Haberler:

deneme

Ana Menü

Son yazılar

Welcome to Hukuk Forum Sitesi - Hukuk ve hayata dair her şey!. Please login or sign up.

30 Nisan 2025, 19:17:48

Login with username, password and session length
Üyeler
Stats
  • Toplam İleti: 8,911
  • Toplam Konu: 4,437
  • Online today: 143
  • Online ever: 648
  • (29 Eylül 2024, 09:37:03)
Çevrimiçi Kullanıcılar
Users: 0
Guests: 48
Total: 48

Son İletiler

#41
Öncelikle, 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 18. maddesi kapsamında yapılan uygulamalarda, belediyeler, arazi düzenlemeleri sırasında herkesten eşit oranda kesinti yapabilir. Ancak, sizin kaybınızın 125 m² olduğunu ve arazinizin biçimsiz hale geleceğini ifade ediyorsunuz. Bu durumda, öncelikle yapılan kesintinin oranının yasal sınırlar içinde olup olmadığını kontrol etmek önemlidir. Kesinti oranı, İmar Kanunu'na göre %40'ı aşmamalıdır.

Size önerilen yeni parselin, imar planı açısından yapılaşmaya uygun olup olmadığını, altyapı ve yol durumunu da incelemelisiniz. Ayrıca, belediyenin size önerdiği çözümle maddi kayba uğrayıp uğramadığınızı değerlendirmek için yeniden bir ekspertiz raporu alabilir ve dava açma yoluna gidebilirsiniz. Hakkınızda yapılacak olan imar uygulamasının size önerilenle uyumlu olup olmadığını anlamak ve mülkiyet haklarınızı korumak amacıyla bir itiraz dilekçesi vererek süreci takip etmenizde fayda var. Eğer sonuç alamazsanız, idari yargıda iptal davası açma hakkınız bulunmaktadır.
#42
Bir konutun ekspertiz değeri, taşınmazın mevcut piyasa koşulları, konumu, fiziksel durumu ve emsal değerler gibi kriterler esas alınarak belirlenir. İpotek, konutun üzerinde bir hak olarak bulunsa da, bu durum ekspertiz değerini etkilemez. İpotek, yalnızca mülkün sahibinin borçlu olduğu ve bu borcun teminatı olarak mülkün gösterildiği anlamına gelir.

Yani, ekspertiz raporu hazırlanırken konutun teknik ve ekonomik özellikleri değerlendirilir; ipotek ise taşınmazın mülkiyeti ile ilgili bir durumdur. İpotek varlığı, alım-satım işlemleri sırasında devredilecek hakların niteliğini etkileyebilir, ancak mülkün piyasa değerine doğrudan bir etkisi yoktur. Borcun durumu ve ipotek, mülkiyet devri sırasında bankanın haklarını korumak için dikkate alınır, fakat bu hukuki ilişki ekspertiz değerine yansımaz.
#43
erhaba

Tapulu imarlı 2 parsel bir arazim var. 1 parselinde evim diğerinde ise ardiyem vs olan bir arazim var. Belediye benim bitişiğimde olan imarı ve yolu olmayan arazinin yolunu açma ve imara açmak için 18 kanunu devreye alarak işlem yapacakmış. bana da söylenen senin arazin çap bir arazi ve herkesin arazisinde olan kesinti kadar senden de keseceğiz ve bu durumda arazin biçimsiz kalacak ilerde yapı inşa etmeye elveriş olacak diye söylendi. bunun için yan tarafımda bir parsel vermeyi teklif etti . fakat verilen yeni parsel ile beraber 125 m2 kaybım söz konusu. Bu durumda nasıl bir yol izlemeliyim. Yardımlarınız ricası ile.
#44
Trafik kazaları maalesef hayatımızın bir gerçeği ve bu kazalar hem maddi hem de manevi kayıplara yol açabiliyor. Kazadan kaynaklanan kayıpların telafisi için hukuki yollara başvurmak, mağdurların haklarını koruma altına almanın en etkili yollarından biridir. Trafik kazalarına bağlı olarak karşılaşabileceğiniz bazı önemli hukuki hak ve tazminat türlerini aşağıda inceleyebilirsiniz.

Araç Değer Kaybı
Trafik kazası sonucu aracınızın değerinde bir kayıp meydana gelmişse, bu kaybı tazmin ettirebilirsiniz. Birçok kişi, aracın tamiri sonrası değerinin düştüğünün farkına varmamaktadır, ancak bu zarar için tazminat talep etme hakkınız vardır. Detaylar için Araç Değer Kaybı.

Trafik Kazası Ceza Davası
Trafik kazaları sadece maddi hasarla sınırlı kalmayabilir, aynı zamanda kazaya karışan tarafların ceza davalarına maruz kalması da mümkündür. Eğer kazaya karışan kişi suçluysa, adli süreçte ceza alması gündeme gelebilir. Bu süreçlerle ilgili hukuki destek almak, en doğru adımları atmanızı sağlar. Daha fazla bilgi için Trafik Kazası Ceza Davası.

Güvence Hesabı
Sigortasız araçlar sebebiyle zarar gören mağdurların mağduriyetlerini gidermek için oluşturulmuş olan Güvence Hesabı, zararların tazmini amacıyla hizmet verir. Trafik kazalarına karışan ve sigortasız araçlar tarafından mağdur edilen kişiler bu hesaba başvurarak tazminat talep edebilirler.

Yeşilkart Sigortası
Yurt dışında yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının trafik kazalarından doğan zararlarını tazmin etmek için sunulan Yeşilkart Sigortası, uluslararası trafik sigortası sistemi içerisinde yer alır. Bu sigorta türüyle ilgili ayrıntıları öğrenmek önemlidir.

Pert Farkı Tazminatı
Bir kazanın ardından aracınız pert (kullanılamaz hale gelmiş) olarak kabul edildiyse, sigorta şirketi tarafından ödenecek olan tazminat, aracınızın piyasa değerine göre hesaplanır. Ancak çoğu zaman bu tutar aracınızın gerçek değerini karşılamaz. Bu durumda Pert Farkı Tazminatı talep edebilirsiniz.

Trafik Kazası Tazminatı
Trafik kazalarında maddi ve manevi zararlar söz konusu olabilir. Mağduriyetinizin derecesine göre, uğradığınız kayıpların telafisi amacıyla Trafik Kazası Tazminatı talep edebilirsiniz.

Araç Mahrumiyet Bedeli
Trafik kazası sonucu aracınız kullanılamaz hale geldiyse ve bir süre boyunca aracınızı kullanamadığınız için mağduriyet yaşadıysanız, bu durumu Araç Mahrumiyet Bedeli olarak tazmin ettirebilirsiniz.
#45
Kasten Yaralama Suçu (Türk Ceza Kanunu madde 86)

Kasten yaralama suçu 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun "Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar" başlıklı ikinci bölümünün 86. maddesinde hüküm altına alınmıştır. Buna göre;

"Madde 86 - Kasten Yaralama
Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."

Kanunun lafzından ve düzenlendiği bölümden de anlaşılacağı üzere yaralama suçunda kişinin korunan yararı, vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Bu sebeple suçun konusunu mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni ya da ruhsal varlığı oluşturmaktadır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, yaralama suçunun oluşacağı tereddütsüzdür. Bu sonucu doğurmaya elverişli olan tüm hareketlerle kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.(Yargıtay Ceza Genel Kurulu 27.05.2014 tarihli 2013/292 Esas,  2014/289 Kararı)

Görüldüğü üzere hem Kanun koyucu hem de Yargıtay yerleşik içtihatların kasten yaralama suçunu oluşturacak fiilin ne olduğunu açıklamamıştır ancak yerleşik uygulamalarına göre; tokat atmak, yumruk atmak, iteklemek suretiyle bir yere çarpmasına neden olmak, tırnak veya başka bir cisim ile vücuduna çiziklere neden olmak, yerde sürüklemek, silah veya benzeri bir cisimle yaralanmasına neden olmak vb. fiiler kasten yaralama suçuna vücut verir.

"Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."

Kanunda söz edilen basit tıbbi müdahaleden anlaşılması gereken hiçbir tıbbi müdahale gerektirmeyen ve sağlık mensubu olmayan kişiler tarafından dahi iyileştirilmesi mümkün olan yüzeysel yaralamalar olarak tarif edilmektedir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, Cilt I, 4. bası, Beta, s. 175.) Hangi fiillerin basit tıbbi müdahele ile giderilebilecek seviyede olup olmadığı hususu uygulamada çok önemli bir yer tutmakta olup bunun değerlendirmesinin nasıl olacağı uygulamada çokça tartışılmaktadır. Kasten yaralamanın kişi üzerindeki etkisi basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif ise cezada indirim yapılacağı gibi suçun takibi de şikayete bağlı kılınmaktadır. Doktrinde genel anlamıyla ciddi bir tıbbi müdahaleye gerek olmaksızın sağlık çalışanı olmayan kişiler tarafından da iyileştirilebilecek yüzeysel yaralanmalar basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek yaralanma olarak kabul edilmektedir.

"Suçun kadına karşı işlenmesi hâlinde cezanın alt sınırı altı aydan az olamaz."

Kanunumuza 12/05/2022 tarihinde eklenen fıkra ile yaralama fiilinin bir erkek tarafından kadına karşı işlenmesi halinde cezanın alt sınırı 6 ay olarak belirlenmiştir. Bu hüküm yalnızca erkeklerin kadınlara karşı işlediği suçlarda uygulama alanı bulacak olup suçun failinin ve mağdurunun kadın olduğu durumlarda uygulanamayacaktır.

YARALAMA SUÇUNUN DAHA AĞIR CEZAYI GEREKTİRECEK HALLERİ

Yaralama suçunun cezasının ağırlaştırılmasını gerektiren nitelikli halleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun m. 86/3 ve m.87'de sayılmıştır. Buna göre;

Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silahla,
f) Canavarca hisle,
işlenmesi halinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında, (f) bendi bakımından ise bir kat artırılır.

Suçun üstsoya, altsoya, eşe, boşandığı eşe veya kardeşe karşı işlenmesinde cezanın arttırılma sebebi gerek aile kurumuna etkin bir koruma sağlamak gerekse söz konusu yakınlık derecesinde olan kişilerin gelebilecek saldırılara beklenmedik anlarda karşılaşabilmekte ve kendini korumaktan yoksun kalabilmektedir. Kişinin bu fıkradan cezasının arttırılabilmesi için mağdurun akrabası olduğunu bilebilecek durumda olması gerekmektedir. Aksi takdirde suçun mağdurunda yanılma unsuru ortaya çıkacak ve suçun kasıt fonksiyonunda eksiklik olacaktır.

Kanunumuzda yer alan silah hükmünden anlaşılması gereken 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun 6. maddesinin 1.fıkrasının f bendine göre;

1.Ateşli silahlar,
2.Patlayıcı maddeler,
3.Saldırı ve savunmada kullanılmak üzere yapılmış her türlü kesici, delici veya bereleyici alet,
4.Saldırı ve savunma amacıyla yapılmış olmasa bile fiilen saldırı ve savunmada kullanılmaya elverişli diğer şeyler,
5.Yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı, boğucu, zehirleyici, sürekli hastalığa yol açıcı nükleer, radyoaktif, kimyasal, biyolojik maddeler
Yaralama suçunda silah kapsamına girmektedir.

YARALAMA SUÇUNUN CEZASINDA İNDİRİM SEBEPLERİ

Yaralama suçunda cezai indirim sebepleri 5237 sayılı Türk Ceza Kanunumuzun İkinci Bölümünün "Ceza Sorumluluğunu Kaldıran veya Azaltan Nedenler" başlıklu 24 vd. maddelerinde yer verilmiştir.

1- Kanun Hükmü ve Amirin Emrinin Yerine Getirilmesi
Türk Ceza Kanunumuzun 24. maddesine göre;
(1) Kanunun hükmünü yerine getiren kimseye ceza verilmez.
(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz.
(3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur.
(4) Emrin, hukuka uygunluğunun denetlenmesinin kanun tarafından engellendiği hallerde, yerine getirilmesinden emri veren sorumlu olur.

2- Meşru Savunma ve Zorunluluk Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 25. maddesine göre;
(1) Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.
(2) Gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakka yönelik olup, bilerek neden olmadığı ve başka suretle korunmak olanağı bulunmayan ağır ve muhakkak bir tehlikeden kurtulmak veya başkasını kurtarmak zorunluluğu ile ve tehlikenin ağırlığı ile konu ve kullanılan vasıta arasında orantı bulunmak koşulu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

3- Hakkın Kullanılması ve İlgilinin Rızası
Türk Ceza Kanunumuzun 26. maddesine göre;
(1) Hakkını kullanan kimseye ceza verilmez.
(2) Kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez.

4- Meşru Savunmada Sınırın Aşılması
Türk Ceza Kanunumuzun 27. maddesine göre;
(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.
(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.

5- Cebir ve Şiddet, Korkutma ve Tehdit Altında Bulunma
Türk Ceza Kanunumuzun 28. maddesine göre;
(1) Karşı koyamayacağı veya kurtulamayacağı cebir ve şiddet veya muhakkak ve ağır bir korkutma veya tehdit sonucu suç işleyen kimseye ceza verilmez. Bu gibi hallerde cebir ve şiddet, korkutma ve tehdidi kullanan kişi suçun faili sayılır.

6- Haksız Tahrik
Türk Ceza Kanunumuzun 29. maddesine göre;
(1) Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 18 yıldan 24 yıla ve müebbet hapis cezası yerine 12 yıldan 18 yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir.

7-  Hataya Düşme
Türk Ceza Kanunumuzun 30. maddesine göre;
(1) Fiilin icrası sırasında suçun kanuni tanımındaki maddi unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hali saklıdır.
(2) Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hallerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
(3) Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
(4) İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz.

8- Yaralama Suçunun İşlendiği Sırada Yaş Küçüklüğü
Türk Ceza Kanunumuzun 31. maddesine göre;
(1) Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocukların ceza sorumluluğu yoktur. Bu kişiler hakkında, ceza kovuşturması yapılamaz; ancak, çocuklara özgü güvenlik tedbirleri uygulanabilir.
(2) Fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanların işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamaması veya davranışlarını yönlendirme yeteneğinin yeterince gelişmemiş olması hâlinde ceza sorumluluğu yoktur. Ancak bu kişiler hakkında çocuklara özgü güvenlik tedbirlerine hükmolunur. İşlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama ve bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin varlığı hâlinde, bu kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 12 yıldan 15 yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 9 yıldan 11 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların yarısı indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası 7 yıldan fazla olamaz.
(3) Fiili işlediği sırada 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında suç, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 18 yıldan 24 yıla; müebbet hapis cezasını gerektirdiği takdirde 12 yıldan 15 yıla kadar hapis cezasına hükmolunur. Diğer cezaların üçte biri indirilir ve bu hâlde her fiil için verilecek hapis cezası 12 yıldan fazla olamaz. 

9- Akıl Hastalığına Sahip Olma
Türk Ceza Kanunumuzun 32. maddesine göre;
(1) Akıl hastalığı nedeniyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
(2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 25 yıl, müebbet hapis cezası yerine 20 hapis cezası verilir. Diğer hallerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.

10- Sağır ve Dilsizlik Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 33. maddesine göre;
(1) Bu Kanunun, fiili işlediği sırada 12 yaşını doldurmamış olan çocuklara ilişkin hükümleri, 15 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; 12 yaşını doldurmuş olup da 15 yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında; 15 yaşını doldurmuş olup da 18 yaşını doldurmamış olanlara ilişkin hükümleri, 18 yaşını doldurmuş olup da 21 yaşını doldurmamış olan sağır ve dilsizler hakkında da uygulanır.

11- Geçici Nedenler, Alkol Veya Uyuşturucu Madde Etkisinde Olma Hali
Türk Ceza Kanunumuzun 34. maddesine göre;
(1) Geçici bir nedenle ya da irade dışı alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez.
(2) İradi olarak alınan alkol veya uyuşturucu madde etkisinde suç işleyen kişi hakkında birinci fıkra hükmü uygulanmaz.

BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLECEK YARALANMA KAVRAMI NEDİR?

Basit tıbbı müdahelenin tespitinde fiilin işlendiği koşullar, mağdurun durumu, hareketin yöneldiği bölge, hareketin şiddeti, işleniş şekli ve neticeyi gözeterek genel bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.

Hangi yaralamaların basit tıbbı müdahele ile giderilebilecek seviyede olup olmadığı hususu hukukun değil tıbbın konusu oluşturmakla birlikte Türk Hukukunda bu değerlendirmeyi yapan kurum Adli Tıp Kurumudur.

Adli Tıp Kurumu uygulamada yaşanan farklılıkları gidermek amacıyla Adli Tıp Kurumu Başkanlığı, Adli Tıp Uzmanlar Derneği ve Adli Tıp Derneği ortaklığı ile ilki 2005 yılında olmak üzere bir dizi yayın yaparak uygulamada Mahkemelere yol gösterici raporlar ortaya koymuştur. (Liste için bkz. Türk Ceza Kanunu'nda Tanımlanan Yaralama Suçlarının Adli Tıp Açısından Değerlendirilmesi Haziran 2013, <https://www.atk.gov.tr/tckyaralama24-11-15.pdf> Erişim tarihi: 07.07.2023)  Yaralanmaların bazılarına örnek verecek olursak;

Deri-Deri Altı-Kas Dokusunu İlgilendiren Travmatik Değişimlere ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
Tüm vücut alanına göre yüzey alanı yaklaşık olarak; yüz bölgesinde %5, vücudu diğer bölgelerinde %10'a kadar olan abrazyon ve kontüzyonlar ve yüz bölgesinde 5 cm, vücudun diğer bölgelerinde tek lezyon olarak 10 cm, toplam 20 cm'e kadar cilt-cilt altını ilgilendiren yaralanmalar BASİT TIBBI MÜDAHELE İLE GİDERİLEBİLİR.
Tüm vücut alanına göre yüzey alanı yaklaşık olarak; yüz bölgesinde %5, vücudun bölgelerinde %10'dan fazla olan abrazyon ve kontüzyonlar, yüz bölgesinde 5 cm, vücudun diğer bölgelerinde tek lezyon olarak 10 cm, toplam 20 cm'den büyük cilt-cilt altını ilgilendiren yaralanmalar, fasia ve kas dokuyu ilgilendiren tüm penetran yaralanmalar, yumuşak doku seyirli, giriş deliği bulunan, tüm ateşli silah yaralanmaları BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Yanıklara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
1. derece yanık, 2. derece yanıklarda yüzey alanı %10'dan az (5 yaş altı çocuklarda %5'ten az) yanıklar  BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLİR.
1. derece yanıklarda beş yaş ve altında % 20'den fazla, 2. derece yanıklarda %10-20 (5 yaş altı çocuklarda%5-15), 3. ve 4. Derece yanıklarda %10'dan az yanıklar BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Kafa Bölgesini İlgilendiren Yaralanmalara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
İç tabulayı da kapsayan kafatası kırıkları, izole dış tabulayı ilgilendiren kafatası kırığı, tüm kafa içi yapılardaki travmatik değişimler, (kontüzyon, pnömosefali, klinik bulgu veren beyin ödemi vb.), kranial sinir yaralanmaları (diğer kafa içi değişimlerin eşlik etmediği), yaralanmalarda BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Bilinç Kaybına Neden Olan Yaralanmalara ilişkin Adli Tıp Kurumunun raporuna göre;
Olay sonrası ilk gözlemde uyanık, belirlenmiş 5 dakikadan kısa süren geçici bilinç kaybı, travma sonrası 24 saatten kısa amnezi, (Glasgow Koma Skoru: 14–15) BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEBİLİR.
Belirlenmiş 5 dakikadan uzun süren bilinç kaybı, travma sonrası bilinç kaybı olmamakla birlikte fokal nörolojik defisit (kranial sinir, hissi- motor belirti), travma sonrası 24 saatten uzun amnezi, (Glasgow Koma Skoru: 9-13 arası) BASİT TIBBI MÜDAHALE İLE GİDERİLEMEZ.

Yukarıda da izah edildiği üzere her olay ve fiil için farklılık arz eden yaralanmalar ve bu yaralanmaların neden olduğu komplikasyonlar için ayrı değerlendirme yapmak gerekmektedir. 


Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr

#46
Trafik kazaları, hayatın beklenmedik olaylarından biri olup, hem maddi hem de manevi açıdan çeşitli etkiler yaratabilir. Bu etkilerden biri de araç değer kaybıdır. Araç değer kaybı, kaza sonucu aracın piyasa değerindeki azalmayı ifade eder ve bu durum, kaza geçiren kişilere ekonomik bir yük getirebilir. Ancak, bu kaybın tazmin edilmesi için belirli hukuki süreçlerin izlenmesi gereklidir.

Araç değer kaybı, bir trafik kazası sonucu aracın eski değerine göre daha düşük bir fiyata satılabilmesi anlamına gelir. Kazadan sonra aracın piyasa değerinin düştüğünü kanıtlamak, tazminat talebinde bulunabilmek için önemlidir. Bu süreçte araç değer kaybı tazminatının nasıl hesaplandığı ve talep edilebileceği hakkında bilgi sahibi olmak gereklidir. Kazanın oluş şekli ve hasarın büyüklüğü, araç değer kaybının miktarını etkileyen önemli faktörlerdir.

Trafik kazaları sırasında yaşanan yaralanmalar ve ölümler, hukuki süreçlerde daha karmaşık durumlar yaratabilir. Yaralanmalı trafik kazaları ve ölümlü trafik kazaları gibi durumlar, yalnızca maddi zararlarla sınırlı kalmaz, aynı zamanda insan hayatı üzerinde derin etkiler bırakabilir. Bu tür durumlarda, mağdurların ve yakınlarının haklarını korumak için profesyonel hukuki destek almak önemlidir. Yaralanmalı trafik kazaları ve ölümlü trafik kazaları hakkında daha fazla bilgi edinmek, hukuki sürecin nasıl işleyeceğini anlamanıza yardımcı olabilir.

Trafik kazası sonucunda tazminat talep etmek, mağdurların ekonomik olarak zararlarını karşılamak amacıyla başvurabilecekleri bir haktır. Trafik kazasında tazminat talepleri, kaza sonucu oluşan maddi ve manevi zararların karşılanmasını amaçlar. Tazminat miktarı, kazanın etkileri ve kişisel kayıplar göz önünde bulundurularak belirlenir.

Ayrıca, kaza sonucunda aracın kullanılamaz hale gelmesi durumunda, araç mahrumiyet bedeli de talep edilebilir. Araç mahrumiyet bedeli, aracın tamir süreci boyunca yaşanan kullanım kaybının karşılanmasını hedefler ve bu bedelin hesaplanması, kazanın niteliğine bağlı olarak değişir. Araç mahrumiyet bedeli talep etmek, kaza sonucu yaşanan ekonomik kaybı telafi etmede önemli bir adımdır.

Trafik kazaları ve bu kazaların hukuki boyutları, genellikle karmaşık ve detaylı bir süreç gerektirir. Bu nedenle, hukuki süreçlerde bilgi sahibi olmak ve profesyonel destek almak, haklarınızı korumanız ve zararın telafi edilmesi için önemli bir adımdır. Kaza sonrası yaşanan zorluklarla başa çıkmak için gerekli adımları atmak, hem maddi hem de manevi açıdan daha sağlıklı bir sonuç elde etmenize yardımcı olabilir.
#47
Türkiye'de Taşınmaz Edinmek İsteyen Yabancıların İzleyeceği Yollar

Türkiye'de taşınmaz edinimi konusunda 3 farklı yabancı kavramı vardır;
1. Yabancı gerçek kişiler,
2. Yabancı tüzel kişiler,
3.Yabancı sermayeli Türk şirketleri.

2644 sayılı Tapu Kanunu'nun 35. maddesinde yabancı gerçek ve tüzel kişilerin taşınmaz edinimine ilişkin hükümler, 36. maddesinde ise yabancı sermayeli şirketlere ilişkin hükümler yer alır.

2644 sayılı Kanunumuzun 35. maddesine göre;

"Kanuni sınırlamalara uyulmak kaydıyla, uluslararası ikili ilişkiler yönünden ve ülke menfaatlerinin gerektirdiği hallerde Cumhurbaşkanı tarafından belirlenen ülkelerin vatandaşı olan yabancı uyruklu gerçek kişiler Türkiye'de taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Yabancı uyruklu gerçek kişilerin edindikleri taşınmazlar ile bağımsız ve sürekli nitelikteki sınırlı ayni hakların toplam alanı, özel mülkiyete konu ilçe yüz ölçümünün yüzde onunu ve kişi başına ülke genelinde otuz hektarı geçemez. Cumhurbaşkanı kişi başına ülke genelinde edinilebilecek miktarı iki katına kadar artırmaya yetkilidir."

"Yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri ancak özel kanun hükümleri çerçevesinde taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilirler. Bu ticaret şirketleri dışındakiler taşınmaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez. Bu ticaret şirketleri ile yabancı uyruklu gerçek kişiler lehine taşınmaz rehni tesisinde bu maddede yer alan sınırlamalar uygulanmaz."

"Cumhurbaşkanı, ülke menfaatlerinin gerektiği hallerde yabancı uyruklu gerçek kişiler ile yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinimlerini; ülke, kişi, coğrafi bölge, süre, sayı, oran, tür, nitelik, yüzölçüm ve miktar olarak belirleyebilir, sınırlandırabilir, kısmen veya tamamen durdurabilir veya yasaklayabilir."

"Yabancı uyruklu gerçek kişiler ve yabancı ülkelerde kendi ülkelerinin kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri, satın aldıkları yapısız taşınmazda geliştireceği projeyi iki yıl içinde ilgili Bakanlığın onayına sunmak zorundadır. İlgili Bakanlıkça başlama ve bitirilme süresi belirlenerek onaylanan proje tapu kütüğünün beyanlar hanesine kaydedilmek üzere taşınmazın bulunduğu tapu müdürlüğüne gönderilir. Onaylanan projenin süresi içinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği ilgili Bakanlıkça takip edilir."

"Askeri yasak bölgeler, askeri güvenlik bölgeleri ile stratejik bölgelere ait harita ve koordinat değerleri bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren en geç bir yıl içinde ve bu yerlere ait değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri değişikliklerin yapıldığı tarihten itibaren bir ay içinde Millî Savunma Bakanlığınca, özel güvenlik bölgeleri ve değişiklik kararlarına ait harita ve koordinat değerleri ise İçişleri Bakanlığınca aynı sürede Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğünün bağlı olduğu Bakanlığa verilir. Bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren bir yıl sonra bu fıkra uyarınca gönderilen belge ve bilgilere göre tapu işlemleri yürütülür."

"Bu madde hükümlerine aykırı olarak edinilen, edinim amacına aykırı kullanıldığı ilgili Bakanlık ve idarelerce tespit edilen, süresi içinde ilgili Bakanlığa başvurulmayan veya süresi içinde projeleri gerçekleştirilmeyenler ile bu maddenin birinci fıkrası kapsamındaki sınırlamalar dışında miras yoluyla edinilen taşınmazlar ve sınırlı ayni haklar, Maliye Bakanlığınca verilecek bir yılı geçmeyen süre içinde maliki tarafından tasfiye edilmediği takdirde tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir."

Yabancı Gerçek Kişilerin Taşınmaz Edinimlerindeki Kanuni Sınırlamalar

Edinimine izin verilen yabancı uyruklu gerçek kişiler özel mülkiyetin mümkün olduğu alanlarda (konut, işyeri, arsa, tarla vs.) her türlü taşınmazı edinebilir. Edinilen taşınmaz yapısız nitelikte ise yabancı uyruklu malikin burada iki yıl içerisinde proje geliştirmek üzere projenin konusuna göre ilgili kamu idaresine başvurması gerekir.

Yabancı uyruklu bir gerçek kişi ülke genelinde 30 hektara kadar taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bakanlar Kurulu dilerse bu miktarı iki katına kadar arttırabilir.

Yabancı uyruklu gerçek kişiler askeri yasak bölgeler ve askeri güvenlik bölgelerinde bulunan taşınmazları edinemez ve kiralayamazlar. Özel güvenlik bölgelerindeki taşınmazları ise valilik izni ile edinebilir ve kiralayabilirler.

Yabancı uyruklu gerçek kişilerin toplam edinimi bir ilçenin özel mülkiyete açık toplam alanının yüzde onunu aşamaz. Yüzde onluk kotanın dolduğu yerlerde yabancıların yeni edinim talepleri karşılanmaz.

Tasfiye Edilecek Taşınmazlar

Yukarıda belirtilen durumlara aykırı olarak edinilen taşınmazlar, Edinim amacına aykırı kullanıldığı tespitedilen ve süresi içinde ilgili Bakanlığa başvurulmayan veya süresi içinde projeleri gerçekleştirilmeyen yapısız taşınmazlar Yabancı edinimini sınırlayan hükümleri aşan miras yoluyla edinilmiş taşınmaz ve sınırlı ayni haklar söz konusu olduğunda Maliye Bakanlığınca verilecek bir yılı geçmeyen süre içinde malikin taşınmazı devretmesi beklenir, bu mümkün olmazsa tasfiye edilerek bedele çevrilir ve bedeli hak sahibine ödenir.

Yabancı Tüzel Kişilerin Taşınmaz Ve Sınırlı Ayni Hak Edinimleri

Türkiye'de yabancı tüzel kişi olarak sadece; yabancı ülkelerde kendi ülke kanunlarına göre kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketleri taşınmaz ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bu ticaret şirketleri dışındaki yabancı tüzel kişiler (vakıf, dernek vb.) ise taşımaz edinemez ve lehlerine sınırlı ayni hak tesis edilemez.

Yabancı ülkelerde kendi kanunlarına göre tüzel kurulan tüzel kişiliğe sahip ticaret şirketlerinin taşınmaz mal edinimleri ise istisnai olup ancak uluslararası anlaşmalar veya özel kanun hükümleri ile öngörülmüş ise mümkündür. Bu konuda hüküm içeren özel Kanunlardan bazıları 6491 sayılı Türk Petrol Kanunu, 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu, 4737 sayılı Endüstri Bölgeleri Kanunudur.

NOT: İpotek konusunda istisnai bir durum öngörülmüş olup yabancı gerçek ve tüzel kişiler lehine taşınmazlar üzerinde kurulacak ipotekler için herhangi bir sınırlama mevcut değildir.

Türkiye'de Kurulmuş Yabancı Sermayeli Şirketlerin Taşınmaz ve Sınırlı Ayni Hak Edinimleri

Yabancı yatırımcıların; %50 veya daha fazla oranda hissesine sahip oldukları veya yönetim hakkını haiz kişilerin çoğunluğunu atayabilme ve görevden alabilme yetkisine sahip oldukları Türkiye'de kurulmuş tüzel kişiliğe sahip şirketler yabancı sermayeli şirket olarak kabul edilir.

Bu şirketler ana sözleşmelerinde belirtilen faaliyet konularını yürütmek üzere taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak edinebilir. Bunun için öncelikle taşınmazın bulunduğu yer valiliğine izin için başvurmaları gerekir.

Edinilmek istenen taşınmazın askeri yasak bölge veya askeri güvenlik bölgesi içerisinde kalması halinde taşınmaz mülkiyeti edinimleri Genel Kurmay Başkanlığının, özel güvenlik bölgesi içerisinde kalması halinde ise taşınmazın bulunduğu yer valiliğinin iznine tabidir. Taşınmaz edinim başvurusunun sonucunun olumlu olması halinde, tescil işleminin yapılması için valilik tarafından şirket/iştirak ile tapu müdürlüğüne yazı ile bilgi verilir.

VALİLİKTEN İZİN ALMADANYAPILABİLECEK İŞLEMLER
1. İpotek tesisi,
2. İpotek lehtarının ipoteğin paraya çevrilmesi kapsamındaki mülkiyet edinimleri,
3. Şirket birleşmelerinden ve bölünmelerinden doğan taşınmaz mülkiyeti ve sınırlı ayni hak nakli,
4. Organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri, teknoloji geliştirme bölgeleri ve serbest bölgelerdeki edinimler,
5. İlgili bankacılık mevzuatı çerçevesinde kredi olarak sayılan işlemler nedeniyle ya da alacakların tahsili amacıyla gerçekleşen edinimlerde,
 izin almadan doğrudan Tapu Müdürlüğüne başvurulur.

Taşınmaz Edinimi Yoluyla Türk Vatandaşlığını Kazanabilme Hakkı

Bir milyon dolar ve üzerindeki bir değere sahip taşınmaz satın alan yabancı uyruklu gerçek kişiler için istisnai yoldan Türk vatandaşlığını kazanabilme hakkı tanınmıştır
Bunun için yabancının;
1. Tek seferde en az bir milyon dolar değere sahip bir taşınmaz satın alması,
2. Edinim başvurusunda taşınmazı bu amaçla aldığını belirtmesi ve resmi senette bu hususa yer verilerek taşınmazın beyanlar hanesine taşınmazı üç yıl satmayacağına ilişkin belirtme işlenmesi gerekmektedir.
3. Tapu işlemlerin tamamlanmasını müteakip malike verilecek olan ayrıntılı tapu kaydı ile ikamet veya vatandaşlık talepleri için ilgili idarelere başvurulabilir.

Bu başvuruda dikkat edilmesi gerekenler;
1. Taşınmazın tapu senedi veya köy/mahalle, ada, parsel, bina, bağımsız bölüm bilgisi,
2. Yabancının uyruğunda bulunduğu ülke tarafından düzenlenmiş kimlik belgesi veya pasaport, (Latin alfabesi dışındaki alfabelere göre düzenlenen kimlik ve pasaportlarının noter onaylı yeminli tercümeleri sunulmalıdır.)
3. İşlemde temsil mevcut ise temsile ilişkin belge (vasilik kararı, yetki belgesi, vekaletname vs),
4. İlgili belediyeden alınan taşınmaza ilişkin "emlak rayiç değeri" belgesi,
5. Binalar için zorunlu deprem sigortası poliçesi,
6. Satıcının bir adet alıcının iki adet fotoğrafı (son altı ay içinde çekilmiş,6X4 ebadında)
7. Taraflardan birinin Türkçe bilmemesi halinde yeminli tercüman bulundurulmalıdır.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr






#48
MOBBİNG (İŞYERİNDE PSİKOLOJİK ŞİDDET) NEDİR?

Mobbing, işyerlerinde bir veya birden fazla kişi tarafından diğer kişi ya da kişilere yönelik gerçekleştirilen, belirli bir süre sistematik biçimde devam eden, yıldırma, pasifize etme veya işten uzaklaştırmayı amaçlayan; mağdur ya da mağdurların kişilik değerlerine, mesleki durumlarına, sosyal ilişkilerine veya sağlıklarına zarar veren; kötü niyetli, kasıtlı, olumsuz tutum ve davranışlar bütünüdür.

Bursa Bölge İdare Mahkemesi, 07/11/2014 tarih ve 2014/4053 Esas; 2014/3839 Karar sayılı ilamında kamu kurumunda çalışan işçinin açtığı davada mobbingin tanımını yapmış olup;

"Mobbing; bir veya birkaç kişinin bir diğer kişiye uyguladığı, düşmanca ve ahlaka, etiğe aykırı yöntemlerle uygulanan sistematik psikolojik bir baskı olarak ifade edilebilir. Aslında mobbing kelimesinin anlatmak istediği şey; iş yerindeki duygusal taciz, psikolojik şiddet, dışlama, aşağılama, rahatsız etme, çalışma motivasyonunu, özgüvenini kırma ve mutsuz etmedir. Mobbing uygulamalarını ispat etmenin çok zor olduğu kabulüyle mobbinge karine teşkil edebilecek delillere dayanılarak yargılama yapılmasını benimsemek zorunludur."

İş hayatında genellikle çalışanın istifaya zorlanarak iş akdini feshetmesi ve İş Kanundan doğan tazminat haklarından vazgeçmesi için başvurulan yöntemlerden olan mobbing, işçinin iş akdini feshetmesi için haklı bir neden oluşturmakta olup bu kapsamda yapılan fesihlerde kıdem tazminatı, bakiye ücret alacakları, fazla mesai ücreti, manevi tazminat, ayrımcılık tazminatı ve diğer işçi alacaklarına hak kazanılmaktadır.

MOBBİNGİN UNSURLARI

İşyerinde karşılaşılan her türlü olumsuz davranış psikolojik taciz (mobbing) olarak algılanmamalıdır. İşyerlerinde mobbingden söz edebilmek için sergilenen olumsuz davranışların bazı unsurları içermesi gerekmektedir.

İşyerinde mobbingden söz edebilmek için; olaylar işyerinde gerçekleşmesi, sistemli bir şekilde yapılması,  süreklilik kazanmış ve sıklıkla tekrarlanması, kasıtlı yapılması, yıldırma, pasifize etme ve işten uzaklaştırma amacıyla yapılması, mağdurun kişiliğinde, mesleki durumunda veya ruhsal/bedensel sağlığında zarar ortaya çıkartması gerekmektedir. Mobbing yapan işverenin, çalışana ilişkin olumsuz tutum ve davranışları gizli veya açık olabilmekle beraber, üstler tarafından astlarına uygulanabileceği gibi, astları tarafından üstlerine de uygulanabilir ya da eşitler arasında da gerçekleşebilmektedir.

İşyerinde uygulanan mobbinge örnekler vermek gerekirse;

Çalışanın; işyerindeki konumunun sürekli değiştirilmesi, çalışanın özgüvenini kırıcı işlerde çalıştırılması, kapasitesinin altında işler verilmesi, görev tanımı dışında görevlerle meşgul edilmesi, verilen işlerin geri alınması, yerine iş verilmemesi, yapması için anlamsız işler verilmesi, işten çıkmaya zorlanması, telefonla rahatsız edilmesi, yapılan işin sürekli eleştirilmesi, sözlerinin devamlı kesilmesi, yüzüne karşı ses yükseltilmesi ve azarlanması, kendisini göstermesinin ve ifade etmesinin kısıtlanması/engellenmesi, özel yaşamının eleştirilmesi, sözlü ve yazılı tehditler, imalar, bakışlar, jest ve mimik yoluyla iş ilişkileirnin reddedilmesi, kişi orada değilmiş gibi davranılması, çevresindeki insanların konuşmaması, çalışma ortamının diğer çalışma arkadaşlarından ayrı tutulması, izole edilmesi, ayrımcılık oluşturacak davranışlarda bulunulması, çalışanın yalnızlaştırılması gibi uygulamalar mobbing yapıldığına dair örnekler teşkil etmektedir.

Mobbingin varlığı ve kabulü için mağdurda psikolojik rahatsızlığın meydana gelmesi zorunlu olmadığı gibi, her psikolojik rahatsızlığın nedeni de mobbing değildir. Birçok olguda işyeri stresinin çalışanların sağlığı üzerinde mobbinge benzer etkiler oluşturduğu bilinen bir husustur. Çalışanlar üzerinde olumsuz etki yaparak, onların davranışlarını, verimliliklerini ve sosyal ilişkilerini etkileyen olgu, stres olarak tanımlanır ve rahatsızlık belirtileri birçok yerde mobbinge benzerdir. Mobbing oluşturan eylemler, mağdur üzerinde psikolojik baskı oluştursa ve bunun sonucunda bir kısım sağlık sorunlarına neden olsa da, her psikolojik baskıyı ve rahatsızlığı mobbinge bağlamak doğru değildir. Bu bağlamda, bir işyerinde yaşanan belli yoğunluktaki stres, kaba, kırıcı ve küçümseyici davranışlar, çalışanları mutsuz yapsa, onların psikolojik ve ruhsal sağlığında bozulmalar meydana getirse de, diğer unsurlara bakılmadan mobbing olarak kabul edilmesi hatalıdır.

Örneğin, nezaket ve saygının yokluğu olan işyeri kabalığı, doğal olarak kişiye bağlı, beğenilmeyen, çirkin görülen, rahatsız edici ve hoş karşılanmayan söz, tutum ve davranışlardan oluşmaktadır. Mobbing kavramının etimolojik anlamına ve tarihsel gelişimine bakıldığında; aynı ortamda bulunan veya aynı organizasyona bağlı olan bir veya birden fazla kimsenin bir kişiye belli bir amaçla, sistematik bir şekilde, yılgınlık, korku, tedirginlik, endişe, bunalım, bıkkınlık, sıkıntı veya kaygı oluşturacak söz, tutum veya davranışlarla psikolojik ve duygusal baskı kurarak onu belli şekilde davranmaya ya da davranmamaya, ortak alandan uzaklaştırmaya, güçsüzleştirmeye, değersizleştirmeye, aşağılamaya, küçük düşürmeye veya pasifize etmeye yönelik çabalarına mobbing denilir. Mobbingi; stres, tükenmişlik sendromu, işyeri kabalığı, iş tatminsizliği ya da doyumsuzluğu gibi olgulardan ayıran husus, belli kişinin belli bir amaca yönelik olarak hedef alınması, yapılan haksızlığın sürekli, sistematik ve sık oluşudur. (Yargıtay 22. H.D. 22/05/2014 tarih 2013/11788 E., 2014/14008 K.)

MOBBİNGİN İSPATI

Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 27.12.2013 tarih ve 2013/693 Esas, 2013/30811 Karar sayılı ilamında; Mobbingin varlığının kabulü için kişilik haklarının "ağır şekilde ihlali"ne gerek olmadığı, kişilik haklarına yönelik haksızlığın yeterli olduğu, ayrıca mobbing iddialarında ''şüpheden uzak kesin deliller'' aranmayacağını belirtmiştir. İşçinin kendisine mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğu, mobbingin gerçekleşmediğini ispat yükünün işverene düştüğünü belirtmiştir. Önceki yıllarda Yargıtay mobbing için "kuvvetli emarelerin varlığını" ararken, bu kararı ile birlikte, mobbingin ispatı zor bir modern dönem çalışma hayatı olgusu olmasından hareketle, makul şüpheyi uyandıracak delillerin olmasını mobbingin varlığını ispat açısından yeterli saymıştır. Yine aynı Daire'nin 21.02.2014 tarih ve 2014/2157 Esas, 2014/3434 Karar sayılı ilamında;  mobbingin varlığının ispatı için; Şüpheden uzak kesin deliller aranmayacağını, işçinin, kendisine işyerinde mobbing uygulandığına dair kuşku uyandıracak olguların ileri sürmesinin yeterli olduğunu, işyerinde mobbing gerçekleşmediğini ispat külfetinin davalıya düştüğünü, tanık beyanları, sağlık raporları, bilirkişi raporunun dikkate alınması gerektiğini belirtilmiştir.

Kaynak:
1- Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO), Çalışma Yaşamında Şiddet ve Tacizin Önlenmesine İlişkin Başvuru Rehberi
2- T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İşyerlerinde Psikolojik Taciz (Mobbing) Bilgilendirme Rehberi
3- Başbakanlık 19.03.2011 tarihli 2011/2 Numaralı İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesi Genelgesi

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr



#49
Bir konutun değeri belirlenirken, üzerinde banka kredisiyle alındığı için ipotek olması ve hala bankaya borcun bulunması, ekspertiz değerini etkiler mi?
#50
İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVALARI

Evini kiraya veren kişinin veyahut içinde kiracı bulunan bir evi satın alan kişi kiraya verdiği ya da satın aldığı evi kullanma ihtiyacının doğması ve Türk Borçlar Kanunumuzdaki özel şartların oluşması halinde kiracısının evi boşaltmasını talep ettiği hukuki yola "ihtiyaç nedeniyle tahliye" denir.

Kiralayanın kiralananı konut ihtiyacı nedeniyle tahliye ettirebilmesi için, ihtiyacın samimi, gerçek ve zorunlu olması gerekir. İhtiyaç nedeniyle tahliye davlarında kiralayan tarafta iddia edilen ihtiyacın var olup olmadığı ayrıntılı bir şekilde incelenmelidir(Gümüş, M. A. (2013). Borçlar Hukuku Özel Hükümler, Cilt-1, 3.Baskı, Vedat Kitapçılık, İstanbul). Yine aynı şekilde ihtiyacın talep edildiği tarihte doğmuş olması gerekmektedir. İleride doğacak ya da doğması muhtemel konut ihtiyacı için bu dava ikame edilemez. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 21.03.2013 tarihli 2013/4985 Esas, 2013/2188 Karar sayılı ilamı.)

İhtiyaç nedeniyle tahliye yolu Kanunumuzda özel düzenleme altına alınmakla beraber bu düzenlemeye göre birden fazla şartın aynı anda gerçekleşmesi koşuluna bağlanmıştır.

EVİNİ KİRAYA VEREN KİŞİ BAKIMINDAN İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASI

9068 sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 350. Maddesinde ihtiyaç nedeniyle tahliyeye ilişkin;

"Madde 350 – Gereksinim, Yeniden İnşa ve İmar
Kiraya veren, kira sözleşmesini;
1.Kiralananı kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, 
2.Kiralananın yeniden inşası veya imarı amacıyla esaslı onarımı, genişletilmesi ya da değiştirilmesi gerekli ve bu işler sırasında kiralananın kullanımı imkânsız ise,
belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir."

denmektedir.

Kanunun lafzından da anlaşılacağı üzere ihtiyaç nedeniyle tahliye davaları kiracıya, fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyulmak suretiyle yöneltilmelidir.

Belirli süreli kira sözleşmelerinde yani kira sözleşmesinin henüz 1 yılı doldurmamış sözleşmelerde sürenin sona ermesi akabinde hiçbir ihtar ve bildirime gerek kalmaksızın bir ay içinde dava ikame edilebilecektir.

Belirli süreli kira sözleşmelerinde ihtarname göndermek zorunlu bir unsur olmamakla beraber dava açacak kişinin lehine bir yöntemdir. Yine zorunlu olmayan ihtarnameyi gönderen ev sahibi davayı ikame etmek için zaman kazanmış olacaktır.

İhtiyaç nedeniyle tahliye davalarında; kiralayan ihtiyaç iddiasını her türlü delille ispatlayabilir. Bu konudaki en büyük karine ise kiraya verenin de kiracı olmasıdır.(Yargıtay 6. Hukuk Dairesi'nin 21.03.2013 tarihli 2013/4985 Esas, 2013/2188 Karar sayılı ilamı.)

Belirsiz süreli yani kira sözleşmesinin bir yıllık kira döneminin bitmesinin akabinde yenilenen kira sözleşmelerinde; Türk Borçlar Kanunumuzun 329. maddesinde yer alan kira sözleşmelerinde feshe ilişkin genel hükümler dikkate alınarak, altı aylık kira döneminin sonu için, üç aylık fesih bildirim süresine uyarak ihtarname gönderilmeli ve dava açılmalıdır.

Yani fesih için öngörülen altı aylık kira döneminden en az üç ay önce kiracıya ihtarname gönderilmeli ve altı aylık fesih döneminin dolmasının akabinde bir ay içerisinde dava ikame edilmelidir.

Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde bu husus çok karıştırılmakla beraber bir örnek ile açıklamak gerekirse;

16.01.2020 tarihinde başlayan kira sözleşmesi, 01.01.2021 tarihinde bildirimde bulunarak feshedilmemiş ise 16.01.2021 tarihinde kendiliğinde 1 yıl süre ile daha uzamış olmaktadır. Bu sözleşmenin belirsiz süreli kira sözleşmesine dönmesiyle beraber 16.07.2021 tarihi kira sözleşmesinde ilk altı aylık kira dönemi, 16.01.2022 tarihi ise kira sözleşmesinde ikinci altı aylık kira dönemi olarak adlandırılacaktır. Kiraya veren tarafından bu kira sözleşmesi için ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılmak istendiğinde 16.10.2021 tarihine kadar kiracıya fesih bildirimi içeren ihtarname gönderilmesi gerekli olup bu ihtarname akabinde kira sözleşmesinin 16.01.2022 tarihinde biteceği bilindiği üzere bitiminin akabinde 16.02.2022 tarihine kadar yani kanunun lafzında da belirtildiği üzere 1 ay içerisinde ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılmalıdır.

İhtiyaç nedeniyle tahliye davaları usul hukuku açısından çok dikkat edilmesi gereken davalar olması sebebiyle bir avukat ile açılması önem arz etmektedir.

Yine aynı şekilde eve ihtiyacı olan evin maliki ihtarnamede gönderdiği sebeplerle bağlı olup dava sürecinde ihtiyacın 3. kişilerce (anne, baba, çocuk vb.) olduğu ileri sürülemez. Buna ilişkin Yargıtay 6. Hukuk Dairesi verdiği kararda; Davacı ihtarnamede ve dava dilekçesinde taşınmaza kendi ihtiyacı olduğunu belirtmiş, ancak daha sonraki beyanlarında taşınmaza kayın pederinin ihtiyacı olduğunu, son olarak da oğlunun evlenerek bu evde oturacağını, kayınpederinin de onunla birlikte oturacağını bildirmiştir. Ancak ihtiyaçlı oğlunun nişan ve evlilik hazırlığı içinde olduğuna dair bir belge ve delil ibraz etmemiştir. Davacı tanığının ihtiyaç iddiasına ilişkin bir beyanı yoktur. Davacı ihtiyaç iddiasının gerçek samimi, zorunlu olduğunu kanıtlama yükümlülüğü altındadır. Mevcut delillere göre iddianın kanıtlandığından bahsedilemez.

İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASINI KİMLER AÇABİLİR?

İhtiyaç nedeniyle tahliye davasını, konutu kiralayan malik yani evin sahibi açabileceği gibi malik olmayan ve ev sahibi tarafından kira sözleşmesi yapmak için yetkilendirilen kişi de açabilmektedir. Yine aynı şekilde uygulamada çokça karşılaşıldığı üzere kira sözleşmesinin tarafı olmayan ev sahibi de bu davayı açabilmektedir.

Tüzel kişilerin ihtiyaç nedeniyle tahliye davası ikame edip edemeyeceği hususu doktrinde tartışmalı olsa da Yargıtay'ın da son yıllarda verdiği kararlarda belirttiği üzere, tüzel kişiliği oluşturan ana sözleşme, tüzük ve diğer yasal düzenlemeler bakımından bir engel bulunmaması ve ihtiyacın zorunlu olmasıyla beraber bir hizmetin gereği olma koşullarıyla tüzel kişiler bakımından da ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılabilir.

Kiralayanlar bazen kiracıyı kiralanandan çıkarmak için suni ihtiyaçlar üretmektedirler. Bu noktada da açılan tahliye davalarında,  davacının ihtiyacının gerçek ve samimi olup olmadığının mahkeme tarafından ayrıntılı bir şekilde araştırılarak karar verilmelidir. Yargıtay tarafından da desteklendiği üzere kiralayanın ihtiyaç iddiasının doğmuş olması gerekir, aksi takdirde kiralayan doğmamış bir ihtiyaca istinaden tahliye davası açamaz. (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2005/8261 Esas, 2005/9755 Karar sayılı ilamı.)

KİMLERİN KONUT İHTİYACINI ÖNE SÜRÜLEREK İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE İSTENEBİLİR?

Mülga 6570 sayılı Gayrimenkul Tahliyeleri Hakkında Kanunumuzda konut ihtiyacını öne sürebilecek kişiler çok sınırlı olarak (eş ve çocuklar) sayılmış olup Kanunun amacını yerine getirmekten uzak kalmıştır.

6098 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte bu sorun giderilmiş olmakla beraber aynı kanunun 350. maddesine göre;

"Kiraya veren, kira sözleşmesini; kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa dava ile sona erdirebilir."

hükmüyle ihtiyaç sahibi olabilecek kişiler bakımından oldukça geniş bir perspektif çizmiştir. Kanun metninde yer alan "bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler" hükmü için sınırlama mevcut olmayıp aile üyeleri dışında biri de bu kapsamda değerlendirilebilmektedir. Aynı şekilde ev sahibinin çocuklarının da kirada oturması ihtiyaca dayalı tahliye sebebi olarak kabul edilmektedir. Reşit çocukları olan kimseler de çocuklarının ayrı evde oturma talebi nedeniyle tahliye davası açılabilmektedir.

UYGULAMADA EN ÇOK KARŞILAŞILAN İHTİYAÇLAR VE TAHLİYE DAVALARI

1) Evlilik Nedeniyle Konutun Tahliyesi 

Uygulamada en çok karşılaşılan tahliye sebeplerinden olan evlilik nedeniyle tahliye istemleri Yargıtay tarafından da ihtiyacın, gerçek, samimi ve kabul edilebilir olduğu yönündeki kararlarıyla desteklenmektedir.

Yargıtay kiralayanın kendisi veya alt/üst soyunun evlenmesi sebebiyle ortaya çıkan konut ihtiyaçlarında gerekli delillerin dava dosyasına sunulması halinde talebin kabul edilebilir olduğuna karar vermekle birlikte 6. Hukuk Dairesi 2005/11224 Esas, 2005/12202 Karar sayılı ilamında bu sebebe dayalı tahliye istemlerinde evlilik konusunda somut adımların atılıp atılmadığının araştırılması ve araştırma sonucuna göre karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2004/763 Esas, 2004/1100 Karar sayılı ilamında ise ; "Evliliğe dayandırılan ihtiyaç iddiası için tahliye kararı verilebilmesi için evliliğin gerçekleşmiş olması, ya da bu konuda ciddi bir hazırlığın yapılmış olmasına bağlıdır. İhtiyaçlının evlendiği iddia ve ispat edilmediği gibi evlilik hazırlığı konusunda da herhangi bir delil ikame ve ibraz edilmemiştir." diyerek bu hususta dava dosyasına nikâh veya düğün gününe ilişkin belgelerin, basılı davetiyelerin ve buna benzer belgelerin ibraz edilmesi şartını aramaktadır. Evlilik iradesinin açık ve net ortaya koyulamadığı nişanlılık halleri de tek başına tahliye nedeni olmamaktadır.

2) Sağlık İhtiyaçları Nedeniyle Konutun Tahliyesi

Kiraya verenin sağlık sorunları, başka bir konut ihtiyacı doğurabileceği gibi eşi, çocukları, altsoyu ve üstsoyunun sağlık ihtiyaçları için de ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açabilir.

Örnek vermek gerekirse kalıcı bir sakatlık durumunun ortaya çıkması halinde asansörsüz bir evde oturan ev sahibi kiraladığı evin tahliyesini isteyebilir. Bu sebeple açılan davalarda tedaviye ilişkin evrakların dava dosyasına sunulması gerekmektedir. Yargıtay 6. Hukuk Dairesi 2002/1372 Esas, 2002/1582 Karar sayılı ilamı ile oğlunun sağlık sorunu nedeniyle kiralanın tahliyesi talepli davada; "Davacının hasta olduğu iddia edilen çocuğunun rahatsızlığının ne olduğu, sürekli doktor kontrolünün gerekip gerekmediğinin sağlık kuruluna sevk edilerek gerekli rapor alınmadan noksan tahkikatla yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuştur." kararı ile dava dosyasına sunulacak sağlık raporunun tahliye kararı verilmesindeki önemi vurgulamıştır.

Buna benzer başka bir somut olayda; 

"Kişi hasta olan eşini tedavi ettirmek için sık sık Çankırı il merkezine gitmek zorunda kaldığını bildirmiş ve iddiasını ispat için ibraz ettiği belgelerden davacının eşinin gerartroz teşhisi ile Çankırı Devlet Hastanesinde yatarak tedavi gördüğü, Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde trombofılipit tanısıyla konsültasyon ve ultrason tetkiki yaptırdığı anlaşılmaktadır. Bu durumda halen Eldivan ilçesine bağlı S. Köyünde ikamet eden kişinin ve eşinin tam teşekküllü hastanesi bulunan Çankırı il merkezindeki kiralanana ihtiyacı bulunduğunun kanıtlanmış olmasına göre kiralananın tahliyesine karar verilmesi gerekir." (Yargıtay 6. Hukuk Dairesi, 25.09.2003 tarih ve E. 2003/6287, K. 2003/6402 sayılı kararı.)

3)Yurtdışında Yaşayan Kişinin Yurda Dönüşü Sebebiyle Konutun Tahliyesi

Yurtdışında yaşamını sürdürürken Türkiye'ye dönüş yapan ev sahipleri ya da Kanunda sayılan eşi, çocukları, altsoyu ve üstsoyları ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açabilmektedir. Bu hususta yurda uzun vadede dönüş ya da kesin dönüş yapılması gerekmekte olup tahliyesi istenen konuta olan ihtiyacın gerçek ve samimi olması gerekmektedir.

4) Hayat Standartlarını Arttırmak İçin Konutun Tahliyesi

Kişinin birden fazla evi olabilir ve bu evlerini kiraya vermiş olabilir. Kiraya verdiği evi, oturduğu evden daha iyi bir konumda, lüks, masrafsız ve elverişli olabilir. Bu gibi durumlarda hayat standartlarını arttırmak isteyen ev sahibi ihtiyaç nedeniyle tahliye davası ikame edebilir.

5) İşyeri ve Okula Yakınlık Sebebiyle Konutun Tahliyesi

Ev sahibi veyahut kanunen ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açma hakkına sahip eş, çocuklar, kişinin altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişilerin yeni bir okula kayıt yaptırması veyahut yeni bir işe girmesi sebebiyle okula ya da işyerine yakın konutta oturma isteği sebebiyle ihtiyaç nedeniyle tahliye davası açılabilmektedir.

SATIN ALINAN EV BAKIMINDAN İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVASI

Kiraya verilen evin mülkiyeti, evde hâlihazırda oturan kiracı varken el değiştirmiş olabilir. Türk Borçlar Kanunumuzun 310. maddesine göre; "Sözleşmenin kurulmasından sonra kiralanan herhangi bir sebeple el değiştirirse, yeni malik kira sözleşmesinin tarafı olur."

Kanunumuz bu gibi durumlar için de ihtiyaç nedeniyle tahliye talebinde bulunulabileceğini hüküm altına alarak bu duruma ilişkin de çeşitli şartlar öngörmüştür. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunumuzun 351. maddesine göre;

"Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir.  Kiralananı sonradan edinen kişi, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde açacağı dava yoluyla da kullanabilir."

Bir aylık süre içinde yeni malikin yazılı bildirimde bulunmaması halinde sözleşme aynı şartlarla üstlenilmiş sayılır. Aynı şartlarla sözleşmeyi üstlenen yeni malik, tahliye davası açamaz. Yazılı bildirim şartını yerine getiren yeni ev sahibi, konutu edinme tarihinden itibaren altı ay içinde tahliye davası açabilir.

İHTİYAÇ NEDENİYLE TAHLİYE DAVALARINDA GÖREV VE YETKİ

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 4. maddesine göre; dava konusunun değer veya tutarına bakılmaksızın kira ilişkisinden doğan tüm uyuşmazlıkların Sulh Hukuk Mahkemelerinde görülmektedir. Kira ilişkisi bakımından konut ve çatılı işyeri ayrımı bulunmamakta olup bu davaların tümü Sulh Hukuk Mahkemeleri görevlidir.

İhtiyaç nedeniyle açılacak davalarda yetkili mahkeme taşınmazın bulunduğu yer mahkemesidir.

Avukat Ahmet Faruk ÜMÜT

Detaylı bilgi ve daha fazlası için; www.umut.av.tr