ve emarelerle desteklenmektedir.

Sanığın tevilli ikrarının delil değeri evvelce sahte rakı imalinden mahkumiyetinin ve yakalanmasının bulunması ve depoya kendinde mevcut bulunan anahtarla girmesi, zili çalan polislere kapıyı kendisinin açması, içerideki rakı imalinde kullanılan aletlere, şiddetli alkol kokusunu görmemesi ve bilmemesinin mümkün olmaması nedenleri ile delil değeri taşımaktadır.

Bu tespitler birlikte değerlendirildiğinde, ihbar üzerine başlatılan so-ruşturma sürecinde sanığın ihbarla uyumlu tevilli ikrarı karşısında sanığın sahte rakı imal etmek suçunun sübuta erdiği anlaşılmıştır, "gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurularak, Yargıtay Yedinci Ceza Dairesi'nin 19.03.2009 tarih ve 8913-4357 sayılı kararının kaldırılarak yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi talep olunmuştur.

Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığı'na gönderilmekle, Ceza Genel Kuru-lu'nca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, hukuka aykırı aramada elde edilen maddi kanıtlar dışındaki diğer kanıtların mahkumiyet için yeterli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

Yerel mahkemece, sanığın sahte rakı imal etmek suçunun sabit olduğu kabul edilerek, cezalandırılmasına karar verilmiş, Özel Daire'ce "hüküm hukuka aykırı bir şekilde arama sonucu elde edilen kanıta dayanılarak sanığın mahkumiyetine karar verilmesinin isabetsiz olduğu, kabule göre de ele geçirilen maddelerin sahte rakı olup olmadığının kimyasal yönden araştırılıp bilirkişi raporu alınmadan sadece zabıt mümzilerinin beyanına dayanılarak eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi' isabetsizliklerinden oyçokluğuyla bozulmuştur.

Yargıtay C.Başsavcılığı'nca arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama sonunda ele geçirilen kanıtın hükme esas alınmayacağı kabul edilmekle birlikte, ihbar üzerine başlatılan soruşturma sürecinde sanığın ihbarla uyumlu tevilli ikrarı karşısında sanığın sahte rakı imal etmek suçunun sübuta erdiği, gerekçeleriyle itiraz yasa yoluna başvurulmuştur.

Esas itibariyle, soruşturma ve kovuşturma işlemleri, gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan usul kurallarına uygun olmalıdır. Bu bakımdan, somut olaydaki aramanın hukuka uygun olup olmadığı hususu, işlemin gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümler gözetilmek suretiyle saptanmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 20. maddesinin işlem tarihinde yürürlükte bulunan ikinci fıkrasında: "Kanunun açıkça gösterdiği hallerde, usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınan merciin emri bulunmadıkça, kimsenin üstü, özel kağıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz" denilmektedir.

Yine arama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 97. maddesinde: "Aramaya karar vermek salahiyeti hakimindir. Ancak tehirinde mazarrat umulan hallerde Cumhuriyet Savcıları ve Savcıların muavini sıfatiyle emirlerini icraya memur olan zabıta memurları arama yapabilirler" hükmü yer almaktadır.

2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu'nun arama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan 2. maddesinde ise; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlarda, zabıta tarafından suç delillerinin tespiti veya suç faillerinin yakalanması maksadıyla yapılacak aramalar için, yetkili amir tarafından verilecek sözlü emirlerin derhal yerine getirileceği belir-tilmektedir. Ancak, gecikmede sakınca bulunması nedeniyle kolluğun arama yetkisinin doğması halinde yapılacak uygulamaya ilişkin olan bu hüküm, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun, aramanın koşulları ile yöntemini düzenleyen ve arama kararı veya emri vermeye yetkili mercileri belirleyen hükümlerini ortadan kaldıran veya değiştiren bir düzenleme niteliğinde kabul edilemez.

Arama işlemi sırasında yürürlükte bulunan Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 5. maddesinde; "Adli arama, bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin, özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, etrafı çevrili diğer mahallerinde, üzerinde, özel kağıtlarında, eşyasında, aracında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir''şeklinde tanımlanmış, adli aramalara karar ve emir verme yetkisi başlıklı Yönetmeliğin 7. maddesinde ise; "Adli aramaya karar vermek yetkisi hakimindir. Kolluk, arama kararı alınması için makul şüphe sebeplerini belirten ayrıntılı ve gerekçeli bir rapor hazırlar ve Cumhuriyet savcısına başvurur.

Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri veya bu emrin alınamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kağıtları, eşyası ve aracı aranamaz, konutuna girilemez ve buradaki eşyaya el konulamaz.

Cumhuriyet Başsavcılıklarınca, arama ile ilgili kararları vermek üzere, yirmidört saat süreyle bir nöbetçi Cumhuriyet savcısı görevlendirilir.

Yetkili merciin yazılı emri yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar'' hükmüne yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi, arama işleminin yapıldığı tarihteki yasal düzenlemelere göre, arama ancak hakim kararıyla mümkündür. C.Savcıları ile onun yardımcısı sıfatıyla emirlerini yerine getirmekle görevli kolluğun arama emri yetkisi istisnai olup, bu yetkinin doğması için bir ön koşul olarak, gecikmesinde sakınca umulan halin gerçekleşmesi gerekir. Gecikmede sakınca bulunduğundan söz edebilmek için de, ilgilinin hakime başvurup karar aldıktan sonra tedbiri uygulamak istemesi halinde o tedbirin uygulanamaz duruma düşmesi ya da uygulanması halinde dahi beklenen faydayı vermemesi söz konusu olmalıdır.

Somut olayda şüphelinin işyeri olduğu iddia edilen yerde, sahte rakı imal edildiğinin ihbarı üzerine, hakim kararı alınmaksızın, yapılan aramada birinin yarısı, diğerinin tamamı dolu iki adet 750 litrelik varil içinde saf alkol, bir adet rakı ve votka şişelerinin kapaklarını sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu elektrikli makine, kapakları düzeltmede kullanılan elektrikli ve motorlu makineler, varille bağlantılı şekilde musluklar ve bunlara bağlı hortumlarla birlikte birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu makine, 12 adet 30 litre kapasiteli boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit edilip zaptedilmiş ise de, düzenlenen tutanakta gecikmede sakınca bulunduğuna ilişkin hiçbir belirlemeye yer verilmediği gibi, dosya içeriğinde de, gerçekleştirilen arama için hakim kararı alınmasının gecikme yaratacağını ve bunun da sakınca doğuracağını düşündürecek bir belge ve bilgi de bulunmamaktadır. Dolayısıyla, kolluğun arama konusundaki istisnai yetkisinin doğabilmesi için gereken yasal koşullar oluşmadan gerçekleştirdiği arama işleminin hukuka aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

Somut olaydaki hukuka aykırılığı bu şekilde saptadıktan sonra, hukuka aykırı biçimde elde edilen kanıtın ceza yargılamasında kullanılıp kullanılamayacağı sorununu inceleyecek olursak;

Ceza yargılaması hukukumuzda delillerle ilgili geçerli ilke, "delil serbestisi" prensibidir. Bu nedenle, ceza yargılaması hukukunda, medeni yargılama hukukundan farklı olarak, her şey kanıt olarak kabul edilebilmektedir. Öte yandan, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nun 254. maddesinin birinci fıkrasında; "Mahkeme irat ve ikame edilen delilleri, duruşmadan ve tahkikattan edineceği kanaate göre takdir ederf/ denilmekle, yargılama sürecinde sunulan ve toplanan kanıtlardan çıkarım yapılması yargıçların takdirine bırakılmıştır. Ancak hem "delil serbestisi" hem de "delillerin yargıçların kanaatine göre takdir edilmesi" ilkelerinin belli sınırları bulunmaktadır. Bunlardan biri de, mahkemenin, ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabilecek olmasıdır. Başka bir deyişle, hukuk düzeninin yasakladığı yöntemlerle toplanan kanıtlar mahkemece dikkate alınamazlar. Temel hak ve hürriyetlere yasadışı müdahale suretiyle elde edilen delillerin davalarda hükme esas alınmasının hukuka aykırı sayılması ise, çağdaş hukuk sistemlerinin bazılarında yargısal ilkeler, kimilerinde de pozitif hukuk normları sayesinde mümkün olabilmektedir.

Bu konuda mukayeseli hukuk incelendiğinde ana hatlarıyla iki eğilim veya sistem göze çarpmaktadır.

Bunlardan ilki Anglo-Amerikan ceza adalet sistemi olup, bu sistemde, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen kanıtlar, hukuka aykırılığın boyutuna bakılmaksızın değerlendirme yasağı kapsamındadır. Mutlak değerlendirme yasağının benimsendiği bu sistemde, hukuka aykırılığın boyutu ile herhangi bir temel hak veya özgürlüğü zedeleyip zedelemediği önemli olmadığı gibi, delil elde edilirken, yapılan hukuka aykırılık nedeniyle sanığın hangi hakkının ihlal edildiği ile de ilgilenilmez. Hukuka aykırı yollarla elde edilmiş bir kanıt varsa, artık o kanıt kullanılamaz. Bu sisteme yöneltilen en büyük eleştiri, kolluğu disipline etmeyi amaçlayan bu uygulamanın, adalet sistemini kilitleyebileceği ve toplumun adalet duygusunu inciten sonuçların ortaya çıkmasına yol açabileceğidir.

İkinci sistem ise, nisbi değerlendirme yasağını öngören ve Kara Avrupası'nda egemen olan sistemdir. Bu sistemde, ihlal edilen kuralın koruduğu hukuki değerden yola çıkılmak suretiyle, yalnızca temel haklar ihlal edilerek elde edilen kanıtların değerlendirilemeyeceği, yasanın mutlak aykırılık olarak öngördüğü ihlaller dışındaki aykırılıkların ise yasak kapsamında bulunup bulunmadığının, her somut olayda hakim tarafından değerlendirileceği kabul edilmektedir.

Bu konuda birçok teori ileri sürülmüş, bu teorik yaklaşımlar, hakların dengelenmesi, hakların karşılaştırılması, değerlerin tartımı şeklinde adlandırılmıştır. Kara Avrupası sisteminde, korunan değerler ile ihlal edilen değerlerin birbiriyle kıyaslanması suretiyle gerçeği bulmadaki toplumsal çıkar ile ihlal edilen yargılama kuralının etkilediği hak veya yarar karşılaştırılarak, bu kanıtın hükme esas alınıp alınamayacağının belirlenmesi gerektiği yaklaşımı baskın görüş olarak kabul edilmiştir. (Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi, 6. Baskı, Sh. 654 vd.)

Bu konuyla ilgili olarak ülkemizdeki duruma gelince;

Duraksamadan belirtmek gerekir ki, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile getirilen yargılama sisteminde eskiden bu yana pozitif hukuk normu olarak bazı kanıt yasakları da mevcuttur. Tanıklıktan ve yeminden çekinme hakkını kullanmış bulunanların önceden verdikleri ifadelerin duruşmada okunamayacağı (CYUY m. 47 vd., 245), dolayısıyla bu açıklamaların yapılmamış varsayılması gerektiği ve kararda bunlara dayanılamayacagı yolundaki ilke bunlardan biridir. Ancak bu münferit hükümlere karşın, 1992 yılına kadar kanıt yasakları konusu CYUY'de genel bir ilke biçiminde düzenlenmemiştir. Konuyu düzenleyen açık bir pozitif hukuk normu mevcut olmadığından, bu tarihten önceki süreçte mahkemeler, içtihadı' ilkelerle hukuka aykırı kanıtlar konusunda çözüm geliştirmişlerdir. Örneğin; Askeri Yargıtay İkinci Dairesi 26.04.1973 tarihli bir kararında "...kanuna, ahlaka ve genel adaba aykırı surette toplanan delilleri, hakim, telakki etmekten kaçınmak zorundadır" görüşüne yer vermiştir.

Ancak, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası'nda 18.11.1992 gün ve 3842 sayılı Yasa ile değişiklik yapılarak Yasa'ya iki önemli hüküm eklenmiştir. Bunlardan ilki, Yasa'nın 135/a maddesidir. Yasa'nın 135. maddesinde ifade alma ve sorguya çekmenin yöntemi düzenlenmiş, 135/a maddesinde ise, ifade ve açıklamaların özgür iradeye dayanması gerektiği belirtildikten sonra, bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, zorla ilaç verme, yorma, aldatma, bedensel cebir ve şiddette bulunma, bazı araçlar uygulama gibi iradeyi bozan bedeni veya ruhi müdahalelerin yapılamayacağı, yasaya aykırı menfaat vaat edilemeyeceği belirtilerek, bu ve benzeri uygulamalar yasak sorgu yöntemleri olarak sayılmış, ayrıca "bu yasak yöntemlerle elde edilen ifadelerin rıza olsa dahi delil olarak değerlendirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Konumuzu ilgilendiren asıl değişiklik ise CYUY'nin 254. maddesine eklenen ikinci fıkradaki; "soruşturma ve kovuşturma organlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınmaz" emredici kuralıdır. Delil yasakları ile ilgili genel ve kapsayıcı nitelikteki bu ilke uyarınca, hükme esas alınması mümkün bulunmayan deliller, "hukuka aykırı biçimde elde edilen deliller" dir. Nitekim, Ceza Genel Kurulu'nun 08.04.2003 gün ve 30-98 sayılı kararında; suç örgütü ile ilgili soruşturmada telefon konuşmalarının hakim kararı olmaksızın dinlendiği ve kayda alındığına işaret edilmek suretiyle, "...1412 sayılı CYUY'nin 254. maddesinin açık hükmü uyarınca, hukuka uygun olarak elde edildiği saptanamayan bu ses kayıtlarının kanıt olarak hükme esas alınamayacağı" belirtilmiştir.

Öğretide de,

Centel/Zafer; "1412 sayılı Yasa'da, delil ayrımı yapılmaksızın ve hukuka aykırılığın boyutuna bakılmaksızın, tüm hukuka aykırı delillerin, değerlendirme dışı bırakılması emredilmiştir. O halde yasa koyucu Anglo-Amerikan sistemini benimseyerek, tüm hukuka aykırı deliller için mutlak bir değerlendirme yasağı kabul etmeyi tercih etmiştir." şeklindeki açıklamalarla, 1412 sayılı CYUY'nin 254/2. maddesinde mutlak değerlendirme yasağının öngörüldüğünü belirtmişlerdir. (CENTEL, Nur/ZAFER, Hamide; Ceza Muhakemesi Hukuku, 6. Bası, sh. 697 vd.)

Aynı şekilde Çınar; "...bunun anlamı hiçbir biçimde hukuka aykırı kanıtın hükme etki edemeyeceği, yok sayılacağıdır. Hukuka aykırı kanıtların dolaylı ya da bir başka deyişle uzak etkisi de kabul edilemez. Yani zehirli ağacın meyvesi de zehirli olur, çünkü CYUY'nin 254/2. maddesi, hukuka aykırı kanıtlar ve bu kanıtlar aracılığıyla elde edilen diğer kanıtlar ayrımı yapmadan hepsini hukuka aykırı kanıtlar kapsamına alarak bunların yargılamada değerlendirilemeyeceğini öngörmüştür" (ÇINAR/A.Rıza; Hukuka Aykırı Kanıtlar, TBB Dergisi, Sayı 55, sh. 41 vd.)

Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Öztürk ise; "Anglo-Amerikan Hukukunda zehirli ağacın meyveleri olarak anılan delil yasaklarının uzak (dolaylı) etkisi tartışmalı bir konudur, konu Almanya'da da tartışmalıdır. Eski CMK 254'e 3842 sayılı Kanunla ithal edilen ve "hukuka aykırı şekilde elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağını" mutlak bir şekilde öngören düzenleme karşısında delil yasaklarının uzak (dolaylı) etkisi meselesi Türk Ceza Muhakemesi Hukuku bakımından da halledilmiş, yeni CMK m. 277/2 de bu kanaati büsbütün pekiştirmektedir" şeklindeki açıklamalarla, delil yasaklarının kapsamını belirtmişler, (ÖZTÜRK, Bahri; Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, sh. 373)

İçel-Yenisey de, 3842 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle hukuka aykırı delil kavramının getirildiğini, yasa koyucunun bu hükümle, Kıta Avrupası hukuk sisteminin içine Anglo-Amerikan hukuk sistemine ait bazı öğeleri yerleştirdiğini ifade etmişlerdir. (İÇEL, Kayıhan/YENİSEY, Feridun; Karşılaştırmalı ve Uygulamalı Ceza Kanunları, 4. Baskı, sh. 1133)

Öte yandan, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 148. maddesinde de ifade alma ve sorgudaki yasak usuller örnekseme yoluyla ve sayılanlarla sınırlı olmayacak biçimde gösterilmiş, ayrıca önceki yasal düzenlemeye benzer biçimde, "yasak usullerle elde edilen ifadelerin rıza ile verilmiş olsa dahi delil olarak değerlendirilemeyeceğr hükme bağlanmıştır. Keza 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması halinde reddolunacagı ifade edilmiş, 217. maddenin ikinci fıkrasında ise, "yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceğiff belirtilmiştir. Madde metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, yeni ceza yargılama sistemimizde de ispat aracı olarak kabul edilmemiştir. Kaldı ki, 230. maddenin birinci fıkrası uyarınca, mahkumiyet hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur.

"Yasadışılıktan" daha geniş bir içeriğe sahip olan "hukuka aykırılık kavramanın çerçevesi ve kapsamı saptanırken, gerek pozitif hukuk metinlerine gerekse kişilerin temel hak ve hürriyetlerine ilişkin evrensel hukuk ilkelerine aykırılık bulunup bulunmadığı gözetilmen ve aykırılığın varlığı halinde hukuka aykırılığın mevcudiyeti kabul edilmelidir. Bu kavram, Anayasa Mahkemesi'nin 22.06.2001 gün ve 2-2 sayılı kararında da benzer biçimde tanımlanmıştır.

Sözü edilen kararda: "Hukuka aykırılık en başta milli hukuk sistemimiz içinde yürürlükteki tüm hukuk kurallarına aykırılık anlamına gelir. Bu çerçeve içinde, Anayasaya, usulüne uygun olarak kabul edilmiş uluslararası söz-/eşmelere, kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere, tüzüklere, yönetmeliklere, içtihadı birleştirme kararlarına ve teamül hukukuna aykırı uy-gulamaların tümü hukuka aykırılık kavramı içinde yer alır.

Bunun dışında, hukuk sistemimiz, hukukun genel ilkeleri adı verilen ve uygar dünyanın tüm medeni ülkelerinde uygulanan kuralları da hukuk kuralı olarak kabul etmektedir. Hukukun genel ilkelerinin neler olduğu konusunda bir belirsizlik olsa da, hukukun genel ilkelerinin hukuki bağlayıcılığı bulunduğu gerek uygulamada gerekse doktrinde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkememiz de birçok kararında, hukukun genel ilkelerinin varlığını kabul etmenin hukuk devletinin gereklerinden biri olduğunu ve bu ilkelerin yasakoyucu tarafından dahi yok edilemeyeceğini hükme bağlamıştır (örneğin bkz. E 1985/31 K. 1986/1, KT 17.03.1986, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S. 22. s. 115). Anayasa Mahkemesi'nin bu görüşleri çerçevesinde hukukun genel ilkeleri, yasalardan, hatta Anayasalın değiştirilebilir hükümlerinden de üstün bir konuma getirilmiştir" denilmektedir.

Açıklanan pozitif hukuk normları ve uygulamayı yansıtan yargısal kararlar karşısında belirtmek gerekir ki; "hukuka aykırı biçimde" elde edilen deliller, Türk Ceza Yargılaması Hukuku sisteminde dikkate alınamaz.

Bu itibarla; sanığın işyerinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işleminde elde edilen maddi kanıt ile buna ilişkin düzenlenen tutanağın, yerel mahkemece hükme esas alınmasında isabet bulunmamaktadır.

Esasen somut olayda; aramanın hukuka aykırı olduğu ve arama so-nucunda elde edilen kanıtın hükme esas alınamayacağı hususunda Yargıtay Özel Dairesi ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasında da bir görüş farklılığı söz konusu değildir. Çözümü gereken uyuşmazlık, hukuka aykırı aramada elde edilen maddi kanıt dışındaki diğer kanıtların, bu bağlamda hakkındaki ihbar ile sanığın mevcut ikrarının somut olayda mahkumiyet için yeterli olup olmadığı hususunda toplanmaktadır.

Amacı isnada konu maddi gerçeği ortaya çıkarmak olan ceza yar-gılamasında, somut olaya münhasır delillerden biri de "beyan" delilidir. Beyan, tanığa, sanığa veya sanığın dışındaki taraflardan birine ait olabilir. Sanığın isnat bakımından önemli görülen olayları beyanıyla kabul etmesi şeklinde tanımlanabilecek olan ikrar; eylem hakkında en çok bilgisi bulunanın beyanı olması, soruşturmayı esaslı surette kolaylaştırması, özgür iradeyle verilip gerçeğe de uygun olduğunun saptanması halinde yargıcın vicdani kanaatinin oluşumunda olumlu katkısının bulunması itibariyle önemli bir sübut vasıtasıdır.

1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'nda öngörülen sistemde, ikrarın delil oluşturması bakımından, hakim huzurunda olup olmaması arasında fark öngörülmüş ve bunlardan sadece hakim huzurunda yapılanına kanıt değeri tanınmıştır. (CYUY'nin m. 247)

01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 213. maddesinde ise; sanığın hakim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcıları tarafından alınan ifadelerin du-ruşmada okunabilmesi kabul edilerek, savcı tarafından alınan ifadelere de delil olma değeri tanınmıştır. Buna karşılık, şüphelinin kollukça alınan ifadesine ilişkin tutanağın duruşmada okunabilmesi için, kollukta ifade alındığı sırada müdafiin hazır bulunması koşulu aranmıştır. Görüldüğü gibi, her iki yasal düzenlemede de, hakim önündeki ikrarın kanıt değeri kabul edilmiştir.

Ancak, vicdani kanıt sisteminin geçerli bulunduğu ceza yargılaması hukukumuzda, özgür iradeye dayalı olan ikrarın da, dosyada varlığını koruyan diğer tüm kanıtlar gibi yargıç tarafından serbestçe takdir edilip değerlendirilmesi gerekecektir.

Gerçekten de, bir kimsenin suçlu olmadığı halde kendisini suçlu sayması i veya bir başkasının suçunu kabullenmesi mümkündür. O halde, ikrarın hangi aşamada gerçekleştiği ve özgür iradeye dayalı olup olmadığı, ikrarda bu-lunanın beyanın ciddiyetini ve bundan doğacak sonuçları bilip bilmediği, ikrarın başkaca deliller veya emarelerle desteklenip desteklenmediği, hayatın olağan akışına uygun düşüp düşmediği, kuşkudan arınmışlığını ve belirliliğini zayıflatacak biçimde ikrardan dönülüp dönülmediği gibi hususlar da gözönünde bulundurulmak suretiyle, somut olaydaki ikrarın delil değeri ortaya konulmalı ve ispat sorunu bu şekilde çözümlenmelidir.

İncelenen dosyada;

Polis memuru H.Haluk tarafından 07.02.2004 günü saat 10.00'da düzenlenen ihbar tutanağına göre; 'İstanbul K... K... Y... 12 sayılı yerin giriş katında sahte rakı imal eden bir şahsın bulunduğumun ismini vermeyen bir şahıs tarafından ihbar edilmesi üzerine; bu yerin polis tarafından gözetlendiği, içeriye giren şahsın bir saat kadar içeride kalıp, dışarı çıkmaması üzerine, kapı zilinin polis tarafından çalındığı, sanık tarafından kapı açıldığında içeriden kuvvetli bir şekilde alkol kokusunun gelmesi nedeniyle, yapılan aramada, çok sayıda paket haline gelmiş boş rakı ve votka şişeleri, rakı kapakları, içinde alkol bulunan yüksek bir yere monte edilmiş iki adet varil, şişe kapaklarını sabitlemede kullanılan yaylı üç kollu elektrikli makine, kapakları düzeltmede kullanılan elektrikli ve motorlu makineler, varille bağlantılı şekilde musluklar ve bunlara bağlı hortumlarla birlikte birbirlerine aktarmada kullanılan motorlu makine, 12 adet 30 litre kapasiteli boş bidon, 1850 adet boş rakı şişesi tespit edilip zaptedilmiş, 07.02.2004 günü saat 18.15'de düzenlenen olay yakalama ve zaptetme tutanağı, polis memurları ve yakalanan sanık Eyyüp tarafından imzalanmıştır.

Sanık Eyyüp 08.02.2004 tarihinde kollukta alınan beyanında; nakliye işi yaptığını, daha önceleri, bir defa kaçak sigara, iki defa ruhsatsız tabanca bulundurmak, bir defa sahte rakı pazarlamak, üç defa sahte rakı imal etmek ve piyasaya sürmekten yakalandığını, bulunduğu yerin şu anda cezaevinde olan Cengiz isimli şahsa ait olduğunu, bu şahsın burada sahte rakı imal ettiğini, kendisinin de talebi halinde birahaneler önünden toplamış olduğu boş şişeleri buraya aracıyla taşımasını yaptığını, rakı imal edip satmadığını, olay günü de daha önceden bu şahsa bırakmış olduğu bidonları almaya geldiğini, bu esnada görevlilerce yakalandığını, Cengiz'in iki ay kadar önce Kayışdağı'nda oturduğunu, Bayrampaşa'da bilmediği bir yere taşındığını, bu şahsın Bayrampaşa cezaevinde yattığını duyduğunu söylemiş,

Yapılan araştırmada Cengiz isimli bir kişinin sanığın belirttiği cezaevinde tutuklu bulunmadığı, ayrıca cezaevine giriş-çıkış kaydının da olmadığı anlaşılmıştır.

Sanık C.Savalığı'nda müdafisi hazır olduğu halde 08.02.2004 tarihli savunmasında; su pazarladığını, Cengiz'in evine beş bidon su götürdüğünü, kendisinin evde olmadığını bilmediğini, olay yerine beş bidon su bıraktığını, o sırada polislerin geldiğini, rakı imalatı ile ilgisinin olmadığını savunmuş,

Duruşmada ise; su pazarlamacılığı yaptığını, Cengiz'e su verdiğini, boş su bidonlarını almaya geldiğinde tesadüfen polislerin geldiğini, olayla ilgisinin olmadığını beyan etmiştir.

Tanık Vedat duruşmada alınan beyanında; olay tarihinde bahse konu yerde rakı imalatı yapıldığını ihbar etmişlerdi, zaman zaman buraya gelip baktığımızda, binanın birinci kat olduğu, demir parmaklıkları bulunduğu, camlarının boyanması nedeniyle içerisinin görünmediği, ancak rakı kokusunun geldiği tarafımızdan saptanmıştı, bu nedenle olay günü tekrar baskın yaptık, içeriden sesler geliyordu, kapının zilini çaldık, içeriden sanık çıktı, boş şişeleri biraraya istiflemiş, alkol, su karışımını büyük bir varile biriktirmiş, depolamış, doluma hazır şekilde yakaladık, tek başına idi, sorduğumuzda söylemedi, ancak kendisi aynı suçtan sabıkalı idi, işyeri adı geçen kişi tarafından kiralanmış, rakı imal yeridir, su satmak için gelmesi söz konusu olamaz, içeriden çıktı demiştir.

Sanığın, kaçak sigara bulundurmaktan 1918 sayılı Yasa'ya muhalefet iddiasıyla, sahte rakı pazarlamak, yasak tabanca taşımak, iki kez sahte rakı imal edip piyasaya sürmek suretiyle dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla emniyete geliş kaydının olduğu, ayrıca sahte rakı satışa sunmaktan, İzmir Üçüncü Sulh Ceza Mahkemesince 06.06.2002 gün ve 827-734 sayılı ceza kararnamesi ile 4128 sayılı Yasa'nın 18/A-k maddesi uyarınca 436.208.198 TL ağır para cezasına mahkum edildiği, 1918 sayılı Yasa'ya aykırılık suçundan hakkında açılmış bulunan kamu davasının ise 4616 sayılı Yasa hükümleri gereğince Kadıköy İkinci Ağır Ceza Mahkemesi'nce ertelenmesine karar verildiği saptanmıştır.

Görüldüğü gibi, dosyadaki hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen kanıtların değerlendirme dışı tutulması halinde, sanığın cezalandırılmasına olanak bulunmamaktadır. Her ne kadar C.Başsavcılığı'nca, ihbar tutanağı ve sanığın ikrarı ile suçun sabit olduğu ileri sürülmüş ise de, ihbar sonucu elde edilen kanıtlara itibar edilemeyeceğinden, ihbarın da bu anlamda bir kanıt değeri bulunmayacaktır. Diğer yönden, dosyada sanığa ait bir ikrar bulunmadığı gibi, bir an için sanığın ikrarının olduğu kabul edilse dahi, maddi kanıtlarla desteklenmeyen ve özgür irade ürünü olmayan bu ikrara da dayanılması mümkün değildir.

Bu itibarla, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüsüne katılmayan Kurul Üyesi Orhan Koçak:

Usulüne uygun olmayan bir arama ile kaçak rakı imaline ait depo aranmış, rakı imal aletleri, şişeler ve bol miktarda alkol bulunmuş, sanık usulüne uygun olarak alınan karakol ifadesinde suçu ikrar etmiş, ancak daha sonraki aşamalarda inkar yolunu seçmiştir.

Çoğunluk ile muhalefet arasındaki uyuşmazlık, bu delillerle sanığın mahkumiyetine karar verilip verilemeyeceğine ilişkindin

Arama kararının usulüne uygun olmadığı tarafımızdan da kabul edilmektedir.

Ancak;

Anayasa'nm 90/son fıkrası "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş mil-letlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin Milletlerarası Antlaşmalarda kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda Milletlerarası Antlaşma hükümleri esas alınır." hükmünü içermesi karşısında yasalarda hukuka aykırı delillerin nazara alınmayacağı öngörülmüş olsa da İnsan Hakları Mahkemesi'nin birçok kararında görüleceği üzere ölçülülük kriteri nazara alınmalıdır.

Ölçülülük (denge) kriterine göre hukuka aykırı delilin dikkate alınması halinde sanığın kişisel hakkı mı, yoksa toplum mu daha çok zarar görecektir, karşılaştırılması yapılmalı, hukuka aykırı delilin dikkate alınması halinde sanığın topluma verdiği zarar daha fazla ise yargılamada kullanılmalı, aksi takdirde değerlendirme dışında tutulmalıdır. Kaçak rakıdan dolayı kaç kişinin öldüğü, gözünün kör olduğu hepimizin malumudur. "CEZASIZ KALAN SUÇLARIN YENİ SUÇLULAR YARATACAĞI HUSUSU HUKUKUN TEMEL İLKELERİNDENDİR/' İnsan haklarının korunması amacıyla konulan yasa hükümleri "HUKUK DEVLETİ İLKESİNİN DİĞER İKİ UNSURU OLAN ADALETİ VE HUKUKİ GÜVENLİĞİ GERÇEKLEŞTİRMEYİ ENGELLEMEMELİDİR?' Düşünün ki usulsüz arama sonucu sanığın evinde ceset bulunup bunu delil değerlendirmesinde dikkate almayarak sanığın beraatine karar verildiğinde nasıl adalet sağlanacaktır? Bu tür uygulamalar "TAŞLARIN BAĞLANIP KÖPEKLERİN SOKAĞA SALINMASINA"sebebiyet verecek ve yeni suçlular yaratacaktın Bu durumda toplumda düzen nasıl sağlanacak? İzah edilen sakıncaların giderilmesinin çözümü için hukuka aykırı delilin kullanılmasında İnsan Hakları Mahkemesi'nin benimsediği ölçülülük kriterini benimsemek ve yasa koyucuları tarafından da hukuka aykırı işlem yapanlar için ağır cezalar getirmek gerektiği düşüncesindeyim.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 15.03.2005 tarih ve 2005/10-15-29 sayılı oybirliğiyle alınan kararında açıkça "Kanunlarımızda yasak sorgu yöntemleri kullanılarak elde edilen deliller dışında kalan diğer hukuka aykırı deliller için genel bir değerlendirme yasağı getirilmiştir. Ancak bu hüküm, delilin elde edilmesindeki her türlü hukuka aykırılığın, o delilin değerlendirme kapsamı dışında tutulmasını gerektireceği biçimde yorumlanmamalıdır. Nitekim doktrinde de, elde edilen delillerin basit hukuka aykırılıklar nedeniyle değerlendirme dışında tutulmasının, haksız beraat kararlarının verilmesine ve yargılamanın kilitlenmesine neden olabileceği ifade edilmiştir (Bahri Öztürk, Yenisey, Delil Yasakları, Ankara, 1995, s. 44-45). O halde, anılan hükmün uygulanmasında yargıcın takdir yetkisini kullanabilmesi mümkündür. Yargıç, yasaklanmış deliller dışında, takdir yetkisini kullanıp değerlendirme yaparken, delil elde edilmesi faaliyeti sırasında ihlal edilen kurallar nedeniyle sanığın haklarının ihlal edilip edilmediğine bakmalı, sanığın haklarının ihlal edilmediği hallerde, hukuka aykırı şekilde elde edilen delilleri yargılamada kullanabilmelidir. Sanığın haklarının ihlal edilmesi ise, suçun topluma verdiği zarar ile devlet görevlilerinin sanığa ait hakları ihlal etmelerinden doğan kişisel ve toplumsal zarar karşılaştırılmalıdır. Sanığın topluma verdiği zarar daha fazla ise hukuka aykırı olarak elde edilen deliller yargılamada kullanılmalı, aksi takdirde değerlendirme dışı bırakılmalıdır" denmesine, sanığın ikrarına havi ifadede de usule aykırı bir durum olmamasına, olayın sıcaklığı ile alınmış, oluşa uygun bir ifade olmasına, ayrıca sanık hakkında daha önce iki kez kaçak rakı imalinden dolayı işlem yapılması, depoyu sanığın gelip açması ve arama sonucu önemli ölçüde alet, şişe ve alkol yakalanması, gibi delillere, yine Yargıtay CGK'nın 29.11.2006 gün ve 150 sayılı iki kişinin muhalefeti ile verilen kararında "usulsüz arama sonucu evinde hint keneviri ele geçen ve hakkında ihbar üzerine başlatılan soruşturma ve kovuşturma evrelerinde ihbarla uyumlu ve hayatın olağan akışına da uygun düşen özgür ve samimi ikrar karşısında sanığın izinsiz hint keneviri ekme suçu sübut etmiştir" denmesine rağmen çoğunluk tarafından benzer olan olayımızda sanığın beraatı'gerektiği sonucuna varılmıştır"'görüşüyle,

Çoğunluk görüsüne katılmayan Kurul Üvesi M.Nihat Ömeroâlu;

"Sanığın sahte rakı imalathanesi kurduğu, burada imal ettiği rakıları piyasadan topladığı rakı şişelerine doldurduğu, şişe ağızlarını da orjinaİlerine yakın bir şekilde kapatıp piyasaya sürdüğünü ihbar edilmesi üzerine, suç tarihinde polisin bildirilen adrese gitmesi üzerine sahte rakı imalathanesinin tespit edildiği ve içeride variller içinde alkol, imal edilen sahte rakılar, imalatta kullanılan elektrikli makinalar, rakı ve votka şişeleri, şişe kapakları, variller bulunduğu, eşyaların zapt edildiği, sanığın bu imalathanede suçüstü yakalandığını, 4733 sayılı Kan un'un 8 ve TCK 36. maddelerinden cezalandırılmasının istendiği, Kadıköy Dördüncü Asliye Ceza Mahkemesince takdiren teş-diden 4733 sayılı Kan un'un 8/1, TCK maddeleri uyarınca 3 yıl hapis ve 458.000 TL adli para cezasına hükümlendirildiği, Yedinci Ceza Da i resi'nin de kararın hukuka aykırı elde edilen delilerle mahkumiyet kararı verilmesi ve eksik tahkikatla kararı bozmuş, Yargıtay C.Başsavcılığı karardaki gerekçelerle itirazı üzerine dosya Ceza Genel Kurulu'nda görüşülmüş ve çoğunluk görüşü doğrultunda sanığın beraeti gerektiği kabul edilmiştir.

I. 1. Günümüzde temel hak ve özgürlüklerin öne çıktığı (özellikle özel hayatın gizliliği, konut dokunulmazlığının ihlali vb. gibi) bilinmektedir. O nedenle 5271 sayılı CMK'da bu doğrultuda önemli hükümler getirilmiş ve Avrupa devletleri yasalarıyla uyumluluğa özen gösterilmiştir.

Bu konuda Anayasa ve yasalarımızdaki temel metinlerde düzenlenen hükümler yazıya alınacağı için bunların tekrarından kaçınılmıştır.

2. CMK delil serbestisi yöntemi benimsenmiştir. Saçma olmamak kaydıyla her şey delil olabilir. Bunun değerlendirilmesi için mutlaka duruşmaya getirilmeli ve taraflarca değerlendirilmelidir. Hakim kanuna, hukuka ve vicdani kanaatine göre delilleri takdir eder. Hakime verilen delilleri takdir yetkisi tartışmasızdır. Bunun sınırı delillerin hukuka, maddi gerçeğe, mantığa aykırı olmaması gerekir. (Bkz. Nurullah Kunter, Feridun Yenisey, Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta, 16. Bası, sh. 1080 ve devam. Yine bkz. V.Ö. Özbek, Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 2006, sh. 689 ve devam)

Anayasa m. 20-21, 38 paralel olarak CMK 206/2-a "Delil, kanuna aykırı elde edilmişse", 217/2 "yüklenen suç hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir/', 230/1-b "...Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi", 289/1-1 "Hükmün hukuka aykırı yöntem/er/e elde edilen delillere dayanmasından bahsetmektedir. Görüldüğü gibi terminoloji birlikteliği yoktur. Bu durumun teoride de görülmekte, bazı akademisyenler "ispat yasakları", "delil yasakları"; Kunter, Yenisey, Nuhoğlu ve "hukuka aykırı delil" ve "delil elde etmenin sınırları" terimleri tercih etmektedirler. (Bkz. Ege Kunter, Yenisey, Nuhoğlu sh. 1081)

İL 1. Hukuka aykırı delillerin, hükme esas alınmayacağında pozitif hukukumuz gözönüne alındığında aksini savunmak durumunda değiliz. Buna biz de katılıyoruz. Ancak bu hükümlere kategorik olarak ve dar yorumlanarak benimsenmesine karşıyız. Bu hükümlerin de istisnalarının olabileceğini somut olay gözönüne alınarak her zaman mümkün olduğunu savunuyor ve iddia ediyoruz.

AİHM kararlarında da, mahkeme kendini bağlamamak ve içtihat birliği sağlamak adına, hükümleri öncelikle somut olayı esas olarak değerlendirmekte ve yorumlamaktadır. AİHM Medet Kömürcü - Türkiye (No-2) Başvuru no 40160/051 kararında, "...haddinden fazla şekilcilik olmaksızın, belirli bir esneklikle uygulanması gerektiğini kabul etmiştir. Ayrıca iç hukuk yollarını tüketme kuralı ne kesin ne de otomatik olarak uygulanabilir bir kuraldır; bu kurala riayetin denetlenmesinde münferit davanın koşulları dikkate alınması esastır. ..."görüşünü benimsedikten sonra, deliller konusunda da şu kıstası getirmektedir. "Olayın tespit edilmesi için AİHM her türlü makul şüphenin ötesinde delil kıstasına başvurur, (bkz. İrlanda-İngiltere 18 Ocak 1978 161
pragraf A-serisi No: 25) böylesi bir delil itirazı kabil olmayan, yeterince ciddi, belirgin ve tutarlı birtakım emare ya da karinelerden doğabilir..."

2. Bizim de benimsediğimiz görüşe göre Kun ter, Yenisey, Nuhoğlu hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen deliller konusunda, * Hukuka aykırı yöntemle elde edilen deliller, kovuşturma organları tarafından yapılan isleme ve bu işlemin kanunla düzenlenmesi ile korunmak istenen hukuki menfaate göre tasnif edilmelidir../' demektedirler. Hukuka uygunluk belirlenirken, şekli hukuka aykırılıkla nazara alınmamalı, hukuka aykırılığın öze ilişkisi olup olmadığı denetlenmelidir.

Bundan sonra hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olduğu belirlenen bu delil hüküm verirken kullanıp kullanmamak mahkemenin takdirine bırakılmalıdır. Sonuçta verilen karar sanığın "ad/i yargılama hakkını" ihlal et-meyecekse, hukuka avkırı olan delilin dahi hükümde kullanılması ilkesini benimsiyoruz. Ancak kanunda "delilin kullanılmasını tümden yasaklayan bir norm varsa bu delilleri hiçbir şekilde kullanılmaması gerektiğini kabul ediyoruz" görüşündedirler (bkz. age sh. 1085). Adil yargılama hakkı Anayasamızın 36. maddesinde açıkça belirtilmiştir.

Yine aynı görüşe göre; "Hukuka aykırı bir yöntem kullanılarak veya " Yasanın kabul etmemesine rağmen" elde edilen delillerin istisnasız bir şekilde değerlendirme dışında bırakılması doğru değildir. Zira, delil elde edilirken ihlal edilen kural bazen çok önemlidir, bazen ise basittir. Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olsa dahi, bu şüphe sebeplerinin mahkemeye sunulması gerekir. Zira bizim sistemimizde"delillerin dosyadan çıkarılması"diye bir kurum yoktur.

Alman doktrini... hukuka aykırı delilleri, duruşmada değerlendirme sorununu "sanık hakları teorisi" çerçevesinde çözümlenmektedir... Alman mahkemeleri "delilleri elde edilmesi ile gerçekleşen hukuka aykırılığın sanığın haklarını ne ölçüde ihlal ettiğine bakarlar. Sanığın hakları önemli derecede ihlal edilmişse, hukuka aykırı delil kullanılamaz". Buna karşılık, yapılan ihlal ikinci derecede kalmakta veya sanığın hakları açısından bir önem taşımamakta ise, hukuka aykırı olmasına rağmen; delil hüküm verilirken kullanılır..." (Bkz. Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 1088-1094)

Son olarak hukuka aykırı elde edilen delillerle ilgili orantılılık ilkesine değineceğiz.

III. Savunduğumuz bu İlkeye göre Alman hukukundaki gelişme sonucunda, "sanık hakları teorisi, "orantı/ılık ilkesi" ile tamamlanmıştır. Şöyle ki;

Her somut olayda mahkeme bir değerlendirme yapacaktır. Buna göre delil elde etmeyi kısıtlayan hükmün korumak isteği hukuki menfaat ile, fiilin aydınlatılmasındaki toplum menfaatini karşılaştıracaktır. Bkz. Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 1095.

"... Delillerin hukuka aykırılığı" ile "hüküm verilirken kullanılma" arasındaki ilişkinin niteliği önemlidir. Her hukuka aykırı delil değerlendirme kapsamı dışında kalamaz. Yasaklanmış deliller (CMK148) bunun istisnasıdır. Ancak, 148 dışında kalan hukuka aykırılıklar "otomatik geçerlilik" de düşünülemez; somut olaydaki şartlar gözönünde tutularak, mahkemece o delil ya kabul edilir veya edilmez...

...Hakim takdir hakkını kullanırken, "sanığın temel haklarının" yapılan işlem ile ihlal edilip edilmediğine bakmalı ve Anayasal hak ihlal edilmiş olduğunu saptadığında da sanığın işlediği suçun, topluma vermiş olduğu zarar ile, delil toplanırken devlet güçlerinin sanığa ait Anayasal hakkı ihlal etmiş olmalarından doğan toplumsal zarar karalaştırılmıştır.

Sanığın topluma verdiği zarar daha büyük ise ve 148. maddede olduğu gibi açıkça yasaklanmış bir delil de söz konusu değil ise, hukuka aykırı nitelik taşıyan delili, hakim hüküm verirken kullanabilir...

Bu bakış açısı AİHM kararlarına da yansımıştır. Davanın bütünlüğü içinde başta yapılan hata giderilmiş ve sonuçta "adil yargılama hakkı" sağlanmışsa, hukuka aykırı delilleri hüküm verilirken kullanılması gerekir." "Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 1108-1109"

IV. 1. Bu açıklamaların ışığında davamıza gelecek olursak, polis kaçak rakı imal eden sanıkla ilgili ihbar almıştır. Polis, bu ihbarı art niyeti olmadan makul şüphe sebebi görerek olay yerine gitmiştir. Burada ihbar edenin polisçe güvenilir biri olması, şüphe sebeplerinin kuvvetli olması aranabilirse de sonuçta ihbar doğru çıkmıştır. Aksi halde adli yönden sorumluğu gündeme gelecekti. Sonuçta polis, görevi gereği suçu önleme, delilleri toplamakla görevlidir. Sanığı izlemeye alır ve bekler. İstanbul gibi metropolde yasa hükümlerini yerine getirmek için yeterli zaman her zaman mümkün değildir. Sanık kaçabilir ve suç delillerini karartabilir.

Suçüstü hallerini bu anlamda geniş yorumlamak mümkündür. Gizli işlenen suçlarda kaçma şüphesi yoğundur. Suçüstü halleri bu gibi durumlarda geniş yorumlanabilir. (Bkz. Kunter, Yenisey, Nuhoğlu, age. sh. 780)

Nitekim hakim kararı veya yetkili amirin emri olmadan yapılan aramada (kanuna aykırı) sanık ve suç delilleri ele geçmiştir. Yani şüpheli bir nevi suçüstü yakalanmıştır. CGK 15.03.2005/15-29 sayılı kararında "...somut olaydaki arama işleminin esasen hakkında arama kararı verilmesi için gerekli koşullar oluşmuş ve yetkili mercii tarafından da arama emri verilmiş bulanan sanığın haklarının ihlal ettiğinden bahsedilmez" derken değerlendirmeyi somut olaya göre yapmaktadır. Olayımızda sanık bir nevi suçüstü halinde yakalandığından arama kararının sonra alınmaması sanığın haklarını ihlal anlamına gelmez. CGK 29.11.2005 gün 144/150 sayılı kararında da "özgür iradeyle verilip gerçeğe de uygun olduğunun saptanması halinde yargıcın vicdani kanaatinin oluşumunda olumlu katkısının bulunması itibarıyla önemli bir subut vasıtasıdır." demektedir. (O. Şirin, H. Aşaner, Ö. Güven, G. Yalvaç, M. Özdemir, K. Ere/, Yargıtay CGK Kararları, Kasım 2008, sh. 820 ve devamı ile 833 ve devamı)

Burada gözden kaçan bir husus da aramadan daha önemli olan yakalamadır. Bunun üzerinde hiç durulmamıştır. Diyelim ki yakalanan şahıs arandı, üzerinde uyuşturucu, silah vb. gibi suç teşkil edebilecek nesneler bulundu. Tesadüfen elde edilen bu deliller, arama ve yakalama hakim ve C.Savcısı kararı olmadan ele geçtiği için hükümde delil olarak hakimce takdir edilmeyecek mi? Çoğunluk bu görüşleri gözardı etmiş ve cevap vermemiştir. Yeni CMK rıza ile arama ilkesi benimsenmemişse de, sanık bu aramaya genel kurulda izah edildiği kadarı ile itiraz da etmemiştir. AİHM bazı kararlarında buna vurgu yapmıştır. Fiziki olarak orada elde edilen tesadüfi deliller başka suçla ilgili olmayıp, isnatla ilgilidir. İhbar delil olarak kabul edilebilir ve olayımızda kanuna uygun bir delildir.

2. Şüpheli konumunda iken polise verdiği ifadeye gelince; polis adli olaylarda C.Savcısına niyabeten yani onun adına görev yapar. CMK'ya göre polisin ifadeye başvurabileceği tartışmasızdır. Şüpheli suç tarihinde yürürlükte olan CMUK'ya göre ifadesini yasaya uygun almıştın Şüpheli sanık konumuna geçtikten sonra hiçbir zaman polisteki beyanının cebir, tehdit veya hile ile alındığını öne sürmemiştin CMK 148/4'ç göre delil olarak kullanılması mahkemedeki tekrarına ve kabulüne bağlı olduğundan delil olarak kullanılmazsa da, bu konuda somut olay gözönüne alınarak diğer delillerle birlikte tali veya yan delil olarak hakimin takdir etmesi mümkündür. Zira yukarıda açıklandığı üzere hakimin takdiri tartışmasızdır.

Polisin müdafii olmadan aldığı ifadenin hiçbir değeri olmayacaksa, o halde bu yetki ve görev polise neden verildi? Polisin aldığı beyan ve diğer delillere göre CMK dar yorumlanırsa CSavcısı davayı neden açmıştır ve neye göre açacaktır?

Bu nedenle polisin cebir, tehdit veya hile olmaksızın aldığı ifadenin davada diğer delillerle birlikte her zaman değerlendirilebileceği hakimin takdirindedir. Olayımızda da hakim bunu takdir etmiştir.

Poliste müdafiisiz alınan ifade ile ilgili Yener Ünver şu görüşleri öne sürmektedir * Kolluk tarafından tutulan ifade tutanağının m. 213 gereğince okunamayacağını anlamsız bulduğunu ve maddenin müdafii bulunmaksızın dahi kollukta alınan ifadenin okunabileceği şeklinde değiştirilmesi gerektiğini savunmaktadır. Müdafii bulunmaksızın alınan ifadelerin içeriğinin, sanık tarafından onaylanması halinde delil olarak hükme esas alınacağının düzen-lenmesiyle, kanunun kendi içinde çeliştiğini, m. 148/4 ile m. 213'ün bir-birleriyle ters düştüğünü ileri sürmekte../'din (Üner, Yener, Delilleri ve Değerlendirilmesi Utp.Y.3.5.32. Ağustos 2005, 29.03.2004, Ünver, Ceza Muhakemesinde İspat... s. 186) (Dr. Pervin Aksoy İpekçioğlu, "Gözaltında Alınan İfadenin Önemi ve Delil Değerr başlıklı incelemeden naklen. Sh. 73) Bize göre de bu ifadenin davanın seyri ve içeriğine göre hakim tarafından takdir edilerek okunabileceği ve sanığa hatırlatabileceği yönündedir. Aradan uzun zaman geçtiğinde sanık eski beyanlarını hatırlamayabilir. Bu uygulamada sık görülen durumdun Hakim, polis ifadesini okur, sanık hatırlar dürüstlük kuralı gereği o ifadeyi kabul edebilir.

3. Sanık olayımızda aranan yerin halen cezaevinde olan Cengiz'e ait olduğunu öne sürmüştür. Oysa depoyu anahtarla kendisi açmıştır ve böyle bir kişinin cezaevinde olmadığı anlaşılmıştın Bu olayda şöyle bir durumla karşılaşabilirdi Polis bir saat beklemedikten sonra depoya girdiğinde sanık elinde suç aleti ve ortada Cengiz'e ait cesetle karşılaşabilirdi! Bu durumda arama kanuna (hukuka) aykırı olduğundan ceset ve suç aleti ortada mı kalacaktı? Örneğin, sanık çok sayıda bomba ile veya herhangi birine tecavüz ederken de yakalanabilirdi Çoğunluk görüşünün hükümleri dar ve katı yorumu ülkeyi suç işleme cennetine dönüştürür. Sonuç olarak, olayda kaçak rakıda kullanılan makina, kaçak rakı, rakı şişesi, rakı şişesi kapaklar değerlendirilmeyecek mi? Hukuka aykırı arama olduğu sabittir. Ancak yukarıda I. 2. 'deki delil serbestisi, somut olaya göre de yorumlama ve değerlendirme, korunan hukuki yarar, adil yargılama hakkı ihlal edilmeden, IIL 'te "sanık hakları teorisi""orantılılık" ilkesi gözönüne alınarak somut olay değerlendirilmeli, bu ölçütlere göre
#90


Amerikan Adaleti tarihi bir karara imza attı. 4 yaşındaki kızına cinsel tacizde bulunurken yakaladığı adamı döverek öldüren baba ceza almadı.

Olayın yaşandığı Shiner şehrinin halkı tarafından büyük destek gören babayı, büyük jüri de suçlu bulmadı.

Adı açıklanmayan 23 yaşındaki baba, kendi çiftliğinde yaşanan taciz olayına kızının çığlıkları üzerine şahit olması üzerine, geçtiğimiz hafta ABD'de büyük yankı uyandıran ve geniş çapta tartışmalara yol açan olayın mağduru 4 yaşındaki kız çocuğunu korumak için  47 yaşındaki tacizci Jesus Mora Flores'i döverek öldürmüştü. Shiner halkı bu kişiye "her babanın yapması gerekeni yaptığı" gerekçesiyle büyük destek verirken, büyük jüri de kanıtlar ve tanıkların açıklamaları doğrultusunda babanın haklı olduğunu kararlaştırdı.  Shiner halkının "Öldürülen kişi hakettiğini buldu" diyerek olayın yaşandığı andan itibaren desteklediği 23 yaşındaki Teksaslı babayı, Lavaca bölge şerifi Micah Harmon da, "O esnada kızını korumak için kendince yapılması gerekeni yaptı, tek yaptığı şey kızını korumaktı" diyerek savundu.

Kaynak: ANKA
http://www.haber7.com/dunya/haber/893634-kizinin-tacizcisini-oldurdu-ceza-almadi
#91



Uzun yıllardır tartışılan Taksim'e cami projesinde önemli gelişme oldu. İstanbul 1.inci İdare Mahkemesi, Şehir Plancıları Odası'nın açtığı iptal davasını reddetti.

Bülent Şanlıkan'ın haberi

Kararda 'Bölgenin Müslüman nüfus yapısı değişti. 100 yıldır cami yapılmadı, ihtiyaç aşikar' denildi     

Taksim'e cami projesinde önemli gelişme yaşandı. İstanbul 1'inci İdare Mahkemesi, Şehir Plancıları Odası İstanbul Şubesi'nin, projenin meydanın tarihsel kimliğine zarar vereceği iddiasıyla açtığı iptal davasını reddetti. Mahkeme, kararında camiye vize gerekçelerini şöyle sıraladı.

- Taksim cami alanının öngörülen alan büyüklüğü ve parselin konumu büyük ölçekli bir mimari boyuta ulaşmıyor.

- Cami yapılması öngörülen yerde bir mescit yer alıyor. Tuvalet ile iç içe ve teneke minareli oluşu nedeniyle görsel olumsuzluk oluşturuyor.

- Tüm önyargılardan uzak tarafsız bir gözlemle bilimsel veriler olarak proje kamu yararı açısından olumsuzluk oluşturmuyor.

- Müslüman nüfus yapısı Cumhuriyet döneminde önemli şekilde değişen ve yaklaşık 100 yıldır herhangi bir cami inşaa edilmediği gibi Taksim Kışlası içinde bulunan cami de yıkıldı.

- Bölgede cami sayısı yetersiz, Cuma günleri cadde ve sokaklarda ibadet ediliyor. Yörede cami ihtiyacı aşikar.

- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, yakın çevresindeki geleneksel mimari ve kentsel doku göz önünde bulundurularak hazırlandığını ve caminin meydandan bağımsız düşünülmesi gerektiğini ifade ediyor.

- Büyükşehir Belediyesi mahkemede verdiği savunmasında, 'Dava konusu imar planı bölgede yaşayan halkın ve sivil toplum örgütlerinin yazılı ve görsel görüşleri alınarak, bilimsel-teknik ve hukuki alt yapısı ile birlikte meri koruma ve imar mevzuatına, planlama teknikleriyle kamu yararına uygundur' demişti.

- Kültür ve Turizm Bakanlığı 'su maksemine zarar vermemek, civardaki mezbeleliği kaldırmak şartıyla sakınca yok' demiştir. 

- Tesis olunan işlem hukuka uygundur.

Öte yandan Davaya müdahil olarak katılan Taksim Cami Kültür ve Sanat Vakfı, 'Yapılacak Taksim Camii sadece bir ibadet mekanı değil, bir buluşma odağı olarak algılanması gerekiyor' diyor.

Mimar Alp projeyi hazırlamıştı

Taksim Camii Kültür ve Sanat Vakfı Mimar Ahmet Vefik Alp'e 'Taksim Cumhuriyet Camii ve Dinler Tarihi Müzesi Projesi' hazırlatmış ve bu proje Uluslararası Mimarlar Birliği Ödülü' almıştı.

http://www.aksam.com.tr/taksim-degisti-cami-sart--122339h.html
#92


Edirne'nin Uzunköprü ilçesinde görevli Cumhuriyet Savcısı Can Karakılıç, bir işadamından rüşvet aldığı gerekçesiyle tutuklandı. Savcı geçen yıl da Sakarya'da bir polis komiseri ve 3 işadamıyla birlikte lüks bir cipte kaza geçirmiş, araçtan içi para dolu olduğu öne sürülen deri bir çanta çıkmıştı. Hakkında soruşturma yürütülen Sungur Kangal isimli işadamı, Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun geçen yıl yaz kararnamesi ile Ardahan'dan Uzunköprü'ye atadığı Cumhuriyet Savcısı Karakılıç'ın kendisinden rüşvet istediğini öne sürerek Edirne Cumhuriyet Başsavcısı Uğur Yiğitbilek'e başvurdu. İhbar üzerine başsavcı Yiğitbilek'in talimatı ile Edirne Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele (KOM) Şube Müdürlüğü harekete geçti. İşadamı ve savcı Can Karakılıç önceki akşam yemekte buluştu. Büyük bir gizlilikle yürütülen operasyon, yapılan 'suçüstü' ile sonlandı. Savcı Karakılıç rüşvet parası olduğu iddia edilen 15 bin TL ile birlikte gözaltına alındı. Geceyi KOM Şube Müdürlüğü'nde geçiren savcı çıkarıldığı mahkemece "rüşvet almak'tan tutuklandı. Edirne Kapalı Cezaevi'ne gönderilen Can karakılıç'ın avukatı Özgür Yıldırım, "Daha önceki bir dosyadan tutuklattığı kişiler, cezasını çektikten sonra Savcı Bey'e komplo kurmuşlar" dedi.

OTOMOBİLDEN SAÇILAN PARALAR
Savcı Can karakılıç'ın adı ilk kez geçen yıl "Sakarya'nın Susurluk'u" diye kamuoyuna yansıyan esrarengiz kazayla gündeme gelmişti. 24 Mayıs 2011 gecesi saat 23.30 sıralarında, otomobil galerisi sahibi Mümin Uysal'ın kullandığı son model cip takla atıp şarampole yuvarlandı. Kazada, Sakarya Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şubesi'nde görevli, sokak timleri amiri Bülent Yılmaz (36) ve işadamı Serdar Çolak hayatını kaybetti. Sürücü Uysal, müteahhit Hüseyin Şarkıcı ve Cumhuriyet Savcısı Karakılıç ise yaralandı. Etrafa saçılan para ve cep telefonlarını tek tek toplayan jandarma araçtan fırlayan bir de deri çanta buldu. Kime ait olduğu belirtilmeyen çantanın içinde para olduğu öne sürüldü. Cumhuriyet Savcısı'nın Hendek'e yıllık izne geldiği, polis ve işadamı arkadaşlarıyla buluşup yemeğe gitmek üzere yola çıktığı açıklanmıştı.

POLİSTEN, MÜŞTERİ KILIĞINDA SUÇÜSTÜ
SABAH'ın ulaştığı detaylara göre Can Karakılıç, yaklaşık iki ay önce ilçede un fabrikası bulunan işadamı Sungur Kangal ve yakınları hakkında 'tefecilik' gerekçesiyle soruşturma başlattı. Kangal ve iki çalışanı tutuklandı. İddiaya göre savcı Karakılıç sanıkları makamına getirtti ve "Sizin bir suçunuz yok. Sizi ben tutuklattım. Ben serbest bıraktırırım" diyerek rüşvet istedi. Savcının rüşvet talebinden bunalan Sungur Kangal da Edirne Cumhuriyet Başsavcısı Uğur Yiğitbilek'e başvurdu. Başsavcı da operasyon talimatı verdi.

BAŞSAVCI DA İZLEDİ
Polisin isteği üzerine savcıya verilecek para hazırlanarak seri numaraları alındı. Kangal'ın üzerinde gizli kamera düzeneği yerleştirildi. Taraflar Meriç Nehri kıyısındaki bir restoranda buluşmak için sözleşti. Polis, restorana müşteri kılığında girdi. Polisler, çanta ve anahtarlıklarındaki kameralarla da operasyonu sürekli kayıt altına aldı. Cumhuriyet Başsavcısı Yiğitbilek de restoranın bir başka bölümünde operasyonu izledi. Gazeteye sarılı parayı alan savcıyı, polis suçüstü yakaladı. Sungur Kangal tefecilik suçlamasıyla kendisinin ve çalışanlarının savcı tarafından tutuklatıldığını ve ardından rüşvet talebinin arkasının kesilmediğini öne sürerek şunları anlattı: "Benim burada un fabrikam var. Bana buğdayını verme vaadiyle gelip avans isteyen üreticiye verdiğim avans karşılığı senet yapıyorum. Çünkü üretici söz verip buğdayını getirmeyebilir. Bütün un fabrikaları böyle yapıyor. Ama Savcı Karakılıç bu senetlerle bizi tefeci yaptı ve tutuklattı. Sonra sık sık rüşvet istemeye başladı. Önce 100 bin TL'den başladı ama sonra 'araba alacağım' diyerek 25 bin TL'ye kadar indi. 15 bin TL'ye anlaştık. Ben de savcılığa gidip şikâyetçi oldum."

http://www.sabah.com.tr/Gundem/2012/06/02/cumhuriyet-savcisi-rusvetten-tutuklandi
#93
T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/19635
K. 2011/9192
T. 26.5.2011

6762/m.20/2
4721/m.1023

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava konusu taşınmazın aile konutu" olduğu hususunda taraflar arasında bir uyuşmazlık yoktur. Eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. ( T.M.K. madde 194/1 ) Konut üzerinde hak sahibi olan davalı kocanın eşinin açık rızasını almadan ortağı olduğu dava dışı şirketin kredi borcunun teminatı olmak üzere, konut üzerinde diğer davalı banka lehine 25.8.2005 tarihinde ipotek tesis ettiği anlaşılmaktadır. İpotek tesisine ilişkin işlemden önce taşınmazın tapu kütüğünde "aile konutu" olduğuna ilişkin bir şerh bulunmamaktadır. Bu durumda davalı bankanın ipoteğe ilişkin kazanımı, iyiniyetli ise korunur. ( T.M.K. madde 1023 ) Kanunun iyiniyete hukuki sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak, durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz. ( T.M.K. madde 3 ) Lehine ipotek tesis edilen davalı banka tacirdir. Her tacirin, ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir iş adamı gibi hareket etmesi lazımdır. ( T.T.K. madde 20/2 ) Basiretli hareket etme yükümlülüğü, teminat olarak gösterilen taşınmazın hukuki ve fiili durumunu ve kullanma şeklini bilmeyi de gerektirir. Bu yükümlülüğünün gerektirdiği özeni göstermeyen bankanın iyiniyet iddiası dinlenmez. Öyleyse davalı bankanın Türk Medeni Kanunu'nun 1023. maddesinin sağladığı korumadan yararlanması mümkün değildir. Bu açıklamalara göre davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken isteğin reddi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükümün yukarda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının yatırana iadesine,iş bu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere gerekçe yönünden, 26.5.2011 gününde oyçokluğuyla bozma sonucu yönünden oybirliğiyle karar verildi.

KARŞI OY :

Diğer eşin "açık rızası" nın mevcut veya karinelerle var sayılmasını gerektirdiğini ispat yükü davalı banka üzerindedir. Davalı banka bu ispat yükü gereğince davacı eşin açık rızasının mevcut veya mevcut sayılması gerektiğini usulünce kanıtlayamamıştır. Davanın bu sebeple kabulüne karar verilmelidir. Hükmün değişik bu gerekçeyle bozulması gerektiğini düşünüyorum.






T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/4111
K. 2011/4489
T. 14.3.2011

4721/m. 3, 1023
6762/m. 20/2

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Üzerinde, ipotek tesis edilen taşınmazın aile konutu olduğu tartışmasızdır. Konut üzerinde hak sahibi olan davalı kocanın, eşinin rızasını almaksızın müdür olarak çalıştığı davalı şirketin doğmuş ve doğacak borçlarının teminatı olmak üzere 23.1.2007 tarihinde davalı banka lehine ipotek tesis ettirdiği anlaşılmaktadır. Taşınmazın tapu kaydında, ipotek tesisine ilişkin işlemden önce aile konutu olduğuna ilişkin bir şerh bulunmadığına göre, lehine ipotek tesis edilmiş olan banka iyiniyetli ise bu kazanımının korunacağında kuşku yoktur ( T.M.K. madde 1023 ). Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz ( T.M.K. md 3 ). Lehine ipotek tesis edilen davalı banka tacirdir. Ticaretine ait bütün faaliyetlerinde basiretli bir işadamı gibi hareket etmesi yasa gereğidir ( T.T.K. madde 20/2 ). Bu gereklilik teminat olarak gösterilen taşınmazın hukuki ve fiili durumunu bilmeyi de içerir. Bunu yapmamışsa özenli davranmamış demektir. Bu bakımdan davalı bankanın basiretli davranmadığı açık olup, iyiniyet iddiası haklı değildir. O halde, aile konutu üzerindeki hakların sınırlanması niteliğindeki ipotek tesisine ilişkin işlemin iptali ve sicildeki ipoteğin terkinine karar verilmesi gerekirken, isteğin reddi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükümün yukarda gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istenmesi halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14.3.2011 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Malik olmayan eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin kesin hükümsüz olduğunu düşünüyorum.

KARŞI OY :

Türk Medeni Kanununun 194. maddesi gereğince tapu kaydında hak sahibi olarak gözüken eşin bu hakkı sınırlayıcı işlem ( davada ipotek ) yapabilmesi için, diğer eşin açık rızası gereklidir. İşleme katılmayan eşin rızasının varlığı ve duruma göre var sayılmasını ispat yükü lehine ayni hak tesis edilene düşer. Davalı banka ispat yükünün gereğini yerine getirmemiştir. Bu sebeple davanın kabulüne karar verilmesi gerekir. Hükmün değişik gerekçeyle bozulması gerektiği düşüncesiyle değerli çoğunluğun bozma sonucuna katılmakla birlikte bozma gerekçesine katılmıyorum.





T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/10795
K. 2010/13443
T. 5.7.2010

4721/m.3,1023
6762/m.20/d

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Türk Medeni Kanunu'nun 194/1. maddesi; "aile konutu üzerinde hak sahibi olan eşin, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshedemeyeceğini, aile konutunu devredemeyeceğini veya konut üzerindeki hakları sınırlayamayacağını" hükme bağlamıştır.

Üzerinde, ipotek tesis edilen taşınmazın davacı ile eşi davalı Yakup'un aile konutu olduğu tartışmasızdır. Konut üzerinde hak sahibi olan davalı kocanın, eşinin rızasını almaksızın dava dışı üçüncü kişinin doğmuş ve doğacak borçlarının teminatı olmak üzere 2.8.2007 tarihinde 15899 yevmiye numaralı işlemle konut üzerinde davalı banka lehine ipotek tesis ettirdiği anlaşılmaktadır. Taşınmazın tapu kaydında, ipotek tesisine ilişkin işlemden önce aile konutu olduğuna ilişkin bir şerh bulunmadığına göre, lehine ipotek tesis edilmiş olan banka iyiniyetli ise bu kazanımının korunacağında kuşku yoktur ( T.M.K. madde 1023 ). Kanunun iyiniyete hukuki bir sonuç bağladığı durumlarda, asıl olan iyiniyetin varlığıdır. Ancak durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimse iyiniyet iddiasında bulunamaz ( T.M.K. madde 3 ). Davalı bankanın ipotek tesisinden önce kendi elemanları vasıtasıyla konutun nitelik, kullanım durumu ve değerinin belirlenmesi için inceleme yaptığı, bu inceleme sonucu düzenlenen 2.7.2007 tarihli ekspertiz raporunda taşınmazın "mesken" niteliğinde olduğu, mal sahibi tarafından bu şekilde kullanıldığı belirtilmiş ve ekspertiz raporuna taşınmazı mefruş halde gösteren fotoğrafları da çekilerek eklenmiştir. Ekspertiz raporundaki bu tespitler karşısında davalı bankanın basiretli davranmadığı ( T.T.K. madde 20/2 ) açık olup, iyiniyet iddiası haklı değildir. O halde, aile konutu üzerindeki hakların sınırlanması niteliğindeki ipotek tesisine ilişkin işlemin iptali ve sicildeki ipoteğin terkinine karar verilmesi gerekirken, isteğin reddi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükümün yukarda gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istenmesi halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 5.7.2010 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Davalı banka, Türk Ticaret Kanunu 20/2. maddesi gereğince basiretli bir tacir gibi hareket etmelidir. Bu sebeple Türk Medeni Kanununun 194. maddesi gereğince yaptırılan ekspertiz işleminde tespit edildiği gibi, tapu kayıt malikinin içinde oturduğu taşınmazın aile konutu olduğunu davalı banka bilebilecek durumdadır. Davalı banka yapılan işlemde Türk Medeni Kanununun 194. maddesinde belirtilen eşin "açık rızasını almak zorundadır. Davacı eşin, işleme açık rızasının mevcut olduğunu veya en azından açık rızanın verilmiş sayılması gerektiğini, ispat yükü kendisine düşen davalı banka, bunu usulünce kanıtlamış değildir. Bu sebeple yerel mahkeme hükmünün değişik gerekçeyle bozulması gerektiğini düşünüyorum.






T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/1911
K. 2009/5425
T. 24.3.2009

1086/m.432
4721/m.193, 194, 1023
6762/m.20

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen ve yukarıda tarih numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR VE SONUÇ : Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre yerinde bulunmayan temyiz isteğinin reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, peşin alınan harcın mahsubuna, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.


YEREL MAHKEME İLAMI

T.C.
ANKARA
11. AİLE MAHKEMESİ
E. 2007/575
K. 2008/266
T. 06.03.2008

Davacı vekili tarafından davalı aleyhine açılan davanın esas defterine kaydını müteakip yapılan açık yargılama sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

KARAR : Davacı vekili 26.06.2007 tarihli dilekçesinde, davalılardan Kamile E. davacının eşi olduğunu, 1997 yılında evlendiklerini, 10.01.2003 tarihinde Sincan ilçesi 1653 ada 4 parselde kayıtlı D Blok zemin kat daireyi birlikte satın aldıklarını, davalı adına tapuya tescil edildiğini, bu dairenin aile konutu olarak kullanıldığını, davalı Kamile'nin davacının bilgisi dışında kefil olduğu bir kredi alacağının teminatı olarak diğer davalı banka lehine ipotek tesis edildiğini, borcun ödenmemesi nedeniyle alacaklı banka tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibine girişildiğini, davacının davalı eşinin yapmış olduğu ipotek işleminden haberi olmadığı gibi aile konutu üzerindeki hakları sınırlayıcı bu işleme muvafakatinin da bulunmadığını beyan ile aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.

Davalı Kamile, dava dilekçesi ile duruşma gününü bildiren davetiyenin tebliğine rağmen duruşmalara katılmamış, davaya karşı bir cevap da vermemiştir.

Davalı banka vekili, gerek ipotek sırasında gerekse icra takibine başlanıldığında tapu kayıtlarında taşınmazın aile konutu olduğuna dair bir şerhin bulunmadığını, diğer davalı Kamile'nin borçlu şirket tarafından kullanılan kredinin kefili olduğunu, icra takibini semeresiz bırakmak için bu davanın açıldığını, TMK. nun 193. maddesine göre eşlerden her birinin üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabileceğini, tapuda taşınmazın aile konutu olduğuna dair şerhin bulunmaması nedeniyle tapu siciline güven ilkesi gereği iyi niyetli üçüncü kişilerin haklarının korunması gerektiğini, davacının bu ipotekten haberinin olmamasının ise mümkün bulunmadığını beyan ile davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Sincan Tapu Sicil Müdürlüğünden davaya konu ipoteğin tesis edildiği taşınmazın tapu kayıtları getirtilmiş, taşınmazın Kamile adına 10.01.2003 tarihinde tescil edildiği, 03.06.2005 tarihinde 80.000 YTL borç karşılığında K. bankası lehine ipotek tesis edildiği, tapu kaydı ve ekli akit tablosundan anlaşılmıştır.

K. Bankası ile Y. Bankasının birleşmiş olması nedeniyle taraf teşkilinin mevcut olduğu düşünülmüştür.

Ticaret Sicil Memurluğundan borçlu şirketin bilgileri ve ortakları sorulmuş, davacının ve davalının bu şirketin ortağı olmadığı görülmüştür.

Ankara 22. İcra Müdürlüğünün 2007/725 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; davalı Y. Bankası'nın borçlu şirket ile birlikte ipotek borçlusu diğer davalı Kamile aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla 09.05.2007 tarihinde icra takibine giriştiği görülmüştür.

Sincan Tapu Sicil Müdürlüğünde tapuya kayıtlı davalılardan Kamile ...'e ait taşınmazın aile konutu olarak kullanıldığı hususunda bir tartışma bulunmamaktadır. Davacı vekili tarafından dosyaya sunulan nüfus kaydından davacı ile davalı Kamile'nin 1997 yılında evlendikleri ve yine dosyaya sunulan ikametgah ilmühaberinden bu dairede oturdukları, anlaşılmaktadır. Kaldı ki ikametgah ilmuhaberindeki adres ile davalı tebligat adresi de aynı adrestir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalı eş tapu maliki Kamile tarafından diğer davalı banka lehine davacının rızası olmaksızın aile konutu olarak kullanılan bu taşınmaz üzerinde tesis edilen ipoteğin hukuken değer taşıyıp taşımadığı, davacının bu işleme rızasının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Dinlenen davacı tanıkları, davalı Kamile ile iş arkadaşı olduklarım, borçlu şirket sahibinin şirketin ekonomik sıkıntısını atlatmak için Kamile'ye sahip olduğu daireyi ipotek edip kredi çekmeyi teklif ettiğini, davalının da çalıştığı iş yerinin durumunun düzeleceği düşüncesi ile bu teklif kabul ettiğini, fakat şirketin borcunu ödememesi üzerine eşinden habersiz evi ipotek ettirmesi nedeniyle duyduğu sıkıntıyı kendileri ile paylaştığını söylemişlerdir.

Tanık beyanları ile davacının aile konutu olarak kullanılan dairenin diğer davalı banka lehine ipotek edilmesinden haberinin ve rızasının bulunmadığı anlaşılmıştır.

TMK nun 193. maddesinde gerçekten eşlerin her birinin diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabileceği yazılıdır. Yine TMK. nun 1023. maddesinde tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni bak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımının korunacağı da hüküm altına alınmıştır. Ancak TMK. nun 194. maddesinde aile konutu ile ilgili olarak özel bir düzenleme yapılmıştır Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2006/2-591-624 sayılı kararında da belirtildiği üzere bu yasa hükmünün TMK. nun 1023 maddesinde benimsenen iyi niyetli kişinin kazanımının korunmasına ilişkin ilkenin geçerliliğini kaldırmadığı muhakkaktır. Bununla beraber aile konutu Olarak kullanılan taşınmaz üzerinde eşlerin tek başlarına hukuki işlem yapmasının diğer eşin önemli yararlarını zedeleyeceği düşünülerek bu konut üzerindeki malik eşin tasarrufu diğer eşin rızasına bağlanmıştır ve TMK. nun 194/3 maddesi ile rıza alınmadan yapılacak işlemlerin önlenmesi için tapu siciline şerh verilmesi olanağı getirilmiştir. Ne var ki bu şerh soyut olarak malik eşin tasarruflarının sınırlandırılması sonucunu doğuran bir şerh değildir. Bir taşınmazın aile konutu olarak özgülenmesine ilişkin şerh olmasa bile kimi durumlarda tapu maliki olmayan ve bu özgülemeden yararlanan eş kendi rızası dışında tapu maliki eşin yaptığı tasarrufların ortadan kaldırılmasını isteyebilir. Davalı ipotek alacaklısı bankanın ipotek tesisi sırasında kötü niyetle hareket ettiği elbette söylenemez, bununla karşılığında K. Bankası lehine ipotek tesis edildiği, tapu kaydı ve ekli tablosundan anlaşılmıştır.

K. Bankası ile Y. Bankasının birleşmiş olması nedeniyle taraf teşkilinin mevcut olduğu düşünülmüştür.

Ticaret Sicil Memurluğundan borçlu şirketin bilgileri ve ortakları sorulmuş, davacının ve davalının bu şirketin ortağı olmadığı görülmüştür.

Ankara 22. İcra Müdürlüğünün 2007/725 esas sayılı dosyası incelenmesinde; davalı Y Bankası'nın borçlu şirket ile birlikte ipotek borçlusu diğer davalı Kamile aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla 09.05.2007 tarihinde icra takibine giriştiği görülmüştür.

Sincan Tapu Sicil Müdürlüğünde tapuya kayıtlı davalılar Kamile ...'e ait taşınmazın aile konutu olarak kullanıldığı hususunda tartışma bulunmamaktadır Davacı vekili tarafından dosyaya sunulan nüfus kaydından davacı ile davalı Kamile'nin 1997 yılında evlendikleri ve yine dosyaya sunulan ikametgah ilmühaberinden bu dairede oturdukları, anlaşılmaktadır Kaldı ki ikametgah ilmühaberindeki adres ile davalı tebligat adresi de aynı adrestir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davalı eş tapu maliki Kamile E tarafından diğer davalı banka lehine davacının rızası olmaksızın aile konutu olarak kullanılan bu taşınmaz üzerinde tesis edilen ipoteğin hukuken değer taşıyıp taşımadığı, davacının bu işleme rızasının bulunup bulunmadığı noktası toplanmaktadır.

Dinlenen davacı tanıkları, davalı Kamile ile iş arkadaş olduklarını, borçlu şirket sahibinin şirketin ekonomik sıkıntısını atlatmak için Kamile'ye sahip olduğu daireyi ipotek edip kredi çekmeyi teklif ettiğini, davalının da çalıştığı iş yerinin durumunun düzeleceği düşüncesi ile bu teklif kabul ettiğini fakat şirketin borcunu ödememesi üzerine eşinden habersiz evi ipotek ettirmesi nedeniyle duyduğu sıkıntıyı kendileri ile paylaştığını söylemişlerdir.

Tanık beyanları ile davacının aile konutu olarak kullanılan dairenin diğer davalı banka lehine ipotek edilmesinden haberinin ve rızasının bulunmadığı anlaşılmıştır.

TMK. nun 193. maddesinde gerçekten eşlerin her birinin diğer üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabileceği yazılıdır. Yine TMK. nun 1023. maddesinde tapu kütüğündeki tescile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımının korunacağı da hüküm altına alınmıştır. Ancak TMK. nun 194. maddesinde aile konutu ile ilgili olarak özel düzenleme yapılmıştır Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 2006/2-591-624 s. kararında da belirtildiği üzere bu yasa hükmünün TMK. nun 1023. maddesi benimsenen iyi niyetli kişinin kazanımının korunmasına ilişkin ilkenin geçerliliğini kaldırmadığı muhakkaktır. Bununla beraber aile konutu olarak kullan taşınmaz üzerinde eşlerin tak başlarına, hukuki işlem yapmasının diğer eşin önemli yararlarını zedeleyeceği düşünülerek bu konut üzerindeki malik eşin tasarrufu diğer eşin rızasına bağlanmıştır ve TMK. nun 194/3 maddesi ile rıza alınma yapılacak işlemlerin önlenmesi için tapu siciline şerh verilmesi olanağı getirilmiştir. Ne var ki bu şerh soyut olarak malik eşin tasarruflarının sınırlandırılması sonucunu doğuran bir şerh değildir. Bir taşınmazın aile konutu olarak özgülenmesine ilişkin şerh olmasa bile kimi durumlarda tapu maliki olmayan ve özgülemeden yararlanan eş kendi rızası dışında tapu maliki eşin yaptığı tasarrufların ortadan kaldırılmasını isteyebilir. Davalı ipotek alacaklısı banka ipotek tesisi sırasında kötü niyetle hareket ettiği elbette söylenemez, bununla birlikte davalı Kamile'ye ait olan taşınmazın bu davalının çalıştığı şirketin borcu nedeniyle ipotek edilmesi sırasında TMK. nun dan doğan sınırlamaların izale edilmesini temin zımnında basiretli bir biçimde davranıp aile konutu olarak kullanıldığını eksperleri marifetiyle yaptıkları inceleme sırasında görmeleri nedeniyle bu konutta oturduklarını bildiği davacı eşin rızasını da almaları gerekir iken sanki bu taşınmazın kim tarafından ne şekilde kullanıldığını, değerinin ne olduğunu bilmiyormuş, sadece borçlu şirket ve davalı Kamile'nin soyut beyanı ile ipoteği kabul etmiş gibi davranması yaşamın olağan akışına uygun bulunmadığından üzerinde ipotek tesis edilen taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmamakla birlikte davalı ipotek alacaklısı bankanın TMK'nun 1023. maddesi anlamında korunmaya değer biçimde iyi niyeti kabul edilemeyeceği düşünülerek davacı eşin muvafakati olmaksızın davalı eş tarafından diğer davalı banka lehine tesis edilen ipoteğin kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Davanın kabulü ile dava konusu Ankara ili Sincan ilçesi Dağ Sokağı 1653 ada 4 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan arsa paylı D Blok zemin kat 2 nolu bağımsız bölüm üzerinde davalı Y. Bankası A.Ş ( K. Bankası A. Ş. ) lehine 03 06 2005 tarih 10881 yevmiye sayılı işlem ile tesis edilen ipoteğin iptaline,

Peşin alınan 1 080,00 YTL harcın mahsubu ile bakiye 3 240 YTL nispi harcın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline

Davacı tarafından yapılan 1.114.50 YTL masrafın davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine,

Davacı vekilinin sarf ettiği emek ve mesai karşılığı takdir olunan 7.500 YTL avukatlık ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınıp davacıya verilmesine,

Dair, davacı vekili ve davalı banka vekilinin yüzüne karşı, davalı Kamile'nin yokluğunda HUMK. nun 432. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde temyiz için Yargıtay'a başvurma yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı.
#94



Küçükçekmece'de lise öğrencisi Serap Eser'in ölümüyle sonuçlanan İETT otobüsüne molotofkokteylli saldırıya ilişkin davada 3 sanıktan 2'si, ikişer kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı.

İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, tutuklu sanıklar Salman Akpınar ve Hamit Aksan katıldı. Duruşmada kararını açıklayan mahkeme heyeti, Akpınar ve Aksan'ın, ''Devletin birliğini bozmak ve ülke topraklarından bir kısmını devlet idaresinden ayırma amacına yönelik olarak vahamet arz eden eylemi gerçekleştirdikleri'' gerekçesiyle ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapisle cezalandırılmalarına hükmetti. Bu iki sanık, ''18 yaşından küçük olan Serap Eser'i, patlayıcı madde atmak suretiyle yakarak kasten öldürmek'' suçundan da yine ayrı ayrı ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Bu sanıkların ayrıca, ''patlayıcı madde bulundurmak ve nakil etmek'' suçlarından ayrı ayrı 6 yıl 8'er ay, sanıklardan Akpınar'ın da ''terör örgütü propagandası yapmak'' suçundan 1 yıl hapisle cezalandırılması kararlaştırıldı. Tutuksuz sanık Merdan Berk'in, ''patlayıcı madde bulundurmak'', ''kasten çocuk öldürmek'' ve ''kamu malına zarar vermek'' suçlarını işlediği sabit olmadığından beraatine hükmeden heyet, sanık hakkındaki ''terör örgütü üyeliği'' suçlamasıyla ilgili de ek iddianame yazılarak, yargılamaya devam edilmek üzere dosyasının ayrılmasına karar verdi. Küçükçekmece'de, 8 Kasım 2009'da, Söğütlüçeşme-Zeytinburnu seferini yapan İETT otobüsüne molotofkokteylli saldırı düzenlenmiş, yüzü, eli ve bacaklarında yanıklar oluşan 17 yaşındaki lise son sınıf öğrencisi Serap Eser, hastanede yapılan müdahaleye rağmen kurtarılamamıştı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1292803&title=serap-eser-davasinda-iki-saniga-muebbet-hapis
#95
T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2010/11726
K. 2011/1870
T. 10.2.2011

4077/m.22

DAVA VE KARAR : Taraflar arasındaki hakem kurulu kararına itiraz davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

SONUÇ : Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde görülmemesine göre yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 10.02.2011 gününde oybirliği ile karar verildi.

YEREL MAHKEME İLAMI:

T.C.
ISPARTA
1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(TÜKETİCİ MAHKEMESİ SIFATIYLA)
ESAS NO: 2010/48
KARAR NO: 2010/118

DAVA: Tüketicinin Hakem Kurulu Kararına İtirazı

DAVA TARİHİ: 23.02.2010

KARAR TARİHİ: 10.06.2010

Mahkememizde görülmekte bulunan Tüketiciyi Koruma Kanunundan Kaynaklanan davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

TALEP: Davacı vekili mahkememize verdiği dava dilekçesi ile davalının müvekkili Isparta Ziraat Bankası Şube Müdürlüğünden 22.04.2008 tarihinde 60 ay vadeli olarak %1,30 faiz oranı üzerinden kullanmış olduğu 57.000,00 TL limitli konut kredisi sözleşmesi imzaladıklarım bu kredinin davalı tarafından 25.11.2009 tarihinde Türkiye Vakıflar Bankası Eğirdir Şubesine refinansman edilerek kapatıldığını davalı kredi kullanımı esnasında alınan komisyon ekpertiz ücreti, hayat sigortası, DASK ve konut sigorta bedelleri ile kapama esnasında alınan %2 erken kapama cezasının iade edilmesi için Isparta Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığına dilekçe verdiğini hakem heyeti başkanlığının 26.01.2010 tarih 22 sayılı karan ile davalının %2 erken ödeme tutarı olan 870,00 TL bedelin iadesi talebinin reddine, tüketiciden komisyon ve masraf adı altında alınan 1.710,00 TL bedelin ise davalıya iadesine karar verildiğini bu kararın haksız olduğunu, bu nedenlerle Isparta Tüketici Hakem Heyeti Kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiş delillerini bildirmiştir.

B - CEVAP: Davalı verdiği cevap dilekçesini tekrar ile açılan davanın yerinde olmadığını davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

C- KANITLAR: Bu dosyada kanıt olarak tarafların karşılıklı beyanları, Konut Kredi sözleşmesi, yapılandırma kararı mevcuttur.

D- DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE: Dava davacı vekili tarafından davalı hakkında açılmış olan hakem heyeti kararına itiraz davasından ibaret bulunmaktadır. Davacı davasını kanıtlayamamıştır.

Tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında getirtilip incelenen Ziraat Bankası Isparta Şubesine ait sabit faizli konut finansmanı kredi sözleşmesinde davacı ile davalı bankanın 22.04.2008 tarihinde sözleşme imzalayıp davacıya 60 ay vadeli aylık %1,30 faiz oranlı 57.000,00 TL limitli konut kredi kullandırıldığı konularında taraflar arasında herhangi bir uyuşmazlık söz konusu değildir. Tüm dosya kapsamı göz önüne alındığında getirtilip incelenen Isparta Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin 26.01.2010 tarihli 2009/154912-22 sayılı dosyasında davalı tarafından davacı hakkında alınan konut kredisinden kaynaklanan 1.710,00 TL masrafın iadesi için şikayette bulunduğu Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığının 26.01.2010 tarihli ve 22 sayılı kararında ise davalının ödediği 1.710,00 TL bedelin kendisine iadesine 870,00 TL bedel iadesi talebinin ise reddine karar verildiği görülmüştür.

Dosya içerisinde bulunan taraflar arasında imzalanan konut kredisi sözleşmesinin 2. maddesinde müşterinin ödeyeceği toplam borç tutarı belirtilmiş olup dosya masrafı adı altında tüketiciden herhangi bir masraf alınacağına dair hüküm bulunmamaktadır. Davacı banka taraflar arasında imzalanan tüketici kredisi sözleşmesinden dosya masrafı adı altında herhangi bir masraf alınması yolunda hüküm bulunmadığı halde tüketiciden 1.710,00 TL dosya masrafı talep ettiği ve bu paranın tüketiciden tahsil edildiği uyuşmazlık konusu değildir. Taraflar arasındaki sözleşmede bu paranın alınmasına ilişkin herhangi bir hüküm bulunmadığına göre Isparta Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin tüketicinin talebini kabul ederek dosya masrafı adı altında alınan paranın tüketiciye iade etmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Bu durumda tüketicinin hakem heyeti kararını icra takibine koyarak takip yapmasında da hukuka aykırı bir yönün bulunmadığından davanın reddine karar vermek gerekmiştir.

Hüküm: Yukarıda açıklanıldığı üzere;

1- Davanın REDDİNE,

2- Harç alınmasına yer olmadığına,

3- Yapılan masrafın davacı üzerinde bırakılmasına,

Dair, davacı vekili ile davalının yüzüne karşı kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı.10.06.2010




T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/8679
K. 2011/17629
T. 28.11.2011

4077/m.6,7

DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı, davalı bankanın Bursa Ertuğrulgazi Şubesinden 05.03.2008 tarihinde 71,443.00.-TL. Konut Kredisi ve 4,679.00.-TL. Konut Destek Kredisi altında Tüketici Kredisi kullandığını, 17 ay boyunca ödemelerini düzenli olarak yaptığını ve 18.ayda da borcun tamamını kapattığını, davalı bankanın sözleşmede olmadığı halde hizmet bedeli adı altında 2,250.00.-TL, dosya ücreti adı altında 1,125.00.-TL, krediyi aynı şehirde bir başka şubeye havale ettiği için havale ücreti adı altında 1,285.00.-TL ve zorunlu olmadığı halde Hayat Sigortası adı altında 1,324.34.-TL olmak üzere toplam 5,984.34. TL. tahsil edildiğini, alınan bu paraların iadesi için davalı bankaya başvurmasına rağmen iade edilmediğini, bunun üzerine hakem heyetine şikayette bulunduğunu, Yıldırım Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin 12.02.2010 tarih, 119, 120, 121 ve 122 sayılı kararları ile alınan bu paraların iadesine karar verildiğini, kararların davalı bankaya 08.03.2010 tarihinde tebliğ edilmesine rağmen yerine getirilmediğini belirterek 5,984.34.-TL.nın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı; alınan ücretlerin yasalara uygun olduğunu, taraflar arasında imzalanan sözleşmede de alınacak ücret ve masrafların belirtildiğini ve davacının bilgilendirildiğini, davacı tarafından alındığı iddia edilen 1,285.00.-TL.havale ücreti adı altındaki masrafın banka kayıtlarında görülmediğini belirterek davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, Davanın kısmen kabulü ile; 09.04.2010 tarihi olan dava tarihi itibariyle taraflar arasındaki kredi sözleşmesinden kaynaklanan ve davalı bankaca masraflar adı altında alınan 4,144.48.-TL. ana para, 791.38.-TL.işlemiş faizi ile birlikte toplam 4,935.86.-TL.nın davacıya iadesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı eldeki davada, davalı banka tarafından konut kredisi verildiği esnada dosya masrafı, hizmet bedeli, havale ücreti adı altında kendisinden toplam 5,984.34.TL. ücret tahsil edildiğini, bunun haksız olarak kendisinden alındığını belirterek bu bedelin davalıdan tahsilini istemiş, davalı ise alınan bedelin taraflar arasında imzalanan sözleşmeye uygun olduğunu belirterek davanın reddini dilemiştir.

4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile sözleşmelerdeki haksız şart düzenlenmiş ve "Satıcı ve sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.

Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı, değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez. Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir.

6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir ... " hükmü, yine 4077 Sayılı Kanunun değişik 6 ve 31 maddelerine dayanılarak hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde "satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartlar batıldır" hükmü getirilmiştir.

Taraflar arasında 05.03.2008 tarihli 2 adet Konut Kredisi Sözleşmesi düzenlenmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, davalı banka, sadece kredinin verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü 2011/8679-17629-17629 ise davalı bankaya aittir. Aksi halde, diğer ücret ve masraflar başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hükmün yukarıda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğunun kabulü gerekir. Öyle olunca, mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden kredinin kullanılması için zorunlu masrafların neler olduğunun ve miktarının tespiti için rapor alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde karşılık davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 78,00 TL. temyiz harcının istek halinde iadesine, 28.11.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/3576
K. 2011/10221
T. 27.6.2011

4077/m.6,7,9,10,11

DAVA : Taraflar arasındaki istirdat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükümün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı, Davalı bankadan konut kredisi aldığını, bu esnada dosya masrafı ve ipotek ücreti adı altında 1645 TL ücret tahsil edildiğini, bunların sözleşmede yer alsalar dahi haksız şart olduğunu, hakem heyeti kararı ile bu paranın iadesine karar verildiğini ancak ödeme yapılmadığını belirterek, 1645 TL nin davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı; davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne, 1.645,00 TL nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1-)Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-)Davacı eldeki davada, davalı banka tarafından konut kredisi verildiği esnada dosya masrafı ve ipotek ücreti adı altında kendisinden 1645 TL ücret tahsil edildiğini, bunun haksız olarak kendisinden alındığını belirterek bu bedelin davalıdan tahsilini istemiş, davalı ise alınan bedelin taraflar arasında imzalanan sözleşmeye uygun olduğunu belirterek davanın reddini dilemiştir.

4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun'un 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile sözleşmelerdeki haksız şart düzenlenmiş ve "Satıcı ve sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe sebep olan sözleşme koşulları haksız şarttır. Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı, değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması sebebiyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez. Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir. 6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir..." hükmü, yine 4077 Sayılı Kanunun değişik 6 ve 31 maddelerine dayanılarak hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde "satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartlar batıldır" hükmü getirilmiştir.

Taraflar arasında düzenlenen 10.2.2010 tarihli Konut Kredisi Sözleşmesinin 6. maddesinde, "Müşteri işbu sözleşme hükümleri çerçevesinde kullandırılan kredi dolayısıyla, ödenmesi gereken her türlü vergi, resim, harç, sigorta primi, operasyon masrafını.. . Bank Asya'ya ödemekle yükümlü olduğunu kabul ve taahhüt eder" hükmü mevcuttur. Ancak, bu ücret ve masrafların hangi sebeplerle alınacağına dair sözleşmede ve bilgi formunda açıklayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, davalı banka, sadece kredinin verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü ise davalı bankaya aittir. Aksi halde, diğer ücret ve masraflar başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hükümün yukarda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğunun kabulü gerekir. Öyle olunca, mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden kredinin kullanılması için zorunlu masrafların neler olduğunun ve miktarının tespiti için bilirkişi raporu alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan sebeplerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte belirtilen nedenler ile davalının temyiz itirazlarının kabulüyle hükümün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 27.6.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#96
T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/14338
K. 2011/7217
T. 14.6.2011

818/m.306,307,372
4389/m.10/4
5411/m.61

Davacıya güvenlik enstrümanlarını kullanmadan işlem yapma yetkisinin davalı banka tarafından verilmiş olması karşısında, bunları kullanmadan işlem yapan davacının meydana gelen zararda müterafik kusuru olduğunun kabulü de mümkün değildir. Bu durumda mahkemece, tüm kusurun davalı bankada olduğunun kabulüyle neticesine göre bir karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Kartal 4. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 24.6.2009 tarih ve 2008/401-2009/244 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi İhsan Akgül tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankada bulunan hesabından internet şifresi girilmek suretiyle tanımadığı bir kişinin adına kredi kartından havale yapıldığını, ayrıca kredi kartından cep telefonlarına kontör yüklendiğini, bu sebeple davalı bankaya 4.546,36 TL ödeme yapmak zorunda kaldığını ileri sürerek, anılan bedelin ve 2.000 TL manevi tazminatın temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının kişisel bilgilerini koruyamaması sebebiyle oluşan zarardan müvekkilinin sorumlu olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davacının kişisel bilgilerini iyi koruyamaması sebebiyle gerçekleşen zarardan davalının sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1-) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve olayda manevi tazminat koşullarının oluşmamış bulunmasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-) Bankalar kendilerine yatırılan paraları mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür ( 4491 Sayılı Kanun ile değişik 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun 10/4 ve 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu'nun 61. maddesi ). Bu tanımlamaya göre, mevduat ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. B.K. 306 ve 307. maddeler uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Yasa'nın 372/1. maddesi uyarınca usulsüz tevdide paranın nefi ve hasarı mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup, mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin müterafik kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir.

Somut olayda mahkemece benimsenen bilirkişi raporunda, davacının hesabından çekilen paranın, davacının internet bankacılığı işlemlerinde sanal klavye kullanmaması ve İP kısıtlaması yapmaması sebebiyle şifresini ve kişisel bilgilerini internet bankacılığı suretiyle dolandırıcılık yapanlara kaptırdığı, davalı bankanın bunda kusurunun bulunmadı belirtilmiş ise de, davacıya ait para, davalı bankaya karşı gerçekleştirilen sahtecilik işlemi ile hesaptan bir başka hesaba havale edilmiş olması nedeniyle, bu durum davalı bankayı aldığı mevduatı iade etme yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi, ispat yükü kendisinde olan davalı banka, davacıya vermiş olduğu şifre ve parolanın davacının kusuru ile ele geçirildiğini kanıtlayamamıştır. Davalı bankanın internet bankacılığında kendisinin ve müşterilerinin güvenliğini sağlayacak güvenlik enstrümanlarının kullanılmasını zorunlu kılmayıp, somut olayda davacının inisiyatifine bırakması zararın doğmasında başlıca etken olup, davalı bankanın zarardan sorumlu olduğu açıktır.

Bunun yanında, davacıya güvenlik enstrümanlarını kullanmadan işlem yapma yetkisinin davalı banka tarafından verilmiş olması karşısında, bunları kullanmadan işlem yapan davacının meydana gelen zararda müterafik kusuru olduğunun kabulü de mümkün değildir.

Bu durumda mahkemece, tüm kusurun davalı bankada olduğunun kabulüyle neticesine göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bendde açıklanan sebeplerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bendde açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın, davacı yararına BOZULMASINA, ödenen temyiz peşin harcın istemi halinde temyiz edene iadesine, 14.6.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/13462
K. 2011/6046
T. 17.5.2011

5411/m. 61
818/m. 306, 307, 472

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Bursa 1. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 0l.07.2009 tarih ve 2007/204-2009/301 Sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi tarafların vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Erol Kaplan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili şirketin, davalının Gemlik Şubesi'nde bulunan hesabından bilgisi ve rızası dışında Ali Tezel isimli kişiye internet bankacılığı yoluyla 6.200 TL'nin havale edildiğini, 0.50 TL masraf kesildiğini, davalı bankanın ihmalinin bulunduğunu ve işlem güvenliğini sağlayamadığını, bu sebeple müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek, 6.200,50 TL'nin reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili bankanın internet bankacılığı hizmetinin uluslararası alanda kabul edilen güvenlik standartlarında olduğunu, mudiye güvenliğe ilişkin gerekli uyarıların yapıldığını, zararın davacının kusurundan kaynaklandığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, davalı bankanın olay tarihinden önce internet bankacılığı güvenlik sistemini zorunlu kılmadığı, önlemleri daha sonra zorunlu hale getirdiği, müşterilerini internet bankacılığındaki riskler konusunda yeterince bilgilendirmediği, web sitesinde yayınladığı duyuru ve uyarıları ayrıca yazılı olarak bildirmediği, davacının ise korumakla yükümlü olduğu kişisel bilgilerini koruyamadığı, bu sebeple zararın oluşmasında tarafların müterafik kusurlarının bulunduğu, davalının kusur oranının 3/4 oranında olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabul üne, 4.650,38 TL alacağın 21.11.2006 tarih inden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

Kararı, tarafların vekilleri temyiz etmiştir.

1-) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-) Dava, davalı banka nezdinde açılmış olan hesapta bulunan paranın davacının bilgisi ve izni dışında internet yolu ile yapılan işlemler sonucu çekilmesi suretiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.

Bankalar kendilerine yatırılan paraları mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür ( 4491 Sayılı Kanun ile değişik 4389 Sayılı Bankalar Kanunu'nun 10/4 ve 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu'nun 61. maddesi ). Bu tanımlamaya göre, mevduat ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. B.K.nun 306 ve 307. maddeleri uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Yasa'nın 472/1. maddesi uyarınca usulsüz tevdide paranın nefi ve hasarı mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup, mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin müterafik kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir.

Somut olayda mahkeme, davacıyı meydana gelen zararda müterafik kusurlu olarak kabul etmiştir. Oysa davacıya ait para, davalı bankaya karşı gerçekleştirilen sahtecilik işlemi ile hesaptan bir başka hesaba havale edilmiş olup, bu durum davalı bankayı aldığı mevduatı iade etme yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi ispat yükü kendisinde olan davalı banka davacının şifre ve parolasının davacının kusuru ile ele geçirildiğini kanıtlayamamıştır. Davalı bankanın internet bankacılığında kendisinin ve müşterilerinin güvenliğini sağlayacak güvenlik enstrümanlarını yeterince almamış olması zararın doğmasında başlıca etken olup, davalı bankanın zarardan sorumlu olduğu açıktır.

O halde somut olayda tüm kusur davalı bankada olduğu halde yazılı gerekçelerle tarafların birlikte kusurlu olarak kabul edilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının REDDİNE, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 213,41 TL temyiz ilam harcın ın temyiz eden davalıdan alınmasına, ödenen temyiz peşin harcın istemi halinde temyiz eden davacıya iadesine, 17.5.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/10452
K. 2011/2746
T. 15.3.2011

5411/m. 61
818/m. 306, 307, 472

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Diyarbakır 1. Sulh Hukuk Mahkemesi'nce verilen 18.09.2008 tarih ve 2006/1542-2008/2609 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Erol Kaplan tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkili şirketin davalı banka nezdinde bulunan hesabından toplam 4.054 TL'nin İ. Y. tarafından internet yoluyla kendi hesabına havale edildiğini, müvekkilinin girişimleri sonucu bu paranın 2.854 TL'sinin banka tarafından bloke edildiğini, ancak müvekkilinin bu parayı kullanmasına davalı tarafından izin verilmediğini, havale işlemini yapan kişi hakkında hazırlık soruşturmasının devam ettiğini, bankaların internet yoluyla yapılan işlemlerin güvenliğini sağlamakla yükümlü olduklarını ileri sürerek, toplam 4.054 TL'den, şimdilik 1.200 TL'nin faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili tarafından gerekli güvenlik önlemlerinin alındığını, internet bankacılığını kullanacak müşterilerin çeşitli güvenlik adımlarını takip etmelerinin gerektiğini, davacının ek güvenlik önlemlerini aktif hale getirmediğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre, davacının hesabından 4.054 TL'nin 29.09.2005 tarihinde başka bir hesaba havale edildiği, davalı tarafından internet bankacılığı ile ilgili güvenlik önlemlerinin alınarak kullanıcıya sunulduğu, aldığı güvenlik önlemlerini müşterilerine duyurduğu, davacı müşteri tarafından iyi korunmuş bir şifre kullanılması ve bilgisayarın virüslere karşı güvenliğinin sağlanması durumunda yeterli güvenliği sağlamanın mümkün olduğu, bu nedenle davalı bankanın sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, davalı banka nezdinde açılmış olan hesapta bulunan paranın davacının bilgisi ve izni dışında internet yolu ile yapılan işlemler sonucu çekilmesi suretiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.

Bankalar kendilerine yatırılan paraları mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür. (5411 sayılı Bankacılık Kanunu'nun 61. maddesi) Bu tanımlamaya göre, mevduat ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. BK'nun 306 ve 307. maddeleri uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı Yasa'nın 472/1. maddesi uyarınca usulsüz tevdide paranın nef i ve hasarı mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin müterafik kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir.

Somut olayda mahkeme, davalı banka tarafından sistemin korunması için gerekli güvenlik önlemlerinin alındığı, bu nedenle davalı bankanın kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davayı reddetmiştir. Oysa davacıya ait para, davalı bankaya karşı gerçekleştirilen sahtecilik işlemi ile hesaptan bir başka hesaba havale edilmiş olup, bu durum davalı bankayı aldığı mevduatı iade etme yükümlülüğünden kurtarmamaktadır. Davalı bankanın internet bankacılığında kendisinin ve müşterilerinin güvenliğini sağlayacak güvenlik enstrümanlarının kullanılmasını zorunlu kılmayıp, davacının inisiyatifine bırakması zararın doğmasında başlıca etken olup, davalı bankanın zarardan sorumlu olduğu açıktır.

Bunun yanında, davacıya güvenlik enstrümanlarını kullanmadan işlem yapma yetkisinin davalı banka tarafından verilmiş olması karşısında, bunları kullanmadan işlem yapan davacının meydana gelen zararda müterafik kusuru olduğunun kabulü de mümkün değildir.

O halde somut olayda tüm kusur davalı bankada olduğu halde yazılı gerekçelerle tüm kusurun davacıda olduğunun kabul edilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 15.03.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.




T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/2331
K. 2010/8849
T. 20.9.2010

5411/m.61

DAVA : Taraflar arasında görülen davada; İstanbul 14. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 20.10.2008 tarih ve 2007/99-2008/553 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Muktedir Lale tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili, davalı bankanın Perpa Şubesinde hesapları bulunan müvekkillerinin hesaplarından bilgileri ve talimatları dışında internet bankacılığı yoluyla paralarının çekildiğini, dava konusu olaya davalının özen eksikliğinin neden olduğunu ileri sürerek, şimdilik 81.150.-YTL'nin temerrüt faizi ile tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili bankanın internet bankacılığı hizmetinin uluslararası alanda kabul edilen güvenlik standartlarında olduğunu savunarak, davanın zamanaşımı ve esas yönünden reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda, dava konusu olayda davacıların 2/3 oranında davalı bankanın ise 1/3 oranında müterafık kusurunun bulunduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Karan, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dava, davalı banka nezdinde açılmış olan hesapta bulunan paranın davacıların bilgisi ve izni dışında internet yolu ile yapılan işlemler sonucu çekilmesi suretiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkindir.

Bankalar kendilerine yatırılan paralan mudilere istendiğinde veya belli bir vadede ayni veya misli olarak iade etmekle yükümlüdür ( 4491 Sayılı Yasa ile değişik 4389 sayılı Bankalar Kanunu 10/4 ve 5411 Sayılı Bankacılık Kanunu'nun 61. maddesi ). Bu tanımlamaya göre, mevduat ödünç ile usulsüz tevdi sözleşmelerinin niteliklerini taşıyan kendine özgü bir sözleşmedir. BK. 306 ve 307. maddeler uyarınca ödünç alan, akdin sonunda ödünç verilen parayı eğer kararlaştırılmışsa faizi ile iadeye mecburdur. Aynı yasanın 472/1. maddesi uyarınca usulsüz tevdide paranın nef'i ve hasan mutlak şekilde saklayana geçtiği için ayrıca açıklamaya gerek kalmadan saklayan bu parayı kendi yararına kullanabilir. Bu açıdan değerlendirildiğinde, usulsüz işlemle çekilen paralar aslında doğrudan doğruya bankanın zararı niteliğinde olup, mevduat sahibinin bankaya karşı alacağı aynen devam etmektedir. Usulsüz işlemlerin gerçekleşmesinde ispatlandığı takdirde mevduat sahibinin müterafık kusurundan söz edilebilir ve banka bu kusur oranı üzerinden hesap sahibinin alacağından mahsup talebinde bulunabilir.

Somut olayda mahkeme, benimsediği bilirkişi raporu ile davacıların internet bankacılığında kullandığı kişisel bilgilerini koruyamadığı gerekçesiyle meydana gelen zararda 2/3 oranında kusurlu olarak kabul etmiştir. Oysa davacılara ait para, davalı bankaya karşı gerçekleştirilen sahtecilik işlemi ile hesaptan davalı bankadaki başka bir hesaba havale edilmiş olup, bu durum davalı bankayı aldığı mevduatı iade etme yükümlülüğünden kurtarmayacağı gibi, ispat yükü kendisinde olan davalı banka davacılara vermiş olduğu şifre ve parola gibi kişisel bilgilerinin davacıların kusuru ile ele geçirildiğini kanıtlayamamış olup, bilirkişilerin bu konuda davacıların kusurlu olduğuna ilişkin görüşleri somut bir kanıta da dayanmamaktadır. Bu itibarla davalının meydana gelen zararın tamamından sorumlu olduğu açıktır.

Bu itibarla, mahkemece davacıların hesabından çekilen tüm tutarın davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken, anılan hususlar nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacılar yararına BOZULMASINA, ( 2 ) nolu bentte açıklanan nedenle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 20.09.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.



T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2009/4058
K. 2010/159
T. 11.1.2010

818/m. 44
1086/m. 43

DAVA : Taraflar arasında görülen davada İstanbul 10.Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 05.12.2008 tarih ve 2006/286 - 2008/683 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Sultan Gümüş Başaran tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili asıl davada, müvekkillerinin davalı banka nezdinde bulunan hesaplarından bilgi ve talimatları olmadan internet şifre ve kullanıcı bilgileri ele geçirilmek suretiyle Müslim Bağcı adlı tanımadıkları bir kişinin hesabına havale yapıldığını, 06.05.2005 tarihinde 1'er dakika aralıklarla 11 defa şifre değişikliği işlemi yapıldığını, 10, 11 ve 12 Mayıs 2005 tarihlerinde de şifre değişikliği işlemi yapıldığını, bundan sonrada para transferlerinin yapıldığını, müvekkillerinin toplam zararının 125.000,00 YTL olduğunu, davalı bankanın gerekli güvenlik önlemlerini almaması nedeniyle sorumlu olduğunu ileri sürerek, 125.000,00 YTL'nın tazminini talep ve dava etmiş, birleşen davada da hesaplardan transfer edilen bu meblağın hesaptan alınma tarihi olan 17.05.2005 tarihinden dava tarihine kadar işlemiş olan avans faizi toplamı 38.000,00 YTL ve müvekkilinin faizle karşılanmayan munzam zararı olan şimdilik 50.000,00 YTL olmak üzere toplam 88.000,00 YTL'nın tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, dava konusu paranın çekilmesine yönelik işlemlerin şifre kullanılarak yapıldığını, bankanın bir kusurunun bulunmadığını, şifresini muhafaza edemeyen davacıların kusurlu olduğunu, asıl davada birikmiş faiz istenmediğini, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmadığını, munzam zarar koşullarının oluşmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamına göre, asıl davada güvenlik önlemlerinden sadece "şifrenin paylaşılmaması" hususunun davacı mudilerin yükümlülüğünde bulunduğu, davacılar tarafından şifrenin üçüncü kişilere çaldırma/üçüncü kişilerle paylaşma olasılığı bulunsa dahi internet bankacılığı hizmeti veren bir bankanın tadadi olarak sıralanan güvenlik tedbirlerini almış olması ve uyguluyor olması gerektiği, tedbirlerin alınmış olması halinde hesaplara yapılan saldırının sonuçsuz kalacağı, davacıların şifresini çaldırdığı ya da üçüncü kişilerle paylaştığı yönünde dosya kapsamında herhangi bir bilgi bulunmadığı, objektif özen yükümlülüğünü yerine getirmeyen bankanın olaydan tamamen sorumlu tutulması gerektiği, davalı bankanın kusuru olsa da olmasa da sahtekarlıkla bir kişinin hesabından para çekilmesi halinde sadece bankanın zarara uğradığı, mevduat sahibinin, bankaya karşı alacağının aynen devam ettiği, meğerki mevduat sahibinin, bankanın zararının doğmasına kendisi de ortak kusuru ile sebep olsun ( BK. m. 44 ), davacılara bu yönde de bir kusur izafe olunmadığı, hükme esas alınan son heyet raporunda davacıların zararının 124.400 YTL olarak hesaplandığı, birleşen davada davacıların davalı bankadaki mevduatlarını faiz karşılığı işlettikleri, olay tarihi ile dava tarihi arasında faiz gelirinden yoksun kaldıkları, anılan tarihler arasında T.C.Merkez Bankası'nca belirlenmiş % 30 avans faizi üzerinden 37.500,00 YTL birikmiş faiz alacağı bulunduğu, munzam zarar istemi kalemi yönünden yapılan inceleme sonucunda da kesinleşmiş bir zarar bulunmadığı, munzam zarar talep etme koşullarının oluşmadığı gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulü ile 124.400,00 YTL'nın davalıdan tahsili ile davacılara verilmesine, birleşen davada davanın kısmen kabulü ile 37.500,00 YTL faiz alacağının davalıdan tahsiline, fazla taleple birlikte munzam zarara ilişkin davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve asıl alacak davasında faiz istenmemiş olsa bile ve keza fazlaya ilişkin hak saklı tutulmasa dahi feri nitelikte bir alacak olan faizin ayrı bir davada istenmesini engelleyen bir yasa hükmünün bulunmamasına ( Prof.Dr.B. Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001 Basım, Cilt 2, syf. 1562 ) göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Ancak, davacılar müşterek hesap sahibi olmayıp ayrı ayrı hesap sahibi olduklarından ayrı ayrı talepte bulunmaları gerekir. Yani ihtiyari dava arkadaşı durumundadırlar. Bu durumda davacı taraftan asıl ve birleşen davada her bir davacı için istenen tutar sorularak, buna göre asıl ve birleşen dava yönünden her bir davacı için ayrı ayrı hüküm kurulmak gerekirken bu husus nazara alınmadan yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 11.01.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.





T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/481
K. 2011/2326
T. 23.2.2011

818/m. 41, 49

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine yönelik olarak verilen hükümün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankadaki mevduat hesaplarına girilerek para çekme korsanları tarafından toplam 3.500.-TL çekildiğini, davalının kusurlu ve sorumlu olduğunu, yapılan takibe davalının itiraz ettiğini, çekilen 3.500.-TL ile 3.000.-TL manevi tazminatın %45 inkar tazminatı ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiş, duruşmada ise; alacak olarak açtığı davaya itirazın iptali davası olarak devam edilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacı ile banka arasında Bireysel Bankacılık Hizmet Sözleşmesi imzalandığını, davaya konu işlemlerin davacının şifre ve parolası girilerek gerçekleştirildiğini, davalının kusurunun bulunmadığını, davacı zararının kendi kusurundan kaynaklandığını, banka uygulaması ile zarar arasında nedensellik bağının ispat edilmesi gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davaya konu olayda tarafların müterafik kusurunun bulunduğu, alınan bilirkişi raporuna göre davalının müterafik kusurundan kaynaklanan yükümlülüğünün 2.153.44.-TL olduğu, davacının da olayda kusurlu olduğunun kabul edildiği ve hesaptan para çekilmesinin davacının kişisel haklarına bir saldırı niteliğinde değerlendirilemeyeceği gerekçesiyle manevi tazminat talebinin reddine, takibe yapılan itirazın kısmen iptali ile takibin 2.153.44.-TL üzerinden devamına karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacının 2/5, davalı bankanın 3/5 oranında kusurlu bulunduğu belirtilmiştir.

Davacının kimsenin bilmemesi gereken ve korumakla yükümlü olduğu şifre, parola gibi kişisel bilgilerini koruyamadığı, bu konudaki özen yükümlülüğünü ihmal ettiği sabit olmadığı sürece davacı müşteri bankada bulunan paranın internet bankacılığı yoluyla başka hesaba aktarılmasından dolayı sorumlu tutulamaz. Mahkemece bu yönler gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken davacının da kusurlu bulunduğu kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle hükümün temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin harçların istenmesi halinde iadesine, 23.2.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#97
İmza itirazı beş günlük süre içinde takibin yapıldığı icra dairesinin bağlı olduğu icra mahkemesine yapılmalıdır:
İcra ve İflas Kanunu'nun 170/I. maddesinin 1. cümlesinde, "borçlunun İİK'nun 168. maddesinin (4) numaralı bendine göre 'imzanın kendisine ait olmadığı' yolundaki itirazını -5 gün içinde- bir dilekçe ile icra mahkemesine bildireceği" belirtilmiştir.

Borçlunun imza itirazının geçerli olabilmesi için (İİK.m.168/I-4); Ödeme emrinin tebliğinden itibaren beş gün içinde, açıkça[1], dilekçe ile[2], icra mahkemesine[3] imza itirazının yapılmış olması gerekir.

İmzaya itiraz süresi beş gündür ve ödeme emrinin borçluya tebliğ edildiği tarihten itibaren başlar. Bu süre kamu düzeni ile ilgili olduğundan icra mahkemesince kendiliğinden dikkate alınır[4]. Beş günlük süre geçtikten sonra yapılan itiraz geçersiz olur ve icra mahkemesi, yapılan itirazı süre yönünden reddeder[5]. Bu red kararı ile birlikte ayrıca alacaklı lehine (işin esasına girilmediği için) yüzde kırk icra inkar tazminatına hükmedilmez[6]. Beş günlük itiraz süresinin son günü tatil gününe rastlarsa, itirazın -en geç- tatili takip eden ilk iş günü içinde yapılması gerekir[7]. Yarım günlük mesainin yapıldığı kısmi çalışılan günler tatil günü olarak kabul edilmez. Keza kamunun idari tatil ilan ettiği günler resmi tatil niteliğinde olmadığından ve bu tarihlerde mahkemelerde çalışmaya devam edildiğinden, idari izin ilan edilen günler de tatil günü olarak kabul edilmez ve beş günlük sürenin son günü bu günlere denk gelirse, süre o gün mesai bitiminde sona ermiş olur. Yüksek Mahkeme müstakar kararlarında, sürenin son gününde dava harcının yatırılamaması halinde, bu durumla ilgili tutanak tutulması şartıyla davanın süresinde açılmış olduğunu kabul etmektedir. Nitekim bu yöndeki bir kararda aynen şu ifadeler kullanılmıştır: "...Borçlunun, itiraz süresinin 5. günü saat 16.50'de adliye veznesine başvurduğu, ancak, 'veznenin kapalı olduğu'ndan bahisle, harcın ertesi günü yatırılacağının (alınacağının) belirlenmiş olması halinde, -fiili imkansızlık nedeniyle harcın süresinde yatırılamadığı dikkate alınarak- itirazın süresinde yapıldığının kabulü gerekeceğini..." [8]

İtiraz hakkı ve süresi, ödeme emrinin tebliğ edildiği tarihte başlar. Yüksek Mahkeme, "...kural olarak borçlunun itiraz hakkı kendisine ödeme emrinin tebliği ile doğarsa da, borçlunun, kendisine ödeme emrinin tebliğini beklemeden -alacaklının anlaşmazlığı ve takibi sürdürme iradesini taşıması halinde- icra mahkemesine yapacağı itirazın (ve şikayetin) icra mahkemesince 'süreden ret' edilmeden inceleneceğini..."[9] belirtmiştir. Başka bir ifade ile; eğer borçluya hiç ödeme emri çıkarılmamış veya çıkarılan ödeme emri borçluya tebliğ edilemeden iade edilmişse, borçlu bu aşamada ödeme emrine itiraz edemez. Fakat; borçlu, kendisine gönderilen ödeme emrini almadan ödeme emrine itiraz etmiş ve bu itirazdan sonra ödeme emri kendisine tebliğ edilmişse, borçlunun «önce» yaptığı itiraz geçerli olur (Yüksek Mahkeme daha önceki kararlarında, "ödeme emri tebliğ edilmeden borçlunun itiraz hakkının doğmayacağını, takipten haberdar olduğundan bahisle icra mahkemesine başvurmasının hukuki sonuç doğurmayacağını, bu itirazın incelenemeyeceğini"[10] belirtmekteydi).

İmza itirazı (inkarı)nın -örneğin; «senetteki imza bana (ya da miras bırakanıma) [11] ait değildir», «senetteki imzaya itiraz ediyorum» şeklinde- açıkça belirtilmiş olması gerekir. Bu nedenle, borçlunun «borcum yoktur, «senet vermedim», «senet sahtedir» [12] [13] şeklindeki itirazları «imza itirazı» niteliğini taşımaz. Yüksek Mahkeme konuyla ilgili çeşitli kararlarında, "...Takip dayanağı çekin (bononun) şirket yetkilileri tarafından düzenlenmediği, çeki (bonoyu) imzalayan kişinin şirket yetkilisi olmadığı' yönündeki itirazın 'borca itiraz' niteliğinde olduğunu..."[14], "...Şirketin borçtan sorumlu olabilmesi için iki imza ile temsil edilmesi gerektiği oysa senette tek imza bulunduğunun ileri sürülmesi halinde 'borca itiraz' da bulunulmuş olacağını..."[15], "...Takip dayanağı bonodaki imzanın kooperatifi temsilen atıldığının ve borçtan şahsen sorumlu olunmayacağı»nın ileri sürülmesinin 'borca itiraz' niteliğinde olduğunu..."[16] belirtmiştir.

Buna karşın Yüksek Mahkeme, "...Takip dayanağı senette şirketi ilzam edecek şirket nam ve hesabına atılmış bir imzanın bulunmadığı' şeklindeki itirazın 'imza itirazı' olduğunu..." [17], "...Takip dayanağı senetteki imzanın şirket yetkilisine ait olmadığı' doğrultusundaki itirazın 'imza inkarı' niteliğinde olduğunu..."[18], "...Bononun sahteliğinin ileri sürülmesinin, 'imza inkarı' niteliğinde olduğunu..."[19], "...Borçlunun 'borcum yoktur, senet imza etmedim' şeklindeki itirazının 'imza inkarı' sayılacağını..."[20] kabul ettiği gibi, borçlu vekillerinin "...imzanın müvekkillerimizin miras bırakanına ait olup olmadığı bilinmemektedir..." [21] şeklindeki itirazlarını da «imza itirazı (inkarı)» olarak nitelememiştir.

Gerek «borca itiraz» ve gerekse «imzaya itiraz» her ne kadar icra mahkemesine bildirilecekse de, bunların icra mahkemesi tarafından incelenmesi ve karara bağlanmasında ince bir farklılık vardır. Gerçekten de, borca itirazın kabulü üzerine alacaklının genel mahkemede dava açması halinde, «inkar tazminatı» ve «para cezası»nın tahsili dava sonuna kadar ertelenirken (İİK.m. 169a/V, VI), «imza itirazının kabulü» halinde, alacaklının genel mahkemede dava açması durumunda sadece «para cezası»nın tahsili dava sonuna kadar ertelenecek, fakat kanunda ayrıca öngörülmediği için (İİK.m.170/son) «tazminat»ın tahsili ertelenmeyecektir.

Yüksek Mahkeme, "...borcun esasını ihtiyati haciz tutanağında kabul eden borçlunun, ödeme emrinin tebliğinden sonra imza itirazında bulunabileceğini..."[22] kabul etmiştir.

İmza itirazının sonuçları: Borçlunun İİK. 168/I-4'e göre ödeme emrinin tebliğinden itibaren, 5 gün içinde icra mahkemesine dilekçe ile yaptığı itiraz sonucunda icra takibi durmaz. Sadece «satış» işlemi yapılamaz (İİK. mad. 170/I, c: 2). Ancak, icra mahkemesi, duruşmadan önce -borçlunun itiraz dilekçesi kapsamından veya eklediği belgelerden- edindiği kanaate göre, itirazı ciddi görürse, «takibin geçici olarak durdurulmasına» -evrak üzerinde- karar verebilir (İİK.m.170/II).

Davacı borçlu takibin yapıldığı icra dairesinin yetki çevresi içinde kendisine ödeme emri tebliğ edilmişse, icra mahkemesindeki ilk duruşmada bizzat hazır bulunmak zorunda olduğundan (İİK. mad. 68a/II), eğer hazır bulunmaz -ve duruşmada bulunmama mazeretini de bildirmezse- icra mahkemesi başka bir inceleme yapmaksızın, yalnızca bu nedenle «borçlunun itirazının reddine» karar verir [23] (ve ayrıca; borçluyu takip konusu senede dayanan alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkum eder) (İİK.m.68a/V). Buna karşılık takibin yapıldığı icra dairesinin yetki çevresi dışında kendisine ödeme emri tebliğ edilen borçlu, icra mahkemesinde yapılan ilk duruşmada bizzat hazır bulunmak zorunda değildir (İİK. mad. 68a/II, c: 2). Borçlu, ilk duruşmaya sadece vekilini de gönderebilir. Eğer ilk duruşmada ne borçlunun kendisi ve ne de borçlunun vekili hazır bulunmazsa, duruşma borçlunun yokluğunda yapılır. Fakat bu durumda icra mahkemesince «borçlunun imza itirazının reddine» karar verilemez. Mahkemenin, borçlunun dinlenmesi için, bulunduğu (oturduğu) yerdeki icra mahkemesine talimat göndermesi yani «oradaki icra mahkemesinde istinabe yolu ile dinlenmesine» karar vermesi gerekir[24] [25].

«İmza itirazı»ında bulunan borçlunun, takip dayanağı senedin tanzim tarihinden önceki[26] -ve düzenleme tarihine yakın [27] tarihte atılmış- imza uygulamasına elverişli (medarı tatbik) imzalarının bulunduğu yerleri de dilekçesinde bildirmesi -eğer varsa-, imza sirkülerini de dilekçesine eklemesi gerekir.

«İmza itirazı (inkarı)»na ilişkin uyuşmazlıklarda «imzanın borçluya ait olduğu» hususunun, alacaklı tarafından ispat edilmesi gerekir. Borçludan olumsuz ispat etmesi istenemez[28]. Bu nedenle, borçlunun tatbike elverişli (mukayeseye medar) imzalarının nerelerde bulunduğunun alacaklıya sorularak, bulundukları yerlerden getirtilip onlar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması, tatbike elverişli imzalar bildirilmediği takdirde, borçluya duruşmada -oturarak ve ayakta- yazdırılacak yazı ve imzalar ile takip konusu senetteki imzalar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak «takip konusu senetteki imzanın borçluya ait olup olmadığı (borçlu tarafından atılmış olup olmadığı)» nın araştırılması gerekir [29].

Yine bu konu ile ilgili olarak şu hususu da belirtelim ki; TTK'nun 688/VII. maddesini çok dar yorumlayan yüksek mahkeme «TTK'nun 688/VII. maddesinde 'imzalar'dan değil 'imza'dan sözedilmiş olduğunu, şirket kaşesi üzerinde ve açıkta ayrı ayrı imza bulunması halinde imzalardan birinin şirketi diğerinin ise imza sahibi şahsen borç altına sokacağını» [30] belirterek «senedin keşideci bölümünde hem 'şirket' ve hem de 'şirket temsilcisinin' -aynı kişinin elinden çıkmış- iki imza bulunması halinde, imzalardan birinin şirket, diğerinin de imza sahibinin şahsı adına atılmış olduğunun kabulü gerekeceğini» [31] ifade etmiştir.

İmza incelemesi sırasında -itiraz üzerine- bilirkişiden alınan ilk ve ikinci rapor arasındaçelişki bulunursa, bu çelişkinin yeniden bilirkişiye başvurularak giderilmesi gerekir [32]. Bu yapılmadan «üç kişilik kurul tarafından verilen» bilirkişi raporu doğrultusunda bu raporlara üstünlük tanınarak karar verilemez [33].

Adli Tıp Kurumu, «imza incelemesi» konusunda son makam olmadığından, Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporlara, diğer Kurumlar tarafından düzenlenen raporlar karşısında bir üstünlük tanınamaz [34].

Bilirkişi (veya bilirkişi kurulu) tarafından düzenlenen raporda «inkar edilen itirazın borçluya ait olup olmadığının tesbit edilemediği»nin belirtilmiş olması halinde -'senetteki imzanın borçluya ait olduğunu» ispat külfeti alacaklıya ait olduğundan-[35] icra mahkemesince«imza itirazının kabulü» doğrultusunda karar verilmesi gerekir [36].

Eğer alacaklı, senedi takibe koymada kötü niyetli veya ağır kusurlu ise; icra mahkemesi ayrıca -borçlu lehine- «takip konusu olduğu yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere tazminata» ve -hazine yararına- «takip konusu alacağın yüzde onu oranda para cezasına» hükmeder (İİK. mad. 170/IV, c: 1).

Alacaklı, genel mahkemede açmış olduğu alacak davasını kazanırsa, aldığı ilama dayanarak borçlu hakkında yeni bir ilamlı takip yapabilir, icra mahkemesinin kararı ile durmuş olan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takibe devam edemez [37].

Yüksek mahkeme, «imza itirazının kabulü» halinde borçlu lehine hükmedilecek -% 20- tazminat («haksız takip tazminatı»; «kötü niyet tazminatı») ile ilgili olarak; «İİK. 170/IV uyarınca, alacaklının senedi takibe koymada 'kötü niyetli' ya da 'ağır kusurlu' olduğu kanıtlanmadıkça, 'imza itirazının kabulü' kararı ile birlikte borçlu lehine -% 20- tazminata hükmedilemeyeceğinden; "...Lehtar tarafından keşideciye karşı yapılan takiplerde, lehtar senetteki imzanın keşideciye ait olup olmadığını bilebilecek durumda olduğundan, 'imza itirazının kabulü'ne karar veren icra mahkemesinin ayrıca bu kararla birlikte, borçlu lehine % 20 tazminata da hükmetmesi gerekeceğini..."[38], "...Ciranta tarafından keşideciye karşı yapılan takiplerde, ciranta senetteki imzanın keşideciye ait olup olmadığını bilebilecek durumda olmadığından, 'imza itirazının kabulü'ne karar veren icra mahkemesinin ayrıca, borçlu lehine % 20 tazminata da hükmedemeyeceğini..."[39], "...Yargılamanın her aşamasında -icra mahkemesinden- tazminat istenebileceğini..."[40], "...Senette birden fazla borçlu bulunması ve bu borçluların tümünün imza itirazının kabul edilmesi halinde, borçlular lehine ayrı ayrı değil, tek tazminata hükmedilmesi gerekeceğini..." belirtmiştir.


--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bknz: 12. HD. 3.2.1993 T. 13071/1798; 16.3.1981 T. 501/2498

[2] Bknz: 12. HD. 20.5.1993 T. 5635/9596 - 8.5.1992 T. 13562/6337

[3] Bknz: 12. HD. 8.5.1992 T. 13562/6337 - 11.3.2003 T. 2408/4931 - 2.4.2002 T. 5780/6725

[4] Bknz: 12. HD. 17.9.1999 T. 9171/10311 - 3.10.1995 T. 12346/12665

[5] Bknz: 12. HD. 22.11.1995 T. 15706/16516

[6] Bknz: 12. HD. 3.4.2006 T. 4512/6903; 29.11.2004 T. 20441/24668; 24.4.2004 T. 9216/13131; 17.7.2003 T. 382/2492

[7] Bknz: 12. HD. 17.2.1999 T. 1099/1500; 10.7.1996 T. 9320/9737

[8] Bknz: 12. HD. 20.9.2004 T. 15310/19642

[9] Bknz: 12. HD. 2.11.2006 T. 16239/20258; 31.10.2006 T. 17200/19994; 16.10.2006 T. 16665/19292 vb.

[10] Bknz: 12. HD. 1.2.1999 T. 15197/433; 23.2.1998 T. 887/1898

[11] Bknz: 12. HD. 31.3.2005 T. 2555/6905

[12] POSTACIOĞLU, İ. İcra Hukuku Esasları, 1982, s: 168

[13] Karş: 12. HD. 3.5.1994 T. 5694/5788

[14] Bknz: 12. HD. 27.2.2007 T. 666/3331; 1.4.2004 T. 3006/7807; 1.2.2001 T. 798/1596

[15] Bknz: 12. HD. 23.11.2006 T. 18806/21999; 23.1.2003 T. 27718/886; 25.11.2002 T. 23321/24987

[16] Bknz: 12. HD. 18.7.2006 T. 12908/15881

[17] Bknz: 12. HD. 8.4.2005 T. 3981/7619

[18] Bknz: 12. HD. 1.7.2003 T. 12951/15743; 19.2.2002 T. 2636/3623, 16.2.2001 T. 2032/2969

[19] Bknz: 12. HD. 3.5.1994 T. 5694/5788

[20] Bknz: 12. HD. 27.1.1981 T. 8861/649

[21] Bknz: 12. HD. 16.3.1981 T. 501/2498

[22] Bknz: 12. HD. 23.5.2003 T. 9173/11908; 23.5.2002 T. 10014/10733; 6.5.1997 T. 4852/5163

[23] Bknz: 12. HD. 30.11.2004 T. 20408/24761

[24] Bknz: 12. HD. 22.9.2005 T. 14402/17726; 19.12.2000 T. 19442/20286; 25.9.2000 T. 12295/13479

[25] Ayrıntılı bilgi için bknz: UYAR, T. İcra ve İflas Kanunu Şerhi, C:4, 2006, s:5777 vd.

[26] Bknz: 12. HD. 2.3.1988 T. 2323/3374 - 25.9.1978 T. 7297/7384

[27] Bknz: 12. HD. 3.3.1998 T. 1984/2517

[28] Bknz: 12. HD. 19.9.2006 T. 13843/16653; 3.3.2006 T. 576/4206; HGK. 26.4.2006 T. 12-259/231; 12. HD. 19.9.2005 T. 13571/17488 vb.

[29] Bknz: 12. HD. 21.11.2006 T. 18644/21838; 26.6.2006 T. 11217/13877; 2.2.2006 T. 24438/1285 vb.

[30] Bknz: 12. HD. 16.2.2007 T. 24244/2558; 28.11.2006 T. 19212/22365; 20.11.2006 T. 18860/21677

[31] Bknz: 12. HD. 25.2.2000 T. 2336/3140; 5.11.1999 T. 12229/13615; 9.9.1999 T. 8566/9817

[32] Bknz: 12. HD. 22.2.2007 T. 25008/2956; 15.12.2006 T. 20530/23897; 8.12.2006 T. 19938/23252 vb.

[33] Bknz: 12. HD. 31.3.1988 T. 6413/4014; 15.9.1987 T. 11685/8850

[34] Bknz: 12. HD. 23.11.2006 T. 18831/22070; 11.11.2002 T. 21835/23026; 1.7.2002 T. 13715/14107

[35] Bknz: Yuk. dipn. 108

[36] Bknz: 12. HD. 1.3.2007 T. 798/3605; 28.12.2005 T. 23657/26256; 10.5.2005 T. 7253/10199 vb.

[37] KURU, B. age. c: 2, s: 1768 - KURU, B. age. El Kitabı, s: 680

[38] Bknz: 12. HD. 6.3.2007 T. 3272/4031; 16.2.2007 T. 24238/2557; 16.1.2007 T. 22605/216 vb.

[39] Bknz: 12. HD. 6.3.2007 T. 1322/4087; 30.1.2007 23582/1404; 16.1.2007 T. 22552/165 vb.

[40] Bknz: 12. HD. 25.1.2005 T. 24506/916; HGK. 19.4.1995 T. 12-296/404

İşbu çalışmanın hazırlanmasında Talih Uyar'ın "KAMBİYO SENETLERİNE MAHSUS HACİZ YOLU İLE TAKİPLERDE İMZA İTİRAZI (İİK. MAD. 170, 170b)" adlı makalesinden istifade edilmiştir.
#98
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2006/12-259
K. 2006/231
T. 26.4.2006

1086/m.309
2004/m.68,170

DAVA : Taraflar arasındaki "imzaya itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Manisa İcra Hukuk Mahkemesince imzaya itirazın reddine dair verilen 26.04.2005 gün ve 2002/659-2005/185 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 19.09.2005 gün ve 2005/13571-17488 sayılı ilamı ile;

( ... Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itirazı düzenleyen İİK.nun 170/3. maddesinde icra mahkemesince incelemenin 68-a/4. maddesine göre yapılacağı açıklanmış; 68-a/4. maddesinde ise imza tatbikinde HUMK.nun bilirkişiye ait hükümleri ile 309/2, 3, 4, ve 310, 311, 312 maddelerinde öngörülen esasların uygulanacağı ifade edilmiştir.

HUMK.nun olaya uygulanması gerekli 309/4. maddesinde ( imza incelemesinin bilirkişi tarafından yapılmasına karar verilmesi halinde ) borçlunun uygulamaya elverişli imzasının bulunamadığı hallerde adı geçene hakim huzurunda yazı yazdırılacağı ve imza attırılacağı ifade edildikten sonra, inkar edene yazdırılacak ibarelerin bilirkişi tarafından hazırlanacağı hüküm altına alınmıştır. ( Prof Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 2. cilt sf. 2092 )

Somut olayda borçlu ile ilgili örnek imzalar getirtilmekle birlikte bunlar Adli Tıp Kurumu tarafından yeterli bulunmamıştır. HUMK.nun 309/4. maddesinde yer alan hükme göre bilirkişi ( Adli Tıp Kurumu ) borçlunun küçük harflerle yazacağı mukayese yazılarına da gerek görmüştür. Yargılama sırasında borçlunun küçük harf kullanarak yazı yazamadığı belirlenmiş alacaklının bilirkişinin bu istemine uygun ve borçlunun elinden çıkmış bir yazı da temin edemediği tespit edilmiştir. Mahkeme gerekçesinde yazılı olanın aksine davanın niteliği itibariyle ( imzanın borçluya ait olduğunu ) kanıtlama külfeti alacaklıya aittir. O halde ispat yükünün gereği yerine getirilmediği gibi alacaklı, imzanın borçluya ait olduğunu da kanıtlayamadığı için itirazın kabulüne karar verilmelidir. Aksine düşüncelerle itirazın reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 26.04.2006 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


MUHALEFET ŞERHİ :

Dava, kambiyo senedine müstenit takipte borçlunun, süresi içerisinde imzaya itiraz edip icra mahkemesinden takibin durdurulmasına ve iptali ile tedbir kararı verilmesi istemine ilişkindir. İcra ceza Mahkemesindeki imzaya itiraz davasında davacı borçlu, dava dilekçesinde delil olarak icra dosyasını, senet aslını göstermiş ve bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiş, sonradan da kira ve çıraklık sözleşmelerini ibraz etmiştir. Yargılama sırasında davacı borçlunun ayakta ve oturarak yazı, rakam ve imzaları alınmış, bu yazıların tamamı büyük harfle yazılmıştır. Mahkemenin 25.03.2003 günlü oturumunda dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesine karar verilmiş ve oradan alınan raporda; inceleme konusu senetteki imzaların daha sağlıklı değerlendirme yapılarak sonuç bildirir rapor tanzim edilebilmesi için borçlunun, huzurda inceleme konusu senet kendisine gösterilmeden senet içeriği yazıların tamamının aynı tip harflerle, dikte suretiyle ve normal yazma hızıyla birkaç defa yazdırılmasından elde edilecek tutanakların ayrıca evvelce başka amaçlarla yazılmış samimi yazıları içerir mektup, kartpostal, okul defteri, sınav kağıtları, adres ve telefon fihristi gibi başka belgelerin de mevcutlar ile birlikte gönderilmesinin yararlı olacağı belirtilerek dosya iade edilmiştir. Borçlu bu kez de yine kendisine yazdırılan yazıları büyük harfle yazmış ve toplanan belgeler bu haliyle, davacı borçlu vekilinin isteği üzerine yeniden Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Adli Tıp Kurumu, önceki raporundaki hususların tekrarı yanında gönderilen belgelerin yine yeterli bulunmadığını belirterek borçluya, senet içeriği ile aynı tip küçük harflerle yazı yazdırılarak gönderilmesini istemiştir. 01.06.2004 günlü oturumda da mahkemece davacı borçluya, takibe konu edilen senetteki yazılar, küçük harflerle boş bir senede yazdırılmak istenmişse de davacı borçlu, "Ben bu şekilde yazıyorum. Başka türlü yazı yazmasını bilmiyorum. Küçük harfle yazamıyorum." Şeklinde beyanda bulunarak tutanağı imzalamış, küçük harflerle ve senetteki yazılara benzer şekilde yazı yazmaktan kaçınmıştır. Davalı alacaklı vekili, davacı borçlunun "Küçük harfle yazı yazamıyorum." Şeklindeki beyanını kabul etmediğini, Adli Tıpta durumun tespit edilmemesi için yazı yazmaktan kaçındığını iddia etmiş mahkemece, 02.11.2004 günlü oturumda dava dosyasını Adli Tıp Fizik İhtisas Dairesi Grafoloji Şube Müdürlüğüne gönderip mevcut belgelere göre bir inceleme yapılmasını istemiş, Adli Tip Kurumu Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesinin 28.02.2005 günlü raporunda; bonodaki imzalar ile borçlunun mukayese imzaları arasında tersim biçimi, işlerlik derecesi, alışkanlıklar, istif, eğitim, doğrultu, seyir hız ve baskı derecesi bakımından kısmi benzerlikler görülmekle birlikte daha ileri tespite gidilemediği açıklanmıştır. Bunun üzerine mahkemece; davacı borçlunun açmış olduğu imzaya itiraz davasında kanıt yükünün, davacı borçluda olduğu, davacı borçlu imza incelemesine esas olacak şekilde Adli Tıp Kurumunun imza ve mukayese imza ve yazı örneklerini getirmediği gibi, bulunabilecek yerleri de göstermediği, bulunabilen mevcut mukayese imza ve yazı örnekleri dikkate alındığında benzerlikler saptandığı, bu durumda davacı borçlu davasını kanıtlayamadığından davanın reddine karar verilmiştir. Davacı borçlu vekilinin temyizi üzerine yüksek özel daire; "borçlu ile ilgili örnek imzalar getirtilmekle birlikte bunlar Adli Tıp Kurumu tarafından yeterli bulunmamıştır. HUMK.nun 309/4. maddesinde yer alan hükme göre bilirkişi ( Adli Tıp Kurumu ) borçlunun küçük harflerle yazacağı mukayese yazılarına da gerek görmüştür. Yargılama sırasında borçlunun elinden çıkmış bir yazı da temin edemediği tespit edilmiştir. Mahkeme gerekçesinde yazılı olanın aksine davanın niteliği itibariyle ( imzanın borçluya ait olduğunu ) kanıtlama külfeti alacaklıya aittir. O halde ispat yükünün gereği yerine getirilmediği gibi alacaklı, imzanın borçluya ait olduğunu da kanıtlayamadığı için itirazın kabulüne karar verilmelidir." Gerekçesiyle yerel mahkemenin kararını bozmuştur. Direnme üzerine Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlıkla ilgili olarak direnme kararının bozulmasına karar verilmiştir.

İcra İflas Kanununun 167. maddesi, kambiyo senetlerine ilişkin takip usullerini düzenlemiş ve müteakip maddelerinde de haciz yolu ile yapılan takipte alacaklının borca veya imzaya itiraz edebileceğini öngörmüştür. Bu düzenlemelerden de anlaşılacağı gibi takibe itiraz haciz yolu ile takip aşamasında borçluya tanınmış bir savunma aracıdır. Borçlu, imzaya itiraz etmekle haczedilen malın satışını durdurma imkanını elde etmektedir ( İİK.Madde 170/1. ). İmzaya itirazın, bir dava olmadığı, talepten ibaret bulunduğu, bir kısım uygulayıcılar tarafından ileri sürülmekte ise de bunun, bir takip hukukuna ilişkin bir dava olduğunda kuşku yoktur. Zira, alacaklının istemi üzerine İcra Müdürlüğünce yürütülen kambiyo senedine dayanan haciz yolu ile takip sırasında İİK.nun 168. maddesine göre borçluya gönderilen ödeme emrinin tebliği tarihinden itibaren beş gün içerisinde İcra Mahkemesine onun tarafından verilen bir dilekçe ile imzaya itiraz edilmiş olunur. Bu dilekçenin mahkemenin esas defterine kaydedilmesi, harcının alınması, kalem işlemlerinin yürütülmesi, duruşmanın icrası gibi işlemler genel mahkemelerde açılan davalarda yapılanlardan farksızdır. O halde, imzaya itirazın bir dava olarak kabul edilmemesi, bir takip hukuku muamelesi gibi değerlendirilmesi de mümkün değildir. Unutmamak gerekir ki her dava, mutlaka bir talebi içerir. Bununla birlikte, İcra Mahkemelerinin, sınırlı yetkili birer mahkeme olduklarında, kural olarak verdikleri kararların, maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinde kuşku yoktur.

İİK.nun 170. maddesi, imzaya itiraz davasında; imzanın, borçlunun eli mahsulü olup olmadığı hususunu, aynı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca, İİK.nun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre araştırılacağını ve imza tatbikatının, Hukuk Usulü Mahkemeleri Kanununun bilirkişiye ait hükümleri ve 309. maddesinin 2 nci, 3 üncü, 4 üncü fıkraları ile 310, 311 ve 312 nci maddeleri uyarınca yapılacağını öngörmektedir. Somut olayda yukarıda da kısmen değinildiği gibi borçlu, borca değil, imzaya itiraz etmiştir. Borçlu, imzaya itirazla birlikte borca da itiraz edebilirdi. Borçlu olmadığını, alacaklı ile böyle bir ilişkiye girmediğini ileri sürebilirdi ancak o, 9.12.2003 günlü imzaya itiraz dilekçesinde; senetteki imzanın kendisine ait olmadığını, senedi kendisinin imzalamadığını ve bu kişiye ( alacaklıya ) vermediğini, bu nedenle takibe itiraz ettiğini belirtmiştir. Bu durumda borçlunun dahi açıkça reddetmediği böyle bir ilişkiye dayanan davayı, ispat külfetinin alacaklıya ait bulunduğu gerekçesiyle borçlu yararına sonuçlandırmak adalet ve hakkaniyetle bağdaşmaz. İcra Mahkemesi hakiminin işin başlangıcında çıplak gözle yapacağı inceleme sonucunda imzaların birbirine benzediğini görüp itirazın reddine karar vermesi imkanı mevcut iken bu konuda bilirkişi incelemesi yapması onun takdirinde olan bir husustur. Bilirkişi incelemesi sırasında borçlunun, herhangi bir şekilde adalete yardımcı olmaması, davalının da doğal olarak bu konudaki delillere ulaşmakta güçlük çekmesi, delil toplayamaması, hakimi, yeni bir durum değerlendirmesi yapmak ve mevcut delillere göre bir karar vermek zorunda bırakmıştır. İşin çıkmaza girdiği aşamada hakime hiçbir takdir hakkı tanımadan doğrudan doğruya bilirkişinin göstereceği yoldan yürümesini beklemek bu olayda olduğu gibi bir hakkın kaybolması sonucunu doğurabilir. İspat külfetinin alacaklıya ait olduğunun kabul edilmesi durumunda borçlu, dava ile ilgili delilleri göstermeyecek, adalete ve mahkemeye yardımcı olmayacak ve hatta yargılama aşamasında burada olduğu gibi yazı yazamadığını ileri sürerek adaletin tecellisini engelleyecektir. Hiç kimse borçludan, kendi aleyhine sonuç doğuracak delillerin toplanmasına yardımcı olmasını ve göstermesini bekleyemez. İcra Mahkemelerinin, imzaya itiraz davalarında ispat külfeti ile ilgili ilkeleri uygularken genel hukuk kurallarından ayrılmaması gerekir. Yasada aksine bir düzenleme bulunmadıkça hakim, bir iddiayı veya savunmayı taraflardan hangisinin kanıtlaması gerektiği sorununu çözerken "delillere iktidar" prensibini de göz önünde tutmalıdır. Delillere iktidar prensibi; bir olayın varlığı veya yokluğu ( somut olayda imzanın borçluya ait olup olmadığı hususu ) tartışılırken, bu konuda hangi tarafın delillere hakim olduğu ve onları hakime daha kolaylıkla getirebileceği belirlenmesi ve ispat külfetinin ona yüklenmesidir ( Prof. Dr. Selahattin Sulhi Tekinay, Medeni Hukukun Genel Esasları ve Gerçek Kişiler Hukuku, sayfa:189 ).Zira imzasını inkar eden taraf, imza mukayesesine esas teşkil edebilecek önceki imza ve yazı örneklerinin nereden temin edilebileceğini bilir ve buna ilişkin belgelerle kayıtları mahkemeye daha kolaylıkla sunabilir. Alacaklının, borçluya ait kanıt ve belgelere ulaşması veya onların yerini göstermesi çoğu zaman imkansızdır.

Hukuk Genel Kurulunun bu görüşü doğrultusunda hareket edildiği taktirde bundan böyle bono ( Emre muharrer senet ), ticari hayattan büyük ölçüde silinecek ve hiç kimse, bono kabul ederek bu tür sıkıntılara girmeyi ve sorunlarla karşılaşmayı göze alamayacaktır. Mahkemeler karar verirken, kararlarının toplum hayatındaki etkilerini, yaratacağı endişe ve sakıncaları da gözden uzak tutmamaları gerekir. Senet sahtekarlıklarını caydırıcı önlemlerin alınması yanında, senetlerde yazılı meblağların da süratle tahsilinin önem arz ettiği unutmamalı, senetlerin ticari yaşamdaki işlevlerini büyük ölçüde kaybettirecek uygulamalardan kaçınılmalı ve kötü niyetli borçluların hukuki imkanlardan yararlanarak kendilerine avanta£ sağlamalarının önüne geçilmelidir.

Sonuç olarak, yerel mahkemenin yargılamada izlediği yolun ve mevcut delillere göre takdir hakkını da kullanarak gösterdiği gerekçelere göre verdiği kararın, yerinde olduğu kanaatini taşıdığımızdan sayın çoğunluğun görüşlerine katılamadığımızı arz ederiz.



T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/12-165
K. 2010/180
T. 31.3.2010

2004/m.68,170

DAVA : Taraflar arasındaki "İmzaya İtiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6. İcra Hukuk Mahkemesince davanın ( şikayetin ) "reddine" dair verilen 18.02.2009 gün ve 2008/1016 E- 2009/178 K. Sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12.Hukuk Dairesinin 15.10.2009 gün ve 2009/10451-19585 sayılı ilamı ile;

( ... Alacaklı tarafından çeke dayalı olarak başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takibe karşı borçlu vekili süresi içerisinde takibe konu çekteki imzanın müvekkiline ait olmadığını itirazen ileri sürmüştür. Mahkemece bilirkişi raporunun ( b ) bendine itibar edilerek itirazın reddine karar verilmiştir.

İmza itirazı ile ilgili olarak borçlunun bilirkişi raporunun ( a ) bendinde gösterilen Hakim huzurunda alınan imza örnekleri, İzmir 6.İcra Mahkemesinin 2008/1016 Esas sayılı dosya içerisinde bulunan İş Bankası Çeşme Şubesine ait bankacılık hizmet sözleşmesi, Çeşme Vergi Dairesine ait yoklama fişi, işe başlama bildirimi, Çeşme Noterliğince düzenlenmiş, 27.04.2004 tarihli imza beyannamesi, bankaya verilen çek taahhütnamesi, noterliklerce düzenlenen vekaletname, ( b ) bendinde gösterilen İzmir 6.İcra Mahkemesinin 2008/1016 Esas sayılı dosya içerisinde bulunan 8004326 nolu ödenmiş çek Mahkemece toplandıktan sonra imza incelemesi için kül halinde bilirkişiye tevdi edilmiş, bilirkişi tarafından yapılan inceleme sonucunda ( a ) bendinde belirtilen imza örnekleri ile takip konusu çekteki imza örnekleri karşılaştırılmış ve borçlu eli ürünü olmadığı sonucuna varılmıştır. Aynı bilirkişi tarafından ( b ) bendinde belirtilen ödenmiş çekteki imza mukayesesinde, takip konusu çekteki imza ile bu çekteki imzanın aynı şahıs elinden çıktığı belirtilmiştir. Borçlunun, bilirkişi tarafından mukayese imza olarak kabul edilen ödenmiş çeke ilişkin olarak imza itirazında bulunmamış olması, daha sonra yapılacak olan bir takipte imza inkarında bulunmasını engellemez. Yani ödeme olgusu imza itirazını ortadan kaldırmaz.

Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itiraz, İİK.nun 170.maddesinde düzenlenmiş olup, bu maddenin üçüncü fıkrasında icra mahkemesince imza incelemesinin aynı kanunun 68/a maddesi dördüncü fıkrasına göre yapılması gerektiği vurgulanmıştır. İİK.nun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasında ise "imza tatbikinde HUMK.nun bilirkişiye ait hükümleri ile aynı kanunun 309.maddesinin 2, 3 ve 4.fıkraları ve 310, 311 ve 312.madde hükümleri uygulanır." denilmektedir. Anılan hükümde atıf yapılan HUMK.nun 308 ve devamı maddelerinde imza inkarı halinde mahkemelerce yapılacak usulü işlemler düzenlenmiş, 309.maddesinin 2, 3, 4.fıkraları aynen " Ehlihibre vasıtasıyla tahkikata karar verildiği takdirde, medarı tatbik olacak yazı ve ehlihibrenin tahkikatı icra edeceği gün hakim tarafından tayin olunur. Mahkeme bu bapta ancak iki tarafın ittifak ettikleri her nevi evrak ile senedatı resmiyeden olan ve bir kimse tarafından hasbelmemuriye veya mahkeme huzurunda tahrir veya imza edilen evrakı tatbika esas addedilebilir. Tatbika esas ittihaz olunabilecek evrak olmadığı veyahut olup da derecei kifayede bulunmadığı takdirde ehlihibre tarafından terkip olunacak ibarelerle münkir olan kimseye yazı yazdırılarak tatbikat icra olunur" düzenlemesi yer almıştır. Ayrıca anılan belgelerin tamamlanması konusunda, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.04.2006 tarih, 2006/12-259 E-231 K. sayılı kararında da açıklandığı üzere eldeki davanın niteliği itibari ile imzanın borçluya ait olduğunu kanıtlama külfetinin alacaklıya ait olduğu göz ardı edilmemeli ve ispat yükünü ters çevirecek bir uygulamaya da gidilmemelidir ( HGK.nun 2008/12-77 E,-90 K. sayılı kararı ).

Sonuç itibari ile bilirkişi incelemesine esas alınacak örnekler yasa maddeleri dikkate alınarak toplanmış ve bunlara göre de kanaat oluşturan rapor düzenlenmiş ve imzanın borçlu eli ürünü olmadığı saptanmış iken, imza itirazı yapılmaksızın kesinleşen dosyanın konusu olan çekteki imzanın yasa maddelerine göre medarı tatbik imza olarak kabulü mümkün bulunmadığından bu çekteki imzaya itibar edilerek hüküm kurulması doğru değildir... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 31.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#99
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2008/12-77
K. 2008/90
T. 6.2.2008

1086/m. 308, 309, 317
2004/m.68, 170
5237/m.204, 210

DAVA : Taraflar arasındaki "imzaya itiraz" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 5. İcra Hukuk Mahkemesi'nce davanın reddine dair verilen 05.03.2007 gün ve 2004174 - 20071106 sayılı kararın incelenmesi davacı/borçlu vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesi'nin 27.04.2007 gün ve 2007/7322-8419 sayılı ilamı ile;

( ... İİK'nun 170/3. maddesinde, inkar edilen imzanın borçluya ait olduğu "anlaşılırsa" itirazın reddine karar verileceği hüküm altına alınmıştır. Somut olayda bilirkişi tarafından düzenlenen raporda inkar edilen imzanın borçluya ait olup olmadığının tespit edilemediğinin açıklandığı görülmektedir. Bu durumda yasada öngörülen ( inkar edilen imzanın borçluya ait olduğunun anlaşılması ) koşulu gerçekleşmemiştir. Senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfeti senet elinde olup takibe başlayan ve imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıya aittir.

İİK' nun 170/3. maddesinin göndermesiyle uygulanması gereken aynı kanunun 68-a/4 maddesinde incelemenin nasıl yapılacağı HUMK'nun 309/2, 3, 4 ve 310, 311 ve 312. maddelerine atıf yapılarak açıklanmıştır. Yargılama sırasında borçlunun örnek imzası alınmış, ancak bilirkişi mevcut dosya kapsamına göre sonuca ulaşamamıştır. Başkaca örnek imza bulunmadığına göre itirazın kabulü ile takibin durdurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir ... ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, İcra takibine konu bonodaki imzaya, borca, fer'ilerine ve faize itiraza ilişkindir.

Bursa 1. İcra Müdürlüğü'nün 2003/10469 sayılı İcra dosyasında; davalı alacaklı tarafından, 09.12.2003 tarihinde itiraz eden davacı/borçlu aleyhine, 19.11.2000 düzenleme, 19.12.2000 vade tarihli 2.000.000.000.- TL bedelli bonoya dayanılarak işlemiş faiz ve fer'ileri ile birlikte toplam 5.487.000.000.-TL alacağın tahsili için kambiyo senetlerine mahsus yolla takibe girişilmiş, borçluya örnek 163 ödeme emri 17.12.2003 tarihinde aynı adreste eşi imzasına tebliğ edilmiştir.

Borçlu vekili, 19.12.2003 tarihli dilekçesiyle; müvekkilinin borçlu olmadığını, senetteki imzanın borçluya ait olmadığını, konuyla ilgili olarak Bursa Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunduklarını ifadeyle, borca, faize, fer'ilerine ve takibin dayanağı olan bonodaki imzaya itirazının kabulü ile takibin iptalini ve davalının senet metnini tamamen kötü niyetle hazırlamış olması nedeniyle % 40'tan aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatına mahkum edilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı/alacaklı vekili ilk kez katıldığı 12.04.2005 tarihli celsede; dosya kapsamına bir diyeceği olmadığını, ayrıca ceza dosyasındaki bir beyanında imzayı inkar eden borçlunun imzayı kendisinin attığını kabul ve beyan ettiğini, ilgili tutanağın onaylı örneğini dosyaya sunacaklarını bildirmiştir.

Mahkemece, davacı/borçlu asilin imzası oturur ve ayakta olmak üzere bir sayfa alınmış ve ibraz edilen vekaletname aslı ile birlikte bilirkişiye tevdi edilerek rapor tanzimi istenmiştir. Uzman bilirkişi bu belgelerin yetersizliğini vurgulayarak kanaat bildiremeyeceğini beyanla tamamlanmasını istediği eksikleri sıralamıştır. Bu arada davacı yan, Bursa 2. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 20041102 Esas sayılı dosyasını delil olarak bildirmiş; dosya getirtilip incelenerek mahkemesine iade edilmiş; daha çok tatbike medar belgenin varlığından bahisle bir süre ceza yargılamasının sonucu ve rapor beklenmiş; daha sonra bundan sarfınazar edilerek bilirkişi raporu alınması yoluna gidilmiştir. Davalı alacaklı taraf yargılama aşamasında ceza dosyası içinde davacı borçlunun imzasını kabul ettiğini iddia etmiş ise de bunu bel gelememiş, mahkemece de ceza dosyası kapsamı zapta geçirilirken bu yön üzerinde durulmamıştır. Duruşma tutanağına geçirilen bilgilere göre; ceza dosyasının müştekisi "eldeki davaya konu senedin borçlu su ( davacı )", sanığı "bu senedin alacaklısı ( davalı )", atılı suç da "koşullu ölümle tehdit ve sahte senet düzenlemektir.

Mahkemece bilirkişinin belge eksiği nedeniyle kesin kanaat bildirememesi üzerine davacı/borçlu tarafa bu eksiklerin ikmali için kesin süre vermiş; bu sürede davacı/borçlu taraf dilekçesini verip masrafını yatırmışsa da istenen yerlerde davacının imzasını taşıyan belge olmadığı bildirilmiş; davacı taraf sonradan bildireceğini beyan ettiği noterdeki belge tarih ve numarasını da bildirmediğinden, hazır olan borçlunun yeniden imzalarının alınması yoluna da gidilmeden dava kesin mehle uyulmaması nedeniyle reddedilmiştir.

Davacı/borçlu vekilinin temyizi üzerine özel dairece bozma ilamında; İİK. 68-a/4, 170/3 ve HUMK'nun 309,310,311,312. maddelerine de atıf yapılarak, senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfetinin senet elinde olup takibe başlayan ve imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıya ait olduğu, yargılama sırasında borçlunun örnek imzasının alındığı, ancak, bilirkişinin mevcut dosya kapsamına göre sonuca ulaşamadığı ve başkaca örnek imza da bulunmadığına göre itirazın kabulü ile takibin durdurulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olduğu gerekçesiyle karar bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hükmü temyize davacı/itiraz eden/borçlu vekili getirmektedir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kambiyo senedinde yer alan itiraza konu imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfetinin kimde olduğu, mahkemece ispat yükü borçluya yüklenerek kesin mehil verilmesi ve yerine getirilmediği gerekçesiyle davanın salt bu nedenle reddinin usul ve yasaya uygun olup olmadığı ve ayrıca sahtecilik iddiasıyla sürmekte olan ceza yargılamasının eldeki davaya etkisinin ne olacağı, noktalarında toplanmaktadır.

Kambiyo senetlerine dayalı olarak başlatılan takiplerde imzaya itiraz 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun ( 17.07.2003 gün ve 4949 Sayılı Kanunun 47. maddesiyle değişik ) 170. maddesinde düzenlenmiş, bu maddenin üçüncü fıkrasında aynen;

"İcra mahkemesi, 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapacağı inceleme sonunda, inkar edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse İtirazın kabulüne karar verir. İtirazın kabulü kararı ile takip durur. Alacaklının genel hükümlere göre dava açma hakkı saklıdır. İnkar edilen imzanın borçluya ait olduğu anlaşılırsa ve itiraz ile birlikte takip ikinci fıkraya göre durdurulmuşsa, borçlu sözü edilen senede dayanan takip konusu alacağın yüzde kırkından aşağı olmamak üzere inkar tazminatına ve takip konusu alacağın yüzde onu oranında para cezasına mahkum edilir ve itiraz reddedilir. Borçlu menfi tespit veya istirdat davası açarsa, hükmolunan tazminatın ve para cezasının tahsili dava sonuna kadar tehir olunur ve davanın borçlu lehine sonuçlanması halinde daha önce hükmedilmiş olan tazminat ve para cezası kalkar" hükmüne yer verilmiştir.

Bu hükümle, icra mahkemesince incelemenin aynı kanunun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasına göre yapılacağı açıklanmıştır.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 68/a maddesinin dördüncü fıkrasında ise; "İmza tatbikinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun bilirkişiye ait hükümleri ile 309'uncu maddesinin 2'nci, 3'üncü ve 4'üncü fıkraları ve 310, 311 ve 312' nci maddeleri hükümleri uygulanır" denilmektedir.

Anılan hükümde atıf yapılan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 308 ve devamı maddelerinde imza inkarı halinde mahkemece yapılacak usuli işlemler düzenlenmiş; 309. maddesinin 2., 3.,4. fıkralarında aynen;

Ehlihibre vasıtasiyle tahkikata karar verildiği takdirde medarı tatbik olacak yazı ve ehlihibrenin tahkikatı İcra edeceği gün hakim tarafından tayin olunur.

Mahkeme bu bapta ancak iki tarafın ittifak ettikleri her nevi evrak ile senedatı resmiyeden olan ve bir kimse tarafından hasbelmemuriye veya mahkeme huzurunda tahrir veya imza edilen evrakı tatbika esas addedebilir.

Tatbika esas ittihaz olunabilecek evrak olmadığı veyahut olup da derecei kifayede bulunmadığı takdirde ehlihibre tarafından terkip olunacak ibarelerle münkir olan kimseye yazı yazdırılarak tatbikat icra olunur" düzenlemesi yer almıştır.

Görüldüğü üzere; inkar edenin atılış tarihi itibariyle inkar edilen imzası ile yakın tarihte atılmış, uygulamaya elverişli imzalarının temin edilmesi gerekir. Uygulamaya elverişli ( tatbike medar ) belgeler, HUMK. mad. 309/3'te "ancak iki tarafın ittifak ettikleri her nevi evrak ile senedatı resmiyeden olan ve bir kimse tarafından hasbelmemuriye veya mahkeme huzurunda tahrir veya imza edilen evrakı tatbika esas addedebilir" şeklinde tahdidi olarak sayılmıştır.

Vurgulamakta yarar vardır ki, anılan belgelerin tamamlanması konusunda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 26.04.2006 gün ve 2006/12-259 E., 2006/231 Karar sayılı kararında da açıklandığı üzere, eldeki davanın niteliği itibariyle "imzanın borçluya ait olduğunu" kanıtlama külfetinin alacaklıya ait olduğu göz ardı edilmemeli ve ispat yükünü ters çevirecek bir uygulamaya da gidilmemelidir.

Hemen burada, somut olayda da olduğu gibi takibe konu kambiyo senedindeki ( bonodaki ) imzaya itiraz eden borçlunun aynı zamanda sahtecilik iddiasıyla ceza davası açılmasını sağladığı hallerde, ceza yargılamasının "imzaya itiraz" davasına etkisi üzerinde de durulmalıdır.

1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 314. maddesinin birinci cümlesinde;

"Resmi ve gayrı resmi her nevi senedatın sahteliğini iddia eden kimse asıl davayı rüyet eden mahkemede bu iddiasını gerek davayı asliye ve gerek davayı hadise suretiyle ikame edebilir"

denilmek suretiyle, sahte bir senede dayanılarak aleyhine icra takibi yapılan borçlunun, resmi veya gayrı resmi senedin sahteliğini, açılmış bir davada hadise şeklinde ileri sürebileceği gibi, ayrı bir sahtelik davası da açabileceği kabul edilmiştir.

Böyle olunca borçlu, Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapacağı başvuru ile evrakta sahtekarlık yapan kişi aleyhine ceza mahkemesinde sahtecilik davası açılmasını sağlayabilir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Resmi Belge Hükmündeki Belgeler" başlıklı 210. maddesinin birinci fıkrasında yer alan;

"Özel belgede sahtecilik suçunun konusunun, emre veya hamile yazılı kambiyo senedi, emtiayı temsil eden belge, hisse senedi, tahvil veya vasiyetname olması halinde, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümler uygulanır" hükmüyle, kambiyo senetlerine "resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümlerin uygulanacağı" kabul edilmiş; aynı kanunun 204. maddesinde de resmi belgedeki sahteciliğe ilişkin müeyyide düzenlenmiştir.

Takip dayanağı senet hakkında borçlunun "imza itirazı" ile birlikte veya "sahtelik iddiası ile şikayette" bulunmasından sonra alacaklı hakkında suç duyurusunda bulunması nedeniyle "sahtecilik suçu"ndan dolayı kamu davası açılmış olması durumunda, bu davanın icra takibine etkisinin ne olacağına ilişkin açık bir yasal düzenleme 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nda bulunmamaktadır.

Bu nedenle, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 317. maddesinin 2. cümlesinden yararlanarak soruna bir çözüm getirmek gerektiği yargısal uygulamada kabul edilmiştir ( Hukuk Genel Kurulu'nun 22.01.2003 gün ve 2003112-3 E., 2003/28 K. ).

Nitekim, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 317. maddesi,

"Sahtelik iddiası 308'inci madde ile mevaddı mütakıbesi ahkamına tevfikan tetbik olunur. Sahteliği iddia kılınan senedin ehlihibre marifetiyle tetkik ve tatbikına ve vakayi ve hadisattan haberdar olanların istimaına karar verildiği takdirde bu kabil senedat, neticei hükme kadar bir güna muameleye esas ittihaz kılınmaz. Ancak bu senede müsteniden evvelce ittihaz edilen ihtiyati tedbirlere de halel gelmez ve ledelhace senet sahibi hukukunun muhafazası zımnında sair ihtiyati tedbirlere de tevesül edebilir" şeklindeki hükmü ile de, hukuk ya da ceza mahkemesinde dava açılmış ve o davada mahkemece sahteliği iddia edilen senet hakkında, inkar edilen imzanın borçluya ait olup olmadığı yönünde bilirkişi incelemesi yapılmasına ve senedin yazıldığını görenlerin tanık olarak dinlenmesine karar verilmiş ise, senedin dava sonuçlanıncaya kadar hiçbir işleme dayanak yapılamayacağı düzenlenmiştir.

Bu düzenleme karşısında imzaya itiraza ilişkin davanın görülmesi aşamasında ceza davası da açılmışsa; ceza davasının sonuçlanması, imzaya itiraz davası yönünden bekletici sorun olarak kabul edilmelidir.

Zira, icra mahkemeleri şikayet ve itirazları belli bir usule uyarak yargılayan ve objektif hukuk kurallarını şikayet ve itirazlara uygulamak suretiyle bunları takip hukuku bakımından kesin hükme bağlayan mahkemelerdir. Bu mahkemeler, takip hukukuna ilişkin uyuşmazlıkları çözme görevini yerine getirirken kural olarak tanık dinleyemeyeceklerinden dar ( sınırlı ) yetkili olup, sahtelik iddiasını inceleme yetkileri de genel mahkemeye göre daha kısıtlıdır. Genel mahkemeler senetteki sahtelik iddiasını yukarıda içerikleri açıklanan HUMK'nun 309 ve 317. maddelerinin verdiği yetkiyle daha detaylı bir biçimde inceleme olanağına sahiptir.

Tüm bu açıklamaların ışığı altında somut olay ele alındığında;

İçerikleri açıklanan yasal düzenlemeler göstermektedir ki, öncelikle, inkar edilen imzanın borçluya ait olduğu anlaşılırsa itirazın reddine karar verilecek; imzanın borçluya ait olup olmadığının tespit edilemediği durumda ise yasada öngörülen "imzanın borçluya ait olduğunun anlaşılması koşulu" gerçekleşmediğinden senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfeti, senedi elinde bulundurup takibe girişen ve imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıya düşecektir. Şu durumda, bu ispat külfetini borçluya yüklemek ve ispat edemediğinden imzaya itirazım reddetmek olanaklı değildir.

Mahkemece, bilirkişi incelemesi yaptırılmış; 12.06.2006 tarihli bilirkişi raporunda, itiraza konu 19.11.2000 tanzim ve 19.12.2000 ödeme tarihli, alacaklısı "Zeynel D.", borçlu su "Ertuğrul B." olan "2.000.000.000".- TL değerinde ( 1 ) adet senet aslı ile borçlunun mukayese imzalarım havi Bursa 15. Noterliği tarafından düzenlenmiş 28.11.2000 tarih ve 45802 yevmiye nolu ( 1 ) adet "genel vekaletname" aslı ile 09.03.2004 tarihli huzurda alınmış mukayese imzaları havi ( 1 ) adet belge aslı üzerinde laboratuar ortamında fiziki, optik ve grafolojik incelemeler yapıldığı ifade edilmiş ve sonuçta da; "Tetkik konusu senet üzerinde 'Ertuğrul B.' adına atfen pul üzerine ve açığına atılı bulunan imzalar ile Ertuğrul B.'nin huzurda alınmış mevcut mukayese imzaları arasında yaptığını inceleme ve karşılaştırmada; mukayese imzaların az ve kifayetsiz olması, mukayese imzaların huzurda alınmış olması, huzurda alınan mukayese imzaların değiştirme gayreti içerisinde atılmış olabileceği değerlendirildiğinden söz konusu imzaların Ertuğrul B. eli ürünü olup olmadığı hususunda müspet ya da menfi bir kanaat bildirmem mümkün olamamıştır. Ancak, Ertuğrul B.'nin bol miktarda samimi ( dilekçe, başvuru formları, banka hesap kartı, noter imza sirküleri, bankamatik kartı, ehliyet, sandık seçmen listesi, vb. ) ve huzurda ( en az 2 sayfa dolusu olacak şekilde ) alınacak ilave mukayese imzalarının temin edilmesi halinde yeniden yapacağını inceleme neticesinde bir kanaat bildirmem mümkün olabilecektir" görüşü bildirilmiştir.

Bu rapor, inkar edilen imzanın borçluya ait olup olmadığı konusunda kesin bir kanaat içermemekte; istenen belgelerin tamamlanması halinde bu konuda görüş bildirilebileceğine ilişkin bulunmaktadır. Dolayısıyla, bu aşamada imzanın borçluya aidiyetinin saptanamaması söz konusu değildir. Yeterli bir inceleme yapılması durumunda imzanın borçluya ait olup olmadığının saptanması olanaklıdır.

Senette yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfeti, senedi elinde bulundurup takibe girişen ve imzanın borçluya ait olduğunu iddia eden alacaklıda olmasına rağmen, yerel mahkemenin bu ispat külfetini ters çevirerek bilirkişinin incelenmesi gereğine işaret ettiği belgelerin sunulması yönünde borçluya kesin mehil vermesi ve mehle riayet edilmediğinden bahisle de başkaca inceleme yapmaksızın davayı reddetme si usul ve yasaya aykırıdır.

Diğer taraftan, imzaya itiraz eden borçlu itiraz dilekçesinde ceza davası açılması için başvurduğunu bildirmiş, yargılama sırasında da bu başvuru üzerine açılan ceza davası dosyası getirtilerek incelenmiştir. Mahkemece, ceza mahkemesinde görülen davanın sahtecilik suçuna ilişkin olduğu ve bu dosyada daha fazla tatbike medar belge bulunduğu da belirlendiğinden önce ceza davasında alınmasına karar verilen raporun beklenmesine karar verilmiş; sonra bundan vazgeçilerek yargılama eksik inceleme ile sonlandırılmıştır. Mahkemenin, yukarıda açıklanan hükümleri göz ardı ederek sahtecilik iddiasını inceleyen ceza mahkemesi dosyasında yapılan yargılamanın sonucunu beklemeden karar vermiş olması da usul ve yasaya uygun bulunmamıştır.

Öyleyse mahkemece yapılacak iş; ceza davasında, davacı/itiraz eden/borçlunun müşteki, alacaklının davaya konu senet nedeniyle sanık olduğunun anlaşılmasına göre, öncelikle ceza mahkemesinde görülmekte olan bu dava dosyası getirtilerek, alacaklı vekilinin borçlu tarafından imzanın kabul edildiği yönündeki iddiası da gözetilerek eldeki davaya etkisi üzerinde durmak suretiyle, böyle bir beyanın olup olmadığının araştırılması, varsa zap ta geçirilmesi, yoksa olmadığının derç edilmesi, ayrıca, davacı-borçlu asıl yeniden celp edilerek, oturarak ve ayakta çok miktarda imzasının alınması ve yazı yazdırılması, ceza dosyasındaki seçim tutanaklarının imza incelenmesinde göz önünde bulundurulması, mahkemece re'sen resmi makamlara müzekkere yazılarak davacı-borçlunun imza ve yazı örneklerinin teminine çalışılması, taraflara bu konuda yeniden mehil verilmesi, neticesine göre bilirkişi incelemesine gidilmesi aksi takdirde; ceza dosyasında bilirkişi incelemesi yapılmasına ve tanık dinlenmesine karar verilmiş ise, HUMK'nun 317. maddesine göre artık bu senede göre işlem yapamayacağından, durumu ön ( bekletici ) mesele yapıp sonucunu beklemek ve varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar vermek olmalıdır.

Açıklanan tüm bu hususlar göz ardı edilerek eksik inceleme ile davanın kesin mehil nedeniyle reddine karar verilmesi ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı/borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı HUMK'nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 06.02.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.



Konuyla ilgili 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nda yer alan hükümler:

Yazı veya imza inkârı
MADDE 208- (1) Taraflardan biri, kendisi tarafından düzenlendiği iddia edilen bir belgedeki yazı veya imzayı inkâr etmek isterse, sahtelik iddiasında bulunmalıdır; aksi hâlde belge, aleyhine delil olarak kullanılır.

(2) Bir belgenin sahteliği iddia edildiğinde, belgenin mahkemeye verildiği tarih yazılıp mühürlenerek, saklanması için mahkemece gerekli tedbirler alınır.

(3) Bir belgenin sahteliğini iddia eden kimse, bunu aynı mahkemede ön sorun şeklinde ileri sürebileceği gibi, bu konuda ayrı bir dava da açabilir.

(4) Resmî bir senetteki yazı veya imzayı inkâr eden tarafın bu iddiası, ancak ilgili evraka resmiyet kazandıran kişiyi de taraf göstererek açacağı ayrı bir davada incelenip karara bağlanabilir. Asıl davaya bakan hâkim, gerekirse bu konuda imza veya yazıyı inkâr eden tarafa, dava açması için iki haftalık kesin bir süre verir.

Yazı veya imza inkârının sonucu
MADDE 209- (1) Adi bir senetteki yazı veya imza inkâr edildiğinde, bu konuda bir karar verilinceye kadar, o senet herhangi bir işleme esas alınamaz.

(2) Resmî senetlerdeki yazı veya imza inkâr edildiğinde, senetteki yazı veya imzanın sahteliği, ancak mahkeme kararıyla sabit olursa, bu senet herhangi bir işleme esas alınamaz.

(3) Senede dayanılarak verilmiş olan ihtiyati tedbir, o senet hakkındaki sahtelik iddiasından etkilenmez ve gerektiğinde senet sahibi haklarının korunması için yeni tedbirler talep edebilir.

Güvenli elektronik imzalı belgenin inkârı

MADDE 210- (1) Güvenli elektronik imzayla oluşturulmuş verinin inkârı hâlinde, hâkim tarafından veriyi inkâr eden taraf dinlendikten sonra bir kanaate varılamamışsa, bilirkişi incelemesine başvurulur.

Sahtelik incelemesi

MADDE 211- (1) Bir belgenin sahteliğinin iddia edilmesi durumunda, bu hususta karşı tarafın açıklamaları da dikkate alınarak, aşağıdaki sıra ile inceleme yapılarak öncelikle karar verilir:

a) Hâkim, yazı veya imzayı inkâr eden tarafı isticvap ettikten sonra bir kanaat edinememişse, huzurda bu kişiye yazı yazdırıp imza attırmak suretiyle elde ettiği belge ve diğer delilleri değerlendirir. Hâkim, sahtelik konusunda başka bir incelemeye gerek duymadan karar verebilecek durumda ise gerekçesini açıkça belirtmek suretiyle, senedin sahteliği hakkında bir karar verir. İsticvap için mahkemeye davet edilen taraf, belirtilen günde hazır bulunmadığı takdirde, inkâr etmiş olduğu belgedeki yazı veya imzayı ikrar etmiş sayılır; bu husus kendisine çıkartılacak davetiyede ayrıca ihtar edilir.

b) (a) bendi hükmüne göre yaptığı incelemeye rağmen, hâkimde sahtelik konusunda kesin bir kanaat oluşmamışsa, bilirkişi incelemesine karar verir. Bilirkişi incelemesinden önce, mevcutsa, o tarafa ait olan karşılaştırma yapmaya elverişli yazı ve imzalar, ilgili yerlerden getirtilir. Bilirkişi, bu yazı ve imzalarla, o mahkemede elde edilen yazı ve imzaları esas alarak inceleme yapar. Bilirkişi, inceleme için gerekli görürse, kendi huzurunda tarafın yeniden yazı yazması veya imza atmasını mahkemeden talep edebilir.

Sahte senedin iptali

MADDE 212- (1) Bir senedin sahte olduğuna dair karar kesinleştikten sonra, senedin altına sahte olduğu yazılarak senet iptal olunur. Resmî senetlerde, senedin ilgili dairedeki aslı da bu yolla iptal edilir.
Haksız yere sahtelik iddiası

MADDE 213- (1) Sahtelik iddiası sonunda haksız çıkan taraf kötüniyetli ise bu sebeple ertelenen her bir duruşma için celse harcına ve talep hâlinde bu sebeple diğer tarafın uğradığı zararları tazmin etmeye mahkûm edilir.

(2) Resmî senetteki imza veya yazı inkâr edildiğinde, yukarıdaki harç miktarı iki katı olarak uygulanır.

(3) Bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmesinden önce, tarafların sahteliğe ilişkin iddialarından vazgeçmeleri hâlinde, hâkim, tazminattan indirim yapabileceği gibi tazminata hükmetmeyebilir.

Sahtelik hakkında hukuk ve ceza mahkemesi kararlarının etkisi
MADDE 214- (1) Belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez.
(2) Ceza mahkemesince belgeyi düzenleyen hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ya da beraat kararı verilmiş olması, hukuk mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini engellemez.
#100
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2010/19-559
K. 2010/546
T. 3.11.2010

818/m.13, 404, 405
2004/m.66, 67
4721/m.2
6763/m.41

DAVA : Taraflar arasındaki "İtirazın İptali" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul 12. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce davanın "kısmen" dair verilen 7.7.2008 gün ve 200868-379 sayılı kararırı incelenmesi davalı/borçlu vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 06.07.2009 gün ve 20089912 E.2009/6661 K. sayılı ilamı ile;

(... Davacı vekili, taraflar arasında konusu taşınmaz satışı olan danışmanlık sözleşmesi imzalandığını, sözleşmeye göre davalının 50.000 USD ödemesi gerektiğini, davalının 25.000 USD karşılığı 30.000 YTL ödediğini, bakiye 25.000 USD karşılığı 30.000 YTL'nin ise ödenmediğini, satış işleminin tamamlandığını, ödenmeyen kısım için başlatılan icra takibinin davalının haksız itirazı sonucu durduğunu belirterek itirazın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, takibe dayanak yapılan sözleşmede vadesi belirlenen bir borç bulunmadığını, borcun muaccel olduğunu, alacağın istenebilmesi için fatura kesilmesinin ve tebliği edilmesi gerektiğini bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere göre davacının BK.nun 404. maddesi uyarınca davalıya hizmet verdiği ve sözleşmeye konu yerin 17.10.2007 tarihinde davalı tarafından satın alındığı, borcun muaccel olması için fatura kesilmesi gerektiği yolundaki savunmanın yerinde olmadığı gerekçeleriyle, davalının itirazının kısmen iptaline, takibin 30.000 YTL üzerinden bu bedele takipten itibaren %25 oranını aşmamak üzere değişen oranda avans faizi uygulanmasına ve davalının %40 oranında tazminatla sorumluluğuna karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava gayrimenkul tellallığı sözleşmesinden kaynaklanan alacağın tahsili için başlatılan takibe vaki itirazın iptali isteminden kaynaklanmaktadır. BK.nun 404. maddesi uyarınca gayrimenkul tellallığı sözleşmesi yazılı şekilde yapılmalı ve sözleşme düzenlenirken her iki taraf birlikte bu sözleşmeyi imzalamalıdır. Bu husus geçerlilik şartıdır. Oysa somut olayda dosyaya sunulan sözleşmede tek imza mevcuttur. Dayanak sözleşmede davacının imzası bulunmadığına göre ortada geçerli bir tellallık sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Mahkemece bu yönler gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir...),

Gerekçesiyle hüküm bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu'nun 67. maddesine dayalı itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı, taraflar arasındaki 10.09.2007 tarihli sözleşme gereğince 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) 'nun 404 maddesi uyarınca tellallık ücretinin tahsiline ilişkin olarak yapılan icra takibine vaki itirazın iptalini istemiştir.

Mahkemece, toplanan delillere göre davacının BK'nun 404. maddesi uyarınca davalı/borçluya hizmet verdiği ve sözleşmeye konu yerin 17.10.2007 tarihinde davalı tarafından satın alındığı, borcun muaccel olması için fatura kesilmesi gerektiği yolundaki savunmanın yerinde olmadığı gerekçeleriyle; sonuçta davalı/borçlunun itirazının kısmen iptaline, takibin 30.000 YTL üzerinden devamına ve bu bedele takipten itibaren %25 oranını aşmamak üzere değişen oranda avans faizi uygulanmasına ve %40 oranında tazminata karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Özel Dairece, yukarıda açıklanan nedenlerle hüküm bozmuştur.

Mahkemece direnme kararında; ibraz edilen sözleşmede davalı/borçlu şirketin imzasının bulunup davacı/alacaklının imzasının olmadığı ve takibe konu alacağın dayanağı sözleşmenin davacıda olup, davaya konu edilen bu alacak için davacının her zaman sözleşmeyi imzalayabileceği, davalı/borçlu tarafından imzalanmış olan sözleşmenin davacının elinde bulunduğu, herhangi bir imzaya itirazın söz konusu olmadığı, bu durumda BK'nun 404/3. fıkrası gereğince gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin yazılı olarak yapıldığının ve burada öngörülen yazılı şekil şartının gerçekleşmiş olduğunun kabulünün gerektiği, imza eksikliği hususun ileri sürülmesinin MK'nun 2. maddesinde açıklanan dürüstlük kuralına ve hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı olduğu gerekçesi ile ilk hükümde direnilmiştir.

Bozma ve direnme kararlarının kapsamı itibari ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin geçerli olup olmadığı ile sözleşmenin geçersizliğini ileri sürmenin dürüstlük ve hakkın kötüye kullanılması yasaklarına aykırı olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.

Öncelikle konuyla ilgili kavram ve kurumların irdelenmesinde yarar vardır:

Tellallık öyle bir sözleşmedir ki, onunla tellal, ücret karşılığında bir sözleşmenin yapılması olanağını hazırlamak ya da yapılmasına aracılık etmekle görevlidir (BK. md. 404/1). Tellallık sözleşmesinde kural olarak, vekillik kuralları uygulanır (BK. md. 404/2). Taşınmaz mal tellallığı sözleşmesi, yazılı biçiminde yapılmadıkça geçerli olmaz (BK md. 404/3).

Tellallık iki şekilde gerçekleşebilir. Fırsat gösterme tellallığının da; sözleşmenin kurulması fırsatına ait bilginin sağlanması söz konusu olur. Aracılık etme tellallığında ise; aracılık tellalı iki tarafı bir araya getirmek ve olası düşünce uyuşmazlıklarını gidermek için uğraşmak zorundadır (Turgut Uygur, Borçlar Kanunu, Ankara 2003, C. 8, S.8975). Davaya konu sözleşme göz önüne alındığında, bunun bir aracılık etme tellallığı sözleşmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Yasal düzenlemede, tellallık sözleşmesinde ücret öğesinin yanı sıra içeriği de belirlenmiştir: diğer bir deyişle yasaca (BK. md. 404) ücret bu sözleşmenin zorunlu öğesi olarak öngörülmüş ve konusu da bir sözleşmenin yapılması olanağını hazırlamak ya da yapılmasına aracılık etmekle sınırlandırılmıştır. Böylece tellallık sözleşmesi vekillik sözleşmesinin, konusu belirli ve tellallığın her zaman ücrete hak kazandığı özel bir çeşidi olarak düzenlenmiş ve o nedenle de bu bağlamda genel olarak vekillik sözleşmesi kurallarının uygulanması hükme bağlanmıştır.

Yaptığı hazırlık ya da aracılık sonucunda sözleşme meydana gelince, tellal ücrete hak kazanır (BK. md. 405/2). Sözleşme erteleyici bir koşulla yapılmışsa, tellallık ücreti, koşulun gerçekleşmesiyle ödenmek gerekir (BK. 405/2). (Karahasan, Mustafa Reşit, Türk Borçlar Hukuku özel Borç İlişkileri, 2002 c. 2, s.l124 vd.; Yavuz, Cevdet, Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, İstanbul 1997, s.705 vd.)

Yargıtay'ın istikrar kazanmış görüşüne göre; tellallık sözleşmesinin geçerliği için, kural olarak, bir biçim koşuluna uymak gerekli değildir. Yalnızca taşınmaz tellallığı sözleşmesinin yazılı biçimde yapılmazsa geçerli olmayacağı yasada açık bir biçimde belirtilmiştir. Tellallık sözleşmesi tellal ile bu sözleşmeyi imzalayan kişi arasında karşılıklı hak ve borç doğran bir sözleşmedir. Bu ilkeler, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 07/10/2009 tarih ve 2009 tarih ve 2009/3-392 E. 2009/410 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Somut olayda, alacaklı F. B. Ö. tarafından, borçlu Marvel Uluslararası İşletmecilik Taşımacılık Ltd. Şti aleyhine İstanbul 5. İcra Müdürlüğü'nün 2008/582 esas sayılı icra dosyası üzerinden ilamsız icra takibi başlatılmış; ödeme emri borçluya 18.01.2008 tarihinde tebliğ edilmiş ve borçlunun 25.01.2008 tarihinde süresinde itirazı ile İİK'nun 66. maddesi gereği takip durmuş; eldeki dava 04.02.2008 tarihinde bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmıştır.

Davacı/alacaklı ve davalı/borçlu vekilinin beyanları, toplanan deliller ile tüm dosya kapsamına göre; taraflar arasında 10.09.2007 tarihinde bir tellallık sözleşmesinin imzalandığı, bu sözleşmenin konusunun, Yeni Sülün sok. no:103 Levent/Beşiktaş adresindeki gayrimenkul ün alım-satımı olduğu, davacı emlak komisyoncusunun 818 sayılı Borçlar Kanunu'nun 404. maddesi gereğince bu konuda davalı/borçluya komisyonculuk hizmeti verdiği ve tapu kaydına göre davalı/borçlunun söz konusu yeri 17.10.2007 tarihinde resmi şekilde satın aldığı; davalı/borçlunun komisyonculuk sözleşmesinin 6. maddesi gereğince ödemesi gereken bedelin 25.000 USD karşılığı olan miktarını ödemesine karşılık, kalan bedeli ödememesi üzerine 7 bakiye komisyon alacağının tahsili amacıyla davacı/alacaklı tarafından icra takibi başlatıldığı belirgindir.

Dosyaya sunulan sözleşmede davalı/borçlu şirketin yetkili temsilcisinin imzası bulunmakla birlikte, davacı/alacaklı komisyoncunun imzasının bulunmadığı; aşamalardaki beyanlarında davalı/borçlu tarafından herhangi bir şekilde sözleşmedeki imzaya itiraz edilmediği gibi, sözleşme bu şekli ile kabul edilip, borcun muaccel olmadığının ileri sürüldüğü ve borcun muaccel olması için fatura kesilmesi gerektiği itirazında bulunulduğu anlaşılmaktadır.

Bunun yanı sıra, bu sözleşme gereği davalı/borçlu tarafından bir kısım ödemenin yapıldığı da dosya kapsamı ile sabittir.

Sözleşmeye göre, tellaliye ücreti taşınmazın resmi şekilde devredilmesi ile muaccel hale gelecektir. Alacağın muaccel olması için fatura gönderilmesi gerektiği yönündeki bir hüküm sözleşmede yer almamaktadır. Böylece, davalı/borçlu itirazının yerinde olmadığı belirlenmiştir.

Burada, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)'nun 2. maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının irdelenmesinde fayda bulunmaktadır.

TMK.'nun 2. maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı kuralının amacı, hakime özel ve istisnai hallerde (adalete uygun düşecek şekilde) hüküm verme olanağını sağlamaktır.

Bir hakkın kullanılmasının açıkça adaletsizlik oluşturduğu, gerçek hakkın tanınması ve bireyin korunması için tüm hukuki yolların kapalı bulunduğu zorunluluk hallerinde, MK. 2 uygulama atanı bulur ve olağanüstü bir imkan sağlar; haksızlığı düzeltici, yasadaki kuralları tamamlayıcı fonksiyonunu yerine getirir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 25.1.1984 tarih ve 1983/3 E., 1984/1 K. sayılı Kararı).

Ancak, önemle belirtilmelidir ki, bu kuralın taliliği (ikinciliği) de gözetilerek her soruna öncelikle kendisine ait kanun hükümlerinin uygulanması asıl olmalıdır.

Gerçekten de, hukukun tüm alanlarında, uygulama niteliğine sahip olan hakkın kötüye kullanılması ve özellikle çelişkili davranış yasağı, şekle aykırılığı ileri sürme hakkı içinde, bir sınır teşkil ettiği, buyurucu olması nedeni ile hakim tarafından doğrudan gözetileceği; öğreti ve uygulamada tartışmasız kabul edilmektedir (Hukuk Genel Kurulunun 2.10.1974 gün ve 2/810-1043; 7.2.1983 gün ve 4/24-1276; 7.2.2001 gün ve 2000/13-1729-32 sayılı kararları ile 5.4.1944 gün ve 12/26 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).

Dahası, resmi biçimde yapılmayan sözleşmelerin "yok hükmünde" sayılacağı, "Borç doğurmayacağı" bundan dolayı, doğmayan bir borcun, yerine getirilmesinden de söz edilemeyeceği, o nedenle hakkın kötüye kullanılması yasağının uygulanamayacağı görüşü, öğretide ve uygulamada terk edilmektedir (Sungurbey, İsmet; Medeni Hukuk Sorunları c.6, İstanbul 1994 s.345). Nitekim, olayların kendine özgü koşullarının oluşması halinde, akit öncesi sorumluluk kurallarının kıyas yoluyla geçersiz sözleşmelerde de uygulanabileceği, TMK'nun 2. maddesi uyarınca olumlu zararın (ifa menfaatinin), kaçırılan fırsat karşılığının istenebileceğine ilişkin yargı kararları bunlara örnektir.

Öte yandan, yargı organları, çıkarlar dengesini ve adalet duygularını gözeterek toplumun gereksinmelerini karşılamakla yükümlüdür. Maddi hukuk, her zaman hayatın değişen sosyal akışı içinde, gelişen tüm olayları ve tüm ayrıntıları kurallaştırma gücüne de sahip değildir.

Yerleşik Yargıtay uygulamasında, özel şekilde düzenlenmesi gereken bir sözleşme, bu şekle uyulmadan düzenmiş olmasına karşılık, taraflarca sözleşme hükümleri yerine getirilmişse-sözleşme hayata geçirilmişse- artık o sözleşmeye geçerlilik tanımak gerekir. Aksinin düşünülmesi TMK'nun 2. maddesinde öngörülen dürüstlük kuralları ve hakkın Kötüye kullanılması yasağına aykırı olacaktır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde:

Kural olarak, gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması ve bu sözleşmenin davacı/alacaklı tarafından ispat edilmesi gerekir. Taraflar arasında düzenlenen komisyonculuk sözleşmesi yazılı yapılmış ve 6. maddesinde; 10.09.2007 tarihinde sözleşmenin 2 nüsha olarak taraflarca imzalanarak birer nüshasının taraflara verildiği belirtilmiştir.

Mahkemeye ibraz edilen sözleşmede, davan/borçlu şirketi temsilen imzanın bulunup davacı/alacaklı komisyoncunun imzasının olmadığı ancak, takibe konu edilen komisyonculuk alacağının dayanağı olan sözleşmenin davacı/alacaklının elinde bulunması nedeniyle her zaman elindeki sözleşmeyi imzalayabileceği belirgindir. Burada tarafların iradelerinin komisyonculuk sözleşmesinin kurulması konusunda birleştiği, her bir tarafın kendi elinde bulunan nüshayı imzalayarak diğerine verdiği ve sözleşmenin konusunu teşkil eden mal hususunda komisyonculuk hizmeti verilerek, satışının gerçekleştirildiği; hatta davalı/borçlunun komisyonculuk sözleşmesinden kaynaklanan borcunun bir kısmını da ödediği anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, somut olayın özelliği de dikkate alındığında; gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin, tarafların ortak iradesi ile BK'nun 404/3. forasında emredilen geçerlilik şartına uygun şekilde, yazılı olarak kurulmuş olduğu ve taraflarca hayata geçirildiğinin kabulü gerektiği; sözleşmeye taraf olan davalı/borçlunun açıklanan şekilde imza eksikliğini ileri sürmesinin ise TMK'nun 2. maddesinde açıklanan dürüstlük kuralları ve hakkın kötüye kullanılması yasağına aykırı olduğu; sonuç itibariyle davacının taraflar arasındaki geçerli tellallık sözleşmesi gereği ücrete hak kazandığı yönündeki direnme kararı isabetlidir.

Ne var ki, davalı/borçlu vekilinin işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu konuda inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Dairesine gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, direnme uygun bulunmakla, davalı/borçlu vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 19. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 03.11.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


KARŞI OY :

Davacı, emlak komisyoncusu olduğunu, yaptığı tavassut işlemleri sonucunda davalının bir taşınmaz satın aldığını, aralarındaki sözleşmeye rağmen davalının ücretini ödemediğini, girişilen icra takibine de itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptali ne %40 tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, ibraz edilen sözleşmede davalı şirketin imzasının bulunup davacının imzasının Olmadığı Ve takibe konu alacağın dayanağı sözleşmenin davacıda olup, davacının her zaman sözleşmeyi imzalayabileceği, imza eksikliği hususunun ileri sürülmesinin MK.nun 2. maddesine aykırı olup, BK.nun 404/3 fıkrası gereğince gayrimenkul tellallığı sözleşmesinin yazılı olarak yapıldığının kabulü gerektiği, bu maddede ön görülen yazılı şekil şartının gerçekleşmiş olduğu gerekçesiyle 30.000.00 YTL üzerinden davanın kabulüne, %40 tazminatın tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiş, Özel Dairece dayanak sözleşmede davacının imzasının bulunmadığına göre ortada geçerli bir tellallık sözleşmesinin varlığından söz edilemez" gerekçesi ile hükmü bozmuş, mahkemece önceki karardaki gerekçelerle ilk hükme direnilmiştir.

TTK'nun tatbikine ilişkin 6763 sayılı yasanın 41. maddesi ile değiştirilen B.K.nun 404/son fıkra hükmü uyarınca gayrimenkul tellallığı akdi yazılı şekilde yapılmadıkça muteber olmaz anılan yasa maddesi hükmü buyurucu niteliktedir. Tellallık sözleşmesi için öngörülen yazılı biçim ispat değil geçerlik koşuludur. O nedenle taraflar ileri sürmeseler dahi mahkemece doğrudan gözetilir. Yazılı olarak yapılması yasaca öngörülen ve özellikle Tellallık Sözleşmesinde olduğu gibi tarafları karşılıklı yüküm altına sokan bir sözleşmenin hukuken geçerlik kazanabilmesi ancak borç yüklenenlerin imzaların bulunmasıyla mümkündür. (BK. Md.13) sadece bir tarafça imzalanmış bulunan belge hukuken tek taraflı bir irade açıklanması niteliğini taşır ve hakkın esasına yönelik bulunan biçim eksikliği nedeniyle tarafları bağlayıcı kabul edilemez Bu nitelikteki bir belgeye dayanan tarafın iyi niyetli olması imzalardan birinin sonradan tamamlanması dahi az yukarıda açıklanan yazılı biçime ilişkin hukuki esasları etkilemez. O nedenle tellallık akdinde her iki tarafın imzalarının bulunması şarttır. Olayda dayanılan belge sadece davalının imzasını taşıdığı açıktır. Bu durumda geçerli bir tellallık sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Yargıtayın sapma göstermeyen kökleşmiş içtihatları bu doğrultudadır. Y.H.GK. 10.7.1971 gün E, 1968.T-805, Y.H.G.K. 11.10.1974 gün k, 1971/4-467, Y.13.H.D. 1.10.1991 T. A, 5835, K.8712, İBK. 30) Mahkemece açıklanan yasal kurallar gözden kaçırılarak Tellallık ücretine dayanan istemin reddi yerine kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir. O nedenle sayın çoğunluğun kararın direnme uygun daireye yönünde oluşan düşüncelerine katılamıyorum.

KARŞI OY :

Dava, yalnız, davalı tarafından imzalanan telalık sözleşmesine dayalı olarak açılan itirazın iptali istemine ilişkindir.

Mahkeme, tek taraflı imzalanan tellallık sözleşmesini geçerli sayarak davanın kabulüne karar vermiştir.

Davalı tarafın temyizi üzerine, 19. Hukuk Dairesinin 06.07.2009 gün ve 2008/9912 Esas, 2009/6661 Sayılı Kararı ile "gayrimenkul tellallık sözleşmesinin BK'nun 404. maddesi gereğince yazılı ve her iki tarafça imzalanması gerektiğini, tek taraflı imzalanan davaya konu sözleşmenin geçerli olmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesinin isabetsiz olduğu" gerekçesiyle bozulmuş, mahkeme önceki kararında kararın da ısrar etmiştir.

BK'nun 404/3'cü fıkrası;

"Gayrimenkul tellallığı, akdi, yazılı şekilde yapılmadıkça muteber olmaz"

BK'nun 13/1. maddesi;

"Tahriri olması icap eden akitlerde, borç deruhte edenlerin imzaları bulunmak lazımdır"

Emredici hükümlerini taşımaktadır.

Davaya konu 10.09.2007 tarihli tellallık sözleşmesinde davacı tarafı imzası söz konusu değildir. Bu durumda ortada yasaya uygun tanzim edilmiş geçerli bir tellallık sözleşmesinden söz edilemez.

Konu ile ilgili olarak, Hukuk Genel Kurulu 28.05.2008 gün ve 2008/19-398 Esas, 2008/407 Sayılı Kararında "...tellal, satışlarda veya sözleşmelerde para mukabili aracılık yapan kişidir. Tellal hakkında genel olarak vekalet hükümleri uygulanır. Tellallık sözleşmesi kural olarak, şekle tabi olmamakla birlikte, gayrimenkul tellallığı akdi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz.(BK'nun m. 404/son) Bu şekilde yazılı olarak yapılmayan geçersiz bir gayrimenkul sözleşmesine dayalı olarak verilen kaporanın, sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre geri alınması mümkündür. Geçerlilik koşulunu mahkemenin kendiliğinden göz önünde tutması gerekir. Ayrıca, tellallık sözleşmesinin geçerli olması için iki tarafında imzalamasının şart" olduğunu belirtmiştir.

HGK'nun 22.05.1974 gün ve 741/576 sayılı kararında;

Borçlar Kanunu'nun 404 maddesinde 1/1/1957 günlü 6763 sayılı Kanunla eklenen son fıkra hükmünce; "gayrimenkul tellallığı akdi, yazılı şekilde yapılmadıkça geçerli olmaz." Bu hükmün eklenmesini gerektiren nedenler ve hükmün yazılış biçimi birlikte mütalaa olunduğunda, BK'nun 404/son fıkrası hükmünün, buyurucu nitelikte bulunduğunun ve tellallık sözleşmesi için öngörülen yazılı biçimin ispat değil geçerlilik koşulu olduğunun ve bütün bunların sonucu olarak mahkemece re'sen göz önünde tutulması gerektiğinin kabulü zorunludur. Yazılı olarak yapılması öngörülen bir sözleşmenin hukuken geçerlilik kazanabilmesi, ancak o sözleşmenin taraflarca imzalanmış olmasıyla mümkündür. Sadece bir tarafça imzalanmış bulunan bir belge hukuken tek taraflı bir irade açıklaması niteliğini taşır ve hakkın esasına ilişkin bulunan biçim eksikliği nedeniyle tarafları bağlayıcı gücü haiz olamaz. Bu nitelikteki bir belgeye dayanan tarafın iyi niyetli olması dahi yukarıda yazılı biçime ilişkin olarak açıklanan hukuki esasları değiştirmez. Olayda dayanılan belge sadece bir tarafın imzasını taşımakta olması itibarıyla geçerli bir tellallık sözleşmesinden söz edilemeyeceğini" karara bağlamıştır.

Bu durum karşısında; BK'nun 13/I ve 404/III. maddelerinin biçim şartı olmayıp, geçerlilik şartı olması, sadece tek tarafça imzalanmış belgenin sözleşme niteliğinde olmadığından, BK'nun 404/III madde anlamında belge sayılmayıp, bu hususun re'sen gözetilmesi gerektiğinden, burada belgeye dayanan tarafın iyi niyetli olmasının sonucu değiştirmeyeceğini ve Daire kararının doğru olduğunu düşündüğümüzden, sayın çoğunluğun aksi yöndeki görüşlerine katılmıyoruz.
#101
TBMM Genel Kurulu'nda, Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısını kabul edildi.

Kanuna göre, her yıl 1 Ocak-30 Haziran tarihleri arasında yapılan yoklama ile 1 Temmuz-31 Ekim tarihleri arasında yapılan son yoklama uygulamasına son verilecek.

Lise veya dengi okullar ile fakülte ve yüksekokullarda öğrenim görenlerin askerlikleri 29 yaşını geçmemek üzere mezun oluncaya veya ilişikleri kesilinceye kadar ertelenecek.

Askerlik meclisleri günün gelişen koşullarında etkinliğini yitirdiğinden kaldırılacak.

Askere alma işlemleri Milli Savunma Bakanlığı'nca yürütülecek.

Her yıl 1 Ocak-30 Haziran tarihleri arasında yapılan yoklama ile 1 Temmuz-31 Ekim tarihleri arasında yapılan son yoklama uygulamasına son verilecek.

Askerlik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.

Kanuna göre, yoklama devri, askerlik çağının başlangıcından muvazzaflık hizmetinin başlangıcına kadar geçen süre olacak. Seferberlik veya olağanüstü hallerde 19 yaşında bulunanların askere alınmalarına imkan tanıyan düzenleme, yürürlükten kaldırıldı.

Her yıl 1 Ocak-30 Haziran tarihleri arasında yapılan yoklama ile 1 Temmuz-31 Ekim tarihleri arasında yapılan son yoklama uygulamasına son verilecek. Yoklam işlemleri, 1 Ocak gününden başlamak üzere yaklaşık 14 aylık süreye yayılacak.

Askeralma işlemleri Milli Savunma Bakanlığı'nca yürütülecek.

Kanunla, MERNİS, Adres Kayıt Sistemi ve Milli Savunma Bakanlığı Bilgi Sisteminin yürürlüğe girmesiyle birlikte uygulama alanı kalmayan ilk yoklama ve son yoklama işlemleri kaldırılarak; yoklama, yükümlülerin askerliğe elverişlilik ve öğrenim durumları ile meslek ve niteliklerinin belirlenmesi işlemlerini kapsayacak şekilde yeniden tanımlandı. Buna göre, ''yükümlülerin sağlık muayenelerinin yapılarak askerliğe elverişli olup olmadıkları, öğrenim durumları, meslekleri ve niteliklerinin belirlenmesi'' işlemine yoklama denecek.

Yükümlülerin yoklama işlemleri yaklaşık 14 aylık bir süreye yayılacak. Böylelikle, yoklama kaçağı sayısı ve yoklama dönemlerinde askerlik şubeleri önünde oluşan yükümlü yoğunluğu azaltılmış olacak.

-Sağlık muayenesi aile hekimince yapılabilecek-

Yükümlülerin sağlık muayeneleri askerlik şubesinin bulunduğu yerde öncelikle varsa aile hekimi tarafından, yoksa en yakın resmi sivil sağlık kuruluşunda veya asker hastanelerinde tek tabip tarafından yapılacak.

Yükümlüler hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi veya ''askerliğe elverişli değildir'' kararı sağlık raporlarını tanzim etmeye yetkili makam, asker hastanesi sağlık kurulu olacak. Ancak yatalaklar ile gözle görülür rahatsızlığı bulunanlar hakkında ertesi yıla bırakma, sevk geciktirmesi kararlı sağlık raporları, askerlik şubesi başkanı veya vekili ile mülki amirliklerce görevlendirilen resmi iki sivil (varsa biri aile hekimi) tabipten teşkil edilecek geçici sağlık kurulunca verilebilecek.

Kanunla, askerlik meclisleri günün gelişen koşullarında etkinliğini yitirdiği gerekçesiyle kaldırıldı. Bu işlemler bundan sonra askerlik şubelerince yapılacak.

Askere çağrılan kişiler, kimliğini ve öğrenim durumlarını gösterir belgelerle yurtiçinde askerlik şubelerinde, yabancı ülkelerde ise elçilik veya konsolosluklarında bizzat bulunmaya mecbur olacak. Bulunamayacak derecede hastalık veya engeli olanlar, hükümlü, tutuklu olanlar, lise veya yüksek öğrenimde olup henüz okullarını bitirmemiş olanlar; rapor veya onaylı öğrenim durumlarını gösterir belge göndermeye, hükümlülük veya tutukluluklarının nedenini bildirmeye mecbur olacak.

-Askerlik işlemlerinin ertelenmesine neden olan haller-

Askerlik işlemlerinin ertelenmesine neden olan hallerden bazıları yeniden düzenlendi. Lise veya dengi okullarla fakülte ve yüksekokullarda öğrenim görenlerin askerlikleri; bitirdiği okulun dengi veya daha aşağı seviyedeki bir öğretim kurumuna kayıt yaptırmamak, yoklama kaçağı veya bakaya kalmamak ve 29 yaşını geçmemek üzere mezun oluncaya ya da ilişkileri kesilinceye kadar ertelenebilecek.

Savaş zamanı hariç olmak üzere; bir baba veya ananın iki oğlundan biri askerdeyken diğer oğlu, ikiden fazla oğlu olanlardan ikisi askerde iken diğerleri, oğullarından biri muvazzaf askerlik hizmetini bitirinceye kadar askere sevk edilmeyecek. Bu düzenlemenin uygulanmasında 20 yaşından küçük olanlar ile geçime yardım edemeyecek derecedeki maluller hesaba katılmayacak.

Kardeş sevk tehirinde bulunulabilmesi için ananın dul olması şartı kaldırılacak. Bugünün şartlarında 15 yaşından küçük bir çocuğun aile bütçesine katkı sağlamasındaki zorluk dikkate alınarak, kardeş sevk tehirinde 20 yaşından küçük olanlar dikkate alınmayacak.

Yoklama sırasında lise veya dengi okuldan mezun olduğunu belgeleyenlerin askerlikleri üç yıl, fakülte veya yüksekokuldan ilişikleri kesilenlerle yüksekokul mezunlarının askerlikleri ise 29 yaşını tamamladıkları yılın sonu esas alınarak iki yıl süreyle ertelenecek.

Askerlik çağrısına hasta olduklarından dolayı katılamayan yedek erbaş ve erlerden, bu durumlarını resmi veya askeri hekim ya da sağlık kurulu raporuyla tespit ettirenler herhangi bir cezai işleme tabi tutulmayacak.

Askerlik çağına girdikten sonra yapılan yaş değişiklikleri askerlik işlemlerinde dikkate alınmayacak.

-İdari para cezası-

Yoklamada bulundukları yerdeki askerlik şubesi, elçilik veya konsolosluklara gelmeyen ve mazereti bulunduğuna dair belge ibraz etmeyenlerden, birlikte yoklamaya tabi oldukları doğumluların sevk yılı içindeki ilk celp ve sevk tarihinden sonra, son celp ve sevk döneminin bitiminden önce ele geçen veya kendiliğinden gelenler, hekime ya da asker hastanesinde muayene ettirilecek. Muayene neticesinde askerliğe elverişli oldukları anlaşılanlar sınıf ve tertibat yerlerine derhal sevk edilecek. Bu durumdakilere 100 TL idari para cezası verilecek.

Kanunla, yoklama kaçağı ve bakaya suçları, ilk kez yoklama kaçağı olan ve bakaya kalan yükümlüler için kabahate dönüştürülüyor ve idari para cezası yaptırımına bağlanıyor. Talim ve manevra için çağrıldıkları halde özürsüz gelmedikleri anlaşılan yedek erbaş ve erler hakkında idari para cezaları uygulanacak ve emsalleri kadar hizmete tabi tutulacak.

Yoklama kaçağı, saklı ve bakayaları bilerek resmi veya özel hizmete alanlar, Askeri Ceza Kanunu'na göre cezalandırılacak.

Kanunla, muvazzaf subay adaylarından temel askerlik eğitimini tamamlamadan ayrılanlar ile muvazzaf subaylığa nasbedildikten sonra deneme süresinin bitimine kadar ayrılanların temel askerlik eğitiminde veya deneme süresinde geçen sürelerinin ne kadarının askerlik hizmetinden sayılacağı, bu kişilerin eksik kalan askerlik hizmetlerini ne şekilde tamamlayacaklarına ilişkin esaslar da düzenleniyor.

Temel askerlik eğitimi tamamladıktan sonra bedelli veya dövizli askerlik hizmeti kapsamından çıkarılan yükümlüler, bedelli askerlik hakkından yararlanabilecek. Bu kişiler, ödeyecekleri paranın yarısını başvuru sırasında diğer yarısını ise başvuru tarihinden itibaren 12 ay içinde ödeyebilecek.

Adres Kayıt Sistemi ve Milli Savunma Bakanlığı Bilgi Sisteminin yürürlüğe girmesi nedeniyle yedek subay ve astsubayların her yıl 1 Ocak-30 Haziran tarihleri arasında yapılan yedeklik yoklaması uygulamasına son verilecek.

-Askerler hakkındaki ihbar ve şikayetler-

Kanunda, Anayasanın 145. maddesinde yapılan değişiklik doğrultusunda, asker kişiler hakkındaki ihbar ve şikayetlere uygulanacak usul, Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun paralelinde yeniden düzenlendi.

Anayasa Mahkemesi, teşkilatında askeri mahkeme kurulan kıt'a komutanı veya askeri kurum amirince, askeri hakimlere idari sicil verilebilmesine yönelik düzenleme Anayasaya aykırı bulunarak iptal edildiğinden, Kanunda yeni düzenlemeler yapıldı. Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı ilkeleri esas alınarak Askeri Hakimler Kanunu'nun ''Sicil belgeleri ve sicil üstleri'' başlıklı maddesi yeniden düzenlendi.

Buna göre, askeri mahkeme kadrolarında görev yapan askeri hakimlere ve savcılara idari sicil verilmesi uygulamasına son verilecek. Yardımcı askeri savcılara ve askeri savcı yardımcılarına yalnızca askeri savcı tarafından idari sicil verilecek.

Askeri hakimlerin birinci sınıfa ayrılma ve birinci sınıf olma kriterleri arasında yer alan ''binbaşı rütbesinde bulunmak'' şartı kaldırılacak.

Kanunla, askeri hakimler; aylık, ek gösterge, ödenek, yargı ödeneği, ek ödeme, mali, sosyal haklar ve yardımlar ile diğer özlük hakları bakımından, eşit oldukları hakim ve savcılar hakkındaki hükümlere tabi olacak.

Askeri mahkeme kıdemli hakimi ve askeri savcının izinleri Milli Savunma Bakanlığı'nca; askeri mahkeme ve askeri savcılık kadrolarında görevli askeri hakimlerin izinleri ise kıdemli hakim veya askeri savcı tarafından verilecek.

Askeri hakimler hakkındaki ihbar ve şikayetlerde yapılacak işlemler, adli ve idari yargıda görevli hakim ve savcılara ilişkin hükümler paralelinde yeniden düzenleniyor.

İsimsiz ve imzasız ihbar ve şikayetler hakkında da mutlaka araştırma ve inceleme yapılacak, şikayetten vazgeçilmesi halinde dahi başlatılan disiplin soruşturması sonuçlandırılacak.

Fakülte veya yüksekokul bitiren kadın veya erkekler, gerekli şartları taşımaları halinde muvazzaf subay olmak için başvurabilecek.

TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilen kanuna göre, Milli Savunma Bakanı, askeri adalet müfettişince düzenlenen evrakı inceledikten sonra, soruşturma yapılması için izin verilmesine, disiplin cezası tayinine karar verecek. Soruşturma yapılmasını gerekli görmediği hallerde ise düzenlenen evrakı işlemden kaldıracak.

Milli Savunma Bakanı tarafından soruşturma açılmasına izin verilmesi halinde söz konusu evrak, gereği yapılmak üzere ilgilinin görevli bulunduğu yere en yakın askeri mahkemenin savcısına gönderilecek.

Askeri savcı tarafından iddianame düzenlenmesi halinde, iddianamenin kabulü ya da iadesi konusunda karar verilmek üzere soruşturma evrakı ve düzenlenen iddianame, Askeri Yargıtay'a gönderilecek. Askeri Yargıtay Başkanlar Kurulu'nun belirleyeceği daire, iddianamenin kabulüne veya iadesine karar verecek.

Askeri hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yapacak. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremeyecek, genelge gönderemeyecek, tavsiye ve telkinde bulunamayacak. Askeri hakimler azlolunamayacak.

Ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçüstü halleri dışında, suç işlediği ileri sürülen askeri hakimler yakalanamayacak, üzerleri, konutları ve araçları aranamayacak, sorguya çekilemeyecek. Ancak durum, Milli Savunma Bakanlığı'na bildirilecek. Askeri hakimlere hiçbir şekilde askeri görev verilemeyecek.

Emniyet hizmetleri sınıfı mensupları, 1. derecenin son kademesine kadar yükselebilecek.

-Üniversite mezunları subay olabilecek-

En az 4 yıl süreli fakülte veya yüksekokulları bitiren kadın veya erkeklerden muvazzaf subay olmak için başvuranlar 27 yaşından, lisansüstü öğrenimi tamamlamış olanlar ise 32 yaşından büyük olmamak şartıyla TSK tarafından harp okullarında yetiştirilemeyen sınıflarda muvazzaf subaylığa atanabilecek.

Fakülte veya yüksekokul bitirip TSK'da askerlik hizmetine başladıklarında 27 yaşından, lisansüstü öğrenimini tamamlamış olanlarda ise 32 yaşından büyük olmayanlardan muvazzaf subaylığa geçmek isteyenler, muvazzaf subaylığa atanabilecek. Bunlardan, terhislerinin ardından başvuranlar ile askerlik hizmeti sırasında veya terhislerinin ardından fakülte veya yüksekokulları bitirip başvuranlar da subaylığa atanabilecek.

Subaylığa atananlar, askeri eğitimin ardından bir yıllık deneme süresine tabi tutulacak. Eğitimde başarısız olanlar ve TSK'ya uyum sağlayamayanların TSK ile ilişikleri kesilecek. Devletin bu sürede yaptığı masraflar, kanuni faizleriyle birlikte kendilerinden tahsil edilecek.

-Mecburi hizmet süresi 10 yıl olacak-

Muvazzaf subayların mecburi hizmet süresi 15 yıldan 10 yıla indirildi.

Subay ve astsubaylara eşinin doğum yapması, ölmesi, çocuğunun ölümü, kendisinin veya eşinin ana, baba veya kardeşinin ölümü hallerinde 10 güne kadar, kendisinin veya çocuğunun evlenmesi halinde isteği üzerine 7 güne kadar izin verilebilecek.

Subay ve astsubaylara, bakmakla yükümlü olduğu ya da refakat etmediği takdirde hayatı tehlikeye girecek ana, baba, eş ve çocukları ile kardeşlerinden birinin ağır bir kaza geçirmesi veya tedavisi uzun süren önemli bir hastalığa tutulmuş olması durumunda, bu durumun sağlık kurulu raporuyla belgelendirilmesi şartıyla, aylık ve özlük hakları korunarak 3 aya kadar izin verilebilecek.

-Sözleşmeli Genelkurmay Başkanı danışmanı çalıştırılabilecek-

Fakülte veya yüksekokulları bitirenlerden subay olarak atanmak üzere temel askerlik eğitimine alınanlar, asteğmenler için ilgili mevzuatında öngörülen aylık ve mali haklar ile sosyal yardımlardan aynen yararlandırılacak.

Terörle Mücadele Kanunu kapsamında aylık bağlanan TSK personelinin unvan ve rütbeleri, görevdeki emsallerinin unvan ve rütbelerine yükseltilecek, haklarında yapılacak her türlü işlemde yükseltilen unvan ve rütbeleri esas alınacak.

TSK faaliyetleri ile ilgili alanlarda Genelkurmay Başkanı'na danışmanlık yapmak üzere sözleşmeli olarak 10 kişiye kadar ''Genelkurmay Başkanı danışmanı'' çalıştırılabilecek. Diğer kamu personellerinde olduğu gibi TSK personeli de 1. derecenin 4. kademesine kadar yükselebilecek.

Uzman jandarmalar da 1. derecenin 4. kademesine kadar yükselebilecek.

Ortaokul, lise ve dengi öğrenim düzeyine sahip uzman jandarmaların intibak işlemlerinden kaynaklanan hak kayıplarını önlenmesine ilişkin bir önerge kabul edildi.

Uzman erbaşların her yıl 45 gün izin alma hakları olacak. Bu iznin 15 günü mazeret izni olarak kullanılacak. 

Kabul edilen bir önergeye göre, askerlik çağına girdikten sonra mahkemece resmi hastane kayıtları esas alınarak yapılan yaş düzeltmeleri de askerlik işlemleri sırasında dikkate alınacak.

-Askeri hastanelerden yararlanma-

Yıpranma tazminatından uzman jandarmalar da yararlanabilecek. Uzman jandarmalardan 2 yıllık yüksekokulu tamamlayanlara bir kademe, 3 yıllık yüksek öğrenimini tamamlayanlara 2 kademe, 4 veya daha fazla süreli yüksek öğrenimi tamamlayanlara ise 1 derece verilecek. Uzman jandarmalar için uygulanacak azami ek gösterge rakamı 2 bin 200 olacak.

Askerlik yükümlülüğünü kısa dönem er olarak yerine getirenlerle, erbaş ve er olarak yerine getirenlerden fakülte ya da yüksekokul bitirenler de sözleşmeli subay olarak istihdam edilebilecek.

Harp Akademilerinde atamalı veya sözleşmeli olarak görevli sivil öğretim elemanlarına, disiplin ve cezai hükümler ile diğer hak ve yükümlülükler açısından TSK'da görevli sivil memurlara uygulanan mevzuat hükümleri uygulanacak. Bu öğretim elemanları, TSK sosyal tesislerinden ve kamu konutlarından görevlendirildikleri kadro derecesindeki subaylar gibi yararlanabilecek, askeri personel ile aralarındaki protokol münasebetlerinin düzenlenmesinde de aynı esas uygulanacak.

Sivil hastaların GATA'dan yararlanma oranı yüzde 5'den yüzde 10'a çıkarıldı. Genelkurmay Başkanlığı, bu oranı artırabilecek.

Bedelli askerlikte, temel askerlik eğitimi yapmış olup da ilgili yasadaki yurtdışında bulunma süresini tamamlayamadığı, yurtiçinde bulunanlar için de taksitini ödeyemediği için bedelli hakkından yararlanamayanlar da bedelli kapsamına alındı.

TBMM Başkanıvekili Sadık Yakut, yapılan oylamada tasarının kabul edilmesinin ardından birleşimi yarın saat 14.00'te toplanmak üzere kapattı.

Kaynak: AA
http://www.haber7.com/siyaset/haber/882708-yeni-askerlik-kanunu-meclisten-gecti
#102


Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla Hayvanları Koruma Kanunu'nda bir değişiklik yaptıklarını ve bundan sonra hayvanları öldürenlere para değil hapis cezası da verileceğini söyledi. Kanunun Başbakanlık'ta olduğunu belirten Veysel Eroğlu, bütün canlıları korumak mecburiyetinde olduklarını belirterek, "Bu zaten bizim kültürümüzde var." dedi.

Veysel Eroğlu, Ankara Ramada Otel'de düzenlenen 'Biyolojik Çeşitlilik Sempozyumu'na katıldı. Açılışta bir konuşma yapan Veysel Eroğlu, biyolojik çeşitliliğin bu dünya için olmazsa olmaz bir şart olduğunu söyledi. Türkiye'deki biyolojik çeşitliliğin de kıta Avrupa'sından daha fazla olduğunu dile getiren Eroğlu, "Biyolojik çeşitliliği korumak mecburiyetindeyiz, bu bizim en büyük zenginliğimiz." ifadelerini kullandı.

Türkiye'deki biyolojik çeşitliliğin belirlenmesinde yabancı uzmanların ağırlığı olduğunu belirten Bakan Eroğlu, "Tür belirleme için yabancıların gelmesi bizi rahatsız eder. Kesin bir dille söylüyorum bu konuda üniversitelerle işbirliği yapmaya hazırız. Bunu birlikte yapacağız, birlikte başaracağız." diye konuştu. Bakan Eroğlu ayrıca uzmanları ve akademisyenleri, 'kürsülerinde oturmak yerine araziye gitmeye' çağırdı.

Hayvanları Koruma Kanunu'nda da değişiklik yaptıklarını açıklayan Bakan Eroğlu, Başbakan Erdoğan'ın talimatıyla hazırlanan ve şu an Başbakanlık'ta olan yasaya göre, hayvanları öldürenlere sadece para cezası değil hapis cezası da geleceğini söyledi.

Ayrıca Veysel Eroğlu Brezilya'da gerçekleştirilecek ve Başbakan Erdoğan'ın yanı sıra çok sayıda bakanın da katılacağı G-20 toplantısı için bu konuda ciddi hazırlık yaptıklarını aktardı. Bakan Eroğlu, konuşmasının ardından sempozyum kapsamında açılan stantları gezdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1291454&title=hayvanlari-olduren-de-hapse-girecek
#103


Mahkeme, eşini ütü kablosuyla boğarak öldürdüğü için tutuklu yargılanan Gülfidan Kuşçuoğlu'na 'cinayeti meşru müdafa sınırları içerisinde işlediği' gerekçesiyle ceza vermedi.

Adapazarı'nın Beşköprü Mahallesi'nde oturan Gülfidan Kuşçuoğlu, eşi 24 yaşındaki Uğur Kuşcuoğlu'nu ütü kablosuyla boğarak öldürdüğü iddiasıyla tutuklandı.

Gülfidan Kuşçuoğlu hakkında Sakarya Cumhuriyet Savcılığı tarafından 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava açıldı.

İddianamede, hakkında 24 yıla kadar hapis cezası istenen Gülfidan Kuşçuoğlu'nun, eşinin siddetine maruz kaldığı, doktor raporunda da vücudunda morluklar oluştuğu tespit edildiği kaydedildi.

"BENİ BOĞ, YOKSA ÇOK KÖTÜ OLACAK"

Hazırlanan iddianameye göre, cinayet akşamı Uğur Kuşcuoğlu, eşini demirle dövdükten bir süre sonra sakinleşerek eşinin yanına oturdu, bu sırada genç kadının ütü kablosunu aniden Uğur Kuşcuoğlu'nun boynuna dolayarak boğmaya çalıştı ancak kocası kendinden geçince boğmayı bıraktı.

Uğur Kuşcuoğlu bir süre sonra kendine geldikten sonra su getirmesini istediği eşine, "Beni boğ, yoksa çok kötü olacak, iyi boğ ama" dedi.

Bunun üzerine Gülfidan Kuşcuoğlu da kocasını, boğazında bulunan kabloyu tekrar sıkıp boğarak öldürdü.

'MEŞRU SAVUNMA VE ZORUNLULUK HALİ'

Sakarya 1'inci Ağır Ceza Mahkemesi'de Gülfidan Kuşcuoğlu'nun cinayeti Türk Ceza Kanunu'nun meşru savunma ve zorunluluk halini düzenleyen TCK'nın 25'inci maddesi sınırları içerisinde işlediği gerekçesiyle ceza verilmemesi yönünde karar aldı ve genç kadını tahliye etti.

TCK'NIN 25'İNCİ MADDESİ

TCK'nın 25'inci maddesinde ''Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez" deniliyor.

http://www.ntvmsnbc.com/id/25350197/
#104
Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesini öngören kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı.



Yasa, afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini oluşturmak üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair esasları düzenliyor.

Yasaya göre, riskli yapıların tespiti, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından hazırlanacak yönetmelikte belirlenen çerçevede, öncelikle yapı malikleri veya kanuni temsilcilerince, masrafları kendilerine ait olmak üzere, bakanlıkça lisanslandırılan kurum ve kuruluşlara yaptırılacak.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, riskli yapıların tespitini süre vererek, sahiplerinden isteyebilecek. Tespitler, verilen sürede yaptırılmazsa, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı veya belediyeler ile il özel idarelerince yapılacak. Bu tespitlere karşı ev sahipleri, 15 gün içerisinde itiraz edebilecek.

Bakanlığın talebi üzerine Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu kapsamında bulunan yerler de dahil olmak üzere, Hazine'nin özel mülkiyetinde bulunan riskli alanlarda ve rezerv yapı alanlarındaki taşınmazlardan; kamu idarelerine tahsisli olanlar, Milli Savunma Bakanlığı'nın görüşü alınıp Bakanlar Kurulu kararıyla; kamu idarelerine tahsisli olmayanlar ilgili kamu idaresinin görüşü alınarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na tahsis edilecek veya TOKİ'ye ve belediyeye bedelsiz devredilebilecek.

Hazine dışındaki kamu idarelerin mülkiyetinde olan taşınmazlar da TOKİ'ye veya belediyeye bedelsiz devredilebilecek.

Tahsis ve devir tarihinden itibaren 3 yıl içinde ve gerekli görülen hallerde bakanlığın talebi üzerine, Maliye Bakanlığı'nca uzatılan süre içinde amacına uygun kullanılmadığı tespit edilen taşınmazlar, bedelsiz olarak ve resen tapuda Hazine adına tescil edilecek veya önceki maliki olan kamu idaresine devredilecek.

-Her türlü imar ve yapılaşma geçici olarak durdurulabilecek-

TOKİ veya belediye, kanun kapsamındaki proje ve uygulamalar süresince, riskli alanlarda, riskli alanların bulunduğu taşınmazlarda ve rezerv yapı alanlarında, her türlü imar ve yapılaşma işlemlerini geçici olarak durdurabilecek. Bu taşınmazlar, tahsis ve devir işlemleri sonuçlandırılıncaya kadar Maliye Bakanlığı'nca satılamayacak, kiraya verilemeyecek, tahsis edilemeyecek.

Bakanlık, belediye ve TOKİ'nin talep etmesi halinde, hak sahiplerinin de görüşü alınarak, riskli alanlardaki yapılar ile riskli yapılara, elektrik, su, doğalgaz hizmetleri verilmeyecek, verilen hizmetler de durdurulacak.

-Yıkım için 60 gün süre-

Riskli yapıların yıktırılmasında ve bunların bulunduğu alanlar ile riskli alanlar ve rezerv alanlarındaki uygulamalarda öncelikli olarak malikler ile anlaşma yoluna gidilmesi esas olacak.

Anlaşma ile tahliye edilen yapıların maliklerine kira yardımı yapılabilecek.

Riskli bulunan yapıların maliklere, bu yapıların yıktırılması için 60 günden az olmamak üzere süre verilecek. Bu süre içerisinde yapı, malik tarafından yıktırılmadığı takdirde, yapının ''idari makamlarca yıktırılacağı'' belirtilip, tekrar süre verilerek tebligatta bulunulacak.

-Güçlendirme kredisi verilecek-

Üzerindeki bina yıkılarak, arsa haline gelen taşımazlardaki daha önce kurulan kat irtifakı ve kat mülkiyeti, malikleri adına payları oranında tescil edilecek.

Kanun uyarınca, yapılan konutların iş yerlerinin bedellerinin belirlenmesinde ve ilgililerin borçlandırılmasında, sosyo-ekonomik durumlar, doğal afetin ortaya çıkardığı neticeler ve sosyal devlet anlayışının gerekleri gözetilerek uygulama gerçekleştirilecek.

Kanunun uygulanacağı alanlar dışında olmakla birlikte kanunun amaçları çerçevesinde güçlendirilebileceği teknik olarak belirlenen yapılar için de dönüşüm projeleri özel hesabından ''güçlendirme kredisi'' verilebilecek.

Bakanlık, TOKİ ve belediye, danışmanlık, yazılım, araştırma, kadastro, kamulaştırma gibi bazı çalışmaları, Kamu İhale Kanunu'na tabi olmaksızın, ortak hizmet uygulamalarıyla da gerçekleştirebilecek.

Kanun uyarınca tesis edilen idari işlemlere karşı tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içinde dava açılabilecek. Bu davalarda yürütmenin durdurulmasına karar verilemeyecek.

Riskli yapıların tespiti, tahliyesi ve yıktırma iş ve işlemleri ile değerleme işlemlerini engelleyenler hakkında, işlenen fiilin ve halin durumuna göre, Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulabilecek. Bu yapıların, tespiti, tahliyesi ve yıktırılması iş ve işlemlerine dair görevlerinin gereklerini yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında ise tabi oldukları ceza ve disiplin hükümleri uygulanacak.

Kanun kapsamındaki iş, işlem ve uygulamaların özelliği ve aciliyeti gözetilerek yapılacak olan planlar, İmar Kanunu'ndaki kısıtlamalara tabi olmayacak. Kapsamdaki alanlara ilişkin iş, işlem ve uygulamalar hakkında ilgili diğer kanunların bu kanunu engelleyici hükümleri ile diğer kanunların bu kanuna aykırı hükümleri uygulanamayacak.

-Ormanlık alanlar afet sonrasında barınma yeri-

Şehrin içindeki veya yakın çevresindeki ormanlık alanlar, afetler öncesinde piknik alanı ve mesire yeri, afetler sonrasında da barınma yeri olarak kullanılabilecek.

Gecekondu sahibine, gecekondusuna karşılık konut verilinceye, nakde dönüştürülüp ödeninceye veya konut yapmak üzere arsa tahsisi yapılıncaya kadar gecekondusu yıktırılamayacak. Gecekondu sahiplerine gerekirse nakdi yardım yapılabilecek.

Yasada, afet riski altında bulunan alanların dönüştürülmesinin, oldukça fazla kamulaştırma ve yıktırma işlemini ve buna bağlı ihtilafları gündeme getireceğinden, mahkemelerde görev yapacak bilirkişilerin sayısının artırılmasını öngören değişiklikler de bulunuyor.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'ne bağlı meslek odalarınca; nüfusu 500 binin altında olan yerler için 25-50, nüfusu 500 bin-1 milyon arasında olan yerler için 50-100, nüfusu 1-3 milyon olan yerler için 100-150, nüfusu 3 milyonun üzerinde olan yerler için 150-350 bilirkişinin ismi ve adresinin yer aldığı listeler valiliklere verilecek. Taraflar bilirkişi seçmekte anlaşamazlarsa kura ile seçilecek.

Sermaye Piyasası Kurulu'nun kayıtlı değerleme uzmanları, bilirkişilik yapabilecek. Yeterli değerleme uzmanı bulunan yerlerde, öncelik bu uzmanlara verilecek.

TOKİ'nin, konut talep eden kurum ve kuruluşla imzaladığı protokolde belirlenen inşaat bedelinin yüzde 3'ü ile yüzde 10'u arasında alacağı idare hizmet payı, TOKİ'nin geliri olacak.

-Yenileme alanları-

Yenileme alanları; il özel idarelerinde il genel ve belediye meclislerinin üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararıyla belirlenecek. Yenileme alanlarıyla ilgili alınan kararlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının teklifiyle Bakanlar Kurulu'na sunulacak.

Kamu hizmeti için ayrılan alanlar hariç olmak üzere; yenileme alanı sınırları içinde toplu yapı olarak sınırları imar ve parselasyon planlarında belirlenmek kaydıyla, yapılı veya yapısız imar parsellerine belediye veya il özel idaresi ve diğer ilgili kurullar tarafından tasdik edilen mimari projelere uygun olarak, toplu yapı olarak tek bir kat mülkiyeti tesis edilebilecek.

Belediyeler ve il özel idareleri; bu alanlar içindeki parsel maliklerinin sosyal altyapı ve tesisleri, ortak kullanım yerleri, sosyal tesis ve hizmetlere ilişkin alanları kullanma ve yararlanma şartları ile masraflarına katılma usullerine ilişkin işletme projeleri hazırlayarak tapu sicilinin beyanlar hanesinde belirtmelerini isteyebilecek.

Belediyelerin, kamunun mülkiyetinde ve kullanımında olan yerler için kentsel dönüşüm kararları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulunca alınacak.

-Bina cephelerindeki değişiklikler-

Bina cephelerinde değişiklik ve yenileme kararları ile özel aydınlatma ve çevre düzenlemesi çalışmaları, kat maliklerinin nitelikli çoğunluğunun oyuyla değil, arsa payı çoğunluğuyla verecekleri karara göre yapılacak.

Belediye meclislerinin salt çoğunluk ile alacağı kararla, masrafların tamamı veya bir kısmı belediye bütçesinden karşılanmak kaydıyla, kentin uygun görülen alanlarında bina cephelerinde değişiklik, yenileme, özel aydınlatma ve çevre tanzimi çalışmaları yapılabilecek. Cephe değişikliği yapılacak binalarda telif hakkı sahibine, talep etmesi halinde telif hakkı ödenecek.

Büyükşehir belediyeleri kentsel dönüşüm alanı ilan edilen yerler ile yenileme alanı ilan edilen alanlarda, kamu kurum ve kuruluşlarıyla protokol yaparak, yıkılan ibadethane ve yurtların yerine veya ihtiyaç duyulan yerlerde ibadethane ve yurt yapabilecek.

Afet riski taşıyan veya fen, sanat ve sağlık kurullarına aykırı yerleşim merkezlerindeki aileler, Bakanlar Kurulu'nca tespit edilen orman veya mera vasıflı alanlarına ve Hazine'nin özel mülkiyetinde olan yeni yerleşim yerlerine yerleştirilecek. Altyapı hizmetleri de dahil olmak üzere yeniden yerleşim yeri için gerekli görülen her türlü ödenek, projeyi yürüten kuruluşun bütçesine konulacak ve bu ödenek Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesine ilgili kuruluşça transfer edilecek.

-Bakanlığın görevleri-

Kanunla, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kurulmasına ilişkin KHK'da da değişiklik yapıldı.

Bakanlık, görev alanına giren konularda her türlü etüt, plan, proje, maliyet hesaplarını ve yapım işlerini, yapı denetim sistemini oluşturarak Yapı Denetimi Hakkında Kanun ile kendisine verilen görevleri yapacak. Gecekondu, kıyı alanları ve tesisleriyle, niteliğinin bozulması nedeniyle orman ve mera dışına çıkarılan alanlar dahil, kentsel, kırsal alan ve yerleşmelerde yapılacak iyileştirme, yenileme ve dönüşüm uygulamalarında idarelerce uyulacak usul ve esasları belirleyecek.

Bakanlıkça belirlenen finans ve ticaret merkezleri, fuar ve sergi alanları, eğlence merkezleri, şehirlerin ana giriş düzenlemeleri gibi şehirlerin marka değerini artırmaya ve şehrin gelişmesine katkı sağlayacak özel proje alanlarına dair her tür ölçekte etüt, harita, plan, parselasyon planı ve yapı projelerini yapacak, yaptıracak ve onaylayacak. Kamulaştırma, ruhsat ve yapım işlerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak, yapı kullanma izinlerini verecek ve bu alanlarda kat mülkiyeti kurulmasını temin edecek. Ayrıca, gecekondu Kanun uyarınca TOKi tarafından yapılan uygulamalara ilişkin her tür ve ölçekte etüt, harita, plan ve parselasyon planları yapmak, yaptırmak, onaylamak, ruhsat işyerlerini gerçekleştirmek, yapı kullanma izinlerini vermek ve bu alanlarda kat mülkiyeti kurulmasını sağlayacak.

Kanunla Altyapı Hizmetleri Genel Müdürlüğünün adı, Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü oluyor ve görevlerinde değişiklik yapılıyor.

Bakanlığa 10 daire başkanı kadrosu verilecek.

-AKM Kanunu'nda değişiklik-

Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılının Kutlanması ve Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkında Kanunu'nda, yer alan ''Atatürk Kültür Merkezi, Ankara'da kurulur. Atatürk Kültür Merkezi alanı, Ankara İmar Planında bu amaca ayrılmış olan ve tasdikli ekli krokide gösterilen yerlerdir'' hükmüne, ''Bu alan içerisinde Milli Mücadele tarihini, Türk Halk Kültürünü ve sanatlarını tanıtan yerler ve çeşitli müzeler, çeşitli sahneler ve toplantı salonları, sergi alanları, arşiv ve kitaplıklar, atölyeler ve benzeri yerlerden meydana gelen Atatürk Kültür Merkezi bulunur'' ibaresi eklendi.

Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Kanunu'nun, ''Atatürk Kültür Merkezi alanı içerisinde yer alacak tesis ve alanların yönetimi'' başlıklı maddesi de yürürlükten kaldırıldı.

-Bütçeye özel gelir kaydedilecek-

TOKİ'ye, belediyelere ve diğer kamu kuruluşlarına tahsis edilen veya devredilen yerlerde, 2 yıl içinde dönüşüm ve iyileştirme çalışmaları yapılmamışsa bu taşınmazların tahsisleri kaldırılacak ve Maliye Bakanlığı'na devredilecek.

Dönüşüm gelirlerinden 2012'de elde edilecek olanlar, genel bütçeye özel gelir olarak kaydedilecek.

TRT, ulusal, bölgesel ve yerel yayın yapan özel televizyonlar, radyolar ayda en az 90 dakika afet riskinin azaltılması, kentsel dönüşüm konularında uyarıcı ve eğitici yayınlar yapacak.

Boğaziçi Kanunu kapsamında kalan geri görünüm ve etkilenme bölgelerindeki alanlarda da dönüştürme kapsamına alınacak.

Kanun kapsamında, dönüştürme çalışmalarının yapılacağı alanda tarihi değerlerin bulunması halinde, Kültür ve Turizm Bakanlığından ''uygundur'' görüşü alınacak.

Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi hizmetleri için kanun ile öngörülen dönüşüm projeleri özel hesabından çalışmalarda kullanılmak üzere kaynak aktarılabilecek.

Kanun kapsamında kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmazın tesciline ilişkin davalarda görev alacak bilir kişiler, Sermaye Kanunu'na tabi olarak faaliyet gösteren değerleme uzmanları arasından seçilecek.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılının Kutlanması ve Atatürk Kültür Merkezi Kurulması Hakkında Kanun'la belirlenen, Atatürk Kültür Merkezi alanını iyileştirme, güzelleştirme, yenileme, ihya etmek amacıyla Kültür ve Turizm Bakanlığının da görüşünü alarak proje hazırlayıp çalışma yapabilecek.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1288793&title=kentsel-donusum-tasarisi-tbmmde-yasalasti&haberSayfa=0
#105


METİN ARSLAN - ANKARA

Yargıtay Birinci Başkanlığı için yapılan seçimlerin ilk turunda başkanlığa 13. Hukuk Dairesi Başkanı Ali Alkan seçildi. Alkan, gazetecilerin sorusu üzerine, "Yargıtay'da hiç kimse belli bir grubun temsilcisi durumunda değildir. Bütün arkadaşlarımız hukukun temsilcisidir." dedi. Alkan, kurumun iş yükünü azaltmak için önlemler alacaklarını söyledi.

Nazım Kaynak'ın yaş haddinden emekliye ayrılması nedeniyle boşalan Yargıtay Başkanlığı koltuğu için dün ilginç bir seçim yaşandı. Üçü de sınıf arkadaşı olan Ali Alkan, Ahmet Ceylani Tuğrul ve Kemalettin Yüksel başkanlık için yarıştı. Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nca yapılan seçimin ilk turunda salt çoğunluğun üzerinde 201 oy olan 13. Hukuk Dairesi Başkanı Ali Alkan, Yargıtay'ın yeni başkanı oldu. Diğer başkan adayları 5. Ceza Dairesi Başkanı Ahmet Ceylani Tuğrul 92 oy alırken, 3. Hukuk Dairesi Başkanı Kemalettin Yüksel 39 oyda kaldı. Alkan, başkanlık koltuğunda yaş haddinden emekliye ayrılacağı tarihe kadar 3 yıl görev yapacak. Seçim sonrası basın toplantısı düzenleyen Ali Alkan, Yargıtay'da hiç kimsenin belli bir grubun temsilcisi durumunda olmadığını, bütün arkadaşlarının hukuku temsil ettiğini söyledi.

Alkan, kökleri Osmanlı'ya dayanan, Cumhuriyet'in kurulmasının ardından Cumhuriyet ve demokrasinin teminatı haline gelen Yargıtay'ın başkanı seçilmekten gurur duyduğunu aktardı. Bu görevin büyük bir sorumluluğu da omuzlarına yüklediğinin farkında olduğunu belirtti. Seçimde 'çok değerli iki sınıf arkadaşıyla' yarıştığını ifade etti. Sorunların farkında olduğunu, çözümü için önceki dönemlerde başlatılan hizmetleri sürdüreceklerini anlattı.

Alkan, "Başkanlığım döneminde Yargıtay'ın misyonuna ve ilkelerine sahip çıkarak belirlenmiş olan vizyonuna ulaşma ve sorunları çözme yolunda daha etkin ve verimli çalışmasını sağlayacağım.'' diye konuştu. Bunu sağlamak adına en kısa zamanda 1 ve 3 yıllık eylem planlarını oluşturacaklarını kaydetti. Daha önceki eylem planında yer alan hedeflere ulaşmak adına başlatılan çalışmalara da devam edeceklerini bildirdi.

Yargının hızlandırılması ve iş yükünün azaltılmasının öncelikleri arasında olduğunu vurgulayan Alkan, bu alandaki çalışmaların hız kesmeden sürdürüleceğini kaydetti. Alkan, "Yargıtay'ın halkın adil yargılanma hakkı beklentilerini gerçekleştirebilmek için bahane üretmeden, olumsuzluklara aldırmadan, bütün arkadaşlarımla el ele, gönül gönüle çalışmaya devam edeceğime ve bu konuda hiçbir fedakârlıktan kaçınmayacağıma huzurunuzda söz veriyorum.'' diye konuştu.

Ali Alkan, gazetecilerin sorularını da cevapladı. "Yargıtay kulislerinde bazı adayların Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ı kastederek, 'Beyefendinin de desteği var' dediği, bunun karşısında yeni üyelerin başka bir grubu temsilen kulis çalışmaları yaptığı şeklinde iddialar var. Bu iddiaları nasıl değerlendiriyorsunuz?'' sorusuna şu cevabı verdi: "Yargıtay'da hiç kimse belli bir grubun, belli bir düşüncenin ve belli bir inancın temsilcisi durumunda değildir. Yargıtay'daki bütün arkadaşlarımız hukukun ve hukukun üstünlüğünün temsilcisi durumundadırlar ve bu amaçla çalışmalarını sürdürmektedirler. Bu şekildeki düşünceleri kınıyorum.''

Lojmanda oturmadı, 94 model aracıyla işe geliyor

Yargıtay Başkanlığı'na seçilen Ali Alkan, 9 Şubat 1950 doğumlu. Ankara Hukuk Fakültesi'nden mezun olduktan sonra Pervari hakimliğiyle mesleğe başladı. 1997'de Yargıtay üyeliğine seçildi. 13. Hukuk Dairesi başkanlığı ve Başkanlık Divanı'nı üyeliği de yaptı. Alkan, Yargıtay'da hukukçu ve çalışkan bir isim olarak biliniyor. Dairesinin iş yükü sorununu kısa sürede çözen Alkan, mütevazı yaşamıyla dikkat çekiyor. Alkan'ın lojman hakkı bulunmasına rağmen lojmanda oturmadığı, makam aracı kullanmadığı, işe 1994 model Renault Broadway marka aracıyla gelip gittiği öğrenildi. Alkan, evli ve bir çocuk babası.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1284508&title=yargitayin-yeni-baskani-ali-alkan-yargitayda-hic-kimse-belli-bir-grubun-temsilcisi-degildir
#106


ABD'nin en büyük telefon şirketlerinden AT& T, başörtülü bir elemanını işten çıkarttığı gerekçesiyle 5 milyon dolar tazminata mahkum edildi.

Davaya bakan mahkeme, AT&T'nin ayırımcılık yaptığı hükmüne vardı. Şirketin ABD'deki Kansas şehrinde teknik eleman olarak çalışan ve daha önce Hıristiyan olan Susann Bashir (41) 2005 yılında dinini değiştirerek Müslüman oldu. Başörtüsü takarak çalışmaya başlayan Bashir, dava dilekçesinde sık sık yöneticisinin sözlü saldırısına uğradığını, bu durumu şirketin üst yönetimine bildirdiğini, bunun üzerine işten çıkartıldığını belirtti. Yapılan yargılama neticesinde davayı kabul eden Mahkeme, davalı şirketin ayrımcılık yaptığı hükmüne vararak davalı şirketin Susann Bashir'e 5 milyon dolar tazminat ödemesine karar verdi.

AT&T sözcüsü Marty Richter, şirket olarak her türlü milletten çalışanları kabul ettiklerini, mahkemenin verdiği kararı doğru bulmadıklarını söyledi.

(CİHAN)

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1283359&title=basortu-taktigi-icin-calisan-elemanini-isten-atan-sirkete-5-milyon-dolar-ceza
#107
Ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde, Bakanlar Kurulu'nca belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişilere Türkiye'de taşınmaz satılmasına imkan sağlayan kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulun'da kabul edilerek yasalaştı.

Tapu Kanunu ve Kadastro Kanunu'nda değişiklik yapan kanuna göre, ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde, yabancılara Türkiye'de taşınmaz satışına imkan sağlanıyor. Bu taşınmazların toplamı, özel mülkiyete konu alanlar için ilçe yüzölçümünün yüzde 10'unu, ülke genelinde de kişi başına 30 hektarı geçemeyecek. Bakanlar Kurulu, 30 hektarı 2 katına çıkarabilecek.

Yabancı şirketlerin, askeri yasak ve güvenlik bölgelerinde taşınmaz almaları Genelkurmay Başkanlığı'nın, özel güvenlik bölgelerinde taşınmaz almaları ise valiliğin iznine tabi olacak.

Ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde, Bakanlar Kurulu'nca belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı kişiler Türkiye'de taşınmaz edinebilecek.

Tapu Kanunu ve Kadastro Kanunu'nda değişiklik yapan tasarı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek yasalaştı.

Kanuna göre, ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde, Bakanlar Kurulu'nca belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu kişiler, Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilecek. Bakanlar Kurulu'nun, Dışişleri Bakanlığı'ndan görüş alma şartı kalkacak.

Yabancıların edinebilecekleri taşınmazlar ve sınırlı ayni hakların toplam alanı, özel mülkiyete konu alanlar için ilçe yüzölçümünün yüzde 10'unu, ülke genelinde ise kişi başına 30 hektarı geçemeyecek. Bakanlar Kurulu, 30 hektarı 2 katına çıkarabilecek. Daha önce, yabancıların ülke genelinde alabileceği taşınmazların toplam yüzölçümü, 2,5 hektarı geçemiyordu.

Yabancı ülkelerdeki ticaret şirketleri, ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı ayni hak elde edebilecek. Yabancılar ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan ticaret şirketleri dışındakiler, Türkiye'de taşınmaz edinemeyecek ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemeyecek.

Bakanlar Kurulu, yabancılar ile kendi ülkelerindeki kanunlara göre kurulan yabancı ticaret şirketlerinin taşınmaz ve ayni hak edinebilecekleri yerleri; ülke, kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak belirleyebilecek, sınırlandırabilecek, yasaklayabilecek.

-Projeyi 2 yıl içinde sunacak-

Yabancı kişiler ve ticaret şirketleri, satın aldıkları yapısız taşınmazda geliştireceği projeyi 2 yıl içerisinde ilgili bakanlığın onayına sunacak. Bakanlık, onaylanan projeyi taşınmazın bulunduğu tapu müdürlüğüne gönderecek ve projenin süresi içinde gerçekleşip gerçekleşmediğini takip edecek.

Askeri yasak bölgeler, askeri güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ait harita ve koordinat değerleri, kanunun yürürlük tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde Milli Savunma Bakanlığı'nca; özel güvenlik bölgeleri ise İçişleri Bakanlığı'nca aynı sürede Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'nün bağlı olduğu bakanlığa verilecek.

Bakanlar Kurulu, ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde, yabancı uyruklu kişiler ile kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimini, ülke, yer, zaman ve miktar bakımından kısmen veya tamamen durdurabilecek, sınırlandırabilecek ve yasaklayabilecek.

Yabancı uyruklu gerçek kişiler, tüzel kişiler ve uluslararası kuruluşların yüzde 50 veya daha fazla oranda hissesine sahip oldukları Türkiye'de kurulu şirketler, ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti veya sınırlı ayni hak edinebilecek ve kullanabilecek.

Yabancılar, yabancı ülkelerin kanunlarına göre kurulmuş tüzel kişiler, yöneticilerinin çoğu yabancı olan Türkiye'de kurulu şirketler taşınmaz alabilecek.

-Askeri bölgeler için izin şartı-

Yabancı şirketlerin, Askeri Yasak Bölgeler ve Güvenlik Bölgeleri Kanunu hükümleri saklı kalmak kaydıyla; askeri yasak bölgeler ve güvenlik bölgelerinde taşınmaz mülkiyeti edinimleri Genelkurmay Başkanlığı'nın ya da yetkilendireceği komutanlıkların, özel güvenlik bölgelerindeki taşınmaz mülkiyeti edinimleri ise taşınmazın bulunduğu yerdeki valiliğin iznine tabi olacak.

Bankaların, kredi olarak sayılan işlemler nedeniyle veya alacaklarını tahsili amacıyla iktisap ettikleri mülkiyet edinimlerinde, özel kanunlarına göre belli sürede elden çıkarma zorunluluğunun devam etmesi kaydıyla bu düzenleme kapsamındaki hükümler uygulanmayacak. Valilikler, taşınmazların kullanımını tapu kayıtlarından belirli aralıklarla izleyecek.

Kayıt sahibinin 20 yıl önce gaipliğine hüküm verilmiş ya da tapu sicilinden malikin kim olduğu anlaşılamamış ise çekişmesiz ve aralıksız 20 yıl müddetle ve malik sıfatıyla zilyet bulunan kimse adına tespit olunacak.

Tapu müdürlüğü, kişinin ölümünden sonra 2 yıl içinde tapu siciline miras intikali gerçekleştirilmezse, mirasçılık belgesi düzenlenmesi için yargıya başvuracak. Müdürlük, belgeye göre tapu sicil kayıtlarını tescil ederek güncelleştirecek. AA

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1282714&title=yabancilara-mulk-satisi-yasalasti&haberSayfa=0
#108
TBMM Adalet Komisyonu, kamuoyunda, hukuk uyuşmazlıklarını ''arabuluculuk'' yoluyla çözümünü öngören tasarıyı kabul etti.

Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Tasarısı'na göre, düzenleme, yabancılık unsuru taşıyanlar da dahil olmak üzere, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarında uygulanacak.

Arabuluculuk faaliyetini yürüten ve Adalet Bakanlığı'nca düzenlenen arabulucular siciline kaydedilmiş bulunan gerçek kişiyi, ''arabulucu'' olarak tanımlayan tasarıya göre, arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten vazgeçmek konusunda serbest olacak olan tarafların, gerek arabulucuya başvururken gerekse tüm süreç boyunca eşit hakları bulunacak.

Taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça arabulucu, arabuluculuk faaliyeti çerçevesinde kendisine sunulan veya elde ettiği bilgi ve belgeler ile tuttuğu kayıtları gizli tutacak. Taraflar da gizliliğe uymak zorunda olacak.

Tasarı, tarafların, arabulucu veya arabuluculuğa katılanlar da dahil üçüncü bir kişinin, uyuşmazlıkla ilgili olarak hukuk davası açıldığında yahut tahkim yoluna başvurulduğunda, hangi beyan veya belgeleri delil olarak ileri süremeyeceği ve bunlar hakkında tanıklık yapamayacağını da düzenliyor.

-Arabulucuların hak ve yükümlülükleri-

Sicile kayıtlı olan arabulucular, bu unvanını ve bu unvanın sağladığı yetkileri kullanabilecek; faaliyet sırasında da bu unvanını belirtecek.

Arabulucu, yaptığı faaliyet karşılığında ücret ve masraf isteyebilecek. Arabulucu, ücret ve masraflar için avans da talep edebilecek.

Aksi kararlaştırılmadıkça arabulucunun ücreti, faaliyetin sona erdiği tarihte yürürlükte bulunan Arabulucu Asgari Ücret Tarifesi'ne göre belirlenecek ve ücret-masraf taraflarca eşit olarak karşılanacak. Arabulucu, tarafların her biri ile ayrı ayrı veya birlikte görüşebilecek veya iletişim kurabilecek. Arabulucu görevini özenle, tarafsız bir biçimde yerine getirecek.

Arabulucu olarak görevlendirilen kimse, tarafsızlığından şüphe edilmesini gerektirecek durum olması halinde, bu durumu taraflara bildirecek.

Arabulucuların iş elde etmek için, reklam sayılabilecek her türlü teşebbüs ve harekette bulunmaları, özellikle tabelalarında ve basılı kağıtlarında arabulucu, avukatlık ve akademik unvanlarından başka sıfat kullanamayacak.

Taraflar dava açılmadan önce veya davanın görülmesi sırasında arabulucuya başvurma konusunda anlaşabilecek.

-arabulucunun seçilmesi ve faaliyeti-

Başkaca bir usul kararlaştırılmamışsa, arabulucu veya arabulucular taraflarca seçilecek.

Arabulucu, seçildikten sonra tarafları en kısa sürede toplantıya davet edecek.

Taraflar, arabuluculuk usulünü serbestçe kararlaştırabilecek.

Taraflarca kararlaştırılmamışsa arabulucu; uyuşmazlığın niteliğini, tarafların isteklerini ve uyuşmazlığın hızlı bir şekilde çözümlenmesi için gereken usulleri göz önüne alarak arabuluculuk faaliyetini yürütecek.

Niteliği gereği yargısal bir yetkinin kullanımı olarak sadece hakim tarafından yapılabilecek işlemler arabulucu tarafından yapılamayacak.

Dava açıldıktan sonra tarafların birlikte arabulucuya başvuracaklarını beyan etmeleri halinde, yargılama mahkemece 3 ay süre ile ertelenecek.

-arabuluculuk sürecinin başlaması ve sürelere etkisi-

Arabuluculuk süreci; dava açılmadan önce arabulucuya başvuru halinde, tarafların ilk toplantıya davet edilmeleri ve taraflarla arabulucu arasında sürecin devam ettirilmesi konusunda anlaşmaya varılıp, bu durumun bir tutanakla belgelendirildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak. Dava açılmasından sonra arabulucuya başvuru halinde ise bu süreç, mahkemenin tarafları arabuluculuğa davetinin taraflarca kabul edilmesi veya tarafların arabulucuya başvurma konusunda anlaşmaya vardıklarını duruşma dışında mahkemeye yazılı olarak beyan ettikleri ya da duruşmada bu beyanlarının tutanağa geçirildiği tarihten itibaren işlemeye başlayacak.

Arabuluculuk sürecinin başlamasından sona ermesine kadar geçirilen süre, zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmayacak.

Tarafların anlaşmaya varması, taraflara danışıldıktan sonra arabuluculuk için daha fazla çaba sarf edilmesinin gereksiz olduğunun arabulucu tarafından tespit edilmesi, taraflardan birinin karşı tarafa veya arabulucuya, arabuluculuk faaliyetinden çekildiğini bildirmesi, tarafların anlaşarak arabuluculuk faaliyetini sona erdirmesi durumunda arabuluculuk faaliyeti sona erecek.

Arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların anlaştıkları, anlaşamadıkları veya arabuluculuk faaliyetinin nasıl sonuçlandığı, bir tutanak ile belgelendirilecek. Arabulucu, tutanağı 5 yıl süre ile saklayacak.

-tarafların anlaşması-

Arabuluculuk faaliyeti sonucunda varılan anlaşmanın kapsamı taraflarca belirlenecek, anlaşma belgesi düzenlenmesi halinde belge taraflar ve arabulucu tarafından imzalanacak.

Taraflar, arabuluculuk sürecinin sonunda bir anlaşmaya varırlarsa anlaşmayı icra mahkemesine ibraz edip icra edilebilirliğine ilişkin bir şerh verilmesini talep edebilecek. Bu şerhi içeren anlaşma, ilam niteliğinde belge sayılacak.

-kimler arabulucu olabilecek-

Mesleğinde en az 5 yıllık kıdeme sahip hukuk fakültesi mezunu olanlar, kasten işlenmiş bir suçtan mahkum olmayanlar, arabuluculuk eğitimi tamamlayanlar, Adalet Bakanlığı'nca yapılacak yazılı ve uygulamalı sınavda başarılı olanlar arabulucu olabilecek.

Arabuluculuk eğitimi; hukuk fakülteleri, Türkiye Barolar Birliği ve Türkiye Adalet Akademisi tarafından verilecek.

Tasarıda, Adalet Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak olan Arabuluculuk Kurulu'nun kimlerden ve hangi kurumlardan oluştuğu da belirtiliyor.

Kurul, yılda en az 2 kez toplanacak. Gizlilik hükümlerine aykırı hareket ederek bir kişinin hukuken korunan menfaatinin zarar görmesine neden olan arabulucu 6 aya kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak.

Arabuluculuk yolu ile hukuk uyuşmazlıklarının çözümü sisteminin çalışmasında görev alacak personel için 22 kişilik kadro ihdas edilecek.

Kanunun yayımı tarihinden itibaren 2 ay içinde kuruluş ve teşkilatlanma tamamlanacak.

Tasarı, kanunlaşıp yürürlüğe girdikten 1 yıl sonra yürürlüğe girecek.

-Görüşmeler-

2 gün süren ve yorucu geçen tasarının görüşmeleri, Komisyon Başkanı Ahmet İyimaya ile bazı milletvekillerinin zaman zaman yaptığı esprilerle, oyçokluğuyla kabul edilmesine rağmen çok fazla itiraz edilmeden geçti.

CHP, tasarının neredeyse her maddesinde önerge verdi. Bu önergelerden sadece 3 tanesi kısmen kabul edildi.

CHP, 1. madde üzerinde, Türk Medeni Kanunu ile İş Kanunu kapsamına giren uyuşmazlıkların bu düzenleme dışına çıkartılmasına ilişkin önerge verdi, ancak önerge kabul edilmedi.

CHP Uşak Milletvekili Dilek Akagün Yılmaz, önergenin gerekçesini açıklarken, kadınlara şiddet gibi olaylar ile işverenlerin baskısı altında işçilerin varolan haklarından feragat etmelerine ilişkin konuların arabuluculuğa gitmemesi gerektiğini söyleyerek, kadınların baskı altında arabulucuya yönlendirilebileceği ve kanun ile kendilerine tanınan hakları tehlikeye girebileceğinden, bu kanunların yasa kapsamından çıkartılmasını istedi.

Yılmaz, önergesi üzerinde konuşmak isteyince, Komisyon başkanı Ahmet İyimaya, ''Böyle yaparak önergenizin gerekçesini önemsizleştiriyorsunuz'' dedi.

-Son dakika haberi 'hayırlı olsun'la karşılandı-

CHP Kırklareli Milletvekili Turgut Dibek, TBMM Başkanlığı'nın ''tutuklu milletvekillerinin durumunun yasal zeminde çözümlenmesine'' ilişkin açıklama yaptığını anımsatması üzerine, İyimaya, ve milletvekilleri ''Hayırlı olsun' dedi. Dibek'in, MİT Yasasını örnek göstererek, ''Bunu da kısa sürede çıkartabiliriz. Bir an önce gündemimize alalım'' sözlerine İyimaya, ''Komisyon dışındaki atıflar bizi bağlamaz ama son şeklini biz vereceğiz, buradan geçireceğiz'' karşılığını verdi.

CHP'Li Yılmaz'ın, ''görev ve yetkisini kötüye kullanan arabulucuya ceza verilmesine'' ilişkin önergesi çokça tartışıldı.

İyimaya, ''İçimdeki ses ceza verilmemesini söylüyor. Bakalım, yavru ayakta duruyor mu durmuyor mu diye bakalım önce'' dedi. Müzakerelerden sonra önerge kabul edilmedi.

-''Haberi duyunca sevindirik oldunuz''-

Tasarının 12. maddesi okunduktan sonra CHP'li Dibek ''Önergemiz var'' dedi. Bunun üzerine İyimaya, ''Önergeniz yok, haberi duyunca (tutuklu milletvekillerine yönelik yasal hazırlık) sevindirik oldunuz, şaşırdınız herhalde'' sözleri gülüşmelere neden oldu.

CHP,17. madde üzerinde de önerge verdi. Önergedeki talepler kabul edilmedi ancak Ahmet İyimaya, ''1. fıkrada 'sona erdiği kabul edilir' yazılı. Bu, öznesi olmayan faili meçhul gördüğüm bir hüküm. 'sona erer' olması lazım. Hukukta böyle bir norm yok'' diye konuştu.

Alt Komisyon Başkanı, AK Parti Bartın Milletvekili Yılmaz Tunç, ''Böyle kalsın, daha uygun'' deyince, İyimaya buna itiraz etti ve düşüncesinde ısrarcı oldu.

İyimaya'nın, ''Önerge, düzeltim yetkisi içinde kısmen kabul edilmemiştir'' sözlerini de salonda bulunanlar gülerek karşıladı.

CHP'nin, arabulucu olmak için gereken kıdem şartının 10 yıl olmasına ilişkin önergesi de tartışıldı.

Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürü yüksel Hız, önergeye katılmadıklarını söyleyince Başkan İyimaya, ''Mimari harekette ressamın fırçası ne tarafa sallanırsa sallansın kusur oluşturmuyorsa, yasama organı iradeyi teşekkül ettirirken, yürütme organının veya yasama organının başka bir biriminin etkisinde kalmaksızın adalet komisyonu fırçasını serbestçe oynatabilir'' sözlerini salonda bulunanlar gülerek karşıladı.

Tartışmalardan sonra 29. madde aynen kabul edildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1279285&title=arabuluculuk-sistemi-geliyor&haberSayfa=0
#109
Kamuoyunda 2-B olarak adlandırılan orman vasfını yitirmiş Hazine arazilerinin satışını öngören kanun tasarısı, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek, yasalaştı.

Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazine'ye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanuna göre, Orman Kanunu'nun 2. maddesinin A fıkrasında tanımlanan, Hazine adına orman sınırları dışına çıkarılan ancak tarım alanına dönüştürülmesinde yarar görülen 2-A alanları, devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köylerdekilerin yerleştirilmesi için halka devri ve yararlandırılması amacıyla Orman Genel Müdürlüğünün; 2-B alanları ise Maliye Bakanlığı'nın tasarrufuna geçecek.

Bakanlar Kurulu, devlet ormanları içinde ve bitişiğinde bulunan, yerinde kalkındırılmaları mümkün olmayan köylülerin başvurusu üzerine veya bulundukları yerlerden orman rejimi bakımından kaldırılmaları zorunlu bulunan köylerin halkının resen Orman Kanunu'nun 2-A maddesi gereğince orman sınırları dışına çıkartılan alanlara, bunun olmaması halinde ise diğer yerlere nakline karar verecek.

Deprem, heyelan, sel gibi doğal afete maruz kalan vatandaşlar ile baraj, gölet gibi devlet yatırımı nedeniyle başka yerlere yerleştirilmeleri zorunlu olan orman içi veya bitişiğindeki köylerde yaşayanların mağduriyetini gideren kanun, köylülerin alternatif alanlara naklini de öngörüyor. Buralarda yaşayan köy ve mahalle halkının iskanı için ayrılan yerler, Bakanlar Kurulu'nca belirlenecek usul ve esaslara göre, Orman Genel Müdürlüğü'nce orman sınırları dışına çıkartılarak, tapuda Hazine adına tescil edilecek. Bu alanlar, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın tasarrufuna geçecek.

Nakledilen orman köylülerine ait araziler, gerektiğinde kamulaştırılacak, uygun olması halinde devlet ormanı olarak ağaçlandırılacak.

-Yeniden orman olacak-

Maliye Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü'nce 2-B alanlarından tekrar orman olarak değerlendirilmesi teklif edilen yerleri Genel Müdürlüğe tahsis edecek.

Boşaltılan orman içindeki arazi, yapı ve tesis yerleri, Orman Genel Müdürlüğü'nce devlet ormanı olarak ağaçlandırılacak.

Yerinde kalkındırılması mümkün olamayan devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köy ve mahalle halkının yerleşimi için Hazine adına orman sınırları dışına çıkartılan, ancak amacı doğrultusunda kullanılamayan 2-A alanları, verimsiz de olsa, başka amaçlarla kullanılmaması için orman vasfıyla Hazine adına tescil edilecek.

2-B alanlarında bulunan taşınmazlar için, taşınmazların 31 Aralık 2011'den önce kullanıcısı veya üzerindeki muhdesatın sahibi olarak gösterilen kişiler, bu taşınmazları satın almak için 3 ay içinde idareye başvurabilecek, taşınmazların bedeli karşılığında kendilerine doğrudan satılmasını isteyebilecek.

Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra düzenlenecek güncelleme listeleri veya kadastro tutanaklarına göre oluşturulacak tapu kütüklerinin beyanlar hanesine göre, 31 Aralık 2011'den önce kullanıcısı veya üzerindeki muhdesatın sahibi kişiler ise başvurularını 6 ay içinde yapabilecek.

-Ödeme koşulları-

Hak sahiplerine doğrudan satılacak taşınmazların satış bedeli, rayiç bedelin yüzde 70'i olacak. Peşinat alınmadan yapılan taksitli satışlarda ise satış bedelinin yüzde 10'u, yapılan yazılı tebligat tarihinden itibaren en geç 3 ay içinde, kalanı ise belediye ve mücavir alan sınırları içinde en fazla 3 yılda 6 eşit taksitte, belediye ve mücavir alan sınırları dışında ise en fazla 4 yılda 8 eşit taksitte faizsiz olarak ödenecek.

Peşin ödemelerde yüzde 20, bedelin yarısının peşin ödenmesi halinde yüzde 10 indirim uygulanacak.

Başvuru sahipleri, satış bedellerine mahsup edilmek üzere; belediye ve mücavir alan sınırları içinde olan yerler için 2000 lira, dışında olan yerler için 1000 lira başvuru bedeli ödeyecek.

Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce düzenlenen güncelleme listeleri veya kadastro tutanakları kapsamında kalan taşınmazların satış işlemleri, 1 Mayıs 2010'dan itibaren tespit edilen rayiç bedeller üzerinden yapılacak.

Tebliğ edilen satış bedeline itiraz edilemeyecek, dava açılamayacak.

Satış bedelini ödemeyenlerin, doğrudan satın alma hakları düşecek. Ancak taksitlerden ikisinin vadesinde ödenmemesi yükümlülüklerin ihlali anlamına gelmeyecek, gecikme zammı uygulanacak.

-Satılamayacak taşınmazlar-

Hak sahiplerine doğrudan satılması gereken taşınmazlardan ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğü'ne tahsis edilen, kamu hizmetlerine ayrılan, özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gereken, Maliye Bakanlığı'nca belirlenen, içme ve kullanma suyu havzalarındaki maksimum su seviyesinden itibaren 300 metrelik bant içerisinde kalan yerler, hak sahiplerine satılmayacak.

Hak sahipleri, bu taşınmazların yerine taşınmazın rayiç değerine eşdeğer, öncelikle aynı il sınırları içerisinde bulunan 2-B alanlarında taşınmaz alabilecek.

İlgililerine iade edilmesi gereken taşınmazlardan orman olduğu iddiasıyla Orman Genel Müdürlüğü'nce açılan davalar sonucunda orman niteliğiyle Hazine adına tescil edilen, fiilen orman niteliğinde olan, bu nedenle dava açılması gereken veya ağaçlandırılmak üzere Orman Genel Müdürlüğü'ne tahsis edilenler ile kamu hizmetlerine ayrılan, özel kanunlar gereğince değerlendirilmesi gereken ya da Maliye Bakanlığı'nca belirlenen taşınmazlar, ilgililerine iade edilmeyecek. Bu taşınmazların yerine, idarece belirlenen rayiç bedel ödenecek veya rayiç bedeline uygun taşınmaz verilecek.

-Proje alanlarının belirlenmesi-

2-B alanlarından, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce ve sonra kadastro tutanakları kesinleşen veya güncelleme listeleri tescil edilen alanlarda, proje alanı belirlemek isteyen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ ile belediyelerce bu alanın sınırları tespit edilecek. Proje alanı sınırı onaylanmak üzere belediyeler tarafından valilikler aracılığıyla, TOKİ tarafından doğrudan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na gönderilecek.

-Davalar-

2-A alanları için orman sınırları dışına çıkartma ile orman sınırlandırması, tespit, tefrik ve tescil işlemlerine karşı yapılan itirazlar ve açılan davalar, bu kanuna göre yapılacak işlemleri durdurmayacak, davalarda yürütmeyi durdurma ve tedbir kararı verilemeyecek.

Bu yerlerde hak iddia edenlerin açtıkları davalar, davacılar lehine sonuçlandığında, bu taşınmazlar genel hükümlere göre kamulaştırılacak.

Düzenlemeye göre yapılacak işlemler sonuçlanıncaya kadar 2-B alanları hakkında Hazine tarafından kişiler aleyhine açılması gereken davalar açılmayacak, açılan ve devam eden davalar durdurulacak.

Kanun uygulanmasından elde edilen gelirlerin yüzde 3'ünü geçmemek üzere, Bakanlar Kurulu'nca belirlenecek miktar, genel bütçe gelir ve gider hesaplarıyla ilişkilendirilmeksizin tahsilini takip eden ay sonuna kadar yatırım amacıyla kullanılmak üzere Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne verilecek. Kalan tutarın yüzde 90'ını geçmemek üzere Bakanlar Kurulu'nca belirlenen orana karşılık gelen bölümü, genel bütçede özel gelir, diğer kalan kısmı ise gelir olarak kaydedilecek.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bütçesinde afet riski altındaki alanların dönüştürülmesinde kullanılmak üzere özel ödenek öngörülecek.

Nakledilecek orman köylülerine ait taşınmazların kamulaştırılması, 2-A alanlarının ıslah, imar ve ihyası, iskanı, orman köylülerinin kalkınmalarının desteklenmesi, 2-A ve 2-B alanlarının en az 2 katı verimsiz orman alanlarının ıslahı ve yeni orman alanlarının tesisi için kullanılmak üzere Orman Genel Müdürlüğü bütçesinde gerekli ödenek aktarılacak.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nca proje alanı olarak belirlenen alanların değerlendirilmesinden elde edilen gelir, genel bütçeye kaydedilecek.

-Askeri yasak bölgelerdeki köylüler-

Kanunla, askeri yasak bölgelerde kalan orman vasfını kaybeden arazi üzerinde, orman kadastrosunun en geç 6 ay içinde yapılmasına imkan tanındı. Bu yerlerin 31 Aralık 2011 tarihinden önceki kullanıcısı veya üzerindeki muhdesatın sahibi olan kişiler, hak sahibi sayılacak. Bu kişiler, rayiç bedeli ödemeleri halinde, kullandıkları taşınmazın rayiç değerine eşdeğer, öncelikle aynı il sınırları içindeki 2-B alanlarındaki taşınmazı, hesaplanacak satış bedeli karşılığı alabilecek.

-Hazineye ait tarım arazileri-

Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun yürürlükten kaldırılarak, Hazine taşınmazlarının paydaşlarına, kiracılarına ve kullanıcılarına satış işlemleri de bu kanun kapsamında değerlendirilecek.

Hazineye ait tarım arazilerini; 31 Aralık 2011 tarih itibariyle en az 3 yıldan beri tarımsal amaçla kiralayan, kira sözleşmesi devam eden veya bu arazileri aynı süreyle tarımsal amaçla kullanan ya da paydaşlarından; bu arazileri bedeli karşılığında doğrudan satın almak için idareye başvuranlar, hak sahibi sayılacak.

Doğrudan hak sahiplerine satılacak Hazineye ait tarım arazilerinin satış bedeli, rayiç bedelin yüzde 70'i olacak.

Kamu hizmetine tahsis edilen, belediye ve mücavir alan sınırları içinde bulunan yerler, belediye ve mücavir alan sınırları dışında olmakla birlikte kamu kurum ve kuruluşlarının hazırladıkları planlarda tarım dışı kullanıma ayrılmış alanlar, hak sahiplerine satılamayacak.

Denizlerde kıyı kenar çizgisine 5 bin metre, tabii ve suni göllerde kıyı kenar çizgisine 500 metreden az mesafede bulunan alanlar ile içme suyu amaçlı barajların koruma alanları içinde kalan yerler, satış tarihi itibariyle arazi toplulaştırılması yapılacak yerler ile diğer sebeplerle satılamayacağı Maliye Bakanlığı'nca belirlenecek Hazineye ait tarım arazilerin satışı yapılamayacak.

Konya ve Adana'da, TİGEM'e ait bazı araziler, uzun yıllardır kullanan kişilere satılabilecek.

-Devlet üniversitelerine orman alanlarında tesis kurma imkanı-

Kanun, vakıf üniversiteleri hariç, yükseköğretim kurumlarının orman alanlarında, bedeli karşılığında, eğitim ve araştırma tesisi kurma imkanı da getiriyor. Ayrıca izin verilen bu alan içinde, yurt da inşa edilebilecek.

Bu tesislerin özel ormanlarda yapılması halinde, Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nca izin verilebilecek.

Bu binaların taban alanlarının toplamı, özel orman alanının yüzde 15'ini geçemeyecek. Kulanım bedeli, süresi, yapılan bina ve tesislerin devri, genel hükümlere uygun olarak taraflarca tespit edilecek.

-Yaylalara düzenleme-

Devlet ormanlarında 31 Aralık 2011 tarihinden önce toplu yerleşimin bulunduğu yaylak ve otlak olarak kullanılan alanlar içindeki yerler ile yılın belirli dönemlerinde geleneksel yaylacılık amacıyla yerleşim yeri olarak kullanılan alanlar, Orman Genel Müdürlüğü'nce tespit edilecek. Bu alanlardan uygun görülenler, Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın teklifi üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla yayla alanı ilan edilecek.

İlan edilen yayla alanlarında 31 Aralık 2011 tarihinden önce yapılmış, hakkında müsadere kararı bulunanlar da dahil her türlü bina, tesis mevcut haliyle, vaziyet planında gösterilerek Orman Genel Müdürlüğü sabit kıymetine alınacak. Yayla alanlarında bulunan bina ve tesisler, orman idaresince işletilecek, işlettirilebilecek veya kiraya verilebilecek. Gelir, Orman Genel Müdürlüğü döner sermayesine kaydedilecek.

Kullanıcısı tespit edilen bina ve tesisler, vaziyet planına göre kullanıcısına, tespit tarihinden itibaren 1 yıl içinde talebi halinde rayiç bedel üzerinden Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre kiraya verilebilecek. Kullanıcıları tarafından kiralanmayan bina ve tesisler, yıkılacak.

Tapuda kişiler adına kayıtlıyken, orman sınırları içerisinde kaldığı için tapuları iptal edilen yerler üzerinde bulunan ve 31 Aralık 2011 tarihinden önce müsaderelerine karar verilen, Orman Genel Müdürlüğü sabit kıymetlerine alınan tesislerden Türk Ticaret Kanunu kapsamında fabrika veya ticarethane niteliğindeki tesisler, öncelikle kullanıcılarına olmak üzere 29 yıla kadar kiraya verilebilecek.

Köylerini terk ederek 2-A alanlarına yerleşen ancak köylerde tapulu mülkü bulunan aileler de hak sahibi sayılacak.

Sehven hanedan arazisi olduğu zannedilerek Hazine adına kaydı yapılan, Denizli'de Beyağaç ilçesi Çamlık ve Cumhuriyet mahalleleri ile Pınarönü, Sazak ve Kızılağaç köyleri ile Kale ilçesine bağlı Köybaşı köyü sınırları içinde yer alan araziler, emlak vergi değeri üzerinden, kanunda belirtilen ödeme ve taksit koşularıyla hak sahiplerine doğrudan satılacak.

2-A alanlarına nakline ve yerleştirilmesine karar verilen ve halen işlemleri devam eden orman içi veya bitişiği köylülerin iskan işlemleri, Orman ve Su İşleri ile Çevre ve Şehircilik bakanlıkları tarafından yürütülecek. Bu köylülerin yeni iskan edileceği alanda hak sahiplerine verilecek bina, arsa ve arazilerin bedelleri, peşin veya 20 yıl içinde ve yıllık eşit taksitlerle faizsiz olarak tahsil edilecek.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1275834&title=2b-kanunu-tasarisi-yasalasti&haberSayfa=0
#110
T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO   : 2011/12469
KARAR NO   : 2011/12751   

Y A R G I T A Y   İ L A M I

Kıymetli evrakın iptali ve ödeme yasağı konulmasına ilişkin talep hakkında İstanbul 38. Asliye Ticaret ile İstanbul 22. Sulh Hukuk  Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik  kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R -

Talep, kıymetli evrakın zayii nedeni ile iptali ve ödeme yasağının konulmasına ilişkindir.
İstanbul 38. Asliye Ticaret Mahkemesi 6100 sayılı HMK.nın 382. ve 383 maddeleri gereğince uyuşmazlığa Sulh Hukuk Mahkemesinde bakılacağından bahisle görevsizlik kararı vermiştir.
İstanbul 22 Sulh Hukuk Mahkemesi ise açılan davanın HMK.nın 382 maddesine göre çekişmesiz yargı davası niteliğinde olup, çek iptali davalarının TTK.da düzenlenmiş olması ve HMK.nın 4. maddesinde bu davaların Sulh Hukuk Mahkemelerinde bakılacağına dair hüküm bulunmaması  ve TTK.da zayii nedeniyle çek iptallerinin Ticaret Mahkemelerinde bakılacağına dair hüküm bulunması nedeniyle  görevsizlik kararı vermiştir.
Türk Ticaret Kanunun 4.maddesinde,  bu kanundan doğan hukuk "davalarının" ticari dava sayıldığı, aynı kanunun  5.maddesinin 2.fıkrasında, bir yerde ticaret mahkemesi varsa asliye hukuk mahkemesinin vazifesi içinde bulunan ve bu kanunun 4.maddesi hükmünce ticari sayılan "davalara", ticaret mahkemesinde bakılacağı hususları düzenlenmiştir.
Diğer taraftan, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK.nun 382.nci maddesinde, "çekişmesiz yargı işleri" düzenlenmiş, aynı maddenin 2.fıkrasının (e) bendinde, "Ticaret hukukundaki çekişmesiz yargı işleri" başlığı altında 6. madde olarak "kıymetli evrakın iptali"ne ilişkin taleplerin çekişmesiz yargı "işi" olduğu belirtilmiş, aynı yasanın 383.maddesinde de, çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkemenin aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece sulh hukuk mahkemesi  olacağı hükmüne yer verilmiştir.
Yukarıda açıklanan yasa hükümlerine göre, çekişmesiz yargıda "dava" deyiminin yeri olmayıp "iş" deyimi vardır. Dava, iki taraf sistemine göre kurulmuş ise de çekişmesiz yargıda birbiriyle çekişme halinde olan iki taraf olmadığından çekişmesiz yargı işleri için "dava" teriminin kullanılması doğru değildir. Yine çekişmesiz yargıda "taraf" değil, "ilgililer" kavramı vardır. Çekişmesiz yargıda dava söz konusu olmadığı için davacı ve davalı terimlerinin de yeri yoktur.
HMK.nun 383.maddesine göre çekişmesiz yargıda sulh hukuk mahkemesinin görevi asıl olup asliye hukuk mahkemesinin görevi istisna olduğundan yalnız "mahkeme" veya "hakim" terimlerinin kullanıldığı bütün çekişmesiz yargı işleri için sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu sonucuna varılmaktadır. (Prof Dr. B.Kuru/Prof Dr. A.C.Budak İstanbul Barosu Dergisi, Cilt:85, Sayı:5, Yıl: 2011,sh:33-36)
Somut olayda uyuşmazlık 13.10.2011 tarihinde yani 6100 sayılı HMK.nun yürürlüğe girmesinden sonra mahkemeye getirilmiştir.
6100 sayılı HMK.nın geçici 1.maddesinin 1 bendine göre bu kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalara uygulanmaz.
Bu durumda, kıymetli evrakın zayii nedeniyle iptali ve ödeme yasağı konulmasına ilişkin uyuşmazlık 6100 sayılı HMK.nın 1.10.2011 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra açılan çekişmesiz yargı işi niteliğinde olup Sulh Hukuk Mahkemesinde görülüp, sonuçlandırılması gerekmektedir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 Sayılı HMK.'nun 21. ve 22. maddeleri gereğince İstanbul 22. Sulh Hukuk Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE, 21.12.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay'ın yukarıdaki kararının tam zıddı şekilde görevli mahkemenin asliye ticaret olduğunu belirten bir Yargıtay Kararı daha var, bu karar aşağıda, ancak uygulamadaki genel eğilim, görevli mahkemenin sulh hukuk olduğunu belirten Yargıtay Kararının çok daha isabetli olduğu yönünde. Dolayısıyla görevli mahkemenin sulh hukuk olduğu düşünülmelidir.


T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2011/13181
K. 2011/16340
T. 2.12.2011

6100/m.1, 382/10-e, 383
6762/m.4, 5/2, 669
6102/m.757/1

DAVA : Hasımsız olarak görülen davada İstanbul 4. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen 06/10/2011 tarih ve 2011/398 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi Numan Acar tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin hamili olduğu çekin kayıp edilerek zayi olduğunu ileri sürerek, çekin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, iddia ve dosya kapsamına göre, HMK'nun 382/10-e maddesi uyarınca çek iptal davasında sulh hukuk mahkemelerinin görevli olduğu gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine, talep ve kesinleşme halinde dosyanın İstanbul Nöbetçi Sulh Hukuk Mahkemesi'ne gönderilmesine karar verilmiştir. Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
İstem, kambiyo senedinin zayii nedeniyle iptaline ilişkindir. Mahkemece 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK'nun 383. maddesi uyarınca çek iptal davalarının sulh hukuk mahkemelerinin görevine girdiği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir. HMK'nun 383. maddesinde çekişmesiz yargı işleri ile ilgili olarak aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece sulh hukuk mahkemesinin görevli olacağı öngörülmüştür.
Yürürlükte olan 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 4. maddesine göre Türk Ticaret Kanunu'nda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları ticari dava sayılır. Yine aynı Yasa'nın 5/2. maddesi uyarınca bir yerde ticaret mahkemesi varsa Asliye Hukuk Mahkemesi'nin vazifesi içinde bulunan ve TTK'nun 4. maddesinde ticari sayılan davalara ticaret mahkemesinde bakılır. Bu nedenle TTK'nun 669 ve devamı maddelerinde düzenlenen kambiyo senetlerinin zayi nedeniyle iptaline ilişkin davalarda HMK'nun 383. maddesinde öngörülen aksine düzenleme bulunduğundan sulh hukuk mahkemeleri değil ticaret mahkemeleri görevlidir. Kaldı ki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girecek olan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 757/1. maddesinde de bu tür işlerde ticaret mahkemelerinin görevli olacağı öngörülmüştür. Bu da yasa koyucunun iradesinin bu tür işlerde ticaret mahkemelerinin görevli olması gerektiği yolunda olduğunu göstermektedir.
Açıklanan bu nedenle istemle ilgili işe bakma görevi asliye ticaret mahkemesine ait olmasına rağmen görevsizlik ve dosyanın görevli sulh hukuk mahkemesine gönderilmesine dair verilen mahkeme kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 02.12.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
#111
Bankalar Birliği'nin talimatı ile harekete geçen Kredi Kayıt Bürosu (KKB) karşılıksız çekin önlenmesi için Çek Raporu Sistemi'ni hayata geçiriyor. Sistem önümüzdeki hafta pazartesi gününden itibaren uygulamaya geçecek.

SİSTEM NASIL İŞLEYECEK?
KKB Genel Müdürü Kasım Akdeniz'in verdiği bilgiye göre sistem şöyle işleyecek:

Çek kabul eden kişi, çek sahibinden Çek Raporu isteyecek. Çek kesen kişi de bankaya giderek belirli bir ücret karşılığında raporu alarak çeki verdiği kişiye gösterecek. Bugün gazetesinin haberine göre, çek Raporu hesap sahibinin bankacılık sistemindeki 2007 sonrası pozitif, 2009 sonrası negatif tüm çek bilgilerini içerecek.

Rapora bakılarak çeki kesen kişinin ne zamandan buyana çek kestiği, geçmiş ödeme alışkanlıkları, çekin tutarının ortalama çek tutarı ile uyumlu olup olmadığı görülecek. Böylece malı satan kişi çeki kabul edip etmeyeceğine bakacak.

ELEKTRONİK ORTAMA TAŞINACAK
Uygulama yıl sonuna doğru geliştirilecek. Buna göre kurulacak Risk Merkezi ile çeki alan kişi de elektronik ortam aracılığı ile çeki kesen kişinin durumu hakkında bilgi sahibi olabilecek. Sistemin ileriki safhaları hakkında bilgi veren Akdeniz, "Risk Merkezi'nin kurulmasından sonra elektrik, su ve telefon faturalarının ödenip ödenmemesi , vergilerin verilip verilmemesi de rahatlıkla takip edilecek" diye konuştu.

HAPİS CEZASINDAN ETKİN
Kasım Akdeniz, sistem ile iyinin iyiliğinin, sorunluların da sorunun ortaya çıkacağını söyledi. Akdeniz, "Sadece ekonomik hayata değil, güvene dayalı ilişkiler de bu sistem sayesinde ortaya çıkacak. Yeni bir dünya doğuyor. İş yapış şekilleri değişecek" dedi. Kasım Akdeniz, sistemin hapis cezasına göre daha adil ve hapis cezasından daha etkin olduğunu iddia etti.

RAPORDA NELER YER ALACAK?
Çek Raporu 2007'den bu yanaki tüm çek bilgilerini içerecek. Raporda şu bilgiler yer alacak;

* Çek kesenin çek hesabınnı bulunduğu bankalar, 2007'den itibaren ibraz edilen çek adedi,
* İbrazında ödene çeklerin adedi ve tutarı,
* 2009 yılı ve sonrası çıkan ve halen ödenmemiş çeklerin adedi ve tutarı,
* 2009 yılı ve sonrası karşılıksız çıkan ve sonradan ödenen çeklerin adedi ve tutarı,
* İbraz edilen ilk çekin tarihi , ibraz edilen ve arkası yazılan ilk çekin tarihi
*İbraz edilen ve arkası yazılan son çekin tarihi,
* İbrazında ödenen son çekin tarihi
* Son 1 ay, 3 ay ve 12 ay içinde ödenmiş çeklerin adedi ve tutarı,
* Arkası yazılan çeklerin listesi

http://ekonomi.haberturk.com/makro-ekonomi/haber/731792-karsiliksiz-cek-tarih-oluyor
#112
DURAN SAVAŞ - SAKARYA
   
Tüketici mahkemesi, elektrik abonelerini sevindirecek bir karara imza attı. Faturalardaki 'kayıp-kaçak kullanım-sayaç okuma' bedeline itirazı haklı bulan mahkeme, elektrik kurumunun, uğradığı zararı kaçak kullananlardan tahsil etmesi gerektiğine hükmetti.

Sakarya 1. Asliye Hukuk Mahkemesi, elektrik abonelerini sevindirecek emsal niteliğinde bir karar aldı. Serdivan ilçesinde yaşayan Figen Gülme'nin elektrik faturalarındaki 'kaçak kullanım ve sayaç okuma bedeli'ne yaptığı itirazı haklı buldu. Mahkeme, Sakarya Elektrik Dağıtım Şirketi'ne (SEDAŞ), "Kaçak elektriği kullananları bul ve zararını onlardan tahsil et." dedi. Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığı, bir süre önce abonenin yaptığı başvuru üzerine 'Enerjiyi abone olmadan ve dolayısıyla hiçbir ücret ödemeden kullanan kişilerin bulunup enerji bedelinin o kişilerden tahsil edilmesi esas olmalıdır' yönünde karar aldı. Buna rağmen tahsilata devam eden elektrik kurumu, yaptığı itiraz reddedilince konuyu Tüketici Mahkemesi'ne taşıdı. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi de, Hakem Heyeti'nin kararını yerinde buldu. Tüketici mahkemesi, SEDAŞ'ın, tüketiciyi mağdur ettiğini belirterek, kayıp-kaçak ve sayaç okuma bedellerinin hesaplanarak Figen Gülme'ye iadesine hükmetti.

Sakarya Serdivan'da yaşayan Figen Gülme adlı elektrik abonesi, faturasında yer alan kayıp kaçak ve sayaç okuma bedelinin iptali ve tahsil edilen miktarın geri ödenmesi için Serdivan Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığı'na başvurdu. Gülme, başvurusunda, kayıp kacak kullanım ve sayaç okuma bedeli adı altında faturasına yansıtılan tutarın haksız yere alındığını, kuruma yaptığı itiraza rağmen talebinin uygun görülmediğini belirtti ve kendisinden tahsil edilen miktarın iadesini talep etti. Tüketici Hakem Heyeti, Gülme'nin şikâyetiyle ilgili Sakarya Elektrik Dağıtım AŞ'den (SEDAŞ) savunma istedi. SEDAŞ savunmasında, kayıp kaçak bedeli ve diğer bedellerin Perakende Satış Hizmet Geliri ve Perakende Satış Fiyatlarının Düzenlenmesi Hakkında Tebliğ gereğince tahakkuk ettirildiğini ve Enerji Piyasası Denetleme Kurulu'nun (EPDK) bilgisi dahilinde yayımlanan kanun çerçevesinde işlem yaptığını bildirdi. Bu savunmayı yeterli görmeyen Hakem Heyeti, aboneyi haklı buldu. Heyet kararında şu ifadelere yer verdi: "Abone olmadan, dolayısıyla hiçbir ücret ödemeden enerji kullanan kişilerin varlığı söz konusu. Burada enerjiyi abone olmadan ve hiçbir ücret olmadan kullanan kişilerin bulunup, kullandığı enerji bedelinin o kişilerden tahsil edilmesi esas olmalı. Sağlayıcı firma tahsil ettiği söz konusu bedellerin gerekçesini izah edememiş, uygulamayı EPDK kararlarına dayandırmaya çalışmıştır. Satıcı, elektrik bedelini tüketiciden tahsil ettiğine göre gerekçesini de izah edebilmeli. Ancak yapılan savunma bu yönleri ile yeterli görülmemiş, dolayısıyla tüketicinin mağdur edildiği sonucuna varılmıştır." Karara itiraz eden SEDAŞ, konuyu 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'ne götürdü. Ancak mahkeme, kararı onayladı. SEDAŞ'ın aboneden tahsil ettiği kaçak kullanım bedelini iade etmesine karar verdi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1269977&title=mahkemeden-elektrik-kurumuna-kacak-elektrigi-kullananlari-bul-ondan-tahsil-et
#113
AA   

Sabıka kayıtlarının kaymakamlıklarca verilmesini, 80 yıl olan kayıtların arşivde saklama süresinin de 15 ve 30 yıla indirilmesini öngören kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edildi.

Yasaya göre, sabıka kayıtları tüm kaymakamlıklarca verilebilecek. Arşiv bilgileri; ilgilinin ölümü üzerine; Anayasa'nın ''Milletvekili seçilme yeterliliği''ni düzenleyen 76. maddesi ile bazı kanunlarda yer alan ve bir hak mahrumiyetine neden olan mahkumiyetler bakımından, yasaklanmış hakların geri verilmesi kararı alınması koşuluyla, kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren 15 yıl ve her halde 30 yıl geçmesiyle; diğer mahkumiyetler bakımından kaydın arşive alınma koşullarının oluştuğu tarihten itibaren 5 yıl geçmesiyle tamamen silinecek. Bu düzenleme, eski kayıtlar için de uygulanacak.

Bununla, mevcut yasada 80 yıl olan mahkumiyetleri arşivde saklama süresi 15 yıla indiriliyor, ancak kişi memnu haklarını almamışsa bu süre 30 yıl olarak uygulanacak.

Kanunla silinme koşullarının gerçekleşmesi halinde, daha önce mahkemelere ait olan arşiv kaydının silinmesi yetki ve görevi, iş yükü dikkate alınarak ve yargının hızlandırılması amacıyla Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü'ne verilecek.

Yasa, Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun'da da değişiklik içeriyor. Mevcut kanunda elektronik kart uygulaması ile kamera ve benzeri teknik donanımın, Spor Toto Süper Lig müsabakalarının gerçekleştirildiği stadyumlarda 14 Nisan 2012 tarihine kadar kurulması öngörülürken, yasayla, bu süre 14 Nisan 2014 tarihine uzatıldı. Yürürlükteki kanuna göre, bu yükümlülükleri yerine getirmeyen Spor Toto Süper Lig kulüplerine, her bir müsabaka için 100 bin lira idari para cezası verilecekti.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1269365&title=adli-sicili-kaymakamliklar-da-verebilecek
#114
Anne-babanın reşid evlatlarına veya kardeşlerin -özellikle erkek kardeşin kız kardeşi/lerine- birbirilerine dini yaşam, hayat tarzı eksenindeki sorumluluk ve müdahalelerinde sınır var mıdır?

Bu bana geçenlerde kaleme aldığım Hocaefendi'nin "Bugün halkımız, İslamı, taassub seviyesinde yaşıyor. Taassubun kaynağı ise dinin mantığı ile beslenmeyen gelenektir." tespitini hatırlattı. Gelenek, çıkış yeri ve zamanı itibarıyla doğru bir zemine oturmuş olabilir ama zaman ve mekânın değişikliği geleneğin dini mantığa göre sorgulanması ve belki de yeniden üretilmesini gerektirir. Aksi halde mevcut, ayniyle tekrar edilir ve din bazen geleneğin gölgesinde kalır.

Bu yaklaşımın baştaki soru ile irtibatını şöyle kurabiliriz: İslam, ferdî hayatta muhasebe ve murakabe, toplumsal hayatta da fertlerin birbirleri ile olan münasebetlerini sorumluluk ekseni üzerine oturtmuştur. Anne-baba, çocuk, kardeş, amca, hala, dayı, teyze, yeğen, kuzen vs. dar daireden insanlık dairesine kadar herkes bu halka içinde yer alır. İyiliği emir, kötüğü nehy, irşad, ıslah, nasihat, veli, vâsi vb. kavramların özünde yatan budur.

Sorumluluğun olduğu yerde yetki de vardır; vardır ama şahsın konumuna göre sorumluluğun da yetkinin de sınırları değişir. Anne-babanın çocuklarına karşı sorumluluk ve yetkisi ile ağabeyin kız/erkek kardeşi üzerindeki sorumluluk ve yetkisi eşit değildir.

Yazının başında özellikle diye başlayıp devam ettiğimiz misal üzerinden gidecek olursak; 30 yaşına gelmiş kız kardeşe ağabeyi ne kadar müdahil olacaktır? Öncelikle 30 yaşına gelmiş bir bayan, her ne kadar ağabeyinin kardeşi olsa da, artık o Allah'a tercihlerinin hesabını verecek müstakil ve bağımsız bir insandır. Daha açık ifadeyle namaz başta O'na karşı yükümlü olduğu vazifeleri yapma veya yapmama kararını da, hesabını da kendisi verecek, mükâfat veya mücazata tek başına muhatap olacaktır.

Burada akrabalık ve toplumsal sorumluluk itibarıyla onlara düşen nasihatten, gittiği yolun yanlışlığı ifadeden öteye gitmez. Onu o yoldan vazgeçirmek, tercihini etkileyebilmek için yapar bunu. Yana yakıla dua eder, Allah der, cennet-cehennem der, ailenin toplum içindeki itibarı der; der ve durur. "Sen benim oğlumsun-kızımsın, kardeşimsin. Aramızdaki bu bağ ebedlere kadar da devam edecek. Ama gittiğin yol yol değil; yanlış yapıyorsun. Tercihine karışma hakkım yok ama tercihine saygı duymuyorum, onaylamıyorum" diyebilir. Zorlayamaz, baskı yapamaz, fizikî ve/ya psikolojik şiddet uygulayamaz ve kullanamaz. Zira bunlar "Dinde zorlama yoktur.", "O halde öğüt ver. Çünkü sen ancak öğüt vericisin.", "Yoksa sen kimseyi zorlayacak değilsin." ayetlerine muhaliftir. Özgür iradeyi insanın elinden alma demektir ve bu İlahi iradenin kurduğu sistemi bozma mânâsına gelir ki bunun sonucunun ferdî veya içtimaî sahada insanlık için hayırlar getireceği söylenemez.

Şu gerçekliği bir kere daha düşünmek zorundayız; Allah, kulunu yaratmış, iyi-güzel ve doğruyu ona İlahi kitapları ve peygamberleri vasıtasıyla öğretmiş; ardından "Tercih senin; istediğini seçebilirsin. Sen şeytana uyup benim yanlış dediğim yolu tercih etsen de, yine benim kulumsun ama yaptığın tercihi onaylamıyorum ve özgür iradenle yaptığın bu tercihin dünyevî ve uhrevi karşılığını bulacaksın." demiştir. Bediüzzaman Hazretleri bunu ne güzel ifade eder; "Akla kapı açar ama iradeyi elden almaz." Çünkü iradeyi elden alma dünyayı, ukbayı, imtihan unsurunu, cenneti, cehennemi, hesabı, mizanı, sıratı her şeyi anlamsız kılar. Allah'ın ahlakı ile ahlaklanma zor ve baskı kullanmayı kaldırmaz.

Öte yandan yetişkin kişinin hayat tarzına karşı yapılacak zorlamalar, o zorlamalara boyun eğen kişileri münafıklık derekelerine iter. Anne-baba, ağabey vb. yakın akraba baskısı ile iradesi harici farklı bir yola süluk eden kişiler, ya fırsatını bulduğu her an farklı davranırlar ya da zorlama ve baskılara hayır deyip diretirler. Bu ise aileden başlayıp topluma yayılma istidadı gösteren çatışmalara zemin hazırlar.

Halbuki din, yeryüzüne sorun olmak için değil, aksine ferdî, içtimaî, iktisadî, kültürel vb. her türlü soruna çözüm bulmak için gelmiş ve gönderilmiştir. Dolayısıyla dinin getirdiği bu temel değere muhalif bir hareket dini, çözümün değil sorunun kaynağı yapar ki burada hata tamamen dinî öğretilerin zıddına muamele eden insanoğluna aittir. Maksadının aksi ile tokat yemesi de usul hatasının sonucudur.

Allah, kâinata bir sistem koymuş. Bu sistemi bozmayalım. Çocuklar küçükken anne-baba kendi dünya görüşüne göre her türlü imkânı kullanarak eğitim ve öğretimde bulunsun, takibini yapsın, duasını etsin. Yetişkin bir ağabey ise bu kişi; o da sorumluluk ve yetki sınırına riayetle kardeşinin yetişmesi için elinden gelen gayreti göstersin. Ama oğlu/kızı yetişkin olup müstakil bir şahsiyet haline geldiğinde onun tercihlerinde hür olduğunu hiç kimse unutmasın. Onun üzerindeki tasarruf yetkilerinin ortadan kalktığının bilincinde olsun. Yapalım derken yıkmasın. Allah'ın oğluna/kızına/kardeşine tanıdığı ve kendisinin kullandığı tercih hakkını ona da tanısın; müdahalede bulunacaksa bunu nasihatle, dua ile sınırlandırıp haddini aşmasın. Yoksa hayatı yaşanmaz kılarız.

Kat edeceğimiz daha çok mesafe var.

a.kurucan@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1265679&title=sorumluluk-ve-mudahalede-sinir
#115


SALİH HAMURCU - SAKARYA

Erdal Bostancı, 6 yıl önce özel bir televizyon kanalında yayınlanan yarışma programında kazandığı daireyi alabilmek için verdiği hukuk mücadelesini kazandı. Yargıtay, teslim edilmeyen evin parasının talihliye ödenmesine hükmeden mahkeme kararını onadı. Yasal faiziyle birlikte kanaldan 165 bin lira tahsil eden Bostancı, bu parayla ailesine Sakarya'da dubleks bir ev satın aldı.

Show TV'de 6 yıl önce yayınlanan yarışma programı Çarkıfelek'te kazandığı daireyi alamayan talihli, hukuk mücadelesini kazandı. Yargıtay, teslim edilmeyen evin parasının talihliye ödenmesi yönünde hüküm veren tüketici mahkemesinin kararını onadı. Davayı kazanan talihli, televizyon kanalından yasal faizi ile birlikte tahsil ettiği 165 bin lirayla dubleks bir ev satın aldı.

Yargıtay, reyting uğruna büyük ödüller dağıtan yarışma programlarından ödüllerini alamayan talihliler için emsal teşkil edecek bir karara imza attı. Sakarya'nın Sapanca ilçesinde yaşayan 51 yaşındaki Erdal Bostancı, 2006 yılında bir televizyon kanalında canlı olarak yayınlanan yarışma programına katıldı. Noter huzurunda yapılan yarışmada tüm soruları doğru cevaplayan Bostancı, İstanbul Ümraniye'de süper lüks daire kazandı. Yıllarca kirada yaşayan emekli itfaiyeci ve ailesi, yarışmada ev kazandıklarına çok sevindi. Ancak televizyon kanalı ve yarışma programına sponsor olan inşaat şirketi, vaat edilen daireyi vermedi. Daireyi alamayan üstelik 10 bin TL'lik masraf yapan Bostancı, televizyon kanalını ve yarışma programına sponsor olan inşaat şirketini mahkemeye verdi. Tüketici Mahkemesi sıfatıyla Sapanca Asliye Hukuk Mahkemesi'nde açılan davada mahkeme, talihliyi haklı bularak dairenin davalılarca teslim edilmesi gereken 2008 yılındaki değeri olan 100 bin liranın aynı tarihten itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte televizyon kanalı ve inşaat şirketi tarafından Bostancı'ya ödenmesine karar verdi.

Televizyon kanalı, talihlinin evin bedelini sponsor firmadan talep etmesi gerektiği, olayın zamanaşımına uğradığı ve davanın İstanbul'daki Ticaret Mahkemesi'nde görülmesi gerektiğini ileri sürerek kararı Yargıtay'a temyize götürdü. Temyize bakan Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, televizyon kanalının itirazlarını reddederek tüketici mahkemesinin kararının usul ve yasaya uygun olduğuna hükmetti. Yüksek mahkemenin kararı onamasının ardından Bostancı, yarışmadan kazandığı evin bedeli olan 165 bin lirayı kanaldan aldı. Yıllardır kirada yaşayan emekli itfaiyeci, aldığı parayla Sapanca'dan bir dubleks daire satın aldı.

Bostancı'nın avukatı Özgür Eray Taş, kararın yarışma programlarından kazandıkları ödülleri alamayanlar için emsal teşkil ettiğini söyledi. Taş, "Dava sonunda tüketicinin haklı olduğu ortaya çıktı. Yargıtay, tüketicinin sömürülmesine izin vermedi." dedi. Yarışmadan kazandığı evin parasını yargı yoluyla alan Bostancı ise mutlu olduğunu belirterek, "Evi almak için yıllarca mücadele verdim. Cebimden para ödedim. Sonunda evime kavuştum. İlk kez ev sahibi oldum." diye konuştu.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1266003&title=tv-yarismasindan-kazandigi-evin-parasini-6-yil-sonra-aldi
#116
İSA YAZAR - ANKARA

Yargıtay'ın ölen eşinden maaş alan kadınlara ikinci maaş hakkı tanıyan kararını duyan binlerce kadın Sosyal Güvenlik Kurumu'na akın etti. Bu durumdan haksız kazanç elde etmek isteyen yeni iş takipçileri türedi. SGK yetkilileri, Yargıtay'ın 2008'de yapılan SGK reformunu dikkate almamasının kafa karışıklığına yol açacağı görüşünde.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun ölen eşinden maaş alan kadınların babalarından da aylık alabileceğine yönelik kararı, bu durumdaki çok sayıda kişiyi harekete geçirdi. Binlerce kadın, Sosyal Güvenlik Kurumu'na (SGK) müracaat ederek ikinci maaş talep etti. Çifte maaş haberi, bazı simsarların türemesine de yol açtı. İl müdürlükleri önünde ortaya çıkan yeni iş takipçileri, bilgi almak için gelen kadınlardan çifte maaş vaadinde bulunarak haksız para almaya çalışıyor.

Yargıtay Genel Kurulu, yerel mahkemenin ölen eşinden maaş alan kadının ölen babasının aylığını alamayacağına yönelik kararını bozmuştu. 2003 yılında ölen kocasından emekli maaşı alan bir kişi, 1996 yılında vefat eden babasından aylık bağlanması için yaptığı başvurunun SGK tarafından reddedilmesi üzerine Ankara 13. İş Mahkemesi dava açtı. Yerel Mahkeme, davayı reddedince dosya Yargıtay 21. Hukuk Dairesi'nin önüne geldi. Daire davacının eşinden ölüm aylığı almakta olsa bile babasından da ölüm aylığı talep etme hakkına sahip olduğuna hükmetti. Yerel mahkemenin kararında direnmesi üzerine dosya Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun gündemine geldi. Dosyayı inceleyen Kurul, eşlerinden ölüm aylığı alan kadınların babalarından da ölüm aylığı alabileceğine hükmetti.

Öte yandan Yargıtay'ın kararı kafa karışıklığına yol açtı. Kararda 2005'teki yasal düzenlemeye atıf yapılırken 1 Ekim 2008'de yürürlüğe giren Sosyal Güvenlik Reformu, bu konuda sil baştan düzenleme getiriyor. 1 Ekim 2008'den önce dul kalan kadınlara, SSK, Bağ-Kur, Emekli Sandığı gibi farklı kurumlardan olmak kaydıyla hem kocasının hem de babasının maaşı bağlanabiliyordu. Ancak 5510 sayılı kanunla 2008'den sonra hem babadan hem kocadan maaş bağlanması uygulaması son buldu. Daha önce bağlanan aylıklara dokunulmadı. Dolayısıyla yürürlükteki kanuna göre hem babadan hem de kocadan aylık bağlanması mümkün değil. Ancak eşinden veya babasından bağlanacak maaşlardan yüksek olanı tercih etme hakkı bulunuyor. Çift aylık, kızın bekar ve çalışmaması halinde mümkün oluyor. Bu durumda kız, ölen anne ve babasının her ikisinden maaş alabiliyor. Anne ve babasından bağlanması gereken yetim aylığında tutar olarak hangisi yüksek ise o aylığın tamamı, diğerinin ise yarısı bağlanıyor. Evlendiğinde veya çalışmaya başladığında ise maaşı kesiliyor. Ancak burada da bir istisna var. Buna göre kız çocuğu çalışmaya başladığında eğer SSK veya Bağ-Kur'a tabi çalışıyorsa ve anne ya da babasından dolayı Emekli Sandığı'ndan maaş alıyorsa bu maaşı devam edebiliyor. Ancak aynı kişi, devlet memuru olarak çalışırsa anne-babasından olan maaşı kesiliyor.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1266038&title=cifte-maasi-duyan-sgkya-kostu
#117


Kamuoyunda ''4 4 4'' olarak bilinen ve zorunlu eğitimi kademeli olarak 12 yıla çıkaran kanun teklifi, TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilerek, yasalaştı.

Genel Kurul'da 91 red, 1 çekimser oya karşın, 295 oyla kabul edilen kanuna göre, zorunlu ilköğretim çağı, 6-14 yaş yerine 6-13 yaş grubundaki çocukları kapsayacak. Bu çağ, çocuğun 5 yaşını bitirdiği yılın eylül ayı sonunda başlayıp, 13 yaşını bitirip 14 yaşına girdiği yılın öğretim yılı sonunda bitecek.

İlköğretim; 4 yıllık zorunlu ilkokul ile 4 yıllık zorunlu ortaokuldan oluşacak.

8 yıllık okullarda, kesintisiz eğitim yapılan ilköğretim kurumları, artık ilkokul ve ortaokul olarak bağımsız okullar şeklinde kurulacak. Ancak ortaokullar, imkan ve şartlara göre ilkokul veya liselerle birlikte de kurulabilecek.

İlköğretimin, özel idare bütçelerinden yıllık gelirin en az yüzde 20'si oranında elde edilecek gelirleri; ortaöğretim kurumlarının arsa temini, binalarının yapım, bakım ve onarımı ile diğer ihtiyaçlarının karşılanması için de kullanılacak.

İlköğretim ve Eğitim Kanunu'nda yapılan bu değişiklikler, Milli Eğitim Kanunu'nda da yapılıyor.

-İmam-hatip ortaokulları-

İlköğretim kurumları tanımlanırken, ''imam-hatip ortaokulları'' da bu tanımda yer aldı. Buna göre, ilköğretim kurumları; 4 yıllık zorunlu ilkokullar, 4 yıllık zorunlu ve farklı programlar arasında tercihe imkan veren ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarından oluşacak.

Ortaokullar ile imam-hatip ortaokullarında; lise eğitimini destekleyecek şekilde öğrencilerin yetenek, gelişim ve tercihlerine göre seçimlik dersler oluşturulacak. Ortaokul ve liselerde, Kur'an-ı Kerim ve ''Hz. Peygamberimizin hayatı'', isteğe bağlı, seçmeli ders olarak okutulacak. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam-hatip ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçenekleri, Bakanlıkça belirlenecek.

Ortaöğretim ise ilköğretime dayalı, 4 yıllık zorunlu, örgün veya yaygın öğrenim veren genel, mesleki ve teknik öğretim kurumlarını kapsayacak. Bu okulları bitirenlere, ortaöğretim diploması verilecek.

Zorunlu ortaöğretim, 2012-2013 eğitim-öğretim yılından itibaren uygulanacak. Bakanlar Kurulu, uygulamayı bir eğitim-öğretim yılı erteleyebilecek.

Kanunla, ilgili kanundaki ''8 yıllık kesintisiz ilköğretim'' ibaresi ''ilköğretim ve ortaöğretim'' şeklinde değiştiriliyor ve ''8 yıllık kesintisiz'' ibaresi çıkarılıyor.

Kanun, üniversiteye girişteki katsayı uygulamasına ilişkin düzenlemeler de içeriyor. Buna göre, yükseköğretim kurumlarına giriş ve yerleştirme işlemleri, imkan, fırsat eşitliğini sağlayacak önlemleri almak kaydıyla, YÖK tarafından belirlenen usul ve esaslara göre yapılacak.

Yükseköğretim kurumlarına, esasları YÖK tarafından belirlenen merkezi sınavlarla girilecek. Yerleştirme puanlarının hesaplanmasında adayların ortaöğretim başarıları dikkate alınacak. Ortaöğretim bitirme başarı notları en küçüğü 250, en büyüğü 500 olmak üzere ortaöğretim başarı puanına dönüştürülecek. Ortaöğretim başarı puanının yüzde 12'si, yerleştirme puanı hesaplanırken merkezi sınavdan alınan puana eklenecek.

Ortaöğretim kurumlarını birincilikle bitiren adaylar için mevcut kontenjanların yanı sıra YÖK kararı ile ayrı kontenjanlar belirlenebilecek.

Mesleki ve teknik orta öğretim kurumlarından mezun olan öğrenciler, istedikleri takdirde bitirdikleri programın devamı niteliğinde veya bunlara en yakın olan mesleki ve teknik önlisans yükseköğretim programlarına sınavsız olarak yerleştirilebilecek. Bu öğrencilerin yerleştirilmesine ilişkin usul ve esaslar, Milli Eğitim Bakanlığının görüşü üzerine YÖK tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenecek.

Önlisans mezunları için ilişkili lisans programlarında belirlenmiş kontenjanın yüzde 10'unu geçmeyecek şekilde YÖK kararı ile her yıl dikey geçiş kontenjanı ayrılabilecek.

Yabancı uyruklu öğrenciler ile ortaöğretimin tamamını yurtdışında tamamlayan öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına kabul usul ve esasları YÖK tarafından belirlenecek. Uluslararası andlaşmalar gereği Türkiye'deki yükseköğretim kurumlarında burslu olarak öğrenim görecek yabancı uyruklu öğrencilerin yerleştirme işlemleri YÖK tarafından yapılacak.

YÖK tarafından belirlenecek usul ve esaslara göre, belli sanat ve spor dallarında üstün kabiliyetli olduğu tespit edilen öğrenciler ile TÜBİTAK tarafından tespit edilen uluslararası bilimsel yarışmalarda ödül kazanan öğrenciler, ilgili dallarda eğitim yapmak kaydıyla yükseköğretim kurumlarına yerleştirilebilecek.

Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bir mesleğe yönelik program uygulayan ortaöğretim kurumlarında öğrenim gören öğrenciler bakımından bu kurumların mezunlarının, YÖK tarafından belirlenen aynı meslek dalında yer alan yükseköğretim programlarına yerleşmelerinde, merkezi sınavlarda aldıkları puanlara ilave edilecek, ortaöğretim başarı puanı hesaplanmasında, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önceki mevzuat hükümleri uygulanacak.

-Üniversitelerin adları değiştiriliyor-

Yasayla, Rize Üniversitesi'nin adı ''Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi'', Kayseri Abdullah Gül Üniversitesi'nin adı ''Abdullah Gül Üniversitesi'', Zonguldak Karaelmas Üniversitesinin adı ''Bülent Ecevit Üniversitesi'', Konya Üniversitesinin adı da ''Necmettin Erbakan Üniversitesi'' şeklinde değiştiriliyor.

Eğitimde Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi Geliştirme Hareketi (FATİH) Projesi kapsamında Milli Eğitim Bakanlığı ve Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı tarafından 2015 yılı sonuna kadar yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım işleri Kamu İhale Kanunu'na tabi olmayacak. Alımlara ilişkin usul ve esaslar, iki bakanlığın müşterek hazırlayacağı yönetmelikle rekabete açık şekilde düzenlenecek.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1266449&title=444-kabul-edildi&haberSayfa=0




AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, zorunlu eğitim süresinin 12 yıla çıkarılmasıyla ilgili milletvekillerinin TBMM'de yoğun bir çalışma yürüttüğünü belirterek, ''Sizler tarihimize kara bir leke olarak kazınmış, bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat'ın son izini 28 Şubat'tan 15 yıl sonra geri dönmemek üzere tarihin tozlu raflarına Allah'ın izniyle kaldırdınız'' dedi.

Erdoğan, AK Parti Genel Merkezi'nde düzenlenen yemekteki konuşmasına, ''Doğrusu bugün ben çok duyguluyum. TBMM, özellikle de sizler bugün bir kez daha tarih yazdınız. Tarihe silinmeyecek bir not düştünüz. Belki bunu biz anlamıyor olabiliriz ama inanıyorum ki gelecek kuşaklar, gelecek nesiller bunu anlayacaklar ve hayırla yad edecekler'' diyerek başladı.

Bu yasanın sadece milli eğitimi ilgilendirmediğini dile getiren Erdoğan, ''Bu yasa, Türkiye'de milli egemenliğinin gerçek sahibinin kim olduğunu bir kez daha ispat etmiş, bir kez daha teyit etmiş bir yasadır. Çıkardığımız yasa, Türkiye'de demokrasinin ne kadar ileri standartlara ulaştığının, aynı zamanda ne büyük bir işlerlik kazandığının ispatı olan bir yasadır'' diye konuştu.

-''Sizleri tebrik ediyorum, kutluyorum''-

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Çıkan bu yasayla egemenliğin millete ait olduğu bir kez daha kayıt altına alınmıştır. AK Parti'yi kurarken, 3 Kasım seçimlerine girerken sıkça tekrarladığımız 'yeter söz de karar da milletindir' ifadesi, bu yasanın çıkmasıyla bir kez daha anlam kazanmıştır. Baskıyla, dayatmayla getirilen bir düzenlemeyi milletin vicdanına ve kendi vicdanınıza kulak vererek demokratik yollarla düzelttiniz. Sizler azınlığın çoğunluğa hükmetmesinin bir eseri olan kesintisiz eğitimi, milletin egemenliğini yüceltmek yoluyla tashih ettiniz. Hani parlamentoda dediler ya, diyorlardı ya 'faşist, şu, bu'... Aslolan, faşist bir baskıyla gelen düzenleme işte bugün tamamen demokratik bir yolla düzeltilmiştir. Sizler tarihimize kara bir leke olarak kazınmış, bin yıl süreceği iddia edilen 28 Şubat'ın son izini 28 Şubat'tan 15 yıl sonra geri dönmemek üzere tarihin tozlu raflarına Allah'ın izniyle kaldırdınız. İşte bu nedenle sizleri kutluyorum. Tarihi bir düzeltme yaptığınız için, egemenliği tekrar millete tevdi ettiğiniz için, millet egemenliğini ve demokrasiyi bir kez daha yücelttiğiniz için sizleri tebrik ediyorum, kutluyorum.''

''Adını tarihe yazdıran, adını milletin hafızasına, milletin vicdanına yazdıran bu kadroyu yürekten kutluyorum'' diyen Erdoğan, şunları kaydetti:

''Bir kez daha sizlere teşekkür ediyorum. Gerek bakan ve bakanlık kadromuz, gerek komisyon çalışmalarında komisyon başkanı ve komisyondaki arkadaşlarımız, gerek Genel Kurul çalışmalarında grup başkanvekili arkadaşlarım ve tüm Genel Kurul üyesi arkadaşlarım, ortaya koyduğunuz tablo gerçekten son derece anlamlıdır. Bundan dolayı bu mücadele, bu verilen mücadele, tabii burada özellikle aralıksız bu mücadeleyi gece gündüz demeden sürdüren Meclis Başkanımıza, Meclis Başkanvekiline huzurlarınızda tüm Divan'a da ayrıca teşekkür etmek istiyorum. Aralıksız bu işi sürdürmek kolay bir iş değil. Ona orada tahammül etmek kolay bir iş değil.''

AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''CHP, tüm çirkinliğine, tüm hırçınlığına, uyguladığı şiddete, tahriklere, provokasyonlara rağmen millet iradesini çiğneyememiş, statükonun galip gelmesini sağlayamamıştır'' dedi.

Partisinin genel merkezinde AK Parti'li milletvekilleriyle bir araya gelen Erdoğan, kesintisiz eğitimi 12 yıla çıkaran kanunun TBMM Genel Kurulu'ndaki görüşmelerinde muhalefet partileri tarafından sergilenen tavrın son derece anlamlı olduğunu söyledi.

Bu tavrı 12 Eylül halk oylaması öncesinde de aynı şekilde gördüklerini belirten Başbakan Erdoğan, sabrederek ve tahammül göstererek TBMM'de 26 maddelik anayasa değişikliğini gerçekleştirdiklerini ifade etti.

Daha sonra yapılan halk oylamasında da milletin kendi temsilcilerini haklı mücadelesinde yalnız bırakmadıklarını vurgulayan Erdoğan, ''Millet, haksız bir mücadelenin içinde olanları da sandığa her zaman olduğu gibi gömdü. Milli egemenliği, hukuku, demokrasiyi güçlendirmek adına anayasada yaptığımız değişiklik aynı bugün olduğu gibi blok bir muhalefetle karşı karşıya kalmıştır. CHP, MHP ve BDP tıpkı bugün olduğu gibi 12 Eylül halk oylamasında da birlikte hareket ettiler'' dedi.

-''Hem pedagojik tedaviye ihtiyaçları var hem psikolojik''-

Üç partinin Genel Kurul'da ortak hareket ettiklerini dile getiren Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

''Genel Kurul'da ortak hareket eden bu partiler, Genel Kurul dışında, TBMM dışında, sokaklarda da birlikte provokasyon ürettiler, birlikte polisle çatıştılar. 12 Eylül'de nasıl milletten derslerini aldılarsa bugün de aynı şekilde milletten derslerini aldılar.

Tandoğan Meydanı'nda bu Anamuhalefet Partisi, grup toplantısı yapacak kadar bu ülkede bir TBMM İçtüzüğü'nü bilmeyenlerden oluşan bir partidir. Orada gidersin, bir normal miting yaparsın ama 'salı günü grup toplantımızı orada yapacağız' dediğiniz zaman şecaat arz ederken sirkatin söylersiniz. Bunların durumu bu.

Destek kıtalarının neler yaptıklarını gördünüz. Kim bunların destek kıtaları? İşte o malum sivil toplum kuruluşları ve o malum sivil toplum kuruluşlarının da pedagojik yanları varmış, psikolojik yanları varmış... Doğru, aynen öyle. Hakikaten hem pedagojik tedaviye ihtiyaçları var hem psikolojik. Bu durumu da gördük. Ama hemen faturayı da kime kesiyorlar? Polise kesiyorlar. Yahu polise taşla, sopayla saldıran kim? Bunlar. Ondan sonra polis ne yapmış? Su sıkmış. E, ne yapacaktı? Başka bir şey sıkmadı ya su sıktı. Neymiş, boyalı suymuş... Olabilir.''

CHP'nin, TBMM'de olsun ya da olmasın, kendi köhnemiş zihniyetini her zaman ülkeye dayattığını vurgulayan Erdoğan, bu partinin ülkenin karanlığa sürüklenmesinde her zaman başrol oynadığını belirtti.

-''CHP, MHP, BDP bugün ders aldı''-

Erdoğan, CHP'nin, demokratik yollarla engelleyemediği düzenlemeleri bürokratik yollarla engelleme yoluna gittiğine dikkati çekerek, şunları kaydetti:

''Anayasa Mahkemesi ve Danıştay ile engelleyemediği düzenlemeleri tahrikle, provokasyonla, sokak sokak çatışmayla önlemeye çalıştı. Hiçbirinde başarılı olamadığı zamanlarda da CHP orduyu göreve çağırmaktan, darbeye çanak tutmaktan, darbe çığırtkanlığı yapmaktan hiçbir zaman çekinmedi.

Bugün çıkardığımız yasayla, CHP azınlık olarak çoğunluğa hükmetme iradesinin artık ortadan kalktığını görmüştür. CHP, Türkiye'de sadece ve sadece demokratik zeminde siyaset yapılacağını bugün bir kez daha görmüştür. İnşallah anlamıştır. CHP, tüm çirkinliğine, tüm hırçınlığına, uyguladığı şiddete, tahriklere, provokasyonlara rağmen millet iradesini çiğneyememiş, statükonun galip gelmesini sağlayamamıştır. Tabii sadece CHP değil, CHP'nin dümen suyuna giren, CHP ile omuz omuza veren mücadele eden MHP, o da ne yazık ki şiddetle, tahrikle, provokasyonla, ifadede yakıştıramadığımız cümlelerle bu yola girmiştir. BDP'yi zaten söylememe gerek yok. Onlar da sokak eylemleri ile millet iradesinin gölgelenemeyeceğini bugün bir kez daha görmüş ve anlamıştır.

12 Eylül halk oylamasında omuz omuza mücadele veren CHP, MHP, BDP, oradan alamadıkları dersi bugün bir kez daha TBMM Genel Kurulu'ndan almışlardır. Ben eminim ki millet tıpkı 12 Eylül'de olduğu gibi bu yasanın görüşmelerinde de kimin kiminle hareket ettiğini, kimin nerede durduğunu, kimlerin kimlerle hareket ettiğini net olarak görmüştür.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Sayın Kılıçdaroğlu, Kuran bir süs eşyası değildir. Kuran bir ilham kaynağıdır. Onun için Akif'i biraz okuman lazım'' dedi.

Erdoğan, partisinin milletvekillerine hitaben yaptığı konuşmada, CHP'ye yönelik eleştirilerde bulundu.

Başbakan Erdoğan, şunları söyledi:

''9. Madde esnasında Kuran'ın ve Peygamberimizin hayatının, ikinci ve üçüncü kademede, yani ortaokul ve lisede seçmeli olarak verilmesine yönelik önergeler verilmesinden tabii CHP çok rahatsız. Fakat bugün İzmir'de baktım, metro konuşmasında O da bunu işliyor. Orada ne dese beğenirsiniz? Biz diyor 'Kuran-ı Kerim'i böyle gayet güzel işlemeli kılıflar içerisinde, odamızın başucunda hep saklarız. Yastıklarımızın hemen altında, başucumuzda saklarız'. Gel de Akif'i anma. Akif merhum çok güzel söylüyor. 'Ya açar nazmı celilin bakarız yaprağına, ya üfler geçeriz bir ölünün toprağına, inmemiştir Kuran bunu hakkıyla bilin, ne mezarda okunmak, ne fal bakmak için'...

Sayın Kılıçdaroğlu, Kuran bir süs eşyası değildir. Kuran, bir ilham kaynağıdır. Onun için Akif'i biraz okuman lazım. Sadece milli marş olarak İstiklal Marşı'nı da okumak yetmez. Anlamak lazım. Onu duymak lazım. Bunlarda böyle bir şey yok. Biz diyor 'Besmeleyi çekeriz, okuruz'. İnşallah öyledir.''

-''Zoraki değil, mecburi değil''-

''TBMM'de de bir tanesi, 'din bezirganları' olarak AK Parti'yi kastediyor. Olsa olsa en ala din bezirganı sizden olur, sizden'' diyen Başbakan Erdoğan, şöyle devam etti:

''Çünkü bu yaşanır, konuşulmaz. Aradaki fark bu. Bundan niye o kadar rahatsız oluyorsunuz? Bunda madem sıkıntımız yok. Oy birliğiyle genel kuruldan bu iş çıksa böyle bir tartışma olur mu? Niye bu sizi rahatsız ediyor? Bunun sizi hiç rahatsız etmemesi gerekirdi. Ya ne demek, seçmeli yahu. Zoraki değil, mecburi değil. Kemal Efendi, torununu oraya cebren gönderme. Gerek yok. İsteğe bağlı. İster gönderirsin, ister göndermezsin. Böyle bir şey yok. Rahat ol. Bütün efradınız, onlar da rahat olsun. Cebir yok. İstersen gönderirsin. Niye bundan rahatsız oluyorsun? İşte üzen nokta bu. Niye? Rahatsızlar. Çünkü geleceği görüyorlar. Neyi görüyorlar? Çünkü bu milletin ruh kökünde bunun arayışı var. Bunu bekliyor.''

-''15 yaşından sonra o çocuk daha neyi öğrenecek yahu?''-

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat döneminde çocukların camiye gönderilmesinin yasaklandığını belirterek, 15 yaşından büyük çocukların camiye gönderilmesi kararının o dönemde alındığını söyledi. Erdoğan, ''O, faşizan bir baskıydı ama siz millet iradesiyle bunu düzelttiniz. 15 yaşından sonra o çocuk daha neyi öğrenecek yahu? Bitiriyor zaten her şeyi. Artık o başka işlerle meşgul'' dedi.

Erdoğan, çocukların, 15 yaşına kadar ne verilirse aldığını dile getirdi.

http://www.haber7.com/haber/20120330/Erdogan-28-Subat-bugun-sona-erdi.php



Kur'an-ı Kerim, ortaokul ve lisede seçmeli ders

İBRAHİM ASALIOĞLU, İSA YAZAR - ANKARA

TBMM Genel Kurulu'nda görüşmeleri devam eden 12 yıllık zorunlu eğitime ilişkin yasa teklifinde yapılan değişiklikle 'Kur'an-ı Kerim ve Peygamberimiz'in hayatı' seçmeli ders oldu.

Kanun teklifinin 9. maddesinin görüşmeleri sırasında AK Parti 'Kur'an-ı Kerim ile Peygamberimiz'in hayatının lise ve ortaokullarda seçmeli ders olması ve imam hatip ortaokullarının açılması' yönünde önerge verdi. MHP'nin de 'evet' oyu verdiği önergeye 306 kabul, 85 'ret' oyu çıktı. Kabul edilen önerge ile 9. madde "Ortaokul ve liselerde, Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamberimiz'in hayatı, isteğe bağlı seçmeli ders olarak okutulur. Bu okullarda okutulacak diğer seçmeli dersler ile imam hatip ortaokulları ve diğer ortaokullar için oluşturulacak program seçenekleri Bakanlıkça belirlenir." şekline dönüştürüldü.

AK Parti Grup Başkan Vekili Nurettin Canikli, "Bu önerge ile milletimizin uzun zamandır beklediği, arzu ettiği bir talebi gerçekleştiriyoruz. Bugün tarihî bir gündür, gurur günüdür, onur günüdür. Bu sadece milletimizin talimatı değil, aynı zamanda Anayasa'nın 24. maddesinin de emridir." dedi. CHP'lilerin 'laik Cumhuriyet'e ve Anayasa'ya aykırı' diye itiraz ettiği önergeyle ilgili söz ayan CHP Grup Başkan Vekili Akif Hamzaçebi, "Kutsal kitabımız olan Kur'an-ı Kerim, oy uğruna siyasete alet edilmiştir." iddiasında bulundu. MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır ise "Çok hayırlı bir iş yapıyoruz. Cumhuriyet tarihinin en önemli, geleceğe kalacak çocuklarımızın bizi rahmetle anacağı çok hayırlı bir iş yapıyoruz. Buna katkısı olan herkesten Allah razı olsun." ifadelerini kullandı. BDP milletvekillerinin 'eğitimin anadilde' yapılmasını öngören teklifi ise reddedildi.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1266046&title=kurani-kerim-ortaokul-ve-lisede-secmeli-ders
#118
T.C.
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

E:2010/6257
K:2010/6573
T:11.03.2010

4857 s. Yasa m. 41

Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, yıllık izin, fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil ile ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır. Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi İ.Polat tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
l) Davacı, davalı işyerinde bekçi olarak 17-08 arası çalıştığı, okuma yazma bilmemesine rağmen belge imzalatıldığını, çalışmasının 25.07.1991 tarihinden beri olduğunu, ibranamedeki imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürerek işçilik alacaklarının hüküm altına alınmasını istemiştir.
Davalı, ibraname verdiğini, davanın zamanaşımına uğradığını isteklerin yerinde olmadığını savunmuştur.
Mahkemece, davacının çalışmasının iş akdinin haksız olarak feshedildiği kanaati ile kıdem tazminatı ve izin ücreti isteklerinin kabulüne, ihbar tazminatı ödendiği, günlük çalışma ile fazla çalışma ve hafta tatili çalışmasının iç içe geçmiş olması nedeni ile bu isteklerin reddine karar verilmiştir
Karar taraflarca temyiz edilmiştir.
a)Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır. Bordroda fazla çalışma bölümünün boş olması ya da bordronun imza taşımaması halinde işçi fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtlan, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda da ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.
İşyerinde en üst düzey konumda çalışan işçinin görev ve sorumluluklarının gerektirdiği ücretinin ödenmesi durumunda ayrıca fazla çalışma ücretine hak kazanılması olanaklı değildir. Bununla birlikte üst düzey yönetici konumunda olan işçiye aynı yerde görev ve talimat veren bir yönetici ya da şirket ortağı bulunması durumunda, işçinin çalışma gün ve saatlerini kendisinin belirlediğinden söz edilemeyeceğinden yasal sınırlamaları aşan çalışmalar için fazla çalışma talep hakkı doğar. O halde üst düzey yönetici bakımından şirketin yöneticisi veya yönetim kurulu üyesi tarafından fazla çalışma yapması yönünde bir talimatın verilip verilmediğinin de araştırılması gerekir. İşyerinde yüksek ücret alarak görev yapan üst düzey yöneticiye işveren tarafından fazla çalışma yapması yönünde açık bir talimat verilmemişse, görevinin gereği gibi yerine getirilmesi noktasında kendisinin belirlediği çalışma saatleri sebebiyle fazla çalışma ücreti talep edemeyeceği kabul edilmelidir.
Satış temsilcilerinin fazla çalışma yapıp yapmadıkları hususu, günlük faaliyet planlan ile iş çizelgeleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Genelde belli hedeflerin gerçekleşmesine bağlı olarak pirim karşılığı çalışan bu işçiler yönünden pirim ödemelerinin fazla çalışmayı karşılayıp karşılamadığı araştırılmalıdır. İşçiye ödenen satış priminin fazla çalışmaların karşılığında ödenmesi gereken ücretleri tam olarak karşılamaması halinde aradaki farkın işçiye ödenmesi gerekir.
İş sözleşmelerinde fazla çalışma ücretinin aylık ücrete dahil olduğu yönünde kurallara sınırlı olarak değer verilmelidir. Dairemiz, 270 saatle sınırlı olarak söz konusu hükümlerin geçerli olduğunu kabul etmektedir.
Günlük çalışma süresinin 11 saati aşamayacağı Kanunda emredici şekilde düzenlendiğine göre, bu süreyi aşan çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulamayacağını ve zamlı ücret ödemesi veya serbest zaman kullanımının söz konusu olacağı kabul edilmelidir.
Yine işçilerin gece çalışmaları günde yedi buçuk saati geçemez (m.69/3). Bu hal de günlük çalışmanın, dolayısıyla fazla çalışmanın bir sınırını oluşturur. Gece çalışmaları yönünden haftalık 45 saat olan yasal çalışma sınırı aşılmamış olsa da günde 7.5 saati aşan çalışmalar için fazla çalışma ücreti ödenmelidir. Dairemizin karan bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 23.6.2009 gün 2007/ 40862 E, 2009/ 17766 K).
Fazla çalışma yönünden diğer bir yasal sınırlama da, İş Kanununun 41. maddesinde yazılı olan fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda iki yüz yetmiş saatten fazla olamayacağı şeklindeki hükümdür. Ancak bu sınırlamaya rağmen işçinin daha fazla çalıştırılması halinde, bu çalışmalarının karşılığı olan fazla mesai ücretinin de ödenmesi gerektiği açıktır. Yasadaki sınırlama esasen işçiyi korumaya yöneliktir. Dairemizin kökleşmiş uygulaması bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 18.11.2008 gün 2007/32717 E, 2008/31210 K.).
Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.
Fazla çalışmanın belirlenmesinde 4857 sayılı İş Kanununun 68. maddesi uyarınca ara dinlenme sürelerinin dikkate alınması gerekir.
Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay'ca son yıllarda indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır (Yargıtay, 9.HD. 18.7.2008 gün 2007/ 25857 E, 2008/ 20636 K, Yargıtay 9.HD. 28.4.2005 gün 2004/ 24398 E, 2005/ 14779 K. ve Yargıtay 9.HD. 9.12.2004 gün 2004/ 11620 E, 2004/ 27020 K). Fazla çalışma ücretinden indirimi öngören bir yasal düzenleme olmasa da, bir işçinin günlük normal çalışma süresinin üzerine sürekli olarak fazla çalışma yapması hayatın olağan akışına aykırıdır. Hastalık, mazeret, izin gibi nedenlerle belirtilen şekilde çalışılamayan günlerin olması kaçınılmazdır. Böyle olunca fazla çalışma ücretinden bir indirim yapılması gerçek duruma uygun düşer. Fazla çalışma ücretinden indirim, taktiri indirim yerine, kabul edilen fazla çalışma süresinden indirim olmakla, davacı tarafın kendisini avukat ile temsil ettirmesi durumunda reddedilen kısım için davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekir. Ancak, fazla çalışmanın taktiri delil niteliğindeki tanık anlatından yerine, yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir.
b) Davacı işçinin hafta tatili ücretine hak kazanıp kazanmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
4857 sayılı İş Kanununun 46. maddesinde işçinin, tatil gününden önce aynı yasanın 63. maddesine göre belirlenmiş olan iş günlerinde çalışmış olması koşuluyla yedi günlük zaman dilimi içinde 24 saat dinlenme hakkının bulunduğu açıklanmıştır. İşçinin hafta tatili gününde çalışma karşılığı olmaksızın bir günlük ücrete hak kazanacağı da 46. maddenin 2. fıkrasında ifade edilmiştir.
Hafta tatili izni kesintisiz en az 24 saattir. Bunun altında bir süre haftalık izin verilmesi durumunda, usulüne uygun şekilde hafta tatili izni kullandığından söz edilemez.
Ayrıca, hafta tatili bölünerek kullandırılamaz. Buna göre hafta tatilinin 24 saatten az olarak kullandırılması halinde hafta tatili hiç kullandırılmamış sayılır.
2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunun 3. maddesine göre hafta tatili Pazar günüdür kural bu şekilde olmakla birlikte, işçiye Pazar günü dışında hafta tatili izni kullandırılması mümkündür.
Hafta tatili gününde çalıştığını iddia eden işçi norm kuramı uyarınca bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda yer alan hafta tatili ücreti ödemesinin yapıldığı varsayılır. Bordroda ilgili bölümünün boş olması ya da bordronun imza taşımaması halinde işçi, hafta tatilinde çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir.
Hafta tatillerinde çalışıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtlan, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, yazılı delil niteliğindedir. Ancak, sözü edilen çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir.
İmzalı ücret bordrolarında hafta tatili ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından daha fazla çalışıldığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin hafta tatili alacağının bordroda görünenden daha fazla olduğu yönünde bir ihtirazi kaydının bulunması halinde, hafta tatili çalışmalarının ispatı her türlü delille yapılabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olanın dışında hafta tatillerinde çalışmaların yazılı delille kanıtlaması gerekir, işçiye bordro imzalatılmadığı halde, hafta tatili ücretlerinin tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda da ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde hafta tatili çalışması yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.
Hafta tatili çalışmalarının yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir, işyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.
Hafta tatili çalışmalarının uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Dairemizce son yıllarda indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır. Ancak, hafta tatili çalışmasının taktiri delil niteliğindeki tanık anlatımları yerine, yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir.
c)Davacı işçinin ulusal bayram ve genel tatillerde çalışma karşılığı ücretlere hak kazanıp kazanmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
4857 sayılı İş Kanununun 47. maddesinde, Kanunun kapsamındaki işyerleri bakımından, ulusal bayram ve genel tatil günü olarak kabul edilen günlerde çalışma karşılığı olmaksızın o günün ücretinin ödeneceği, tatil yapılmayarak çalışıldığında ise, ayrıca çalışılan her gün için bir günlük ücreti ödeneceği hükme bağlanmıştır.
2429 sayılı Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanunun 2. maddesinde resmi ve dini bayram günleriyle yılbaşı gününün genel tatil günleri olduğu açıklanmıştır. Buna göre genel tatil günleri, 1 Ocak, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos günleri ile Arife günü saat 13.00'da başlanan 3.5 günlük Ramazan Bayramı ve Arife günü saat 13.00'de başlayan 4.5 günlük Kurban Bayramı günlerinden oluşur. Ulusal bayram günü ise, 28 Ekim saat 13.00 ten itibaren başlayan 29 Ekim günü de devam eden 1.5 gündür. 2429 sayılı yasanın 2. maddesinde 5892 sayılı yasayla yapılan değişiklik sonucu 1 Mayıs genel tatil günüdür. İşçinin ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışıp çalışmayacağı toplu iş sözleşmesi veya iş sözleşmesiyle kararlaştırabilir
Ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia eden işçi, bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda yer alan bayram ve genel tatil ücreti ödemesinin yapıldığı varsayılır. Bordroda ilgili bölümünün boş olması ya da bordronun imza taşımaması halinde işçi, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını her türlü delille ispat edebilir.
Ulusal bayram ve genel tatillerde çalışıldığının ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları, yazılı delil niteliğindedir. Ancak, sözü edilen çalışmanın bu tür yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda, tarafların dinletmiş oldukları tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir.
İmzalı ücret bordrolarında ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından daha fazla çalışıldığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin alacağının bordroda görünenden daha fazla olduğu yönünde bir ihtirazi kaydının bulunması halinde, ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının ispatı her türlü delille yapılabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olanın dışında ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının yazılı delille kanıtlaması gerekir.
Ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir, işyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.
Ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Dairemizce son yıllarda hakkaniyet indirimi yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır. Ancak, ulusal bayram ve genel tatil çalışmalarının taktiri delil niteliğindeki tanık anlatımları yerine, yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir.
Somut olayda, mahkemece "..günlük çalışma ile fazla çalışma ve hafta tatili çalışmasının iç içe geçmiş olması" gerekçe gösterilerek bu isteklerin reddine karar verilmiştir.
Davacının çalışma düzeni hususunda, hafta tatili çalışması ulusal bayram ve genel tatillerde çalışması olup olmadığı yeterli şekilde araştırılmamıştır. Öte yandan dosyadaki delil durumuna göre fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil çalışması olup olmadığı da tartışılmamıştır.
Davacının işyerinde günün hangi saatleri arasında çalıştığı, haftalık çalışma düzeninin 45 saati aşıp aşmadığı açıkça ortaya konulmamıştır. Mahkemece, gerek Hukuk Usulü muhakemeleri Kanunun 75. maddesi uyarınca taraflardan hangi zamanlarda çalışma yapıldığı açıklattırılarak ve gerek görülmesi durumunda, çalışma şekli ve düzenine ilişkin dinlenen bu hususta beyanı yeterli ve açık bulunmayan tanıkların yeniden dinlenmesi yoluna gidilerek, davacının haftalık 45 saati aşan çalışmasının olup olmadığı, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil çalışmasının olup olmadığı tereddüde yer vermeyecek şekilde belirlenip, mevcut olması durumunda yukarıda belirtilen açıklamalar doğrultusunda isteğin hüküm altına alınması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şeklide isteğin reddi hatalıdır.
3) Öte yandan, taraflar arasında düzenlenen ibranamenin geçerliliği olup olmadığı uyuşmazlık konusudur.
İbra sözleşmesi, İsviçre Borçlar Kanununun 115. maddesinde düzenlendiği halde Türk Borçlar Kanununda bu yönde bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Bununla birlikte ibraname, bir borcun tam ya da kısmen ifa edilmeden sona ermesini sağlayan özel sukut nedeni olarak kabul edilmelidir. Bu noktada ibra sözleşmesinin ödeme yönünde bir anlaşma olmadığı, borcun sona erme şekillerinden biri olduğu belirtilmelidir.
İş Hukukunda ibra sözleşmesi ibraname adıyla yaygın bir uygulama alanı bulmaktadır. İbra sözleşmesinin tanımı, şekli ve hükümlerinin Borçlar Kanununda düzenlenmesi gerekliliğinin ötesinde, İş Hukukunun işçiyi koruyucu özelliği sebebiyle İş Kanunlarında normatif hüküm olarak ele alınması gerektiği açıktır.
İşçi, emeği karşılığında aldığı ücret ve diğer parasal haklan ile kendisinin ve ailesinin geçimini temin etmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir işçinin nedensiz yere işvereni ibra etmesi hayatın olağan akışına uygun düşmemektedir. İş Hukukunda ibra sözleşmeleri dar yorumlanmalı ve borcun asıl sona erme nedeni ifa olarak ele alınmalıdır. Borcun sona erme şekillerinden biri olan ibra sözleşmelerine İş Hukuku açısından sınırlı biçimde değer verilmelidir.
Yeni Borçlar Kanunu tasarısında bu konuya değinilmiş ve 419. maddesinde, işçi ve işveren ilişkileri açısından ibra sözleşmesine dair bazı kurallara yer verilmiştir. Bahsi geçen düzenleme de, işçilik alacaklarını sona erdiren ibra sözleşmelerinin sınırlı biçimde ele alınması gerektiğini göstermektedir. Bu itibarla Borçlar Kanunun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri arasında düzenlenmiş olan irade fesadı hallerinin İş Hukukunda ibra sözleşmeleri bakımında çok daha titizlikle ele alınması gerekir, ibra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın ya da üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde ibra iradesine değer verilemez.
Öte yandan Borçlar Kanunun 21. maddesinde sözü edilen aşın yararlanma (gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir.
İş ilişkisinin devamı sırasında düzenlenen ibra sözleşmeleri geçerli değildir, işçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak ya da bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmiş sayılmalıdır.
İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi de mümkün olmaz. Bu nedenle işveren tarafından işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ile ve işverenin diğer kayıtlan ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir.
Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde Dairemizin kökleşmiş içtihatlarında ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir.
Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise geçerlilik sorununu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi uygulanmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır (Yargıtay 9.HD. 27.06.2008 gün 2007/23861 E, 2008/ 17735 K).
Somut olayda mahkemece hükme esas alınan ibranamedeki imzaya karşı davacı tarafça itirazda bulunularak imza inkar edilmiştir. Buna rağmen bu hususta araştırma yapılmadan eksik inceleme ile sonuca gidilmiş olması da doğru değildir.
Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 11.03.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.
#119


İZZETTİN ÇİÇEK - ANKARA

Madımak Oteli'nde 37 kişinin yakıldığı olaylarla ilgili yargılanan 7 sanık hakkındaki dava, zamanaşımından düştü.

15 yıl devam eden davanın sanıklarından ikisi bu süre içinde ölmüştü. AİHM'nin 'insanlık suçu' içtihadına atıfta bulunan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, zamanaşımının kamu görevlileri açısından işlemeyeceğini, bu konumda olmayan hayattaki 5 sanık yönünden ise davanın düştüğüne hükmetti. Sivas'ta yakınlarını kaybedenlerin avukatı Şenal Sarıhan, olaydan 1-2 kişinin değil 15 bin kişinin sorumlu olduğunu belirterek karara tepki gösterdi. Dışarıdaki bir grup ise polisle çatıştı.

2 Temmuz 1993 günü Sivas'ta 37 kişinin yakılarak öldürüldüğü olaylarla ilgili bazı sanıklar hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ana davada karar dün açıklandı. Duruşmaya CHP ve BDP milletvekilleri ile Ankara Barosu Başkanı Metin Feyzioğlu, eski Danıştay Başsavcısı ve ADD Genel Başkanı Tansel Çölaşan, Rutkay Aziz ile olaylarda hayatını kaybedenlerin yakınları ve müdahil avukatlar katıldı. Mahkeme, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (AİHS) amir hükmü çerçevesinde AİHM'nin 'insanlık suçuyla' ilgili verdiği kararı hatırlattı. 'Yaşama hakkını ihlal ettiği iddia edilen, işkence ve kötü muamele iddialarıyla suçlanan kamu görevlilerinin af ve zamanaşımından faydalandırılmaması' şeklindeki içtihadına atıfta bulundu. Sanıklardan kamu görevlisi olan Cafer Erçakmak'ın insanlık suçu işlemiş olabileceğini belirten mahkeme, Erçakmak hakkındaki davanın ölüm sebebiyle düşürülmesine karar verdi. Sanıklar Şevket Erdoğan, Köksal Koçak, İhsan Çakmak, Hakan Karaca ve Necmi Karaömeroğlu hakkında ise zamanaşımı dolayısıyla kamu davası düşürüldü. Mahkeme, işlenen suçu Anayasa'yı değiştirmeye teşebbüs suçu olarak tanımlayarak zamanaşımı süresini uzattı. Sivas Cumhuriyet Savcılığı'nın hazırlık iddianamesinde belirtilen terör suçunun 7 buçuk yıl olarak düzenlenmişken, mahkemenin kararındaki Anayasa'yı değiştirmeye teşebbüs suçunda ise 15 yıl zamanaşımı bulunuyor. Sivas'ta hayatını kaybedenlerin yakınlarının avukatlığını üstlenen Şenal Sarıhan da davanın bitmesinin mümkün olmadığını, olaydan 1-2 kişinin değil 15 bin kişinin sorumlu olduğunu öne sürdü. Sarıhan, olayın mahkeme tarafından insanlığa karşı işlenmiş suç olarak kabul edilmesini önemli bir adım, zamanaşımıyla ilgili kararı ise olumsuz olarak değerlendirdi.

Ankara'daki davada karar verilirken Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Başsavcılığı'nın Sivas olaylarına ilişkin yürüttüğü soruşturma sürüyor. 2009 yılında Sivas'ta Emniyet'e başvuran gizli tanığın ifadeleri üzerine, Madımak'la ilgili Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı ikinci bir soruşturma başlatmıştı. Soruşturma geçtiğimiz ocak ayında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) kararıyla Malatya Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı'na devredilmişti.

Sivas davasının seyri

Sivas'ta 2 Temmuz 1993'te meydana gelen olaylarla ilgili yargı sürecinde şunlar yaşandı:

111 sanık hakkında cezalandırılmaları talebiyle kamu davası açıldı.

Yargılamalar sonucunda, 79 sanık ağırlaştırılmış müebbet hapis ve süreli hapis cezaları aldı.

2 sanık hakkında kamu davası zamanaşımı nedeniyle düştü. 26 sanık beraat etti.

Haklarında mahkûmiyet kararı verilen 12 sanık, cezalarının infazı için kırmızı bültenle aranıyor.

Yargılaması devam eden 3 sanık kırmızı bültenle aranıyor.

Dün itibarıyla da 2'si ölüm 5'i zaman aşımından sadece 7 sanık yönünden dava düştü.

Karar açıklandı, ortalık karıştı

Ankara Adliyesi 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davayı takip etmek için bazı sivil toplum kuruluşları, BDP ve CHP'li milletvekilleri, Alevi dernekleri sabah saatlerinde adliye bahçesinde bir araya geldi. Halk Evleri başta olmak üzere bazı gruplar, Kızılay'a yürümek üzere Atatürk Bulvarı'na indi. Polis, gruba biber gazı ve tazyikli suyla müdahale etti. Grup üyeleri ise polise taş ve sopalarla karşılık verdi. Otobüs durakları, reklam panoları ve orta refüjdeki cam bariyerler parçalandı. Olayların ortasında kalan vatandaşlardan bazıları davayı takip eden canlı yayın araçlarına sığındı. CHP İstanbul 3. Bölge Milletvekili Sabahat Akkiraz ise Twitter üzerinden yazdığı mesajlarda savcıya yönelik, "Savcı sanki yezidin torunu. Düşman bakışlı. Yakılana saygısı da utanması da yok." şeklinde ifadeler kullandı. Mesajlarında, AK Partinin kendisini akladığını, savcının ise gelecekte vekil ya da bakan olursa şaşırmayacağını belirten Akkiraz "AKP yeni katliamlara yol açıyor." yazdı.

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=1258382&title=madimak-davasi-dustu-ortalik-karisti
#120
T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/6979
K. 2002/2287
T. 28.3.2002

2004/m.72

DAVA : Taraflar arasındaki menfi tesbit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı vek.Av.Erkan Gül ile davalı vek.Av.Özlem Gürkan'ın gelmiş olmalarıyla duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin dava dışı Mehmet Yaşar K.'nın davalı bankadan aldığı krediye kefil olduğunu, sözleşmeyi imzalarken diğer kefil Naci A.'ın kefaletine de güvendiğini, ancak daha sonra adı geçenin kefalet imzasının sahte olduğunun yargılama sonucu saptandığını, davalı bankanın Naci A.'ı kefil göstererek müvekkilinin yanılmasına yol açtığını, bu nedenle sözleşmeden dolayı müvekkilinin sorumlu tutulamayacağını ileri sürerek 1.276.400.000.-TL.nın istirdatına, 1.353.400.000.-TL. borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı cevap vermemiş ve duruşmalara katılmamıştır.

Mahkemece kredi sözleşmesindeki imzanın davacıya ait olduğu, diğer kefil Naci A.'ın imzasının sahte olmasının davacı kefilin borçtan kurtulması sonucunu doğurmayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Davalı banka ile dava dışı Mehmet Yaşar K. arasında akdedilen 5.3.1998 tarihli kredi sözleşmesinde Naci A. ve Halil İbrahim A. kefil olarak yer almışlardır. Davacı kendinden önceki kefil Naci A.'ın imzaya itirazı üzerine bu kefilin sözleşme konusu borçtan sorumlu tutulmadığını, bu kefalete güvenerek kefil olduğu için kefaletten dolayı sorumluluğu bulunmadığını ileri sürerek menfi tespit davası açmıştır. Banka kredi sözleşmesine kefil Naci A.'ın imzasını alırken, gerekli dikkat ve özeni göstermeyerek, diğer kefil Halil İbrahim A.'ın bu kefile 1/2 oranında rücu etmesini önlemiştir. Bu nedenle, rücu edebileceği nispetten davacı kefilin borçtan dolayı sorumlu tutulmaması gerekir. Mahkemece bu yön gözetilmeden davanın reddinde isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, vekili Yargıtay duruşmasında hazır bulunan davacı yararına takdir edilen 97.500.000.-TL. duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, peşin harcın istek halinde iadesine, 28.3.2002 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Kefaletin aynı borca diğer kimselerin de kefalet etmesi şartıyla vaki olduğuna alacaklının vukufu bulunduğunu kabule mahal olan hallerde, bu şart gerçekleşmezse kefil sorumluluktan kurtulur ( BK.488/III ).

Sorumluluktan kurtulma, birlikte kefaletin diğer kişi veya kişilerin kefaletinin de kefil tarafından şart koşulması ve alacaklının kefilin bu koşulla kefalet ettiğini bilmesi ile mümkün olur. Bu konuda uyuşmazlık çıktığı takdirde ise kefalet senedinin bu koşulla imzalandığının ispat yükümlülüğü de bu hususu ileri süren kefile aittir.

Somut olayda dava konusu Genel Kredi Sözleşmesinin müteselsil kefiller bölümünde ilk sırada Naci A.'ın ikinci sırada davacının isim ve imzası bulunmaktadır. Başka bir deyimle davacının isim ve imzası ayrı bir bölümde değil, müteselsil kefiller bölümü içerisinde ve Naci A.'ın isim ve imzasından sonra yer almaktadır. Sözleşmenin 12.maddesinde ise birlikte kefaletten de söz edilmiştir. Bu haller, davacının kefaletinin aynı borca Naci A.'ın da kefalet etmesi şartıyla vâki olduğuna alacaklının vukufu bulunduğunu kabule mahal olan hallerdendir. Kefillerden Naci A.'ın imzasının sahte olduğu saptanmış ve böylece birlikte kefalet şartı gerçekleşmemiştir. O halde B.K.nun 488/3.maddesi gereğince kanun koyucunun gayesi de gözönünde tutulduğunda davacı kefilin sorumluluktan tamamen kurtulduğunun kabulü gerekir. Hükmün bu gerekçeyle bozulması gerektiği kanaatinde olduğumdan sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyorum.